
Repression (bastırma), kişinin acı veren ya da tehdit edici duygu veya anıların bilnç dışına itmesidir. Bu durum genellikle bilinçsizce gerçekleşir.
Mesela çocuklukta yaşanmış bir travma kişi tarafından hatırlanmaz. Bilinçli olarak unutulmaz ama bastırılır. Yetişkinlikte kaygı bozukluğu ya da öfke problemleri olarak kendini gösterebilir.
İclal, bastırdığı bu acı dolu travmasıyla yüzleşebilecek miydi?
İclal...
Mayın tarlasının ortasında mahsur kalmış hareket etmekten ölesiye korkuyordum. Evet! Korkuyordum. Geçte olsa en sonunda kabullenebilmiştim.
Karan, sertçe çenemi kavramış zorla gözlerini gözlerime sabitlemişti. O an kendimi kafeste hapsolmuş bir kuş gibi hissettim. İstesem kanatlanıp uçamayacakmışım gibi... Onunlayken işte tam anlamıyla böyle hissediyordum. Kapana kısılmış.
Gözlerinin yansımasında, bana korkuyla bakan kendimi gördüm. Oysa ki çoğu duygularımın öldüğünü zannetmiştim meğersem korkabiliyormuşum.
Azat'ın buz gibi nefesini ensemde hissettiğim an sesi kulaklarıma doldu.
"Gerçek seni farketmeyeceğini mi zannettin?"
Yavaşlayan kalp atışlarımın sesini bir uğultu eşliğinde işitmeye başladım. Panik atak mı geçiriyordum?
Azat, sözlerine devam etti. "Her daim gölgede gizlenemezsin!"
"Dikkatle ona bak! Görebiliyor musun? Tıpkı senin gibi... "
"Karanlık."
Çenemde ki elinin baskısı yavaş yavaş azalırken en sonunda yüzümden çekti. Artık gözleri üzerimde değildi. Vücudum o rahatlıkla gevşerken bu kez ben gözlerimi onun üzerinden alamıyordun. Afişe olmuş gibi hissediyordum. Bu duygudan bir süre kendimi kurtaramadım.
Ne zannediyordum ki? Azat haklıydı. Karanlık olan, bir diğer karanlığı hissederdi ve onun anlamasıda çok geç olmamıştı. Ama bu beni manipüle ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. Bir şekilde aramızda rekabet yaratmış ve bende ister istemez kendimi kanıtlamaya çalışmıştım. Fazlasıyla zekiydi. Aybars kolay olmuştu ama o hiç kolay olmayacaktı. Sarhoşken bile akıl oyunları oynayacak kadar dirayetliydi.
Karanlık tarafım ona hayran kalmış adeta müptela olmuştu. Bu hayranlık içimde yükselen bir panik dalgasına dönüşüverdi. İster istemez bundan suçluluk duymuştum. Gözlerimi ondan bir hışım çekip yola odaklandım.
Yol boyunca içimde anlamlandırmadığım duygularla mücadele edip durdum. Bugün benim için bir kırılma noktasıydı. Duygularımı bir kenara koyarak buraya kadar rahatça gelebilmiştim lakin Karan kitli sandığı açmak için zorluyordu. Buna izin vermemeliydim çünkü bu benim için büyük bir karmaşaya sebep olabilirdi.
Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından asfalt yol yerini toprak zemine bıraktı. Şehir merkezinden de epey uzaklaşmıştık. Tahminimce çiftlik ya da bir köy evine gidiyorduk. Merakla yerimde kıpırdandım. Acaba ne gösterecekti bana?
Dakikalar sonra araba ışıkların yoğun olduğu açık bir alana giriş yaptı. Tahmin ettiğim gibi burası bir çiftlik eviydi. Alanda yine siyah arabalar ve yanında bekleyen siyah takımlı adamlar vardı.
Araba duraksadığı an Karan'a döndüm. Gerilen çehresi ve çatılan kaşları hoşnut olmadığı bir durumun olduğu aşikardı.
"Şimdilik arabada kal! Çağırınca gelirsin." diyerek arabadan indi.
Evin hemen yan tarafında bulunan ahır diye tahmin ettiğim yere doğru yöneldi. Tam ahıra girecekti ki kendisinden daha kısa boylu bir adam görüş alanına girince duraksadı. Ne kadar uzak mesafe olsa da hantal ve ağır yürüyüşünden yaşlı bir adam olduğunu çıkarabilmiştim. Dikkat çeken koyu yeşil fötr bir şapka takıyordu. Takım elbisesi ise yine yeşil tonlarındaydı. Keşke ne konuştuklarını duyabilseydim. Kimdi bu adam? Karan neden onu görünce hoşnut olmamıştı.
İçimde yükselen merak dalgasına yenik düşerek kapının koluna asıldım. Aralanan araba kapısı süratle geri kapandı. Şaşkınlıkla ne olduğunu anlamak için camın diğer tarafına bakındım. Oldukça sert bakışlı bir adam benimle göz göze gelebilmek için eğildi. Siyah takımın içerisinde ki gömleği bile simsihaytı. Her hali ben illegal, paralı bir köpeğim diye bağırıyordu. Bakışları ise bana Azat'ı anımsatmıştı. O da birini adamıydı. Eninde sonunda arkasında ki kişiyi bulacaktım.
"Hanımefendi! Lütfen içeride kalır mısınız?" dedi boğuk gelen sesiyle. O adamın kim olduğunu öğrenemeyecektim. Şimdilik.
Geriye Karan'a doğru bakındığımda ahıra giden bir diğer çakıl taşlı yoldan yine arabaların bulunduğu tarafa doğru yürüyorlardı. Yavaş ama emin adımlarla. Anlaşılan sohpet koyuydu. Bulunduğum yerden bakıldığında sol tarafta kalıyorlardı ama ne kadar yakın olsalar da, Karan koca cüssesiyle onu tamamen kapatmıştı. Yine yüzünü görememiştim ta ki Transporter bir arabanın gerisinde kalarak görüş alanımdan çıktı.
Dakikalar sonra gelen ıslık sesiyle arabaların bir kısmı motoru çalışmaya başladı. Bir kaç araba gerisin geri alandan çıkarken transporterda motorunu çalıştırdı. En sonunda o yaşlı adamın kendisi ve adamları alandan ayrıldı.
Karan artık görüş alanımdaydı ve bulunduğum noktaya pür dikkatle bakıyordu. Tıpkı benim kurbanalarıma baktığım gibi.
Avına bakar gibi...
Kapının açılma sesi ile irkilerek sağıma döndüm. Az önce ki adam "Saye Hanım, şimdi inebilirsiniz . Karen bey ileride sizi bekliyor."
Adamı bile ikinci ismim ile sesleniyordu. Hâlâ bu duruma alışabilmiş değildim. Çantamı kavrayarak arabadan indim. Yerler çakıl taşı olduğu için topuklu ayakkabılar için hiç uygun değildi. Sendeleye sendeleye Karan'ın yanına yürümeye çalıştım. Yüzüne bakındığımda bu durumdan fazlasıyla keyif aldığını gösteren bir gülümseme vardı. 'Seni pislik herif!' diye geçirdim içimden.
"Ne göstereceksin bana?"
"Aceleci olma. Sabret!"
Ahırın içine doğru ilerleyen beton yolu takip ettik. İçerisi zifiri karanlıktı. Bir yandan buram buram tezek ve saman kokusu geliyordu.
"Bekle biraz şartelleri açıp geleyim." Dedi ve ahırın hemen yanında ki kuytu bir köşeye ilerledi.
Alanın hemen girişinde duruyordum. Her taraf koyu ahşaptan yapılmıştı. Bundan dolayı karanlıkla birleşen koyu ahşap yüzünden bir kaç adım ilerisini gözlerim seçemiyordu.
Güçlü nefes alışverişler, inceden gelen hırıltılı sesler... Pür dikkat sesleri dinlemeye koyulmuştum. Ta ki büyük bir gümpürtü kopana dek. Ardından gelen at kişneme sesi. Bir anlığına kendimi irkilmekten alamamıştım. Saniyeler sonra etraf bir anda aydınlandı. Işıktan kamaşan gözlerimi kırparak etrafa daha dikkatle baktım. Bir kaç at bulundukları yerden kafalarını uzatmış bana bakıyordu. Gülümsememe engel olmadım. Çünkü az önce ürkütücü gelen sesler şimdi ise komik gelemeye başlamıştı.
"Seni biriyle tanıştıracağım. Beni takip et !"
Yavaş ve meraklı adımlarla onu takip ettim. Beyaz ve kahverengi karışımına sahip ve saçları uzun uzadıya örülmüş bir atın önünde duraksadım. Diğer atlara nazaran daha uysal ve oyuncu bir attı. Onu sevmem için başını eğdi. Bekletemden başını okşamaya başladım.
"Gülümsüyorsun."
Şaşkınlıkla Karan'a döndüm. "Ne?"
"Gülümsüyorsun ama içten gülümsüyorsun. Rol yapmadan, yüzüne maske takınmadan."
Çehremde silinen gülümsemeyle ona döndüm. O ise büyük bir dikkatle yüzümde ki her mimiği inceliyordu. Yine yeniden bedenimi o hissiyat sarıp sarmaladı. Kapana kısılmış.
"O Aybars'ın atıydı."
Kendisi bu dünyadan her ne kadar göçüp gitsede ismi ve sureti kurulan her cümlede geçiyordu.
"Gel! Seni birisiyke tanıştıracağım."
Az önce ki kurduğu cümleyle ne kadar dumur olsamda elimden geldiğince ona uyum sağlamaya çalışıyorum. Başarılı oluyormuydum orası meçhuldü.
Birkaç barınağın ilerisindeki başka bir at barınağının önünde durduk. Bu barınak diğerlerinden farklı olarak daha kapalı ve izoleydi. Önünde durduğumuz an ahşap kapının arkasında yeniden büyük bir gürültü koptu. İrkilerek geriye doğru adımladım.
"Agresif olduğu için mecburen böyle bir önlem aldık." Karan üst bölmenin kilidini açıp geriye yanıma doğru adımladı. Karşımda herşeyiyle simsiyah bir kısrak vardı. Büyük, zarif, güçlü ve bir o kadarda asil duruyordu. Ama fazlasıyla agresifti.
"Adı Kara. Tıpkı bahtı gibi..."
Merakla Karan'a döndüm. "Neden?"
"Çünkü kendisi için kıymetli birini kaybetti. Bu yüzden çok öfkeli." Gözlerimi kısraktan alıp Karan'a döndüm. Tüylerim diken diken oldu.
" Kara'ın annesi kötü bir hastalığa yakalanmıştı ve artık yarışta kazandırmıyordu. Önceki sahibi de bir anlık öfkeyle silahını alıp atının kafasına sıkıp onu oracıkta öldürdü.
Kara, daha 20 günlük tay olmasına rağmen kin giderek büyüdü. Ne eğitilebildi ne de birinin binmesin izin verdi. En sonunda da Kara, annesinin sahibi olan adamın diz kapağını güçlü bir çifteyle kırdı. Adam o günden sonra dizini tam manasıyla kullanamadı. Bu onun için intikam olmuştu. Ama ne olursa olsun Kara'nın öfkesi hiçbir zaman dinmedi. "
Üzüntüyle başımı kısrağa çevirdim. Kırgın ve öfkeliydi. Canı yanmış hiçbir canlı artık eskisi gibi olamazdı. Omuzlarıma koca bir ağırlık çöktü çünkü kendimi bir türlü empati yapmaktan geri alamıyordum. O kısrak herşeyiyle bana benziyordu. Kaybı... Acısı... Öfkesi... Herşeyi bana benziyordu.
"Şömineyi yaktırdım. Gel bir şeyler içelim."
Adım adım Karan'ı takip ettim. Ama zihnim ve adımlarım benden bağımsız hareket ediyordu. Çünkü zihnim hâlâ anlattığı hikayeyle megüldü.
Neden bu hikayeyi anlatmıştı ki? Bugün ki topantı çıkışında beni kontrol edilemez bir kısrağa benzetmişti. Neden? Hakkımda ne biliyordu ki öfkeli olduğum kanaatine varabiliyordu.
Kafam uçsuz bucaksız sorularla doluydu ki evin içeresine girdiğimizi farkedememiştim. Önce yabancı olmayan ahşap kokusu doldu burnuma. Yavaşça etrafı incelemeye başladım . Evin her bir detayı otantik bir şekilde dizayn edilmişti.
Önce giriş koridorunda duvarda asılı olan bir av tüfeği karşıladı bizi. Oturma salonuna geçtiğimizde yine duvarda asılı olan Bufalo kafası hemen yanında da yetişkin bir Geyik kafası vardı. Herhangi bir masanın üzerinde de doldurulmuş küçük hayvan figürleri vardı.
Vitrinde Karan ve Aybars'ın elinde ölü bir tilki ile çekilmiş bir fotoğraf vardı. Tahmin ettiğim kadarıyla Aybars ile ara sıra buraya gelip ormanda tüfekle çeşit çeşit hayvanlar avlıyorlardı. Tiksintiyle yüzümü buruşturdum. Fazlasıyla rahatsız edici gelmişti.
Karan bana dönerek "Geç otur. Şarap açtırdım birazdan getirirler. " Eliyle hemen şömine karşısındaki oturma grubunu gösterdi.
Ben koltuğa yerleştikten sonra o çeketini çıkartıp hemen yanıma oturdu. Bana bu kadar yakın oturacağını tahmin etmemiştim. Zaten gergin olan vücudum o an kaskatı kesildi. Ardından geriye yaslanıp kolunu koltuğun başlığına koydu. Bir anlığına kolunu omuzlarıma koyacağını zannetmiştim. Anlık bir şokla yerimde kıpırdandım.
"Hiç at bindin mi?" şaşkınlıkla ona döndüm. O ise pür dikkat şöminede yanan odunları izliyordu.
"Hayır. Hiç binmedim."
"İstersen sana öğretirim."
İşittiğimiz adım sesiyle geriye doğru bakındık. Siyah kalem etek, beyaz gömlekli ve 40'larında olduğunu tahmin ettim bir kadın elinde tepsiyle salona giriş yaptı. Kadın, tepsidekileri önümüze koymak için eğilirken Karan aceleyle kadehleri aldı.
"Karan Bey, yanına aparatifler de getirmemi ister misiniz?"
"Gerek yok. Çıkabilirsin."
Bana dönerek elinde ki kadehlerin tekini uzattı. Bu durumdan çok memnun olmasamda kadehi elime aldım. Dakikalar geçtikçe şöminenin sıcaklığı ile vücudumun gerginliği yavaş yavaş geçiyordu. Dün gece uyuyamamış bu gece de uyumakta mümkün olmayacaktı. Ama vücudum yorgunluktan iflas bayrağını çekmek üzereydi. Olabildiğince kapanan göz kapaklarım karşı koymaya çalıştım.
" Aybarsla birlikte oldun mu?" Ansızın sorduğu soruyla göz kapaklarıma can gelmişti. Şakınlıkla ona döndüm. Oda eş zamanlı başını bana çevirdi.
"Cinsel anlamda.." diye ekledi peşinen.
Gözlerimi ondan kaçırıp kadehimi incelemeye başladım. Az önce ki sorduğu soruyla şuan ki sorusu arasında dağlar kadar fark vardı. Gülümsemekten kendimi alamadım.
"Komik mi? Hâlâ soruma cevap vermedin."
"Seni ilgilendirmez." dedim düz ve monoton bir sesle. Korkusuzca gözlerimi gözlerine diktim. Her ne kadar patronumda olsa böyle bir soru soramazdı.
Pişkin bir şekilde sırıttı. "Sizli gibi saygı ifadelerine ne oldu?"
"Az önce sorduğun soruyla aramızda ki bütün saygı kavramını yok ettin."
"Birlikte olmadınız yani." Bıkkınlıkla nefes verdim. Gözlerimi şömineye diktim. Nasıl anlamıştı ki?
"Şaşırdım doğrusu zannetiğimden daha tutucusun. " Cevap vermeyip sessiz kaldım.
"Muhabbetine doyum olmuyor." Nefeslenip sözlerine devam etti. "Kadehinden hiç içmiyorsun."
Aysar ve Zümra geldi aklıma. "Söz verdim. O yüzden ben pek içmem. " dedim elimde ki kadehi çalkalayarak.
"Peki içmeden acıyla nasıl baş ediyorsun."
" Yüzleşerek." dedim kısa ve net bir dille.
"Nasıl dayanıyorsun? " diye sordu merakla.
"Dayandığımı kim söyledi? Ama en azından korkak değilim."
Gülme sesi kulaklarıma dolunca ona döndüm. Başını kadehten kaldırıp gözlerini gözlerime dikti . Neredeyse gözlerinin feri gitmişti her an kapanabilirlerdi.
"Bana laf sokmuşsun gibi geldi. "
"Sana neden laf sokayım?"
Her ikimizde kelimelerin ve sözcüklerin ardında bir şeyler saklıyorduk ve hiç kimse birbirine dürüst değildi. Soruma cevap vermeyip gözlerini benden kaçırdı. Bende onun gibi gözlerimi şömineye diktim. Göz kapaklarım kapanmamak için can hiraş mücadele ediyordu. Kol saatime bakındım, gecenin üçüydü. Neredeyse sabah olacaktı. Karan'a döndüm, o çoktan sızmıştı. Sanırım geceyi burada geçirmem gerekiyordu. Başımı geriye koltuğa bıraktım. Vücudumda ki bütün gerginlik kaybolmuştu. Kaslarımın gevşemesiyle anın tadını çıkarmaya çalıştım. Nedense onun yanında gergin oluyordum. Biliyorum tehlikeliydi ama bende öyleyim. Sebebi neydi ki? Daha fazla göz kapaklarıma karşı koymadım, bilakıs izin verdim. Artık tehlike yoktu.
Gün ışığının yüzüme vurmasıyla rahatsız bir şekilde kıpırdandım. Göz kapaklarım hâlâ açık değildi ama ortamın yabancı gelen kokusuyla yerimden doğruldum. Evimde ve odamda değildim. Dün gece ki anılar düştü zihnime. Yan tarafına bakındım, Karan yoktu. Üzerimde ki pikeyi çekip ayaklarımı koltuktan sarkıttım. Topuklu ayakkabılarım ayağımda değildi. Ardından tekli koltuğa doğru bakındım. Çantam ve blazer çeketimde oradaydı. Çok mu derin uyumuştum? Hiç birini hissetmemişim.
Kulağıma dolan topuklu ayakkabı sesiyle geriye doğru bakındım. Dün gece ki yardımcı kadın tam karşımdaydı.
"Günaydın hanımefendi. Bir an evvel hazırlanın lütfen! Dışarıda ki araba sizi bekliyor cenazeye götürüleceksiniz. "
"Karan nerede?"
"Kendileri bir kaç saat önce çıktı."
"Üzerimi sen mi örttün?"
"Hayır efendim. Ben örtmedim."
"Her neyse."
Saçlarıma çeki düzen verip hemen hazırlandım. Bu çiftlik evinden bir an evvel defolup gitmek istiyordum. Behçeye çıktığımda sadece tek bir araba vardı. Şoför beni görür görmez harekete geçip arka kapıyı benim için açtı. Koltuğa yerleştiğimde çalan telefonumun sesini işittim. Ekrana bakındığımda Zümra arıyordu.
"Efendim."
"Abla ne zaman geleceksin eve?"
"Cenazeye gidiyorum şimdi. Hemen sonra eve geleceğim. Beni merak etmeyin. Sen naptın? Gittin mi etüte?
" Birazdan gideceğim. "
" Tamam şöyle yapalım. Etüt çıkışı alırım seni. "
" Tamamdır. Görüşürüz. "
Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra mezarlığa gelmiştik. Etrafta sayamadığım kadar lüks arabalar vardı. Aybars hem iş dünyasında hem de yer altı dünyasında tanınmış bir adamdı. O yüzden her gördüğüm sima zihnimde yer edinmek zorundaydı.
"Saye Hanım. Lütfen beni takip edin!" Şoförü başımla onayladım.
Etrafta siyah şık giyinimli adamlar ve kadınlar vardı. Bir kısmı ofis insanı olduğu hâl ve hareketlerinden belli oluyorken diğer kısımda ki insanların bakışlarıda ki illegallik fazlasıyla belli oluyordu.
Az ötede ellerinde kamerayla bekleyen insanları gördüğüm an çantamda ki güneş gözlüğünü gözüme, şalı ise başımı geçirdim. Tabi ki basında burada olacaktı.
Aybars'ın gömüleceği mezara geldiğimizde Karan ve şirketten onlara yakın olan bir kaç isimle mezarı kazdığını farkettim. İnsanlar pür dikkat onları izliyordu. En sonunda mezara inen başka bir adama kazmayı verip kendisi oradan çıktı. Çeketini sırtına geçirip insanların arasından geçip gözden kayboldu.
Dakikalar sonra insanların bakışaları belli bir noktaya döndüğünde başımı çukurdan kaldırıp o yöne bakıdım. Cenaze arabası gelmiş Aybars'ın naaşını indiriyorlardı.
Aylar önce ki bir anı düştü zihnime. Ailemin mezarlığa getirilişi... Cenaze arabaları o kadar fazlaydı ki mezarlağın yoluna sığmamış insanlar tabutları metrelerce taşımak zorunda kalmıştı. Az değildi tabii. On yedi can... Her bir canın karşılığı olarak yüreğime bir ateş düşmüştü.
Ben bu düşüncelerin arasında kaybolmuşken Aybars çoktan mezara koyulmuş üzeri örtülmeye başlanmıştı. Alkolle karışık tanıdık parfüm kokusu burnuma dolunca sağıma bakındım. Hemen yanımda Karan duruyordu. Geldiğini farketmemişim. Simasına bakındığımda dün geceki yumuşak Karan'dan eser yoktu. Sert bakan gözleri çatılmış kaşları ve kasılan çehresi.. Toplantıda ki adam geri dönmüştü.
Gözlerini üzerimden alıp karşıya uzağa bakındı. Merakla nereye bakındığını görmek için o tarafa döndüm. Hemen karşımızda beni sorgulayan Başkomser, Giray ve o gün şubede gördüğüm komiserler vardı. Neden cenazeye gelmişlerdi ki? Muhtemelen katilin çevresinden biri olduğunu düşünüyordu. Haklılardı, bende öyle düşünürdüm.
Cenazenin sonuna yaklaştıkça etrafta ki insanlar yavaş yavaş dağılıyordu. Karan da artık yanımda değil ileride birileriyle konuşuyordu. Gitsem kalsammı diye düşünürken arabaların olduğu yola doğru, gece ki o yeşil fötr şabkalı yaşlı adamı farkettim. Yine sırtı dönüktü. Herksin simasına bakınmıştım ama onu görmemiştim. Sonradan mı gelmişti? Karan'a bakındım. Dikkat tamamen çevresinde ki insanlardaydı.
Yavaş ve dikkat çekmeyen adımlarla o yaşlı adama doğru yürümeye başladım. En azından yüzünü görmeli ve çehresini zihnime kazılmalıydım. Karan'ı rahatsız eden o kişi benim için çok önemliydi. Yaşlı adam, akşam ki Transporterın önünde duraksadı. Binmek için yüzünü dönmek zorundaydı.
"İclal Hanım!" İlk başta duymazdan geldim. O yüzü görmek zorundaydım. Ama en sonunda omzuma atılan elle irkilerek geriye döndüm.
Giray.
Tüylerim diken diken oldu. Aybars'ı en son benim yanımda görmüştü. Aylar önce ki o madur kız, aylar sonra bir cinayet şüphelisiydi. Kim bilir benim hakkımda neler düşünüyordu?
"Seslendim işitmediniz. Korkuttuysam kusura bakmayın."
"Biraz dalgınımda duymadım. Asıl siz kusura bakmayın." dedim mahçubiyetle.
"Doğru zaman değil ama size bir kaç soru sormak istiyorum."
Tam lafa girmek üzereyken o tanıdık tehditkar ses kulaklarıma doldu. "Saye!"
Giray'ın gerisine bakındım. Benimle birlikte Giray da oraya bakındı. Duruşu ve sert bakışları durumdan hoşnut olmadığını hissettiriyordu. Artık herhangi bir polisle konuşmak onun için kırmızı noktaydı.
Giray tekrar bana döndüğünde konuşmasına fırsat vermeden hemen lafa girdim. "Çok acelesi var mı acaba? Bir yere yetişmem gerekiyorda."
"Acelesi yok şimdilik. Ama başka zaman sormak durumundayım." Giray da bu durumdan hoşnut olmamıştı. Karan'ı gördüğün an onunda siması sertleşmişti.
"Peki. Teşekkür ederim." Yanında geçerek Karan'a doğru adımlamaya başladım.
Ona yaklaştığımda yan yana yürümeye başladık. Cenaze kalabalığına karıştığımız an elini kolumda hissettim. Ardından kulağıma eğildi.
"Ne sordu sana?"
"Bir şey soramadı. Sen geldin."
Başını eğip gözlerini gözlerime sabitledi. "Emin misin?" Kolumda ki elinin baskısı giderek artıyordu. Tabii benim de öfkem giderek artıyordu. Kolumu bir hışımla elinin arasından kurtardım. Aynı sert bakışlarımla ona bakındım.
"Ne dediysem o!"
"Peki öyle olsun. Yürü gidiyoruz."
Mezarlığın yukarısında ki yola doğru yürümeye başladık. Bu kez nazikçe belimden yönlendiriyor bir yandan da başıyla insanları selamlıyordu. Bu hareketi bana Aybars'ı hatırlamıştı.
Yola geldiğimizde Karan adamına işaret yollayıp arabayı getirmesini istedi. Hemen yanımızda da banklar vardı. Cansel'in şirketten yakın arkadaşları orada oturuyordu. Bir tanesi telefonla konuşuyor diğerleri de pür dikkat onu dinliyordu.
Telefonda ki kız göz yaşlarına boğulduğu an diğerleri de şaşkınlıkla ağızlarını kapadı. Ne olduğunu anlamak için dikkat kesildim.
Kız telefonu kulağından çekerek meraklı gözlerle bakan kızlara döndü. Telefonla konuşan kız bir yandan göz yaşlarını siliyordu.
"Cansel... Sabaha karşı intihar etmiş. Ameliyattan sağ çıkamamış."
Kulaklarımı çınlamaya başlamış, bacaklarımda karıncalanmaya. Sanki ruhum artık orada değil başka bir yerdeydi. Bedenim ise bu zaman hapsolmuş ama ruhum başka bir zamana göçüp gitmek için savaşıyordu. Oysa ki bu karanlık diyara zincirlerle hapsolmuştu. Bu yüzden her mücadele gereksizdi. Günah işledikçe daha çok sınırları aşmak istiyordu. Durmak artık mümkün dediğildi. Başka bir diyara gidebilmek için günahlarının bedelini ödemek zorundaydı.
Karanlık.
Sadece karanlık.
Hiçbir şey göremiyordum. Gözlerimin önünde sadece karanlık vardı. Herşey silinip gitmiş. Bense karanlığa doğru yol almışım. Bedenimi en son birinin kolları arasında hissettim. Sonrası ise hissizlik.
*
"Boncuk."
"Hadi koş boncuk!"
Elimde ki oyuncağı ileriye doğru fırlattım. Köpeğim ise görür görmez son sürat hedefine koşmaya başladı. Benim biricik arkadaşım. O olmasa ne yapardım ben? Hiç insan arkadaşım yoktu ama o vardı. Yeter de atardı.
Boncuk'un peşinden koşarken tökezleyip yere düştüm.Düşüşümü yavaşlatmak için ellerimin üstüne düşmüştüm. Avuç içimin acısıyla yerden doğruldum. Ellerime bakındım, avuç içlerim soyulmuş kanlanmıştı.
Ellerim...
Ellerim küçücük.
Bir an dejavu yaşıyormuş gibi hissedip etrafa bakındım. Ağaçların yeşili, gökyüzünün mavisi, kuş cıvıltıları... Her yer capcanlıydı. Tıpki eskisi gibi. O an babamın kakasını işittim. Ve yukarı eve doğru bakındım.
Evdeyim.
Mutluluğun sıcaklığı etrafımı sararken hüzün ve özlemde sardı bedenimi. Merakla merdivenlere koşup avluya çıktım. Evden gelen kahkaha sesleri, kahvaltı için hazırlanan lezzetli yemeklerin kokusu.
Yanıma gelen mavi gözlü köpeğe baktım sevinçle "Bak Boncuk! Herşey eskisi gibi."
"İclal!" Kapıda durmuş bana bakınan kadına döndüm.
Annem.
Ne kadarda gençti. Kıkırdayarak yanına koştum. "Aç ağzını bakayım."
Ağzımı açtığımda çatalda ki pişiyi ısırdım. Annem merakla yutmmaı bekledi. Yutkundupumda durup yüzüne bakındım. Ne kadar da çok özlemişim.
"Nasıl olmuş?"
"Çok güzel olmuş. Ellerine sağlık Anneciğim." Yanaklarımı öperek mutfağa doğru yöneldi.
"Kızım!"
Babamın seslenişiyle ona döndüm. Küçük bir sehpada önünde ki silahlarla ilgileniyordu. Yanına doğru adımladım sevinçle. Beni kucağına oturttu. Önümüzde tam üç silah vardı. En sağ taraftakini alıp karşıda ki boş kutu içeceğine doğrulttu ve ataşleyip düşürdü. Bende sevinçle ellerimle alkışladım.
"Sende denemek ister misin? Korkma ama gerçek değil bu boncuklu silah bu." başımla onayladıktan sonra ellerimin arasına bıraktı. Bir diğer kutuya doğurulttum. Silah ateşlendikten sonra kutu yere düştü.
"Vay kızıma bak sen! Doğuştan yetenekli."
Saniyeler sonra dedemin sesiyle babam beni kucağından indirip eve doğru ilerledi. Silahı da kendiyle birlikte götürmüştü. Yeniden oynayıp o içecek kutusunu düşürmek istiyordum. Sehpada ki kalan silahlardan bir tanesine uzandım. Bu kez fazlasıyla ağır bir silahtı ama gayretle kaldırdım. Ateşlendiğinde büyük bir gürültü kopmuştu. O anda silah ellerimden sekti, geri alnıma doğru çarptı. Aldığım sert darbeyle sırt üstü yere düşmüştüm.
Geçmişte ki huzurlu bu yer bir anda korkunç bir atmosfere burunmuştü. Evden gelen kadın çığlıkları... İlk günkü gibi o çığlıkları hatırlıyordum. Yıllar geçse de annemin o feryat figanını unutamıyordum.
Babam panikle yanıma gelip beni yerden kaldırdı. Elini anlıma koydu ama ben başımdan aşağı akan sıcak sıvıyı hissedebiliyordum. Annemin çığlıkları, dedemin babama olan öfkesi dışında inceden gelen inleme seslerini işittiğim an sehpanın karşısına bakındım.
Zihnimin derinliklerine hapsettiğim o korkunç anı gün yüzüne çıkmış ve en sonunda yüzleşmek zorunda kalmıştım. Belki de bu hayatta tattığım ilk acı ve ilk kayıptı. Bu kez benim yüzümden olmuştu.
Boncuk.
Biricik arkadaşım.
Etrafta ki bütün renkler solmuş, bütün sesler yok olmuştu.
Kırmızı.
Sadece kırmızı vardı.
Boncuk kırmızı, ellerim kırmızı..
Belkide yaşadıklarımın başlangıcı oydu. İlk günahımın bedeli. Ne kadar zaman geçse de en sonunda gelip beni bulmuştu.
Hissettiğim ise sadece acı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 517 Okunma |
58 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |