@sematurann
|
Genç kızlar ergenlik dönemini çok farklı psikolojide geçirmektedirler. Bir kısmı iskayankar, kendini kanıtlamaya çalışan ve daha dışa dönüktür. Diğer bir kısmı ise sessiz, sakin, hakkını savunamayan ve daha çok içine kapanıktır. Bu daha çok ergenlikte İclal'di. Sessizdi, fikirlerini pek savunamazdı, çabuk pesederdi, itaatkardı. Ama Zümra ablasının tam tersiydi. Fikirlerini sonuna kadar savunur, isyankar ve inatçıydı. Onun kendi doğruları vardı ve kendi doğruları için yaşardı.
28 Haziran İlerleyen Saatler
Zümra...
Şişmiş göz kapaklarıma ısrarla vuran güneş ışığı yüzünde aralamak zorunda kalmıştım. O kadar çok ağrıyorlardı ki aynaya bakmadan şişmiş olduğunu tahmin edebiliyordum.
Dün gece benim için epey çetrefilli geçmişti. Babamla kavga etmiştik. Düşünce yapısı olarak asla ortak noktada buluşamıyorduk. Biraz eski kafalıyıdı hatta bayağ eski kafalıydı. Benim düşünce yapım ona fazlasıyla sivri geliyordu. Günümüzde biz kızlar arasında normal karşılanıyordu. Özenle giyinmek, makyaj yapmak, gezmek, tozmak... Aslında en normal, en doğal isteklerdi. Babam için bu istekler fazla geliyordu haliyle. Onun için sadece sabahtan akşama kadar robot gibi ders çalışmam gerekiyordu. Dün gece ise geri adım atmadım ve sonuna kadar kendimi savundum. Ama sarfettiğim son sözler yüzünden pişmanlık duyup ağlamıştım.
Aynada kendi suretime bakınarak, tamam kabul ediyorum biraz fazla ağlamıştım. Tekrar sarfettiğim o sözleri hatırlayarak pişmanlıkla karışık bir hüzün kapladı içimi.
'Keşke benim babam olmasaydın!'
Kendimden intikam alırcasına suyu yüzüme sertçe çarptım. Sanırım ne olursa olsun bu pişmanlık içimden geçip gitmeyecekti. En kısa zamanda özür dileyip gönlünü alsam iyi olacaktı. Elimi yüzümü kuruladıktan sonra duvarda ki saate bakındım.
Onbire çeyrek vardı, neredeyse öğlen olmuştu. Ammada uyumuşum. Yine pişmanlık beni sararken aklımdan 'Keşke erken kalsaydım, bizimkileri uğurlardım. ' diye geçirdim. Ama olan olmuştu.
Merdivenlere yöneldiğimde alt kattan televizyon sesi geliyordu. Biriler bende önce davranıp çoktan kalkmıştı. Aşağıya oturma odasına indiğimde kuzenim Aysar, koltuğun tepesine bacaklarını yaslamış belirsiz şarkı sözleri mırıldanarak bir yandan televizyon izliyordu. Geldiğimi belli etmek için terliklerimi zemine çarpa çarpa oturma odasına girdim. İstifini çok bozmadan başını bana çevirerek "Günöö!" diye sırıttı. Bende kıkırdayarak karşılık verdim.
"Bizimkiler gitti çoktan galiba. Beni neden uyandırmadınız?" Sorduğum soruyla birlikte yattığı yerden doğrularak oturur vaziyete geçti. "Sabah 7'de falan çıktılar. Aslında seni uyandıracaktım ama annen izin vermedi. Tatsızlık çıkmaması için herhalde, sende çok takma boşver." Başımla onaylayarak utançla ellerime bakındım.
"Ablam nerede? Daha kalkmadı mı?"
"Çoktan, kahvaltılık için kasabaya indi saat sekizlerde ama hâlâ gelmedi. Acımdan ölmek üzereyim."
Kaşlarımı çatarak lafa girdim. "Neredeyse 3 saat olmuş. Neden hâlâ gelmedi?"
"Aslında yürüyerek gitti. Tabii yinede çok oldu, şimdiye kadar gelmesi gerekirdi. Hatta aradım bakmadı, dakikalar sonra mesaj attı. Bir arkadaşıyla karşılaşmış muhabbete dalmış ama gelecekmiş birazdan."
Durumu biraz garipsemiştim çünkü yürüyerek epey uzaktı neden arabayla gitmemişti?
" Arabası varken neden yürüyerek gitti bu sıcakta? " Aysar'ın yüzünde beliren şaşkınlık ifadesiyle birlikte söyleyeceği şeyi merak etmeye başlamıştım.
" Aslında arabayla gidecekti ama garip bir şekilde benzin deposu bomboştu."
Şaşkınlıkla ağzım açık kalmıştı çünkü en son şehir merkezinden dönerken depoyu fulleyip dönmüştük. O günden sonrada araba kullanılmamıştı.
Aysar "Belki bir yanlışıklık olmuştur yada adam benzin doldurduğunu zannetti ama aslında doldurmamıştı." gibi tezler sunmaya başlamıştı. Ama ben, benzin göstergesinin ful olduğunu çok net hatırlıyordum. Olumsuz anlamda başımı sallayarak "Hiç sanmıyorum Aysar."
Ani bir fikirler ayağa fırladım. Aysar şaşkınlıkla irkilmişti. Ona yaptığım gel işaretiyle oda yerinden fırladı. Vestiyerden aldığım arabanın anahtarıyla çıkış kapısına yöneldim. Avlunun merdivenlerinden inerken yoldan adım sesleri geliyordu.
Yola indiğimizde ablamla karşılaştık eğilmiş arabanın altına bakıyordu sesimizi duyunca çabucak toparlandı. Sanki gizli bir şey yapıyormuşta bize yakalanmış gibi panik içerisindeydi. Ona yaklaştığımızda garip bir durumla daha karşılaştık. Çünkü kollarında morluklar, dizlerinde yaralar vardı ve saçları darmadağındı. Ben daha durumu idrak edemeden Aysar benden önce davranmış merak ettiğim soru sormuştu.
" Abla ne oldu? Perişan haldesin" Gözleri korkudan Fal taşı gibi açılmış öyle kalmıştı sanki. Kekeleye kekeleye söze girdi. "Patikada yılan gördüm kaçayım derken tabii ellerimdekiler de ağırdı takıldım ve yuvarlandım." Şimdi neler olduğunu tam anlamıyla anlaşmıştık. Ama suratında anlamlandıramadığım değişik bir ifade vardı. Ablamı çok iyi tanıyordum ve iletişimimiz kuvvetliydi. Bana pek samimi ve dürüst gelmedi söyledikleri. Sanki yanlış ve farklı bir şeyler vardı.
Hemen ellerindeki poşetlere uzanıp aldım ve yavaş yavaş merdivenlerden eve çıktık. Aysar da bir yandan teselli edip yaralara ve morluklara göz atıyordu. Eve girdiğimiz an ablamda lafa girdi." Tamam Aysar çok önemli bir şey değil. Ben şimdi gider duş alırım temizlenir yaralar. Ama tabii siz de bu sürede boş boş oturmak yok gidip kahvaltı hazırlayın. Ben duştan çıkmış olduğumda kahvaltı hazır olmuş olsun.
Sözlerini bitirir bitirmez merdivenlere üst kata doğru yöneldi. Ben ise poşetleri mutfaktaki masaya koyarken Aysar sessizliğini bozdu. "Tamam artık. Bak bir şey olmamış, gayet iyi. Asma artık yüzünü sende. Hem İyi olmasa hemen böyle direktif vermezdi. "ablamın sesini taklit ederek " Homon kahvoltoyo hazorlayon! " kıkırdayarak yüzüne bakındım.
Çok beklemeden işe koyulduk. Yaklaşık 1 saat sonra kahvaltı masası tam takır hazır olmuştu. Aysar çayları dökerken ben de ablama haber vermek için üst kata yöneldim. Odasının önüne geldiğinde, kapısının ardından tanıdık melodiler duyunca duraksadım. Yaptığım yanlış olsa da kulağımı kabarttım. Küçüklüğümde duyduğum tanıdık melodiler benziyordu. Babamla, annemin kullandığı tuşlu telefonun tuş sesleriydi, nerede olsa tanırdım. Çünkü o telefonda Snake oyunu oynamayı severdim ama bu çok tuhaftı. Çünkü artık günümüzde yani en azından ailemizde tuşlu telefon kullanan kalmamıştı.
Melodilerin sesi kesilince kapıyı tıklattım. "Abla kahvaltı hazır!" Saniyeler sonra kapı açıldı. "Tamam hadi gidelim! Çok acıktım." Tabii ki merakıma yenik düşüp " Abla tuşlu telefon mu kullanmaya başladın. Tuşlu telefonun tuş seslerini duydum gibi geldi bana." Omzunun üzerinden odaya bakındım. Bu sorduğum soru ise ona garip gelmişti. Sanki biraz da çekinmiş gibiydi ama çabucak toparlanıp gülümsedi. "Yok canım ne tuşlu telefonu. Ben Reels izliyordum da telefondan. Videoda ise tuşlu telefon vardı. Onun sesini duydun sen." Sözlerini bitirdikten sonra yolda karşılaştığımız anda ki aynı hissiyatı yine hissetmiştim. Gittikçe paronayak oluyordum yada bugün iyi tarafımdan kalkmamış herşeye şüpheyle yaklaşıyor olmuştum. Belki de ben babam ile tartışmamızın, ablam ise ailemizin uzağa gitmesinin stresini yaşıyorduk.
Gereksiz kuruntularımdan arınarak söze girdim. "Hımm ondan yani. Snake diye bir oyun vardı. Hatırlıyor musun? Ne oynardık seninle." Laflaşa laflaşa mutfağa yol aldık.
Kahvaltı yaptıktan sonra günün ilerleyen saatlerde eğlenceli vakitler geçirdik. Daha doğrusu Aysar ve ben.. Ablam fazlasıyla sessiz ve durgundu. Normalde bir durum olduğunda çabuk toparlanır, neşe saçardı çevreye. Bu defa öyle olmadı. Sanırım yılan onu fazlasıyla korkutmuştu. Hatta gariptir ki Aysar masaya bardağı sertçe koyduktan sonra irkilip yerinden zıplamıştı. Daha sonra gece yataklara dağılırken belki ona iyi gelir diye beraber uyumayı teklif etmiştim. Zoraki gülümseyerek nazikçe reddetmişti.
Yatağıma yerleşmiş karamsar düşüncelerle boğuşuyordum. Çünkü gün içerisinde bizimkilerle sürekli araşıp durduk en son akşam 10.00'da tekrar aradık. Ama bu defa kısa sürmüştü konuşma. Gerçi sürekli konuşma arasında 'dağların eteklerinden geçiyoruz telefon kesilebilir' diyorlardı. En son ki telefon görüşmesinde ise bir anda kesilmişti. Tekrar geri aradığımızda kimseye ulaşamamıştık. Bu durumu bir çok kez konuşmamıza rağmen ilk defa yaşamıştık aslında ama sonra fazla karamsar olduğumu düşünüp gereksiz düşüncelerden sıyrılmaya çalışıp uykuya daldım.
29 Haziran Saat 03.00
Yatağımdan sıçrayarak uyandım. Uyku mahmuru gördüğüm kabusu hatırlamaya çalıştım lakin çoktan unutmuştum. Oturur vaziyete gelip gece lambasını açtım. Dilim damağım kurumuştu. Komidinin üzerinde ki sürahide su kalmadığını farkedince bütün hayalkırıklığım ile yataktan çıktım. Odanın kapısını açtığımda estiğini farkettim. 'Kızlardan biri bir yeri açık bırakmış ki cereyan yapıyor' diye geçirdim içimden.
Merdivenlerden indiğimde karşılaştığım manzara ile şok olmuştum. Çünkü gecenin köründe dış kapı ağzına kadar açıktı. Zihnime düşen kötü senaryolar ile refleks olarak duvara dayalı süpürgenin sopasını kavrayarak elime aldım. Adeta savaşa hazır vaziyetteydim.
Yavaş yavaş kapıya doğru ilerlerken kalp atışlarımın sesini kulaklarımda duyabiliyordum. Ayın ışığı avlunun bir kısmını aydınlatırken sıkı sıkıya süpürgenin sopanın sapını kavradım. Yavaş ve emin adımlarla ilerlerken kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Ta ki adım seslerini duyunca korkudan duraksadım. Geri doğru mu kaçsam yada öne doğru kapıyı mı örtsem diye düşünürken çivi gibi yere çakılmıştım. Saniyeler sonra ay ışığı ablamın yüzünü aydınlatınca derin bir nefes aldım.
"Abla, gecenin bu vakti kafayı mı yedin?" Eve girip holün ışıklarını yaktı. "Ne oldu? Niye kalktın?" Bir of çekip elimde ki sopayı duvarın dibine fırlattım."Ay susadım çünkü. Sen bana cevap ver! Karanlıkta ne yapıyorsun, ışıkları da yakmıyorsun? Hırsız girdi sandım. " Ablam gözlerini devirerek buzdolabına yöneldi. "Saçmalama! Sıcakladım, serinlemeye çıktım." Beni tiye almasına sinirlenerek "Asıl sen saçmalama.! Balkona falan çık, dağ başı burası, gecenin körü açma kapıları.!" Ben ani çıkışınca suratı asılmıştı. "Haklısın düşüncesizlik ettim. Hadi git yat, kilitlerim kapıları sıkı sıkıya."
Su içtikten sonra yatak odama doğru yol aldım. Huzursuz dakikaları atlattıktan sonra yatakta kıpırdandım. Ablamın düne göre keyfi yerinde gibiydi. Bu beni biraz rahatlamıştı. Hatta karanlıktan bile korkmuyordu ki ablamı bildim bileli karanlıktan hep korkardı. En azından bu olumlu düşünceler beni gülümsetmişti. Çok geçmeden tekrardan uykunun kollarına bıraktım kendimi.
Sabah uyandığımda alt kattan tabak çanak ve müzik sesleri duyuluyordu. Galiba bu sabah benim gibi herkes keyfi yerinde uyanmıştı. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra aşağıya mutfağa indim.
"Hayret Aysar nasıl bu saate uyandı?" Bana dönüp gözlerini devirdi. "Hıı çok hayret verici bir şey." diyerek beni tiye aldı. Ablam gülümseyerek "Günaydın uyuyan güzel." bir yandan da kızartma tavasında bir şeyler karıştırıyordu. Düne göre keyfi gayet yerindeydi. Anlaşılan bugün keyifli geçecekti.
Biz kahvaltı hazırlarken dakikalar sonra müzik yarıda kesildi. Çünkü ablama arama gelmişti. "Şimdi elim yağlı, aramayı başlatıp hoparlöre alsana." Telefonu elime aldığımda numaranın kayıtlı olmadığını farkettim. Vakit kaybetmeden aramayı başlattım.
"Alo."
"İyi günler! İclal Avcı ile mi görüşüyorum.?"
"Evet, buyrun benim." Telefonda ki kadın sesi beklediği cevabı aldıktan sonra duraksadı. Sanki söyleyeceği şeyleri tartıyor, doğru kelimeleri bulmaya çalışıyor gibiydi.
"Üzgünüm İclal hanım. Sizlere iyi haber veremeyeceğim. Üzülerek söylüyorum ki dün gece ailenizinde içinde bulunduğu otobüs trafik kazası geçirdi. Malesef ki sağ çıkan olmadı."
Dehşetle birbirimize baktık. İçimden bir ses bunun bir eşek şakası olması için dua ediyordu. Biz şokla beraber tek bir kelime dahi edemezken kadın sözlerine devam etti.
" Başınız Sağ Olsun. "
|
0% |