@sematurann
|
Siz hiç ailenizin herhangi bir üyesini kaybettiniz mi?
Kaybettiyseniz kaybın acısı ne kadar sürdü?
Büyük kayıpları aşamıyoruz hiçbir zaman. Onları özümsüyoruz, yutuyoruz olduğu gibi. Ve onlar bizi içeriden içeriden oyarken ;farklılaşıyoruz, bambaşka insanlara dönüşüyoruz.
Kayıpların ardından yaşanan yas dönemi, giden kişinin ardından acı çekilmesi, ağlanması ve duyguların ifade edilmesi gereken bir dönemdir. Yaşanmayan yas, hayatın ilerleyen dönemlerinde hastalık olarak geri gelir.
İclal...
Aldığımız kara haberden sonra kızların feryatları göğe yükselirken ben o an hiçbir duygu belirtisi gösterememiş dona kalmıştım. Canımdan kanımdan insanları kaybetmiş öksüz kalmıştım. Acı içinde kıvranmam gerekirken hiçbir duygu hissedemiyordum. Adeta duygularım alınmış gibiydi. Bomboştum.
Bağdaş kurduğum sandalyede titreyerek kollarımı bacaklarıma sardım. Aldığımız acı haberden beri şimşek çakıyor, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Dökemediğim gözyaşını ,göğüs kafesimden çıkaramadığım feryatları benim yerime gökyüzü yapıyordu sanki. Gün yavaş yavaş ağarırken kara bulutlar yüzünden etraf hâlâ alacakaranlıktı.
Geçtiğimiz iki gün içerisinde kasabada ki insanlar ölüm haberini alınca destek olmak için evlerinden yemek yapıp getirmişti. Hatta bazıları akşamları yalnız kalmayalım diye gitmemiş bizle kalmıştı.
İnlemeyle karışık ağlama sesi duyunca dikkatimi toplayarak kulak kesildim. Kız kardeşim Zümra'nın sesiydi. İki gecedir kızlar uyuyamıyordu. Ta ki bu gece, bir ablanın getirdiği sakınleştiriciyi kızlara içirmiş anca uyuyabilmişlerdi. Ama sanırım pek uzun sürmemişti. Yerimden doğrularak balkondan odaya geçtim.
Odaya geldiğimde hâlâ uykuda olduğunu farkettim. Anladığım kadarıyla sakınleştirici rüyalara etki etmiyordu. Acısı hâlâ dipdiriydi. Ellimi yanağında ardından alnında gezdirdiğimde terten sırılsıklam olduğunu hissedince yerimden doğrulup gardrobun kapağını açtım. Temiz kıyafet seçer seçmez kız kardeşimin yamacına geldim. Nazikçe dürterek "Canım!" ilk seslenişimde uyanamamıştı. Tekrar seslendiğimde de tepki vermemişti. İçimden 'Nasıl bir rüyanın pençesindesin ki seni bırakmıyordu.' diye geçirdim.
Bu kez biraz sertçe sarstım. Nefes nefese uyanıp karşısında beni bulunca sıkı sıkıya sarıldı. "Abla! Dayanamıyorum." ağlamaktan sesi çatallaşmıştı zoraki bir şekilde konuşuyordu. Geri çekilip yüzüme bakındı. " Nasıl dayanıyorsun bu acıya? Ben yapamıyorum." Ellerimle gözyaşlarını sildim. "Geçecek canım. Bu böyle sürmeyecek." Hıçkırıkları giderek şiddetlenirken nefes alışverişinin kesildiğini farkettim. Yine panik atak geçiriyordu. Sakınce sırtını sıvazlayarak bir yandan yüzüne üflemeye başladım. "Sorun yok canım. Ben varım, Aysar var. Biz hep birlikte hep yan yana olacağız. Hep destek olacağız birbirimize. Zamanla geçecek. Eskisi gibi canın yanmayacak. Geçecek."
Boş temenniler, boş teselliler veriyordum. Belkide bu acı ömrünün sonun kadar sürecekti. Ama az ama fazla. Hep bir yanı eksik hep bir yanı yaralı olacaktı.
Derin bir nefes alınca atağın artık geçtiğini anlamış oldum. Kıpırdanmalardan uyanan Aysar durumu anlayınca sıkı sıkıya Zümra'ya sarıldı. Bende kollarımla birlikte ikisini de sarıp sarmaladım. Dakikalarca sarıldıktan sonra kızlar yatınca yanlarına uzandım.
~~~~
Cebimde ki telefonun titreşimiyle 3 saatlik uykumdan ayıldım. Önceki gün konuştuğum polis memuru arıyordu. Kızları rahatsız etmeden yataktan doğruldum.
Odanın balkonuna geçip çok geçiktirmeden aramayı başlattım. "Alo!"
"Günaydın İclal Hanım. Zamanınızı çok almadan hemen konuya giriyorum. Cenazeleri şehir dışından getirtmiş bulunmaktayız. Prosedür olarak gelip aileniz olduğunu tespit etmeniz gerekiyor. Eğer müsaitseniz buradan bir arkadaş sizi istediğiniz bir saate almaya gelebilir. "
"Ben müsaitim. Şimdi gelip beni alabilirler." olumlu bir yanıt alınca yanında ki başka bir memura direktif verip çıkmasını istedi. Tekrar bana dönerek "Yarım saat içerisinde orada olur."
"Peki teşekkür ederim."
Konuşmayı bitirtiken sonra balkondan çıkıp hazırlanmaya koyuldum. Dakikalar sonra aşağı kata hole indiğimde hazır ve nazırdım.
Çıkmaya hazırlanırken kapının gıcırtısıyla irkilip geriye döndüm. "Melek Abla uyandırdım seni galiba. Çok mu gürültü yaptım.? Kusura bakmayın. " Olumsuz anlamda başını sallarken "Yok canım ne kusuru da. Hazırlamışsın nereye gidiyorsun?"
Derin bir nefes verip söze girdim. "Cenazeler gelmişte tespit etmemi istiyorlar. Adli Tabibe gidiyorum şimdi." sözlerimden sonra yüzünü ekşitti. "Zor gelir şimdi sana. Bende geleyim. Destek olayım sana. Bak hemen hayır deme." Yanına gelip omzunu sıvazladım. "Gerek yok. Ben hallederim." Dış kapının koluna asılırken tekrar geriye döndüm. "Yine de sorduğun için teşekkür ederim."
Günler sonra ilk defa şehir merkezine inmiştim, sebebi her ne kadar hoş olmasa da. Karakolun sınırları içerisine girerken önce bahçede ki memur yoğunluğu dikkatimi çekti. İlk defa bu kadar fazla polisi yan yana görmüştüm. Arabadan inerken bütün gözler bana çevrildi. 'Popüler oldum galiba.' diye geçirdim içimden. Bu nasıl bir popülerlikse?
Kalabalığa doğru yürürken diğer dikattimi çeken şey ise herkesten apayrı ve izole şekilde merdivenlerde oturan başka bir polis memuruydu.
Üstleri olarak tahmin ettiğim kişinin önünde duraksadım. Tokalaşmak için elini uzattığında bekletmeden bende elimi uzattım. "Ben Emniyet Amiri Orhan Karakurt. Prosedür dolayısıyla sizi buraya kadar yorduğumuz için üzgünüz. Başınız sağolsun."
"Sağolun. Sorun değil, yapılması gereken yapılmalı."
Başıyla onayladıktan sonra yanında ki kişiye döndü. "Başkomser Murat sizi Adli Tabibe kadar eşlik edecek." Lafını bitirip oda başsağlığı diledikten sonra tokalaştık. Kalabalığın arasından karakol binasına ilerlerken diğer memurlarda başsağlığı diledi.
Merdivenlerden giriş kapısına tırmanırken kendini diğerlerinden izole eden o polis memurunun yanından geçiyorduk. İstemsizce göz ucuyla onu inceledim. Elleriyle yüzüne örtüyor, gizlemeye çalışıyordu. Özellikle benim olduğum tarafa bakmamaya çalışıyordu ama göz ucuyla beni incelediğini hissedebiliyordum. Neden diğerleri gibi gelip başsağlığı dinlememişti? Gerçi dilemek zorunda da değildi. Ama neden kendini gizlemeye çalışıyordu ki? Çok mantıksızdı. Binanın içine girerken görüş alanımdan çıktı. Ama garip hal ve hareketleri yüzünden zihnim onu çoktan kaydetti.
Binanın aşağı katlarına inerken yavaş yavaş sıcaklık düşüyordu. 'Sanırım aileme adım adım yaklaşıyorum.' diye geçirdim içimden. - 2. kata indiğimizde duvarları soluk mavinin tonlarında olan upuzun bir koridor karşıladı bizi. Koridorun sonunda ise büyük yeşil renkli bir kapı ve önünde bekleyen beyaz önlüklü bir adam. Koridorun sonu vardığımızda Adli tabip Uzmanı ile Başkomser selamlaşıp ardından bana başsağlığı diledi.
Bu koca kapının ardında ailem yatıyordu. Sonuna kadar inkâr ettiğim bu fikirle yüzleşmenin zamanıydı. İmkansızda olsa içimde ki o en küçük umut kırıntısına sarıldım.
Kulaklarımda ki o doluluk hissi ve kaybettiğim benlik algısı yüzünden bana saniyelerce seslendiler. Kendime gelip gözlerimi kapıdan çevrirerek onlara döndüm. "Sorun yok. İyiyim. Halledebilirim." Kapıyı ardına kadar açarak beni içeri davet etti.
Adlı tapip Uzmanı sırayla morg kapaklarını açarken tam on yedi can saydım. Simsiyah fermuarlı ceset torbasını içerisinde duruyorlardı.
Annem olduğunuğu varsayarak bir tanesinin başında durdu. Fermuarı açtığında rengi solmuş dudakları morarmış annemin yüzüyle karşılaştım. Kaza esnasında olduğunu düşündüğüm boynunun altında, göğsünün üzerinde çizikleri ve kesikler vardı.
Kafamı kaldırıp Adlı tabibin yüzüne bakındım. "Bu Annem." Biraz duraksadıktan sonra kendimi konuşmaya zorladım. "Lütfen diğer torbalarıda açar mısın?"
On yedi can... O kazada tam on yedi can yitirmiştim. Bazıları için bu trajediydi. Benim içinse bir yıkımdı. Umut edeceğim ya da tutunacağım bir dalım kalmamıştı artık. Sanırım günler sonra ilk defa yüreğimde bir sızı hissettim. O sızı bir kıvılcım gibiydi. Harlanmak ve aleve dönmek için can atıyordu.
~~~~~~~~~~~
Dakikalardır kapının önünde dikiliyordum. Biliyorum kızlar yine bir umut güzel haberle bekliyorlardı. Ama onlara iyi haber vermeyecektim. Eninde sonunda bu acıyla yeniden yüzleşeşeceklerdi.
Kendimle savaş vererek kapının ziline uzandım. Saniyeler sonra duyduğum adım sesleri ile eş zamanlı olarak kapı ardına kadar açıldı. Zümra ve Aysar umutlu gözlerle bana bakıyorlardı.
"Abla söyle hadi ailemiz değilmiş de. Değilmiş dimi?" bir çırpıda söylediği kelimeler yürüğime otururken Zümra'nın gözyaşları yanaklarından dökülüverdi. Aysar ise hâlâ pes etmeden umutla söyleyeceğim sözleri bekliyordu.
"Üzgünüm kızlar. Size iyi haber veremeyeceğim. " kızlar gözyaşlarına boğulurken. Arkaya Kalabalığa bakındım. "Melek abla. Herkese haber ver yarın cenazemiz var. "
Akşam saatlerinde ise ev ağzına kadar doluydu. Kasabadaki insanlar gelip başsağlığı dileyip kaybımız için dualar okumuşlardı. Ardından güzel ve komik anıları anımsayıp acı acı gülümsedik.
Saat gecenin yarısına vardığında evdeki yoğunluk azalmıştı. Son bir aile olan Babamın yakın arkadaşı Ahmet amca ve eşi Süreyya hanım hâlâ kalkmamışlardı. Sanki söyleyecekleri bir şey varmışta herkesin gitmesini bekliyor gibi bir hali vardı.
Melek abla servis ettiğimizi tabakaları topalayarak mutfağa yol alırken Ahmet amca söze girdi. "Tekrardan başımız sağolsun. Öncelikle şunu bilinki yalnız değilsiniz. Başınız sıkışır, yardıma muhtaç olursunuz. Hiç çekinmeden bana gelin ben hallederim."
"Sağol Ahmet amca, iyi ki varsınız." lafımı bitirdikten sonra sözlerine devam etti. Anlaşılan söyleyeceği daha başka şeylerde vardı. "Şöyle de bir durum var. Biz eşimle düşündük. Arsalar, bahçeler ve baban ile dedenin bilmediğin başka yatırımları var. Şimdi kız başına bunların üstünden gelemez, yönetemezsin. E haliyle yetimsiniz. İzin ver ben halledeyim."
Yetimsiniz derken küçümseyici bir hali vardı. İyilik mi yapmaya çalışıyordu yoksa başka bir şey mi amaçlıyordu anlamamıştım.
Aysar sinirle "Fırsatçılar!" diye fısıldadı. Şşt yaparak onu susturdum. Ama Zümra'ya engel olamamıştım. Aysar'ın devamını getiremediği sözlerine devam etti. "Babam, annem daha toprağa girmedi. Sen nasıl bir insansın, ne bu para ve mal sevdası."
Zümra'nın sözlerinin üzerine Süreyya hanımda sinirle çıkıştı. "Biz yardım etmeye çalışıyoruz. Kızım saygısızlık etme Ahmet amcana."
Süreyya hanımın ettiği lafla Zümra ayağa fırladı. Bende kalkarak kolundan tuttum. "Ablacım saygısızlık etme." şaşkınlıkla bana baktı. "Abla şaka mı yapıyorsun? Daha babamın haberini alalı kaç gün oldu. Asıl onlar bize ve ailemize saygısızlık ediyor. Aç gözünü, susma! "
Kulağına yaklaşarak fısıldadım. "Lütfen içeri gider misin? Rica ediyorum." kolunu bir hışımla çekip içeri doğru yol aldı bende Aysar'a dönerek kaş göz yapıp ardından gitmesini istedim.
Saniyelerce Zümra'nın sözleri zihnimin duvarlarına çarpa çarpa yol aldı. O an içimde ki o küçücük kıvılcım harlanıp öfkenin demlerinde gezmeye başladı.
Dönük ve duygusuz ifademi yerden kaldırıp yüzlerine bakındım. " O haklı..." diye fısıldadım. Anlamaz bakışlarla bana bakarken. Ben sözlerime devam ettim. "Az önce Aileme saygısızlık ettiniz."
"Ne saygısızlığı biz sadece yar-" lafını bitirmesine izin vermeden. "Hani siz en iyi dostuydunuz. Ama iki yüzlüymüşsünüz. Şimdi evimden defolun."
"Yanlış an-" diye çıkışsada izin vermedim.
"DEFOLUN!" diyerek evi inlettim.
Süreyya hanım kocasını kollarından çekerek kapıya doğru yol aldı. Son kez dönüp bana baktığında şaşkınlıkla beraber korktuğunu hissetmiştim. Benden böyle bir tepki beklemiyordu. Çünkü ben hep sesini çıkaramayan ve kendini savunamayan biri olmuştum. Onlara evet diyeceğimi zannediyorlardı. Ama öyle bir şey olmadı. Sanırım yaşadıklarım ve ailemin kaybı beni değiştirmişti.
~~~
Ertesi sabah Cami avlusundan aile mezarlığına doğru yol alırken kasaba yerlisinin çoğu burada olduğunu fark ettim. Hatta şehir merkezinden de gelenler vardı. Epey kalabalıktı.
Cenazaleri taşıyan arabalar yavaş yavaş mezarlığın sınırlarına girerken. Bir gurup insan arabalarından büyük kameralar çıkartıp omuzlarına koydu. Dün karakoldan çıkıp eve gitmeyi düşünürken önümü kesip saçma sapan sorular sormuşlardı. Yine aynı grup buradaydı. Benim ne hissettiğimin ne düşündüğümün önemi yoktu ama kızların, soracakları soruları duyup üzülmelerini istemiyordum. Kızlara dönüp "Kızlar siz geçin ben geleceğim az sonra."
Sinirle gazetecilere doğru "Yine mi siz? Gidin bur-" sözümü bitiremeden kolumdan tutuldum. Geri dönüp beni tutanla göz göze gelince şaşkınlıkla bakakalmıştım. Dün karakolda merdivenlerde oturan o gizemli polisti. Neden buradaydı?
"İzin ver ben onları buradan uzaklaştırayım."
Kolumu bırakıp onlara yöneldi. Cebinden cüzdanını çıkartıp gösterdikten sonra bir şeyler söyleyerek onları oradan gönderdi. Zihnimde soru işaretleri uçuşurken gizemli polis yanıma doğru geliyordu.
"Başınız sağolsun."
"Sağolun." biraz duraksayıp sözlerime devam ettim. "Bir sorun mu var acaba?"
"Yok hayır. Dün başsağlığı dilememiştim. Onun için." Kendisini tanımasamda sanki söyleyeceği başka şeyler varmışta söyleyemiyormuş gibi bir hali vardı.
"Peki, ben kızların yanına gideyim." mezarlığa doğru yönelirken.
"Şey aslında." Sesiyle geriye döndüm.
"Ben Cinayet Bürodan Giray ASLAN" uzattığı eliyle tokalaştım. Cinayet büro mu? Ben anlamaz bakışlarla ona bakarken o sözlerine devam etti.
" Biliyorum yeri ve zaman değil. Belki de bu söyleyeceklerim kanuna aykırı bile olabilir. Ama kendimi söylemek zorunda hissediyorum." Biraz duraksayarak derin nefes alıp sözlerine devam etti." Kazanın meydana geldiği şehirde bu davaya cinayet büro bakıyordu. Sonra ne olduysa Trafik büroya devrettiler davayı."
Neye uğradığımı şaşırmıştım. Kekeleyerek "Cinayet Büro mu? Ama bana kaza olduğu söylendi. "
Ellerini saçlarında gezdirdi. Epeyce gergin ve stresliydi."Cenazelerin naklinden önce oradan Cinayet büroda bulunan bir arkadaş aradı.' Bunun bir kaza olmadığını başka bir aracın kasıtlı olarak kazaya sebebiyet verdiğini' söyledi."
Dona kalmıştım tek bir kelime dahi edemiyordum.
Ailem öldürülmüş müydü? Ama neden? Kim ve neden bunu yapmıştı?
" Düşmanınız var mıydı? " sorduğu soruyla kendime geldim.
" Hayır. Bildiğim kadarıyla yoktu. "
Zihnimdeki yapboz parçaları yavaş yavaş yerine oturdu.
28 Haziran'ın sabahı...
Flashback misali zihnime düştü...
Bende hedeflerinden biriydim. |
0% |