Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17.Bölüm "Yakamozun Kaybı"

@senabookss

"Kazandığı kaybettiğinden hafif kalıyorsa, kaybetmek için kazanan bir aptaldır insan."


Her insanın kendine göre acısı, kendine göre hissettiği duygular vardır. Her birimiz anlıyormuş gibi yapardık karşımızdakini fakat asla anlayamazdık onun gibi hissettiklerini çünkü hepimizin dayanma eşiği farklı, kalbinin kaldırabileceği ağırlığı benzersizdi. Karşımda oturan çift her anımda yanımda olup acımı benimle bölüşerek bana düşen payı azaltmaya çalışıyor olsada işe yaramıyordu. Acım aynı yerinde kanıyor ve daha da kötüsü bunu yansıtmamı engelliyordu. Yanımdakilerin varlıkları içimdeki acıyı yaşamama fırsat bile vermiyordu çünkü ben üzülsem onlarda üzülürdü.


Acı, yalnızken iyileşirdi çünkü insana en iyi gelen şey kendiydi ya da acının sahibi.


Eğer sahibi yoksa da insan kendi kendini iyileştirebilmeli, yoksa o acı geçmez sadece kabuk tutar ve elbet bir gün tekrar kanar çünkü kapanmayan yaralar kanayan yaralardır.


Kimseyi üzmeye hakkım yoktu, ben zaten hak etmeyen insanları üzmüştüm. Şimdi de benim için birçok fedakarlık yapmış insanları üzemezdim. O yüzden acı içimde kanasın, kanayan damlalar gözyaşlarımda birikirken yüzüm gülsün. Geceler, acıların yara bandı değil miydi? Geceyi bekleyebilirdim. Elimdeki şişeden bir yudum daha aldığımda yalnızlığın beni çağırdığını işittim, derin bir nefes alarak duyduğumu hissizliğimle örtüp bir yudum daha akıttım acı sıvıyı boğazımdan.


Yalnızlıkla dertleşmeye ihtiyacım vardı.


Elimdeki bira şişesinin dibinde kalan hafif köpüklenmiş kısmı tek yudumda içip karşımdaki şahıslara boş bir bakışla baktım. "İçkim bitti ben gidiyorum." bu cümlenin bendeki karşılığı aslında sizin şu halinizi görünce sevgilimi özledim, gidip ağlayacağım anlamına geliyordu ama bunu onlara çevirmeyecektim. Bu cümle onlara yeterdi. Pembenin tek sevdiğim tonu sanırım pembe yalan tonuydu ve bu iyi bir şeydi çünkü pembeyi kullandığım tek kısım kendi sözlüğümdeki dil çevirisi kısmıydı. Her renk kullanılmayı hak ederdi, pembeyi kendimden mahrum bırakamazdım...


Karşımdaki çiftin tatlılığı sinir sistemimi altüst ederken Elif, bana sesli şekilde gülüp Aras'ı kendinden uzaklaştırdı. "Tamam, tamam gitme. Aras Bey mesafemizi koruyalım lütfen. Ayrıca Alisa'nın birası bitmiş, seninki de bitmek üzere arabadan al da gel." sesini sekreter edasıyla kullanırken gözleri fazlasıyla haylaz bir tavırla ikimizin üstünde dolaştı. Şu an ikisi de benimle alelade dalga geçiyordu.


Aras, duyduklarından ziyade sevgilisinin onu itmesinden hoşnut olmamıştı ki kaşlarını çatarak "Valla hiç de mesafemi koruyamam, kusura bakmayın. Hem ben niye gidiyorum? O, gitsin. Zaten bu ara fazla hareketsiz, kasları açılsın." dedi ve Elif'i kendine çekip çenesiyle boynu arasına sevgi dolu bir öpücük bırakıp başını göğsüne yasladı. İkisinin şu an ki yapış yapış hallerine yüzümü buruşturmadan edemedim.


Hakim olamadığım yüz ifadem bariz bir şekilde iğrendiğimi belli ederken dilime de bunu döktüm. "El insaf be insafsızlar, olan var olmayan var. Ayıp değil mi, kıskanıyoruz burada." derken gözlerim onun gözlerine bakıyormuşum gibi hissettiren okyanusa döndüğünde istemsizce mırıldandım. "Nerede benim sevgilim?" yüreğimdeki yangını bastıracağını umarak elimdeki şişeyi dudaklarıma doğru kaldırmıştım ki boş oluşuyla dudaklarımı bükerek onu Aras'a doğru uzattım. Aras, kısa bir an gözlerime baktı ve bir şey demeden elimdeki boş şişeyi alıp ayağa kalktı. "Tamam, yarın hareket edersin. Bu seferlik biralar benden." dedi ve arabaya doğru ilerledi. Onun gitmesiyle Elif'e kazandım edasıyla bakarak göz kırptım. "Bak, nasıl da gitti. Unutma, duygu sömürüsü her zaman işe yarar."


Aslında hislerim ve tepkilerim gerçekti. Yağız'ı özlemiştim, hem de fazlasıyla çok... fazlanın ağırlığında ezilirken bizim böyle olduğumuz zamanlar nispet yaparcasına zihnimdeki beyaz perdede canlanıyordu. Sadece bunu bile kendime saklamak istiyordum.


Onun acısı bile bana özel olmalıydı. Onsuzluk bile benimken acısı neden benim olmasın ki?


"Çok fenasın sen ya. Ne istiyorsun benim sevgilimden? Duygusallığından vurma onu, zaten kıyamıyor bize." Elif'in konuşmasıyla girdiğim transtan çıkıp ona bilmiş bir tavırla baktım. Sarı saçlarını sıkı bir at kuyruğuyla toplamış yeşil gözlerini ön plana çıkaracak sade bir makyaj yapmıştı. Bir ajan olarak fazlasıyla süslüydü, makyajını asla ihmal etmez; giydiklerini hep uyumlu seçerdi. Operasyona giderken bile...


"Dedi geçen akşam sırf motorunu sürttüğü için sana kızmasın diye ağlayarak düşüp kolunu incitmiş gibi davranan süslü."


"Hatırlatma ya, yüzünü gördün mü? Pancar diye pazara götürsek alırlardı öyle bir kızardı. Daha tövbe sürmem motorunu, sevgilimden oluyordum az daha." o akşamı hatırlamıştı ki titreyerek omuzlarını silkip bana ürkek bir şekilde baktı. Korkusunu anımsadığımda yüzümdeki gülümseme genişledi, onun yerinde başkası olsaydı Aras'ın gazabından kurtulamazdı. Kendisi olduğu için şanslıydı.


"Senin yüzünden Efe, yandı. O çocuğun günahıyla ne yapacaksın acaba? Aras, tüm sinirini ondan çıkardı." sırf ona takılmak için kurduğum cümleyi her zamanki gibi fazlasıyla ciddiye almıştı ki gözleri hemen doldu. "Ama özür diledim sonra. Hem, nöbetlerini de devraldım. Bir ay onun işlerini ben yapacağım. Ödeşmişizdir değil mi?" küçük bir kız çocuğu gibi sormasıyla kahkaha atmadan edemedim. Bu kadar masum olması yaptığımız işe göre çok beyazdı.


"Şaka yaptım kızım. Saçmalama Efe, takmıyor Aras'ı. Alıştı artık onun eziyetlerine."


Rahatlamış bir şekilde yeşil gözlerini gülümsemesinin ışığıyla aydınlattı ve elindeki vişne suyundan bir yudum aldı. Bakışlarımı avuçlarımdan süzülen kum tanelerine çevirdiğimde aradan geçen birkaç saniye sonunda duyduğum sesle hızla başımı ona doğru çevirmem bir oldu.


"Hamileyim." kulaklarıma ulaşan tek kelimenin anlamını bildiğimden hızla etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Sadece Elif ve ben vardık.


"Ne?"


"Yani kesin değil ama günüm gecikti, bir de üç sabahtır kusuyorum. Mutfağa bile giremiyorum." Elif, çekingen bir şekilde kendini açıklarken ben şaşkınlıkla ona bakıyordum. İlk defa en yakınımdan biriyle böyle bir konuşma içindeydim.


"Bildiğimiz hamilelikten mi bahsediyorsun?"


"Bilmediğimiz hamilelik mi var?" korkuyla eli karnına gittiğinde gözlerimin daha da açıldığını dudaklarımın şaşkınlıkla aralığını arttırdığını hissettim. Bakışlarım bir karnının üstünde duran eline bir de yeşil gözlerine değindiğinde heyecan ve afallamanın birleşimini kalbimde duyumsadım.


"Senin içinde bebek var!" sesim benden bağımsız yüksek çıktığında elimle ağzımı kapattım. Elif, hızla etrafına bakarken bana uyarıcı bir bakış attı. "Bağırmasana, biri duyacak!"


"Salak, duymasına gerek mi var? Zaten görecekler. Kocaman bir karnın olacak. Hem de kilo değil bebek!" dedim ve ayıplar bir şekilde baktım. "Şu güzel vücudu bozacağına inanamıyorum, neyse çok kilo alma tamam mı?" bir abla edasıyla konuşmamı o ciddiye almazken ben fazlasıyla ciddiydim. Yeşil gözleri hüzünle buğulanarak beni hapsine aldığındaysa ciddiliğim buhar olup uçtu. Oturduğu kumların üstünde hafifçe kıpırdanarak avcuna kum alıp onları parmaklarının arasından geri bırakırken dudakları ağırlıkla bükülmüştü.


"Daha net bir şey yok ki. Bunlar benim varsayımlarım ama internette araştırdım, hepsi hamilelik belirtisi..." dedi ve kısa bir nefes alıp omuzlarını dikleştirdi. "Aras'a söylemeyi düşünüyorum, yarın doktora beraber gidelim diye çünkü eğer öyle bir şey varsa... yani bebeğimiz varsa onu aynı anda hayatımıza alalım istiyorum."


Gözlerim anlamlandıramadığım bir hisle sulandığında dudaklarım iki yana kıvrıldı. İçim bir yandan kalkıp ona sarılmak isterken kendimi tuttum, ona kendimi bulaştırmak istemiyordum. Sanki şu an ona dokunsam kötü kaderim onu etkileyecek gibi hissediyordum o yüzden oturduğum yerden sadece bakmakla yetindim. "Bebeğim, sizin bir bebeğiniz olabilir... bu ne demen biliyor musun? Ben teyze oluyorum demek oluyor hem de halalı teyze! İki taraftan da pay düşüyor bana. Umarım gerçekten de karnında bir yerdedir. Bize, size çok iyi gelecek küçük bezelye." dedim ve ellerimi çırparak kocaman gülümsedim. "Aras, acayip sevinecek."


Aras'ın sevincinden bahsettiğimde Elif'in gözleri parladı, utangaç bir edayla gülümserken başını eğmiş işaret parmağıyla kumlara orta büyüklükte bir kalp çizmişti. "Sevinir değil mi?"


"Sevinmek yanında yaprak kalır. Bunu öğrenince öyle bir mutlu olacak ki orman olur onun içindeki mutluluk." Söylediklerimle konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki arkama baktığında dudaklarını sıkıca kapattı ve gülümsedi. Aras, bize doğru yaklaşıyor olmalıydı. Sanki çok büyük bir varlığı öğrenmemiş gibi başımı olumsuzca salladım ve elimi yan tarafa, yukarı doğru kaldırdım. Aras, şişe için açtığım elime soğuk birayı yerleştirdiğinde gülümseyerek kapağı açmaya koyuldum. "Aferin, böyle iyi bir centilmen ol."


"Ulan bir kere insan gibi teşekkür et. Eğitimlerin mi eksik anlamıyorum ki?" Aras'ın isyan eder gibi konuşmasıyla ona yandan bir bakış attım ve şişeyi dudaklarıma yasladığım sırada orta parmağımı gösterdim. Elif, gür bir kahkaha attığında yanındaki sevimsiz tövbe çekmekle yetindi ve kendini sevgilisinin yamacına bırakarak tam yanında oturdu. Kolunu omzuna atıp göğsüne yasladığında memnuniyetsiz sıfatını silerek keyifli bir tavırla gülümseyip göğsündeki sarı saçlara öpücük kondurdu ve "Bir içki yüzünden ayrı kaldık çiçeğim. Nasıl affettirebilirim sana kendimi?" dedi. Söylediği şeyle yüzümü ne ara buruşturduğunu anlamlandırmadığım bir hızla buruşturdum ve onlara ciddi misiniz dercesine baktım. Elif, yaslandığı göğüsten bana utangaçlıkla baktığında sessizliği Aras'ın bana bakmasına sebep olmuştu.


"Ne bakıyorsun öyle?"


"Ne tarafa kussam diye bakıyorum." dedim ikisine bakarak. Cidden bu kadar romantik olduklarını daha önce fark etmemiştim. Böyle çiftler gerçekten var mıydı? Ben onları kurgularda sanıyordum.


"Dedi, sevgilisinin özleminden adını tüm evin duvarlarına boyayla yazan şahıs." benimle, daha doğrusu acımla dalga geçmesiyle şaşkınlık içinde çenem aşağıya kaydı ve gözlerimi açtım. Cidden benimle dalga geçmişti. Kollarımı göğsüme bağlarken bir şey demeden bakışlarımı denize çevirdim. Sanki benim tercihim miydi bu durumda olup, sevdiğimden uzak kalmak? Ben istememiştim uzaktaki diken olmak.


Aras, girdiğim hüzün modunu anlamıştı ki deminki alaylı ses tonundan uzaklaşarak daha samimi bir tonda "E git sevdiğine o zaman cadı, neden denize bakıp efkarlı takılıyorsun? Dizi çekiminde miyiz?" cesaret verircesine konuşmasının altında yatan üzüntüyü bildiğimden deminki alıngan halimin aksine yüzümde buruk bir gülümseme oldu. O da üzülüyordu bu halime biliyordum. Denizdeki bakışlarımı onun kahverengi gözlerine devirdiğimde omuz silkerek derin bir nefes aldım.


"Gitsem de eskisi gibi olmaz. O yüzden böyle devam, vardır bir hayır." dedim gülerek ve ayağa kalktım. Onların baş başa kalıp konuşması gerekiyordu. Hem o da beni çağırıyordu, hissediyordum. Yalnızlık inatla ona gitmemi istiyordu.


Ayağa kalkmamla Elif'in üzgün bakışları beni buldu, deminki heyecanını söndürmenin verdiği suçluluk hissiyle ortamı toparlama ihtiyacı hissettim. "Neyse ben gideyim de siz baş başa kalın, belki küçük Elif'imiz olur." dedim göz kırparak. Aras, dediğime keyifle kıkırdadığında gözleri sanki daha da canlanmıştı. Onun keyfi benim de dudaklarımı genişlettiğinde ikisine üstten bir bakış atarak ne kadar da yakıştıklarını düşündüm.


"İşte duymak istediğimiz kelimeler. Düşünsene çiçeğim sana benzeyen bir papatya, ulan hayali bile güzel; kim bilir gerçeği nasıl muhteşem olur?" Aras'ın Elif'e doğru eğilip istekle konuşmasıyla elimdeki şişeden bir yudum alıp etrafıma bakındım. Sanki şu anlarında onları yalnız bırakmalıydım çünkü Aras, sanki içine doğmuş gibi bu konu hakkında ilk defa bu kadar istekle konuşmuştu. Elif, şaşkınlıkla ona bakarken gözleri kısa bir an bana kaydı. Omuzlarımı indirip kaldırdığımda topun onda olduğunu belli ettim.


Pası atıp kenara çekilmem hoşuna gitmemişti ki Aras'a bakarken eliyle yerden kumları avuçladı ve bana doğru savurdu. "Senin o ağzın kapansın. Konuyu nerelere getirdin. Kafam karıştı." dedi şaşkınca ve bana dönüp heyecanla baktı.


"Konu zaten buradaydı." diyerek öpücük atıp bir şey daha eklemeden onlara arkamı döndüğümde istikametim arabamdı. Artık yalnız kalmaları ve birbirleriyle konuşmaları gerekiyordu. Elif'in söylediği şey zihnimde dönerken yüzümdeki gülümseme sabitti. Eğer bu gerçekse hayatları tamamen değişecekti.


Kumsal boyu yürürken aklımdaki düşünceler çorba olmuş kaynamaya yüz tutmuştu. Arkamdaki çiftin burada durabilmem için karşıma çıktığını düşünüyordum. Hatta bundan emindim bile. Onlar olmasa burada duramaz, bana verilen görevlerle baş edemezdim. Cebimdeki anahtarla yaklaştığım arabamın kilidini açarken elimdeki biradan son bir yudum alıp yan taraftaki çöp tenekesine attım ve arabama bindim. Arabayı çalıştırıp yola çıktığımda rüzgarın beni dinç tutması adına camımı araladım. İlk geldiğim zaman hiçbirini sevmeyip tanımak istemesem de şimdi tam tersi şekilde olmuştu, onları tanıdığım için kendimi şanslı hissediyordum.


Araba asfalt yolda akarken sessizliğin sesinin kulaklarıma fısıldadığı yalnızlığı kırmak adına elimi radyoya doğru götürmüştüm ki gözlerim telefonumu koyduğum yere kaydı. Telefonum, orada değildi. Yüzümü aklıma gelen ihtimalle buruşturduğumda bir umut yan koltuğa ve torpidoya baktım ama bulamadım. Kesin sahilde unutmuştum.


Unutkanlığıma içimden tüm övgülerimi iletirken uygun bulduğum alanda u dönüşü yaparak geldiğim yolu geri giderek sahile doğru sürmeye başladım. Geri dönüşümü olumlu kılmak adına da şimdiye kadar Elif'in Aras'la konuşmuş olmasını diledim. Gidip de Aras'a takılabilir, onu sinir edebilirdim. Bu düşünceyle yüzümde sinsi bir gülümseme oluşurken başımı koltuğa yasladım. Aras, kesin beni gördüğünde sövecek ve gitmem için kovalayacaktı. Bunun düşüncesiyle hızımı arttırdım.


Kısa mesafeyi hızla geri geldiğimden arabayı demin park ettiğim yere tekrar park edip aracın kapısını açmıştım ki kulağıma duymak istemeyeceğim sesler ilişti. Silah sesleri sahil boyu yayılırken bedenim tüm hissizliği sahiplenmiş gerilimi kalbime kilitlemişti. Kapıyı ardımdan kapatmadan hızla seslerin geldiği tarafa doğru koşmaya başladım. Koşarken de belimdeki silahı çıkartmış hazır bir şekilde elime almıştım.


Yayılan seslerin beni ulaştırdığı rota kalbimdeki gerilimin korkuya evrilmesine sebep olduğunda tenimin üşüdüğünü hissettim. Kumsala indiğim anda gördüklerimle iki saniye duraksadım. Beynim gözlerimle girdiği iletişimde benimle olan bağlantısını kesmiş gibi kalakaldım. Gördüklerimi anlamadım, hissettiklerimi çözemedim. Sahnede ben yoktum, sadece görebiliyordum ama hareket edemiyordum, hissedemiyordum. Yokluğu varlığımla doldurmuştum ama içimdeki yangını söndürememiştim.


İki tanımadığım adam yerde yatıyordu. Aras, demin oturduğumuz yerin biraz gerisinde ağlayarak kucağındaki Elif'e bakıyordu.


Aras, ağlayarak Elif'e bakıyordu.


Elif, ayakta değildi. Yerdeydi. Oturmuyordu, yatıyordu.


Uyumuyordu.


Bacaklarımın beni nasıl taşıdığını, onlara doğru giden adımlarımın aslında geriye doğru gitmesini istediğimi düşünüyor her bir adımımda gözlerimin dolduğunu, kalbimin sıkıştığını hissediyordum. Zamanın durması veya geriye akması... evet, şu an istediğim buydu. Gelecekle tanışmayı ve şu anı istemiyordum.


Yanlarına ulaştığımda dudaklarımdan sadece ismi dökülebildi, demin gülümseyerek yanından ayrıldığım kadının. "Elif" kelimesi hiç dilimden bu kadar ruhsuz ve bu kadar acılı dökülmemişti. Gördüklerimin bacaklarımdaki gücü emmesiyle dizlerimin üstüne yıkıldım.


"Elif... lütfen dayan, meleğim bir şey olmayacak. Lütfen uyuma." Aras'ın Elif'in yarasında bastırdığı eliyle yalvarırcasına mırıldanışı kulaklarımda uğuldarken bir anda sanki arkamda hissettiğim gücün varlığı beni dürttü. Üstümdeki şoku atarak kendime geldim ve yerde duran telefonu elime alıp hızla ambulansı aradım. Telefondaki görevliyle konuşmamı duyan Aras, kafasını çevirip bana baktığında irkildi. Bu zamana kadar yanında olduğumu bile fark etmemişti.


Şu an tek odaklandığın kucağındaki sevgilisi ve tek istediği de onun gitmemesiydi...


Kahverengi gözlerindeki yağmur bulutlarının ardındaki küçük çocuk bakışlarıyla bana baktığında kendimi hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. "Bir şey yap lütfen. Gitmesin. Alisa, uyumasın. Uyursa, uyanmaz." dedi yalvararak. Gözlerimi ondan kaçırdığımda sıkışmışlığın en can alıcı anını yaşıyordum. Dediklerine vereceğim cevabım yoktu, gözlerimden yaşlar düşüyordu ama hissedemiyordum.


Elif, kendini zorlayarak kanlı elini Aras'ın yanağına götürdüğünde midemin kasıldığını, kalbimin bir avcun içinde sıkıldığını hissettim. Cehennem tam bu andı. Cehennem alevi, tenimi değil içimi yakıyordu ve sadece beni değil üçümüzü de içinde kora çeviriyordu. Kimse yoktu.


"Üzülme iyi olacağım." daha yarım saat önce cıvıl cıvıl çıkan sesin şimdi ruhsuz çıkmasının darbesine ek olan yüzündeki gülümseme göz yaşlarımı daha da çoğalttığında hıçkırığımı zorla bastırdım. Aras, sevgilisinin cümlesini sanki kendine öğretircesine tekrarlarken başını da olumlu anlamda sallıyordu. Onun kaybı benim çaresizliğime birleştiğinden mi yoksa bu anın ağırlığından mı bilmiyorum ama buradan gitmek istiyordum. Bu anı izlemek istemiyor, bu vedayla bir kişiyi daha kaybetmek istemiyordum.


"Evet, iyi olacaksın. Çok iyi olacaksın. Solmaz benim çiçeğim." Aras, konuştu. Dedi ama iyi olmayacaktı biliyordu. Çiçeği solmuştu. Elif, bunu anlamıştı; sonunda olduğunu fark etmişti.


Bakışları bana kaydığında, yeşil gözleri solmuştu. Işık yoktu, his yoktu. Boştu. Acılı boş bakışlara karşı dolu gözlerimle bakarken ne yapacağımı bilemedim. Solmuş dudaklarını zorla kıpırdatırken, sesi çok kısıktı. "Onu bırakma, yolunu kaybetmesin." diye mırıldandı son nefesinde. Dilim bana düşman olmuş şekilde kıpırdayamazken elimi eline götürerek sıcak elini kavradım. Kafamı olumlu anlamda sallarken gözlerim ihanetlerine devam ettiler ve yanaklarımda süzülen sıcak yaşlar ikimizin birleşen eline damladılar.


Elif, benden aldığı onayla kafasını çevirip son kez Aras'ın taşan kahverengi gözlerine baktı.


Ve yeşil gözlerini sonsuza dek kapattı.


Son bakış.


Son veda.


Her şey bitti.


Çiçek soldu, yakamoz ışığını kaybetti.


Aras, Elif'in gözlerini kapatmasıyla bir an durdu. Sadece o değil dünya da durdu. Sadece o vardı çünkü artık sevdiği de yoktu. Yaşlarla ıslanmış dudaklarından kısık bir şekilde çiçeğinin ismi dökülürken göz yaşları da çiçeğine can verir belki umuduyla yüzüne damlıyordu. Kan bulaşmış elini yavaşça Elif'in yanağına götürüp uyanması için sarstığında ayrılığın acısını en derinimde hissettim.


"Bebeğim, aç gözünü hadi. Yapma bunu bize lütfen." dedi ama o sevdiği gözler ona bakmadı.


Aras, o an anladı.


Nefes alamadı. Bir göz yaşı daha aktığında kafasını yavaşça gökyüzüne kaldırdı ve hayatım boyunca unutamayacağım bir feryat yeryüzüne.


O bağırdı, haykırdı ben izledim.


Gözlerim son kez Elif'e değdiğinde sıcak kumlardan destek alarak ayağa kalktım. Kafamı çevirip yerdeki adamlara baktığımda bir tanesinin geldiğim zamanki gibi yerde hareketsizce yattığını, diğerinin de sürünerek gitmeye çalıştığını gördüm. Sürünen bacağından vurulmuştu.


Ayaklarımdan yukarı doğru tırmanan öfke kalbimde durduğunda gözlerimdeki yaşlar kurudu. Beynim her şeyi kalbime bıraktığında sadece o vardı. Yönetilmeyip serbest bırakılan, eğitilemeyen ama varlığıyla korku salan o canavar... Hissettiğim ateşle kolumu yüzüme doğru götürüp göz yaşlarımı sildim ve görüşümü berraklaştırdım. Adımlarım hızla o tarafa yöneldiğinde sadece tek bir şeye odaklanmıştım. Kaybetmek.


Bir kalem kaybedilirdi, yenisi alınırdı. Bir cüzdan kaybedilirdi, yerine yenisi gelirdi. Bir insan kaybedilirdi. Giderdi. Yerine konulamaz bir eksiklik kalırdı geriye.


İnsan kaybedilir miydi? Kaybedilirdi.


Sürünen adamı sertçe sırt üstü çevirip yüzüne sert bir yumruk attım. Bir ayağımı yanına atarak üstünde oturur pozisyona geldim. Öfkeli gözlerim artık soğukkanlılıkla harmanlandığında yanmıyordu, donduruyordu. Gözlerime bakan donuyordu. Dondurucu bakışlarım adamın korku dolu acı bakışlarına odaklandığında sesimin tınısı benden bağımsız çıkmıştı.


"Kimsiniz? Kim yolladı sizi?" adam korkuyla bana bakarken kim olduğumu bilir gibi bir ifadesi vardı. Göz bebekleri korkuyla büyümüş, ince dudakları düz bir çizgi haline gelmişti. Bedeni kas katı bir şekilde donmuştu.


"Söyleyemem, istiyorsan vur beni." korku dolu çıkan sesine tezat bir halde meydan okuyarak konuşmasıyla üst dudağım kıvrıldı. Tamam, güya sert adamı oynayacaktı....


Yüzümde oluşan soğuk gülümsemeyle hızla üstünde kalkarak Aras'ın yanında bıraktığım silahımı doğru ilerledim ve silahı avcuma aldığım gibi Aras'a, daha doğrusu onlara bakmadan eski pozisyonuma geri döndüm. Silahın namlusunu sağ koluna dayadığım adamın daha da büyüyen göz bebeklerini umursamadan ateş ettim. Acıyla bağırışı demin Aras'ın ettiği feryadın kıyısından bile geçemeyecek kadar kısıktı.


"Bir daha sormam. Kim yolladı sizi?" korkutucu şekilde sessiz ve net çıkan sesimle adam konuşup konuşmama arasında kaldı. Silahı çenesine götürdüğümde ona doğru hafifçe eğildim. "Kim olduğumu biliyorsun. Cevap vermezsem yavaş yavaş kan kaybından acıyla öleceğin şekilde gebertirim seni." dedim. Adam, tehditimle susmaya devam edince tam sıkmak için parmağımı hareket ettirmiştim ki:


"Yönetici. O, istedi." dedi hızla.


Elimi hiç kıpırdatmadan aynı ciddiyetle bakmaya devam ettim. "Dört tane yönetici var hangisi?" tam bilgi, tam isim istiyordum. Buna sebep olanların ölüm sebebi olmak istiyordum... Silahı boynuna bastırdığımda göğsü hiddetle yükseldi. "Koray. Koray Bey, istedi." diye bağırdı. İsim vermesiyle silahı boğazından uzaklaştırdım. Gözlerine bakmaya devam ederken "Size ne emri verdi?" diye sordum merakla.


Şerefsiz, isim verdiği için onu vurmayacağımı düşünmüştü ki bu sefer daha rahat bir biçimde konuştu. "Üçünüzü de öldürmemizi emretti." Söyledikleriyle kaşlarımı çattım. Tamam anlamında başımı sallarken bir an bile düşünmeden hızla silahı kafasına doğrulttum. Ateş ettim.


Adamın alnından akan kan şakağından süzülerek kumlara akarken hissizliğin kucağında arkama dönüp Aras'a baktım. Ağlayarak Elif'e sarılışını ezberlercesine kafama kazırken neden diye düşündüm. Neden?


İkisi de böyle bir sonu hak etmemişti.


Elif'in Cenazesinden Bir Ay Sonra...


Zaman geçerken ardında olanlardan habersizdi. Beraberinde götürdüklerinin kalanlara neler hissettireceğini umursamaz, ona verilen görevle ilgilenirdi. Kalanlarsa onun kölesi olarak nefes almaya devam eder; kayıplarını, günlük işlerle kalplerine gömerlerdi. Şu an bizim yaptığımız gibi...


Elif'in gidişinin üstünden bir ay geçmişti. Zaman her şeyin ilacı derlerdi, yalandı. Zamanın geçmesi bir işe yaramıyor, sadece günleri dolduruyordu. Acı hala aynıydı ve zamanın geçmesi üstüne özlem gibi lanet bir duyguyu da beraberinde getiriyordu. Aras, bu bir ayda tükenmiş, tanıdığım adamdan çok uzaklaşmıştı. Elif'in ölümüyle o da ölmüştü, aralarındaki tek farksa Aras'ın nefes almasıydı.


Yeşil gözlünün gitmesiyle sadece sevgilisi değil, herkes yıkılmıştı. Tüm ekip dağılmış, ailesi perişan olmuştu. Tüm örgüt tarafından sevilen bir ajanın böyle adice öldürülmesi kabul edilemez bir yıkıma sebebiyet vermişti.


Bu yıkımı yaşayanlardan biri de bendim. Kalbimde, arkadaşımı kaybetmenin acısı dönerken zihnimde sadece onu mu kaybettik yoksa yanında yavrusunu da mı kaybettik bunu düşünüyordum. Aramızda geçen konuşmasının heyecanı, acılı bir anıya dönüştüğünde gerçek olmamasını diledim. Aras'sa, hiç bundan söz etmedi; sadece Elif'e ağladı. Konuşmadıkları ortadaydı. Bilmemesi iyiydi.


Peki hep mi bilmemesi iyi olacaktı?...


Kalbim bu düşüncenin ağırlığıyla sıkışırken omuzlarım düştü. Bildiğimin yükü bana ağır gelirken bu bir ay da sadece onlar vardı benimle. Elif'in kaybı ve bildiğim sır....


Zihnim onlarla meşgulken yıkıldığımı kimseye belli etmeyerek yönetici denilen piçi araştırmaya da başlamıştım. Üzülüp ağlamanın kimseye faydası olmayacaktı ama bu şerefsizin bulunup cezasının kesilmesi Elif'in ruhunu rahatlatabilir, Aras'ı biraz olsun ayağa kaldırabilirdi.


Bu geçen otuz küsür günde tüm araştırmalarım bir sıkıntıdan dolayı sekteye uğramıştı. Sıkıntı şuydu ki adam hakkında hiçbir bilgi yoktu, sanki hiç var olmamış gibi... Tek bildiğimiz buradaki en yaşlı yönetici olduğuydu. Bir haftadır kaldığı evi izliyor, her bir noktayı zihnime kazıyordum. Adamın geceleri sadece on koruması oluyordu ki bu bir yönetici için fazla bir sayıydı. Sadece bu da değil, evi normal yöneticilerden farklı olarak daha pahalı daha korunaklıydı.


Buradan vardığım sonuçta adamın arkasının sağlam olduğuydu ama bu da umurumda değildi. Herkes yaptıklarının bedelini ödemeli, yaptığının cezasını çekmeliydi ölmeden.


Edindiğim bilgileri ve ön izlemelerimi asıl konun sahibine ilettiğimde onu tutmasam hemen gidip adamın kafasın sıkacaktı ki buna izin vermemiştim. Şu an düşünecek halde olmadığından farkında değildi ama basit bir ajanın arkası sağlam bir yöneticiyi öldürmesi çok büyük bir olay yaratırdı. Aras, ya Bağımsız bölgedeki hapishaneye gönderilir ya da idam edilirdi. Gerçi bu ihtimaller onun umurunda değildi ama benim umurumdaydı. Elif'e söz vermiştim.


Uzun süren ikna çabalarımın sonunda bu akşam için tutabilmiştim. Bu gece bu işi sessizce halledecek ve bu işi bitirecektik. Şimdi ise yanımdaki geceden farksız adamla operasyon için hazırlık yapıyorduk. Yan tarafımda ruhsuzca hazırlık yapan adama kaydığında gözlerim küçük bir iç çekişte bulundum. Çok zayıflamıştı, kahverengi gözleri şişmiş ve kızarmıştı ama tüm bu kötü görünüşe rağmen bir şeyi yüzüne ilk baktığınızda okuyabilirdiniz. Kahverengi gözlerinde taht kurmuş öfke bakanı yakacak kadar harlıydı.


Onun için hissettiğim üzüntüyü kenara bırakıp elimdeki silahı kontrol edip belime yerleştirdim. Masanın üstündeki bıçaklardan bir tanesini de bacağımın yanındaki cebe sıkıştırdığımda hazırdım. Aras'da benim yaptığım işlemleri tekrarlayıp hazır şekilde yüzüme baktığında ikimiz de sessizce birbirimize baktık. Sessizliğimiz susarken gözlerimiz konuşuyordu ama biz bile ne konuştuğumuzu bilmiyorduk. Sadece dinliyorduk.


Burnundan sert bir nefes alıp başını masadaki bıçaklara çevirdiğinde eline orta boydaki bıçağı alıp döndürdü ve dudaklarını araladı. "Her ne olursa olsun, beni durdurmaya çalışma. Kötü bir şey olursa da arkana bakmadan kaç." sert sesi başkasını korkutabilecek kadar ürkütücü çıkarken ben söylediklerinin saçmalığıyla gözlerimi devirmekle yetindim.


"Saçma sapan konuşma, bu işte beraberiz. Adama istediğini yap, seni durdurmam ama şunu aklından çıkarma ki beraberiz." dedim ve konuyu uzatmaması adına odadan çıkmak için hareketlendim. Onu dizginleyecek bir kişiye ihtiyacı vardı ve ne kadar süreceğini bilmiyorum ama o kişi şu an bendim. Göz göre göre hayatını mahvetmesine izin vermeyecektim.


Hızlı adımlarla arabaya doğru ilerlediğimde bize eşlik eden sadece ay ve yıldızlardı. Bu gecenin başka şahidi olmayacaktı. Peşimden gelen adım seslerini işittiğimde derin bir nefes alıp vardığım otoparkta beni bekleyen kızıma doğru ilerledim, şoför koltuğuna geçtiğimde sakinliğin koynundaydım. Sanki sadece gece yürüyüşüne gidiyorduk. Aras'ın arabaya binip kapısını kapatmasıyla bakışlarımı ona çevirdim. Kemerini takmadan oturdu ve kafasını yaslayarak gözlerini kapattı. Gür kirpikleri gözlerini çevrelediğinde sessizliğin bizimle olacağını anladım. Konuşmadan git ve işi bitir. Modumuz buydu. Kafamı önüme çevirip arabayı çalıştırdığım anda her şeyi başlatacak geceyi aydınlatmak için yola çıktık...


Kırk dakika sonra yöneticinin evine varmıştık. Evinin uzağına arabayı park ettiğimde tedirginliğimi en minimum seviyeye düşürmeye çalıştım. Yavaş ve temkinli adımlarımızla eve doğru yaklaşırken ikimizde silahlarımızı çıkarmıştık. Susturucu takılmış silahların, sağladığı sessizliğe güvenerek bu gecenin oldukça sakin bitmesini sağlayacaktık. Aras, önümden ilerleyerek ön tarafa doğru ilerlemeye başladığında ben de arka tarafa doğru yürüdüm. Saklandığım ağacın arkasından gördüğüm üç adamdan kısa yoldan kurtuldum ve çitlerden atlayarak bahçeye girdim. Karanlığı kıran bahçe ışıkları yüzünden daha dikkatli davranıyordum. Atladığım yerden doğrulup önüme döndüğümde karşılaştığım korumayla ikimizde birbirimize şaşkınca baktık. Adam, olayı anlayarak elini beline götürmüştü ki ben silahını çekmesine izin vermeden ona tekme attım.


Sarsılan adam bana doğru hamle yapmıştı ki elini tutup çevirerek dizimi karnına geçirdim ve toparlanmasına izin vermeden arkasına geçip kolumu boynuna dolayarak boğazını sıkmaya başladım. Nefes almak için elleriyle kolumu çekiştirirken tüm gücümü üstünde kullandım. Kaslarım kuvvetten kasılırken onunla beraber sanki bende nefes alamıyordum. Ellerinin baskının azalıp gevşemeye başlamasıyla bayıldığını anladım ve onu yere itip düşmesini sağladım. Nefes nefese düşen bedenine kısa bir bakış atıp hızla yere düşen silahımı alarak yürümeye devam ettim.


Arka taraf tamamen temizdi, normalde inceleme yaptığım zamanlarda burasının daha kalabalık olduğunu gözlemlemiştim ama şu an daha az adam vardı. Kalan adamların ön tarafta olduğunu düşünerek irdelemeyi kestim ve tüm dikkatimi eve yoğunlaştırdım. Ahşap bahçe kapısının kilidine bir el sıkıp kapıyı yavaşça aralayarak içeriye süzüldüm.


Ev, sessiz ve karanlıktı. Adım seslerimi yok denilecek kadar azalttığımda gözlerimi evde dolaştırarak yürümeye devam ettim. Ay ışığının ve bahçedeki lambaların aydınlattığı giriş katında dikkatimi çeken çok bir şey yoktu. Sıradan zengin eviydi. Klasik tarzda döşenmiş mobilyalar, pahalı olduğuna emin olduğum biblo ve tablolar... Giriş holünün ortasına geldiğimde gözlerimi son kez salonda dolaştıracaktım ki bir anda tam yanıma düşen adamla şaşkınca önce yere sonra da yukarı baktım. Aras, üst katta durmuş trabzandan bana bakıyordu. Yüzündeki alayla ağzını oynatarak "Çok yavaşsın." dedi.


Ben adamın düşmesiyle çıkan sesi düşünürken o geri çekilmiş muhtemel hedefine doğru ilerliyordu. İşi hemen bitirip buradan çıkmalıydık. Adımlarımı hızla üst kata yönlendirip merdivenleri çıkmaya başladım. Üst kata ulaştığımda Aras'ın çoktan diğer odaları kontrol ettiğini fark ettim. Tüm kapılar açıktı, sadece bir tane kapalı kapı vardı ve o kapının ardında bizim aradığımız adam vardı.


Kısa bir an göz göze gelip ikimizde o odaya doğru ilerledik. Beyaz kapıyı açarak içeriye ilk Aras girdi, onun ardından da ben girdiğimde karşılaştığım karanlığa gülümsemiştim ki önümdeki aptal benim tam tersi düşüncemle ışığı açtı. Sarı, gün ışığının odayı aydınlatıp bizi kabak gibi ortaya çıkarmasına vesile olan şahsa kötü kötü baktıysam da bir şey demedim. Odanın aydınlanmasıyla yönetici yataktan doğrularak bize baktı. Bir an durumu algılayamadı, siyah gözleri ikimizin arasında gidip gelirken jetonu son anda düştü ve hızla yastığının altındaki silahını bize doğrultmak için hareketlendi. Onun karşı atağına karşılık Aras, hiç düşünmeden onu elinden vurdu ve hızlı adımlarla yatağa doğru ilerledi.


Merminin elinde açtığı delikle elindeki silahı acıyla atıp bağıran adam ikimizin de umurunda değildi. İntikam ateşiyle beslenmiş şahıs yatağın üstüne çıkıp tüm hırsını altındaki adamdan çıkartırken bende kapının önünde dikilmeyi kesip odanın içerisine doğru ilerledim.


Aras, attığı birkaç yumruğun ardından nefretle bağırdığında eski dokuma halının tam üzerinde durup ona baktım. "Niye yaptırdın lan? Ne istedin Elif'imden? Niye kıydın bize?" sorularının her biri bir darbeye eş değerdi ve bu darbeler sadece altındaki adama değil bize de vurulmuştu. Buz kesen ortamı hissettiklerimin yangınıyla kırarken bakışlarım yüzünden kanlar damlayan adama devrildi.


Merak ettiğim şeyin cevabını duymak için öne doğru adımladığımda yönetici zoraki nefesiyle konuştu. "Siz beni öldürecektiniz, ben önce davranarak sizi öldürmek istedim." merakımı kesmek yerine daha da körükleyen konuşmasıyla kaşlarımı çatarak ona baktım. Duyduklarımızın tuhaflığı Aras'ı bile bir an şaşırtmıştı ki yumruğu hava da asılı kaldı. BU cevabı ikimizde beklemiyorduk. Araya girme ihtiyacı duyarak "Niye seni öldürelim?" diye sordum. Bilmediğimiz şeyler olduğu aşikardı, tanımadığımız adamı neden öldürmek isteyelim ki?


Adam, kan dolan ağzını boşaltmak için başını hafifçe kaldırıp sağındaki yastığa tükürdüğünde yüzümü buruşturarak ona bakmaya devam ettim. Derin bir nefes aldı ve bakışlarını bana çevirdi. "Dosyayı almak için gelmediniz mi?" Adamın sorgulayan sesiyle Aras, dönerek bana baktı ve bilmediğimiz günah boynumuza dolandı...


Ne dosyasından bahsettiğine dair hiçbir fikrim yoktu ama önemli bir şey olduğu da kesindi. Yüzümdeki ifadesizlikle yatağa doğru yaklaştım. "Dosya nerede?" sorumla Aras, yüzüme ne yapıyorsun dercesine baktı. Topraklarımı tüm sakinliğiyle ona çevirerek sakin olmasını emrettim ve dudaklarımı bükerek adama döndüm.


"Dosya nerede, bir daha sormayacağım." dedim hırsla. Yönetici, acı dolu bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerinde korku vardı. Ölüm korkusu...


"Verirsem bu manyağı durduracak mısın?" diye mırıldandı anlaşmak istercesine. Aras, adamın söyledikleriyle hızla bana döndü ve kafasını hayır anlamında salladı. Uyarı tonlu bakışım ona çevrildiğinde dudaklarımı kıpırdatmama gerek kalmadan mesajı anladı ve sinirle adamın üstünden kalkıp yanımda durdu.


Bakışlarım şimdi beyaz saten nevresim takımın üstünde daha da beter duran adama kaydığında yüzümü buruşturarak "Anlaştık, dosyayı ver." dedim. Adam, yaşamın ona verdiği sevinçle hissettiği ağrıları bastırmaya çalışarak yataktan doğrularak sağ tarafa geçti. Yere eğilip yerdeki halıyı kaldırdı ve halının oradan uzaklaşmasıyla küçük kare kapak gözle görünür haline geldi. Adam baş parmağıyla kapağın üstünde bir yere dokunduğunda kapak tik sesiyle hafifçe aralandı. Kaşlarım havaya kalkarken omuzlarımı dikleştirdim. Elini kapağın altına sokarak küçük bir kutu çıkardı içinden ve kutuyu eline alıp yataktan destek alarak ayağa kalktı. Üzerindeki kırmızı pijama takımı kanıyla karışmış, yaşlı yüzünü kanla boyanmış bir şekilde karşımda durdu. Bakışlarını bana değdirmeden kutuyu uzattı. Bu anı görmek istemiyor gibiydi.


"Ağabeyime selam söyle Soylu." acılı sesinden duyduğum isimle adamın beni tanıdığını anladım. Tam kutuyu elime almış kendisinin kim olduğunu soracaktım ki Aras, kutuyu aldığımı gördüğü gibi işi bitirmek için silahında kalan tüm kurşunları adamın üstüne boşalttı. Adam kanlar içinde yere yığıldığında sinirle çaprazımdaki adama döndüm.


"Kimden bahsettiğini sorsaydık keşke. İki dakika daha bekleyemedin mi?" diye sordum sinirle.


Aras, ruhsuz bakışlarını bana yönelttiğinde gördüklerimle yutkunma ihtiyacı hissettim. "Bekleyemedim Alisa, Elif toprağın altındayken bu piçin yumuşak yatağında yatıp bizimle konuşmasına daha fazla sabredemedim." dedi. Söylediklerinin haklılığı içimdeki siniri ve merakı yatıştırdı, haklıydı. Bu kadar bile iyi sabretmişti.


Elimdeki kutuya bakarak ne olduğunu düşündüm. Ne olduğunu bilmiyordum ama kesin önemli bir şeydi, belki bunun sayesinde babam dönmeme izin verirdi. Bu düşüncenin keyfiyle kutuyu cebime sıkıştırdım. Daha fazla orada durmanın bir anlamı olmadığından hızla evden çıktık. Arabaya bindiğimizde ikimizde sessizdik. Geceyi atlatmanın rahatlığıyla dolan gözlerimi yüzünde hiçbir değişim olmayan Aras'a çevirdim.


Sağ koltukta sessizce, kimsesizce oturuyordu. "İyi geldi mi?" diye sormadan edemedim çünkü bunu gerçekten merak ediyordum. Kısa bir süre düşündü, içindeki sevgisine sordu rahatladın mı diye, kalbine değindi söndü mü diye, ruhunun yaralarının kapısını çaldı iyileşti mi diye...


"Hiçbir şey hissetmedim Alisa. Sadece bir şerefsizi dünyadan sildim o kadar. O, benden hayatımı aldı; bende ondan hayatını aldım. Ödeştik. Yani kimse bir şey kazanmadı. Ben hala kaybedenim ve hep öyle kalacağım." dedi hüzünle.


Bakışlarım yan profilinden yüzünde gezinirken dolan gözlerinden bir damla düştüğünü gördüm. Elinin tersiyle hızla yaşını silip camı sonuna kadar açtı ve eve gidene kadar bir daha konuşmadı.


Bir daha sevmedi. Kaybetti ve kaybettiğiyle yaşadı.


Loading...
0%