Yeni Üyelik
11.
Bölüm

10.Bölüm "Gerçek Aşkı Kaybetmek"

@senabookss

“Hayallerim kadar yakındın bana, ulaşamayacağım gerçek gibi uzaktın da...”


Gün, saatleri devirirken uğraştığım rakamlar ve yüzdelik ifadelerin doldurduğu evrakların bitişiyle sevinç içinde hazırlanmak amacıyla odama geçtim. Bir saattir fazla seçeneğim olmasa da kıyafetlerim arasında elemeler yapmaya çalışmış aldığım ılık duşun verdiği rahatlığın getirdiği uyku mahmurluğunun etkisinden çıkmaya çalıştım. Şimdi de aynada kendime bakarken yan dönüp sırtıma odaklandım. Sırtımdaki yaralar krem süremediğim için hala belliydi ve ne kadar belli etmemeye çalışsam da sızlıyorlardı. Yardım alabileceğim birinin yokluğu da yaraları kendi haline bakmama sebep olmuştu. Zamanla iyileşeceklerini umduklarım yaralarımdan benimle kalacak olan izler zihnimde canlandığında umutsuzca elimdeki uzun kollu, kapalı bodye baktım ve başımdan geçirerek bedenimi örttüm. Kırmızı body vücudumu sararak hatlarımı ortaya çıkardığında dolgun hatlarımla hiç değilse memnun hissettim kendimi. Alttan giydiğim siyah deri şortla kırmızı güzel bir uyum sağlamıştı. Kıyafetlerimden emin olarak makyaj masama doğru ilerledim. Yüzümdeki morluklar azalmıştı ama yine de soluk rengimi kapatmak için hafif bir makyaj yaptım. Açık bıraktığım saçlarımla kendime son kez gülümseyerek bakıp kapıya doğru ilerledim. Şu an nedensizce sanki eski günlerde gibi hissediyordum kendimi ve bu his fazlasıyla özlem içerdiğinden kendimi gerçekler uyandırmak istemiyordum. Bazen hislerin doğurduğu hayal, gerçeklerden daha iyi gelirdi ruhumuza. Kapıyı açıp eşikten geçerken aynı anda yan odanın da kapısının açılmasıyla durup o tarafa baktım. Aslancığın okyanuslarının gözlerime değip değmediğini anlamama fırsat vermeyecek kadar hızla yanımdan geçip gitmesiyle umutsuzca arkasından baktım. Ardından kalan kokusuyla derin bir nefes alıp ciğerlerime bir acı daha ekledim. Eski, benim müptelası olduğum kokusu onda değildi. Normalde benim ona aldığım parfümü kullanırdı, demek ki parfümünü değiştirmişti benden sonra... Gidişimden kalan günlerde kendini değiştirmiş olması dudaklarımda buruk bir tebessüm yarattığında kalbimin sızladığını hissettim. Ayrılığımız kendini bulmasında etkili olmuştu ve bu düşünce, hayal dünyasının yüksek merdiveninden gerçekler dediğimiz yanan bir ormana düşmemi sağladığında yutkunarak çenemi kaşıdım. İçimdeki depremde yıkılan duygularıma inat dolan gözlerimi yok sayıp bir şey yok dercesine derin bir nefes alarak olsun diye düşündüm... bu koku da ona yakışmıştı.


Daha fazla kapının önünde durmanın bir anlamı olmadığını beynimin uyarısıyla kavrayıp merdivenlere doğru ilerledim. Giriş katına indiğimde merdivenin sonundaki pencereden dışarıya baktım ve bizimkilerin bahçede olduklarını gördüm. Evden çıkarak sakin adımlarla yanlarına yürürken oldukça ifadesizdi yüzüm. Hiç kimse birbiriyle konuşmaya gerek duymadan otoparka doğru yürümeye başladık. Konuşmamamız işime gelmişti çünkü daha hangi aşamada olduğumuzu tam bilmiyordum. Seda ve Ali’yle aram orta şekerliydi ama diğerleriyle filtre kahveden farksızdı. Tatsız, acı ve koyu...


Herkes arabalara binerken kendimi konuşma durumunda kalırsam dilimden dökülemeyecekler konusunda tembihledim. Ben tek başıma kızıma bindiğim gibi düşüncelerden sıyrılmak istercesine motoru çalıştırdım. Gür egzoz ve motor sesi bahçeye yayıldığında üst dudağım yukarı kıvrıldı. Yağız, Ali’yle kendi arabasına geçmişti ve benim hemen ardımdan o da Charger’ının motorunu çalıştırarak bana eşlik etmeye başladı. Akın ve Seda da birlikte kendi arabalarına bindiklerinde önce ben ardımdan Akın, onun arkasından da Yağız kapıya doğru ilerledik. Üç arabanın yanaşmasıyla görevli büyük demir giriş kapısını açtı. Sarayın ormanlık yolunda ilerlerken gözüm dikiz aynasına takıldı. Zihnimde parlayan ışıkla iki elimle direksiyonu sıkıca kavrayıp gülümsedim. Heyecanla yan şeritte ilerleyen Akın’a baktım. Gözlerim ondayken arabanın motorunu bağırtarak dikkatini çektim ve gözleri ona olan bakışımı yakaladı. Bunun ne anlama çok iyi bildiğinden karşılık vermesi çok gecikmedi ve bu meydan okuma seve seve kabul edildi. Rotanın hedefindeki yere ilk kimin varacağına dair başlattığım yarışın diğer yarışmacının katılımıyla başlaması vites atarak hızımın artmasına sebep olduğunda ibre yukarı tırmanırken direksiyonu ona doğru keserek önüne geçtim ve mücadele başladı. Dikiz aynasından arkama baktığımda Yağız’ın girmediğini fark ettim... somurtarak dikkatimi yola çevirdim, benim olduğum şeylere girmeyecek kadar yok sayıyordu beni demek ki.


Camıma yansıyan görüntüyle Akın’ın beni yakaladığını fark ederek düşüncelerimden sıyrıldım ve koltuğumda kıpırdanarak dikkatimi topladım. Önüme geçmesini engelleme isteğiyle sürekli direksiyonu önüne kırmaya başladım, aynı zamanda da hızımı arttırmıştım. O da çok iyi bir sürücüydü benim kadar olmasa da ve taktiğimi anladığı için hırçınlaşmıştı. Yolun tek şeride düşmesiyle hızımı daha da arttırdım. 210 ile gidiyordum ve ibre gittikçe yükseliyordu. Gittiğimiz 700 metre sonunda trafiğe çıktık ve asıl mücadele o zaman başladı. Hızımı biraz azaltarak daha dikkatli şekilde yarışa devam ederken manevralarla onun önüme geçmesini engellemeye çalışıyordum. Akın'ı görmek için dikiz aynasından bakmıştım ki Yağız, Akın’ı sollayarak yanıma ulaştı ve beni geçti. Şaşkınlıkla arkasından bakarken vitesi arttırdım ve gaz pedalına asıldım.


İşte bu büyük bir savaş demekti...


Artan hızım ona yetişmeye çalıştım fakat öyle bir an oldu ki önüme araç çıktı. Ya Yağız’ı sollamayıp arkasında kalarak önde gitmesine izin verecektim ya da diğer yola geçecektim ve buna karar vermek için on metrem bile yoktu!


İçimden dürten hissin dediğine kulak vererek bir anda direksiyonu kırdım ve karşı yola geçtim. Üstüme gelen arabaların arasında zikzak çizerken küfür anlamındaki kornalarını umursamamaya çalıştım. Tüm dikkatim sadece tek bir şeyin üzerindeydi o da: KAZANMAK!


Makas atarak geçtiğim arabalara bakarken üstüme geldiklerinden dolayı bu durumda araba sürmenin ne kadar zor olduğunu düşündüm. Resmen kornalar ve küfürler hava da uçuşuyordu. Telefonumun çaldığını duyuyordum ama dikkatim sadece yola odaklı olduğu için onu duymazlıktan geldim. Hızımı daha da arttırarak yılan edasıyla araçları sollamaya devam ettim ve bulduğum ilk boşlukta direksiyonu kırarak sağ şeride geçtim. Nerdeyse Yağız’ın arabasına değecekken kontrolümü topladım ve şimdi başa baş gidiyorduk... yarışın bitmesine 300 metre kalmıştı. Son gücümle gaza abandım ve hızlı bir manevrayla sokağa ilk ben girdim. Az bir farkla olsa da ben kazandım. Yağız Ertuğ’u yendim!


“İşte bu!” diye bağırdığımda içimde coşkulu bir deniz vardı. Mutluluğun serinliği içimi serinletirken gülümseyerek küçük bir dans gösterisinde bulundum. Uzun zaman sonra ilk defa bir şeyden bu kadar haz almıştım. Onunla yaptığımız her şeyin böyle hissettirdiğini şimdi daha iyi anlıyordum. İthaca’da da yarışmıştım ama bu aldığım hazzı alamamıştım. Aslancığın etkisi burada bile önemliydi... Barın önüne geldiğimizde ciddi bir yüz ifadesiyle arabadan indim ve kaputa yaslanarak kollarımı göğsümde dolayıp kaybeden rakiplerime baktım.


“İçkiler sizden beyler.” sesim keyiften dört köşe olduğumu belli edecek şekilde tatlı bir edayla dudaklarımdan dökülürken yüzümde kışkırtıcı bir tebessüm hakimdi. Yağız, yüzüme bile bakmazken Akın, sinirle arabasının kapısını kapattı. Seda'da sinirli bir ifadeyle bana bakıyordu ki yanıma öfkeli adımlarıyla ulaştı ve ateş saçan kahverengi gözleriyle gözlerimi yakarcasına baktı. Yüzümdeki gülümsemenin sinirini daha çok bozduğunu biliyordum...


“Manyak mısın kızım sen? Bir daha sakın böyle bir şey yapma!” ses tonundan bile ne kadar kızgın olduğunu anlayabilirdiniz. Seda’nın öfkesinin korkutuculuğunu bildiğimden tatlı bir edayla üstünü sinirinin üstünü örtmeye çalıştım. “Ne yaptım ki? Araba sürdüm, hem sağlamım ne bu şiddet bu celal?”


“Ruh hastası, yarış uğruna kaza yapabilirdin! Film setinde miyiz? Karşı şeride geçmek ne demek? Bir daha yapmayacaksın!” sinirinin endişeden kaynaklı olduğunu anlamamla yüzümdeki gülüş kendini soldurdu ve geriye sadece ifadesizlik kaldı. İki senenin ardından benim için birinin endişelenmesi tuhaf gelmişti. Unutmuştum bu hissin güzelliğini... yani birinin sizin için endişelenmesi, önemsiz gibi görünen bu davranışın aslında nasıl da büyük ve değerli bir davranış olduğunu yokluğunu tattığınızda anlıyordunuz ve ben uzun bir süre bu tatla sınandım. İnsanın duygusal yapısının getirilerinden biriydi sevilme isteği ve bu isteğin olumlu şekilde hissedilişinin en güçlü emaresiydi birinin sizi sevdiği için sizi korumak istemesi, sizin için endişelenmesi...


İçimdeki hoşnutluğu dışarı yansıtmadan omuz silktim. “Bir şey olmadı sakin. Unuttun galiba ben kaza yapmam.” gözlerim alev alev yanan gözlerden serinlik ve huzuru yansıtan okyanuslara kaydığında ne hissettiğini görmeye çalıştım. Kaybettiği için hiç üzgün ya da sinirli gibi bakmıyordu ve bu durum içten içe huzursuz hissetmeme sebep oldu. Neden bir şey hissetmemişti? Ben ona bakarken Akın, karısının elinden tutmuş içeriye doğru hareketlenmişti. Onların arkasından Ali ve Yağız’ın girmesiyle içime hava çekip yanaklarımı şişirdim ve havayı geri bırakarak gözlerimi devirdim. Yavaş adımlarla bara doğru ilerlerken aklım deminki düşüncenin esiriydi? Ne yani benimle yarışmaktan zevk almamış mıydı? Tüm keyfim yerle bir olurken umutsuzca yutkundum. Gözlerim girdiğim kapının bana sunduğu mekanda dolaşırken ilk giriş kısmının yine kalabalık olduğunu gördüm. İnsanlar birbirlerine değecek şekilde dans ederken nasıl keyif aldıklarını düşündüm. Başka tenlerin sana değmesine tahammül edebildiklerini sorgularken yapış yapış insanların arasından onlara değmeden geçmeye çalışarak ikinci kısma geçtim. Burası biraz daha sakindi fakat saraydaki öğrencilerin de bulunması geçen seferki sakinliği alıp götürmüştü. Elit kısım şu an aynı normal barlar gibi ışıklanmış ve hareketli müzikle içindeki insanları kendilerinden geçirmişti. Bizim için ayrılmış olan masaya geçmemizle kendimi deri koltuğa atıp rahat bir nefes aldım. Masaya bırakılan içkilerden birini hızla alarak boğazımdaki kuruluktan kurtulmaya çalıştım. Soğuk bira boğazımı serinletirken tekrardan nefes alıyormuş gibi hissetmiştim. Biz içkilerimizi içerken birkaç öğrenci gelip selam verdi. Her birinin adını aklımda tutacak değildim ama bazıları cidden kendilerini belli ediyorlardı. Masaya gelenlerden bir tanesinin tanıdıklığı kendini belli edişinden değil de bana unutmayacağım bir an yaşatmasından olduğundan ona gözlerimi kısarak baktım. Kolunu kırdığım kız, masaya gelip her birimize selam verdiğinde diğerlerinden çok ilgimi çekmişti. Kolu hala alçılıydı ama toparlanmış görünüyordu, geçen zaman ona iyi gelmiş gibiydi. Geçen gün salonda Yağız’la konuşmalarını dinlerken adının Selin olduğunu öğrenmiştim.


“Hocam, sesinizin çok güzel olduğunu duydum. Arada söylüyormuşsunuz burada şarkı... bu gece de söyler misiniz?” kızın cilveli konuşmasıyla zihnimde aynı anda iki kere üst üste çan sesi yankılandı. İçimdeki kelebek kanatlarını sert şekilde çırparak kalbimin üstüne kondu. Sen adamı yarışta yendiğin için sevinirken adamı başka kadın kazanacak kulaklarımda çınlanan kelebeğin sesi kendime gelmemi sağladığında sırtımı deri koltuğa yaslayıp bacak bacak üstüne attım.


“Evet, güzeldir sesi ama herkese sunmaz. Şarkı söylemesi için sebebinin önemli olması gerekir.” dedim elimdeki bardağı bacağımın üstüne yaslarken. Yağız'ın okyanusları konuşmamla kısa bir süre gözlerime takıldı ve ardından diğer kolunu kırmak için can attığım kıza... ona bakarken gamzelerini belli edecek şekilde gülümsedi. Evet, bunu yaptı ve kalbimdeki kelebeğin donduğunu hissettim. Buz kesmek kavramı ilk defa bu kadar can yakıcı şekilde ruhumdaydı.


“İstediğin bir parça var mı?” sesi kulaklarıma ulaştığında öfkenin damarlarımda gezindiğini hissettim. Benim karşımda başkasıyla birbirine yürümeye cesaret edebilecek kadar beni unutmuş muydu?


“Yani bilemedim şimdi...eminim sizin sesinize tüm şarkılar yakışır. Şu an ki duygularınıza uygun bir şarkı iyi bir seçenek olabilir?” dedi kız ve gülümseyerek biraz ilerimizdeki masaya doğru geçti. O yanımızdan ayrılırken Seda’nın mırıldanışını duydum:


“Şarkı değilde birazdan katliam fon müziği çalacak burada.” onun mırıldanışını görmezden gelerek ifadesizce karşıma baktım. Tamam, gitmiştim ve bitmiştik ama şimdi buradaydım. Vardım ben. Ben karşısındaydım ama yok muydum onun için? Bu kadar kolay mıydı silmek? Ben hedefine kitlenmiş bir kaplan edasıyla ona bakarken o beni hiç takmadan Seda’ya dönmüş eğitimler hakkında konuşmaya başlamıştı. Akın ve Ali de yakın zamanda planladığımız operasyon hakkında konuşurken tek kalan ben olmuştum. Yalnızlığın ve sinirimin bir işe yaramayacağının bilinciyle gözlerimi etrafta gezdirmeye başladım. Topraklarım özellikle o kıza takıldığında bakışlarının odağında Yağız’ın oluşu onunla ilgili hiç insancıl olmayan düşüncelere sahip olmama neden oldu. Kafamı hafifçe çevirip Yağız’a baktığımda kızın ona baktığından haberi bile olmadan tüm dikkatiyle Seda’yı dinlediğini gördüm. Bu biraz olsun içimi rahatlatmıştı, bir de liseli ergenler gibi birbirlerine kaçamak bakışlar attıklarını görseydim ikisini birbirine vurup aralarından kıvılcım çıkartabilirdim... yani hakkım değildi ama bunu yapmak isterdim...


Ayrılmıştık, kıskanmaya hakkın yoktu biliyordum ama yine de kalbimin sıkışmasına engel olamıyordum. Aşk böyle lanet bir şeydi ve ben o lanetin ev sahibiydim. Ona lanetlenmiştim, ilişkimiz derindi tıpkı sınırı olmayan gökyüzü gibi... ve şimdi sınırsızlıktan bir an sınırlanmıştık. Bu alışık olmadığım bir şeydi ve bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Yakınken uzak olmak, ölmeyip ölümün pençesinde yaşamak gibi hissettiriyordu.


Gözlerim Yağız’dayken kızın ona bakmasının doğal olduğunu düşündüm. Yakışıklıydı, fazlasıyla... buğday teni, kumral saçları ve okyanus rengi gözleri insanı ateşe çağırıyordu. O ateşte ise bir tek ben yanmak istiyordum, her ne kadar bu saatten sonra yanamayacağımı bilsem de...


Düşüncelerin oyuncağı olan beynimin gözlerimin önüne çektiği perdeyi araladığımda Yağız, ayaklanmış ve sahneye doğru ilerlemeye başlamıştı. Sahneye çıktığında düşünceleri kenara itip tüm dikkatimi ona verdim, seçtiği şarkıyı çok merak ediyordum. Yüzümdeki gülümsemeyle ona bakıyordum ve bu gülümsemenin aslında yanlış olduğunu biliyordum. Yaşadıklarımız ve yaşayamadıklarımıza rağmen ona bakarken ki gülen yüzüm seçtiği şarkının melodisini duyunca yerini gerçeklerin acısının hissettirdiği duygusuzlukla yoğun duygunun arafındaki ifadeye bıraktı. Bu ifade gözler hariç yüzdeki tüm kasların düz şekilde durması ve gözlerin tüm duyguları yaşaması anlamına geliyordu...


Yağız, benim hissettiklerimi umursamadı, şarkının nakaratına girdi ve beni de yerin dibine soktu. Sözleri açık mesaj veriyordu ‘Başka bir evrende en güzel halinle.’ diyerek. Benim yaptığım yanlış davranıştan dolayı değil de yarışın intikamını almak için yapıyor diye düşündüm. Daha doğrusu kendimi avutmaya çalıştım. Hissettiğim kaybolmuşluk ve kaybetmişlik hissinin gerginliğiyle elimdeki birayı içtim ve koltuktan kalkarak barmene doğru ilerledim. Tezgaha yaslanarak bir viski istedim, sert ve beni çarpacak bir şeye ihtiyacım vardı. Garsonu beklerken gözüm o kıza kaydı, hayranlıkla Yağız’ı dinliyordu ve ben utanmasam şu an ağlayabilirdim... ilk defa çaresiz ve kaybetmiş hissediyordum, ilk defa kendimden bu kadar nefret ediyordum. O zaman bile bu kadar nefret etmemiştim varlığımdan...


Garsonun önüme koyduğu bardağı iki büyük yudumda içtim. Boğazımdaki acının gözlerimi doldurduğuna kendimi inandırdım ve bir tane daha vermesi için bardağı önüne ittim. Yağız, sahneden inip tam masaya dönecekti ki kız önüne yanına yaklaşarak onunla konuşmaya başladı. Konuşmalarından ziyade Yağız’ın kıza gülümsemesi sinirime, kalbime dokunmuştu. Bana gülümsemeyeli uzun zaman oluyordu çünkü. Müdahale etmeye hakkım olmadığının bilincinde olduğum için barmenin uzattığı bardağı da üç yudumda içtim ve temiz havaya ihtiyacım olduğuna karar vererek dışarıya doğru yöneldim. Kapıya doğru ilerlerken oturduğumuz masaya doğru baktım; Seda, durumu fark etmişti ki gelmek için ayaklandı ama hayır anlamında kafamı sallayıp dışarıya çıktım.


Temiz havanın ciğerlerime dolmasını sağlamak için aldığım sık nefesler sanki içime duman çekiyormuşum gibi boğazımı yaktı. Ellerimin titrediğini, avuçlarımın terlediğini hissettiğimden üstümdeki şorta avuçlarımı bilinçsizce, sertçe sürttüğümü fark ettim. Ben kazanmak isterken kaybettiğimi anlamıştım...


Sıcak rüzgar tenimi okşamak yerine yakarken içimden geçen istekle güvenlikten bir sigara aldım ve yakarak yolun karşısına geçtim. Denizin önündeki kaldırımda durup ciğerlerimi kara dumanla doldurdum. Zihnim düşüncelere gebe, kalbim ağırlık altında kalmış oyun hamuru gibi düzlenmiş, bedenim hissettiklerimin yoğunluğuyla benim kontrolümden çıkmış gibiydi. İçtiğim sigara hislerimle yarılanmıştı ki karşı tarafa değen gözlerim onu gördü. Aramızda tek şeritlik kısa bir yol vardı sadece. Yağız, güvenliğin orada durmuş sigara içiyordu. Bana baktı ama bir şey demedi, gözleri de susuyordu. Göz gözeydik... zaten her ne olduysa o on saniye de oldu.


Bir aracın aniden bizim olduğumuz sokağa girip etrafa ateş açması ve ben daha belimdeki silahı çıkarmadan Yağız’ın koşarak üstüme atlayıp beni yanımdaki aracın arkasına savurması. Hepsi o on saniye içinde olmuştu. Arkasında olduğumuz arabanın tüm camları inmişti ve cam parçaları tenime batmıştı. Savrulmanın etkisiyle kafamı sert şekilde betona vurduğumu hissettiğim keskin sızıyla anladım. Vurmanın acısıyla gözlerimi kapattım ve sesli şekilde inledim. Ben başımdaki acının ve batan camların sızısını bastırmaya çalışırken Yağız’la aramızda sıcak bir ıslaklık hissettim ve gözlerimi hızla açarak okyanuslarına baktım. Okyanusların durgunluğu içimde köklü bir ateşi fitillerken gözlerim aksi şekilde suyla dolmuştu...


Loading...
0%