Yeni Üyelik
22.
Bölüm

21.Bölüm "Geri Gelen Hisler"

@senabookss

“Kalbin ritmini bozan hisler yüzünü gülümsetiyorsa doğru kişinin yanındasınızdır.”


Hep bu anı düşünürdüm. Belki bir gün karşılaşırsak, beni dinlemek isterse ne anlatırım gözlerine bakarak diye ve ne kadar düşündüysem de cevap bulamamıştım o zamanlar düşünceme. Şimdi ise karşımda oturmuş nefesimi kesen adama bakıyordum ve ne diyeceğimi yine bilemiyordum. Ben zihnimde cevapsız sorularda boğuşurken o altında siyah eşofman, üstünde ise siyah bedenini saran bir tişörtle pencere pervazının önünde oturmuş kumral saçları nemli bir şekilde dağınık haldeyken bana bakıyordu. İçimden o saçları karıştırmak gelse de bunu yapamayacak kadar çekingendim şu an. Ona karşı uzaktım, uzak olmalıydım çünkü ne kadar yakın olursam o kadar derine giderdi. Gece gitmemiş gibi...


Benim bakışlarımdaki sıcak duygulara zıt içimdeki soğuk rüzgarla ona bakışımdan sıkılmıştı ki oturduğu koltukta huysuzca kıpırdandı. Okyanus gözlerinde merak ve sinir gözle görülür hale geldiğinde dudaklarını aralayarak diliyle hafifçe ıslattı ve bakışlarını bana dikti. “Seni dinliyorum. Anlatmaya başla.” beklediğim anın kapımı çalmasıyla yutkunmadan edemedim. Yatakta oturur halde bir suçlu edasıyla ona bakarken üstümde onun dolabından aldığım ona ait gri bir tişört vardı. Kıyafetini bilerek seçmiş, hiç düşünmeden üstüme geçirmiştim. Onun eşyalarını kullanmayı özlemiştim. Ellerimle çarşafla oynamaya başlarken düşünceler girdap olup sözcük kıvamında dudaklarımdan döküldü. “Ama böyle sanki sorgudaymışım gibi oldu. Şey sen sor ben cevaplayayım.” kaçmak için sığındığım gülüşümle ona baktığımda tek kaşını kaldırarak sorgulayıcı şekilde bana baktı. Yüzünde aynı benim yüzümdeki gibi yapmacık bir gülümseme peydah oldu.


“Tamam o zaman, söyle bakalım neden Ithaca’ya gittin?” dedi. Dediğiyle ona şaşkınca baktım. Orada olduğumu biliyor muydu? Nasıl bilebilirdi ki? Bedenimi yataktan biraz daha doğrulatarak “Sen orada olduğumu biliyor muydun?” diye sordum. Okyanusları sorumla dalgalanırken hisleri okuyamayacağım kadar sisliydi. Başını hafifçe yana yatırdı ve ayağını kaldırıp diğer bacağının üstüne koyarak sırtını koltuğa yasladı. “Ben soracağım sen cevaplayacaksın. Niye oraya gittin?” net sesiyle gözlerimi gözlerinden yavaşça çektim ve yatağa sabitledim. Gerilen bedenim yanmaya başlamıştı.


“Görev için gittim. Babam özel bir görev verdi.” kısık sesimden çıkan cümlelere cevap vermediği için kafamı kaldırıp ona baktım. Sessizdi. Bana bakmıyordu. Yanındaki küçük sehpanın üzerindeki sigara paketinin içinden bir dal çıkardı yavaşça ve dalı dudaklarının arasında koydu. Bana bakarak sigarayı sehpanın üzerindeki çakmak yardımıyla yaktı. Sigaranın ucu kırmızı ile turuncu karışımı bir renge büründüğünde için derin bir nefes çekti. Gözleri gözlerimdeydi. Ben nasıl onun her hareketini izliyorsam o da her bir tepkimi takip ediyordu. Yalan söyleyip söylemediğimi cümlelerimden ziyade hareketlerimle denetliyordu.


Gözleri kilitli bir kutuyken beni şeffaf bir aynaymışım gibi izlemesi sinirimi bozuyordu. İçimden bir ses bu konuşmayı kısa kesmezsem başlamadan biteceğimizi fısıldarken haksızlığın sırtıma yüklediği küfe yüzünden sinirim sadece bana zarar veriyordu.


“Yaralar nasıl oldu? Kim yaptı?” deminki sorusunu sorarken kullandığı ses tonundan daha sertini nasıl kullanabildiğine şaşırırken bir yandan içimden işte şimdi sıçtın demeden edemedim. Ne diyebilirdim ki bu soruya? Karan’ı söyleyemezdim, Yağız onu gördüğü gibi öldürürdü. Bunu göze alamazdım.


Gözlerine sinirli bir şekilde bakarak omuzlarımı gayri ihtiyari dikleştirdim. “Bende bilmiyorum. O yüzden buraya geldim. Aras’la bunu araştırıyoruz.” dedim bir çırpıda. Yağız, şüpheyle bana baktı. Gözlerini hafifçe kıstı ve sigarasından bir nefes çekip bana bakarken üfledi. Bakışları derindi. Siktir. Dediklerime inanmamıştı kesin. Parmaklarının arasındaki sigaradan bir nefes daha çekti ve onu sehpanın üzerindeki küllükte söndürüp dumanı üfleyerek ayağa kalktı ve bana doğru yürümeye başladı. Ciddi bir şekilde ona bakarken onun yüzü ifadesizdi. Yatağın yanına geldi ve kalçamın yanına oturarak bana baktı. Sağ eliyle yanağımda olan saç tutamımı omzumun arkasına iterken keskin bir sesle konuştu.


“Aras, kim? O kutlamada elini tutup seni dışarı çıkaran adam mı?” ses tonu bedenimi ürpertirken tüylerimin dikleştiğini hissettim. Kıskançlık ve sinirle harmanladığı konuşmasıyla beni ürpertmişti. Bu bel altı vurmaktı.


Topraklarımı beni yutacağını bile bile okyanuslarına sabitlerken derin bir nefes aldım. “Amacımızın üzerine çıkıyoruz hakim bey. Siz bana şu an soru sormuyorsunuz, beni sıkıştırıyorsunuz.” dedim. Dediğimle tek kaşını kaldırdı ve kendinden emin bir şekilde gülümsedi. Şu an çok tehlikeliydi ve bunun farkındaydı.


“Hakim bensem soruma cevap vermelisin. Yoksa hiç istemediğimiz şeyler olabilir.” diye mırıldandı aynı ses tonunun daha kısık versiyonuyla. Konuşurken de bir eliyle saçlarımla oynuyordu ve bu çok akıl karıştırıcıydı. Yanımdaki varlığı ve dokunuşu içimdeki her şeyi ona akıtma isteğiyle dolmama sebep oluyordu ve bu imkansızdı. Bu imkansızlığı kolaylaştıracak sorusu ise neyse ki can simidi gibi sarmıştı ruhumu. Rahat bir tavırla omuzlarımı çökertip ona baktım.


“Ithaca’da tanıştım onunla. Gerçi sadece onunla değil başka insanlarla da tanıştım, orada bir ekip düzenlendi bana operasyonlar için. Aras da o ekipteydi.” dedim ve gülümseyerek gözlerine dalga geçer bir tavırla bakıp “Hatta inanmayacaksın sevgilisi de o ekipteydi.” diye ekledim. Yağız, dediğimle ilgilenmeden kıskançlıkla ciddi misin dercesine güldü. “Sevgilisiyle aynı ekipte olman seni elinden tutup dışarı çıkarabileceği anlamına mı geliyor?” diye sordu. O sorusunu sorarken ben de eş zamanda elini kucağıma almış parmaklarıyla oynuyordum. Sorusuyla kafamı aşağı doğru eğerken nefesimi tuttum.


Kelimeler dudaklarımdan dökülmemek için çabalarken içimdeki sıkıntı dağ olup göğüs kafesimi zorlamaya başlamıştı. Sanki anlatsam, içimdeki kalabalığı azaltsam rahatlayacaktım ve o dağ küçülecekti. Sanki anlatsam omuzlarımdaki o amansız yük uçacaktı bedenimden. Dilimin ucuyla dudaklarımı ıslattım ve tuttuğum nefesimi yavaşça süzdürdüm aralanmış dudaklarımdan. “Aras’ın sevgilisinin adı Elif’ti. Aynı bizim gibiydiler onlarda biliyor musun? Aralarında öyle bir bağ vardı ki bize hayret ettiğim gibi onlara da şaşırıyordum böyle bir şey gerçek olabilir mi diye.” geçmiş bir sis bulutunun ardından gelen yağmur damlaları gibi zihnime akmaya başladığında kısa bir an durdum. Devam etmek için çabalamam gerekiyordu.


“Bundan bir sene önce sahilde üçümüz oturuyorduk. Ben onları kıskançlıkla izliyordum, onlar karşımda birlikte otururken biz canlanıyor gözümde; sürekli aklıma geliyordun.” dedim ve ona bakarak gülümsedim, aynı zamanda da dolan gözlerimin getirdiği bir ihtiyaçla burnumu yukarı çekip dudaklarımı büktüm. Ağlayacak kadar o anın büyüsüne kapılmıştım. “Gerçi hiç aklımdan çıkmıyordun ya orası ayrı. İşte onları kıskandığım için o gün yanlarından erken kalktım, birazda alkollüydüm zaten. Ben gittikten sonra... iki şerefsiz beklemedikleri anda saldırmış onlara. Aslında amaçları üçümüzü öldürmekti ama ben yoktum... Adamlar aniden saldırınca Elif, kendini Aras’ın önüne atarak onu kurtarmış. Bense telefonumu yanlarında unuttuğum için geri döndüğümde gördüm onları. Elif, daha on beş dakika önce karşımda gülen kadının sevdiği adamın kucağında kanlar içinde yatışını gördüm, ölümünü izledim. Ölmeden önce bizi birbirimize emanet etti. O, gittikten sonra çoğu şeyi Aras’la beraber yaptık. Hiç ayrılmadık.” gözümden akan sessiz yaşların sesimi titrettiği son cümlelerde destek vermek istercesine kucağımdaki eliyle elimi sıkıca kavradı. Elif'ten bahsederken onu özlediğim gerçeğini idrak etmiştim ve bu daha da kötü hissettirmişti.


Hak etmediği cezayı hiçbir suçu yokken ödemişti.


Gözlerim durgun okyanusların harmanlandığı hüzünle birleşmişken Yağız, şefkatle bana bakıyordu. “Özür dilerim, yanında olamadığım için. Seni tek bıraktığım, yaşadıklarını hatırlattığım için üzgünüm.” kafamı zoraki bir edayla hayır anlamında sallarken elimin tersiyle göz yaşlarımı öldürdüm. Dudaklarımı ısırırken son konuşmalarımız zihnimdeki beyaz perdede sahneleniyordu. Sesi, o anki heyecanı kulaklarımda uğuldarken kalbimi bir iki el arasında eziyordu.


“Üzülme, unutmadığım için hep benimle o an. O günü ancak öldüğümde unutabilirim. Bu da benim cezam sanırım.” diye mırıldandım ve gözlerinin içine en korunmasız halimle baktım. Ben o küçük kelebek olmak isteyen kızdım, o da kelebek olmak için ağlayan kızı teselli etmek için koruyucusu olmayı kabul eden küçük çocuk... şu an gözümde öyleydik.


“O gün... otururken Aras, bizi kısa bir an yalnız bıraktı. Elif, hiç beklemediğim bir haberi orada pat diye kucağıma bıraktı. Hamile olabilirmiş, yani anlattıklarına göre kesin öyleydi diye düşünmüştük ama emin de değildik. O, gün Aras’a bunu söyleyeceğini ve beraber sonraki gün doktora gitmek istediğini söyledi bana. Aras... bilmiyor.” hıçkırığımın böldüğü konuşmamla Yağız, beni kendine çekti. Omzuna düşen başımla gözlerimden akan yaşlar üstündeki tişörtünü ıslatmaya başlamıştı ama ikimizde bunu umursamadık. Hissettiğim sadece Aras’tı. “Söyleyemedim ona. Zaten zar zor toparlandı, hatta toparlanamadı bile öyleymiş gibi davranıyor biliyorum. Bunu bilirken nasıl derim ona bebeğini de kaybetmiş olabilirsin diye?” boğuk sesim uzun zamandır bastırdığım yaradan fışkıran kan gibi dudaklarımdan dökülürken Yağız, eliyle sırtımı sıvazlıyordu.


“Söyleme.” duyduğum tek kelime ile yavaşça başımı omzundan kaldırıp yaşların buğuladığı gözlerimle gözlerine baktım.


“Ne?”


“Bizim gibi olduklarını söyledin. Eğer gerçekten bizim gibi bağlılarsa içinde tut bu sırrı. Ben...” düşünceli bir ifadeyle cümlesini tamamlayamadan durakaldı. Kelimeleri seçmekte zorlanıyor gibiydi. “Ben, seni kaybetmiş olsaydım... üstüne bir de bebeğimizi de kaybettiğimi öğrenseydim...” dedi ve acı çekermiş gibi gözlerime bakarak başını hafifçe olumsuz anlamda salladı. “Yapamazdım. O yüzden o adamın yaşamasını istiyorsan, sus.”


“İçimde sel olup taşarken bu sır, Aras’a her baktığımda vicdan azabı mı çekeyim?” diye sordum dudaklarımı bükerek.


“Bırak içinde sel olsun taşsın ya da alev alsın yaksın içini, bazen sevdiklerimiz için kendimizi feda etmemiz gerekir.” eli yanağımı bulurken teselli edercesine yüzüme baktı. “Keşke bildiklerini unutturabilsem, yaşadıklarını silebilsem. Bunları yapamam. Alisa, kalbini kırmışlar senin. Benim kirpiğine soğuk değecek diye ateş olduğum kadının canını yakmışlar...” dedi kabul edemiyormuş gibi öfkeyle karışık üzgün bir sesle.


Mağdurken benimle beraber üzülmesi yüreğime dokundu. Yanağımdaki elinin üstüne avcumu yaslarken gözlerimden birer damla düştü. Acılı bir tebessümle durgun okyanuslarına baktım. “İyileştirir misin beni?”


“Kalp kırıklığına ne iyi gelir bilmiyorum ama izin verirsen kırık parçalarını senin için birleştiririm. Kalbini iyileştiririm ve kimsenin kırmasına izin vermem.” dedi istekle ve şakağıma bir öpücük bıraktı. Sıcak dudaklarıyla gözlerimi kapatırken güven hissiyle gülümsedim. Bu hissi özlemiştim.


“Benimle, böyle kalır mısın?” ayrı geçen zamanlar sanki aramızda bir duman misali duruyordu ve bizi ayırıyordu, bu his huzursuzlukla çırpınmama sebep oluyordu. Şu an ruhumu sarmış güven hissinin benimle kalacağını bilmeye ihtiyacım vardı. Bana bir söz verirse içimdeki huzursuzlukla savaşabilecek, bizi ayıran dumanı dilebilecektim gökyüzümüzden.


"Seninle kalırım." diye mırıldanışıyla yüzüme yayılan gülümseme gamzemi belirginleştirecek kadar derinleşti. Yanağımdaki avcuna dudaklarımı bastırıp çektiğimde onun da dudakları iki yana kıvrıldı.


"Kalır mısın benimle gerçekten?" küçük bir çocuğun hayali dünyasındaki heyecanı gibi sorduğum soruyla okyanuslarına sıcak bir meltem esti. Elini saçlarıma doğru götürerek saçlarımı yavaşça okşamaya başladı.


"İstediğin kadar kalırım."


"Çok kalır mısın benimle?" diye sordum kendimi savaşa hazırlarken.


"Çok kalırım seninle." dedi ve ben bizim için içimdeki dumanla savaşmaya o saniyede başladım.


"İyi misin?" kuşkulu çıkan sesiyle başımı evet anlamında salladım. Gerilimle başladığımız sabahın hüzünle ilerleyen dakikaları bizi boğmuştu. Üstelik bugün bizim ilk günümüzdü. Biz, olduktan sonra... iki sene sonra ilk bana severek baktığı gündü. Üstümdeki acı ve geçmişin izlerinin olduğu yere örttüğüm tozlu örtüyü tekrar koyarken onların gizlendiğine emin oldum ve heyecanla elim karnıma götürerek midemi okşadım. "Hadi artık bu kadar sorgu yeter. Açım ben. Aç!" dedim istekle. Duygularımın bir anda bu değişmesiyle yüzündeki gülümsemeyi genişletti. Bu tavrımı biliyordu, daha konuşmayacaktım.


"Sorulardan kaçmak için her şeyi yaparsın değil mi?" diye sorarken aslında cevabını biliyordu. Şaşkınlık içindeymiş gibi elimi ağzıma götürüp ona teessüf eder bir tavırla baktım.


"Ne sorulardan kaçması beyefendi? O kadar yorulduk, ettik. Saat kaç oldu acıkmayalım mı?" isyanım bittiğinde iki saniye birbirimize baktık ve aynı anda gülmeye başladık. Saçmalamama bakılırsa Yağız, haklıydı; bu sorgu bitsin diye her şeyi yapabilirdim.


Kumral saçlarını eliyle hafifçe dağıtarak bana alaylı bir ifadeyle bakarken gamzesi belirgindi. "Doğru, bayağı yorulduk. Enerji sarf ettik. Sporda bu kadar enerji harcamıyoruz. O yüzden beslenmeliyiz." dedi muzip bir tavırla. Söylediği imalı cümlelerle yanımdaki yastığı alarak kafasına iki kere vurdum. Utangaçlığım tenimin altında varlığını belli ediyordu. Hava yaz mevsiminin çöl kuraklarına doğru evrilmişti resmen. "Anlaşıldı. Sen acıkmamışsın. Ben gideyim de bu gariban midemi doyurayım. Enerji lazım enerji!" diye bağırarak yataktan kalktım ve ona bakmadan hızla banyoya geçtim. Orta büyüklükteki gri seramikten oluşmuş banyoda lavabonun önünde durup elimi ve yüzümü yıkadım. Diğer işlerimi de hallettiğimde rahatlamış, biraz olsun yüzümle saçımı toparlamıştım. Banyodan çıktığımda Yağız'da ayaklanmıştı, pencereden dışarıya bakıyordu.


"Sen istersen in aşağıya. Bende duş alıp üstümü giyip geleyim." diyerek öneride bulundum. Sesim odaya yayıldığında başını bana doğru çevirdi. Okyanus gözleri üzerimde dolaşırken suları hareketlenmeye başlamıştı. Başımı eğerek gayri ihtiyarı bende üzerime bakma ihtiyacı duydum. Üstümde sadece onun tişörtü vardı, o da çok kısa değildi. Yavaş adımlarla bana doğru yürümeye başladığında alaylı bir tavırla ona baktım. Tek kaşımı kaldırmış, gözlerimi kısmıştım. O da yüzündeki arsız gülümsemeyle tam önümde durdu ve kollarını belime sardı. Yüzünü yüzüme yaklaştırarak mentol ve sigara karışımı nefesiyle "İstersen hiç çıkmayabiliriz." diye mırıldandı.


Şu an ne kadar tehlikeli göründüğünün farkında değildi. Gözlerim dudaklarına kayarken nefesimi tuttum. Başımı hızla hayır anlamında sallarken içimdeki doyumsuz kadın isyan ediyordu. "Olmaz. Şimdi beni bırakıyorsun ve yarım saat sonra aşağıda buluşuyoruz. Hem senin eğitimin yok mu?" diye sordum. Cidden saat neredeyse on ikiye geliyordu ama biz hala odadaydık. Öğrencileri ne yapmıştı? Yüz vermeyeceğimi anlayarak konuşmam bittiği an hızla dudaklarıma bir öpücük bıraktı ve ellerini vücudumdan çekti. "Sen uyurken bir saat ilk gruba ders verdim. Diğerlerine de bugünlük izin verdim. Dinlensinler biraz. Öğrencilerimi çok yormak istemedim, iyi bir hocayımdır malum." dedi sırıtarak. Yüzünde tatlı bir muziplik vardı.


"Tabi canım, hep o yüzden izin verdin. Konunun asla benimle bir alakası yok." gülerek konuşmamla gülümseyerek omuz silkti. Şu an karşımda sanki on dokuz yaşındaki hali var gibiydi...


"Tüm konu sensin. Her şeyin seninle alakası var." dedim kendinden emin bir sesle ve yüzüme o her zaman düştüğüm bakışıyla bakmaya başladı. Gözlerimiz özlem giderirken içimdeki kelebeğin beni dürtmesiyle kendime gelmeye çalıştım. Eğer biraz daha böyle durmaya devam edersek gerçekten bu odadan çıkamayacaktık. Utangaç tarafımı dinleyerek ona hiçbir şey demeden odadan çıktım ve hızlanan kalbime inat tepkisizce kendi odama girerek direkt banyoya yöneldim...


Gerçekten de yarım saatte hazırlanmıştım. Duş almış, kısa sürede üzerimi giyip makyajımı tamamlamıştım. Odada daha fazla zaman kaybetmeden telefonumu alarak kapıyı açtım ve sessizce merdivenleri inmeye başladım. Evdeki sessizliğin getirisiyle insan bulunmayan dört duvar arasında olduğumu anladım, kolumdaki saate baktığımda on iki buçuğa doğru geldiğini fark ettim. Öğle yemeği saati geldiği için yemek bölümünde olmaları muhtemeldi. Adımlarım kendinden emin bir yavaşlıkla o tarafa doğru ilerlerken uzun zamandır hissetmediğim kadar enerjik ve keyifliydim. Sanki uzun süredir komadaydım ve dün gece gözlerimi tekrar dünyaya açmış gibiydim. İçimdeki geri dönüş mutluluğunu sadece kelebeğimle paylaşırken yüzüm sabitti, bahçede selam veren öğrencilere resmi şekilde gülümserken oldukça soğuktum. Gözlerindeki çekingenlik bir yanımı tatmin ediyordu. Dokunulmazdım, gücüm yerindeydi...


Yemek salonundan içeri girerken açık pencereler sayesinde yemek kokusu yoktu, temiz hava kalabalığı çekilir bir hale getirmişti. Gözlerimle etrafa kısa bakışlar atarken öğrencileri ve diğer çalışanları es geçip bizimkilerin olduğu masaya baktım. En köşede, pencere yanındaki masada oturuyorlardı. Hızla yanlarına doğru giderken geçtiğim masalardaki öğrencilere afiyet olsun demeyi ihmal etmedim. Her ne kadar soğuk bir tarafla onları korkutsam da diğer taraftan bana saygı ve sevgi duymalarını da istiyordum. Bana doğru oturduğu için beni ilk fark eden Ali oldu, gülümseyerek başını eğdiğinde bende ona sıcak bir şekilde gülümsedim ve benim için ayrılmış sandalyeye, Yağız'ın yanına oturdum. Seda ve Akın karşımızda oturuyorlardı.


Onlara daha fazla bakmadım ve önümdeki hazır tabakla bağ kurmadan "Selam. Herkese afiyet olsun." diyerek hızla mırıldanıp dilimlenmiş tavuk parçasından ağzıma attım. Gerçekten bayağı acıkmıştım. Yağız, bu hareketime kıkırdamakla yetinirken diğerleri sadece onaylayan tınıda söylendiler. Sessiz bir şekilde herkes yemeğini yerken gözüm Seda'ya takıldı. Kuşkulu tavırla bir bana bir de Yağız'a bakıyordu ve bu bakış normal bir bakış değildi. Sandalyede biraz dikleşerek elimi su bardağına götürdüm. O sırada da Seda'ya hayırdır şeklinde kafamı salladım. Ben tam suyumu yudumlarken başını hafifçe eğip sorgulayan bir tavırla konuşmaya başladı.


"Akın, ben sana gece bir ara burası çok sıcak oldu dedim ya nedeni belli oldu. Gece karşı komşumuzun odası alev almış." dedikleriyle içtiğim su boğazımda kaldı. Hızla öksürmeye başladım. Şaşkınlıkla ona bakarken masadakilerin gülmesiyle güneşin içimde olduğunu düşündüm yoksa bu kadar sıcaklanmam normal olamazdı. Bu kız bunu nerden anlamıştı ki?


Akın, Seda'nın söyledikleriyle gülmeye başladı ve gülerek "Bende Yağız, nasıl öğrencilere izin verdi diye düşünüyordum. Meğerse adam akşam savaştan çıkmış." dedi. Bu dediğiyle masadaki herkes gülmeye başladı. Tek gülmeyen bendim. Yağız, bile yanımda sırıtıyordu. Bir an hızla dönüp ona sinirle baktım ama bu onun umurunda olmadı. Ben ne yapayım dercesine omuzlarını kaldırdı ve suyundan bir yudum aldı. Dalgaya alınmanın verdiği öfkeyle dudaklarımı büzük kafamı karşımdaki çifte çevirdim. "Size ne kardeşim? Biz size soruyor muyuz çocuğu nasıl yaptınız diye?"


Kızarmaya başladığımı hissediyordum, yüzüm yanmıştı. Yakalanmanın verdiği sıkışmışlık hissiyle topraklarımı Seda'ya çevirdim. "Hem sen nereden çıkardın bunu?" diye sordum. Anlımızda yazmıyordu ya...


Doğrulama isteyen sorumla karşımdaki şahıs gülerek gözleriyle boynumu işaret etti. "Resmen birbirinizi işaretlemişsiniz kızım. Anlamamak için salak olmak lazım." söylediğiyle hızla Yağız'ın boynuna baktım. İçimden küfrederek kendime söverken bu izin nasıl hiç dikkatimi çekmediğini düşündüm. Boynunda belli olan morluk resmen gecenin fragmanı gibi duruyordu ve büyük ihtimalle aynısı bende de vardı... artık inkar edemeyeceğim gerçeği kabul ederek utangaçlığımın ardına saklandım. Bakışlarımı önümdeki tabağa devirdiğimde daha bitmediğini gördüm ama yiyecek halimde kalmamıştı. Daha fazla burada duramayacağımı düşünerek ayağa kalkmıştım ki Seda konuşmaya başladı.


"Akşam öğrenciler bizim mekanda parti veriyorlar. Hep beraber gidiyoruz. Hem sizin barışmanızı da kutlarız." heyecanlı sesine karşı olumsuz bir yanıt vermeyeceğimi düşünerek başımı olumlu anlamda salladım. Diğerlerine bakmadan yemek salonundan ayrılırken çalışma odama doğru ilerlemeye başladım. Birikmiş bir sürü dosya işleri vardı. Yeni yöneticinin atanması başıma bir sürü yeni iş çıkarmıştı. Bu akşam eğlenmek istiyorsam bu işleri akşam olmadan halletmeliydim...


Akın'ın mekanına geleli iki saati geçiyordu. Masada aynı eskiden olduğu gibi koyu bir muhabbet dönüyordu. Öğrencilerin ise birçoğu kendinden geçmişti. Birkaçı da kendi aralarında sırayla şarkı söylüyordu. Şanslıydık ki şarkı söyleyenlerin sesi güzeldi de ortam bozulmuyordu. Şu an ortamı bozan tek şey yöneticilerden Emir ve Sedef'in de burada olmasıydı ama çok da önemli değildi bu durum çünkü umursamıyordum onları. Onlar kendi hallerinde takılıyorlardı bizde kendi halimizde. Her şey eskisi gibiydi. Beraberdik, huzurluyduk. Sahnede çalmaya başlayan şarkıyla Yağız, belimden tutarak beni göğsüne yasladı. Başım göğsündeyken bakışlarım onun yüzündeydi. "Benden ayrı kalamıyor gibisiniz beyefendi." diye söylendim alayla. Geldiğimizden beri ne olursa olsun ten temasını hiç kesmemişti, gözleri sürekli üstümdeydi. Buna takılmadan duramazdım.


Bakışları aşağıya doğru devrildiğinde üst dudağı bilmiş bir edayla kıvrıldı. "Hiç şikayetçi gibi değilsiniz hanımefendi."


Gülümsemem genişlerken başımı biraz geri çekip tam yüzünü görebileceğim bir açıyla ona bakmaya devam ettim. Mutluydu. Gözlerindeki perde kalkmıştı, artık önceden olduğu gibi düşüncelerini okuyabiliyordum. Uçurumu aşmıştık. "Özlediğim bir şeyi yaşarken neden şikayet edeyim ki? Dokunuşların hoşuma gidiyor."


Bakışlarındaki keyif katlandığında başını geriye doğru atıp başını hayır anlamında salladı. Bu hareketiyle boynu gerilirken adem elması çekici bir şekilde hareket etti. Gözlerim kısa bir süre oraya çarptı ve hızla gözlerine yükseldi. "Olmayacak yerde olmayacak laflar ediyorsun. Bir insan hiç mi değişmez?" diye söylendi ve belimdeki elini biraz daha aşağı doğru kaydırarak "Hoşuna gidenler benim de hoşuma gidiyor biliyor musun? Bu da hiç değişmedi." ekledi.


Kaşlarımı hadi canım dercesine kaldırırken alt dudağımı ısırdım. Aklımdaki düşünceler bilmediğim geçmiş zamanın merakıyla dans ederken şu an çalan müzik de beni döndürüyordu. "Hala hoşuna gidiyorum yani... peki hoşuna giden başka biri hiç olmadı mı?" diye sordum çekingen bir tavırla. Bu şu an en merak ettiğim şeydi. İçten içe bu iki sene de kalbine giren birinin olmadığına emindim. Peki yatağına giren biri olmuş muydu? Olmuşsa bunu kabul edebilir miydim? Hayır... edemezdim.


Sorumla kaşlarının çatılmasını, gözlerinden alınmış bir duygunun geçişini, dudaklarının gerginlikle gerilişini an be an izledim. Başını hayır anlamında sallarken kendinden oldukça emin oluşu benim bile bir an sorduğum sorunun çok mu yersiz olduğu düşüncesine düşmeme sebep oldu.


Kaşlarım şaşkınlıkla kalkarken dudaklarım hafifçe aralandı. "Kimse olmadı mı yani?" diye sormadan edemedim.


"Olmasını mı isterdin?" suçlayıcı sesiyle yüzümdeki ifadeyi bozmadan ona bakmaya devam ettim. Şu an kritik bir evredeydik.


"Benim isteğimle olacak iş değil. Önemli olan senin isteyip istememen." dedim net sesimle.


Dizinin üstünde tuttuğu viski bardağından bir yudum alırken omzunu umursamazca silkti. Deminki alıngan ifadesi yerli yerindeydi ama bir yandan da keyifliydi. "İstemedim çünkü biliyordum." dedi.


"Neyi biliyordun?"


Gözlerime baktı ve içimi yakacak o cümleyi kurdu. "Kimsenin sen olmayacağını."


Bakışlarımız birbirine düğümlüyken içimdeki mutluluğu tutmadım ve gülümseyerek kendimi göğsüne sakladım. Gözlerine bakamayacak kadar utanmış ve içimdeki küçük kızı salıncakta sallayacak kadar mutlu olmuştum. Kafam kalbinin üstündeyken yüzümdeki gülümseme sabitti. Beni beklemişti. Kendini kimseye açmamış, bana sadık kalmıştı. Doğru adamı bulan bir kadının yaşadığı hazzı yaşarken kolumu sıkıca beline sardım. Aynı zamanda da çalan şarkıda geçen "O incecik beli başka biri sarıyor mu?" kısmı denk geldiğinde belimdeki eliyle dokunduğu yeri okşamaya başladı. Bu hareketiyle yüzümdeki gülümsemeyi saklama çabasına girmeden ona baktım. Eğer konuşmuyorsak şarkılarla birbirimize mesaj veriyorduk, yani ne olursa olsun bir yolunu bulup kendimizi ifade ediyorduk birbirimize. Bu özellik çoğu ilişkide bulunmazdı. Gülümseyen dudaklarıma bakarak gözlerinde parıltıyla eğilip yanağımla dudaklarımın arasına bir öpücük bıraktı. Bu halimiz masadakilerin dikkatini çekmişti ki Akın'ın sesiyle ikimizde aynı anda ona döndük.


"Bu ne lan böyle, aile var aile. Çocuk var bu masada." dedi ve son cümlesini onaylamak istercesine işaret parmağıyla Ali'yi gösterdi. Ali, şaşkınlıkla Akın'a bakarken bir an elindeki votka bardağına takıldı gözü. Yağız'da bu bakışı fark etmişti ki dalga geçercesine "Hadi lan oradan, ne çocuğu yirmi iki yaşında kazık kadar herif. Ayrıca sabah konuşurken aile var demiyordunuz." söylendi. Sabaha atıfta bulunduğunda hızla göğsünden kalkıp masadakilere gözlerimi kısarak baktım.


"Yürü ben başkan. Kıskanıyorlar bizi." dedim huysuzca. Masadakilerin suçluluk duymasını beklerken tavrıma gülmeleriyle onlara teessüf ederek bakıp bakışlarımı etrafı kolaçan etmek için çevirdim. Geldiğimizden beri kalabalık azalmamış aksine artmıştı. Bar tezgahının oraya gözlerim değindiğinde tanıdık bir yüzle gözlerim birleşti. Karan'la göz göze geldiğimizde kaşlarımı çatarak ona baktım. Ne zaman gelmişti? Geldiğini fark etmemiştim. Benim çatılan kaşlarıma doğru orantılı ciddi ifademle ona bakışım ilgisini çekmişti ki o da bana aynı ciddiyetle bakıyordu ama gözlerinde başka bir duygu daha vardı. Öfke. Neye öfkelenmişti bilmiyordum ama umarım bir hata yapıp da gecemi mahvetme gibi bir yanlışa düşmezdi. Gözlerimiz birbirine meydan okurken çalan telefonum araya girdi ve meydan okumayı ne yazık ki o kazandı. Normalde karşımdaki duygu beslemediğim insanlara bakarken asla ilk göz temasını kesen ben olmazdım. Oturduğum koltuğun üstünde titreyen telefonuma baktığımda arayan kişinin Aras olduğunu gördüm. Aramayı hızla cevaplarken sesini daha net duyabilmek için diğer elimle diğer kulağımı kapattım.


"Efendim?"


"Dünyanın en iyi ajanı seni aramışken şükredeceğine ciddi bir sesle efendim diyerek mi açıyorsun telefonu?" uyarır tonla dalga geçen konuşmasıyla gözlerimi devirerek gülümsedim. Kendimi toplama ihtiyacına girerek boğazımı temizledim.


"Beni aramanızla nasıl bir onurla kutsadığınızı anlatamam sayın en iyi ajanımız. Lütfen beni affedin ve sizi öldürmemem için bana bir sebep verin."


"Beni seviyorsun?"


Sanki beni görebiliyormuş gibi başımı hayır anlamında salladım. "Kurtarmaz."


"Bensiz bu dünya çok sıkıcı olur?"


"Eğlence aramıyorum." dedim gülmemi bastırmaya çalışarak. O da bu kadar ketum olacağımı düşünmemişti ki birkaç saniye düşünmek için bekledi.


"Ben ölürsem Efe'yi kim zorbalayacak?" Efe'yi öne sürmesiyle kıkırdayarak "Tamam kurtuldun." diye mırıldandım. Rahatladığına dair verdiği nefesle sırıtmaya devam ettim.


"Ne yapıyorsun? Sesin iyi geliyor."


"İyiyim iyiyim. Bizimkilerle oturuyoruz." dedim rahat bir tavırla. Yağız ile barıştığımı bilmiyordu, şimdi ona bunu söylemeyecektim. Yüz yüzeyken söylemeyi düşünüyordum.


"İyi bari iyi ol güzelim. Ben seni niye aradım, lan niye aradığımı unuttum. Ödümü bokuma karıştırdığın için... neyse bunu göz ardı ediyorum. Esin, Delphi'ye geldi. Sana bir dosya yolladım onunla. Gerçi ben gelecektim ama seni çok özlemiş o yüzden o gelmek istedi. Bir şey de diyemedim. Sana konumunu atıyorum şimdi. Seni orada bekliyor." dedi kelimeleri saniyeyle yarışırmış gibi hızla söylerken.


"Civciv mi geldi? Keşke daha önce deseydin kızı bekletiyoruz. Hemen at konumunu gidip alayım onu." dedim ve bir şey demesine aman vermeden telefonu kapatarak bizimkilere baktım.


"Ithaca'dan bir tanıdığım gelmiş. Aras, konum attı. Onu alıp hemen geliyorum. Çok tatlı bir kız, tanışmanızı istiyorum." heyecanla konuşurken çoktan ayağa kalkmış ceketimi üstüme geçirmiştim. Yağız, heyecanlı halime gülümserken Ali, bana döndü. "Gelmemi ister misin?"


Başımı hayır anlamında salladım ve hızlı adımlarla ikinci kapıdan çıkıp ilk kapıya doğru ilerledim. Kalabalık içinde geçerken yüzümü buruşturmadan edemedim. Neyseki temiz hava bu durumu hemen toparladı. Aras'ın attığı konuma bakarak arabama doğru ilerledim ve konumu hızla arabaya girip navigasyonun beni yönlendirmesine izin verdim. Yirmi dakikalık sakin yolculuğun ardından Esin'in yanına ulaşmıştım. Delphi'nin girişindeki otobanda beni bekliyordu. Arabayı yanına park ederek hemen araçtan indim ve gülümseyerek ona baktım. Esin, hızlı adımlarla gelip bana sarıldığında bir an bile düşünmeden kollarımı ona sardım.


Esin yirmi üç yaşında çok tatlı bir kızdı. Önceki ekibimde istihbarat işleriyle ilgilenirdi. İlk karşılaştığımız zamandan beri benim huysuz tavırlarıma, onları yok saymama rağmen bana hep aynı yakınlıkla yaklaşmıştı. Beni ablası olarak görüyordu ki bende zamanla onu kardeşim olarak görmeye başlamıştım. Tabi bunda Elif'in payı oldukça büyüktü. Onun zorlamalarıyla ekibe ısınmaya başlamıştım.


Sarı saçlarını elimle okşarken "Naber civciv?" diye şakıdım. "Çok mu özledin beni?"


Heyecanla gözlerime bakarken uzun sarı saçlarını eliyle düzeltti. "Evet, çok özledim. Tabii sadece özlediğim için gelmedim, senin yönettiğin şehri merak ettiğim için de geldim. Sevinmedin mi?" heyecanını gölgeleyen alınmışlıkla yanağını okşadım ve makas aldım. "Saçmalama ne sevinememesi. Sevindim tabii. Yalnız annen seni nasıl yolladı? Kaçmadın değil mi?" Annesi, Esin'in üstüne titrerdi. Resmen onun göz bebeğiydi.


Civciv gururla bana bakırken üstten bir tavırla saçlarını omzundan itti. "Sen varsın diye yolladı. Sen beni korurmuşsun öyle dedi." annesinin beni güvenmesinin hissiyle gülümseyerek yani dercesine göz devirdim. Annesi bana güvenirdi ama ben bile bu kadarını beklemiyordum. Merkezden çıkartmadığı kızını şimdi kaç kilometre öteye yollaması azımsanacak bir güven değildi.


Ben kendimle gurur duyarken Esin, aklına bir şey gelmiş gibi kaşlarını çatarak cebinden bir flaş çıkarıp bana uzattı. "Aras Abi yolladı. Önemliymiş, saklamanı istedi." dedi. Tam elimi uzatıp flaşı elinden almıştım ki o bir saniye içinde nerden geldiğini anlamadığım bir silah sesi etrafa yayıldı. Ben daha elimi belime atmıştım ki bir silah sesi daha duyuldu ve zaman benim için durdu...


Loading...
0%