22. Bölüm

20. Kırılma Noktası

sema turan
sematurann

 

Travma, insan zihninin en derin katmanlarına işleyen görünmez bir yaradır.

Beden iyileşse bile, hafızanın iç karanlığında saklanan görüntüler canlılığını korur.

Bazı insanlar bu yükü taşımak için zihinsel bir bölünme geliştirir; bir parça hayatta kalmaya çalışırken, diğer parça acının ağırlığını sessizce depolar.

 

Bu kopuş anında zaman bulanıklaşır, mekân silinir ve kişi kendi yaşamının seyircisine dönüşür.

Travmanın asıl gücü, yaşandığı anda değil, yıllar sonra bile gerçeği şekillendirebilmesindedir.

Ve bazen, bir ses, bir koku ya da bir gölge… geçmişte unutulduğu sanılan her şeyi yeniden uyandırmaya yeter.

 

Geçmişinin izleri bilinçaltından gün yüzüne çıkarken İclal'i nasıl bir tehlike bekliyordu ?

 

 

İclal...

 

Hissettiğim acı tarif edilemez derecede şiddetliydi. Aslında acım, bedensel değil psikolojikti.. Ayakta zor duruyor, sendeliyordum. Düşmemek için lavabonun kenarlarına güç bela tutundum. Yanaklarımdan yaşlar süzülüyor ardı sıra gelmiyordu.

 

Musluğun bataryasını çevirdiğim an yüzüme sıçrayan soğuk su damlacıkları irkilmeme sebep olmuştu. Vücudumu saran ateşin sıcaklığı ve uyuşukluğu algımı zayıflatıyordu. İçim... İçim yanıyordu sanki...

 

Ellerimi akan suyun altına tuttuğumda vücudumun titremesine engel olamamıştım. Yıkadıkça akan kanı farkettiğimde bulanık gören gözlerimi bir kaç defa kırptım.

 

Neden?

 

Ellerimde ki eklemlerde çürükler oluşmuştu sebebi neydi ki ? Nedenini anlamaya çalışırken aynada kendimle yüz yüze geldiğim an korkudan bir kaç adım geriye sıçradım istemsizce..

 

Ortaokul önlüğüm... parçalanmış..

 

Saçlarım... onlar... Gelişi güzel kesilmiş, parça pirçik edilmişti.

 

Hali hazırda akan göz yaşlarıma hıçkırıklarımda dahil olmuştu.Hissettiğim tarif edilemez acıya aşşağılanmışlık duygusuda eklenmişti.

 

Şakaklarıma giren ağrı istemsizce gözlerimi yummama sebep olmuştu.

 

Karanlık...

 

Uçsuz bucaksız karanlığı yaran fotoğraf kareleri zihnime hücum ederken şakaklarımda ki ağrı giderek arttı.

 

Kızlı erkekli bir grup kollarımdan, bacaklarımdan tutarak beni okulun bodrumunda ki depoya taşıyorlardı. Haykırışlarım koridorların duvarlarına çarpıyor yinede fayda etmiyordu.

 

Beni tahta bir sandalyeye oturttular. Grubun şeytani akıl vereni karşıma geçip tiksinircesine bakındı. "Kes bağırmayı! Başımı şişirdin.." Sözlerini bitirir bitirmez yanağımda hissettiğim tokadın acısı ister istemez duraksamama sebep olmuştu.

 

"Sen kendini ne zannediyorsun?" Çenemden tutup sertçe sarstı. "Ödevlerimi yap diyorsam.. Yapacaksın! Eğer arkadaşlarımda benim ödevlerimide yap diyorsa.. Yapacaksın!"

 

Eli yeniden çenemi kavradığında, "Eğer dediklerimizi yapmazsan... O senin uzun, güzel kirpiklerini kökünden yakarım!"

 

Yanında ki erkek çocuğundan çakmağını vermesini istedi. Eline alır almaz yakarak yüzümü yakalaştırdı. Kaçmaya çalıştıkça çevremde ki eller oturduğum yere sabitliyordu. Çakmağın alevi yaklaştıkça kahkahalar artıyor...

 

Neredeyse yüzün yanmak üzereydi. Çaresizce yüzüme yaklaşan aleve tükürdüm. Tükürüğüm kızın yüzüne gelmişti..

 

"Iyyy!" diyerek geriye sıçradı.

 

Çevremizdekiler artık benim durumuma değil, kızın yüzüne sıçrayan tüküreğe de gülüyorlardı. Tabii zorba, her yerde herkese zorbaydı.

 

Kız rencide oldupu için fazlasıyla öfkelenmişti. Ama öfkesini çevresindekilere yönlendireceğine nefret dolu gözlerimi bana dikti. Önlüğünün iç cebinden siyah kollu bir makası çıkartıp şeytani gülümsemeyle bana bakındı.

 

İçten içe yükselen panik dalgası ile korkuyla yalvarmaya başlamıştım bile. Ne karşımda ki kız ne de çevremde ki empati yoksunları yalvaran, yardım dileyen bir kızı işitirdi ki.. Sanki gürültüden ibaret paçvradan başka bir şey değildim.

 

Arkamda yüzünü görmediğim çocuk örgümi yonarcasına açmaya başladı. Haykırışlarım artık çığlıklara dönmüştü. Çünkü bu depodakilerden değil yoldan geçen birileri için belki duyarlar diye ümit ediyordum.

 

Saçlarıma ilk makas darbesi vurulduğunda sanki içimde bir şey uyandı. Yabancı bir şey... Tanıdık bir his değildi bu... Yabancı ama bir o kadar da korkutucuydu...

 

Çaresizliğim... Korkularım... Öfkem... Nefretim... O şey, bütün olumsuz duygularımdan besleniyordu adeta. Büyüdükçe büyüyor... Kontrol edilmesi güçleşiyor... Çıkmak için doğru zamanı kolluyordu.

 

İşte şimdi... Zayıf anım.. O şey için tam bir fırsattı, benim içinse reddemiyeceğim bir kaçış noktası.

 

O şey... Benim.. Karanlığımdı...

 

Saçıma vurulan her makas darbesinde içimde ki karanlık büyüyor... Vahşi bir hayvan gibi açığa çıkmak için kafesinde kükrüyodu adeta. Daha fazla kayıtsız kalamadım ve uzanıp o kafesin kilidini açtım. Karanlığı... İçimde ki kontrol edemediğim karanlığımı... En sonunda serbest bıraktım.

 

Sağ kolumu tutan eli vahşi bir köpek gibi ısırdım. Ağzımın içerisinde hissettiğim demir benzeri bir tat daha da kontrolden çıkmama sebep olmuştu. Hengamenin içerisinde gözüme takılan tükenmez kalemi farkettiğım an boşta kalan elimle önlüğün iç çebine hızla uzandım. Avuçlarımın arasında hossettiğim buz gibi kalemi diğer kolumu tutan ele suratle savurdum. Özgürüm. Buna özgürlük denilebilirse...

 

Bana savrulan makası tutan eli havada kavradığım an çevremde ki yüzlerde şaşkınlığın ve yükselen öfkenin demlerini görebiliyordum. Durmadılar... Durmaya niyetleri yoktu. Hepsi bir anda üzerime gelmeye başlamıştı bile.

 

Yumruklarım ve elimde ki savurduğum kalem hangi bedenlerle temas ettiğini idrak edemez haldeydim. En sonunda artık kalem birinin bedenine saplandığı an ellerimin arasından kayıp gitmişti.

Yere düşen bedenler kıvranıp duruyor, çığlıklar atıyordu ama benim kulaklarım sağır olmuştu sanki hiçbir şey duymuyordum. Sanki ben ben değil bir başkasıydı... Bense olanlara karşı seyirciydim sadece.

 

Kısa zamanda sarfettiğim efor ve adrenalinden olsa gerek duraksadığım an nefes nefese kalmıştım. Ne kadar süre mücadele ettim hatırlamıyorum. Ama gözlerime takılan kırılmış ahşap sandelyeyi gördüğün an çoktan olayın ağırlığı üzerime çökmüştü. Hepsi korkuyla bana bakıyor, çığlıklar atamaya devam ediyordu...

 

Deponun kapısı hızla açıldığında bir ışık hüzmesi çehreme düştü. Kamaşan gözlerime kolumu siper ederken gözlerim karanlıkta kalmıştı. Kolumu indirirken karşılaştığım bomboş karanlık beni ürkütmüştü.

 

Yerde kıvranan bedenler... Depo... Güvenlik görevlisi... Hepsi yok olmuştu... Boşluk... Sadece ben... ve üzerime düşen bir ışık hüzmesi...

 

Herkes nereye kaybolmuştu?

 

Sıkıca gözlerimi yumdum. Tekrar açmaya cesaret edemiyordum. Karşılaşacağım boşluk beni ürkütüyordu. Uçsuz bucaksız karanlık...

 

Göz kapaklarının üzerinde hissettiğim sıcaklık istemsizce kıpırdanmama sebep olmuştu. Hissettiğim sıcaklık parmak uçlarından ibaret olduğunu anladım an vücudumda adrenalinin ateşi yeniden yükselirken ellerim çoktan karşı atağa geçmişti bile. Kulaklarıma dolan yabancı sesler artarken korkudan yumduğum gözlerimin üzerinden kiağırlığı hafifleterek yavaşça açtım.

 

Ellerim yabancı bir kadının boğazına sarılmış refleksif bir şekilde baskıyı giderek attırıyordum. Sağımda yabancı bir adam solumda Karan belirdiği an bilincim artık gerçekliği idrak etmeye başlamıştı.

 

Panikle ellerimi çekip gerisin geri yatağın başlığına süründüm. Burası neresi? Neredeydim ben?

 

Karan, "Psikopat mıdır nedir ?" diye söylenerek yataktan doğruldu.

 

Karşımda ki kadın az önceki yaşananı görmezden gelerek profesyonel bir şekilde, "Sorun değil... Güvendesiniz.. Lütfen izin verin başınızda ki dikişlere bir göz atayım."

 

Dikişler mi? Geri kazandığım bilinçle bedenimde ki hissiyatta geri gelmişti. Başımda hissettiğim ağrıyla elimi kafamın gerisini uzattım. Kafamın gerisinde ki küçük bir bölüm tıraşlanmıştı. İçimde yükselen panik dalgası ile çevreme bakınıp durdum. Yatağın hemen sağ tarafındaki komidinin üzerinde kesilmiş bir tutam saçı gördüğüm an yerimden sıçradım.

 

"Saçlarımı mı kestiniz?"

Kadın, "Çok az bir kısmını kestim. Tarayıp salık bırakınca hatta yukarıdan toplandığında hiç fark edilmeyecek bile.."

 

Elleriyle saçlarımı düzeltip kafamın gerisini yoklamamı istedi. Bir yandan da çantasından çantasından çıkardığı aynayla bakmamı sağladı. Gerçekten de dediği gibi hiç farkedilmiyordu.

 

Kadının yumuşak iletişimi beni fazlasıyla rahatlamıştı. Başımda ki dikişleri kontrol etti bir süre. Yanında ki adamda kolumda bitmek üzere olan seruma bakınıyordu.

 

Dakikalar sonra kadın yeniden söze girdi. "Çekilen tomografi de herhangi bir iç kanamaya rastlamadım. Dikişlerde gayet iyi durumda." Küçük bir eczane poşetini komidinin hemen üzerine bıraktı. " Günde bir defa bandaj değişilmeli. Şu bir kaç gün içerisinde su temas etmesin. Duş aldığınız sırada da sabun veya benzeri kimsayal bir değmemsine özen gösterin. 1 hafta sonra kliniğime gelin dikişler alınmalımı bir göz atarım.." Durup nefeslendi. "Tekrar geçmiş olsun." Nazikçe teşekkür ettim.

 

Karan onları geçirirken bende merakla etrafı inceleme başladım. Yatak odası olabildiğince vintage şekilde dekore edilmişti. Özellikle tavandan yatağa doğru sarkmış tül beni 70lere götürmüştü. Saat kaçtı? Ben ne kadar süre baygın kalmıştım?

 

Gözlerim pencereyi bulduğunda merakla yerimden doğruldum. Cama dayanan ağaç dalları dışarıyı görmemi engelliyordu. Pencerenin pervazına dayandığımda ağaç dallarını arasında ki batmakta ya da doğmakta olan güneşi gördüğüm an merakla odaya döndüm. Belki bir saat...belkide hangi gün olduğunu öğrenirdim... Çantam nereydi benim? Ne kadarda çok soru sormuştum. Herşey kontrolümün dışındaydı. Tanıdık hissiyat tekrar bedenimi sarıp sarmaladı. Stres... Kızlar...

 

Odanın hemen girişinde Karan belirdi. "Ayaklanmışsın..." Yüzünde ki memnuniyetsiz ifade aynı zamanda meraklıydı.

 

"Kendine geldiğine göre herşeyi en başından anlatmaya ne dersin?" dedi keskin bir dille.

 

"Telefonum... Çantam nerede? Onları bana geri verirsen anlatırım."

 

"Hayır!" diyerek diretti. "Önce anlat sonra.."

 

"Sıkıcısın..." dedim tiye alarak.

 

" Hanımefendi sakın beni küçümsemeye cürret etme! Şuan kendimi zor tutuyorum."

 

"Peki... Öyle olsun. Ne öğrenmek istiyorsun?"

 

"Kime çalışıyorsun?" diye sordu merakla.

 

"Hiç kimseye..."

 

"Ne yani boyundan büyük işlere karışmaya cürret edebiliyorsun. Küçük hanıma bak! Ne kadarda cesur..." küçümseyici tavrı sinir bozucuydu.

 

"Bana isim ver!" sesi giderek yükseliyordu.

 

"Söyledim ya sana ben hiçkimseye hizmet etmiyorum."

 

Sinirden gülmeye başlamıştı. "Benimle dalga mı geçiyorsun? Hiçkimseye hizmet etmiyorsan asıl patron sensin demek ki!"

 

"Hayır...!" dedim yumuşak ve sakin bir dille.

 

"Bana bak yoksa sen polise mi çalışıyorsun?" üzerime yürüyerek.

 

"O kadar gözünde büyütme. Ben sadece sıradan biriyim... Hiçbir özelliğim yok. Hem seni zeka küpü bir polis kolay kolay birini öldürebilir mi sence? Hani kanunlar.. Hani kurallar..?"

 

"Neden peki?" diye sordu kısık sesle. "Neden!" diyerek haykırdı. "Neden işlerime taş koyuyorsun..."

 

"Herşey seninle ilgili değil... Dünya senin etrafında dönmüyor Karan Bey..."

 

Bir kaç adım atarak bende kendisine yaklaştım... Aramızda artık çok az bir mesafe vardı.

 

"Neden...?" diyerek fısıldadım.

 

"Çünkü... Senin şu getir götürünü yapan adam vardı ya? Adı neydi...? Hehh Ayakçı..."

 

"Henüz koltuğunu doldurduğum adamı sen bir kaç hafta önce öldürmüştün. Çünkü artık onu kontrol edemiyordun. İşe yeni başladığım dönemdi. Sıra bana gelmişti...Beni izliyor ve dinliyordun. Hakkımda bir şeyler öğrenmeye çalışıyordun. "

 

Sinirle soluklandım. "En sonunda senin adamın benim kız kardeşime yanaştı. Elleri onun üzerindeydi... Maksat fotoğraf çekilmek değil, beni ileride köşeye sıkıştırmaktı. "

 

"Çok büyük bir hataydı... Kız kardeşimi karıştırmamalıydın.."

 

Karan, "Aybars bunun neresindeyi peki? Haberi var mıydı? Yoksa onunla iş tutuyordunuz sonra ters mi düştünüz?"

 

"Hayır be...! Ben o zekasızla neden işbirliği yapayım ki?" Tiksinçle değişen yüz ifademe engel olamamıştım.

 

"Peki onca bilgiyi nerden öğrendin?"diye sordu merakla.

 

" Aybars'ı hallettikten sonra dizüstü bilgisayarında ki ve telefondaki verileri kopyaladım. "

 

İnanamayarak,"Ne! Bu mümkün değil!"

 

"Bu ülkede siber suçlarla mücadele hâlâ gelişmiş değil. Sisteme girmem çok sürmedi.."

 

Şaşkınlıkla gözleri büyüdü. Hâlâ anlamaz bakışlarını sürdürdü.

 

"Karan... Sistemdeyim.. Herşeyi görüyorum. İsterseniz iletişim kurduğunuz noktalarda ki sevkiyatları değiştirin... Hepsinden haberdar olurum."

 

"Yani diyeceğim şu ki... Bana ve kız kardeşlerime bir şey olursa... Bu sistemi ve içindeki herkesi halka ifşa ederim."

 

"Ne istiyorsun?" diye sordu. Artık kabullenmiş gibiydi..

 

"Jürileri..."

 

"Ne! Ne demek bu?" şaşkınlıktan sesi yükselmişti.

 

"Bu kadar yeter...! Geri kalanı sonra. Karan Bey artık istediklerimi alabilir miyim?"

 

"Bir şey diyim mi? Sen gerçekten delisin...! Aklını kaçırmışsın..."

 

"Beni takip et!"

 

Merdivenlerden inerek oturma salonuna geldik. Şomine kütür kütür yanıyordu. Bu ev dağ evinden pek farksız değildi.

 

"Neredeyiz biz? Ve ben ne kadardır baygınım?" diye sordum merakla.

 

" 10 - 15 saattir falan baygınsın." Eliyle koltuğun üzerinde ki kol çantamı işaret etti.

 

Hemen giderek çantanın içerisine bakındım. Herşey karma karışıktı. Telefonumu ellerimin arasına aldığımda karşılaştığım manzara karşısında sinirle Karan'a bakındım.

" Karan Bey, izinsiz başkasının eşyalarına dokunamazsın."

 

"Aaa öyle mi anneciğim? Bir dahakine yapmam öyleyse..." tiye alarak sırıttı.

 

"Çantamda ne bulmayı bekliyorsan..." diyerek nefes verdim.

 

O kadar çok yanlış şifre girmişti ki son bir hak kalmıştı. Doğru şifreyi girdiğimde merakla arama varmı diye bakındım. Daha sabahın körüydü. Muhtemelen kızlar daha uyanmamıştı. Merak etmemeleri için Zümra 'ya kısa bir mesaj attım.

 

Koltuğun hemen dibinde ki siyah çöp poşetini gördüğüm an merakla düğününü gevletip içerisine bakındım. Siyah elbisem ve topuklu ayakkabım içerisindeydi. Panikle üzerime bakındım. Kareli bir pijama giyinmiştim.

 

"Kıyafetlerimi sen mi değiştirdin?"

 

Cevap vermeyip öylece sırıttı. Bir yandan da yaktığı tütünü dudaklarının arasına yerleştirdi.

 

"Sana bir soru sordum.!"

 

"Hayır! Klinikteki bir hemşire değiştirdi. Benim mi değiştirmemi isterdin?" diye tiksinç bir soru sordu. Dalga geçer bir hali vardı.

 

"Peki kliniktekiler güvenilir mi? "

 

"Vurulduğumda genelde oraya giderim.."

 

"İyi bari..." diyerek poşetin içinde ki kemikten yapılma bıçağı çantamın içerisine koydum. Tekrar poşetin içerisine bakındım. Elbiseme ölen adamın kanları bulaşmıştı epeyce. Geri poşete bırakıp daha geçen gün aldığım kırmızı stilettolara bakındım. Çok beğenerek almıştım. İstemsizce sırıttım.

 

Ayakkabılardan gözlerimi alıp Karan'a bakındım,beni izliyordu sanki bir deliye bakar gibi bir tavrı vardı. Yerinden doğrulup elimde ki ayakkabıları kapıp poşetin içerisine geri koydu ve ardından çöp poşetini şöminenin içerisine bıraktı. Şömine de ki alev yükselirken ağzım açık kalmış şaşkınlıktan Karan'a bakıyordum.

 

"Ayakkabılarımı neden attın?En sevdiğim..."

 

"Paran yok mu yenisini alırsın.!" Diyerek lafımı kesti. Tekrar koltuğa yerleşti.

 

"Sen ne anlarsın ki zaten..."

 

Ağlamaklı bir şekilde gülerek elleriyle yüzünü sıvazladı. "İnanamıyorum bir deliye çattım!"

 

"Acıktım ben... Yemek var mı?" diye sordum merakla.

 

Karan'ın sinirleri bozulmuştu artık. Tütünü içine çekerek boydan boya uzanan camdan dışarıya manzaraya bakındı.

 

"Gerçekten inanılmaz acıktım."

"Birazdan kasabaya ineriz." dedi boşvermiş bir şekilde.

 

"İnmek zorunda mıyız? Adamların falan getirse olmaz mı?" diye sordum.

 

"Ne adamı? Şehir dışındayız ve sadece ikimiz buradayız."

 

"Ya... Peki üzerime giyeneceğim bir şey var mı? Bu pijamalarla inemem."

 

Artık bana tahammül edemiyordu. Yerinden doğrulup, "Arabayı çalıştıracağım. Portmantoda uzun bir palto var giyin gel!"

 

"Emredersin..!" dedim muzip bir dille. O gözden kaybolurken gülümsememe engel olamamıştım.

 

Üzerimden koca bir yük kalkmış gibiydi sanki. Artık onun yanında rol yapmak zorunda değildim. Artık üst ve alt ilişkide yoktu. Onunka istediğim kadar uğraşabilirdim.

 

Öğlene kadar kasabada karnımızı doyurmuş, üzerime giyinmek için bir kaç şey almıştık. Bu sırada bende gereksiz şımarıklık yapmış tahammül seviyesini zorlamıştım.

 

Kasabada bir çok insan Karan'ı tanıyor ve hürmet ediyordu. Bana her defasında 'yenge' diyerek hitap ediyorlardı. Her me kadar tiksinsemde ne o ne ben bu durumu bozmamıştık.

 

Henüz öğleni geçtiğinde çiftliğe geri döndük. Bir kaç yabancı araba malikanenin önünde dizilmişti. Merakla Karan'a döndüm. "Kim onlar?"

 

"Adamlarım... Sen eve geç..!"

 

"Ne oluyor? Neden beni uzaklaştırmaya çalışıyorsun.."

 

"Bana bak küçük hanım! Elinde bazı şeyler var diye her dediğini yapacak değilim."

 

"Benimle düzgün konuş!" dedim sinirle.

 

"Seninle ilgili bir durum değil! Eve geç aldığım kıyafetleri falan dene.. Ayak altında durma.!"

 

"Dün bana yaptığın eskort muamelesini unutmuş değilim. Bunu bedelini ödeyeceksin!" diyerek sinirle inip arabanın kapaısnı çarptım.

 

"Yavaş!" diyerek haykırdı.

 

Eve geldiğimde aldığım kıyafetleri denemek üzereyken çalan telefonumla birlikte kıyafetleri yatağın üzerine bıraktım.

 

Arayan Aysardı... Bir sorun var! Aysar ölse beni aramazdı. Panik dalgası bedenimi ele geçirirken aramayı kabul ettim.

 

"Efendim Aysar..."

 

"Abla..." fısıldıyordu...Ses tonunda çaresizlik vardı.

"Zümra'yı etüte bırakıp alışveriş yapmak için bir avmye gittim."

 

" Ne oldu?" diye sordum panikle.

 

"Avmden sonra bir kafeye geldim arkadaşımla buluşmak için... Sanırım biri beni takip ediyor..."

 

Azat'ın nefesi ensemde yerini bulduğunda artık herşey bende çıkmıştı.

 

" Sankin ol ve odaklan! Ne kadar süredir takip ediliyorsun.? Evi ve Zümra'yı biliyorlar mı? "

 

" Çarşıda takip etmeye başladı galiba... "

 

" Araba yakınlarda mı? "

 

" Avm'nin otoparkında bıraktım. Çok korkuyorum... "Dedi ağlamaklı bir şekilde.

 

" Bana adamın fotoğrafını at selfie çekinir gibi.. "Dakikalar içerisinde adamın çehresi telefonumdaydı.

 

"Kalabalıktan ayrılma! Ve en yakın karakola doğru git!

 

" Tamam... "Dedi sesi titreyerek.

 

" Yola çıkıyorum ama hemen yanında olamayabilirim. "

 

" Lütfen telefonu kapatma benimle kal! "artık ağlamaya başlamıştı.

 

" Özür dilerim! "dedim pişmanlığın verdiği hissiyatla. Kızları yalnız bırakmalıydım.

 

" Lütfen çabuk gel! Çok korkuyorum. "

 

Ben üzerimi giyinirken. Telefondan asfaltın çığlık sesleri yükselirken bir yandan da Aysar'ın haykırışları eşlik etti.

 

" Ne oldu? "

 

" Aysar.... "

 

Ses yok... Aramayı bitmişti... Pes etmeyerek tekrar geri aradım. Açmadı... Tekrar ve tekrar... En sonunda 'aradığınız numaraya ulaşılamıyor' Sesini duyana dek...

 

Kimdi onlar?

 

Kim buna cürret edebilirdi?

 

Karan?

 

Yoksa ailemi öldüren adamlar miydi?

 

Gözümden sakındığım , hayatımı adadığım , canımdan çok sevdiğim kişiye el uzatmışlardı.

 

"Hazır mısın?" dedi Azat şeytani bir sesle..

 

"Aylar önce yaşadığın acıyı tekrar tatmaya..."

 

"Yapabileceğin hiçbir şey yok..."

 

"Ellerinden kayıp gitti..."

 

"Sırada kız kardeşin var."

 

Azat konuştukça nefes alamıyor, gözlerim kararıyordu.

 

"Onunla vedalaşamadın bile..."

 

"Ne üzücü..."

Bölüm : 07.12.2025 22:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...