

Korku, 'kaç ya da savaş' tepkisinden doğar ancak İclal kaçmak yerine savaşmayı tercih ediyordu. Sürekli olarak hissettiği tehdit algısı ise gün geçtikçe korkularını besliyordu. Her ne kadar korkularını görmezden gelmeye çalışsada o da her insan gibi korkuları olan genç bir kadındı.
İclal...
Her bitiş yeni bir başlangıç derler. Gerçekten öyle mi?
2 ay önce aile sıcaklığı benim ve kızlar için bitmişti. Bu bitişin ardından sancılı bir döneme girmiştik. Aybars'ın ölümüyle de bir şeyler bitmişti ama neyin başlangıcıydı bilmiyordum. Umarım bir felaketin başlangıcı olmazdı.
Sabaha karşı çıktığımız o karakoldan beri iki gündür Karan'ı hiç görmemiştim. Aybars ile yıllardan beri süre gelen dostlukları ve ortaklıkları vardı. Onun bundan sonra ki tavrı, hal ve hareketleri benim için çok önemliydi. Hata yapmasına, çuvallamasına ihtiyacım vardı. O zaman belki herşey çok daha kolay olurdu.
Soğumaya yüz tutmuş kahvemi yudumlarken üzerime düşen yansımanın ışığıyla kendime geldim. Bunun üzerine şirketin karşısında bulunan binaya bakındım. Yansıma Ceylan'nın dairesinden geliyordu . Sanırım bu bana 'Günaydın! ' mesajıydı. Gülümseyerek karşıya dairesine doğru bakındım.
Onunla tam 1 ay önce şirketin otoparkında tanışmıştık. Çok sağlıklı bir tanışma değildi elbette. Yorgun, zayıf ve kırılgan bir anımdı. Günahlarım ve vicdanım beni zincirlere esir etmiş kapana kısılmıştım. Ayakta tutmaya çalıştığım iradem beni yarı yolda bırakmak üzereydi. Tam da o an hayatıma girdi. Herşeyden şüphe ettiğim o dönemde bir şekilde olsa güvenimi kazanmıştı. Şuan ya da iş üstünde fiziki olarak yanımda olmasada ufak dokunuşları ile varlığını hissettiriyordu.
Kapının tıklatılmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Geriye kapıya doğru dönerken bir yandan "Gir!" diye seslendim. Karşımda Karan'ın asistanını bulmayı beklemiyordum. Şaşkınlıkla çalışma masama doğru ilerledim. Elinde kara kaplı bir dosya vardı. Ofis koltuğuna yerleşir yerleşmez merakla yüzüne bakındım. "Günaydın Dilara! Hayırdır?"
"Günaydın İclal Hanım." Elinde ki siyah kapaklı dosyayı bana doğru uzattı. Dosyayı aldığım gibi kapağını açtım. Açar açmaz Dilara'nın sesi kulaklarıma doldu. "Aybars Bey'in ölümü ile yürüttüğü bazı finansal işler yürüyemez oldu. Ve bildiğiniz üzere kendisi Yönetim Kurulu üyesiydi. Bu yüzden orada bir koltuk boş kaldı." Duraksayıp nefeslendikteb sonra sözlerine devam etti. "Karan Bey sizin için hazırladığı bu yeni protokolü iletmemi istedi. Hemen şuan kararınızı verip imzalamanız gerekiyor. Eğer imzalamazsanız üzgünüm ki işten çıkartılacaksınız. " Dilara'nın kurduğu son cümle tehditkârdı. Tam da Karan'a yakışan bir hareketti.
Protokolün içeriğine bakındığımda Görev ve Yetki Devri ile ilgili maddeler vardı. Sözleşmenin en altına doğru bakındığımda da Karan'ın ve diğer kurul üyelerinin imzasını gördüm. Benim imzam dışında herkes imzalamıştı bile. Eğer imzalamazsam işten çıkartılacaktım. Bunu bana Karan zorla dayatıyordu.Onun düşüncesine göre işimi kaybetmemek için zoraki olsada imzalayacaktım. Evet doğru! İmzalayacaktım ama korkarak yapmayacaktım. Yerimde bir başka kadın olsa imzalamakta çekinirdi. Haklıydı da!
Kadınlar ne kadar iyi pozisyonlarda çalışsa da bir şekilde küçümseniyor, önleri kesiliyor ve geri plana atılıyordu.Çünkü iş dünyası, erkeklerin dünyasıydı. Herşey onların egemenliği altında ilerliyordu. En azından bu şirkette öyleydi..
Büyük bir özgüvenle ismimin yazılı olduğu damgayı bastıktan sonra üzerine imzamı attım ve aynı özgüvenle kara kaplı dosyayı Dilara'ya uzattım.
" İmzaladığınıza göre yeni Kurulun yeni üyesi olarak öğleden sonra saat 14.00'da yapılacak olan Olağanüstü Kurul toplantısına katılmanız rica olunur."
"Peki Dilara, sağolasın!"
"Kolay gelsin İclal Hanım."dedikten sonra ofisten çıktı.
Ansızın katılmam gereken bir toplantının olduğunu öğrenince ister istemez stres yapmıştım. İlk defa bir kurul toplantısına katılacaktım. Ne yapılması ve nasıl ilerlenmesi gerektiği hakkında ufak çaplı bir araştırma yaptıktan sonra şirketin olağan ve finansal geleceği için bazı planlamalar yapmaya başladım. Bu çalışma yaklaşık öğle arasına kadar sürdü.
Hazırladığım planlamaları yazıcıdan çıkardıktan sonra dosya şeklinde hazırladım. Bir yandan da saatime bakındım. Fazlasıyla acıkmıştım. Bu öğle arasında dışarı çıkmayacak şirkette karnımı doyuracaktım. Çünkü çevre restoranlara hep Aybars ile gidiyor ve onun sevgilisi olarak tanınıyordum. Herkesin gözü benim üzerimde olacaktı. Hem bu fazlasıyla tehlikeli ama aynı zamanda fazlasıyla rahatsız edici olacaktı.
Ofisten çıkıp şirketin en üst katına sosyal alanına doğru ilerlerken ister istemez çalışanlar beni gördüklerinde sessizleşiyor ya da kafalarını çevirip pür dikkat beni izliyordu. Bazende yanındakinin kulağına eğilip bir şeyler fısıldıyordu. Hiçkimseyi yargılayamazdım. Çünkü onların yerinde olsam bende meraklanır, sorgulardım.
En üst kata Sosyal alana geldiğimde tuvalet ihtiyacımı karşılamak için önce bir WC'ye uğradım. İhtiyacımı karşıladıktan sonra tuvalet kabininden ardına WC'ye iki kadının girdi işittim. Aralarında dönen muhabbet benim hakkımda olduğunu işitince ister istemez kulak kabarttım.
"Kız gördün mü? İclal'de perişan olmuş üzüntüden. Gözlerinin altı çökmüş "
Telefonumun kılıfında ki aynadan yüzüme bakındım. Üzüntüm gerçekçi olsun diye iki gündür fontoden sürmüyordum. Gerçekten gözlerimin altı çökmüştü ama üzüntüden değil uykusuzluktandı.
" Evet evet gördüm. Karan Bey'e de yazıklar olsun şirkette yas falan ilan etmedi. Yetmeyip kendisi işe gelmediği halde kızı zorla çalıştırıyor."
"Peki Cansel'i gördün mü? O daha beter bir halde. Biliyorsun Aybars ile önceden birliktelerdi. İclal'e göre daha fazla üzgündü sanki. Şahsen bana öyle geldi. "
"O kadar da üzülmesine gerek yok artık..Dilara'dan duydum az önce İclal Hanım, terfi almış yetmemiş Kurul Üyesi yapmışlar."
"Vayy! Kıza bak sen! Ben yıllardır şirketteyim. Sen gel 2 ayda terfi al! Benden de kaç yaş küçük, onun yaşı kadar tecrübem var benim by şirkette. ama nerde? Kıymetim bilinmedi hiç! "
WC'nin kapı sesi kulaklarıma dolduğunda kadınların sesi kesilmişti. İşte şimdi kendimle baş başa kalmıştım. Bu şirkette olabildiğince insanlarla olan ilişkimi güzel tutmaya çalışıyordum. İnsanların bana olan güler yüzlülüğü meğerse Aybars sayesindeymiş. Herkesin üzerinde öyle bir baskı kurmuştu ki insanlar rolünü iyi oynuyordu.
Karan'ın ansızın yaptığı bu hareket yüzünden insanların nefretini üzerime çekecekti. Hele ki bu dönemde hiç işime yaramazdı çünkü en son yapmak isteyeceğim şey insanları dikkatini çekmekti.
Ellerimi yıkadıktan sonra WC'den çıkıp sosyal alanın mutfağına doğru ilerledim. İçerisi pek kalabalık değildi ama girer girmez kafalar bana çevrildi. Aralarında sadece tek bir kişi dikkatimi çekti. O kişi ise Canseldi. Şuan karşılaşmak isteyeceğim son kişiydi.
Kendisi asla benim olduğum tarafa bakmıyor itinayla salatalık dilimliyordu. İstifimi bozmadan kahve makinelerinin olduğu tarafa yöneldim. Yemek yemekten vazgeçmiştim. Çünkü üzerime çekilen gereksiz dikkat ve işittiğim laflar bende iştah bırakmamıştı.
Günün ikinci kahvesini içmek için hazırlarken kulaklarıma dolan erkek sesiyle geriye döndüm. "Başınız sağ olsun İclal Hanım. "
Zoraki gülümseyerek yüzlerine bakındım. "Dostlar sağ olsun."
İşte o an Azat'ın nefesini ensemde hissettim. Tüylerim diken diken olmuştu. O tiz kahkahası kulaklarıma dolmuş beni ortamdan soyutlamıştı.
Karşımda ki insanlar ekşiyen surat ifademi farkedince panikle "Daha fazla sizi rahatsız etmeyelim. Kolay gelsin size."
Çatallaşan sesimi zorlayarak "Tekrar sağolun beyler sizede kolay gelsin."
Başlarıyla beni selamdıktan sonra mutfağın kapısına doğru yöneldiler. Beni burada Cansel'le baş başa bırakmışlardı. Kendisine doğu bakındım. Sırtı bana dönük hâlâ tezgahta bir şeylerle uğraşıyordu.
Makineden gelen sesle irkilerek geriye döndüm. Kahvem hazırdı. Kahve dolu kupamı elime alarak çıkışa doğru yönelirken ismimi işittiğim an duraksadım.
"İclal!"
Geriye dönüp Cansel'in yüzüne bakındım. Çoktan gözyaşları peşin sıra akmaya başlamıştı. Tezgaha ağırlığını bırakmış oraya yaslanmıştı. Dizlerinde güç yok, ayakta zor duruyor gibiydi. Bir eliyle tezgaha dayanmış diğer sarkıtığı elinde ise bıçak vardı.
Gözleri...
Saatlerce hatta günlerce ağlamış kan tutmuştu sanki. O çok acı çekiyordu...
Göğsümün ortasında hissettiğim acıyla yutkundum. Kıyıdan köşeden de olsa bir başka kadının benim yüzümden acı çekiyor oluşu fazlasıyla ağır gelmişti. Güçlü bir yutkunmanın ardından sessizliğini bozdu.
"O öldüğü için gerçekten üzüldün mü?" Cevap veremiyor öylece kala kalmıştım.
"Evet!" dedim cılız çıkan sesimle. Kendi sesimi bile zar zor işitmiştim. Saniyeler sonra gereğinden yüksek çıkan kahkahası beni ürkütmüştü.
"Benden çok üzülemezsin. Çünkü ben onu nasıl bir insan olursa olsun çok sevmiştim."
Gözyaşları kendisini hıçkırıklarla bırakırken vücudu sarılmaya başladı. "Biliyorum o da beni çok sevdi."
"Güzelliğimin her kapıyı açacağını zannederdim ama onun için yetmedi. Sonra sen çıka geldin. Hem güzeldin hemde donanımlı. Onun aklı karıştı bir anlığına. Ama olsun o yinede beni senden daha çok sevdi.."
Durup bir anlığına nefeslendi. Giderek hızalanan hıçkırıkları beni tedirgin etmişti." Çünkü neden biliyor musun? Onun gibi adamlar imajına dikkat eder. Onlar için saygınlık herşeyden önemlidir. Seni yanında gezdirerek sadece kendi prestiji için kullandı. "
" Sonra zamanla biter bana döner zannettim. Ama sen onun öyle bir aklını karıştırdın ki.. " giderek yükselen ses tonu ve sıkıca kavradığı bıçağa gözlerime ilişti.
"O senin yüzünden öldü!"
Cansel öfkenin demlerinde gezinmeye başlamıştı. Çünkü gözlerini bir av misali bana dikmişti. Tıpkı kurbanlarıma baktığım gibi...
Azat'ın sesi kulaklarıma dolduğunda tekrar tüylerim diken diken oldu.
"Gözlerine bak İclal!"
"Ve elinde ki bıçağa.."
"Nasılda sana benziyor. Bir canavar gibi..."
"Söylesene adrenalini hissediyor musun?"
" Ya da ardından ansızın gelen korkuyu..."
Azat'ın soğuk nefesi ensemden sırtıma doğru yayılırken vücudum bir makine gibi tetiğe geçti.
"Sende bir kurbansın İcal!"
"Her zaman Avcı olmazsın!!"
Azat'ın kurduğu cümleler beni gersede ister istemez söylediklerine kulak verdim. Gerçekten şuan korkuyor muydum? Kurduğu her cümle her defasında kendimi bir şekilde sorgulamama sebep oluyordu.
Korkuyu bilemem ama adrenalini dibine kadar hissedebiliyordum. Bu bir yandan hoşuma gitsede haz alsam da diğer yandan beni dehşete düşürüyordu. Çünkü insanlığıma dair ne kadar masumane şey varsa günden güne benden göçüp gidiyordu.
Cansel avazı çıktığı kadar bağırıyor bir şeyler diyor ama ben onu duyamıyordum. Dayandığı tezgahtan doğrulup pozisyon aldığında önümde birden Azat'ın silüeti belirdi. İlk günkü gibi karşımda duruyor ve acımasız bakışları bile hâlâ onu gördüğüm o ilk günkü aynıydı.
Aslında adrenalinden başka bir şeyler daha hissedebiliyordum. Mesela nefret ve öfke... Bu yola çıkmama sebep olan başlıca hisler bunlardı. Birde intikam duygusu... Zihnime o kararmış gökyüzüne ettiğim yemin düştü. Sonra Cansel'e bakındım ve içimde farklı bir şeyler kıpırdanmaya başladı.
Narsist bir insanla ilişki yaşamak ateşler içerisinde yanmakla eş değerdi. İlişkinin başlarında önce kendini bir prenses gibi hissedersin. Ayakların yerden kesilir, sanki istersen kuş gibi kanatlanıp uçabilecekmişsin gibi. Ama zaman geçtikçe ve sen farkında olmadan sana dair ne varsa koparıp almaya başlar. Özgüvenini, umudunu,değerini, muhakeme yeteneğini... En sonunda öyle bir noktaya gelirsin ki özbenliğin yok olmaya yüz tutmuştur. Çünkü derinlerinde bir yerde o küçücük kız çocuğu hücrelerine kadar değersizliği hissetmiştir. Artık onsuz yaşamak hiçlikten başka bir şey değildi. Aybars, Cansel'e dair ne varsa kendisinden koparıp almıştı. Bu fiziksel şiddetten daha ağır bir şiddet türüydü.
Yaşadıği şeyler benim yaşadıklarımdan çok farklıydı ama ne olursa olsun geri dönüşü olmayan bir yol değildi. Yine yeniden özbenliğini tamir edebilirdi. Katil olmasına izin vermeyecektim.
Elimde ki kahve dolu kupa yerle bir olurken Azat'ın silüeti içinden geçip Cansel'e sıkıca sarıldım. Önce beni itmeye çalışsada sonra ağırlığı kucağımda yerini buldu. Bıçak ise elinden yere düşmüştü. Yüzünü ise göğsüme bastırmış haykıra haykıra ağlıyordu. Beraber yere çöktük. Saniyeler geçtikçe kulağıma fısıltılar ilişmeye başladı. İnsanlar muhtemelen sesleri duyup kapının ardına toplanmışlardı.
Cansel ile ne kadar süre öyle durduk hatırlamıyorum ama onu sakinleştirmek uzunca bir vakit almıştı.
**********
Kurul için hazırladığım dosya kolumun altında toplantının yapılacağı salona doğru ilerliyordum. Omuzlarımda hâlâ iki saat önce ki yaşanmışlığın ağırlığı vardı. Toplantı salonun önüne geldiğimde duraksayıp omuzlarımı gevşetmeye çalıştım. Ne olursa olsun yaşanan şeyi toplantıya yansıtamazdım. Başım dik ve kendimden emin adımlarla içeriye doğru adımladım.
Bu kez kimse kimin salona girdiğine dönüp bakmamıştı. Büyükçe masanın etrafında toplanmış bir kaç yaşlı adam vardı. Oturmak için salon boyunca uzun uzadıya masaya doğru yönelecekken sol tarafımda birden Karan'ın asistanı Dilara belirdi.
"Size hemen yerinizi göstereyim."
Başımla onaylarken peşinden takip ettim. Masanın tam en ucuna doğru geldiğimizde duraksadı. Gösterdiği yerde klasik tekerlekli ofis koltuğu dışında sıradan basit bir sandalye vardı. Ne olduğunu anlamaz bir şekilde yine de gösterdiği yere oturdum. Salonda sadece benimkisi farklıydı. Neden diye tam Dilara'ya soracakken masanın ucunda ki yani benim çaprazımda ki koltuğun önünde ki siyah gülü farkettim. İşte o an anladım o koltuğun sahibinin kim olduğunu.
Karan, Aybars'ın koltuğunda oturmamı istememişti. Orada oturuyormuş gibi hissetmek istedi belki de..
Siyah gül... İki anlamı vardı ; intikam ve kararlılık. Karan eninde sonunda katilin peşine düşecekti. Hiç olmadığım kadar bunun farkındaydım ve istediğimde buydu.
Dakikalar içerisinde salon dolduğunda gelmesi gereken en son kişi Karan başı önünde içeriye girdi. Kendisiyle birlikte inceden gelen alkol kokusu salona yayılıverdi. Tam oturacağa koltuğa yerleşmeden başını yerden kaldırıp tam karşıya Aybars'ın koltuğuna bakındı. Sonra da bana...
"Vakit kaybetmeden başlayalım isterseniz." Gözlerini benden çekip yerine oturdu. Bir an için gözlerini üzerimde çekmeyecek zannetmiştim.
Toplantı hararetli bir şekilde başlarken bende hazırladığım dosyayı önüme açtım. İlerleyen vakitlerde herkes önerisini sunarken kaldırdığım el hep havada kalıyordu. Karan ise beni itinayla görmezden gelmekte kararlıydı. Sanki süslük niyetine beni buraya koymuştu.
En son öneri olan Hamdi Bey'in önerisi kabul edilirken istemsizce kelimeler ağzımdan dökülüverdi.
"Saçmalık!"
Hamdi Bey "Efendim genç hanım? Bir şey mi dediniz?"
Bütün kafalar şaşkınlıkla bana dönerken ister istemez tedirgin olmuştum.
İstemsizce ağzımdan kaçan lafın arkasında durmam gerekiyordu."Diyorum ki saçmalık! Hele ki böyle bir dönemde bu sadece ölü yatırım olur. Şirket içinse büyük bir zarardan başka bir şey olmaz."
Yanımda oturan beyfendi bana doğru eğililip "Küçük hanım daha toy ve tecrübesizsiniz. Lütfen büyüklerin işine karışmayın."
"Susun!"
Karan'ın otoriter tavrını belli ederken salon buz kesmişti. Dolaylı yoldan onun kabul ettiği öneriye de saçmalık gözüyle bakmıştım.
"Çok bilmiş hanımefendi sizin dahiyane öneriniz nedir?" Benimle alay mı ediyordu? Sunduğum öneri kendisi için gülünç gelirse, burda beni ezikleyecek miydi? İçten içe 'Kendine gel İclal!' ikazıma uyarak lafa girdim.
" Dahiyane önerimi duymak istediğiniz için teşekkür ederim." karışılık olarak onu tiye almıştım. Bekletmeden sözlerime devam ettim.
"Biliyorsunuz ki Aybars Bey'in ölüme ile -"
Karan sözümü keserek "Buraları geç!"
Sinirle başımı çevirip ona bakındım. "Lütfen lafımı kesmeyin ki sözlerime devam edeyim."
Bozulan surat ifadesi egosunun sarısıldığının habercisiydi. Herkes pür dikkat ağzımdan çıkacak olanları bekliyordu.
"Biliyorsunuz ki Aybars Bey ölmeden önce şirket için birçok müşterilerle anlaşma sağlamıştı. Toplantıdan hemen önce bir kaç müşteri ile konuştum ve çoğu Aybars Bey olmadan projeye devam etmek istemediğini çekildiklerini duyurdu. Sözlerime şöyle devam edecek olursam.. Karan Bey tabiri caizse her saatte bir binlerce dolar hatta her geçen gün milyon dolar zarar ediyorsunuz. Çünkü şirketin hisse değerleri giderek düşüyor ve zarar eden vatandaşlar alelacele panik bir şekilde hesaplarından paralarını çekiyorlar. Sizin şu an itibariyle basına güven tazelemekten başka çareniz yok. Yıkılmadığınızı ve hâlâ şirketin diğer ortağının ayakta durduğunu göstermeniz lazım. Bir de Aybars Bey'in anısına yoksullara bol bol yemek dağıtmanızı öneriyorum. Şirket için güzel bir nuans olur hemde en azından kaç yıllık dostunuz için bende sevdiğim adam için bir şey yapmış oluruz. "
Karan başını önüne eğdi. Kasılan çenesini görebiliyordum ama yüzünde ki mimikleri göremiyordum.
Hamdı Bey'in sesi ile kendisine döndüm.
"İclal Hanım, hayır işiyle az önce ki saydığınız problemleri nasıl gidermeyi düşünüyorsunuz? Çünkü ortada bir çözüm göremiyorum."
"Öneriniz kabul edilmiştir İclal hanım!" Tekrar başımı ona doğru çevirdiğimde göz göze geldiğimiz an ağlamamak için mücadele ettiğini farkettim. Son kurduğum cümle ile onun güvenini kazandığımı anlamıştım. Çünkü onun en hassas noktasından yakalamıştım.
Azat'ın nefesini ensemde hissettiğimde yeniden tüylerim diken diken oldu.
" Sen çölde ki seraptan başka bir şey değilsin İclal!"
"Tuzaksın..."
Karan, ayağı kalkarken Hamdi Bey ise itiraz etmek için peşinden yürümeye başladı. İkisi salondan çıkıp gözden kaybolurken bende oturduğum yerde durup biraz zaferimin tadını çıkarmak istedim .
Toplantı salonunda artık kendi kendime kaldığımda saatime bakındım. Mesai bitimine iki saat kadar bir süre kalmıştı. Eve gitmek için sabırsızlanıyordum.
Ofisimin yolunu tutmak için yerimden doğruldum. Salondan çıkıp koridorun sağına saparken işittiğim tanıdık sesle duraksadım
" Saye!"
Ansızın zihnim geçmişimin derinliklerine giderken aklıma dedemle olan çocukluk anılarım düştü. Hep itinayla ikinci ismimle seslenir dururdu. Çünkü 'Saye' ismini dedem bana daha bebekken koymuştu. Nedense çocukluğumdan beri ismimle barışık değildim. Çünkü tınısı hoş gelmiyor, ağır bir isim gibiydi. Annemle babam pek beğenmemiş olacak ki başına İclal'i koydular. Çoğu insanda hep ilk ismimle seslenirdi tabi ki dedem dışında.
Karşımda Karan'ı bulmayı beklemiyordum. İster istemez afallamıştım. Çıktığım salonun kapısını gerisin geri açarak içeri girmemi işaret etti. Sanırım benimle özel görüşmek istiyordu. Dediğine uyarak içeriye adımladım. Kapanan kapı sesi işittiğim de Karan'a döndüm.
Gözlerini gözlerime sabitledi. Bakışları o kadar serttiki içimi titretmişti.
" Biliyor musun? Hiç kimse benim lafımın üzerine laf söylemeye cesaret edemezdi. " Duraksayıp bana doğru adımladı. Neredeyse burun burunaydık. Yerimden kıpırdamadım. Ondan korkmuyordum ama gözleri... Sanki gözleri gözlerimin ardındakini görebiliyordu.
Cesaretle" Gece, karakoldan çıkarken siz bana 'Ne olursa olsun işiniz başında olacaksın.' demiştiniz. İşimin başındayım ve en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. "
" Aferin Saye! "Saye'yi bastırarak söylemişti. Dedem dışında ikinci ismimi başkasının ağzından işitmek fazlasıyla garip geliyordu.
" Saye ne demek biliyor musun? " Yüzüme doğru eğildi. Buram buram kokan alkol ve tütün nefesi yüzüme çarpmıştı.
" Gölge... " sorduğu soruyu kendi cevaplamıştı.
" Seni araştırdım Saye!"
Duyduğum cümle karşısında şaşkınlığımı gizleyememiştim. Merakla sordum.
" Neden? "
" Benim için çalışan herkesi araştırırım. Sana özel bir şey değil."
Durup kafasını kaldırıp tavana bakındı. "Nedense, sen gözümden kaçtın." dedi tereddüt eder bir şekilde. "Belkide Aybars'a olan güvenimden."
"Aileni kaybetmişsin aylar önce bir kazada ve yaşadığın şehri bırakıp buraya gelmişsin."
Gözlerimi ondan kaçırıp masanın üzerindeki bibloları incelemeye başladım. Bu konuşmanın sonu nereye varacaktı çok merak ediyordum.
"Aybars biliyor muydu?"
Tekrar gözleri gözlerimle kenetlendiğinde "Evet haberi vardı."
"Peki ne kadardır biliyordu?
" İşe ilk başladığım günden beri."
"Araştırmış mıydı?"
Olumsuz anlamda başımı sallarken "Kendim söylemiştim."
Kendimi sorgudaymışım gibi hissetmekten alamadım. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu.
" Biliyor musun? Okul fotoğraflarına kadar herşeyini buldum. "
Karşımdaki kişinin fazlasıyla nüfuslu bir adam olduğunu tam anlamıyla şuan idrak edebilmiştim. Çünkü ne bir sosyal medya hesabım vardı ne de internetten küçüklüğüme dair fotoğraflarım vardı. İster istemez ondan çekinmeye başlamıştım. Bir anlığına da olsa güvenini kazanamayacakmışım gibi hissetmekten de kendimi alamadım.
"Tıpkı ismin gibi gölgeymişsin o zamanlar.."
Neyi anlatmaya çalışıyor diye muhakeme etmeye başlamıştım bile.
"Eskiden hiçbiri özelliğin yokmuş. İnsanların ardında en kuytu köşede duran hiç dikkat çekmeyen o çekingen kızdın. Sonra nasıl böyle birine dönüştün? "
" Şu bakışlara bak! O çekingen kızdan eser yok! "
"Kontrol edilemez bir kısrak gibisin.."
Çalan telefonun sesiyle eliyle yüzünü sıvazladıktan sonra elini cebine attı.
"Konuş!"
Eş zamanlı olarak arkasını dönüp salondan çıktı. Sanırım sorgu burada bitmişti. Eve gitmek için can atıyordum. Bugün resmen şirkette aksiyon eksik olmamıştı. Hevesli bir şekilde ofisimin yolunu tuttum.
Saatler mesai bitimine yaklaştığında tekrar kapı çalındığında artık pes etmek üzereydim. "Gir!"
Tekrar karşımda Dilara'yı bulurken "Bugünde ne çok karşılaştık seninle."
"Kusura bakmayın İclal hanım." Bir yandan elinde 5-6 dosya ile mücadele ederek içeriye adımladı.
"Bunlar ne?" diye merakla sordum.
"Karan Bey yolladı. Bu dosyaları özellikle sizin incelemenizi istedi. Ve yarına kadar bitmesi gerekiyormuş. " dedi masama bırakarak.
Merakla dosyaların bir tanesini alarak içeriğini inceledim. "Dilara, yalnız bu dosyalar benim alanıma girmiyor."
"Bilmiyorum. Özellikle sizin incelemenizi istedi."
"Şaka mı bu?" sinirle masanın üzerinde ki sabit telefona uzandım.
"Yapmayın İcalal Hanım! Pişman olursunuz. Kurulda sanırım bir şey yaşandı onun yaptırımı gibi birşey bu. Lütfen bu söylediğim aramızda kalsın."
Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. "Tamamdır Dilara! Çıkabilirsin."
Dilara odadan çıktıktan sonra önümde ki dağ gibi olan dosyalara bakındım. Bu nasıl bir gündü? Bitmek bilmiyordu. Hüsran içerisinde telefonuma sarıldım. Kızlara gece eve gelemeyeceğimi haber vermem gerekiyordu.
" Efendim abla! "
" Nasılsın Zümra? Bügün ders çalıştın mı?"
"Önce bir nasıl olduğumu duysaydın abla! İyiyim teşekkür ederim. Ne oldu? Bir şey mi oldu ?
" Yok hayır merak etme önemli bir şey yok. Sadece halletmem gerek bir yığın dosya var. "
" Yani eve geç mi geleceksin?"
"Evef ablacığım. Hatta bu gece bile gelemeyebilirim."
"Ya abla! Orası nasıl bir şirket öyle? Hâlâ aklım almış değil. Şirketin ortağı ölmüş, seninde sevgilindi ama hâlâ milleti köle gibi çalıştırma peşindeler. Abla lütfen bırak bu işi. Çok daha iyisini bulursun."
"Zümra lütfen uzatma daha iyisini bulamam biliyorsun."
"Peki! Bu arada Aysar ile küsmüsünüz."
"Hayır! Neden sordun?"
" Ona da sordum hayır dedi ama bana sanki sana tavırlı gibi geldi. Kavga mı ettiniz?"
Gerilen kaslarımla birlikte stres seviyem artmaya başlamıştı. Aysar bir katil olduğumu tam anlamıyla sindirebilmiş değildi. Ve giderek benden uzaklaşıyor gibiydi. Onun yerinde bir başkası olsa hemen o an beni ele vermişti. O gerçekten zannettiğimden çok güçlü bir kızdı. Ama en çok korktuğum şey ise aramızda ki bu soğukluğun uzunca bir zaman sürmesiydi. Umarım zamanla bana karşı yumuşayabilirdi.
"Yok canım. Ne kavgası? Yaşananlardan ötürü etkilenmiş olabilir. Sen takma kafana ve ders çalış lütfen. İki gün sonra falan denemen yok mu senin?"
"Of tamam abla! Kapat telefonu!"
" Hadi görüşürüz."
****************
Saat gece 00.00'ı gösterdiğinde ben esnemekten perişan olmuştum. Ne kadar dinlendirici gözlük taksamda gözlerimde tahammül edemediğim bir ağrı vardı. Son bir gayretle incelemem gereken son dosyayı önüme çektim. Bir yudum enerji niyetine soğumuş kahveyi yudumlamak için kupaya uzandım. Hafifliğini farkedince hüsranla içerisine bakındım.
Şirkette güvenlikler dışında kimse olmadığı için gidip kendi kahvemi kendim hazırlayıp geri dönemliydim. Birazda ara vermek iyi gelecekti bana.
Ofisten çıktığımda beni alacakaranlık bir koridor karşıladı. Geceleri burası korku filminden farksızdı ama artık karanlık bana zarar veremezdi. Çünkü kimse yoldaşına zarar vermezdi.
Evet! Karanlık benim yoldaşımdı, bende karanlığın yoldaşıydım.
Asansörün açılma sesini işittiğim de duraksadım. Gece gece kimdi bu gelen? Güvenlik görevlisi miydi acaba ama telefon sesini de işitmemiştim. Eğer bir durum olsaydı onlar yukarıya çıkmaz önce beni sabit hattan ararlardı.
Saniyeler sonra büyük bir gürültü eşliğinde cam kırıkları sesi işittiğim adımlarımı hızlandırdım. Köşeyi döndüğümde asansörün hemen yanında ki camlı reklam panosunun yerde paramparça şekilde durduğu bir manzarayla karşılaştım. Hemen yanında da siyah takımlı bir adam zoraki bir şekilde yerden doğrulmaya çalışıyordu. Koridor alacakaranlık olduğundan gözlerimi kısarak kim olduğunu görmeye gayret ediyordum.
Şakınlıla,"Karan!"
"Şey, Karan Bey! İyi misiniz?
Koşar adımlarla yanına gelip yere çöktüm. Buram buram kesin bir alkol kokusu yayıldı etrafa. Yüzümün ekşimesine engel olamamıştım. Muhtemelen yanıma gelmeye çalışırken dengesini kaybetmişti. Onu yerden kaldırmak için hamle yaptığımda elimi itti.
" İyiyim bir sorun yok!" Ama ayağa kalkmakta fazlasıyla zorlanıyordu. Beni uzaklaştırmaya çalıştığı sol kolunu yakalayıp omzuma aldım ve diğer elimle beline sarıldım. Ne ağır adamdı. Zor uğraşlarla yerden kalkmayı başarabilmiştik. Sonra yavaş adımlarla ofisime doğru ilerledik.
Ofisime geldiğimizde çalışma masamın karşısında ki oturma grubuna oturttum. Yanına oturduğumda karanlıktan ötürü görmediğim yeni bir şeyi fark ettim. Beyaz gömleğinde ufak ufak kan lekeleri vardı. Küçük bir inceleme sonrasında sağ elinin parmak uçlarında kan damlacıklarını görür görmez elini elime alarak avuç içine bakındım. Cam kırıklarından oluşan yaralar vardı.
Sağ yanağımda hissettiğim sıcaklıkla gözlerimi elinden kaldırıp Karan'ın yüzüne bakındım. Diğer elini çehremde gezindiriyor yavaşça dudaklarıma doğru getiriyordu. Panikle başımı geriye çekip elinden kurtardım. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Gözleri fazlasıyla bayık bakıyordu. Sarhoş olduğunda ötürü kontrolü yoktu.
"Güzelliğinden etkilenmesine şaşmamalı.." Aybars'tan bahsediyordu.
"Onu özlüyor musun?"
Bir şey diyememiş gözlerimi ondan kaçırmıştım. Sabah ki cesaretim nereye kaybolmuştu böyle. Gözleri gözlerimdeylen tedirgin olmaktan kendimi alamıyordum.
"İclal Hanım!"
Sesle birlikte ofisin açık kapısına doğru bakındım. Aşağıda ki kulübede ki güvenlik görevlisi içeriye doğru adımladığında sözlerine devam etti. "Karan Bey, iyi misiniz? Kameradan gördüm düştüğünüzü. Bir şeye ihtiyacınız var mı?"
Karan'ın konuşmasını beklemeden "Aslında ilk yardım kiti varsa bir yerlerde, getirebilir misin sana zahmet? Bende Karan Bey'e sert bir kahve yapıp geleyim." Sözlerini bitirir bitmez ayaklandım.
"Tabi hemen getiriyorum İclal Hanım."
Terasa çıkıp kahveyi yaptıktan dakikalar içerisinde ofisime geri döndüm. Güvenlik görevlisi çoktan ilk yardım kitini getirip açmıştı. Lakin Karan söylenip durarak adamı kendinden uzaklaştırmaya çalışıyordu.
"Benim kimseye ihtiyacım yok. Kendim hallederim. Dokunma bana!" sözlerinin sonunda önünde ki alçak sehpaya bir tekmek savurdu. Adam en sonunda artık pes ederek ayağaya kaktı
Elimde kahveyle birlikte içeriye doğru adımladım. "Tamam. Teşekkür ederiz. Bundan sonra ben hallederim. Siz işinize dönebilirsiniz."
Bir bana bir Karan'a bakıp durdu. Gidip gitmemek arasındaydı." Emin misiniz?" Sanırım beni Karan ile yalnız bırakmak istemiyordu. Çünkü giderek agresifleşiyordu.
"Eminim ben hallederim." En sonunda çokta memnun olmasada ofisten çıkıp gözden kayboldu.
Öteye doğru savrulan sehpayı Karan'ın önüne çekerek kahveyi koydum. Hemen karşısına oturup ilk yardım kitini kucağıma alarak yüzüne bakındım. " Karan Bey, lütfen bana zorluk çıkarmadan bu işi halledelim bir an evvel." diyerek eline uzandım. Bir yandan da sağlam eline kahveyi tutuşturmuştum.
Cımbızla yaralara batmış olan cam parçalarını aldıktan sonra yarayı güzelce temizledim. En son işlem olarak tentürdiyot sürüp güzelce sardım. Bu sırada Karan kahvesini bitirmek üzereydi. Neyse ki bana zorluk çıkarmamıştım. Resmen bütün agresifliği adamaydı.
Kiti kapatıp kenara koydum. Yüzüne bakındığımda ayılmış gibiydi ama hâlâ biraz çakırkeyfti. Eski Karan neredeyse geri dönmüştü. O sert bakışları ve otoriter tavrı.. Hatta sorgulamalara bile başlamıştı.
"Soruma cevap vermeden fırsat bulup kaçtın. Cevap ver. Onu özledin mi?"
"Evet! Özlüyorum." Artık sabrım tükenmek üzereydi.
"Peki nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun?"
Bu soruya nasıl cevap verebilirdim ki? Neden bu kadar çok sorguladığını, didiklediğini hâlâ anlamış değildim. Güvenini kazandığımı zannetmiştim ama yanılmışım.
"İşe başladığın ilk zamanları hatırlıyorum. Ailenin ölümü çok yeniydi ama sen yine çok sakindin. "
Gözlerimi ondan çekip dışarıya ışıklar içinde kalan şehire çevirdim. Sakın falan değildim ben. Yaşadığım her öfke nöbetinde... Geri kalanını sarfetmeye cesaret edemiyorum. Günler geçtikçe attığım her adımda bir tarafım ümitle içimde bir şeylere tutunmaya çalışıyordu.
Karanlık...
İçimde ki karanlık giderek büyüyor herşeyi yutuyordu. Bana dair ne varsa girdap gibi içine çekiyordu. Küçücük bir ışık hüzmesi kanının son damlasına kadar sönmemek için can hiraş yanarken karanlığa teslim olan tarafım ise dur duraksızdı.
"Hadi!"
Anlamayan yüz ifademle ona bakındım. "Ne?"
"Seni bir yere götüreceğim. Kalk!"
"Dosyaları daha bitirmedim."
Yerinden kalkıp elimi yakaladı. "Boşver onları sana bir şey göstereceğim."
Elimi o kadar sıkı tutuyordu ki sanki kaçıp gidecekmişim gibi. Askılıktan blazer çeketimi ve çantamı kapıp beni peşinden sürüklemeye başladı. Dışarıdan bizi bir başkası görse sevgili sanabilirdi çünkü şuan öyle bir manzara vardı.
Bu adam benim bütün dengemi bozuyordu. Sabah ki sert mizaçlı, otoriter hali gitmiş şimdi ise iletişim kurmaya müsait birine dönüşmüştü. Nasıl davranacağım konusunda bocalayıp duruyordum. Çünkü her sorduğu soru sürekli kendimi sorgulamama sebep oluyordu. Tıpkı Azat gibi...
Asansörde bile elimi bırakmamıştı. Zemin kata geldiğimizde şirketin çıkış kapısında ki diğer güvenlik görevlisi ile karşılaştık. Bizi el ele görünce şaşkınlığını gizleyememişti. Yinede ne olursa olsun başıyla selamladı.
Döner kapıdan geçip dışarıya adımladığımızda gördüğüm manzara karşısında bulunduğum yere çakılı kaldım.
Caddenin üzerinde sıra sıra dizilmiş lüks arabalar ve onlara yaslanmış beklemekte olan siyah takım elbiseli adamlar... Bizi gördükleri an hazır ola geçtiler.
Hareket etmediğimi farkeden Karan dönüp bana bakındı. Yüzümde ki şaşkınlığı farketmiş olacak ki "Korktun mu? Merak etme, ne geceleri ne gündüzleri şirkete girmeye izinleri yok!"
"Hayır korkmuyorum. Sadece bunu görmeyi beklemiyordum."
Karan ve Aybars iyi insanlar değildi elbette ama aklımda ofisboy olarak öyle bir kodlamıştım ki onları, karşılaştığım manzarayı hazmetmek zor olmuştu. Çünkü Karan halis muhlis bir mafya babasıydı.
"Korkmuyorsun demek ki. Gel o zaman benimle." Bize en yakın olan arabaya kadar yürüdük.
Arabanın yanında bekleyen adama "Sen arkada ki arabaya geç!"
İtiraz ederek "Ama efendim sarhoşsunuz."
"Dediğimi yap!" İşte yeniden otoriter Karan..
Adam anahtarları fırlatıp başka bir araca yol almaya başladı. O sırada Karan, kapıyı açarak hiç bırakmadığı elimle beni yönlendirerek arabaya oturttu.
Nereye götürüyordu beni? Ne vardı aklında? Göstereceği şeyi merakla bekliyordum. Yanıma şöfor koltuğuna yerleştiğinde yola koyulduk.
Yol boyunca ne ondan ne de bende çıt çıkmıyordu. Ta ki o sessizliği bozana dek. "Sohbetine doyum olmuyor." Konuşacak ne vardı ki?
"Benden korkmuyorsun demek... Öyle olsun. "
Gazı köklediğinde aracın motoru kükremeye başlamıştı. İşte yine... Dönüp Karan'a bakındım. Pür dikkat beni gözlemliyordu.' Korkmuyorsun demek.' Bu lafıma takılmıştı. Beni mi deniyordu? Ondan delicesine korktuğumu görmek istiyordu. Vücudumda hissettiğim adrenalinle birlikte karanlık tarafa geçtim. Dönüp akıp giden yola odaklandım. Gecenin bir körü olduğu için yollarda pek araç yoktu. Son sürat ilerliyorduk.
Korkmadığımı farkedince ki tepkisini görmek için merakla yüzüne bakındım. O da gözlerini yoldan çekip bana bakındı. Ayağını gazdan çekmemişti ama yolada bakmıyordu. Şuan ki durum ölümcül rus rületi oyunundan farksızdı.
İlk kim pes edecekti?
Kimse geri adım atmıyor. Ölüme doğru son sürat ilerliyorduk. Ta ki Karan direksonu kırıp kendi eksenimizde dönmeye başlayınca başımı çarpmamak için tutunma koluna asıldım Asfaltın çığlıkları eşliğinde bir süre döndükten sonra yolun ortasında sertçe durduk.
Saniyeler sonra arabanın içine yanmış lastik kokusu yayıldı. Başımı tekrar ona yüzüne bakındım. Korkmadığım göstermek istiyordum. Bir kez bile gözlerini benden çekmemişti hâlâ bana bakıyordu. Bana yakınlaşıp yüzüme doğru eğildi.
"Neden korkmuyorsun?"
"Karanlıkta olan insan korkmaz."
Karanlık mı?
Bu adam benim zihnimi mi okuyordu?
"Söylesene bu korkusuz ve karanlık gözlerinin ardında ne var Saye?"
Sanki gözlerimin ardında ki o gerçek beni görüyor gibi bakıyordu. Panikle başımı çevirdim. Saniyeler sonra eliyle sertçe çenemi kavrayıp kendine çevirdi. Zorla gözlerini gözlerimi sabitledi. O kadar yakındık ki kendimi sıkmaktan karnım kasılmıştı. Birden yüzünde bir gülümseme berlirdi. İstediğini elde etmiş gibiydi.
" İşte şimdi korktuğunu görebiliyorum."
"Farkedilmekten korkuyorsun.."
"İsmin gibi Gölge kalmak istiyorsun."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 517 Okunma |
58 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |