

Ahlaki eşik, insanın “yanlış” olduğunu bildiği bir davranışı, artık yanlış olarak algılamadığı noktadır.
Bu eşik geçildiğinde vicdan susmaz; sadece yön değiştirir. Kişi kendini suçlu hissetmez, kendini zorunlu hisseder.
İclal için ahlak, kurallarla değil sonuçlarla ölçülür hâle gelmiştir. Hayatta kalanın haklı, koruyanın masum olduğuna inanır.
Bu noktadan sonra iyilik, kan dökmeden mümkün değildir.
İclal...
Çevremde ki sesler koridorların duvarına çarpıyor ve giderek yükseliyordu. Bense en ufak ses dahi çıkarmaktan korkuyordum. İyice sesszileştim. Öyle ki nefes alışverişlerim duyulmasın diye havayı içime çekemez olmuştum. Ama kalp atış seslerim kulaklarımı sağır eden cinstendi. Panik hali istemsiz ortaokul eteğimin pilelerini yumruklarımın arasında buruşturdum.
O an babamın sesi doldu kulaklarıma, "Ne biçim insanlarsınız? Çocuklarınız gibi sizde zorbasınız!"
Ölesiye dövdüğüm çocukların aileleri ve benim ailem olayın hemen ardından okula gelmişlerdi. Tartışma okul müdürünün odasından taşmış koridorda devam ediyordu.
Babamın sözleri biter bitmez ardından yabancı bir kadın." Zorba diyene bak... Çocukların deşilmedik yeri, kırılamadık kemikleri kalmadı. Neyden bahsediyorsun sen!"
Babam sabırla cebindeki telefonu çıkartıp galerisnden bir video oynattı. "Sizin çocuklarınız, kızıma zorbalık yaparak görüntülerini çekip internette yayınlamışlar. Anlayacağın o ki sütten çıkmış ak kaşık değiller.!
Kadın avazı çıktığı kadar bağırarak:
" Adı üstü çocuk bunlar! Gerçi senin ki nasıl çocuksa..? Karanlık Külübede mi besledin bu vahşi bir canavarı? "
Babamın hal ve tavırlarından anlaşılacağı üzere artık kendine hakim olamıyordu. Annem bunun farkında olarak kadın ve babamın önünde adeta bir kalkan oldu.
" Haddini bil kadın! Benim kızım ne vahşi ne canavar... "
Kadının kocası müdahil olurken ortamda ki gerginlik dahada büyümüştü," Gayette öyle! Şimdiden tımarhaneye yatır. Şikayetçi olacağım sizden. Sürüm sürüm sürüneceksiniz mahkemelerde..."
Babamın sabrı taşımıştı artık adamın üzerine yürürken güvenlik görevlileri son anda müdahele etmişti.
Küçücük bedenime çöken suçluluk duygusunun ağırlığı altında eziliyordum adeta. Küçüldükçe küçülmek bir nevi yok olmak istiyorum. Ne ortamı terkedebiliyorum ne de kaskatı kesilen vücudumu hareket ettirebiliyordum.
İki el kulaklarımın üzerinden baskı yaparken sıcaklığın verdiği rahatlamayla başımı kaldırıp yukarı bakındım. Dedem... Koridordaki tartışma daha da alevlenirken beni kucağına alarak ortamdan uzaklaştırdı. Okulun dış çephesine çıktığımızda beni yavaşça yere bıraktı. Neredeyse dizlerinin üstüne çökerek benimle göz göze geldi. Avuç içi yanaklarımı okşarken gülümseyerek yüzüme bakındı. Mutluydu sanki... Çocuk aklımla o zaman anlamlandırmamıştım belki ama bir tatmin olmuşluk vardı yüz ifadesinde.
"Aferin...!" dedi dolu dolu.
"Boyun eğmedin... Korkaklık etmedin..."
"Ben..." dedi nefesi kesilerek. "Cesur değildim. Yapmam gerekeni yapamadım." ses tınısıda ki hissettiğim pişmanlık son derece ağırdı.
"Aferin..!"
"Ne olursa olsun boyun eğme! Acıma... Acırsan acınacak hale gelirsin." Duraksayıp anlıma bir öpücük kondurdu. "Bu söylediklerim kulağına küpe olsun.."
Küçücük bedenimde ki stres düzeyi azalırken dedemin kolları arasına gömülmüştüm. Saatlerce kaskatı kalmış kaslarım o an gevşemişti. O anlar günün en rahatlatıcı anı oydu benim için...
Birde...
Beni yaralayan çok başka bir anda vardı. Anemin bir yabancıya bakarmışçasına kınayan tavrı. Soğuk ve uzak... Oldukça yabancı... Sarılmana ihtiyacım vardı anne... Hata ettim, yapmamalıydım... Sana ihtiyacım var anne...! Affet beni...
Zihnimin derinlerinde saklanan, benim bile hatırlamadığım ne çok anım varmış oysa ki... Kim bilir belkide daha hatırlayamadığım birçok anı vardı. Masum zannettiğim çocukluğum karanlık bir çukurdan ibaretmiş meğer.
Ellerimi arasından kayıp düşen telefonu almak için yere çöktüğümde doğrulamak mücadele ettim. Artık dizlerimde güç yoktu. Dedemin kurduğu son sözler zihnimin duvarında öylece asılı kaldı.
Bu zayıf anımı fırsat bilen Azat'ın selüeti hemen yanı başıma yaklaşırken soğuk terler dökmeye başlamıştım bile.
"Kaderine boyun ey...! Mücadele etmek anlamsız." dedi pes etmemi istermişçesine.
Yerden doğrulurken delicesine atan kalbim ve düzene sokmaya çalışan nefes alışverişlerimi görmezden geldim.
"Ben..." dedim zoraki bir şekilde. "O kafesin kilidini çoktan açtım.."
"Serbest kaldı..." duraksadım. Artık geri dönülemez bir yoldaydım.
"Pes etmek için artık çok geç.!"
Kasabadan aldığım daha yeni kapşonluyu sırtıma geçirdim hızla. Telefonumun ekranına göz attığımda Aysar'ı kaçıran adamın çehresi gözlerimin önündeydi. Giderek yükselen öfkem, kontrol edemediğim düzeye ulaşmak üzereydi.
Merdivenlerden evin zemin katına ulaştığımda yerden tavana uzanan camdan dışarıya bakındım. Dışarısı araba kaynıyor. Belli ki bir aksiyon vardı.
DIŞ kapının eşiğinden dışarıya adım attığım an siyah takım elbiseli adamlar bütün dikkatıni bana çevirmişti. Karan'ın adamları her zaman çok yabaniydi. Aralarında yüz siması tanıdık olan şöfore yanaştım.
"Karan nerede?"
Cevap verip vermemek arasında gidip geliyordu. Ama benim cevap beklemeye zamanım yoktu. Başka bir arabaya dayanmış adamın bakışlarına dikkat kesildim. Hemen evin yanında ki garaja bakınıyordu. Aceleyle o tarafa yöneldiğimde arkamdan sesler yükseldi.
" İclal Hanım... Karan Bey önemli bir görüşemede, şuan onunla konuşamazsınız !"
Garaj kapısının önüne geldiğimde biri kolumdan tutarak beni geriye çekti. Alev misali göğsümde yükselen öfke beni çoktan ele geçirmiş, benliğimi kontrol ediyordu.
Beni tutan eli kavrayarak hızla kendime çektim. Dengesi bozulurken kafam adamın burnuna çarpmıştı bile. Bedeni yere olduğu gibi yere serilmişti. Arkamda yükselen sesleri duymazdan gelerek garaj kapısına asıldım.
Karan'ın sırtı dönük bir adamla konuşuyordu. Belinde ki silahı dikkatimi çekti. Karşısında ki adam beni gördüğünde tepki veremeden ben çoktan silahı kapmıştım.
Bir elim Karan'ın boğazına sarılmış bedenini sertçe duvara yasladım. Diğer elim ise silahı anlına dayamıştım bile. Herşey ani bir hızla gerçekleşirken yanımızda ki adam ancak saniyeler sonra tepki vermiş kafamın gerisinde ki soğuk metalin hissiyat yerini bulmuştu.
Ne acayip... Kafama dayanmış bir silah vardı ama içimde korkunun hiçbir zerresi dahi yoktu. Hatta öfke ve adrenalin verdiği ufak bir keyif kıpırtısı vardı.
Karan'ı kükreyiyişi kulaklarıma doldu, "Hey hey hey.. İndir silahını..!" Gözlerini bana değil yanımızda ki adama dikmişti.
Kafamın gerisinde ki metalin baskısı azalırken en sonunda gözlerimiz buluştu. Karan'ın dudakları hafifce yukarı kıvrıldı. Bu durumdan keyif almış gibiydi. "Sakin ol şampiyon!"
"Kuzenimi sen mi kaçırdın?" diye sordum hiddetle.
"Kuzenin kim ki senin?"
Benden öfkeyle karışık kahkaha tufanı yükselirken, "Nerde yaşadığımı, kiminle yaşadığımı, hayatımda ki her detayı biliyorsun. Benimle dalga geçerek kuzenimin kim olduğunu mu soruyorsun?" anlında ki silahın baskısını arttırdım. Gerimizde ki adam panik haliyle yerinde kıpırdanıp durdu.
"Ben buradayım sence nasıl kaçırmış olabilirim?" dedi gözlerini kısarak. "Belli ki geçmişin kirli... Seninle başka problemi olan yapacağını yapmış bile."
"Sen yaptırmadın yani..." dedim sorgulayarak. Karan, olumsuz anlamda başını iki yana sallarken silahı anlında uzaklaştırdım. Boş bakışlarla geriye bir kaç adım attım.
Karan yaptırmadıysa o zaman... Asıl düşmanıma afişe olmuşum demektir. Nerede yaşadığımı bilmese de hangi şehirde yaşadığımı artık biliyordu.
Karan, "Önce bir sakin ol ve neler olduğunu anlat! Sonra gider kuzenini alırız.."
Garajın kapısı gerisin geri açılırken korurmalardan biri telaşlı bir şekilde içeriye girdi. "Abi! Dilsiz ve İnfazcılar burada..."
Karan, bir takım küfür mırıldanırken dehşet içerisinde bana bakındı. Örgüt muhtemelen dün öldürdüğüm adamın izini sürüyordu. Gariptir ki herşey üst üste gelmişti. Daha fazla vakit kaybedemezdim.
"Karan bana bir araba ödünç vermen lazım."
Henüz içeriye girmiş olan koruma, "Şuan gitmeniz mümkün değil! Karşı taraf fazlasıyla kalabalık ve kimsenin çıkmasına izin vermezler."
Karan, "Neden geldiklerini bir öğreneyim. Sonra gideriz."
"Vakit yok!" dedim hiddetle. "Gelmene gerek yok. Kendim hallederim. Sen sadece beni buradan çıkar."
Pes etmişçesine elleriyle yüzünü sıvazladı. Genelde gergin olduğunda böyle yapıyordu. Saniyeler sonra cebinden bir araba anahtarı çıkartıp bana uzattı.
"Çiftliğin gerisinden aşağıya inen bir patika var. Yolun sonunda bir kulübeyle karşılacaksın içerisinde ki arabayı alabilirsin." dedi duraksayarak. Bu durumdan oldukça memnuniyetsizdi. "Benzini yok yalnız... Küçük bidonlardan doldurursun."
Tehdit edercesine parmak sallayarak sözlerine devam etti. "O araba bana babamdan yadigar. En ufak bir çizik dahi görmek istemiyorum üzerinde."
Memnuniyetle sırıttım. Dışarıya çıkan kapıdan ziyada direk garajdan eve giren kapıya yöneldim.
"Silahımı bana geri ver!"
"Neden? Yoksa ruhsatlı mı ?" diye muzip bir dille söylendim.
"Hayır... Değil."
"Öyleyse artık benim silahım."
Kapının koluna asılırken Karan, "Sonrasında burada yaşananların hesabını bana vereceksin."
Bir hışımla geriye dönüp Karan'ın kravatını yakalayarak elime doladım. Onu kendime çektiğimde yüzümüzün arasında ki mesafe fazlasıyla azalmıştı. Gözlerimiz buluştuğunda adeta havada şimşekler çakıyordu.
" Olanlarda seninde payın yok mu sencede? "diye sordum fısıldayarak.
Ona karşı olan zorba tavrım kendisini oldukça keyiflendiriyordu. Dudakları yeniden yukarı kıvrıldı. Sırıtışında küçümseyici veya alay eden bir hissiyat yoktu belki ama oldukça zevk aldığını gösteriyordu. Gözlerini gözlerimden indirip dudaklarıma bakındı bir anlığına. Refleksif bir şekilde elime dolanmış kravatı gevşeterek ondan uzaklaştım. Geriye dönüp kapının eşiğinden geçtiğimde onu arkamda bırakmıştım.
Bahsettiği gibi çiftliğin gerisinde ki patikadan aşağıya koşar adımlarla inmeye başladım. Tamda dediği gibi patikanın bitişinde ağaçların arasında kalmış ahşap bir kulübe dikkatimi çekti. Hafifçe baskı uygularak araba büyüklüğü kadar olan kapıyı gerisin geri açtım. Bir yandanda başıma düşen örümcek ağlarını kendimden uzaklaştırmaya çalışıyorum. Etrafta yayılan küf ve benzin kokusu biraz rahatsız ediciydi. Ama tahammül edelimez düzeyde değildi. Boydan boya örtülü olan arabanın üzerini açtığımda beni 1990-1994 model Mercedes 500 E karşıladı. Gözüme takılan benzin bidonlarını gördüğüm an işe koyuldum. Bir yandan da Ceylan'nın geçen gün verdiği kullan at sim kartını telefonuma yerleştirirdim.
Öncelikle kızların güncel konumlarına göz attım. Zümra'nın konumu sabit, dershanede gözüküyor. Aysar'ın ise şehir merkezinde hareket halindeydi. Bir insan yürüyüşüne göre oldukça hızlıydı. Muhtemelen onu etkisiz hale getirip arabaya bindirmişlerdi.
Rehberde tek bir numara kayıtlıydı. Ceylan... Aysar'ı kaçıran adamın çehresini ve güncel konumunu Ceylan'a mesaj yoluyla ilettim.
Saniyeler içerisinde arabanın motorunu çalıştırırken telefonumun sesiyle irkilerek elimi tekrardan cebime attım. Aramayı başlattığımda çoktan kulübeden ayrılmıştım.
Telefonun diğer ucunda ki Ceylan, "Bana attıkların ne böyle?" diye sordu şaşkınlıkla.
"Aysar'ın konumu ve onu kaçıran adam.." dedim tek bir nefesle.
"Ne!" diye bir nida yükseldi telefonun diğer ucundan.
"Ben şehir dışındayım ama yola koyuldum. Dönmem akşamı bulur..."
Ceylan sözlerimi keserek, " Sakin ol! Şimdi peşlerine düşeceğim."
"Tamamdır..." dedim sesim titreyerek. "İyi ki varsın..."
Ceylan, "Halledeceğiz..."
Aysar...
Hafifce yattığım yerde kıpırdanıp durdum. Haraket edemiyorum. Ellerim ve ayaklarım bağlı... Gözlerimin üzerinde ise sıkıca bağlanmış bir kuşak var. Ne kadar süre baygın kaldım bilmiyorum ama haraketsizlikten bedenimin sağ tarafı ve bacaklarım uyumuştu. Dakikalar sonra yaşadığım sarsıntıyla birlikte kulaklarıma çalışan bir motor sesi doldu. Haraket halinde ilerleyen bir arabanın içersindeydim.
Bayıltılmadan önceki anlar zihnime hücum ederken önden bağlı ellerimi bir an için ağrıyan başıma götürdüm. Beni arabaya bindirmeden hemen önce burnumu ve ağzımı kapatan bir bez parçasıyla kendimden geçmiştim. İlacın geçmeyen etkileri yüzünden son bir gayretle gözlerimin üzerinde ki kuşağı kaydırdım. Gün ışığı gözlerimi kamaştırırken istemsizce yummuştum.
Dakikalar sonra araba duraksamış ve motor çalışmayı durdurmuştu. İçimde ki yükselen panik dalgasıyla birlikte yattığım yerden doğrulamaya çalıştım.
Henüz yerden doğrulmuşken Doblo'nun bagaj kapısı büyük bir gürültüyle açıldı. Korkudan geriye sıçramış, kaçabildiğim kadar kaçmaya çalıştım. Nafileydi... Arabanın arka koltuklarına dayanmıştı sırtım.
Üstü başı hoş olamayan, yüzünün yarısı sakallara kalplı iki adam karşıladı beni. Başlarında ki eski siyah bere her iki adamı birer eşkiyaya benzetmişti. Gerçi her ikisi eşkiyadan hiçbir farkı yoktu.
Akan gözyaşlarımla birlikte bedenimden yüskelen çığlıklarıma engel olamamıştım.
Adamlardan biri, "Abi baksana gencecik..."
Hemen yanında ki, " Off evet.. Tap taze.." Sözlerini bitir bitirmez elini bana doğru uzattı.
Korkuyla, "Bana sakın dokunma!"
Adam, "Suz kız!"dedi gülümseyerek." Hem nefesini tüketme kimse duymaz seni buracıklarda. "diyerek sözlerini devam ettirdi.
Bana dokunmak için tekrar elini uzattığında elimle iterek yüzüne doğru tükürdüm. Adam sinirle çeketinin koluyla yüzünü silerken diğeri bana yaklaşarak hızla elini savurdu. Sağ yanağımda hissettiğim o müthiş acıyla dengemi sağlayamamış devrilmiştim. Korkuyla dizlerimi karnıma çekip kollarımı yüzüme siper ettim.
Saniyeler sonra bedenimin üzerinde gezinen elleri hissettiğim an çırpınmaya başlamıştım bile. Adam beni omuzunun üzerinden taşırken çevreye bakınarak yardım çığlıkları haykırıyordum.
Beni dış çepesi neredeyse döküntüye benzer bir fabrikanın içerisine doğru götürüyodu. Son bir gayretle kafamı kaldırıp çevreye bakdım. Fabrikanın çevresi sık ağaçlarla kaplıydı. Ağzımı kapatmaya gerek duymamışlardı. Muhtemelen şehir merkezinden uzak izbe bir yerdeydim.
Bana ne yapacaklardı burada? Kimdi bu adamlar? Benden ne istiyordu? Ellerinden sağ kurtulabilecek miydim?
Zihnime hücum eden soru silsilesi durmak bilmiyordu. Şokla birlikte kas katı kesilen kaslarım korkuyla tir tir titriyordu. Akan gözyaşlarımin ise ardı sıra gelmiyordu.
Fabrikanın içerisine girdiğimizde çevrede enavi çeşit makineler vardı. Ve son derece mide bulandırıcı bir çürümüşlük kokusu doldu burnuma. Ne kokusuydu bu? Aklımda sıralanan en kötü senaryolar bunun bir ceset kokusu olduğunu söylüyordu.
Saniyeler sonra adam beni yüksek bir şiltenin üzerinde duran kafesin içerisine koydu uzun uğraşarlarla. O kadar çok çırpınmıştım ki kafesin demirlerine kafamı ve kollarımı çarpmıştım. Adam kafesi üzerime kitlerken hemen üzerinde oturduğum nemli minderden kokuşmuş köpek kokusu doldu burnuma. Resmen beni köpek kafesine kitlemişlerdi.
Daha sonra her iki adam bir kaç dakikalığına dışarıya çıkıp ellerinde siyah poşetlerle geri döndü. Bulunduğum kafesin 5-6 metre ilerisinde ki büyükçe bir masaya doğru ilerlediler. Envai çeşit yemeği ve alkolleri masaya yerleştirirken dışarıda birden fazla araba sesleri işitmeye başlamıştım.
Umutla karışık heyecan duygusuyla dizlerimin üzerinde yükselerek fabrikanın çıkışına bakındım. Gelen adamlar burada ki adamlardan farksızdı.
İçimde ki yeni yeşermiş umut filizinin boynu bükülürken artık kaderime razı gelmeye hazırdım. Zaman geçtikçe yalvarışlarım azalmıştı. Kafeste iki büklüm yatarken arası adamların bazıları kafesin başına geliyor beni izleyip birkaç tütün içiyorlar ardından masaya geri dönüp muhabbetlerine devam ediyordu. Aralarında benim üzerimden döndürdüğü muhabbetler ise son derece mide bulandırıcıydı.
Zaman akıp giderken akşam karanlığı çökmek üzereydi. Dışarıda yükselen gürültüyle birlikte masada ki kalabalık bir anda yerlerinden sıçradı. Fabrikanın dışında bir aksiyon vardı ve ben göremiyordum. Bir umutla yattığım yerden doğrulup kafesin parmaklıklarına sarıldım. Heyecanla hızlanan kalp atışlarım göğsümden fırlamak üzereydi.
Dakikalar içerisinde iki adam baygın bir kadını içeriye sürükleyerek taşıdı. Baygın kadın ablam mı diye pür dikkat incelerken kadını kafese yaklaştırdılar.
Adam öfkeli bir şekilde kadının saçlarından tutarak kanla kaplı yüzünü bana gösterdi. "Bu senin ablan mı?"
Kadın oldukça marjinal bir tarza sahipti. Boydan boya simsiyah giyinmiş, boğazından bedenin görünmeyen kısmına Doğru inen dövmeler kaplıydı. Yüzünde de bir çok yerinde piercing vardı.
Ben olumsuz anlamda kafamı sallarken adam kafesin kitli kapısını açarak onu yanıma koydular.
Kimdi bu kadın?
Kadını incelemeyi bırakıp yanımızdan uzaklaşan adamlara baktım. Kadının üzerinden çıkan eşyaları inceliyorlardı.
Masada oturan başka bir adam, "Kimdir necidir? Ne çıktı üstünden.?"
"Üzerinde silah, bıçak.. Birde telefon mu tablet mi anlamadığım bir cihaz çıktı?"
"Kimlik bir şey yok mu?"
"Yok abi. Cihaz açılmıyor şifreli."
"Kızın ablası değilse nereden çıktı bu kız? Hem ablası bunum gibi tuhaf tipli değildi daha eli yüzü temizdi."
"Bilmiyorum ki..."
"Bana bak lan! Bu kadın bizi bulduysa başkaları bizi bulabilir mi? Ya yerimiz ifşa olduysa."
Hiç konuşmayan başka bir adam ilk defa söze girdi. "Yok be abi... Ben polis anoslarını dinliyorum sürekli buraya herhangi bir baskın olacaksa duyarız."
"İyi bari..."
Saniyeler dakikaları, dakikalar saati kovalarken yanımda ki baygın kadın ayılmaya başlamıştı. Küçük öksürüklerler bedeni sarsılırken yerinden doğruldu.
" İyi misiniz? "dedim cılız sesimle.
Kadın başını yerden kaldırıp bana bakındı." Sen Aysar mısın? "
Olumlu anlamda başımı sallarken sözlerine devam etti." Ben ablanın bir arkadaşıyım. "dedi fısıldayarak.
Zihmimde beliren bir anıyla birlikte merakla sordum. " 2 ay önce telefonda konuştuğum kişi sen miydin? "
Başını salladı yavaşça. Aldığı darbelerden ötürü epeyce acı çekiyordu.
" Bittik biz... " dedi fısıldayarak." Burası epey kalabalık. İclal başaramayacak..."
Korkuyla," Ne! Ablam biliyor mu burada olduğumuzu? Lütfen sadece kendisi değil değil polisle birlikte gelsin buraya..." Yeniden gözlerimden aşağıya yaşlar süzülmeye başladı. Nefes alışverişlerim sıklaşırken göğsüm hızla inip kalkıyordu.
"Aysar... Sakin ol! Derin nefes al... Kurtulacağız.. Merak etme Halledeceğiz bir şekilde..." kurduğu cümleler boş motivasyondan ibaretti. Oda biliyordu buradan kolay kolay kurtulamayacaktık.
Ben sessiz sessiz ağlarken yavaşça bana yanaştı. Sırtımı sıvazladı dakikalarca. Bir yandan adamları inceleyor bir yandan da bir şeyler hesap eder gibi tavrı vardı.
"Adın ne?" diye sordum merakla.
"Ceylan..."
"Memnun oldum." dedim burnumu çekerek.
Ceylan yavaşça ellerimi, ayaklarımı çözerken. "Bak Aysar... Biri buraya yaklaştığı an-"
Dışarıda kopan gürültünün ardından bir silah sesi duyuldu. Korkuyla bulunduğum yerde sıçramıştım. O an Ceylan kollarıyla sarıp sarmaladı beni.
Masadaki adamlar alkolün etkisiyle neredeyse kafayı bulmuştu. Sendeleyerek yerlerinden sıçradılar. Henüz ellerini bellerine götürürken fabrika kapısından ateş eden bir silahın ucu gözüktü. Bazı adamlar yere serilirken şanslı ve atik olanlar makinelerin ardına sığınmıştı.
Burada tek tük ışıklandırma vardı . Fabrika oldukça büyük olduğu için yetmediğinden etraf oldukça alacakaranlıktı.
Kısa bir süre sonra içeriye hızla bir gölge süzülüverdi. O kadar hızlıydı ki makinelerin arasından geçerken sadece gölgesi gözüküyordu.
Vurulan adamların haykırışları fabrikanın içerisinde yankılanırken makinenin ardından bir adam sendeleyerek çıktı. Göğsünün vurulmuştu. Daha fazla ayakta duramadı ve dengesini kaybederek masayla birlikte yere devrildi.
Saniyeler sonra yan yatmış masanın ardında siyah kapüşonlu bir insan silueti belirdi. Tepeden masaya doğru bir ampül sarkıyordu. Kapüşonlu silahında ki kalan mermilere bakınırken yavaşça kafasını yerden kaldırıp karşıya yani kafese bize doğru bakındı.
Gölge... O Gölge..
Gölge ablamın ta kendisiydi.
Önünde yatan adamın elinde ki silahı alarak hazırolda bekledi. Makinelerin ardında saklanmış bir adam yavaşça elinde ki silahı doğrultarak metal masaya yaklaştı. Ablam pür dikkat bana bakıyordu. Değişen yüz ifademi farkettiği an yerinden doğrularak adamın silahlı elini yakaladı. İki el ateşle birlikte adam bütün ağırlığını ablamın üzerine bırakmıştı. Arkada yükselen silah sesleri giderek arttı. Adamı kalkan misalı önünde tutarken kendisi de karşılık veriyordu.
Bir süre sonra silah sesleri kesildiğinde başka bir adam büyük bir bıçakla yanaştı. Ablam adamı üzerine doğru savururken çok kısa bir süre sonra kafasına sıkmıştı bile. O kadar hızlı ve çevikti ki çıplak gözlerimle dahi takip edemiyordum.
Saniyeler sonra kafesin hemen sağında bize yanaşan başkabşr adamı gördüğüm an bedenimden çığlıklar yükseldi. Aramızda neredeyse 1 metre kalmıştı ki ablam adamın kafasının gerisinden vurmuştu. Cansız bedeni kafese çarparak yere yığıldı.
Donuk bakan gözleri... Anlında açılmış koca bir delik... İlk defa bir ölüyü bu kadar yakından görmüştüm.
Geriye kalan son adam bize bakan ablama pür dikkat yanaştı. Elinde ki çokta ufak olmayan bir tuğlayı üzerine doğru fırlattı. Ablam son anda kaçabilmişti. Elinde ki silahı büyük bir hızla adama doğru fırlattı. O kadar şiddetliydi ki silah kafasına çarptığı an adam yere serilmişti bile.
Yarı baygın yerde sürünen başka bir adam fabrikanın çıkışına doğru ilerliyordu. Sırtından yediği kurşunlardan ötürü belden aşağısı tutmuyordu. Ablam yerden başka bir dolu silahı alarak adama yanaştı.
Adam, "Acı bana..." dedi nefeslenerek bir yandan da can çekişiyordu."Ailem var.. Küçücük çocuklarım var.. Acı bana ne olursun.."
Ablam, ifadesiz ve donuktu. Yüzünde en ufak bir duygu emaresi yoktu.
"Acırsan... Acınacak hale düşersin.." dedi ve silahı adamın kafasına doğrultarak tetiğe ateşledi.
Yalvaran ve can çekişen bir adamı öldürmüştü gözünü kırpmadan. Ardından yerde canlı kalan diğer insanları öldürdü. Sadece birini bıraktı. Kafasına silah fırlattığı kişiyi...
Daha sonrasında kafesin önüne geldiğinde kilide doğru ateşledi. Ben korkudan sıçarken Ceylan'a sıkıca sarıldım. Ablam gerisin geri kafesi açtı.
"Çıkın.." diyerek direktif verdi. "İyi misiniz?" kafesten çıkar çıkmaz elleriyle yüzümü ve vücudumu kontrol etti.
Patlamış dudağımı gördüğü an duraksayıp inceledi. "Çok önemli bir şey değil evde hallederiz."
Ceylan'a bakındı. Eliyle ona doğru uzanacakken o geriye doğru adımladı. Her ne kadar birlikte hareket etselerde aralarında ki mesafeyi ben bile hissetmiştim.
Etrafa bakındım... Ölü bedenler her yerdeydi. Saymaya cesaret edemiyordum ama sanırım bir düzine adam yerde cansız yatıyordu. Çok fazla... O hepsini öldürmüştü. En ufak bir terettüt dahi etmemişti.
Çok fazla... Herşey benim çok fazlaydı..
Etrafta ki yoğun barut kokusu nefes aldıkça ciğerlerimi yakıyordu. Nefes alamıyorum...
Yavaşlayan kalp atışlarım ve kararan gözlerimle birlikte bayılacağımı hissettiğim o an yorgun düşmüş bedenim daha fazla dayanamadı. Zemin ayağımın altından kayarken beni havada yakalamışlardı.
Sonrası karanlık...
Ne kadar baygın kaldım hatırlamıyorum. Uyandığımda bir arabanın ön koltuğunda oturuyordum. Kucağımda bugün evden çıkarken taktığım çantam vardı. Arabada yalnızdım, çevreye bakındım usulca. Avm'ye yakın bir muhitteydi araba.
Sanki bugün olanlar yaşanmamış gibiydi, bedenimde ki yorgunluk ve dudadığımın kenarında ki acıyı görmezden gelerek. Yavaşça çantamın içerisine bakındım. En son adamlar telefonuma el koymuştu ama herşey yerli yerindeydi.
Telefonumun ekranını açarak bakındım. Zümra'dan İki yeni mesaj vardı.
"Dershane sonrası pastaneye uğrayacağım."
"Ben karaorman pastası alacağım bir dilim. Sen ne istersin? "
Hiçbir şeyden haberi yoktu. Öğrenmemesi en iyisiydi. Gözlerim yanmaya başlamıştı yeniden. Dolan gözlerim yüzünden telefonun ekranını buğulu görmeye başladım. Dökülen yaşlarımı sildim usulca.
Mesaja geri cevap olarak, "Ben çikolatalı Muffin isterim."diye yazdım.
Saate bakındımığda,akşamın yedisi olmak üzereydi. Tekrar çevreye bakındım. Ablam görünülerde yoktu. Telefonumdan ablamın numarasın çevirdim. Bir süre çaldı ve çok geçmeden aramaya cevap verdi.
"Efendim Aysar..."
"Ben neredeyim? Sen nerdesin?" dedim penikle.
"Markette kasadayım şuan. Bir kaç dakika sonra yanında olacağım."
Gerçekten dediği gibi dakikalar sonra arabaya yanaştı. Hangi ara bilmiyorum ama üzerini çoktan değiştirmişti. Şöfor koltuğuna yerleşirken çantaların içerisinden içecek ve benim en sevdiğim sandviçi çıkardı.
" Saatlerdir açsın ye bir an evvel karnını doyur, sonra gider Avm'nin otoparkından arabamızı alırız." duraksayıp elini anlıma koydu. Daha sonra ellerii yokladı. "İyi ateşin yok. Ama biraz ellerin soğuk. Sen yerken klimayı açayım ısın biraz." dedi kılımaya uzanarak. Oldukça keyifliydi sanki 1 saat önceki yaşananlar hiç yaşanmamış gibi...
Akıl sır erdiremiyordum bu haline tavrına... Hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Ablamın bir katıl olduğunu biliyordum ama ilk defa canlı bir şekilde insanlarını öldürdüğüne şahit olmuştum. Bu durum giderek beni geriyor Du. Yok saymak değik konuşmak istiyordum artık.
"Zaten Zümra'nın ders bitimine de az kaldı. Birlikte gidip sürpriz yapalım ona..."
Kendi sandiviçini yavaş yavaş yerken bana bakındı. Ağzıma tek lokma dahi sokamıyorum. Ölen insanlarla birlikte benim iştahimda ölmüştü.
"Aysar..."
Elimde ki sandviçi paketine yerleştirerek, "Neden yaptın abla?" diye sordum.
"Polis çağırabilirdin... En doğru yöntem buydu.. Neden yaptın abla?"
"Cevabını duymak istemeyeceğin sorular sorma..."
"Bilmem gerek..." diyerek direttim.
"En doğru yöntem polis mi emin değilim.. Düşmanımız çok güçlü. Emniyet ailemizin dosyasını sıradan bir kaza diyerek kapattı. Bir polis memuru, bir şube amiri... Ya emniyet müdürü... Hepsi boyun eğdi...!"
Keyifli ve enerjik halinden eser kalmamıştı. Rol yapmayan, asıl benliğini yansıtan Ablam vardı artık karşımda.
" Senin için... Zümra için... Geride kalan ailemiz için yaptım... " sesi çatallaşmıştı.
" Düşünmeden yaptığım bir şey değildi elbette.."
"Yöntemimden gurur duymasamda hayatta kalmış olmamızdan gurur duyuyorum." Burnunu çekerek yoldan geçen arabaları izlemeye başladı.
"İyi bir insanım demedim hiç.."
"Katilsin..."dedim zayıf çıkan sesimle.
" Sen benim ablamsın. İyi bir insan olduğunu bilmem gerek.. "
" Hoş olurdu değil mi? "diye sordu buruk bir gülümsemeyle." Keşke herşey bu kadar basit olsa. "Yutkunarak gözlerime bakındı. Gözleri dolmuş nerdeyse ağlamak üzereydi. O sırada yüzünde oluşan yorgunluk çizgilerini farkettim. Yorgundu... Acı çekiyordu...
" Neden mi yaptım? "Yeniden yutkunarak derin bir nefes aldı.
" Başka bir seçenek göremedim. "
" Öldürmeyebilirsin. "direyek yutkundum." Öldürmemekte bir seçenektir."dedim kendimden emin bir şekilde.
"Hiç pişmanlık duyuyor musun?" diye sordum merakla.
"Bizi koruyan kimse yok Aysar." sorduğum sorudan kaçınmıştı.
"Hiç kimse." diyerek yineledi.
"Şanslısın ki ben varım. Senin için ve Zümra için öldürürüm." diyerek bir anlığına duraksadı. İlk gözyaşı yanağından süzülmüştü. "Bunu bir anla!"
"Bu önemsiz değil tamam mı? Yanlış, korkunç çirkin olabilirim, hiçbir şeye layık olmayabilirim.."
Kollarını birbirine sararak, "Tamam, hiçbir şeye layık değilim."
"Ama sen layıksın... Zümra buna layık... Uzun bir ömür yaşamayı hakediyorsunuz." yanlarından yaşlar süzülüyor ardı sıra gelmiyordu.
"Bunu sağlamak benim elimdeydi. Bunu yaptım hoşuna gitse de gitmese de yaptım."
"Üzerimize çöken bütün karanlığı alıp yuttum."
"Lanet olası Dexter gibi oldum. Tamam mı?"
"Siz iyi bir hayat yaşayabilin diye..."
"Seni korudum. Çünkü o iğrenç eller senin üzerinde gezinemez."
"Bir şeytanım var... Geçmişim meğerse kâbus doluymuş." içinde biriktirdiği bütün acıyı kusuyordu.
"Elim kanla kaplı farkındayım ama kötüde olsa bir seçeneğimiz var."
"İnsan gelecek için yaşamalı.." duraksayarak nefeslendi. "Eninde sonunda günahlarım beni yiyip biterecek sonunda çıkacağım son düzlük cehennem olacak. Herşeyin farkındayım..."
"Sen ve Zümra. Siz benim geleceğimsiniz. Ben sizin için yaşıyorum."
"Benden nefret et, dünyanın en kötü ablası olarak gör, belkide öyleyim. Yine de pişman değilim."
"Herşeyi sen ve kuzenin için yaptım. Bana inanmıyorsan en azından buna inan."
İçimde tuttuğum hıçkırıkları serbest bıraktım. Kollarım ablamın boynunu sararken oda gövdemi sarıp sarmalamıştı.
Kısık ve cılız sesiyle, "Özür dilerim.." diyebildi.
"Özür dilerim..."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 517 Okunma |
58 Oy |
0 Takip |
22 Bölümlü Kitap |