20. Bölüm
sema turan / Karanlık Yüz: Gölge / 18. Sessiz Çatışma

18. Sessiz Çatışma

sema turan
sematurann

 

 

İnsan zihni, kimi zaman kendi ağırlığını taşıyamadığında ikiye bölünür. Bir yan, topluma görünmeye uygun olan yüzü mantık, vicdan ve ölçülülük temsil eder. Diğer yan ise bastırılmış öfkenin, arzunun ve karanlık dürtülerin sığınağıdır. Bu iki benlik arasındaki sınır bulanıklaştığında, kişi kendini hem kurban hem fail, hem seven hem yok eden olarak bulur. İçsel çatışma tam da bu noktada başlar: İnsan, kendi içindeki yabancıyla savaşmaya mecbur kalır. İclal bu savaşın hangi çephesinde duracaktı?

 

 

İclal...

 

 

Büyükten küçüğe attığım her adım, yaptığım her hamle gerçekleşmiş ya da gerçekleşecek olan bütün olasılıklar değişmeye mahkümdu. Peki, ne kadarı kontrolümdeydi?

 

 

Günün doğumunda batışına kadar düşündükçe düşünüyor, hesap ettikçe ediyordum. Zihnimde bitmek bilmeyen bir döngüde dönen bu simülasyonun finali nasıl olmalıydı?

 

 

Gürültülü...

 

 

Gürültülü olan sadece çevrem değil, zihnimin içiydi. Mola, sadece biraz mola...

 

 

Kapalıçarşı'da, kalabalığın içerisinde ne kadar hızlı yürünebilirse o kadar hızlı yürümeye gayret ediyordum. Aslında kalabalıktan asla şikayet etmezdim. Çünkü kumun içerisinde ki bir toz tanesi kadar küçük olmak isterdim hep. Sıradan...

 

 

Ama bugün gürültüden, kalabalıktan, kafamda sürekli dönüp duran düşüncelerden hatta kendimden bile sıkılmıştım. Herşeyin bir süreliğine durmasına ihtiyacım vardı.

 

 

Kapalıçarşıyı boylu boyunca aşmış en sonunda kadınlı erkekli büyük bir kıraathaneye varmıştım. Gözlerim usulca insanların yüzünü tarıyor, tanıdık bir simayı arıyordum. Ta ki kalabalıktan izole, sobalı bir odacıkta tek başına oturan Ceylan'ı görene dek.

 

 

Kulübede yaşananlardan sonra benimle minimum derecede iletişim kurmaya gayret ediyor gibiydi. Ta ki yüz yüze görüşmek isteyene dek. Açıkçası söyleyeceği şeyler hakkında meraklıydım.

 

 

Odacığın içerisine girerek üstü cam altı ahşap olan kapıyı gerisin geri kapadım. Yüzünden anlaşılacağı üzere hiç keyfi yoktu. Bir sorun vardı ama ne?

 

 

Ortada ki sehpaya henüz aldığım sıcak poğaçaları koyup hemen Ceylan'ın karşısına yerleştim.

 

 

"Bir sorun mu var?"diye merakla sordum.

 

 

Mimiksiz ama sinirli gözlere sahipti. Sakince eliyle odacığın sol üst köşesinde asılı olan tüplü televizyonu gösterdi. Merakla dönüp bakındım. 1 haftadır haberlerde dönüp duran Tosun Kuzenleri gösteriyordu.

 

 

" Bu senin işin mi? "diye sordu hiçbir duygu hissettirmeyen ses tonuyla.

 

 

Rahat bir nefes vererek," Bende bir şey var sandım. "

 

 

15li yaşlarında çay tepsisiyle gezen çocuğa işaret ederek oturduğumuz yere çay getirmesini istedim.

 

 

" İkimize poğaça aldım. Sıcağı sıcağına yiyelim. " dedim keyifli bir ses tonuyla.

 

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diyerek haykırdı Ceylan. Kendine hakim olmaya çalışıyordu bir yandan. Onu ilk defa bu kadar sinirli görüyordum. Haberim yokmuş gibi davranacaktım ama somut bir şeyler biliyor olmalı.

 

 

Az önce işaret ettiğim çocuk tepside iki çayla odacığa girdi. Ceylan sessizliğe gömülürken ben ise gereksiz bir enerjiyle, "Teşekkür ederiz. Havalarda serinledi. Malum Kasım ayına giriyoruz. Sana zahmet sobayı yakar mısın?"

 

 

"Tabi abla, hemen yakayım." dedi sevecen bir şekilde.

 

 

Ceylan'a bakındığımda keyfine düşkün tavırlarımdan fazlasıyla rahatsız olmuştu. Çocuk sobayı alıştırıp odacıktan çıktı.

 

 

Poğaçaların bir kısmını önüne iterek, "Soğumadan ye hadi!" Şaşkın bir şekilde bana bakındı.

 

 

"Merak etme, zehir koymadım içine." Gülümsememe hakim olamamıştım.

 

 

"Saçma sapan konuşma!" dedi hiddetle. Gerçekten sinirliydi.

 

 

"Tosun Kuzenleri sen mi öldürdün?"ciddiyetle bakındı.

 

 

Cevap vermeyip sessiz kaldım. Aslında sessizliğim benim için bir tür onaylama yöntemiydi. Şok olmuş bir şekilde gözleri büyüdü.

 

 

" Ne işin vardı şehrin bir ucunda? Dikkat çekmemen gerekiyor. " hiddetli ama fısıldar bir şekilde.

 

 

"Bütün ülke bunu konuşuyor. Bak nelere sebep oldun."

 

 

"Nasıl anladın ben olduğumu?" diye sordum merakla.

 

 

"Bir kaç duyum aldım. Öldürülen ünlü iş adamı ile Tosun Kuzenleri aynı kişinin öldürdüğü konuşuluyor. Bir de gölün dibinden çıkartılan bir ceset daha var. Cinayet masası hatta emniyette ki herkes bir seri katilin işi olduğunu düşünüyor. " durup nefeslendi.

 

 

"Leşlerin bir bir ortaya çıkıyor. Bakalım bu bilgiyle ne yapacaksın?"

 

 

"Haberim var." dedim sakin bir dille.

 

 

"Hah! Ne?"

 

 

"Geçenlerde Başkomiser ile görüşmek için emniyete gittim. Orda öğrendim."

 

 

Dehşet içerisinde bana bakındı durdu. Belkide bende ki cesaretin bir delide ki cesaretle eş değer olduğunu düşünüyordu.

 

 

"Kimse göz önündekinden şüphelenmez." Biraz olsun Ceylan'nın panik halini rahatlatmaya çalıştım.

 

 

"90'larda yaşamıyoruz. Teknoloji ilerledi. Senle ilgili en ufak bir kanıt, seni afişe eder. Haberin olsun.! " dedi kendinden emin bir şekilde. Ne de olsa kendisi de polisti bir zamanlar.

 

 

" Benimle ilgili ellerinde hiçbir kanıt yok! Sen rahat ol."

 

 

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun anlamış değilim. Yakalanmaktan kokmuyor musun?" diye sordu merakla.

 

 

"Hayır korkmuyorum. Zaten eninde sonunda olacak. Herşeyin bir sonu vardır."

 

 

Ceylan bana yaklaşarak aramızda ki mesafeyi kapattı. "Evet eninde sonunda olacak ama şuan değil." canı sıkılmış bir şekilde sözlerine devam etti. "Onlardan önce polis seni yakalasa iyi. En azında kötünün en iyi ihtimali olur."

 

 

"Ne demek bu?" diye merakla sordum. Başka bir şey vardı. Bilmediğim bir şey...

 

 

"Tosun kuzenler, büyük suç örgütünün küçük bir ayağıymış."

 

 

"Eee?" Anlamaz bakışlarımı sürdürdüm.

 

 

"İş yerinin kasasından çok garip şeyler çıkmış. Sırf kasabalılara yapılan zulümler değil, kasanın içerisinden suç örgütünde ki bazı kişilerle yapılan, alışverişler ve listeler vamış. Yani işin içine artık cinayet değil organize şube de dahil oldu."

 

 

"Ne güzel işte, bu durumun benimle ne alakası var?"

 

 

"Aybars'ın ölümü şimdide bu Kuzenler. Kazan kaynıyor..."

 

 

"Daha açık konuşur musun?" sabrı tükenmiş bir şekilde sordum.

 

 

"Bu zamana kadar o suç örgütünün varlığıyla alakalı elle tutulur hiçbir şey bulunamamıştı. Polisin elinde artık somut deliller var. Yani bir nevi onları afişe etmiş oldun. Muhtemelen senin peşine düşecekler.."

 

 

"Öyle mi? Sıraya girsinler madem. Çünkü liste epey uzun. " dedim sinir bozan sakinliğimle. Ceylan, yeniden dehşete düşmüş, gözleri büyümüştü.

 

 

Çayımdan yudum yudum içerken poğaçamdanda ufak ufak yiyordum. Ceylan ona aldıklarıma elini sürmemişti bile. Nedense bu beni biraz kırmıştı.

 

 

Uzun uzun etrafa bakınıyor, sanki zihninde bir şeyler hesap etmeye çalışıyor gibiydi. En sonunda aramızda ki sessizliği bozarak lafa girdi.

 

 

"Bu Kuzenlerin kasasından çıkan örgüte ait listenin bir benzeri Aybars'ın cihazlarında ki dosyalarda da rastladım. Hatta son görüşmemizden sonra biraz daha kurcaladım ve çok daha net şeyler elde ettim. Eğer bir şey olur senden haber alamaz veya ulaşamazsam. Herkesin herşeyi görebileceği şekilde internette yayarım.."

 

 

Sözlerinin ardından kağıda sarılmış bir şey uzatarak ," Önceki sim kartını yok et. Hatta telefondan da kurtul! Bu yenisi ve artık her daim yanında taşımanı istiyorum. Hep iletişimde olalım. " Başımla onaylarken usulca telefonu alıp çantama yerleştirdim.

 

 

"Birde Karan'ı yakınında tut. Güvenini kazan, ne bileyim bir şekilde gözüne gir. Eğer senden şüpheleniyorsa bir an evvel şüphelerini yok et!"

 

 

Güven veren bir ses tonuyla, "Merak etme, o iş bende."

 

 

Ceylan durup uzun uzun bana baktı. Otoriter ve tehditkar bir şekilde bana yaklaşarak. " Sakın Karan'a aşık olma! O zaman ters düşeriz seninle. Ölümün benim elimden olur."

 

 

Kurduğu cümle beni büyük bir hayâl kırıklığına uğratmıştı. Bana güvenmediğini hissediyordum ama kurduğu bu cümleyle tescillenmişti. Zaten kim bir katile güvenirdi ki?

 

 

"Keşke ölümüm senin elinde olsa.." dedim gülümseyerek.

 

 

"Benim yetişmem gereken bir yer var. O yüzden kalkıyorum." Yerinden doğrulurken yeniden lafa girdi. "Bana bak! İletişimde kalıyoruz ona göre..."

 

 

"Öyle olsun. Poğaçaları da al giderken, acıktığında yersin."

 

 

"Sende taktın poğaçalara.." Bana ne kadar söylensede en sonunda poğaçaları da alıp gözden kayboldu.

 

 

Yine kalmıştım bir başıma. Hissettiğim bu burukluk neyin nesiydi? Konuştuğumuz konular hoş olmasada Ceylan ile vakit geçirmek iyi gelmişti aslında. O kurduğu cümleyi duymazdan gelerek. Çay altlığına parayı sıkıştırarak yerimden doğruldum.

 

 

Aysar ile aram hâlâ düzelmemişti. Açıkçası bu yüzden eve pek gidesim yoktu. Her kapının eşiğinde admımı attığım an sanki ayaklarım oradan uzaklaşmam için benimle mücadele ediyordu.

 

 

Arabama yerleştiğimde saatime bakındım. Akşamın 8'ini gösteriyordu. Eve gitmektense kütüphaneye gitmek daha cazip gelmişti. İş yoğunluğu, kızların okulu derken tren istasyonunda ki yaşanan hadiseyi araştırma fırsatım olmamıştı. Gerçi alzheimer hastası bir adamın sözlerine inanmak akıl kârı mıydı pek emin değildim ama denemekte fayda vardı.

 

 

Bir süre sonra gitmem gereken yere vardığımda girişinde durup şöyle bir etrafa bakındım. En son üniversite zamanlarımda ders çalışmak veya tez yazmak için kütüphaneye giderdim. Ama burası benim için yabancıydı. Memleketimde ki kütüphaneye göre de epey büyüktü. Akşamın geç saatleri olduğundan çok az insan vardı. Sağ tarafımda işittiğim fısıltıyla irkilerek döndüm.

 

 

"İyi akşamlar. İlk defa mı geliyorsunuz?" diye sordu 30'larında bir kadın.

 

 

Olumlu anlamda başımı sallarken danışman masasına yanaştım. Kadın önüme üyelik formunu koyarak doldurmamı istedi.

 

 

"Teşekkür ederim. Sisteme kayıt ettikten sonra üyelik kartınız da çıkartacağım. Çıkarken teslim alırsınız."

 

 

"Sağolun!" dedim sakince. Ardından meraklı bir şekilde fısıltıyla sözlerime devam ettim."Eski yıllarda basılmış gazetelere göz atma şansım var mı acaba?"

 

 

"Tabi!" Eliyle merdivenleri göstererek, "Merdivenlerden hemen alt kata inin orda Cavit Bey'i göreceksiniz. O size yardımcı olur."

 

 

"Peki, tekrardan sağolun.." diyerek merdivenlere yöneldim.

 

 

Üst kattan ziyade alt kata daha loş ve sarımsı bir şekilde ışıklandırılmıştı. Baskın bir şekilde hissettiğim tozlu, kuru hava ve bir yandan aldığım mürekkep kokusu nostalji bir etki yaratmıştı bende.

 

 

Saçları neredeyse ağarmış, gözlüğü burnunun ucuna kadar inmiş yaşlı bir adam karşıladı beni. Masadan doğrulurken gözlüğünü gözünden alarak gömleğini önüne sarkıttı.

 

"Nasıl yardımcı olabilirim?"

 

 

"1960, 1961, 62, 63 yıllarında yayınlanan gazetelere gözatabilir miyim?"

 

 

"Tabi ama çok eski yıllardan bahsettiğiniz için hepsi çiltli bir şekilde muhafaza edilmiş durumda. İsterseniz mikrofilm ya da dijital kopyalara sizi yönlendirebilirim."

 

 

Kararsız bir şekilde bakınırken adam sözlerine devam etti. "Eğer spesifik bir haber arıyorsanız size dijital kopyaları öneririm. Aratma ve filtreleme özelliği bulunuyor, size kolaylık sağlar."

 

 

"Çok güzel olur aslında." dedim sevinçli bir şekilde. Yaşlı adamla birlikte bilgisayarlara doğru ilerledik.

 

 

"Şansımız varsa umarım o yılların kopyaları dijitale geçmiştir. Sizi hayâl kırıklığına uğratmak istemem. "

 

 

Önce kendisi bilgisayarın başına geçip kontrol etti. O yıllarda yayınlanan sayıların kopyaları halihazırda dijitale geçmişti. Yaşlı adam bana sistemde spesik bir haberin nasıl aratılabilceğini, filtreleme kısmını özelliğini anlattı detaylıca. Ardından yerinden doğrularak oturmamı istedi. Adam gerisin geri kendi masasına giderken bende ekrana gömüldüm.

 

 

O yıllarda, tren istasyonunda yaşanan bütün olayları gözden geçirmeye başladım. Ta ki bir haber gözler önüne serilene dek.. Bu haber köşe yazısından ibaretti. Olay yeriyle ilgili bir fotoğraf bulunmuyordu.

 

 

Haberde, genç bir kadının tanıdığı tarafından vurulduğu ve ardından raylara savrulduğu yazıyordu. Görgü tanıklarının ifadesine göre her şey öylesine ani gerçekleşmişti ki, kimsenin müdahale etmeye fırsatı olmamıştı. Silahlı failin, soğukkanlı bir edayla olay yerinden uzaklaştığını da aktarıyordu satırlar. Ne katilin ne de kurbanın adı geçiyordu; ancak kulislerde, öldürülen kadının köklü ve güçlü bir aileye mensup olduğu fısıldanıyordu.

 

 

Ne garip bir köşe yazısıydı bu? Gerçi böyle bir olay köşe yazılarında anlatılır mıydı? Herşey ama herşey sadece söylenti üzerineydi. Sadece tek bir şey heyecanlanmama sebep olmuştu. Çünkü ölen genç kadının hangi mezarlığa defnedildiği yazıyordu.

 

 

Mutluluğum uzun sürmemişti çünkü koca mezarlıkta genç kadının mezarını nasıl bulacaktım ki? Gözden bir şey kaçırmış mıyım diye tekrardan sabırla bakınıp durdum. Başka da olayla ilgili herhangi bir şey yazmıyordu. Yavaşça yerimden doğruldum. Artık çok geç olduğu için yarın bir sonraki adımım mezarlığa gitmek olacaktı.

 

 

Kütüphaneden ayrılırken kızlar aramış mı diye sessizde olan telefonuma göz attım. Kızlar dışında ekranda Karan'ın sekreterine cevapsız çağrı görünce şaşkınlık ve merak duygusu sardı bedenimi. İki buçuk haftadır yurt dışındaydı. By yüzden heyecanla telefona sarıldım.

 

 

"Beni aramışsın Dilara. Bir sorun mu var?"

 

 

Dilara kaygılı bir ses tonuyla söze girdi. "Karan Bey, hali hazırda kurul onayından geçen projenin finansal roparunu görmek istiyor."

 

 

Bir yandan arkada karmaşanın sesleri duyuluyordu. Kırılıp dökülen eşyalar, derinden gelen insan uğultuları...

 

 

"Rapor yanımda ama henüz hazır değil. Bu kadar kısa sürede maliyeti yüksek bir projenin raporunu kimse hazırlayamaz."

 

 

Dilara'nın titreyen ses tonunda kokurkuyu doruklarına kadar hissediyordum. Yalvarırcasına sözlerine devam etti. " Lütfen raporu şirkete getirir misiniz? "

 

 

" Birazdan orada olacağım. "

 

 

Biten telefon görüşmesinden sonra gökyüzüne baktım. Bulutların beyazlığı, simsiyah gecenin fonunda daha da belirginleşiyordu. Bir anda, gecenin karanlığını Karan’ın öfke ve nefretini andıran bir şimşek yarıp geçti.

 

 

Ya benim içimde günden güne büyüyen öfke ve nefret ne olacaktı? Kim bunun önünü alacaktı.?

 

 

Adrenalinle birlikte ensemde ve parmak uçlarında hissettiğim karıncalanma beni harekete geçirdi. Bu hissettiğim duygu neydi ki şimdi? Kurbanlarımın yere yığılmadan önce hissettiğim şeyle aynıydı. Ceylan'ın da dediği gibi bu dürtü müydü hakikaten?

 

 

Yaklaşık yirmi dakika sonra şirketteydim. Kat kat yükselen asansörün içerisinde ki aynada kendimle yüz yüze geldim yeniden. Panikle aynaya sırtımı verdim. Sanki bir yabancıydı o... Bende bir parça hayvani içgüdülerle hareket ediyor, en ufak tereddüt yaşamıyordu. Aslında o tarafımdan korktuğumu farkettim o an.

 

 

Karan'ın ofisinin bulunduğu kata geldiğimde asansörün kapısı ağır ağır açıldı. Alacakaranlık koridora adımladığımda topuklu ayakkabılarımı sesi koridorda yankılanıyordu. Geldiğimi duymuş olmalılar ki Kapının ardında ki uğultular ve gürültüler kesilmişti.

 

 

Kapının eşiğinde durarak içeride bulunan kişilere bakınıp durdum bir süre. Dilara ve başka departmanlardan bir kaç erkek bulunuyordu. Hepsi başları eğik ve el pençe Karan'ın önünde durur vaziyetteydi.

 

 

Yerlerde kırılmış bir kaç süs eşyaları, etrafa savrulmuş dosyalar, masada alkol şişesi...

 

 

Gecenin bu saatinde insanları önünde mum gibi dikmişti. Sanki herşeyin sahibiymiş gibi bir eda vardı suratında. Tabi birde memnuniyetsizliği... Sarhoşken bir nebze nazik biriydi demekki bu gece alkolde yaramamıştı ona. Kim bilir canını ne sıkmıştı?

 

 

"Getirdin mi raporu?" ses tonu da bir o kadar rahatsız ediciydi.

 

 

Masasına yaklaşarak elimde ki evrak çantasını büyük bir gültüyle önüne bıraktım. Şaşkınlıkla yüzüme bakındı. Sarsılan otoritesiyle birlikte sesi yükseldi.

 

 

"Ne yaptığını zannediyorsun sen!"

 

 

Kolumda ki saati göstererek, "Ben ne yaptığımı çok iyi biliyorum. Ama sanırım sen ne yaptığının farkında değilsin. Saat kaç? Her ne kadar özel sektörde olsa insanları bu saatte buraya dikmeye hakkın yok! "

 

 

Bütün nefretiyle bana bakıyordu. Sanki bir kaşık suda boğacakmış gibi... Onu görmezden gelerek korkuyla mum gibi dikilen insanlara döndüm.

 

 

" Hadi evinize gidin!"

 

 

Karan altında ki sandalyeyi bir hışımla iterken yerinden doğruldu." Ben izin vermeden hiçbir yere gidemezler. Bana bak hanım efendi! Bu çatının altında ki herşeyin sahibiyim. Benim iznim olmadan hiçbir şey olamaz!"

 

 

Aramızda ki mesafeyi kapatarak yüzüme doğru eğildi. "Cebinize koyduğum para bile bana ait, o aç karnınızı ben doyuruyorum."

 

 

Karan'ın ağzından yayılan ekşimsi keskin kokuyla yüzümü buruşturarak alkol şişesini elime aldım. Havaya kaldırarak meydan okurcasına usulca yer çekimine bıraktım. Şişe tuzla buz olurken, " Nedense bunu kullanan her patron böyle kalitesizce konuşuyor?"

 

 

Kendimden emin bri şekilde sözlerime devam ettim. " Ben kimseye ait değilim! Emeğimle kazandığım parayı hâlâ kendine ait görüyorsan eğer, ya beni kovarsın ya da istifa ederim. Çünkü böyle bir insanla aynı çatı altında durmam! "

 

 

Gözlerinde ki yanan ateşi görebiliyordum. Anlından akan ter, vücudunun öfkeyle cayır cayır yandığını görebiliyordum. Yavaşça elini beline attı. Sesini alçaltarak, " Hiçbir yere gidemezsin! " Ses tonunda ki tehdit tanıdıktı. Blöf...

 

 

Beline götürdüğü eline ve ardından gözlerine bakındım. Kulağına doğru yaklaşarak, "Böyle mi engel olacaksın? Beni haklı çıkarma! Sana yakışmıyor.." Tekrar yüzünü yüzüme sabitledim gülümseyerek.

 

 

Geriye doğru adımlayarak üstünü başını düzeltti ve yavaşça kendini ofis sandalyesine bıraktı.

 

 

Geri adım atmıştı. Bu bir ilkti... Sanırım zafer benimdi.

 

 

Korkuyla dikilen insanlara döndüm tekrardan." Hadi evinize gidin artık.."

 

 

Gözlerini bende alarak Karan'a bakındılar. Patronlarından bir tepki bekliyordu ama Karan, pür dikkat evrak çantasını açmakla meşgüldü.

 

 

Gözler tekrar bana döndü. "Hadi!"

 

 

Hepsi teker teker kapıdan çıkarken Dilara'ya seslendim. "Çıkmadan sana zahmet Karan'a sert bir kahve yapar mısın?" Başıyla onaylarken gözden kayboldu.

 

 

Kendisiyle göz göze geldiğimizde anlamaz bakışlarla bana bakıyordu. " Kahveni iç ve mümkünse en kısa sürede kendine gel! Çünkü raporu seninle ayık bir şekilde tartışmak istiyorum."

 

 

Bıkkın bit şekilde nefes vererek, "Sen ayrılırken ben bu sırada terasta biraz vakit geçireceğim. Kendine geldiğinde haber verirsin." diyerek odadan çıktım.

 

 

Az önce bedenimde kaybolan adrenalinle birlikte cesaretim ve cüretkârlığım da kaybolmuştu. Bir an için içime giren soğuk beni titretti. Ellerimi kollarıma doladım. Ensemde hissettiğim soğuk nefesle birlikte korku bedenime hücum etti. Azat'ın o tiz erkeksi sesi kulaklarıma doldu.

 

 

"Tıpkı sana benziyor..."

 

 

"Herşeyiyle sensin.."

 

 

"Hayır!" dedim inkar ederek, "Ben masumlara asla zarar vermem. O bir polis öldürdü."

 

 

Beni duymazdan gelerek sözlerine devam etti. " İlkel hayvani içgüdüsü... Öfkesi... Nefreti..."

 

 

"Hayır..!" Dedim çaresizce.

 

 

"Ya bir gün masum insan öldürürsen..."

 

 

Kurduğu cümleyle birlikte Azat ve ensemde ki o hissiyat kayboldu ama korku bedenimde kala kalmıştı. Titreyen zayıf vücudumu sarmalayarak manzaraya bakındım.

 

 

Karanlığa gömülen şehrin üzerinde şimşekler dans ediyordu. Gök gürültüsü ise sağır eden cinstendi. Sanki ben konuşmadıkça gökyüzü konuşuyor, günahlarımı haykırıyordu adeta.

 

 

İçimde...

 

 

Beyaz ve Siyah

 

 

Aydınlık ve Karanlık vardı.

 

 

Hangisinin büyüklüğü daha fazla kestiremiyorum.

 

 

Terasta duyduğum adım sesleriyle irkilerek çıkışa doğru döndüm.

 

 

Karan...

 

 

Böyle zayıf bir anımda beni görmesine izin vermezdim.

 

Panikle geri adım atsamda terasın pervazına yaslanmıştım.

 

 

Kaçışım yok.

 

 

Kalbim deli gibi atarken telaşla bir çıkış yolu arıyordum. Ben kafamda bahaneler sıralarken o çoktan sınırlarımı ihlal etmiş bana yaklaşmıştı bile.

 

 

"Saye!"

 

 

Kullanmadığım ikinci ismimle seslenince tüylerim diken diken oldu. Herkes, "İclal" olan ilk ismimle seslenirdi. O beni tanıdığından beri hep ıslarla "Saye" diye seslendi durdu.

 

 

"Bu havada ancak senin gibi biri, bu gökyüzüne kadar uzanan binanın terasına çıkar."

 

 

Eliyle yanağımı okşamaya başlayınca bir an kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissettim.

 

 

"Saye, sen gerçeği benden ne kadar saklarsan sakla." yüzünü yüzüme yakınlaştırarak "Gözlerinin ardında o yüzü görüyorum."

 

 

Ve tekrar yineledi sözlerini "Sakladığın o yüzü görüyorum.! "

 

Gerçekten birbirimize benziyor muyduk? Dile getirmese de Karan biliyordu. En azından hissediyordu .

 

 

İşte o an zihnimin duvarlarında Ceylan'ın sözleri çarparak asılı kaldı.

 

 

"Sakın Karan'a aşık olma...!"

 

Bölüm : 16.10.2025 23:43 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...