@semsom7
|
Merhaba bu zorlu ve sabır gerektiren yolculukta yanımda olduğunuz, olacağınız için teşekkür ederim. Sizlerden aldığım desteğin, önerilerin benim gözümde çok büyük bir değeri olduğunu unutmayın. Çok uzatmıyorum çünkü heyecanlı olduğunuzu düşünüyorum. ❣️ Sizlere ilk yayınladığım kitabım olan Koleksiyoncu'yu takdim ederim. Bu kitaba düzenli bölüm gelmeyecektir. Okuyorum ve vakit buldukça yazacağım. Yavaş yavaş ilerleyeceğiz. Profesyonel bir yazar değilim. Bu yüzden lütfen beklentilerinize uymayan yerleri belirtin. Tüm haklarım saklıdır. Reklam sadece bu panoda yapılabilir. Başlangıç tarihinizi buraya bırakabilirsiniz.
Işıklar söndüğünde oyun sona ermeyecek,
aksine ikinci perde daha yeni başlıyor olacak.
Ağlıyordu ağlamasına, yeri göğü sessiz hıçkırıkları ile inletiyordu. Ancak hiç dert etmiyordu bu boş sokakta her gece ağlaması, göz yaşlarında boğulup kendini içten içe o karanlık mezara gömüyor olması. Artık karanlıktan da korkmuyordu. İnsan alışkın olduğu şeyden nasıl korkardı ki? Öyle olmalıydı, olmak zorundaydı. Güçlü olması gerekiyordu. Daha gücün ne demek olduğunu kavrayamamışken şimdiyse onun güce hükmetmesi gerekiyordu. Sahi, güç denilen şey bir gösteriden ibaret olabilir miydi? Çünkü ne zaman güçlü olmaya çabalasa başarısız oluyordu. Bazılarına karşı rol yapabiliyorken babasına karşıyken bu imkansız bir oyundu. Babası, her gece ona ne demişti? 'Zayıflar ezilmeye, güçlüler ezmeye mahkumdur. Ezmezsen ezilirsin.' İlk günden beri söylediği tek şey onun ezilmeye mahkum olduğuydu. O ise ezilmemek için hala güçlü görünüyordu. Hayır, öyle olduğunu zannediyordu. Boş sokaklar onun üzüntü dolu hıçkırıklarına aldırmak yerine suskun olmuş, varlığını yok saymayı öğrenmişti. O ilk günlerin aksine bu yok sayışa alışmaya başlamıştı. Biliyordu ki, insanlarda onun bu saatlere kadar sokakta perişan halde kalmasına göz yummak zorunda kalmıştı. Onlarca dava, onlarca polis, avukat, savcı ve hakim görmüş, tanımıştı. Ancak hiçbiri derdine çare olmamıştı. Çünkü babası olacak o adam her seferinde işten sıyrılmanın yolunu buluyordu. Tarih sürekli tekerrür ediyordu. Yine aynı şey olmuş, babasının aldığı içkinin sarhoşluğu sonucunda şiddet görmüştü. Halbuki o, iyi bir evlat olmak için her şeyini ona adamış, sadece minnet ve sevgi beklemişti. Yine de ondan hiçbir zaman bir karşılık alamamıştı. Bu artık onu hem kırıyor hem de sönmüş hevesini küle dönüştürüyordu. Eskiden sırf o mutlu olsun, onu sevsin diye tam iki farklı yarı zamanlı işte çalışır, kendini harap ederdi. Şimdi sadece evden uzaklaşmak için yapıyor olsa da işten eve döndüğü her vakit umut doğuyordu içine. Ve o umut eş zamanla geri sönüyordu. Hiç unutmuyordu ki, unutması imkansız bir hayalle büyümüştü. Hayali bir moda tasarımcısı olmak ve kendi işini kurmaktı. Ancak bu hayal çöp olmuştu çünkü sırf çalışsın diye babası tarafından üniversiteye gitmesine ne müsaade edilmiş ne de yardım sağlanmıştı. Kazandığı paranın %70'ini babası alıyordu. Paranın tamamının o kadar olduğunu sanıyordu ancak geri kalanından haberdar değildi. Babası onun harap olmuş halinin farkında bile değildi, babası için önemli olan tek şey; parası, annesini aldatıp beraber olduğu ve boşanınca evlendiği kadındı. Kadın, başta evli ve yeni boşandığını bilmediği adamı her ne kadar sevse dahi ondan korkuyordu. Kızına yaptığı şeylere hem karşı çıkamıyor, hem de ona aynı şiddeti uygulamasından korktuğu için sesini çıkarmadan ona itaat ediyordu. Haber sayfalarında yazılan, yazılmayan binlerce kadın cinayeti, tüm dünyadaki insanları kasıp kavururken, okumakla görmenin, yaşamanın farkı öyle büyüktü ki, tarif edilemezdi. Genç kız, daha önceki yarası geçmeden tokat yediği yanağının sızladığını hissediyordu. Buna katlanmaktan bıkmıştı. Yeteri kadar parayı biriktirdikten sonra bu evden temelli ayrılmak için can atıyordu. Kızın babası hem asi, hem de pis bir insandı. Hâliyle çalıştığı işlerde pisti. Annesi ile boşanmadan önce bir doktordu. Görünürde iyi huylu sevecen bir adamdı, şimdinin aksine ona her zaman prensesim diye seslenirdi. Tavırlarındaki farklılık işini kaybetmesi ve kötü yollara atılması sonucu olmuştu. Kızı buna bizzat şahitti. Cerrah babasının işinden geri dönüşü olmayacak ve kayıtlara geçecek kötü alışkanlıklarının öğrenilmesi ile kovulmasından sonra babası mesleğini kötüye kullanacağı işlere bulaşmıştı. Annesi ise... Zaten onu da şiddet ve aldatma yüzünden kaybetmiş, boşanmışlardı. Daha sonra da kızını yanına almıştı annesi. Fakat onu da olaydan bir kaç ay sonra kaybetmişti. Sebebi ise son evre akciğer kanseriydi. Annesinin ölümünü hastane köşesinde, yoğun bakım odasının camından görmüştü. O günden sonra babasından başka kimsesi olmadığı için ve daha reşit de olmamasından ötürü babasına verilmişti. O zaman yetimhane de kalmaktan daha iyi olduğunu düşündüğü için eşyalarını da alıp babasının yanına gitmişti, aslında ilk günleri de harika geçmişti, onunlayken daha sakin hissetmiş, annesinin ölümünü aklının uzak köşelerine itmişti. O kadını her ne kadar sevmese de güzel anlaşıyorlardı. Babasının yaptıklarını unutması kısa sürmüştü. Daha bir hafta olmadan sırf işi olmadığı için babasından ilk tokadını büyük bir darbe şeklinde almıştı. İşte o zaman anlamıştı ki; bunlar sadece birer yanılgı ve görüden ibaretti. Kalbinin sadece para için attığını anladığı o an farkındalık kazanmış ve aklını çalıştırmaya başlamıştı.'Sadece biraz daha dayanmam gerekiyor. Sonra buradan gideceğim.' diye kendini avutmuştu. Zaten o bir haftadan sonra bir daha kendi için tek yaptığı şey uyumak, yemek yemek ve nefes almak olmuştu. Hâlâ ağlamaya devam ederken babasını bekliyordu. Bazı gecelerde olduğu gibi yine anılara dalmış; birazdan ondan özür dileyeceğini, sarılacaklarını ve onu evine, yuvası geri götürüp yatağına uzandıracağı; onun üstünü örteceği, saçını okşayıp öpeceği ve ona 'iyi geceler' dileyip odadan ayrılacağına dair aklında bir hayal yer edindi. Her zaman yaptığı gibi... Onu, eski babasını gerçekten çok özlemişti. Fakat bu defa öyle olmayacaktı. Bu defa onu kimse geri getiremeyecekti. O bunun henüz farkında olmasa da öyleydi. Hep yaşamayı hayal edene ölüm cezası verilir. Bazı zamanlar gerçek bir ölüm olmasa da ölüm kadar acıtacak bir şey de verilir. Hep ölmeyi isteyenlere ise yaşam cezası verilir. Onlar için daha kötü olan şey ise yaşamasını istediği kişilerin ölmesidir. İnsanlar, bu zamana kadar her türlü şeye karşı açgözlü bir şekilde yaklaşan, daha fazlasını isteyen, hep ayağına bekleyen bir toplum olmuş, kendine dair bütün gururunu ayakları altına almıştı. Belki de bunu sadece bir kez bile yapsa da herkes dahil, tüm insanlık tarihi boyunca devam etmiştir. Ve maalesef ki kaçınılmaz bir gerçek hâline gelmiştir. Unutmamak gerekir ki; tarih tekerrürden ibarettir. Hem biz insanlara ne demiş Nureddin Yıldız; 'Herkesin var, benimde olsun.' düşüncesi şeytana maskara yapar! Bencilliğin, açgözlülüğün, konfor arayışının karşısında silahlarınız; samimiyetiniz, sabrınız ve doğruluğunuz olsun ki, kendinizle açtığınız savaşın galibi sizler olun. Bir vicdan arayışına sahip olun! Genç kız, göz yaşları ve yağmur yüzünden etrafı net göremiyordu. Bu nedenle artık ağlamaktan harap olmuş, pınarları kırmızıya boyanmış mavi gözlerini özensiz bir biçimde sildi. Kirpikleri de ıslanmıştı ve bu yüzden göz kapakları ona ağır geliyor, açmakta güçlük çekiyordu. Bunu, babasının geri geleceğini, her ne kadar kendisine hatırlatsa da artık umut ışığı sönmeye yüz tutmuştu. Göz kapakları ona ihanet ediyor, gözlerini kapatmasına, uyumasına neden oluyordu. Genç kız zayıf bedeninin yorgunluk çektiğini aslında ilk o an fark etmişti. Kendi kendine düşündü... Bu fikir ona mantıklı gelmişti. Kendini zorlaması için bir neden yoktu, ne de olsa ona gelecek kimse kalmamıştı. Bu yüzden göz kapaklarını ağır hareketlerle indirmeye karar verdi. Buna yeltenmişti ki o an, tam o anda onun durmasına sebep olan bir şey görüş alanına girdi. Bir çift ayakkabı... Bunlar bir erkeğe ait ayakkabılardı. Belliydi. Genç kız ilk başta fazlası ile şaşırmış, garip karşılamıştı bu bir çift ayakkabıyı gözünde. Daha sonra birkaç saniye düşünmüş, bunların neden burada olduğunu sorgulamıştı. Bu ayakkabılar neden burada, baş ucunda duruyordu? Merak duygusu uykusunu bastırmış ve üste çıkmayı başarmıştı. Bu yüzden de büyük bir merakla gözlerini kısmaya devam eden göz kapaklarını açtı. Başını dizlerinin üstüne sardığı kollarından sakince kaldırdı ve tam ayak ucunda olan ayakkabılara baktı. O an fark etti ki, bunlar sadece bir çift ayakkabıdan ibaret değildi. Aynı zamanda upuzun olduğunu düşündüğü bacaklar da tam karşısında durmuştu. Bir umut ışığı belirdi o an gözlerinde, dudakları aralandı. Derin bir nefes çekti soğuktan ağrımaya yüz tutmuş ciğerlerine. Ardından yutkundu. O, gelmiş olabilir miydi? İlk kez babası ile kurduğu o hayal gerçekleşiyor olabilir miydi? Bu sorunun cevabını bir an önce öğrenmek istiyor, merakının üstüne gitmek istiyordu. Kalbi hayat bulmuşçasına atmaya başlamıştı. Bu sefer bir öncekine göre daha seri hareketlerle başını kaldırdı genç kız. İlk başta ucunu göremeyeceğini düşündüğü uzun bacaklar karşıladı onu. Babasının bacakları da böyle upuzundu. O, hep küçük kalırdı babasının yanında. Biraz daha kaldırdı başını, siyah yağmurluk çarptı gözüne bu defa. Islanmış gözüküyordu. 'Üşüyor mu acaba?' diye geçirdi içinden genç kız. 'Acaba gerçekten beni almaya mı geldin baba? Beni bırakmayacak, yanımda olacaksın, değil mi baba?' diye bir soru yöneltti aklına düşüncelerinin arasından çaresizce. Karşısındaki kişiden ses çıkmaması onu tedirgin etti o an. 'Acaba..' diye düşünmeden edemedi. 'Acaba o cidden benim babam mı?' Ürkek bakışları, bu sefer biraz daha yukarıya çıktı. Artık eski hevesi kalmamış, yerine korku geçmişti. Kendine karşı olan bu savaşta genç kız zayıf kalıyor, kendini kendiyle birlikte yitiriyor, zayıf düşürüyordu. Tıpkı babasının dediği gibi zayıflar ezilmeye mahkumdu. Zayıf ve çelimsiz bedeni, yavaş yavaş tükeniyordu. O bunu hissediyordu ancak elinden gelen hiçbir şey yoktu, hâlâ babasının onu yanına alacağına inanıyor, kendi gururunu çiğniyor, kendine, bedenine hakaret ediyordu. Siyah-kızıl tonlu saçları yağmur yüzünden sırılsıklam olmuştu. Hava ise onu temiz tutmak istercesine şiddetini arttırmış, daha yumuşak ama sel misali yağmaya başlamıştı. Belki de ondan daha kirli birini temizlemek için. Korkuyordu, korkuyu iliklerine kadar hissediyordu. Genç kız, başını korkuyla karışık bir ifade ile kaldırdı. Gecenin karanlığı yüzünden başta karşısındakinin kim olduğunu göremedi. İnceledi... İnceledi... En sonunda göz bebekleri karşısındaki yüzü netleştirdi. Artık yüzünü görebiliyordu genç kız. Karşısındaki genç adam, ona gülümseyen bir yüzle bakıyor, ona kendini açık eder gibi kollarını iki yana açmış duruyordu. Genç kız karşısındaki kişinin babası olmadığını anladığında korkuyla irkildi ve geriye doğru sürükledi kendini. 'Bu da kim?' diye geçirdi içinden. Gerçekten de bu genç adam kimdi? Neden burada, onun karşısında duruyor ve ona gülümsüyordu? Bir psikopat olabilir miydi? Ona zarar mı verecekti? Yoksa bir sapık mıydı? Korkmuştu ve bunu ona da belli etmek istiyor, kendisinden uzak durmasını söylemek istiyordu ancak sanki gırtlağın da bulunan bütün ses telleri bir anda kesilmişti. Ağzını bıçak açmıyordu. Genç kız, düşüncelere dalmış ona bakarken, genç adam dizlerinin üstüne çömeldi ve ona baktı. Tam gözlerinin içine. Sinsi bir gülüşü vardı ve bebek gibi tatlı bir yüzü ancak bu onu korkutucu gösteriyordu. Genç dizlerine dayadığı bir elini sakince kıza uzattı ve daha izin dahi almadan elini tuttu. Genç kız şaşırdı, neden elini tuttuğunu merak etmişti. Şaşkın bir ifade ile bir ellerinin birleşmiş olduğu kısma bir de genç adamın gözlerinin içine baktı. Birkaç saniye kendine gelememişti ancak daha sonra kendini toplayıp elini genç adamın elinden çekmeye çalışmıştı. Ama maalesef ki başarısız olmuş, elini dahi kıpırdatamamıştı. Genç adam kızın kulağına doğru yaklaştı. Yeni yeni çıkmaya başlayan sakalları kızın narin yanağına batıyordu. Genç kız görünmez sakallar yanağına battığı için gıdıklanıyor, ve kendini daha çok çekmeye çalışıyordu. Çırpınmaya devam ediyordu. Bu da genç adamı kızdırmış olacak ki ona sakallarını daha çok bastırmasına neden oluyordu. Kulağına çok yakınken fısıldamaya başladı. Konuşurken ise dudakları ve nefesi genç kızın kulağına çarpıyor, hissetmesine ve hissettikçe de daha çok gerilmesine yol açıyordu. "Yardım ister misin küçük hanım?" Kız bu ani ses ile irkildi. Donmuş bir şekilde ona baktı. Genç adam artık gülümsemek yerine sırıtıyor, bu durumdan zevk almış gibi görünüyordu. Bu adamın yardım etmek gibi bir niyeti yoktu. Genç kız beyninin girmiş olduğu fren mekanizmasından çıktı ve karşısında adeta 'ürkütücüyüm!' diye bağıran adamdan biraz daha uzaklaşmaya çalıştı. Ama maalesef bu pek bir etki etmedi çünkü adam o uzaklaşmaya çalıştıkça daha çok yaklaşmış, planını uygulamasına izin vermemişti. Genç kesin sözlerini titrek bir sesle dile getirdi. Bu kadar titremesi onun ne kadar korktuğunun kanıtı idi. "Hayır. Yardım falan istemiyorum, gidebilir misiniz?" Adam bir anda beklenmedik bir davranışta bulunarak kahkaha attı. Gerçi bu kahkaha daha çok sinirli olduğunu gösteriyordu, ya da genç kız öyle algılamıştı. Genç kız öyle gerilmişti ki istemsizce dolan gözlerine hakim olamadan iki göz yaşı firar etti yanaklarına. "Küçük ateşböceği, eşsiz ateşini benden mahrum bırakma. Beni gülüşünden zaten mahrum bırakırken birde gözlerinden akan incilerle cezalandırma." Bu adam kesinlikle yardım peşinde falan değildi. Ya onunla dalga geçmek istiyordu ya da bundan çok daha kötüsü. Adam sanki komik bir şaka yapmış gibi gülümserken bunun onun için özel bir anlamı olduğunu hissetti genç kız. Kız anlamsızlık ile genç adama baktı ve onu omuzlarından güçlü bir şekilde ittirmeye çalıştı. Ama nafile idi bu çabası. "Ah, hadi ama. İlla zor iş mi istiyorsun? İnatçı ateşböceği!" Birkaç derin soluklanmanın ardından, "Tamam, pekala. Sana yardım edeceğim. Bunun için teşekkür edemeyecek olsan da minnettar olacaksın." Genç adam sanki bir şeye hazır olmak istermiş gibi derin bir nefes aldı, ardından nefesini yavaşça geri verdi. Cebinden bir cisim çıkarmıştı. Genç kız çırpınırken bir yandan da cismin ne olduğuna bakıyordu. Genç adam ise ona sabit durmasını, yoksa canının daha çok yanacağını söylüyor, ona söz dinletmeye çalışıyordu. Bir süre daha bu boğuşma sürdü ancak genç adam dayanamadı ve kızı omuzlarından tutup sertçe yere yatırdı. Daha sonra da üstüne doğru oturdu ve kalkmasını engelledi. İki kolunu da eldivenli eliyle sertçe başının üstüne sabitledi. "Artık şu işi halledebiliriz değil mi, güzelim?" Genç kız ise nihayet elindeki cismin ne olduğunu görmüştü ancak şimdi de onu yapmaması için çırpınmıştı. Genç adam elindeki iğneyi kızın boyun kısmına doğru yönlendirdi ve vakit kaybetmeden içindeki maddeyi enjekte etti. Genç kızın göz kapakları ağır ağır kapanırken son gördüğü şey onunla özdeş olan mavi okyanustu. Ardından karanlık onu en ıssız zindanına esir aldı. Babasının dediği doğru çıkmıştı. Zayıflar ezilmeye mahkum bırakılmıştı. ... "Elif, şu magazin programlarını izleme artık. Benim de psikolojimi bozuyor. Bir halt olduğu yok. Hem senin ödevin yok mu? Git ödevini yap, babam da birazdan gelir zaten, hadi! Yine öğretmenlerinden azar işitme, geçen ben olmasam babam derini yüzerdi." Her şeyden öte, televizyon bana lazımdı! Elif hızla oturduğu yerden kalktı ve bana dik dik baktı. "Ben en azından senin yaşına gelip esrarengiz kasaba hastası olmadım. Sen kendine bak ilk önce abla!" O az önce benim esrarengiz kasaba hayranı olmama laf mı etmişti? Hem de o küçücük boyuyla! "Kız senin dilini keserim, bak geliyor terlik yürü hadi!" "Of abla, iki dakika rahat yok bu evde!" Elif somurtkan bir ifade ile odasının yolunu tutarken çok tatlı görünüyordu, sanki hâlâ 6 yaşında, ablasına küsen bir çocuk gibiydi. Zaten bu yönünü de benden almıştı ya, o da ayrı bir konuydu. Bizim Elif ile aramızda olan bu huy özdeşliği sanki iki ayrı maddenin birleşimi gibiydi. Nedeni mi? Aslında çok basit ama aynı zamanda kafa karıştırıcı. Baba tarafım çok sevecen bir yapıdayken anne tarafım tam tersidir. Birbirleri ile zıtlaşırlar, her türlü konuda da çakışırlardı. Mesela babam hafta sonları küçük bir tatil yapmak istediği zaman, annem kesin bir dille reddeder, lüzumsuz olduğunu dile getirirdi. Ki' bazen bunu o kadar çok abartırlardı ki, insanın evi terk edesi gelirdi. Fakat her kavga her türlü ya bir kişi galip gelir, ya da ortak nokta bulunurdu. Ve o galip gelen genellikle annem olurdu. Biz ise uzaktan izler, tartışmayı kimin kazanacağı ile ilgili konuşurduk. Çoğu zaman Elif kazanırdı çünkü o hep annemin tarafını tutan kişi olurdu. Ben ise babamın tarafını tutardım. Kaybedenin tarafını tutmak bana hiçbir zaman yenilgi gibi gelmiyordu. Babamı çok sevdiğimden mi bilinmez, onun yanında olmayı severdim. Çoğu kız gibi ben de babamın kızı olmayı çok seviyorum. Yani anlayacağınız kadarıyla ben babacı bir kızım ve bu halimden gayet memnunum. Kendime ve Elif'e yaptığım tostu ayrı tabaklara yerleştirdim ve biraz önce kupaya doldurduğum ayranlardan birini elime aldım. Daha sonra Elif'in tabağını da alıp mutfaktan çıktım. Onun odasına doğru ilerlerken televizyonun kanalını değiştirdiğini ve haber kanalının açık olduğunu gördüm. Fazla umursamadım çünkü zaten biraz sonra televizyonun internetinden film açacaktım. Bunu kendime unutmamak için bir kez hatırlattım ve odasının yolunu tuttum. Kapının önüne gelince vurmak için tam elimi kaldırmak üzereydim ki elimin dolu olduğunu hatırladım. Seslenmeye de üşendiğim için ve elimdekileri düşürürüm diye riske atmayarak ayağımın topuk kısmıyla kapıya birkaç tekme savurdum. Bunu bir an önce duyması için dua ettim çünkü elimde eşyaları uzun süre tutamayacağımın farkındaydım ve eğer ki düşerler ise çok yazık olurlardı çünkü onlara hem emek vermiştim hem de nimetlerdi sonuç olarak. Ama neyse ki bu düşüncelerimin hiçbiri gerçekleşmeyecekti çünkü benim hızlı ve kafası az da olsa çalışan kardeşim kapıyı açtı. Tahmin ettiğim gibi surat yine bir karış! Annemin kopyasının küçüğü diye boşuna mı diyorum ben buna. Evde böyleyse dışarı da bülbül gibi şakıyordu. Ben de babama çeken biri olarak evde nasıl nur tapu isem dışarı da buzlar kraliçesi Elsa gibiydim. "Al da açlıktan ölüp başıma kalma!" Gülerek alaycı bir ifade ile konuştuğum da o da yüzüm yerine elimdekilere baktı ve bir anda gözlerinin içi parladı. Kim bilir ne zaman yemek yemişti kerata! "Hadi, al şunu da ye bir an önce. Ben de açım gidip yemeğimi yiyeceğim." Ondan bir tepki alamayınca elimdekileri onun eline tutuşturdum. Mutfağa doğru ilerlerken bana doğru bağırdı. Deli kız. "Abla, canım ablam çok teşekkür ederim birtanem benim!" Ben de gülerek onu cevapladım. "Rica ederim güzelim! Hadi odana git ve dökmeden ye, tamam mı?" "Tamam abla!" Nihayet mutfağa varmış, yemek tabağımın yanına geçmiştim. Onları da elime aldım ve salona, televizyonun karşısındaki koltuğa doğru ilerledim. Ben koltuğa otururken bir yandan da elimdeki tabağı ve kupayı sehpaya bıraktım. Televizyonun kumandasına bakındım fakat bir türlü bulamadım. Birkaç saniyelik arama sonucu kumandanın masanın altında olduğunu gördüm. Eh bu kız! Muhtemelen bana sinirlenince masanın altına atmıştı kumandayı bulmayayım diye. Kumandayı elime alırken açık olan haber kanalından son dakika gelişmesi olduğunu duydum. Fakat hâlâ kumandayı alamamıştım. Ah, sabır ya! "Son dakika gelişmesi ile karşınızdayız sayın seyirciler! Bildiğiniz üzere Bağcılar ilçesi çevresinde işlenen cani cinayetler 7 aya aşkın süredir devam etmekte. Sebebi ise hâlâ araştırılıyor. Bunlara sebep olanın ise halk adıyla 'Koleksiyoncu' olduğu düşünülüyor. Bugün 08.00 sularında bulunan cesetin serçe parmağının eksik olduğu ve kimliğinin C. K. olduğu öğrenildi. Cesetin cinsiyetinin yine kadın olması dikkat çeken detaylar arasında. Polis konuya ilişkin henüz bir açıklamada bulunmasa da ilerleyen zamanlarda bir açıklama yapılacağını düşünüyoruz... Evet bir sonraki haber ile devam ediyoruz! Enflasyon fiyatlarının yüksek olması sonucu manav ve market-' Sonunda kumandayı buldum ve olduğum yerden çıkarak televizyonun internetini açtım. İstediğim filmi Netflix hesabımda arattım ve bulmam ile açıp izlemeye başladım. Aksiyon filmiydi. Film sırasında aklıma arada 'Koleksiyoncu' vakası gelmişti. Onu bizim departman da olan Aslı ve Ekibi devralmıştı ancak bu zamana kadar herhangi bir şey bulamamışlardı. Duyduğuma göre çok iyi gizliyordu delilleri, bu da onların işini oldukça zorluyordu. Bu gidişle dava ellerinden alınacak ve başka bir ekibe verilecekti fakat bizim departmanda bulunduğum ekibe bu görev verilmezdi. Bunun herkes farkındaydı. Vaka muhtemelen bizden daha önde gelen bir ekibe devredilecekti. Eğer ki o dava bana verilseydi en azından bir kez de olsa kendimi denemiş olurdum ancak benim ekibim bunun için o kadar iyi değildi. En azından rütbe bakımından daha düşüktü. Bu da işi oldukça imkansız kılıyordu. Büyük çabalar sonucu örtüyü üzerime serdim ve rahat bir pozisyon alarak göz kapaklarımı indirdim. Tam uykuya dalmak üzereyken kapıdan gelen anahtar sesi ile gözlerimi açtım ve doğrularak kapıya baktım. Bu saatte kim olabilirdi ki?
|
0% |