Yeni Üyelik
16.
Bölüm

15.Bölüm "Aşkta Her Yol Mübahtır"

@senabookss

“Aşk, üç harfli bir intihar yoludur.”


Zamanın akışında insanlar yaşadıkları anları unutur ve hayatın koşuşturmasında kendini kaybederlerdi. Her şeyimizi anlık yaşar, o anın geçişinde de her şey normale dönerdi. Acı, mutluluk, ölüm, heyecan... tüm duyguların süresi üstüne başka bir duygu gelene kadardır. O yüzden de hiçbir duyguya bağlanmamak gerekti. Benim kaybetme korkusu yaşadığım o berbat olayın üstünden iki gün geçmişti ve evet şu an o duyguyu minumum derecede hissediyordum çünkü üstüne başka bir duygu gelmişti.


Yönetici, davanın devam etmesi kararıyla içeri alınmıştı ve ben şu an fazlasıyla keyifliydim. Evet, yaptığım davranıştan dolayı bir hafta görevden uzaklaştırılmıştım ama çok da umursamamıştım bunu. Sonuçta ılık bir intikam yemeği karnımı fazlasıyla doyurmuştu.


Şimdi ise formumu korumak için spor salonunda ağırlık çalışıyordum. Fazlasıyla kalabalık olan salonda çoğunluğu öğrenciler kaplıyordu. Seda ve Yağız’da buradaydı. Seda, kardiyo çalışırken; Yağız, kum torbasıyla kaslarını çalıştırıyor bana da güzel bir görsel şölen yaşatıyordu. Gerçi sadece bana değildi bu şölen ama bu şu an düşünüp de keyfimi bozacağım bir konu değildi... bunu düşünmeyecektim!


Ağırlığı kaldırışımda gözüm benden bağımsız şekilde ona kayarken iç çekmeden edemiyordum. Üstündeki sporcu atletinden dolayı kasları ortaydı ve bu güzel bir manzara sunuyordu insana. Kum torbasına her vuruşunda gerdiği sırt kasları ve açıkta kalan kol kasları insanı günaha davet edecek kadar sert ve genişti. Terlediği için alnına düşmüş parlak kumral saçları ona çekici bir hava vermişken, duygudan yoksun okyanusları sert çehresiyle bir bütündü. Gözlerim onun çevresindeki öğrencilere kaydığında onu izleyen öğrencilere kaşlarımı çatarak baktım. Aslında ona bakmaları alışık olduğum bir durumdu, tüm öğrencileri hizaya çekemezdim bu konudaki Yağız’a da güvenirdim. Tabi bu eski zaman için geçerliydi. Şu an sonuçta ayrıydık, herkes istediğini yapabilirdi.


Herkes özgürdü. Ben değildim, herkes şu an istediğini yapabilme şansına sahipse ben hakkımı onun üzerinde kullanmayı seçiyordum.


Seçimimin imkansız olduğunu bilerek. Bu düşünceyle dudaklarımdan sıkkın bir nefes verdim ve başımı önüme eğip elimdeki ağırlığı yere koyuyordum ki o geçen haftalarda kolunu kırdığım kızın Yağız’ın yanında olduğunu fark ettim. Başımı kaldırarak baktığımda dip dibe konuştuklarını gördüm. Tüm dikkatim spordan uzaklaşmış ve ikisi arasında dağılmıştı. Avına yaklaşan kaplan gibiydim, pençelerim hazırdı. Onları izlerken içimdeki kelebeğin beni dürtmesiyle başımı iki yana salladım ve avuç içlerime bastırdığım tırnaklarımı gevşeterek tenimden uzaklaştırdım. Ne yapıyordum ben Allah aşkına? Kızı sevmemiş olsam da konuşmalarını engelleyecek değildim, sonuçta Yağız onun eğitmeniydi.


Kendimi yere bırakarak düşüncelerin emdiği suyu yerine temin etmek istercesine beni uyaran susuzluğumu dinledim ve yanımda duran şişeme uzandım. Tam şişeyi dudaklarıma götürüyordum ki kız gülerek alçısız elini Yağız’ın koluna götürdü ve okşadı. Yağız’da bunu dikkate almadan kıza gülümseyerek bir şeyler söyledi.


Kız onun kolunu okşadı ve o, kıza gülümsedi.


Bunlar resmen karşımda cilveleşiyordu. En önemlisi ise Yağız Ertuğ, ölmeyi bayılmak sanıyordu ama bilmiyordu ki bayılmak ölmekten daha acılı olabiliyordu...


Şişeyi hızla yere bıraktım ve derin bir nefes alarak iki elimle yerden destek alıp doğruldum. Adımlarım, tehlike çanlarını kulaklarımda çınlatırken göğüs kafesim sisle buğulanmış ki doğru ve yanlışı ayırt edemeyecek kadar kör olmuştum. Kendimi haksızlığımla dizginlemeye çalışıyordum fakat bu kadarı fazlaydı çünkü diğerleri bakmakla yetiniyordu ama bu kız ateşe yürüyordu hem de onu bizzat uyarmama rağmen. Yanlarına yaklaştığımda içimdeki kıskançlık alevini yapay bir gülümsemeyle gizledim. Kızın beni fark etmediğini anlamıştım, gözleri eğitmenindeydi ama eğitmen bozuntusunun yanında olduğumu hissettiğini biliyordum. Kokumdan bile anlardı o yakınında olduğumu.


“Öğretmen öğrenci konuşmasını bölüyorum, kusura bakmayın.” diye söylendim benden beklenilmeyecek şekilde kibar bir tonla. Adının Selin olduğunu hayal meyal hatırladığım kızın konuşmamla bakışları bana döndü ve deminki rahat tavrı bir anda gök gürültüsüyle toz olup hızla hazır olan geçti. Başını eğerek selam verdiğinde bir adım da gerilemişti. Bakışlarında gördüğüm korku bana haz verirken bunu ona belli etmeden samimi ciddiyetimi sürdürdüm. “Konuşmanızı böldüm ama umarım ciddi bir konu yoktur?”


“Sohbet ediyorduk Yağız’la.” Selin’in keyifli çıkan sesiyle söylediklerini bir an yanlış anladığımı düşündüm. Daha yirmilerimdeydim, tamam başlarında değildim ama otuzuma da üç sene vardı; yani kulak sağlığımın kötü olduğunu sanmıyordum. Galiba kızın dilinde veya beyninde bir problem vardı.


Bakışlarım onun parlayan göz bebeklerine yıldırım çaktırırken son kez düzeltme hakkın var dercesine “Yağız, derken?” diye sordum sorgularcasına. Biz kızla kılıçları çekme aşamasının ön hazırlığını yaparcasına konuşurken bu durumun ana sebebi olan şahıs sessizce bizi izliyordu ve şu an adımın Alisa olduğuna emin olduğum kadar emindim ki bu halimden fazlasıyla keyif alıyordu pislik herif.


“Tüm öğrencilerle böyle anlaşıyor hocamız, daha samimi bir ortam olsun diye.” dedi kız bakışlarını benim sağımdaki aslancığa çevirip, dudaklarına vurmak için can attığım gülüşünü yüzüne yerleştirerek. İçimden başlarım sizin samimiyetinize diye söverken dışımdan kendimi tuttum ve bu benim için büyük bir gelişmeydi. Kendimi ödüllendirmeliydim...


Topraklarım yanımdaki elektrik direğine döndüğünde yüzümdeki yapay gülümsemeyi genişlettim. “Gözde dövüş eğitmenimiz uzun zamandır benimle ilgilenmiyorsunuz. Hangi aşamadayım bakalım mı?” sözümün üstüne söz söylenmesine müsamaha göstermeyeceğimi belirten sesime ek ikimizin de gözleri birbirine bağlandığında bile bile yanımızdaki kızın varlığı sinirlerimi uyarıyordu. Sanki film çeviriyormuşuz gibi hissediyordum onun yüzünden. Cezalı olmasaydım onunla farklı şekilde ilgilenebilirdim ama maalesef ki ilgilenemeyecektim. Okyanus gözlerden gözlerimi ayırarak başımı yanımızdaki kıza çevirdim. Şu an gözlerine bakmak değil, benden başka birine baktığı için o gözleri oymak istiyor hatta okyanusunda bir damla su bırakmak istemiyordum.


Öfkeyi bir rüzgara çevirip fırtınamın ardına saklarken bakışlarımı fırtınanın geldiğini belli edecek şekilde sertleştirerek rüzgarın hedefinde olan ikinci kişiye çevirdim. “Ayağında mı kırıldı?” ciddiyetin tomurcuğu şeklinde çıkan sesimle kızın afallayan yüzü kaşlarımın havalanmasına sebep oldu. Başını olumsuzca sallarken dudaklarından “Hayır.” kelimesi çıktı.


“O zaman gitsene ne bekliyorsun?” dedim sinirle. İkazımla kız ikimize de başıyla selam verdi ve konuşmaya cesaret edemeden yanımızdan uzaklaştı. Selin’in gitmesiyle Yağız’da hareket etmişti ki kolundan tutarak onu durdurdum. Parmaklarım tenine değdiğinde gerilen bedeni kalbimi hızlandırdığında yutkunmuştum ki o, ona dokunmamdan hoşlanmadığını belli edecek hızla kolunu elimden çekti ve ifadesiz, soğuk bakışlarıyla topraklarımı aşındırdı.


“Ne istiyorsun?” aramızda değil mesafe, herhangi bir olgu bile yokmuş gibi çıkan sesiyle öfkemin tuzla buz olup yerine korkak ve acınmak isteyen bir his yumağının konduğunu hissettim. Aramızda sanki hiçbir şey yoktu.


Hislerim, korkak bir tırtıl gibi yaprağın altına saklandığında içimdeki kelebek kaçmamayı seçti çünkü arkasındaki canavara güveniyordu. Onun güvenebileceği bir canavarı vardı, benim hislerimin ise beni bile yoktu. Kimsesizdi. Benim gibi.


“Dediğimi duymadın mı? Çalışmayacak mıyız?” diye sordum kaşlarımı çatarak. Yüzüme öyle bir ifadeyle baktı ki sanki benden sıkılmış gibi, sanki beni ciddiye almıyormuş gibi. Gözleri ciddi misin sen dercesine bana bakıp kendilerini kıstığında zihninin zihnimle aynı düşüncede olduğunu idrak edebildim. “Alisa, çalışmaya ihtiyacın olmadığını ikimiz de biliyoruz.” evet, dövüş için çalışmama gerek yoktu ama ben şu an onunla dövüşmek istiyordum. Bedenine doğru bir adım attığımda ruhuna yaklaştığıma kendimi inandırmaya çalıştım. Kollarımı göğsümde birleştirerek sert bir ifadeyle gözlerimi gözlerine diktim.


“Eğitmen olarak soylunun senden istediğini yerine getirmelisiniz değil mi Yağız Bey? O yüzden ringde mi çalışalım yoksa kapalı salonda mı?” diye sordum ukala bir tavırla. Sorum bittiğinde onun da bir adım atmasıyla tam anlamıyla karşı karşıya geldik.


Artık ruhlarımıza benziyorduk. Karşı karşıya gelmiş, birbirine iki düşman, iki katil-iki kurbandık.


Ama bunların dışında yakındık... yakınlık iyi değildi, özellikle bir zamanlar her şeyiniz olan ama şimdi en uzağınız olan kişiyle çünkü karşınızdaki sizi yıkamasa bile geçmişin bir çelmesi yeter sizi devirip toza çevirmek için.


“Tamam, sen istedin ama yumuşak olmam. İstediğinde emin misin?” meydan okuyan sesinin hissettirdiği bir ton duygu vardı. Duygularla bocalayan kalbimi bastıran beynim meydan okumayı çoktan kabul etmişti. Gözlerim gözlerini delip geçerken ikimizde en derinimize odaklanmıştık.


“En sert halini göster. Kazanmak ruhumda var, gerçi sen bunu biliyorsun değil mi?” cümleler tüm özgüvenimle dilimden dökülürken o, ona karşı sergilediğim tavırdan hoşlanmıştı ki üst dudağını ağır bir edayla yukarı kıvırdı. Bakışları yüzümden başlayarak vücudumda gezinirken kalbime indireceği hançerin ön sözünü kelimelere döktü:


“Senin bir ruhun yok ki, sadece güç ve kazanmanın bağımlısı olmuş bir zihnin var.” diyerek kalbimi kanla boğuşunu umursamadan kapalı salona doğru ilerledi. Sırtını dönmüş ilerlerken gözümde küçülmesi gerekirken büyüdüğünü fark ettim. “Kapalı salonda çalışalım.” komutuyla yüzümde oluşan buruk gülümsemeyle çevremizdeki öğrencilere kısa bir bakış atıp peşinden ilerledim. Söylediğinin altında ezilişimden daha ağırı olan mesafesi beni daha da yıkıyordu ama o bunu göremeyecek kadar kırgındı.


Haklı Alisa, o yüzden hissetme. Hissedersen üzülürsün çünkü haksızsın o yüzden oyna. Oynarsan kalbin seni öldürmez.


Salonun kapısını açarak geçmem için bekledi ben her bir adım attığımda o gözlerini kırpmadan sadece topraklarımdaki kurumuş kumlara baktı ve ben eşikten geçince ardımda kalarak kapıyı kapattı. En son iki sene önce girdiğim odayı hızlıca taradım. Kapalı salon dediğimiz yer dövüş hocasının öğrencilerle bireysel dövüştüğü yerdi. Burada onlarla dövüşerek hareketleri öğretip pratik yaptırırdı.


Salon, benim bıraktığım gibi oluşunun iyi hissettirmesiyle bu hissi kazanma duygusuyla mühürlemek istercesine yandan aslancığa baktım. Şu an odada yalnızdık. İkimizde sessizce sanki her zaman bu işi yapıyormuşuz gibi yerlerimize geçtik. Şu an büyük kare, sert zeminin üstünde karşılıklı duruyorduk. İkimizin de gözlerinde; düşmanlığın hain sisi, öfkenin karanlık gök gürültüsü ve özlemin yoğun yaz yağmuru vardı.


İlk hamleyi yapmayacağını bilerek ben önce davrandım. Sağ elimle yumruk atacakmış gibi yapıp sol elimle yumruk atacaktım ki bu hamlemi anlayarak engelledi ve karnıma doğru yumruk attı. Bilerek sert vurmamıştı ama acıtmıştı da. Darbesinden etkilenmemiş gibi yaparak yumruk atmak için tekrar elimi salladım ki hızla elimi tutarak beni çevirip sırtımı göğsüne yasladı. Kokusu kokuma karışırken, sert göğsü sırtıma zemin olmuştu ve bu his şu an ki dövüş halimizin dışında fazlasıyla güzeldi. Nefes alışverişi başımın üstünden saçlarıma vururken iki eli benim iki elimi tutmuş ve göğsüme sarmıştı. Elleri göğsümdeydi...


Aldığım eğitimler, duygularımın önüne geçtiğinde sadece benimle bir duygu kalmıştı. Bu duygunun dürtüsüyle işte beklediğim an diye düşündüm ve omzumda olan kolunu kafamı çevirerek sertçe ısırdım. Yağız, bunu beklemediği için hırlama ve inleme karışımı bir ses çıkartarak beni hızla itti ve aramıza mesafe koydu.


“Ciddi misin sen? Isırmak ne Alisa?” sinirli sesine ve şaşkın bakışlarına omuz silkerek masum bir şekilde baktım.


“Dövüşte her yol mübahtır. Hem ağlayacaksan oynamayalım aslancık...” önceden ona taktığım lakapla konuşmam kafasının üstündeki ampulü yakmıştı. Bunu neden yaptığımı anladığında inanamadığını belli edene bir ifade yansıdı yüzüne.


“Gerçekten mi? Sırf bunun için mi kolumu ısırdın Alisa?” diye sordu. Başımı hızla iki yana sallayarak ellerimi yumruk yapıp yukarı doğru kaldırdım. “Sen ne anladın ki? Ben sadece elinden kurtulmak için yaptım. Hadi soğutma savaşı, yoksa benden korktuğunu düşüneceğim?” dedim kışkırtıcı bir tatlılıkla.


Aslında evet bunun için ısırmıştım kolunu. Isırdığım kolu kızın dokunduğu koluydu ama onun bunu bilmesine gerek yoktu. Bu koluyla ikimizin arasındaydı...


İstediğimi yaptığım için şimdi tüm dikkatimi dövüşe verebilecektim. Yağız’da bunu neden yaptığımı anladığı için sinirlenerek daha agresif şekilde dövüşmeye başladı. Şu an gerçekten iki azılı düşman gibiydik. Birbirimizin darbelerinden ustalıkla kaçıyorduk çünkü kabul edebileceğimiz bir gerçek vardı ki birbirimizi çok iyi tanıyorduk. Zamana meydan okuyarak hırslı şekilde dövüşürken Yağız, beklemediğim bir şey yaptı. Tam tekme atmak için ayağımı kaldırdığım sırada aniden bacağımı yakaladı ve beni hızla döndürüp yere yatırdı. Bu hareketiyle düşeceğimi anlayarak bende hızla onun kolunu tuttum ve o da dengesini kaybederek üstüme düştü.


Kafamı zemine vuracağımı anlayarak hızla elini başımın altına koyduğunda tüm ağırlığı bedenimin üstünde kalmıştı. Hissettiğim ağırlıkla gözlerimi kapatarak inledim ve yüzümü buruşturdum. Yaralarım kendilerini acı bir şekilde hatırlatmışlardı. Acı tüm bedenimde yayılıp dozunu azalttığında göz kapaklarımı yavaşça araladım ve karşılaştığım okyanuslarla yazın sıcaklığını ilk defa bu kadar derin hissettim.


Siktir... biz şu an yakındık. Biz şu an çok yakındık ve bu hiç iyi değildi. İki senenin özlemi bir anda ortaya çıkan şimşek gibi varlığını aramıza koymuş, hasreti vücudumuzun her bir noktasında titreştirmişti. Okyanus gözlerinde oluşan dalgalanmayla onun da bu halimize şaşırdığını anladım. Yüzümüzün yakınlığı ve bedenlerimizin teması beklenilen uyarılmayı verirken ikimizde gözlerimizi birbirinden ayırmıyorduk. Nefeslerimiz göğüslerimizi birleştirmişken şu an az bir kıpırdanmayla dudaklarımızdaki yangını da söndürebilir hatta bedenlerimizdeki ateşi harlayabilirdik. Hem de cayır cayır yanıyorken. Aslancık da bunu düşünmüştü ki fırtınalı okyanusu andıran gözleri aralanmış dudaklarıma kaydı. Öpüp öpmemek arasında kaldığını anlamıştım, neyseki birazdan yapacağım hamleyle onu bu araftan kurtaracaktım.


O, dudaklarıma bakarken ben bir anda boşta olan ayağımla ona tekme atıp onu sarstım ve araya saniye sokmadan hızla kafa atarak üstümden ittim. Yağız, bunu beklemediği için karşı koyamadı ve afallayarak yan tarafa düştü. Üstümdeki ağırlığının yoksunluğuyla üşümemi es geçerek hızla zıplayıp ayağa kalktım.


Alaylı bakışlarım yüzüne devrildiğinde şaşkınlık ve bacaklarının arasında hissettiği acıyla buruşturmuş olduğu ifadesine kısa bir an üzüldüm. Gerçi bu üzüntüm o kıza güldüğü kısım zihnimde canlanana kadar sürdü...


“Ah! Siz erkekler hep aynısınız. Gerçi sen sadece bana karşı böyleydin değil mi?” diye sordum kışkırtıcı bir mutlulukla. Aslında mutlu olmamın nedeni onu yenmiş olmam değil, beni tüm olanlara rağmen istiyor oluşundandı. Bunu bilmek bile mutlu olmam için yeterliydi çünkü duygularımız karşılıklıydı. Yoksa yendiğim için mutlu olamazdım, uzun zamandır hasret olduğum öpücüğü geri çevirmiştim resmen kazanmak için. Bu büyük bir kayıptı.


Benim alaylı bakışlarımın aksine Yağız, ifadesizce bana baktı. Yüzünde duygusuzluğa içim burkuldu ve kalkması için elimi uzattım fakat aynı zamanda da sırıtıyordum. Okyanus gözleri elime kaydığında derin bir nefes alıp elimi tuttu. Büyük elinin içinde kaybolan elimde hissettiğim sıcaklıkla yutkundum ve kalkması için onu kendime çektim... çektim ama gücümü ayarlayamadığımdan kaynaklanmış olacaktı ki ikimiz için riskli bir durum daha yaşandı.


Yağız, ayağa kalktığı gibi beni kendine çekerek göğsümü göğsüne yasladı. Girdiğim afallamanın etkisindeyken yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. Aramızda çok ama çok az bir mesafe vardı. Burnu burnuma değerken nefesi nefesimle öpüşmeye çoktan başlamıştı. Kalbim hızlanmaya başlamış, bedenimdeki her bir hücre her an yanmak için kendini hazırlamıştı. Yaklaşan yüzü yanaklarımı ısıtırken gözlerim beklentiyle kapandı.


Kapanan gözlerim karanlığa teslim olalı ne kadar geçti hesaplamadım ama beklediğim öpücük bana bu süre zarfında ulaşmadı. Halbuki çok da yakınımda, dışımın içindeydi. Gözlerimi araladığımda karşımdaki adamın alaylı gülümsemesi eşliğinde kendini beğenmiş bakışlarıyla karşılaştım. Okyanuslarında arsız pırıltılar dolanırken “Ben kazandım.” dedi kendinden emin bir sesle. Konuşması aslında yüzüme değil bizzat onun için aralanmış dudaklarıma çarpan fısıldamasıyla ulaşmıştı kulaklarıma. Ben şaşkınlığın esiriyken elimi bıraktı ve benden uzaklaşarak arkasına bakmadan odadan çıktı.


Arkasından ise bana sadece hayal kırıklığıyla bakmak kalmıştı. Şerefsiz beni büyük kandırmıştı. Sinir harbiyle ayağımı yere vurdum ve elimle saçlarımı çekiştirdim. Nasıl bu kadar salak olabilirdim? Sadece salak olmakla kalmamış üstüne rezil de olmuştum. Resmen kendi kazdığım kuyuya düşmüştüm. Kendi içimde aptallığıma söylenerek olay mahalinden ayrıldım. Salondaki hiç kimseye bakmadan bahçeye geçtiğimde rotam evdi. Acil bir duş alıp temizlenmem ve bugünü unutmam gerekiyordu. Sert adımlarım yere hızla çarparken karşı yoldan Seda, bana doğru yürüdü. Bakışlarındaki hınzır ifadeyle bir şey yumurtlayacağını anlamıştım. Dalga geçme havasında olduğunu belli eden bakışlarıyla kafamı hayırdır anlamında salladım.


“Hayırlı işler Soylum. Yağız’la kapalı salonda olduğunuzu duyunca rahatsız etmek istemedim.” diye mırıldandı kıkırdayarak ve sanki gizli bir şey söylüyormuş gibi avel bir bakışla atrafına bakıp bana göz kırptı. Alaylı ifadesi yaşadığım utancı tekrar hatırlattığında gözlerimi devirip yalandan gülümsedim. “Anladığın gibi bir şey olmadı Sedacığım.” dedim. Söylediğimle tabi tabi dercesine başını salladı.


“Tabi ateşle barut yan yana gelince de alevde çıkmaz zaten.” muzip sesiyle konuşması bıkkın bir nefes almama sebep oldu. “Seda, ne söyleyeceksen söyle. Duş alacağım.” deminki olaydan dolayı ruh halim sıfıra yakın yerlerde sürünüyordu. Seda’da bunu anlamıştı ki alaylı ifadesini ciddiyetinin altına süpürdü.


“Akşam Krallıkta yeni yönetici atanacak. Krallıktan emir geldi, herkesin orada olması isteniyor.” duyduklarımın şaşkınlığıyla kaşlarım çatıldığında omuzlarımı dikleştirdim.


“Ne zamandır Krallıkta yönetici atanır oldu?” diye sordum kuşkuyla. Seda’da benim gibi bu durumu yadırgamıştı ki omuz silkerek “Bende anlamadım. Önemli biri galiba... özel tören olacakmış.” dedi.


Uzatmamayı tercih ederek anladım dercesine başımı salladım. “Tamam, gidip görelim bakalım ne çeviriyorlar. Görüşürüz.” diye mırıldandım ve omzuna dokunarak yürümeye devam ettim.


Akşamki tören zihnimdeki soru işaretlerini arttırırken bu olayın daha önce hiç yaşanmadığını anımsadım. Bu hiç iyi bir olay değildi. Yöneticileri Başkan atardı, bu adam kimdi ki onu Kral sunacaktı insanlara? Nedense içimdeki kötü hisler varlıklarını belli etmeye başladı. Umarım bu işin altından bana dokunan bir olay çıkmazdı.


Loading...
0%