Yeni Üyelik
12.
Bölüm

11.Bölüm "Kelebek Olmak İçin İyi Biri Olmak"

@senabookss

“Hayat gibiydi aynı anda mutlu eden bir saniyede deviren...”


Kelebeğin döndüğü gün Yağız’ın anlatımıyla...


Korkularınız peşinizdeki hayaletinizdir. Varlığını sırtınızda hissederek hayata devam ettiğiniz korkularınız, elbet bir gün önünüze geçerdi ve sizinle yüzleşirdi. Küçükken yorganın altına saklanarak kaçındığınız korkularınızdan büyüdüğünüzde kaçamazdınız. Tek çareniz yüzleşmek olduğunda kader sizi bağlardı. Tıpkı beni bağladığı gibi...


En büyük korkum terk edilmekti. Terk edildim. Elim kolum bağlıydı, kaçamadım.


Ondan başka kimsem yoktu, artık o da yoktu ve en acısı bu onun tercihiydi. Alisa Havas, asla istemediği bir şeyi yapmazdı. Bunu yapmıştı, beni terk etmişti.


Annem gibi gitmişti, babam gibi silinmişti, çocukluğum gibi kaçmıştı.


Ve şimdi gelmişti.


Bu anı hep düşünmüştüm. Onun, hayatımı adadığım kadının beni terk edip gittikten sonra geri gelirse ne yapıp nasıl davranacağımı... kendi içimde uzun süren bir savaş vermiş sonunda ise kabul etmiştim ki, iki sene üstüne geri gelmez bırak artık düşünmeyi ama bir yanım asla bu seçeneği kabul etmemiş hep bugünü düşünmeye devam etmişti. Nasıl davranacağımı, ne düşüneceğimi planlamıştım ve hiç planladığım gibi olmamıştı...


Çünkü o, tam vazgeçtiğim anda her zaman yaptığı gibi yapmış beni yine gafil avlamıştı.


Şu an yanımdaydı, kokusunu alacağım kadar yakınımdaydı ve ben hiçbir şey yapamıyordum.


Tam yanı başımda emirler yağdıran kadın, hayatımın içine edip giden kadındı. O, konuşurken yanında nasıl bir fırtınanın ortasında olduğum umurunda bile değildi. Aslında şimdi ondan bana yaptıklarının öfkesini çıkarmalıydım ama ne konuşabiliyor ne de bir tepki verebiliyordum ona karşı.


Herkes çıkıp salonda biz bize kaldığımızda bile ağzımı açıp tek laf edemedim yüzüne. Çekip giderken ardında bıraktığı ben, şimdi ona ne diyebilirdi ki? Neden gittin? Neden beni bıraktın, bana neden umutlar verdin?... hiçbiri bir boka yaramazdı. Geçen zaman kaybedilmişti ve kaybedilen geri kazanılmayacak türdendi. Ne zamanı ne de bizi geri getirebilirdik şimdi konuşacaklarımızla.


Duymak için kaç şişede kaybolduğumu hatırlamadığım sesi kulaklarıma sızdığında yutkunarak sıkışan kalbimi umursamadan derin bir nefes aldım. Bu sefer de parfümleriyle kendimi avuttuğum kokusu yerine kendi kokusuyla karışmış asıl kokusu burnuma dolmuştu ve anlamıştım ki kaçışım yoktu. O, buradaydı ama bende değildi. Daha fazla bulunduğumuz yerde duramayacağımı anlayarak bir şey söylemeden salondan çıktım. Bahçeye ulaştığımda içime sanki içimdeki yangını söndürecekmiş gibi bir nefes çektim. Zaman geçtikçe tüm bedenim üstündeki şaşkınlığı atmaya başlamış ve yerine öfkeyi yerleştirmeye başlamıştı. Yüzünde üzgünlüğün kırıntıları bile yoktu. Sanki hiç çekip gitmemiş, sanki beni arkasında hayallerimizle bırakmamış gibiydi. Gerçekten bu kadar kolay mıydı gidip geri dönmek?


Birlikte geçirdiğimiz günlerin sanki rüyaymış gibi unutulması ve benim zihnimde can yakıcı kabuslara dönüşmesi, birbirimizden başka kimsemizin olmadığını ve asla ayrılmayacağımızı söylediğimiz anlar yalan mıydı? Hayatımda tek tutunduğum dalın beni üstünden atıp yere çakılmama sebep olması ve bunu sanki yapmamış gibi davranması kabul edilebilir bir şey değildi. O, gitmişti bense yerden kalkıp tek başıma sürünerek hayata devam etmeyi seçmiştim.


Zihnimdeki düşüncelerin desteklediği içimdeki acının hissettiğim öfkeyi alevlendirmesiyle bu hissi bastırmak istercesine ellerimi yumruk yapmış tırnaklarımı avcuma bastırmıştım. Sadece bir kadın gelen, o senin kelebeğin değil bu şehrin Soylusu Yağız. O kadar, başka bir şey değil!


“İyi misin?” içimden onun sevgilim değil de sıradan bir kadın olduğunu tekrarlarken Akın’ın omzuma elini koyup soru sormasıyla başımı ona doğru çevirdim. İyi değilim, hem de hiç iyi değilim...


“İyiyim oğlum, niye iyi olmayayım? Akşamdan beri işlerle uğraşıyorum biraz dinleneceğim. Rahatsız etmeyin.” dedim ve elimi omzuna vurup ondan uzaklaştım. Gözleri kuşkulu bir şekilde yüzümü tararken hissettiklerim sanki beni boğuyormuş gibi hissediyordum ama yansıtmıyordum. Yorgundum sadece o kadar.


“Yağız... bir şey demeyecek misin? Alisa, burada.” evet, buradaydı ama benim sevgilim, sevdiğim kadın değildi.


“Giden gelmiş ama bana gelmemiş. Diyecek bir şey yok Akın. Herkes kendi seçimini yaptı.” başka bir şey demesine fırsat vermeden eve doğru yürümeye başladım. Kafam o kadar doluydu ki düşünmeye yer yoktu zihnimde. Her şey durmuş gibiydi.


Giderken peşinden götürdüğü zaman geldiğinde bile ilerlemiyordu.


Ne ara evden içeriye girip ne zaman merdivenleri tırmanarak odama girip kapıyı kapattım bilmiyordum ama kapıyı kapatıp sırtımı kapının yanındaki duvara yasladığımda bedenim sızlıyordu. İçimde sindiremediğim bir fırtına vardı ve ben ona yıkılmaktan korkuyordum tekrar çünkü tekrar kaybetmek bir daha kazanamamak anlamına geliyordu...


Kendimi yatağa bırakarak iki kolumu başımın altında birleştirerek tavana bakmaya başladım. Hiçbir şey hissedemiyordum, tek hissettiğim öfkeydi ama onun bile ne için içimde olduğunu bilmiyordum. Gittiği için mi, beni bıraktığı için mi, beni giderken çağırmadığı için mi, geldiği için mi? Hangisine öfkeliydim?


Yoksa kendime mi öfkeliydim? Ona, bana yaptıklarının hesabını sormadığım için, onu bu durumda bile korumak istediğim için, iki sene sonra bile ilk gördüğüm anda kollarıma almak istediğim için mi... ne için öfkeliydim ben?


Bir tarafım karşısına geçip bağırmak istiyordu neden diye. Bir tarafımsa hiçbir şey söyleme yok say diyordu. Bir tarafımsa iki senin özlemiyle tut sarıl, o taptığın kokusunda kaybol diyordu ama yapamazdım.


Ama... ama, bu sözcüğün altında ezildiğim bir anım daha yoktu yirmi dokuz yıllık hayatımda. Arafın dildeki karşılığı olan ama bir o kadar basit bir o kadar heves kırıcıydı. Sıradan bir şeyi bile üç harfiyle hevesinizi kursağınızda bırakacak kadar etkili olabilirdi. Tıpkı şu an benim için olduğu gibi.


Kelimelerin zihnimdeki ağırlığını düşünürken sinirle derin bir nefes aldım ve biraz olsun rahatlarım umuduyla elimle alnımı ovmaya başladım. Öfkeye tekrar yenilmeyecektim... rahatlamam gerekiyordu.


Beni bu düşüncelere mahkum ettiği için bile ondan nefret etmeliydim ama edemiyordum. Ardında bir mektup bile bırakmadan beni terk eden kadın için kendime işkence ediyordum.


Aslında onunla karşılaştığım ilk gün anlamıştım kıyametin benim için başladığını ve cehennemin benim için aralandığını...


19 Sene önce (Yazar anlatımıyla)


Küçük çocuk yanındaki görevlilerin söylediklerini düşünüyordu. Küçük bedeni ve yaşadıklarının ağırlığı altında kalmış, beyni düşüncelerini zorlasa da korkuyla atan kalbi bu zor durumu lehine çeviriyordu. Korkusu şu an ayakta durmasını sağlıyordu. Görevlilerin dedikleri kulaklarında çınlıyordu. Artık burada kalacaktı ve onlar ne isterlerse yapacaktı, böyle söylenmişti ona. Çocuk buraya neden getirildiğini bilmiyordu. Ailesi öldürüldüğü için mi getirilmişti yoksa işlediği suç yüzünden mi getirilmişti? Aslında çocuk tanımadığı insanların yanında olmaktan korkuyordu ama bir yandan da buraya getirildiği için mutluydu. Önceden kaldığı yerden çok daha iyi ve büyük bir yerdi burası. Kocaman bir saraydı şu an adımlarını attığı yer. Büsbüyük yeşil bahçe ona sanki lunapark gibi gelmişti. Aynı ölmeden önce annesinin ona anlattığı masallardaki gibiydi bulunduğu yer. Çocuk büyüklüğü karşısında şaşırdığı bahçeye baktı ve burayı keşfetmek istediğine karar verdi. Etrafı merak ediyordu. Her bir adımında sanki avın peşinde olan avcı gibi hissediyordu kendini.


Bunu yaparken içindeki korkuyu da yok saymaya çalışıyordu ama küçük kalbi küt küt atıyordu. Görevliler kızar mıydı ona bahçede gezdiği için? Buradan alıp onu eski kaldığı kötü yere götürürler miydi? Çocuk korkusu ve merakı arasında kaldığında merakı korkusunun önüne geçti ve adımlarını devam ettirdi. Büyük süs havuzunun arkasına geçtiğinde ilerisindeki yavru köpek dikkatini çekti. Sevmek için ona doğru yönelmişti ki köpek koşmaya başladı. Çocuk köpeği sevemediği için duyduğu üzgünlükle arkasından koşmaya başladı. Köpeğin gideceği yer de merak etmişti tabii... Köpek bahçeden uzaklaşarak ormanlık alana doğru yöneldi, çocuk bahçeden uzaklaştıkları için tedirgin olsa da içinden gelen dürtüyle köpeği takip etmeye devam etti. Biraz daha koşmuştu ki ileriden gelen ağlama sesiyle adımlarını yavaşlattı. Etrafındaki ağaçlarda dolaşan gözleri aslında sesin kaynağını bulmaya çalışıyordu. Yavaş adımlarla sese doğru yaklaşmaya başladığında bu sesin bir kıza ait olduğunu anladı. Birkaç adım daha atmıştı ki ilerisindeki büyük, kocaman yeşil yaprakları olan çınar ağacının önünde kendi yaşlarında olduğunu tahmin ettiği bir kız çocuğunu gördü. Mavi gözleri kıza bakarken peşinde koştuğu köpeğin kızın yanına giderek onun hemen önünde havladığını fark etti. Köpek sanki teselli etmek istercesine kıza sürünüyor, onu sevmeye çalışıyordu. Çocuk içindeki üzüntüyle iki adım daha atarak kıza seslendi.


“İyi misin?” çocuğun ürkek sesi ormana yayıldığında kız duyduğu sesle korkarak başını dizlerinin üstünden kaldırdı. Burada olduğunu kimse bilmiyordu, hocasından gizli gelmişti buraya ve yakalanmak şu an için istediği son şeydi ama gördüğü küçük beden korkusunun yersiz olduğunu fark etmesini sağladı. Kız üzerinde oturduğu toprak rengindeki gözlerini sesin sahibe sabitleyerek kaşlarını çattı ve şaşkınlığını belli edecek şekilde “Sen de kimsin?” diye sordu.


Çocuk büyük bir özgüvenle çenesini kaldırdı. “Artık burada yaşayacağım. Adım Yağız.” deminki ürkek sesinin aksine şimdi kendinden emin konuşarak söyledikleriyle kız ona afallamış bir edayla baktı. Burada tek küçük oydu ve ona kimse birinin daha geleceğini söylememişti. Kızın afallamasından fırsat bilerek Yağız, soru sorma sırasını kendine çevirdi ve merakla “Neden ağlıyorsun?” diye sorarken kıza yaklaştı. Kız Yağız’ın sorusuyla neden ağladığını hatırlayıp tekrar ağlamaya başladı. Gözlerinden akan yaşları küçük eliyle silmeye çalışırken çok tatlı görünüyordu.


“Kelebek öldü, hem de benim yüzümden. Sadece sevmek istemiştim.” kız iç çekerek devam etti konuşmasına “Korumam gerekirken öldürdüm. Çok kötü bir insanım ben. Artık iyi değilim.” son söyledikleriyle ağlaması şiddetlendi. Annesinin ve babasının söyledikleri küçük kızın zihninde dolaşırken yaptığı kötü şeyin suçluluğu küçük ruhuna ağır gelmişti. “Kötü biri oldum artık, istesem de kelebek olamam.” elindeki ölmüş kelebeğe bakarken söyledikleri Yağız’ı şaşırttı. Bu küçük kız kelebek mi olmak istiyordu diye düşündü ve ne yapacağını bilemeyerek kızın yanına oturdu.


“Yanlışlıkla oldu bilerek öldürmedin ki. Bilerek öldürseydin kötü biri olurdun benim gibi. O yüzden hala kelebek olabilirsin istersen.” söyleyebileceği en doğru şeylerin bunlar olduğunu düşünmüştü küçük, masum zihni. Kızın ağlamasını istemiyordu ama kız ağlamaya devam ediyordu.


“Hayır, öldürdüm onu. Kimse beni kelebeği olarak istemez artık. Annem bana çok kızacak.” çocuk kızın küçük yüzüne baktı. Küçük yüzüne rağmen büyük kahverengi gözleri suyla kaplanmıştı ve bu çocuğu çok rahatsız etmişti.


“Sende benim kelebeğim ol o zaman. Söz ben senin ölmene izin vermem.” dedi hızla. Kız duyduklarıyla ağlamayı keserek çocuğa döndü. “Gerçekten mi?” inanamadığını belli eden sesiyle Yağız gülümsedi. Kız sonunda kelebek olabileceği için heyecanla bakarken daha ağlamıyordu. Çocuk, başarmanın verdiği özgüvenle kendinden emin bir şekilde kıza baktı.


“Evet. Sen artık benim kelebeğimsin ve ben seni koruyacağım.” dedi ve böylece bu iki yaralı çocuk bir kelebeğin ölümüyle birbirlerini buldu...


Şimdiki zaman...


Onu ilk gördüğüm zamanı düşündüm. O küçük yaşıma rağmen onu gördüğüm ilk an anlamıştım onsuz hiçbir anımın olmayacağını. Doğru da anlamıştım, o günden sonra tüm günlerimiz beraber geçmişti. Ta ki bir gece ansızın beni bu odada bırakıp gidene kadar.


Yaşadıklarımız ve birbirimize verdiğimiz sözler sanki yüzyıllar öncesindeymiş gibi hissettim ve bu aslında bizim çoktan iki ayrı kişi olduğumuzu kavramamı sağladı. Onun için her şeyi yapmıştım, onun bilmedikleri dahil... ama buraya kadardı. Artık benimde bizi bırakmam gerekiyordu tıpkı onun beni bıraktığı gibi.


Bu düşünceyle uyuyamayacağımı anlayarak kolumdaki saate baktım. Ders saatim yaklaşıyordu, biraz erken gidip ısınma yapabilirdim ve böylece onu düşünmek zorunda kalmazdım. Kendimi şartlayarak yataktan kalktım.


Artık seçtiğim taraf belliydi, onu yok sayacaktım. Böylelikle kendi yoluma bakabilirdim tıpkı onun gibi...


Loading...
0%