Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14.Bölüm "Geçmişteki Masum Anı"

@senabookss

“İlklerimin toplandığı senden geriye kalan sadece bizim sonumuz.”


Seda'nın anlatımıyla...


Artık sabahları daha anlamlıydı benim için. Sabahların gözümde yükselişinin sebebi oğlumla daha fazla vakit geçirdiğim an olmasıydı. Küçük bebeğimin yemeğini yedirip yatağımın üstünde yatırmamla yanında hafifçe uzandım. Eline verdiğim peluş oyuncakla oynarken küçük yüzündeki tepkileri gülümseyerek izliyordum. Annelik sandığımdan da büyük ve anlamlandıramayacağım kadar derin bir duyguydu, bu duyguyu bana yaşatan varlığı sevgimle nazlatırken yüzündeki gülümseme benim için günün aydığının habercisiydi. Daha dün gibi gelirken doğumu, şimdi ne kadar da büyüdü diye düşünüyordum. Elindeki oyuncağı heyecanla sallarken kahverengi gözleriyle ve yüzünün girdiği tüm şekillerle aynı babasına benziyordu. Babası kılıklı sadece tip olarak benzemek yerine huylarını da ondan almıştı. Çok huysuzdu ama bir o kadar da tatlıydı, babası gibi.


“Hadi annecim, sen benim oğlumsun. Üç aylıkken bile konuşabilirsin. Söyle bakayım an-ne. An-ne.” onunla konuşup onu nazlatırken odanın kapısının açılmasıyla gözlerim bana yaşamı vaat eden adama çevrildi. Gözleri bizi bulduğunda yüzündeki gülümsemeyle kalbimi hızlandırdığından haberi bile yoktu...


“Ne yapıyormuş benim bebeklerim?” gözlerini bizden çekmeden kapıyı kapatıp bize doğru yaklaştı. Yatağın yanında durup başımın üstüne içimi ısıtan bir öpücük bıraktı ve oğlumuzu kucağına aldı. “Naber ufaklık? Özledin mi babanı?” sevecen sesiyle sorduğu soruyu sanki anlamış gibi babasının yüzünü seven oğluma gülümsedim ve gözlerimi Akın’ın terli üstünde gezdirdim, yüzümü buruşturarak “Terli terli alma çocuğu kucağına.” diye söylenmeden edemedim. Gerçi benim söylenmem küçük oğlumun pek de umurunda olmadı, bana göstermediği sevgi gösterisini gülerek babasına sergiliyordu. Hani erkek çocukları anneye düşkün olurdu?


“Anne kızdı oğlum. Hemen duş alıp geliyorum.” dedi ve bana kısa bir bakış atıp Mert’in kulağına doğru fısıldadı. “Tabi sen annenin kızgın halini hiç görmedin o yüzden sakın bana korkak deme.” ciddi bir tavırla isyan etmesiyle istemsizce kıkırdadım. Akın, Mert’i yatağa bırakıp bana göz kırparak banyoya doğru ilerlemişti ki yatağın üstündeki oyuncağı oğluma doğru sallarken “Kimse var mıydı?” diye sordum. Sorumla banyonun kapısının önünde durup bana döndü. Giydiği siyah tişörtü çıkartıp elinde top haline getirirken düşünceli bir tavırla yüzünü astı.


“Bende sana onu diyecektim. Alisa, vardı salonda ama tuhaftı... bir buçuk saate yakın hiç durmadan kum torbasıyla dövüştü ama buna dövüş denmez bildiğin kum torbasının anasını ağlattı. Öyle kaptırmıştı kendini ki seslendiğimi bile duymadı. Yanına giderek durdurdum onu.” sorgularcasına konuşmasıyla kaşlarım çatıldı. Alisa, hepimiz için şu an çözülmesi gereken bir düğümdü. İçimde ona karşı fazla sevgi vardı evet ama bu sevgiden bağımsız olarak da ondaki değişikliğin getirdiği bir uzaklık da vardı. Kardeşim olarak gördüğüm kızın bizden sakladığı büyük bir sıkıntısı vardı ve bunu paylaşmadığı sürece bu uzaklık bizi tüketecekti.


“Onda bir şey var Akın. Normal değil, çok değişmiş. Hem bilmiyorum Alisa... benim arkadaşım olan kızdan çok farklı.” aslında ona çok öfkeliydim fakat öfkeyi bir kenara bırakıp mantıkla baktığımızda hiçbir şey normal gelmiyordu. Ortada bir sorun vardı ve biz bunu bilmiyoruz gibi hissediyordum. “Elinde sonun öğreniriz bebeğim. Bende farkındayım bir sıkıntısı olduğunu ama o bize gelmeden ona yardım edemeyiz. Bizden yardım istemek varken, derdini anlatmak varken çekip gitti. O yüzden onun için yapabilecek bir şeyim yok şu anda, evet ne zaman ihtiyacı olsa yanında olurum ama onu kolay kolay affedemem. Biz aileyiz...” üzüntüsüyle karıştırdığı kırıklığını bana döktüğünde dudaklarımla beraber kalbimin de burkulduğunu hissettim. Benim kadar o da üzülmüştü cadının gitmesine. Belli etmese de Alisa’yı kardeşi gibi görüyordu. Biz burada bir aile olmuştuk ve her şeyimizi paylaşırdık ta ki o güne kadar... onun bize bile anlatamayacağı kadar büyük ne gibi bir derdi olabilirdi ki?


Derin bir nefes alarak hızla ayağa kalktım. “Yağız’la konuşmaya gidiyorum, bakıcı gelene kadar oğlumuzla ilgilen hayatım.” dedim ve odadan bir hışımla çıktım. Adımlarım bu işin kilit ismi olan Yağız Ertuğ’un odasına doğru ilerlerken ihtimaller inci taneleri gibi sıralanmıştı zihnimde. Alisa'nın yaşadıklarını tek öğrenebilecek Yağız’dı ki onu bunun için ikna etmek de fazlasıyla zor olacaktı. Şu an tek güvendiğim şey aralarındaki bağdı... İkisi de birbirine sırtlarını dönmezdi, dönemezdi.


Diğer binaya geçip üst kata çıktığım gibi hızla onun odasının önüne yürüdüm. Kapının önüne geldiğimde yüzümdeki sıkıntılı ifadeyi samimi bir gülümsemeye devredip kapıyı tıklattım ve onay vermesini beklemeden kapıyı araladım. Araladığım kapının arasından kafamı sokarak içeriye baktım. Yağız, masasında oturmuş önündeki kağıtlara bakıyordu.


“Müsait misin?” gülümseyerek seslenmemle başını kaldırıp bana baktı. Kapıyı çaldığımı bile fark etmemişti. “Müsaidim gel.” derken sesi keyiften yoksundu, gerçi uzun zamandır keyfi yoktu. Kapıyı kapatarak masanın önündeki siyah deri koltuğa oturdum.


“Nasılsın? Yaran iyi mi?” diye sorduğumda mavi gözleri ifadesizce bana baktı. Koltuğuna yaslanırken başını olumsuzca salladı. “İyiyim, abartılacak bir şey yok. Daha kötüleri olmuştu.” dedi gülümseyerek ama bu gülümsemesi fiziksel değil ruhsal acının yansıttığı bir yara bandıydı. Başımı olumlu anlamda sallarken “İyi, sevindim.” diye mırıldandım. Giriş kısmını atlatmıştık ama gelişme kısmına nasıl gireceğime karar verememiştim. Şimdi yüzüne direkt de söyleyemezdim, konuya nasıl gireceğimi planlamaya çalışırken karşısında ezilip büzüldüğümü Yağız, anlamıştı ki “Söyle hadi, düşünme.” dedi istekle.


Bunu demesini bekliyormuş gibi pat diye kafamı ona çevirip “Alisa, hakkında ne düşünüyorsun?” diye sordum. Sözcükler ağzımdan çıktıktan sonra yüzümü buruşturup gözlerimi kıstım ama iş işten çoktan geçmişti. Pat diye sorulur mu kızım ya? Ağzında lastik mi var? Diyerek kendime içten içe kızdım. Bakışlarım karşımdaki adama takıldığında yüzündeki şaşkınlık ifadesini benim fark etmeyeceğimi umarak hemen toparladığını gördüm. Kendini düzelterek omuzlarını dikleştirdi, bakışlarındaki titremeyi tamamen ifadesizliğe gömdü.


“Bir şey düşünmüyorum. Ne düşüneyim? Düşünülecek bir şey kalmadı. Kendi yolunu seçti.” dedi ciddiyetle. Sesindeki umutsuzluk ve yüzündeki ifadesizliğinin ardında saklanmış acı içimde derin bir boşluğa sebep oldu. Çok üzülmüş ve fazlasıyla yıpranmıştı. Hayatını adayıp hayaller kurduğu kadın tarafından düğün planları yaparken terk edilmişti. Onu, anlıyordum; affetmemekte haklıydı ama içindeki sevgiyi de biliyordum. Onu seviyordu, hem de çok seviyordu. Alisa'yı da biliyordum. Şu an bir olay olsa ve Yağız’a silah çekilse bir saniye düşünmez önüne atlardı. İkisi de kardeşim gibiyken onların üzülmesini izlemekte ayrı bir zordu benim için. Hem onlarının aşkları için hem de kendi üzüntümü gidermek için bu işi çözmeliydim...


“Yağız, ben bir şeylerden şüpheleniyorum ama emin değilim.” dedim yüzündeki her bir ifadeyi dikkatle izlerken. Bildiği fakat emin olmamak için direndiği bir şeyden bahsettiğim için huzursuzca yerinde kıpırdanırken kaşları aynı anda çatılmıştı. “Neden şüpheleniyorsun?” meraklı sesi ardında tereddüte gebeydi.


“Sence de tuhaf değil mi? Bir an her şey yolundayken gidip hiç beklemediğimiz bir anda geri döndü. Eskisi gibi değil...” geçmiş bir tiyatro perdesi ardından zihnime girdiğinde bir an kelimeler dudaklarımda büyüdü. Yüzümdeki acılı tebessüm zihnimdeki oyun sahnesinde canlanan geçmiş günlere ithafen yüzümde yer edindiğinde özlemle dolan gözlerimi kaçırdım meraklı gözlerinden. “Eskiden güzeldi. Her ne kadar zorlansa da belli etmez gülerdi, her zaman enerjikti. Şimdi ise ölü gibi...” dedim ve güç toplamak istercesine zihnimdeki oyuna ara verip derin bir nefes alarak devam ettim. “Konuşmuyor, bize bulaşmıyor. Önceden Akın’a Ali’ye takılmadığı bir an olmazdı. Şimdi ise işlerini halledip kendi kabuğuna çekiliyor.” derin bir kuyuda gökyüzündeki parlak ışığı umut vaat eden bir aralıktan onun zihnine girmeye çalıştığımı belli edercesine konuşmamla gözlerinin içine baktım. Emindim ki dediklerimin o da farkındaydı sadece görmek istemiyordu.


Omuz silkerek kafasını pencereye doğru çevirip göz hapsimden uzaklaştı. “Gittiği yerdeki çevresini özlemiştir.” diye söylendi sinirle. Anlayışlı olmayacağını belli eden konuşmasıyla sıkkın bir nefes çektim içime. Ona karşı örmüştü ve herhangi bir duygu kırıntısı o duvarları yıkardı. Bunu bildiği için tüm olaylara kötü tarafından bakıyordu çünkü bu kolay yoldu. Acısız yoldu.


Çektiği acılar, hala onunla birlikteyken onları katlamak istemeyecek kadar yorgundu. Haklıydı. Acısız yol varken, mantığı ona yol gösterirken; acılı yolu seçip kalbiyle kumar oynamayı hangi aklı başında insan seçerdi ki?


Aşık bir insan... diye fısıldadı içimdeki ben. Aşık bir insan aşkına karşı kumar oynamaz ama aşkına sahip çıkmak uğruna hayatını yürüteceği yol için kumar oynardı.


Ve o, aşıktı.


Yağız Ertuğ, aşık bir adamdı. Kumar oynardı. Kaybedeceği umurunda olmaz, kazanacağı gözüne gelmezdi. Onun için sadece tek bir şey vardı o da kalbinde açan çiçeğe konmuş kelebeği.


Ama bunun yanında yaşadıklarının ona karşı tuttuğu bir prangası vardı. Pranga kalbindeki düğümün kilidinin anahtarıydı ve gözlerine bağlanmıştı. Anahtar, ışığa düşmandı çünkü Alisa’yla ilgili en ufak ışık onun karanlığa daha çok batırarak hissedeceği en ufak duyguyla karanlığın içinde yok olmasına sebep olacaktı.


Eğer böyle bir şey olursa da yok olan sadece prangadan oluşan anahtar olmayacaktı. Kalbi gördüğü ışığın peşinden gidecek ve tekrar onunla olacaktı ki bu da Yağız’ın kendinden vazgeçmesi anlamına geliyor...


“Bence öyle değil...” dedim ve ona doğru eğilip yüzüne tüm saf duygularımla baktım. “Kimseye söylemedim ama geçen bir olay oldu.” diye fısıldadım. Cümlemi bitirdiğimde gözlerinde görebileceğim en ufak tepkiye dikkatle baktım ama o bana duygularını belli etmedi. Kumral kaşlarını çatarak bana baktı ve hiçbir karşılık vermeden anlatmamı beklemeye başladı. “O gün, kızın kolunu kırdıktan sonra Başkan geldi. Alisa’yı salona çağırttı. Düşün Başkan, onun ayağına geldi! Bir süre konuştular, ne konuştular bilmiyorum ama kavga ettikleri belliydi.”


Başını düşünceli bir tavırla yan yatırıp çatık olan kaşlarını daha da çattı. “Nereden anladı?” diye sordu gergin bir sesle. Anlattıklarımın ilgisini çekmesiyle daha da hevesli anlatmaya başladım. Ördüğü duvarda küçük bir delik açmıştım gibi geliyordu...


“Odadan ilk Başkan çıktı, yüzü kıpkırmızıydı. Sinirli olduğu çok belliydi, öfkeyle salondan çıkıp kimseye bakmadan arabasına binip gitti. Bir süre sonra Alisa, çıktı kapıdan.” dedim ve durdum. Kısık sesimle dudaklarımı bükerek “Yüzünde bariz bir tokat izi vardı, yanağı kızarmıştı. El izi belliydi.” dedim ve gözlerimi kaçırarak devam ettim “Salondan çıktığında beni gördü ama bir şey demeden arabasına binip gitti. Öfkeli ve hüzünlüydü...” diye mırıldandım. Şu an sanki Alisa’ya ihanet ediyormuş gibi hissetmiştim. Onun özelini konuşuyordum ama sonuçta sevdiği adamla konuşuyordum, yabancıyla değil...


Kaçırdığım bakışlarımı karşımdaki adama çevirdiğimde tepkilerine odaklandım. Sinirlenmiş, masanın üstündeki eli yumruk şeklini almıştı. Çenesi kasılmış, boynundaki damarla belirginleşmişti. “Sence geldiği gün Başkan’ın buraya gelip onunla tartışması normal mi?” diye sordum kafa karışıklığı ve öfkesinden yararlanmak istercesine. Düşünceli bakışları gözlerime devrilirken zihninde anlattıklarımı mantıklı bir açıklamaya oturtmaya çalıştığını anlamıştım.


“Normal değil.” diyebildi sakince ama sakinliği sönmemiş bir kül gibiydi. Alevlenmek için rüzgarını bekleyen kül... Kafası karışıktı, duyguları ve mantığı zıt kutuptu beyninde.


“Geldiğinden beri bu sıcakta uzun kollu giyiyor. Soracağım ama cevap vermeyeceğini de biliyorum. Aklıma çok değişik şeyler geliyor Yağız. Çok geç olmadan bir şeyler yapmalıyız.” dedim ümitle. Gözlerim gözlerine istekle bakarken onun bakışlarındaki merhamet, duvardan bir taş daha düşürmüştü. Ona kıyamazdı biliyordum, duvarından düşen taşın altında kalırdı ama ona karşı koyamazdı.


“Bende fark ettim ama üstelemedim. Hem ne yapabiliriz ki? Bize yapılacak bir şey bıraktı mı?” diye sordu sitemle. Tek kaşımı kaldırarak ona üstten bir bakış atarken arkama yaslandım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. Tam istediğim kıvama gelmişti.


“Biz değil ama sen yapabilirsin.” imalı cümlemle yüzünde oluşan hüzün kalbimi acıttı. Çaresizlik karşımda oturmuş bana tren raylarının üstünde yatmış bir ceset gibi bakıyordu. “Seda, ben bir şey yapamam. Biz bittik, bu hikayenin devamı olmaz.” dedi kendine söyler gibi.


Bitmiş gibi konuşmasıyla gülümseyerek ona ciddi misin dercesine baktım. “Emin misin?” diye sormadan edemedim çünkü nedense içimdeki ben daha yeni başladığımızı söylüyordu.


Mavi gözleri net bir edayla bana baktığında masanın üstündeki sol elinde tükenmez kalemi hızla çeviriyordu. “Evet, eminim. Dönüşü yok.”


Emin olmadığını üç aylık oğlumun bile anlayabileceğini bildiğimden alayla yüzüne bakarak “O yüzden mi silahlar çekildiğinde önüne geçtin? Barda kavga ettiğini duyunca nerede olduğunu bulup onu görmeye gittin? Ya da akşam eğlence olsun diye mi onu korumak için mermilerin önüne atladın?” diye sordum. Onu dalgaya alırken bile sıkıştırmamla kaşları olabildiğince çatıldı. Sıkıştırmam hoşuna gitmemişti çünkü haklı olduğumu biliyordu.


“İlişkimiz bitti diye onu korumayı bırakmayacağım Seda.” dedi ciddi bir ses tonuyla ve kısık bir tonla ekledi. “Ayrı olmamız onu sevmediğim anlamına gelmez.” kendi içinde yaşadığı çelişkinin arasında sıkıştığını bildiğimden yaslandığım yerde bacak bacak üstüne atıp üstteki bacağımı sallarken onu sıkıştığı yerden kurtarmak için kışkırtmaya devam ettim. Yüzümdeki keyifli sırıtışa şaşırarak baktığında kıkırdamadan edemedim. Şu an fazlasıyla küçük bir çocuk gibiydi.


“Hadi onları anladık Superman... o zaman niye yarışta kazanması için gaz kestin? Hırstan gözü dönmüştü diye Alisa, anlamadı ama kazanacaktın Yağız ve sen o kazansın diye yavaşladın. Ne yani bu da mı canını korumak içindi?” kazanmışlığın verdiği keyifle onunla dalga geçişim yüzünde bıkkın bir ifade yarattı.


“Gözünden bir şey kaçmıyor değil mi? Seni biz gözcü yapsak ya? Eminim daha çok faydan olur ekibe.”


Tebessümüm kıkırtıya dönüştüğünde egom fazlasıyla okşanmıştı. “Yılların ajanı var karşında saygı duy.” dedim ve ona doğru eğilip ellerimi masasının üzerine yerleştirdim. “Yağız, ne olacak şimdi?”


Sertçe yutkunup umutsuzca gözlerime baktığında içindeki yangının ciğer yakan dumanında boğulduğunu hissettim. Konuşmak için dudaklarını araladığında bile birkaç saniyelik bir sessizlik oldu. “Hak etmiyor ama yine de onu mutlu etmek istiyorum.” dedi ve durdu. Düşündü, ne düşündü bilmiyorum ama bakışları, hüzünle öfkenin arafında kalp yakan bir harp alanına dönüştü. “Onu sevmekten vazgeçemem Seda ama bu onu affedebileceğim anlamına gelmez. Seviyorum, öyle böyle değil hem de. Sanki ona baktıkça yeniden doğuyorum, sanki onun bir bakışıyla güneş doğuyor yıldızlar önünde diz çöküyor. Küçük bir çocuk gibi heyecanlanıyorum be! Çocuk muyum ben?” isyan edercesine söylenmesiyle buruk bir şekilde gülümsedim.


“Sen onu affettin Yağız... sen onu çoktan affettin, sadece kırgınsın. Sana bir sebep verse o an barışacaksınız. İzin ver kendine ve sebebi bul çünkü mutlu olmayı hak ediyorsunuz.” dedim öğüt verircesine. Çocuktan sonra kendimi öğüt veren bilgin dul kalmış yaşlı teyzeler gibi hissetmeye başlamıştım. “Kalbini dinlemen yeterli.”


“Ben onu sebepsiz seviyorum. Benim sevgim sebepsizken onun beni siktir edip gidişinin sebebine mi tutunacağım birlikteliğimiz için?” dedi hissiz bir sesle ve başını iki yana sallayarak gözlerimin içine duygudan yoksun bir ifadeyle baktı. “Kalsın. Ben zaten onun ardında kalmışken sebebi de arkamızda kalsın.”


Yapma dercesine başımı eğdiğimde haklılık ve haksızlık mahkemesinde kalemin kırılmasını engellemeye çalışan bir avukat gibiydim. Davalı ve davacının iki tarafında olan bir avukat... “Hadi ama yapma böyle, bu sen değilsin. Mantığın öndedir senin Yağız, önemli bir sebebi olduğunu biliyorsun. Hem sen kendini onun yerine koy, bize anlatamayacağın bir sebepten ötürü gitmek zorunda kalsan geri döndüğünde Alisa’nın seni yok saymasını kabul edebilir misin? Ha bir de eminim ki gidiş sebebinde de yabana atılmayacak kadar mecburi bir nedendir...” hırslı ve öfkeli sesimden dökülen cümleler artık kendinize gelin dercesine uyarı barındırıyordu. Yağız da bu uyarıyı anlamışçasına bakışlarını gözlerimden kaçırdı.


“Ben onu hangi sebepten olursa olsun terk etmem. Asla. Bir yolunu bulurdum ve bir an gözümden ayırmazdım.” kendinden emin ve aksini asla kabul etmeyeceğini belli eden tavrıyla hayır anlamında başımı salladım.


“Asla deme, kadere meydan okursan onun en karanlık tarafıyla tanışırsın.” dedim ve ayağa kalkıp gülümsedim. Cevap vermemesinden dediklerimi düşündüğünü anladım. Söylediklerim kafasını karıştırmış olmalıydı ki bu da çok normaldi. Kendiyle yalnız kalması gerektiğinin farkında olarak başımla selam verip yavaş adımlarla odadan çıktım. İçindeki duygularla biraz boğuşması ve yolunu seçmesi gerekiyordu...


YAZAR ANLATIMIYLA...


Genç adam arkadaşıyla yaptığı konuşmanın ardından derin düşüncelere dalmıştı. Aslında o da en başından beri farkındaydı bilmediği şeylerin olduğunu ve sevdiği kadının ondan gizledikleriyle gün geçtikçe tükendiğinin ama tutmaya çalışıyordu hislerini çünkü sevgilisi yani eski sevgilisi böyle istemişti. Onun bu işlere karışıp ayağına dolanmasını istememiş, onu bırakmıştı.


Genç adamın son düşüncesi, zihnindeki kırık hislerin üzerine şimşek çaktığında eli masasının çekmecesine kaydı ve çekmecenin kapağını yavaşça kendine çekerek elini oradaki fotoğrafa kaydırdı. Sevdiği kadının on sekizinci yaş gününde çekilmiş bu fotoğraf hayatının unutulmaz günlerinden birinin başlığıydı. O gün, ikisinin de başlangıç günüydü...


Her zaman gittikleri barda toplanmışlardı o gece. Seda, Akın, Melis, Berk, Arda, Zeynep ve diğer ikisi... Bir masada oturmuş koyu bir muhabbettin demindeydiler. Alisa, elindeki kadehi sıkıca kavrayarak ayağa kalktı ve masadaki arkadaşlarına sevgi dolu üstten bir bakış attı.


“Hey! Hey, bana odaklanın. Ekip, gözleriniz bende olsun. Şimdi bugün benim yaş günüm. Bugün yaş alıyorum, kadeh kaldırmalıyız!” heyecanlı sesi masadakiler gülümsettiğinde kadehini hevesle ortaya kaldırdı. “Tüm hayallerimin gerçek olması umuduyla!” dedi.


“Lan nasıl yaş alınıyor? Yaş alınıyor mu yoksa yaşanıyor mu? Benim kafam karıştı.” Berk’in bir eliyle kafasını kaşıyıp bir eliyle de ortaya kadehini uzatırken sorduğu saçma soruyla herkes ona olumsuz gözlerle baktı. Melis, sevgilisinin omzunu ovarken bir kere bunu böyle kabul ettim bakışıyla kadehini ortaya kaldırdı. “Sen hem yaşa hem yaş al aşkım, olur mu?” diye sordu Berk’e bakarak. Berk, kafasını olumlu anlamda salladığında herkes güldü ve kadehlerini bir bağ hissiyle tokuşturdular.


Kadehler birbirine çarparken masadan hep bir ağızdan Alisa’nın dediğini tekrarladılar. Hepsi kadehlerindeki sıvıdan birer yudum alırken doğum günü kızı mutluluğun getirdiği heyecanla kadehindeki tüm içkiyi boğazından yakıcı hissiyle akıttı. Tüm sevdiklerinin yanında olduğu doğum gününde hiçbir şeyi düşünmeden eğlenmek, kendinden geçmek istiyordu. Biten kadehini doldurmak için barmene doğru yöneldiğinde aynı anda da çalan müziğin ritmine de kapılmıştı. Tezgahın önünde barmeni beklerken tutturduğu ritimle bedenini sallıyor, saçlarını ahenkle savuruyordu. Kendini o kadar kaptırmıştı ki yanına yaklaşan çocuğu bile fark etmemişti.


“Güzelliğiniz karşısında büyülendim.” kız çok yakınından duyduğu sesle sallanmayı kesip yanındaki çocuğa baktı. Gözlerini kısa bir an çocukta dolaştırıp dudaklarını büktü.


“Keşke bende aynısını söyleyebilsem. Maalesef tipim değilsin. Şansına küs.” dedi ve omuz silkerek önüne döndü. Çocuk, beğendiği kızı süzmeye devam ederken ona doğru biraz daha yaklaştı. “Belki tanırsan sende büyülenirsin bebek.” kız yapışan çocuğa haddini bildirmek için dönecekti ki varlığını yakından hissettiği adamla sustu.


“Bir sorun mu var güzelim?” Yağız, bu soruyu direkt çocuğa bakarak kurmuş, konuşurken de bir kolunu kızın omzuna atmıştı. Çocuk, tehlike çanlarını duymuştu ki ikisine bakarak “Hayır, bir sorun yok. Gidiyordum bende.” dedi ve yanlarından bir hışımla uzaklaştı. Kız, işine bulaştığı için öfkeyle yanındaki genç adama döndü. Onun okyanus gözlerine bakarken çırpınışını arttıran kalbini umursamadan “Ne bölgesini işaretleyen köpek gibi girdin dibime? Kısmetimi kapatıyorsun.” diye söylendi ama genç adam onu ciddiye almamıştı.


“Kapansın.” umursamazlıkla konuştuğunda kız karşısındaki adamın onu dinlemediğinin farkındaydı. Kaşlarını hafifçe çatarak dudaklarını ıslattı ve kumrala doğru biraz yaklaştı.


“Sana kalırım ama.” adamın dikkati sahnedeki gitarda olduğu için kızın dediğini anlamamıştı. Gitarı beğenmişti...


“Tamam kal. Ben alırım seni.” dedi ve dediğini sonradan anlamanın verdiği afallamayla hızla kıza doğru döndü. Fena boka basmıştı. Kız, karşısındaki adamı köşeye sıkıştırmanın verdiği keyifle üstüne gitmeye devam etti. Dalga geçercesine “Hani ne oldu? Bir ay öncesine kadar sadece arkadaşız diyordun şimdi göz mü koydun bana?” diye sordu alayla. Yağız’ın yüzündeki ifadeyle keyfi daha da yerine gelmiş, hissettiği mutluluk katlanmıştı.


“Seninle var ya başım belada benim canbaz.” dedi genç çocuk kızın toprak rengi gözlerinde kendini kaybederken.


Alisa, yüzündeki gülümsemeyi genişletirken “Yeni mi anladın ‘Arkadaşım?’” diye sordu arkadaş kısmını vurgulayarak. Bir ay önce kız, çocuğa onu sevdiğini söylemişti. Hem de hiç olmayacak şekilde... Yağız’ın cevabıysa biz sadece arkadaşız olmuştu. Genç kız bu cevaba çok bozulmuştu ama pes etmemeye de yemin etmişti çünkü çocuğunda onu sevdiğini biliyordu. Sadece cesareti yoktu, kız ona bu cesareti verecekti.


“Gerçi beni istemiyor olabilirsin sonuçta arkadaşız. O yüzden gideyim de başka birini bulayım...” diye bağırdığında genç adamın ona dönen alevli bakışlarını umursamadı ve yanında geçmek için hareketlendi ama bir adım bile atamadı. Yağız’ın onu kolundan hafifçe tutmasıyla durup ona baktı.


“Ne erkek düşkünü çıktın kızım be! Kimse istemez seni böyle.” dedi ama söylediğinin saçma olduğunun farkındaydı. Karşısındaki kız çok güzeldi, buradaki çoğu erkek onu isterdi ve o da buradaki çoğu erkeğin ölüm sebebi olurdu. Söylediği cümleyi sadece kızı durdurmak için söylemişti yalan olduğunu biliyordu hem de en derininden, duygularından.


Alisa’da yalan olduğunu anlamıştı ki omuz silkerek başını olumsuzca salladı. “Yoo gayet de isterler. Bak şuradaki sarılı beni kesiyor. Gidip dans etmek istediğimi söylesem hemen benimle dans eder.” dedi kendinden emin bir cilveyle. Adamı bir türlü istediği raddeye getiremiyordu ve bu onu çok sinirlendiriyordu. Genç adamsa karşısındaki öfkeyle bakan kızın içinden geçenleri bilmeden ciddiyetle “Dans mı etmek istiyorsun?” diye sordu toprak rengi gözlere benimseyerek bakıp. Alisa, bu soruyu beklemediği için birkaç saniye afallayarak dalgalı okyanuslara baktı.


Meydan okuyan bir edayla “Evet, dans etmek istiyorum.” dedi. Tepkileri düşüncesizdi ama şu an düşünmek değil yaşamak istiyordu. Genç çocuk da onun isteğini sanki kendi yüreğinde hissetmişti ki bir anda kızın elini tutarak onu bardan dışarı çıkardı. Arkadaşlarına bile bir şey söylememişlerdi. Kız şaşkınlıkla adamı takip ederken ne yaptıklarını çözmeye çalışıyordu.


“Heyy! Yanlış oldu, dansı içerde ediyoruz dışarıda değil.” dedi adama bağırarak. Bu soğukta dışarıda ne yapacaklardı ki?...


Yağız, okyanus gözlerini kıza çevirdiğinde gözlerindeki keyifli parıltılarla, toprak rengi gözlerde gördüğü şaşkınlığın onu daha da heyecanlandırdığını hissetti. “İçerisi çok kalabalık, ben orada dans edemem.” dedi. Aslında kafasında başka bir plan vardı ve elini tuttuğu kız bunu bilmiyordu. Genç kız daha fazla konuşmayarak kendini sevdiği adama bıraktı. Sakin bir yere gideceklerini düşünmeye başlamıştı.


Otoparkta bekleyen arabalarına binerken yağan karın güzelliğini düşünüyordu kız. Beyaz küçük tanelerin havada süzülüşünü hayranlıkla izlerken, ona aynı hayranlıkla baka gencin gözlerinden haberi yoktu. Alisa’nın Yağız’la ilgili çoğu şeyden haberi olmadığı gibi...


En sevdiği mevsimde doğmanın hissettirdiği sevinçle, kışın beyaz siyahın kavuştuğu mevsim olduğunu düşünüyordu ve bu mevsimi sevmesini için başlıca nedendi çünkü kış oydu. Siyah ve beyaz. Gri gökyüzünden beyaz pamuklar kararmış yer yüzüne iniyordu ve siyah tüm renkleri yendiği halde beyaza diz çöküyordu. Kar, yeryüzüne diz çöktürüyordu. Alisa’da bunu seviyordu çünkü o kıştı. Hem diz çöktüren hem de her şeye sahip olan.


On beş dakikalık kısa bir yolculuğun ardından geldikleri sahil kenarına zihnindeki kışla ilgili düşüncelere ara vererek afalladığını belli eden bir ifadeyle baktı. Kırmızı dolgun dudakları hafifçe aralanmış, kahverengi gözleri büyümüştü. Şaşkın yüzünü ona gülümseyerek bakan adama çevirdiğinde adamın telefonunu arabaya bağlayarak şarkı aradığını fark etti.


“Ne yapacağız burada?” diye sordu kaşlarını çatarak. Yağız, kızın sorusunu umursamadı ve en sonunda istediği şarkıyı bularak son ses açıp arabadan indi. Arabanın farları denize doğru açıkken simsiyah gökyüzü onlara eşlik ediyordu. Alisa, adama bakmaya devam ederken bir an ne yapacağını bilemedi ve gülerek arabadan inip genç adama baktı.


“Ciddi misin sen? Sarhoş mu oldun?” diye sordu çünkü bunun başka açıklaması olamaz diye düşündü. Yağız'sa iki kolunu yan yana açarak kıza baktı. Yüzünde iç yakan bir gülümseme vardı.


“Benim sarhoşluğum içkilerden değil senden dolayı.” dedi ve kızı bambaşka bir şaşkınlığa yönlendirdi. Kalp çarptıran şaşkınlığa... Alisa, şu an ne yaşadıklarını düşünüyordu. Daha birkaç hafta önce dostuz diyen kendi değil miydi? Hangi dostlar birbirleriyle sarhoş olurlardı ki?


“Şu an çocuk gibi göründüğünün farkında mısın?” diye sordu kız şaşkınlığını gizlediği öfkeyle. Adamın ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordu ve bu onun için çok sinir bozucu bir durumdu.


Yağız, “Senin yüzünden.” diyerek kıza tebessümle baktığında kız duyduğuyla kaşlarını kaldırarak başını hafifçe eğdi. Adamın ne demek istediğini anlamamıştı.


“O ne demek?”


“Senin varlığın küçük bir çocuk gibi büyüye inanmamı sağlıyor. Senin bana baktığın her an çocuk gibi heyecanlanıyorum.” dedi yüksek sesle ve “Hadi, gel!” diye ekledi. Heyecanlı olduğu bakışlarından belliydi ve kız onun heyecanını gördüğü için ondan daha da heyecanlı ve mutuydu. Düşünmeyi bırakarak anı yaşamaya karar verdiği o ilk saniyede gözlerini kısacak kadar gülümseyip kısa bir an arabaya baktı.


“Şarkı pek uyumlu olmadı sanki. Yıldız yok ki gökyüzünde.” dedi yüzündeki utangaç gülümsemeyle. Aynı zamanda da adamın yanına ulaşmıştı. Yağız, gülümseyerek bakıp iç yakan sesiyle:


“Yağan kar taneleri yıldızımız olsun o zaman.” dedi ve bir ayağını geriye atarak eğilip elini kıza uzattı. Kız utanarak elini genç adamın eline bıraktı ve dans etmeye başladılar. Denizin kokusu, yağan kar taneleri ve arkada çalan yıldızların altında şarkısıyla ilk danslarını ediyorlardı.


Kız doğum gününde yaşadığı bu anın rüya olup olmadığını kavramaya çalışırken Yağız, kulağına doğru yaklaştı ve genç kızın müptelası olduğu kokusunu içine çekerken “Bir de ikimiz kalsak yıldızların altında” kısmını fısıldayarak söyledi. İkisi de çok heyecanlı ve bocalamış durumdaydı. Kız, toprak rengi gözlerini bakmaya doyamadığı okyanuslara kilitlediğinde soğuktan daha da kızarmış dudaklarını zoraki şekilde hareket ettirdi.


“Dediklerinle yaptıkların hiç uyumlu değil farkındasın değil mi?” diye sordu kışkırtıcı bir tatlılıkla. Aynı anda da dans etmeye devam ediyorlardı. Çalan şarkı bitmiş yerine daha sakin bir şarkı çalmaya başlamıştı.


“Farkındayım, artık tutarlı olmalıyım yoksa seni tutamam. Erkek, erkek diye geziyorsun ortalıkta.” burun kıvıran bir tavırla sinirle söyledikleri genç kızın kaşlarının çatılmasına sebep oldu. Öfkeyle “Aptal, başka seçenek mi bıraktın? Senin adım atacağın yoktu bende böyle yaptım. İyi ki yapmışım.” dedi. Kendiyle gurur duyuyordu, karşındaki adamı zorla da olsa yola getirmişti.


Genç adam karşısındaki kızın kazandım edasıyla konuşmasına kıkırdayarak “İyi ki yaptın.” diye mırıldandı. Gözleri kızın yüzünde gezindiğinde yanakları dikkatini çekmişti. Kızarmışlardı... ellerini kızın yanaklarına getirdiğinde iki avcuyla kızın yanaklarını sardı. Bu hareketle zaten hızlı atan kalbi daha da hızlanmaya başladı kızın. Yağız, yüzündeki muzip ifadeyle kızın yanaklarının daha da ısınmasına sebep oldu.


“Bu soğukta yanaklarının bu kadar yanması normal mi?” diye sordu. Kız, hissettiği heyecanın artçı depreminden korunmak için iki eliyle çocuğun ceketinin yakalarını sıkıca tuttu.


“Senin yüzünden yanıyorlar, ne yapabilirim?” dedi şirinlikle. Genç adam bir anlık cesaretle elleriyle tuttuğu yüzü yüzüne yaklaştırarak kızın dudaklarını kendi dudaklarıyla örttü ve beyaz, siyahı sildi. Kız bir an ne yapacağını bilemedi. Uzun zamandır dilediği şey gerçek olmuştu ve şu an bu anı yaşıyordu. Hayalini kurduğu dudaklar dudaklarında; kalbine hüküm süren kral, kraliçenin önünde diz çökmüştü. Çocuğun dudaklarının hareket etmesiyle içinden gelen dürtüyü dinledi. Üstündeki şaşkınlığı kenara bırakarak kendini sevdiği adama bıraktı. İlk başta masum başlayan öpüşmeleri gittikçe alevlendiğinde ikisi de kendini bu anın yoğunluğuna bırakmıştı. Kızın elleri adamın saçlarında gezindiğinde, adamın bir eli kızın yanağında diğer eli de belindeydi. Yüzünü hafifçe eğip kızı daha derin öpmeye başladığında belindeki eliyle kızı iyice kendine yasladı. Nefesleri, dilleri gibi birbirlerine karışırken kız, bu anı geciktirdiği için çocuğun üst dudağını hızla ısırdı. Yağız, aldığı mesajla gülümserken kızın alt dudağını yakıcı bir alevle emip dudaklarını ayırdı. Küçük iki öpücükle bu öpüşmenin gerçekliğini imzaladı ve nefes nefese birbirlerine baktılar. Kız, bakışlarını kaçırdığında Yağız, gülümseyerek:


“Daha da kızardın.” dedi. Sesinden dalga geçtiği belli oluyordu. Alisa, utangaçlığın verdiği sinirle kaşlarını çattı.


“Senin sayende.” dedi muzip bir imayla ve kafasını kaldırarak adama baktı. İkisinin de gözlerinde bu anın mutluluğu vardı.


“İyi ki sayemde o zaman.” Yağız’ın konuşmasıyla elini onun gamzeli yanağına götürerek okşadı. Genç adam gözlerini kapatarak bu anın keyfini çıkardı.


“Artık arkadaş olamayız galiba. Başka bahanen de kalmadı. Hem de öptün beni...” dedi gülümseyerek. Yağız, açıp ciddi bir ifadeyle karşısındaki büyülü güzelliğe baktı. “Arkadaşlar birbirlerine aşık olmazlar. Biz istesek de arkadaş olamayız.” dedi ve kızı kalp krizi yaşattıracak kadar heyecanlandırdı. Ciddi ciddi ona aşık olduğunu söylemişti hem de doğum gününde... bu doğum günü için en güzel ve en değerli hediyeydi.


Yağız, sanki Alisa’nın ne düşündüğünü duymuş gibi ceketinin cebinden bir kutu çıkardı. Kız, heyecanla kutuya bakarken bu hissini saklama gereği duymadı.


“O ne?”


“Doğum günü hediyen.” dedi Yağız ve kutuyu açtı. Kutuda çok zarif bir kelebek kolyesi vardı. Kelebeğin arkasında bir kanadında onun baş harfi bir tarafında da adamın baş harfi vardı. Önünde ise siyah bir kelebek vardı. Kız çok beğendiğini belli eden parlak gözlerini adama çevirdi ve hızla arkasını dönüp saçlarını kaldırdı. Kolyeyi hemen takmak istiyordu. Yağız, kolyeyi kıza takarak onu ensesinden öptü.


Alisa, tebessümle parmaklarının arasına aldığı kolyeyi sıkıca tuttu. “Çok ama çok güzel. Teşekkür ederim. Gerçi en büyük hediyeyi zaten vermiştin ama olsun, bu da iyi oldu.” dedi sevinçli sesiyle. Yağız, kızı omuzlarından tutup kendine çevirdiğinde tüm samimiyetiyle ona bağladı okyanuslarını. “İlk karşılaştığımızda verdiğim sözü hiçbir zaman unutmayacağım. Seni her zaman koruyacağım ve seveceğim. Seni asla bırakmayacağım kelebeğim. Söz veriyorum.” dedi.


Kız duyduklarıyla hayatında ilk defa mutlulukla ağladığını fark etti. Yanağından süzülen bir damla yaş ikisinin mirasıydı. Başını dikleştirerek aynı ciddiyetle sevdiği adama baktı. “Bende her zaman seni koruyup seveceğim ve hiçbir zaman bırakmayacağım aslancık. Söz veriyorum.” dedi...


Şimdiki Zaman...


Bu konuşmanın ardından çekildikleri fotoğrafa bakarken o günkü heyecanlarının nasıl da masum olduğunu düşündü Yağız. Şimdi ise masumluğun en koyu tonunda en uzak mesafesindeydiler... şimdi fotoğrafa bakarken yüzünde oluşan gülümseme keyfi değil acılıydı. O günlerin özlemi nasıl da sıkıştırıyordu kalbini. Ne yapacağını bilemediği nadir anların birindeydi. Seda, onu düşüncelerle bırakıp gitmişti. Zaten düşünceliydi, bir de konuşmaları üstüne geldiğinde ezildiğini hissetti ve biraz daha düşüncelerle boğuşarak gerçekleri öğrenmenin hepsi için iyi olacağına karar verdi. Öğreneceği şeylerle geleceği hakkında karar vermenin ikisi içinde daha iyi olacağı aşikardı. Elindeki fotoğrafı aldığı yere geri koyarken geçen iki sene hakkında araştırma yapmak için hazırlanmaya başladı...


Loading...
0%