Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Bölüm "Kurtuluşun Sancısı"

@senabookss

Yangının ortasında kalmış bir bedenin yerde cenin pozisyonu alıp alevlerin sıcaklığından ve ciğerlerini kaplayacak gazın etkisinden kurtulmak için nefesini tutması anında hissettiği korkuyu ve bocalamışlığı hissediyordum. Kemiklerim sanki küllerinden tekrar ve tekrar birleşip her bütün olduğu anda kırılıyordu. Bu ise sonu olmayan bir döngü gibi sonsuzluğu temsil edercesine devam ediyordu.


Ölüyordum ve tekrar doğuyordum, sonra tekrar ölüyordum. Sonsuzca...


O beton zemindeydim ama aslında değildim. Bedenim orada acıyla kasılmış şekilde yatarken ben ayakta durmuş onu izliyordum. Nasıl da berbat bir haldeydim öyle... Bu karşımdaki kadın Alisa Havas mıydı? Hayır olmazdı. Hissettiğim çaresizlik ve kabullenememe hazımsızlığıyla başımı iki yana salladım. Etrafımdaki adamların buğulu yüzü dikkatimi çekmiyordu. İlgim sadece kendimdeydi... Hissettiği acıyı yansıtmamaya çalışan ama her bir darbede ölmek için içinden yalvaran bu kum torbası ben miydim?


“Hadi ama daha ne kadar dayanabilirsin ki? Bu tavırların beni kışkırtmaktan başka bir işe yaramıyor prenses.” üstümdeki adamın elindeki bıçakla omzuma attığı kesikle aynı anda söylediklerini yerdeki bedenim duymamıştı ama ben duymuştum. Adamın yüzü buğuluydu. Kimdi bu şerefsiz piç?


Donuk bakışlarımla izlediğim sahnede hissizdim. Ruhum vardı ama duygularım yoktu. Adamda bunu fark etmişti ki sinirle üstümden doğruldu. Elindeki bıçağı sertçe çevirip giydiği siyah postalı sertçe boşluğuma geçirdi ve odadan çıktı. Onun çıkmasıyla odadaki diğer iki adamda çıktı ve ışıkları kapatarak beni, benimle ve karanlıkla baş başa bıraktılar...


Gördüğüm rüyanın ruh bozan hissiyle bir anda irkilerek gözlerimi açıp etrafa bakındım. Beynim durmuş gibi gördüklerini idrak edemezken; ilk bir an nerede olduğumu, kim olduğumu algılayamadım. Yattığım yumuşak zemin beton değildi, konforlu bir yataktı. Benliğim beynimi uyardığında çalışmaya başlayan organım bana buranın tanıdık olduğunu fısıldadı.


Bu odayı tanıyordum, çoğu zaman işlerden bunaldığımızda ekiple kaçtığımız yazlıktaki odamdı burası. Kuruyan boğazımı yutkunarak ıslatmaya çalıştığımda acı tat ve hasarlı boğazım yüzümü buruşturmama sebep oldu.


Odada yalnız olmanın verdiği rahatlıkla biraz doğrulup üstümdeki pikeyi kaldırdım. Kısa hareketim bile varlıklarını unuttuğum yaralarımı sert şekilde uyardı ve bedenimle bütünleşmiş yaraların acısı kendini hatırlattı. Duyumsadığım can kesen hisle kasılan bedenim ruhumu daralttı. Aldığım iki kısık nefesle sıkıca gözlerimi kapatıp hissin geçmesini bekledim.


Beklerken de içimden tekrar ettim “Bir varmış bir yokmuş. Acı gidermiş izi kalırmış.”


Beşinci tekrarımın ardından acı gitti ve izi kaldı. Acının ardında bıraktığı sızısı katlanabileceğim seviyede olduğundan tüm gücümü kullanarak tekrar kalkmayı denedim. Ve başardım...


Yatakta oturur pozisyona gelip üstümdeki ince pikeyi tamamen kenara ittiğimde aldığım kesik derin nefeslerin hissettiklerimi azaltmasını umut ettim. Gözlerim açığa çıkmış bedenimde gezindiğinde gördüklerim hiç hoşuma gitmedi. Ben ne hale gelmiştim böyle? Bu vücut benim miydi?


Üstümde sütyen altımda ise şortum vardı ki geri kalan çoğu yer sargı bezleriyle sarılmıştı. Sargı bezlerinin örttüğü yaraların gözüme değinmese de canıma değinmesi ile küfür mırıldanıp sızıların geçmesini umdum. Bu ara ne çok umut ediyordum öyle? Sanki bir işe yarayacakmış gibi...


Acının dayanma eşiğimin çizgisinde benimle dalga geçmesinin öfkesiyle yumruk yaptığım ellerimle dudaklarımı dişledim ki bu da ayrı şekilde canımı acıttı. Çünkü dudağımdaki yarayı unutmuştum!


Şerefsizler iyi benzetmişlerdi beni...


Çatılan kaşlarımın zihnimdeki düşünceden kaynaklandığının bilinciyle bayılmadan önce gördüğüm yüzü anımsadım. Evde olmalıydı çünkü beni bu halde bırakıp gitmezdi. Seslenmek için araladığım dudaklarımda sesimin tıkanmasına sebep olan kapının aralanmasıyla susup gelene baktım.


Yaralarının gölgeleyemediği yakışıklı yüzüyle bana baktı. Kahverengi gözleri parlaklığını yitirmiş olsa da canlıydı ki göz göze geldiğimizde ışıkları bir nebze de olsa arttı. Geriye taradığı siyah saçları yüzünü açmış, esmer teni daha da görünür hale gelmişti. Odaya girdiği anda cüssesiyle odayı küçültmüş gibiydi ya da bana öyle gelmişti yatakta küçük kaldığım için...


“Uyandın mı yıkık? Kızım ne uyudun be, yaz ayında olmasak kış uykusuna yattın diyecektim.” dalga geçen sesi odaya yayılırken ciddi misin sen dercesine baktım ve sırtımda hissettim can yakan ağrıyla yüzümü buruşturup yerimde kıpırdandım. Normalde bana ayı demeye çalışmasından dolayı ona çok güzel bir cevap verirdim de vücudum buna uygun değildi. Şanslı günündeydi.


“Uyanmasaydım keşke dediğim andayım. Ağrı kesici verirsen imandan dolayı ceza almaktan kurtulacaksın.” dedim pürüzlü sesimle. Kısa bir an acı çeken yüzüme baktı ve derin bir nefes çekti içine. Söylediklerinin ortamı yumuşatma isteğinden kaynaklı olduğunu ikimizde biliyorduk, o da memnun değildi bu halimden.


“Vay be Soylu Alisa Havas’ı böyle görmek de varmış. Maalesef size daha fazla ağrı kesici veremem efendim, kotanızı baya doldurdunuz. Şimdilik acılarınızdan ve zihninizdeki baş ağrısına sebep olan düşüncelerden kurtulmak için uyumaya çalışsanız daha iyi olur.” normal tutmaya çalıştığı sesinin altında gizlenmiş hüzün varlığını bana göstermişti ama yüzü resmen inadıma yapar gibi eğlenir bir ifade sunuyordu muhtaç olan bana.


Çatılan kaşlarımla kastığım çenemden tısladım. “Şu an baya baya eğlendiğinin farkındayım ama inan ben hiç eğlenmiyorum, sırtımdaki bıçak izlerinin nasıl sızladığını inan tahmin edemezsin.” Boş olduğunu bildiği tehditimden yalandan korkuyormuş gibi yaparak iki elini teslim oluyorum dercesine kaldırdı ve alt dudağını büktü.


“Eğlenmen için ne yapabilirim peki yaralı ceylan?” diye sordu. Kaşlarım derinden çatılırken sakin ol Alisa, diye mırıldandım.


“Bak, ağrım var bulaşma bana ve ilaç ver. Hem de iki tane ver garanti olsun. Zaten bu ağrılara bir haftadır katlanıyorum, ödülüm olsun.” huysuz çıkan sesim tahriş olmuş boğazımdan dolayı komik bir tınıda çıkarken Aras, ciddiyetimi inceledi ve sıkkın bir nefes vererek şifonyerin üzerindeki ilaç kutularına doğru ilerledi. Gözlerim onun üzerindeyken çatık kaşlarımı serbest bıraktım.


“Biz niye evde değiliz Aras? Böyle bir durumda neden buradayız?” sorgulayıcı sesim odada yankılanırken Aras, kısa bir an dönüp bana baktı ve bir şey demeden sürahiden bardağa su döktü. Bulunduğumuz durum ve tepkisizliği iyi şeyler dönmediğini belli ediyordu. Şehrin bu kadar sakin olması normal değildi. Sonuçta ben bir süredir esirdim, şu an tüm şehrin alt üst olması gerekiyordu. Aras, elindeki bardak ve iki hapla bana doğru ilerlerken kaşları çatılmıştı. Dört duvar arasında bariz bir gerilim vardı ve bu gerilim üstümüzde ağırlık yaratıyordu, sanki ezilecek gibiydi bedenim.


“Ne evinden bahsediyorsun? Alisa, her yerde seni arıyorlar, seni kimlerin tuttuğunun farkında mıydın?” sert sesi tüylerimi ürpertirken sertçe yutkundum, boğazımdaki ağrıyı hissetmemeye çalışarak. Siyaha çalan kahverengi gözleri şüpheli bakışlarını topraklarımda gezdirirken öfkesi yüzüne yansımıştı. Gözlerimiz birbirine bakarken ikimizde zihnimizde farklı şeyleri düşünüyorduk. Beni kim kaçırdı? Beni neden arıyorlar? Bu Krallık’ta ne boklar dönüyordu?


Gözlerimi kırpıştırarak yavaşça soluklandım. Çatlamış dudaklarımı dilimle ıslatırken sesimi bulmaya çalışıyordum. Zihnim geçmişi önüme koyarken gözlerim izliyordu. “En son operasyondaydık, işi bitirmiş geri dönmek üzereydik hatırlıyorsan. Siz önden gitmiştiniz, ben de ikinci ekiple dönecektim. Onlar önden yola çıktılar, ben de tam arabama binecekken uyuşturucu silahla vuruldum. Gerisini hatırlamıyorum.” dedim ve yüzümü buruşturup üstümdeki sargılara bakarak ekledim. “Ama götürüldüğüm yerdeki yaşadıklarımı çok net hatırlıyorum. Hepsini geberteceğim!” son cümlem içimdeki hiddetin zorlamasıyla kafesten çıkarken yanağımı ısırdım. Üstümdeki çizikler ve yaralar beni öfkelendirirken gördüğüm rüyanın da yaşadığım boktan anıların üstüne benzin gibi dökülmesi şu an sakinliğin kıyısında yürümeme engeldi. Aras’a korkularımı ve acılarımı anlatma gibi bir düşüncem olmadığından boğazımı temizleyerek bakışlarımı odada dolaştırdım. Zaten yeterince rezil olmuş, gücümü alçaltmıştım. Daha fazla aciz durumunda görünmek istemiyordum.


“Ne olduğunu anlatacak mısın? Neler yaşadın bir haftada?” diye sordu ve kısa bir an duraklayıp sertçe “Acı kısmından bahsetme duymaya katlanamam.” dedi. Öfkenin ev sahibi olduğu sesinde evindeki misafirlerden biri de hüzün ve acıydı. Benim için hüzünlenmiş ve bana acımıştı. Bu berbat his gururumu çiğnerken bakışlarımı duvara çevirdim.


“Adamların sorup durduğu tek şey dosyanın nerede olduğuydu. Söylemediğim için piçler iyi benzettiler, gerçi söyleseydim de çoktan kafama sıkmışlardı ya!” ben konuşurken ayakta beni dinleyen şahsın yatağın ucuna oturmasıyla bakışlarım ona kaydı. Siyaha çalan kahverengi gözleri gözlerimden ayrılmazken içindeki duygular aynıydı. Hüzün, bana bakıyor gibi görüyordum ama gördüğüme de emin değildim. Şu an bir şeyleri kavrayıp yorum yapabilecek kadar zihnim aydın değildi ama yine de olayları kurcalamaya çalışıyorum. Olan şey basit bir şey değildi. Konu ben ve benim konumumu hiçe sayan tanımadığım şerefsizlerdi. Konu bana dokunmalarıydı, dokunulmazlığı olan bana!


“Alisa, seni tutanlar Ithacalalılardı. Kimsenin böyle bir şeyden haberi yoktu. Seni bulmak için ne kadar uğraştım biliyor musun? Yer Altına bile indim.” Aras’ın söyledikleriyle kaşlarım göz kapaklarıma inmek için derimi zorladı, beynim duman tüttürmeye başladı. Ithacalalılar, bana bunu yapamazdı çünkü ben öylesine bir soylu değildim...


“Emin misin? Yani... bu çok mantıksız.” diye sormaktan kendimi alamamıştım. “Buraya onlar istediği için geldim. Tabii asıl isteyen babamdı, orası ayrı ama bunu bana yapmaları demek kendilerini öldürmek demek. Bunu neden yapmak istesinler ki?” inanamayan sesimle dökülen sorgulayıcı cümlelerle Aras’da düşünceli şekilde bana baktı. Biliyordum, Aras emin olmadığı bir şeyi söylemezdi ama yine de buna inanamıyordum.


“Bilmiyorum ama bu iş basit bir iş değil. Asıl amaçları seni öldürmek ondan eminim, hazır yakalamışız öldüreceğiz boşa gitmesin dosyanın yerini de öğrenelim demişlerdir.” hoşuma gitmeyen yorumuyla ona ters ters baktım. Dedikleri hiç içimi tatmin etmemişti, ilaç içmem için verdiği bardağın dibinde kalan suyu üstüne fırlattım.


“Sana buradan bir vururum ters döner kapıya girersin.”


Kıkırdayarak “Ne yalan mı?” dedi ve tişörtünün ucuyla yüzünü sildi. “Yalnız bir daha yüzüme müdahalede bulunmazsak sevinirim. Bu yakışıklılık kolay bulunmuyor. Yüzüm önemli.” tişörtünü bırakıp bana göz kırptığında istemsizce bende gülümsedim. Bu adamın otomatik gülümsetme özelliği vardı. Fakat yüzümdeki gülümseme bu sefer kısa süreliydi çünkü durum ciddiydi.


“Babam... babam yollamadı mı seni? Ekibin haberi yok mu?” diye sordum. Konuştukça huzursuzluğum artıyordu çünkü şu ana kadar bana olumlu hissettirecek bir sonuca varamamıştık. Bilinmeyen çok şey vardı ve bunun yanında da büyük bir olay vardı. Bilinmezliklerin yarattığı stres başımın ağrısını daha da yukarı seviyeye çıkarıyorken kalbim hızla koşuyordu. Sanki o bile buradan kaçmak istiyordu. Yaraların ağrıları stres yüzünden daha da ön plana çıktığında ilaç içme şansımın olmadığının verdiği öfke beni daha da zorlamaya başladı. Bu gerçekten de can sıkıcı bir durumdu, çok ciddi bir şey olmadığı sürece ağrı çekmeye dayanamazdım çünkü.


Canım fazla tatlıydı. Zıtlığın oluşturduğu bütün... canım tatlı kaderim acı. Bütünlük gereklilikti.


“Sıkıntı da orada ya. Baban her yere göreve gittiğinin haberini yolladı. Ekip şüphelendi ama bir şey diyemeyip kabullendi. Sonuçta karşılarında Başkan var. Ama ben senin bana haber vermeden gitmeyeceğini bilecek kadar seni tanıyorum, o yüzden araştırmaya başladım. Üstün yakışıklılığım ve zekamla her deliğe girip çıktım...” dediğinde iğrenircesine ona baktığım da bir an durup bana yandan serseri bir bakış attı.


“Fesatlaşmadan dinlersen sevinirim.” dedi ve boğazını temizleyerek devam etti. “İşte Yer Altına indim ve geçte olsa seni buldum.” geç de olsa kısmını söylerken gözleri vücudumdaki yaralarda dolaştı. Bense onu üzgünlüğünün yanında şaşkınlığımla kala kalmıştım. Babamın benim için böyle bir şey yapması saçma geliyordu...


“Babam neden böyle bir şey yapsın ki? Beni ölüme terk edecek kadar kötü biri değil.” dedim ama dediklerime içten içe ben bile inanmıyordum. Aras’da dediklerimde tereddüt ettiğimi fark etmişti. Babamın babam değil de patronum olduğunu en iyi bilenlerden biriydi.


“Hadi ama Alisa! Başkan’dan söz ediyoruz. O, Kral olmak için herkesi, her şeyi satabilir.” haklıyım dercesine bağıran sesiyle konuşması yüzümün asılmasına, içimdeki küçük kızın oyun parkının girişindeki eşikte oturup dizlerini karnına çekerek beklemesine sebep olmuştu.


Babamı savunamamak canımı acıtıyordu.


Aras’ın sıkkın bir nefes alışının ardından yerinde huzursuzca kıpırdanışıyla omuzlarım gerildi. “Söyle.”


“Şimdi daha ciddi konulara gelirsek... her yerde aranıyorsun. Tabii ajanlar tarafından, gizli olarak yani. O yüzden buradan bir an önce gitmen gerek.” tereddütlü sesinin sonlara doğru kısılmasıyla yüzüm ifadesizliğe büründü. İlk başta dediklerini kavrayamadım. O, bana arandığımı ve buradan gitmem gerektiğini mi söylemişti?


Aradan geçen beşinci saniyenin sonunda yüzümde önce alaycı bir gülüş oluştu. Ardından sanki hiç işkence görmemişim, vücudum süzgeç gibi olmamış gibi bir anda ayağa kalktım. Sinirlenmiştim ve sinirim yaralarımın acısının önündeydi.


Aras’ın endişeli ifadesine aldırmadan “Sen ne dediğinin farkında mısın? Ben bu boktan şehre oyun oynamaya mı geldim Aras?” dedim ve iki adım atıp parmak kemiklerimi çıtlatıp ardından sağ işaret parmağımla kendimi gösterdim. “Beni öldürecekler öyle mi? BENİ! Yürek ister o yürek. Tamam, ufak bir boşluğum oldu ve yakalandım ama o bir defa olur. Bir defa. Ben Alisa Havas, korkak gibi kaçacak mıyım?” ses tellerimi zorlayan sesim sinirimi boşaltmaya çalışırken aynı anda da hem elimle alnımı ovup hem de odada tur atıyordum. Yerimde duramayacak kadar öfkeliydim. Her şey altüst olmuş, tüm planlarım sikilmişti. Benim sinirime ters orantılı şekilde yanımdaki şahıs sakindi ya da öyle gözükmeye çalışıyordu...


“Bak, tamam haklısın ama düşün tek başına ne yapabilirsin ki? Kabul et baban sildi seni. Burada daha fazla kalamazsın, kalsan da güvende olamazsın. O yüzden geri dön Alisa.” endişeli konuşmasıyla şaşkınlık içinde durup ona baktım. Çekingenlikle yüzüme bakıyordu. Son dediği cümleyi umarım yanlış duymuşumdur diye yorumladım ve dediğini değiştirmesi için ona fırsat sundum.


“Geri dön derken?”


“Delphi’ye geri dön, orada dokunulmazlığın var.” bana sunduğu çıkış yoluna gülmeme yaralarım bile engel olamadı. Gür kahkaham odayı doldururken acaba kafama çok mu sert vurdular diye bir an şüpheye düştüm.


Aras, şu an şaka yapıyor olmalıydı çünkü bunun başka açıklaması olamazdı.


Ben ve Delphi’ye geri dönmek... Bu gerçekten imkansızdı!


Loading...
0%