21. Bölüm
sema turan / Karanlık Yüz: Gölge / 19. Yeraltı Dünyası

19. Yeraltı Dünyası

sema turan
sematurann

 

Jung’un tanımladığı, kişinin bastırdığı öfke, saldırganlık, arzu ve karanlık dürtülerden oluşan bilinçdışı benlik.

 

 

İnsan, kendi benliğini bütüncül sanır; oysa kişiliğin en karanlık bölümü, bilinçdışının derinliklerinde saklanan Gölgedir. Gölge, bireyin toplum tarafından kabul edilmeyen, bastırdığı tüm dürtü ve arzuların bir araya gelerek oluşturduğu gizli bir çekirdektir. Bu çekirdek, tehdit, belirsizlik ya da baskı altında aktive olur ve kişinin davranışlarını bilinç dışı mekanizmalarla yönlendirmeye başlar.

 

 

Gölge ne yok edilir ne de susturulur; yalnızca doğru koşulu bekler.

 

 

İclal’in içindeki o koyu siluet, her nefes alışında biraz daha netleşiyordu.

 

 

Onu koruyacak olan da, yok edecek olan da artık aynı kaynaktan doğuyordu:

 

Kendi Gölgesi.

 


İclal...

 

 

 

Daha önce hiç bir erkeğe karşı çekim hissetmiş miydim?

 

 

En ufak bir anı dahi yoktu zihnimin köşesinde. Ama hissettiğim bu küçük panik neydi ki şimdi? Korku mu? Hoşlantı mı? Ya da... Aşk mı?

 

 

Hayır... Hayır!

 

 

Parmak uçları çehremde geziniyor, daha da yakınlaşıyordu. Dokunduğu her yer sanki alev misali yanıyor.

 

 

Aşk...

 

 

Yabancı olduğum bir kavramdı. Şu zamana kadar hiç kimseden hoşlanmamıştım. Ama hiç... Garip. Bunu daha önce sorgulamamıştım. Belki de ihtiyaç duymadığımdandır.

 

 

Karan'ın yüzü yüzüme eğilirken alkol kokusu gittikçe kesinkinleşti. Farkındalığını geri kazandığım an nazikçe iterken onu kendimden uzaklaştırdım. Az önceki durumu görmezden gelerek sözler ağzımdan döküldü.

 

 

"Başka bir şey yoksa eğer ben artık gideyim."

 

 

Sessiz reddedilişinin gerginliği suratına yansımıştı. Gergin bakışlarını sürdürürken, "Mesain bitmiş değil daha!"

 

 

"Az önceki söylediklerim sende hiçbir işe yaramamış. Üzücü..." dedim tiye alarak..

 

 

"Yarın öğleden sonra..." Sarhoşluğun verdiği etkiyle duraksadı. "Dörtte alırım seni. Gitmemiz gereken bir yer var."

 

 

Karşı çıkarak, "Günleri hatırlamıyorsan eğer... Yarın haftasonu yani izinliyim. "

 

 

"Az önce ofiste yaptığın şovdan sonra içerdekilerin sorumluluğunu sana yüklüyorum. Normalde yarın asistanım bana eşlik edecekti ama artık senin gelmeni istiyorum."

 

 

 

"Nereye gideceksin ki?"

 

 

Gülümsedi. Bu gülüşünün ardında garip bir şeyler vardı sanki. Çünkü güven vermemişti. Gerçi her daim güven vermiyordu. Onunla daha çok vakit geçirmeliydim. Benim için bu bir fırsat olabilirdi.

 

 

Sorduğum soruyu duymazdan gelerek, "Şık giyin! "dedi.

 

 

" Peki madem öyle olsun..." sevimli bir şekilde onaylarken.

 

 

"Yalnız öncesinde Dilara'dan alman gerek bir şey var. Çıkarken onu al!"

 

 

Başımla onayladıktan sonra terastan ayrıldım. Ardından Dilara'dan almam gereken şeyi alıp otaparka yöneldim. Siyah bir çantanın içerisinde siyah kadife kaplama bir kutu vardı. Şöfor koltuğuna yerleşerek merakla çantanın içerisinde ki kutuyu kucağıma aldım. Öyle bir izlenim veriyordu ki sanki içerisinde mücevher vardı. Kapağını açar açamaz bütün heyecanım anında kayboldu. Karşılaştığım şey mücevherden ziyade porselen bir maskeydi. Dümdüz beyaz bir maske... Herhangi bir süsü veya özelliği yoktu. Garip... Neden böyle kıymetli olmayan bir şeyi bu kadar özenle saklanmıştı ki? Şaşkınlığın verdiği gerginlikle maskeyi gerisin geri yerine yerleştirdim. Ardından arabanın motorunu çalıştırarak yola koyuldum.

 

 

Eve geldiğimde kızların çoktan yatağına çekildiğini görürüz görmez rahat nefes verdim. Bende artık yorgunluğuma karşı koymadan uykuya dalmıştım. Ertesi sabah saat sekizde alarmın sesiyle uyandım. Normalde alarmdan önce uyanırdım ama hergün yaptığım egzersizler yüzünden artık daha rahat uyuyabiliyordum. Uykusuzluğun ilacı spormuş meğer..

 

 

Hızla yataktan doğrulup kahvaltı hazırlamaya koyuldum. İlk Zümra uyanmıştı. Bugün keyifliydi... Gülücükler saçarak yanıma gelip yanağıma bir buse kondurdu.

 

 

"Günaydın ablaların bir tanesi.."

 

 

"Günaydın ablasının kuzusu.. Ne bu mutluluk?"

 

 

"Hiç öylesine.." Dedi çekingen bir şekilde.

 

 

"Allah Allah!"

 

 

Kapının eşiğinde Aysar belirdi. Zümra'nın aksine yüzü beş karıştı. Katil olduğumu öğrendiğinden beri bu böyleydi. Benimle asla konuşmuyordu. Zümra'nın bizi barıştırmak adına mücadelesi her defasında hüsran oluyordu.

 

 

Yine bir hevesle yerinden sıçrayıp, " Terapiden sonra şöyle Kız kıza bir aktivite mi yapsak? Uzun zamandır bir şey yapmamıştık beraber. Ablam sürekli çalışıyor. Bence bugünü değerlendirelim."

 

 

Aysar umursamaz bir ses tonuyla, "Ben direk eve döneceğim. Siz ne yaparsanız yapın!"

 

 

"Oyun bozanlık yapma Aysar! Gelsen ne olur bir kereliğine.."

 

 

Karan ile sözleşmiştik. Terapiden sonra kızlarla vakit geçiremeyecektim.

 

 

"Ne güzel düşünmüşsün. Ama öğleden sonra başkasına sözüm var. Ama yarın gün boyu vakit geçirebiliriz. Müzeye yada akvaryuma gideriz.."

 

 

"Yaaa ne güzel olur.."

 

 

Aysar sessiz kalmış yine duymazdan gelmişti. Artık hayattan keyif almıyordu. Kayıplarımız bizi darmaduman etmişti ama bir şekilde yeni başlangıç yapabilmiştik. Ama açığa çıkan bir sır Aysar ile aramıza yıkılmaz bir duvar örmüştü sanki. Günden güne psikolojik çöküş yaşıyor ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Aramızı düzeltmek için yaptığım her girişim ters tepiyor daha da kötüye gidiyrodu. Artık ben mücadele etmeyi bırakmıştım. Dua etmekten başka çarem yoktu. Ama Zümra pes etmiyordu. Belkide sebebini bilmediği için bu küslüğü anlamsız buluyordu.

 

Sesszice kahvaltımızı yaptıktan sonra hazırlanıp terapistin yolunu tuttuk. Yine herkes sessizdi. Aysar ve benim aramda ki gerilim yüzünden kimse konuşmaya cesaret edemiyordu.

 

 

Kliniğe geldikten sonra bekleme alanına yerleştik. Önce ki seansın bitmesine daha vardı. İşittiğim sesle karşı tarafa bakındım.

 

 

"İclal Hanım! Hoşgeldiniz seansin bitmesini beklerken kahve içmek ister misiniz?"

 

 

"Tabi olur. Her zamankinden olsun lütfen!" Başıyla onaylayarak sabit telefona uzandı.

 

 

"Bu arada geçen hafta ile bu haftanın ödemesini yapabilir miyim?" dedim seslenerek.

 

 

"Tabi tabi! Buyurun gelin. Makbuzu hazırlayıp geleyim."

 

 

Sekreterin masasına yanaşıp sandalyeye yerleştim. Tam karşımda doktorların odası vardı. Kapı gerisin geri açıktı. Buzlu camdan mütevellit odada ki herkesi göremiyordum.

 

 

Aralarında ki en yaşlısı ayaklı yazı tahtasının önünde durmuş karşısında ki genç doktorlara brief veriyordu. İstemsizce kulak kabarttım.

 

 

Profesör elindeki dosyaya kısa bir bakış attıktan sonra karşısındakilere doğru uzatarak gösterdi. “Hastamızın oluşturduğu ‘Gölge’ karakteri, klasik bir alter değil. Onu ayıran özellik, benlikler arası geçişlerde bilinç kaybı yaşatmaması. Hasta, Gölge’nin yaptıklarını kendisinin yaptığını zannetmiyor; tam tersine, Gölge’nin kendisinden tamamen ayrı bir varlık olduğuna inanıyor.”

 

 

Genç doktorlardan biri merakla eğildi.

 

 

“Yani psikotik bir eşlik mi var hocam?”

 

 

Profesör başını olumsuz anlamda sallarken sözlerine devam etti. “Hayır, mesele psikotik bozukluk değil. Daha incelikli. Gölge, hastanın bastırdığı tüm dürtülerin, kızgınlıkların ve tehdit algılarının bir araya gelip ‘kişileşmiş’ hali. Hastamız, Gölge’nin onu korumak için var olduğuna inanıyor. Fakat koruma tarzı… oldukça agresif.”

 

 

Odanın içinde ki bir diğer doktor kadın not alırken sordu.

 

 

"Gölgeyi ne tetikliyor peki?"

 

 

Profesör tahtaya dönerek daha önce çizdiği üstün körü grafiği işaret ederek, “Belirsizlik ve kontrol kaybı. Hasta stres altında kaldığında Gölge ortaya çıkıyor. Ama ilginç olan şu: hasta, Gölge’nin eylemlerini duyabiliyor. Onunla tartışıyor, pazarlık ediyor. Bu da durumu bir alterden çok içsel bir ‘karanlık danışman’ formuna yaklaştırıyor.”

 

 

Sekreterin gelmesiyle istifimi düzelttim. Doktor imzalı makbuzu önüme koyarak gösterdiği yeri imzalamamı istedi. Ardından Pos cihazını önüme koydu. Kredi kartımı üzerine tutarken istemsizce başımı çevirip içeriye baktım. Buzlu cam görüntüyü bulanıklaştırsa da profesörün duruşundaki ciddiyet, içeriye yayılan tedirginlik hâlâ hissediliyordu.

 

 

Profesör sözlerine devam etti.

 

 

“Bu tür gölge karakterler, hastaya bir tür güç yanılsaması verir. Onu cesur hissettirir, karar aldırır. Ama aynı zamanda impulslara kapı açar. Bizim görevimiz, Gölge’yi yok etmek değil; hastanın onu tanımasını, sınır koymasını ve aslında kendi karanlığıyla yüzleşebilmesini sağlamak.”

 

 

Genç doktorlardan biri, " Böylesi bir karakteri yönetmek zor olmalı.."

 

 

Profesör hafifçe gülümsedi, fakat gülümseme gergindi.

 

 

“Zor değil,” dedi. “Yanlış yönetilirse tehlikeli.”

 

 

Masada ki telefonun çalmasıyla irkildim.Ensemden kulağıma doğru bir ürperti yayıldı. Tekrar karşı tarafa bakındığımda doktorlar odasının kapısı çoktan kapanmıştı.

 

 

Sekreter, " İclal Hanım! Doktor Mücahit bey ile Seren hanım müsaitler."

 

 

Başımla onaylarken kızlara dönüp buraya gelmelerini işaret ettim. Sekreter kızları alıp koridorun sonunda ki köşeyi döndükten sonra gözden kayboldular.

 

 

Ben ise istemeden nefesimi tutmuş, bütün vücudum kaskatı kesilmişti. İnsanların önünde herhangi bir insan gibi davranıyor, ne zaman ki yalnız kalsam karanlığım üzerime çöküyordu.

 

 

Gölge… bastırılmış dürtüler… agresif koruma…

 

 

Ceylan daha önce bana, 'Öldürmeden önce bir dürtü hissediyor musun?' diye sormuştu. Belkide haklıydı. Yer yüzündeki diğer katiller gibiydim. Beni onlardan ayıran bir özelliğim yoktu. Farklı değildim. Kendi içimdeki o karanlık kıpırtı… Bunu ben de biliyorum.

 

 

Genç bir adam yanıma yanaştığında transa geçmiş bir halden sıyrılarak odaklandım. Kahveyi önüme doğru bırakırken kendisine teşekkür ettim.

 

 

Terapiden sonra saatler geçmiş eve dönmüştük. Komidinin üzerinde ki küpenin tekini alarak kulağıma yerleştirdim. Gerisin geri adımlarken boy aynasından kendine bakındım. Bana 'Şık giyin.' demişti. Neye hazırlandığımı bile bilmiyordum. Bu bile içimde garip bir adrenalinin yükselmesine sebep oluyordu.

 

 

Siyah bir elbise giyinmiştim. Derin göğüs dekoltesi ve derin yırtmacı vardı. Umarım tarzım gideceğimiz yere uygun olur. Deri çeketimi ve çantamı üzerime alıp yatak odasından çıktım. Kızlar salonda televizyon izliyordu.

 

 

Zümra beni görür görmez, "Vayy! Abla nereye böyle!"

 

 

"Bir arkadaşımla buluşacağım. Geç dönebilirim, beni beklemeyin."

 

 

Zümra yanıma yaklaşarak, "Boynun boş kalmış. Benim bir kolyem var çok yakışır bu elbiseye. Gidip getireyim sana."

 

 

Koşar adım odasına giderken ben ve Aysar baş başa kalmıştık. Beni görür görmez bakışları sertleşti. Göz göze gelmemek için kendiyle savaş veriyordu adeta. En sonunda dayanamayarak lafa girdi.

 

 

" Yine öldürmeye mi gidiyorsun? "diye sordu hiddetle.

 

 

" Aysar saçmala! "

 

 

" Çünkü en son böyle gittiğinde cinayet şüphelisiydin. "

 

 

Kapı sesini işittiğimiz an ikimizde sessizliğe gömüldük sanki hiç konuşmamışız gibi... Zümra kombine son dokunuşunu yaptıktan sonra evden ayrıldım.

 

 

Rezidansın dışına çıktığımda sitenin önünde plakasına kadar simsiyah bir Mclaren vardı. Karan ne kadar son model arabası varsa sırayla kullanıyordu. Garip... Neyin kanıtlama cabasıydı bu. Hakkıyla kazanmış olsaydı belki biraz havalı gelebilirdi. Gerçi diğer türlü görgüsüz derdim. Beni gördüğü an arabasından inerek kapıyı bana açtı.

 

 

"Hâlâ sarhoş musun?" diye sordum laf sokarak.

 

 

Anlamaz bakışlarla, " Hayır! Neden sordun?"

 

 

"Genelde sarhoş olduğunda bana karşı inanılmaz kibar davranıyorsun. Bazen şaşırmıyor değilim açıkçası.."

 

 

"Hiç komik değildi bu espiri!"Koltuğa yerleştikten sonra ardından kapıyı örttü.

 

 

Az önce flörtleşmiş miydik? Aramızda garip bir dinamik vardı. Yolda ilerlerken merakıma yenik düşüp sordum.

 

 

" Nereye gidiyoruz? "

 

 

" Gidince görürsün. Dilara'dan alman gerekeni aldın mı yanına? "

 

 

" Evet, yanımda."

 

 

Ayıkken daha agresif olurdu. Bugün hali tavrı enterasan bir şekilde sakindi. Bu hali beni kuşkulandırsa da çok üzerinde durmadım. Asıl merak ettiğim şey dün gece neden öfekelendiğiydi. Bundan güç alarak cesaretle sordun.

 

 

" Dün gece neden öyleydin?"

 

 

Az önceki keyifli halleri yokolmuş, gergin Karan geri dönmüştü adeta. Belli ki zor bir soru sormuştum. Beni duymazdan gelmesini bekliyordum ama şaşırtarak söze girdi.

 

 

"İngiltere de tanıdıklarımdan, çok yakın bir dostumun aslında yıllardır arkamdan iş çevirdiğini, bana ihanet ettiğini öğrendim." Ses tonunda hayâl kırıklığı ve son demelerine kadar öfke vardı.

 

 

"Peki yüzleştiniz mi?"

 

 

"Hayır!"

 

 

"Öğrendiğini duyunca kaçmıştır korkudan." dedim tespit yaparak.

 

 

"Keşke öyle olsaydı. Kendisi yaşamıyor." Cümlesini bitirir bitirmez gözlerini kısa bir süreliğine yoldan çekip bana bakındı.

 

 

Garip bir his düştü içime. Zihnimin köşesinde beliren o merakı giderememiştim.

 

 

"Yakın dost..."

 

 

"O kişi Aybars mı?"

 

 

Ağzından tek bir söz dahi çıkmadı. Onun onaylama şekli buydu. Aybars nasıl böyle bir şeye cesaret edebilmişti. Gerçi böyle mafyatik dünyada ki adamlara akıl sır ermezdi.

 

 

Yeşil ovaların arasından geçip uzun bir seyahatin ardından en sonunda bir tepeciğin üzerine kurulmuş bir şatoyu gördüğüm an yolculuğun sonuna geldiğimizi anlamıştım. Tamda şato denemezdi ama mimarı açısından andırıyordu.

 

 

" Burası otel ama bazen zenginler için özel günlerde kapatılıyor. Şimdi maskeyi takmanın tam zamanı.."

 

 

Her ikimizde maskemizi yüzlerimize yerleştirdik. Benim ki düz ve monotondu. Ama onun işlemeli ve altın motif detayları vardı. Bilseydim daha iyisini alırdım diye geçirdim içimden. Dakikalar sonra şato görünümlü otelin önüne geldiğimizde onlarca son model spor arabalar gelişi güzel parkedilmişti. İlk defa bu kadarını bir arada görüyordum.

 

 

"Yüzünden asla maskeyi çıkarma, birisininde çıkarmasına izin verme. Veya sen bir başkasının maskesini dokunma! Bu taplantıda kimlik gizliliği çok önemlidir."

 

 

Tuhaf bir şekilde gideceğimizi yere yaklaştıkça Karan'ın gerginliği ve paniği artıyordu? Onu ilk defa bu kadar panik görüyordum. Neler oluyordu? Burası da neresiydi? Arabadan indikten sonra koluna girmemi istedi. Maskeli bir hostes elinde siyah kapaklı bir dosyayla bizi karşıladı.

 

 

Karan, cebinden altın kaplama madeni paraya benzer büyükçe bir sikke çıkardı. Ne olduğunu anlamadan cebine geri atmıştı. Normalde hostese ismini söyledikten sonra listeden bakıp bizi içeriye alması gerekmez miydi? Gariplik silsilesi devam ediyordu. Kimlik gizliği... Ondan mıydı acaba?

 

 

X-raydan geçerken çantamı yana bırakmış, geçiş noktasından geçmiştik. Ve bir diğer garip şey ise herhangi bir dijital ürüne el koymuşlardı. Sanırım bu yöntem içeride kayıt alınmasını engellemek içindi. Acaba orada nasıl illegal şeyler dönüyordu. Belkide yasa dışı bir şeyin merkeziydi burası.

 

 

Uğultuların, kahkaların hakim olduğu alana ilerliyordum. İçimde ki merak giderek yükselirken nefesimi tutmuştum. Saniyeler sonra otelin toplantı salonuna geldiğimizde ortada illegal hiçbir şey görememiştim. İnsanlar önlerinde ki bistro masasında şarapalarını alıp yudumluyordu.

 

 

Boş bir masaya doğru ilerlereken toplantı salonunun ilerisinde tıpkı mahkeme salonlarında ki hakimin oturduğu kürsüye benzer lüks yapım bir kürsü vardı.

 

 

Karan, "Orada birazdan jüriler otrucak?" dedi fısıldayarak.

 

 

"Jüriler mi?"

 

 

"Evet jüriler... Yer altı dünyasının dengeleri onlar. Eğer jüriler olmasaydı bu şehir ya da ülkenin her tarafı kan gölüydü."

 

 

"Beni nereye götürdün böyle?"

 

 

"Şöyle bir çevrene bak istersen çünkü böylesini bir daha göremezsin.. Burada ülkenin en azılı suçluları duruyor. Hırsız, kalpazan, kaçakçı... Aklına gelebilecek her suçtan insan var. Hepsi en az bir insan öldürmüştü."

 

 

"Ne!" şaşkınlığın verdiği küçük bir inilti çıkmıştı.

 

 

"Sen nasıl beni böyle bir yere getirirsin?"

 

 

Karan, " Yabancılık çekmezsin..." kendinden emin bir şekilde.

 

 

"Ne demek bu? Ne saçmalıyorsun?"

 

 

"Bundan sonra böyle yerlere artık benimle geleceksin.."

 

 

"Fikrimi sordun mu?"

 

 

"Hayır! Gerek yok."

 

Kolumu sertçe kavrayıp beni kendine yaklaştırdı. İşta o an agresif Karan ortaya çıkmıştı.

 

 

"Dün gece patronluk taslarken cesurdun. Şimdi nereye kayboldu cesaretin? Hadi artislensene... "

 

 

Kurduğu her cümle, ağzından çıkan her söz bir tuzaktı. En ufak yakınlığına kanmıştım resmen. Nasıl böyle acemice hareket etmiştim?

 

 

Ensemden sırtıma doğru yayılan ürperti vücudumun kaskatı kesilmesine sebep olmuştu.

 

 

Aybars'ı manipüle etmek kolay olmuştu ama Karan şeytani bir zekaya sahipti. Aslında beni bir iş yemeğine götürüyor zannetmiştim içten içe. Nerden bilebilirdim ki?

 

 

İçimde yükselen öfkeyi bastırmakta zorlanıyor, bedenimi saran arzuya karşı koyamıyordum. Bacağımın iç uyluğuna yerleştirirdiğim kemikten yapılma bıçağı hissettim usulca. Tenime yaptığı baskı hâlâ orada olduğunu söylüyordu. Ölümün baskısı... Hayır.... Doğru zaman değildi. Ve bir süre de doğru zaman gelmeyecekti. Çünkü şimdilik ona ihtiyacım vardı. Ama altta kalmak beni karakterimde yoktu. Bunu bir bedeli olacaktı.

 

 

Bir hışımla kolumu elinden kurtardım. "Öyle mi? Merak etme, yakında karşılığına alacaksın."

 

 

Dalga geçer gibi güldü. Maskeden kaynaklı jest ve mimiklerini göremiyordum. Ama gözleri... Onları oymak istiyordum.

 

 

Beni anda çanın çalma sesiyle ikimizinde bütün dikkatimiz gürültünün olduğu tarafa doğru yönelmişti. Kürsünün hemen arkasında bulunan büyükçe bir kabı ağır ağır açıldı. Karanlıktan yine herkes gibi maskeli oldukça yaşlı üç adam paytak paytak yürüyerek kursüye çıkıp yerlerine yerleştiler. Ama kürsüde bir koltuk boştu.

 

 

"Sanırım jürlierden bir kişi eksik.." dedim Karan fısıldayarak.

 

 

"Evet bende farkındayım."diyerek onayladı." Bir sorun olmalı.. "diyerek Sözlerini devam ettirdi.

 

 

Az önce çanı çalan kadın yanımıza yaklaşarak Karan'ın önünde duraksadı." Lütfen kürsünün önünde doğru ilerler misiniz? "

 

 

Şaşkınlıktan büyüyen gözleri ve gergin duruşu fazlasıyla paniklediğini hissettiriyordu.. Neler oluyor?

 

 

"Sakın hiçbir yere ayrılma!"

 

 

Başımla onayladıktan sonra pür dikkat yanımda ayrılışını izledim. Karan ile birlikte bir kaç kişi daha oraya dizilmişti. Merakla olacakları bekliyordum. Ta ki yanımı yabancı bir adam yaklaşana dek. Oldukça uzun, yapılı, mavi gözlü ve sarışın bir adamdı.

 

 

"Merhaba!" sesi karizmatikti. Ama aurasında rahatsız edici bir şey vardı.

 

 

"Siz kimsiniz?"

 

 

"Burda gizlilik her şeydir.. Anlaşılan ilk defa geliyorsun.. Şaşırtıcı..."

 

 

"Neden?"

 

 

"Çünkü Karan hep aynı genç kadını getirirdi."

 

 

"Gizlilik her şeydir diyorsun ama maskeli olmasına rağmen Karan'ı tanıdın."

 

 

"Karan'ı..." diyerek beni taklit etti. Ardından sözlerine devam etti. "Karan'a Bey diye hitap etmediğini göre önemli birisin. Ama bu maske..."

 

 

"Ne var maskemde?"

 

 

"Burada ki çoğu kişi aslında kimin kim olduğunu gayet iyi biliyor. Yüyüşünden, sesinden..."

 

 

"Öyleyse bu maskelerin ne anlamı var ki?"

 

 

"Gizlilik burada ki insanlar için değil dışarıda ki insanlar için... Bu maskeler ise kurula katılan kişilerin statüsünü temsil ediyor."

 

 

Salonda uğultular ve fısıltılar yükselirken bakışlarımızı kürsüye çevridik. Kürsünün hemen yan tarafında baştan aşağı simsiyah giyinimli, siyah jaguarı andıran maske takıyordu. Elinde ise bir silah vardı. Jüriler ise kendi aralarında hararetli şekilde bir şey tartışıyorlardı.

 

 

Sarışın adam sözlerine devam etti. "Kişinin taktığı maske ne kadar işlemeli ve süslüyse, mevkisi o kadar yüksektir. Birde şu adamın taktığı maske var." diyerek kürsüde ki adamı işaret etti. "Siyah jaguar makesi ise infazcıyı temsil eder. "

 

 

Merakla sordum ama alacağım cevap beni korkutuyordu."Burada ki çoğu kadının taktığı benim yüzümde ki maskenin anlamı nedir?"

 

 

"Bu maskeyi takan kişilere köle deriz. Toplantı öncesi veya sonrası için bize eşlik ederler." Yüzünü yüzüme yakınlaştırarak, "Eğlenmek için anlarsın ya..."

 

 

"Ne!" dedim dehşete düşmüştüm. Kaskatı kesilmiş bedenim zangır zangır titremeye başladı.

 

 

"Korkma! Eğer Karan ölmez hayatta kalırsa ondan sana nazik davranması için rica edeceğim. Eğer ölürse emin olabilirsin ki sana son derece nazik davranacağım."

 

 

Midem bulanmıştı adeta... Beni tanımıyordu.. Titremem korkudan değil yönetemediğim öfekem yüzündendi.

 

 

Yaşlı jürilerden bir tanesi Karan'a doğru bakınarak" Sözcü'yü öldürmediğini nasıl kanıtlayacaksın? "

 

 

Karan konuşmadan gömleğinin iç cebinden flashback diye tahmin ettiğim şeyi kürsüye yaklaşarak jürilere uzattı.

 

 

" Sözcü mü? "

 

 

" Evet! Karan'ın ortağı aynı zamanda suç örgütünün uluslararsı sözcüsüydü. Geçenlerde öldürülmüştü, haberlerde denk gelmişsindir. "

 

 

"Kölelere böyle hep özel bilgiler verir misin? Nerden biliyorsun sizi gambazlamayacakalarını.."

 

 

"Bunlar genel geçer bilgiler. Polis bile biliyor ama kanıt olmadıkça harekete geçemezler. Köleler ise böyle bir şeyi gambazlamak gibi bir hataya düşmezler. . Bizim gibi insanlar filyasyon mantığı ile hareket eder. Yani en uzak akrabana kadar hayatında kim varsa ortadan kaldırırız."

 

 

Azat'ın nefesi hemen sol kulağımın arkasındaydı. Tetikte olmalıydım. Çünkü tehlikenin tam da göbeğindeydim. Kızlar geldi aklıma.. İşte o an korkmaya başlamıştım.

 

 

Jürilerden biri aldığı flashbacki Karan'a geri verdi. Karan ise teslim aldıktan sonra yanımıza doğru adımladı. Yanımda ki iri yarı adamı gördüğü an gerginliği vücuduna yansımıştı.

 

 

Sarışın adam, "Yalnız kalmasın diye hanımefendiye eşlik ettim."

 

 

"Lüzmü yoktu.!"diye sinirle cevap verdi.

 

 

" Neyse ki ortağını öldürecek kadar kalleş değilmişsin.. " dedi muzip bir dille.

 

 

Karan," Haddini bil! "diye çıkıştı.

 

 

Tam o anda peş peşe patlayan silah sesiyle yerimden sıçradım. Gözlerimin önünde cansız bedenler yere serilmişti. İnfazcı bunu çekinmeden herkesin önünde yapmıştı.

 

 

Onlar Aybars'ın katilini yani beni arıyorlardı. Kendi ayağımla iblislerin inine girmiştim. Toplantı salonunda ki diğer insanları gözden geçirdim. Hiç kimse benim kadar absürt bir tepki vermemişti. Herkes ne olacağını gayet iyi biliyordu. Belkide normalleri bu olduğu için.

 

 

Kendimi serin kanlı zannediyordum bu salonda ki insanları görene dek. Adeta bu insanlarda şeytani bir soğukkanlılık vardı.

 

Çanın tekrar çalmasıyla yeniden ürktüm. Toplantı bitmişti. Herşey sadece yarım saat sürmüştü.

 

 

 

" İlk gelişin galiba? Korkma! Karan Bey çok güçlüdür. Onu memnun edersen seni el üstünde tutar." dedi yanıma yaklaşan genç bir kadın. Benden bir kaç santim uzundu ve kıvrımlı fiziği dikkat çekiciydi. Benden uzaklaşıp sarışın adamın koluna sarıldı. Rahat tavırları sayesinde oldukça özgüvenli gözüküyordu.

 

 

Sarışın adam," Geçen ki gibi yine eşlerimizii değiştirelim mi ne dersin?"

 

 

Hali hazırda gözleri benim üzerimde olan Karan'a dönerek sertçe bakındım. Yaklaşarak kulağıma eğildi. "Burada hayır deme gibi bir misyonun yok. Ortama uyum sağla...!"

 

 

Kadın sarıldığı kolu bırakıp gülücükler saçarak Karan'ın koluna sarıldı. Şu an burada yaşananların hiçbiri mantığıma uyumuyordu. Nasıl böyle bir şeye razı gelebilirki bir kadın?

 

 

Büyük bir çıkmaza girmiştim. Dikkat çekmemem gerekiyordu. Ortama uyum ağlamaktan başka çarem yoktu. Ta ki buradan çıkana dek. Sarışın adam koluna girmem için başıyla işaret verdi.

 

 

Otelden çıkmış adamın arabasına doğru yönelmiştik. Arabaya binmeden son kez Karan'a bakındım. Onunda gözleri benim üzerimdeydi.

 

 

Araba ağır ağır tepeden inerken dikiz aynasından geriye yola bakındım. Karan peşimden gelmiyordu. Son ana kadar umut etmiştim belki beni bu adamın yanından çekip alırdı diye. Ne zannediyordum ki? Onun gibi bir katilden nasıl medet umabilirdim ki? Bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödeyecekti. O günü iple çekiyordum. Yol uzadıkça uzuyor zaman algımı kaybediyordum.

 

 

Azat'ın kahkahaları kulaklarıma doldu.

 

 

"Küçük bir kız gibi yardım mı bekliyorsun? Hâlâ ne olduğunun farkında bile değilsin..."

 

 

"Seni gözümde fazla büyütmüşüm.. Aslında ne aciz bir kadınsın..."

 

 

"Biliyor musun?"

 

 

Azat daha da yaklaştı kulağıma. Dondurucu nefesi felç eder cinstendi. Dona kalmış hareket edemiyordum adeta.

 

 

"Başına gelen herşeyi ama herşeyi hakediyorsun."

 

 

"Böyle uslu bir kız ol ve benim sana yapamadıklarımı izin ver o adam yapsın!"

 

 

Kulaklarımda yükselen çınlama sesi başıma ani bir ağrının girmesine sebep olmuştu. Başım dönüyor, nefes alışverişlerim giderek hazırlanıyordu.

 

 

"İyi misin?"

 

 

"İstersen maskeyi çıkar çünkü artık epey uzaklaştık. "

 

 

"Biliyor musun? Fiziğin, tenin, saçların inanılmaz güzel.. Muhtemelen yüzünde bir o kadar güzeldir.."

 

 

Adamın sesi, Azat'ın kahkahaları birbirine karışmış ayırt edemiyordum. Bütün algım bloke olmuştu adeta... O dakikadan itibaren artık zaman sanki ağır çekimde akıyordu.

 

 

" Çıkar şu mas-"Yüzüme doğru uzanan eli bileğinden kavradım.

 

 

Bileği kendime doğru çekerken bacağımin iç uyluğunda saklamış olduğum kemikten yapılma bıçağı avuçlarımın arasına aldım. Zaman ağır çekimdeydi belki ama ben son derece hızlıydım.

 

 

Hayvani bir kükreyişle bıçağı havayı yararak adamın boğazını doğru savurdum. Ardından tamamen redfleksif bir şekilde adamın emniyet kemeri düğmesine basıverdim.

 

 

Saniyeler içinde araba sanki bir tornadonun içerisindeymiş gibi savruluyor, cam kırıkları bedenimi kesiyordu. Sonrası ise...

 

 

Karanlık...

 

 

Ne kadar baygın kaldım hatırlamıyorum ama oluşan toz bulutu yüzünden öksürüklerle gözlerimi araladım.

 

Araba yer çekimine meydan okurmuşçasına ters duruyor, emniyet kemeri yüzünden havada asılı kalmıştım. Yan tarafa doğru bakındığımda şöfor koltuğun olduğu taraftaki camda koca bir delik vardı. Üzerimde ki elbiseden kan damlaları yüzüme doğru akıyor durumu idrak etmemi sağlıyordu.

 

 

Ne oldu? Ne yaptım ben?

 

 

Kazadan ötürü yaşadığım şokla beraber anılar birbir zihnime düşmeye başladı. O kadar iç güdüsel hareket ediyordum ki olay anını hatırlamakta zorlanmıştım.

 

 

Avucumun arasında ki sertliği farkettiğim an kaskatı kesilmiş vücudumu gevşetmeye çalıştım. O savruluşta bile bıçağı elimden bırakmamıştım.

 

 

Hava yastığı nefes almamı engelliyordu her ne kadar yavaş yavaş havası inse de ben dayanamayarak bıçakla parçalamaya başladım. Emniyet kemerine uzandım lakin asla açamıyordum, sıkışmış gibiydi. Elimde ki bıçakla kemeri uzun uğraşlarla ancak kesebildim. Yüz üstü düşürken topuklu ayakkabımın teki ayağımdan fırlamış olduğunu fark ettim o anki acıyla. Kapıyı açmaya çalıştım lakin araba ters durduğundan bu mümkün değildi. Mecburen camda delik olan tarafa yöneldim.

 

 

Tam dışarı çıkmak için hamle yapacakken yabancı bir el diğer topuklu ayakkabımı yüzüme doğru tuttu.

 

 

"Afedersiniz! Galiba kırmızı stilettonuzu düşürdünüz..."

 

 

Çok ani olduğu için ürkmüştüm. Hali hazırda elimde duran bıçağı karşı tarafa doğru savurdum. Adam acıyla geri sıçradı. Arbadan çıkar çıkmaz elinden düşürdüğü ayakkabımı giyinip üstümü başımı düzelttim. Karan, elinde ki kesikle beraber yerinde kıvranıyordu. Meğerse bizi takip ediyormuş. Yinede müdahele eder miydi emin değilim..

 

"Ne tatlı canın varmış..." diyerek muzip bir şekilde sırıttım.

 

 

Adrenalin ve öfke hâlâ vücudumu terketmemişti. "Kendi ayağınla celladına gelmişsin." Şeytani bir şekilde gülümsüyor, ona doğru adımlıyordum.

 

 

Karan'ın tavrı işte o an hiç görmediğim şekle bürünmüştü.

 

" Hastasın sen...!"

 

 

"Ne o ? Korktun mu?"

 

 

Yolun karşısında cansız bir şekilde yatan adama bakındıktan sonra bana döndü. Artık kafasında bazı şeyleri yerli yerine oturtmuştu.

 

 

"Aybars'ı sen öldürdün..!"

 

 

Küçük bir nida bende yükselirken, "Seni parlak zeka... Sonunda ya... Sonunda kavrayabildin..."

 

 

"Peki seni benim elimden kim alacak!" Bir hışımla elini beline atarak silahını bana doğrulttu.

 

 

Düşünmeden silahı ateşledi...

 

 

Ardından anlamaz bakışlarla bana bakınıp durdu. O kadar komikti ki...

 

 

Abartılı bir şekilde kahkahalar atarak ellerimle alkış yaptım." Gerçekten inanılmaz... " O ise çaresizce elinde ki silahı inceliyordu.

 

 

"Dün gece o kadar sarhoş ve dikkatin dağınıktı ki sılahını bir kuru sıkıyla değiştirdiğimi fark etmedin bile.. Tabi o sırada bir hevesle beni öpmeye çalışıyordun."

 

 

" Herneyse eğer beni öldürürsen..."

 

 

"Hangi yük gemisiyle, hangi seri numaralı konteynırda, deniz aşırı ülkelere taşıdığınız yasadışı malları... Komşu ülkelere giden uluslararası iş yapan tırların uğrak yerlerini hatta kime teslim edileceklerini... Bunun gibi bir çok şey biliyorum."

 

 

Kendimden emin bir şekilde sözlerime devam ettim."Hatta bilmekle kalmayıp internetin uçsuz bucaksız bir arayüzüne görüntülü, videolu, dosyalı... Yani depolu bir şekilde duruyor."

 

 

Karan, dehşete düşmüş bir şekilde dona kalmıştı. Ne konuşabiliyor ne de herhangi bir tepki veriyordu.

 

 

"Anlayacağın o ki.. Ben ve ailemde ki herhangi bir insandan haber alınmazsa işte bu bilgiler kamuya açık bir şekilde ifşa edilir.."

 

 

"Ya ertesi gün olmadı, öbürsü gün polisler seni yakalar. Tabi hizmet ettiğin örgüt seni sağ bırakır mı o zamana kadar.. Bilinmez..."

 

 

"O yüzden bana bebek gibi bakıp memnun etmen lazım. Yani bir nevi köle misali... Anlarsın ya? " Muzip bir şekilde bakınarak elbisemin yırtmacını dahada açıp bacağımın iç uyluğuna bıçağı yerleştirdim.

 

 

"Her neyse... Ben arabada bekliyorum. Sende ceseti ve burayı ateşe versen iyi edersin..."

 

 

Arabaya geçip koltuğa yerleştiğimde derin nefes verdim. Adrenalinden kaynaklı olsa gerek az önceye dair hiçbir ağrı hissetmiyordum ta ki kaslarım gevşeyene dek. Muhtemelen kazanın etkisini günlerce vücudumdan atamayacaktım. Kafamın gerisinde ki ani bir acıyla elimi oraya götürdüm. Elimi geriye çekip baktığımda parmak uçlarımda kan olduğunu görür görmez acı daha da hissedilir olmuştu. Sonuçta yenilmez ya da hasar alamaz bir canlı değildim. Ağrıyı yok sayarak geriye yaslandım.

 

 

Karan hâlâ tepkisizdi. Belkide böyle bir şeyi aklının ucundan dahi geçirmiyordu. Tabi nerden bile bilirdi asıl şeytanın yanı başında olduğunu. Memnuniyetle sırıttım. Plan belkide bir kumardan farksızdı ama sorunsuz bir şekilde ilerlemişti... Belki birgün Karan'ın asistanı Dilara'ya teşekkür ederdim...

 

 

Gözlerim yavaş yavaş kapanırken en son gördüğüm şey ise Karan'ın ceseti arabaya sürükleyip ateşe verdiğiydi.

 

 

Sonrası ise karanlık...

 

Bölüm : 24.11.2025 18:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...