Yeni Üyelik
23.
Bölüm

22.Bölüm "Gerçek Hisler Saklı Düşünceler"

@senabookss

“Korkularınız hislerinizin önüne geçtiğinde kalbiniz sızlasa da onu susturur mantığınızın önünde diz çökersiniz.”


Krallıktaki Tören Zamanından Yağız’ın Anlatımıyla...


Üstümdeki takımın verdiği rahatsızlıkla Akın’ın anlattıklarını dinlemeye çalışıyordum ama sadece çalışmakla kalıyordum. Takım giymeyi ve böyle kalabalık gösteriş meraklısı insanların içinde bulunmayı sevmiyordum. Tabii Akın’ı dinleyememe sebebim sadece duyduğum rahatsızlık değildi, bir nedeni de hala onun gelmemesiydi. Soylu olarak çoktan buraya gelmiş töreni onayladığını belli etmiş olmalıydı. Gelmemiş olması içimde tedirginlik yaratıyordu, gelmeyecek miydi yoksa yine gitmiş miydi? Bu iki can yakıcı soru beynimde dönüyordu. Gitmesinin acısı yerinde dururken gelmesine alışmaya çalışırken bir de bir tarafım bunun korkusunu yaşıyordu. Yine gidecek miydi?


Giderdi. Gidebilirdi. Giden, gitmeyi göze aldıysa, gittiği yere geri gelme cesaretini de gösterdiyse artık onu gitmemesi için saklayamazdınız çünkü iki tarafı da yaşamıştır. Gitmenin hissettireceği eksikliği ve geri gelmenin yüzsüzlüğünü tattıysa bir insan, onu bildiği duygularla korkutamazdınız. Yine giderdi, yine gelirdi.


Sizse sadece izlerdiniz. Ben sadece izleyebilirdim onu.


Akın’a doğru bakarken yanında duran Seda’nın karşı tarafa doğru gülümsediğini fark ettim. Gülümsediği kişiye bakmak için kafamı çevirmiştim ki onu gördüm.


Üstümdeki rahatsızlık hissi kayboldu, sadece o ve ona hissettiğim olumlu hisler... kötü hislerini bile varlığıyla benden çaldı. Gözlerim baştan aşağıya onu süzerken ben sanki sadece izleyiciydim. Gördüklerimle kalbim hızlandı, kaslarım gerilirken göğüs kafesim sıkıştı. Hepsi onun yüzündendi.


Bu nasıl olabiliyordu? Ona baktığım o beş saniyede bedenimi duygudan duyguya sürüklemesi beni afallaştırmıştı. Üstümde nasıl bir büyü yapmıştı ki beni her seferinde böyle büyüleyebiliyordu?


Ayrıldığımızdan dolayı, daha doğrusu beni terk ettiğinden dolayı ona uzun bir şekilde bakamamıştım ama bu beş saniye bile bana yetmişti ve abartısızca söyleyebilirdim ki siyah rengi bu dünyada en çok ona yakışıyordu. Giydiği kıyafet açık değildi ama bu bile güzelliğini gölgeleyememişti. Kendini göstermesi için açık kıyafetlere ihtiyacı yoktu. Siyah renginin beyaz teniyle oluşturduğu zıtlıkla güzel yüzünün bütünleşmesi, onu bu saraydaki en güzel kadın yapıyordu ve bu güzelliği buradaki herkes görüyordu. Son düşüncemin verdiği sinirle masadaki içkiyi alarak tek yudumda içtim. Kalbimin yandığı gibi boğazım yanarken düşünmemeye çalıştım.


Başaramadım.


Bana hissettirdiklerini ona yansıtmaya gerek duymadım, onu beğendiğimi bilmesine gerek yoktu. Ciddi bir tavırla yüzümdeki duygu yoksunluğu ile ona kısa bir bakış atıp tekrar başımı Akın’a çevirdim. Akın, en son onayladığımız anlaşmaların detayları hakkında konuşurken başımı sallayarak ona onay veriyordum ama aslında cümlelerini sadece duyuyordum. İçeriği hakkında bir fikrim yoktu çünkü aklım bir adet kelebekteydi.


Güzelliğiyle can yakan ve yaktığı canla keyifle oynayan bir adet kelebek. Kalbimin onda olması yetmiyormuş gibi aklımda ondaydı. Onundu.


Ben dinlemediğim konuşmayı dinlermiş gibi yaparken o da masaya gelmiş Seda’yla konuşmaya başlamıştı. Gözlerimi ondan uzak tutarak etrafa bakmaya başladım. Tahmin ettiğim gibi çoğu kişi ona bakıyordu ve hiçbir tepki verememek içimde fırtınaların oluşmasına zemin hazırlıyordu. Onun kimseye bakmaması biraz olsun içimi rahatlatsa da bu gözlerini siktiğim piçlere karşı kayıtsız olmak sinirimi çok bozuyordu.


Ben ona göz atanları bakışlarımla uyarırken aklıma gelen düşünceyle bir an ona bakıp hemen önüme döndüm. Şu an hissettiklerimin bir önemi var mıydı ki? Biz ayrılmıştık. Biz bitmiştik. Şimdi neyin kıskançlığını yaşıyordum ki? Kıskanmaya hakkım yoktu. O da ben de başkalarıyla olabilirdik. Başkalarını sevebilirdik...


Hadi lan oradan kimi kandırıyorum? İkimizde başkalarını sevemezdik. Yani sevmemeliydik. Bir an, çok ama çok kısa bir an Alisa’nın başkasıyla olduğunu düşündüm.


Siktir lan. Sikerler, olamaz böyle bir şey. Kafamı hayır anlamında sallayarak bu boktan düşünme işini kestim. Düşünmek tehlikeli bir eylemdi. Düşündükçe boka batıyordum. Ben kendi içimde saçma bir düşünme ağına kapılmışken saçma törenin başlamasıyla kafamı oraya çevirdim. Sahne gibi yapılmış olan kısma ilk Kral çıktı. Ardından da Başkan ve benim yaşlarımda olduğunu tahmin ettiğim bir adam. Gözlerim o adama takıldığında yeni yönetici olduğunu tahmin ettim. Gözlerim onun üzerinde gezinirken nedensizce içimden bunun da bizi çok uğraştıracağı geçti.


Kral, konuşma yaparken herkes onu izliyordu. Konuşmanın bitmesini beklerken masada oluşan hareketlilikle dikkatimi Alisa’ya verdim. Yüzündeki şaşkınlıkla sahneye doğru yürümeye başlamıştı, sanki burada değil gibiydi. Kaşlar davranışıyla kendiliğinden çatıldığında gözlerinin odağındaki kişiye baktım. Yeni yöneticiyi tanıyor muydu? Tam sahneye yaklaşmıştı ki tanımadığım bir adam hızla gelerek onu kolundan tuttu. Müdahale etmek için hareketlenmiştim ki Alisa’nın adamı tanıdığını fark ettim. Aralarında bir şeyler konuştular ve adam her ne dediyse Alisa, kabul etti ve adamın elini tutarak kendisinin dışarı yönlendirilmesine izin verdi. Tüm bunlar olurken bize hiç bakmamıştı. Arkalarından gitmek için doğrulmuştum ki Akın beni tuttu.


“Tanıdığı biri belli ki. Peşinden gitmen bir şeyi değiştirmez. Gelince öğreniriz ne olduğunu.” dedi uyarırcasına. Söyledikleriyle etrafa bakındım, gözler üstümüzdeydi; dikkat çekmemeliydik. Hem de haklıydı, doğru söylüyordu. Gitmem bir şeyi değiştirmezdi. Adamın peşinden gitmeyi kabul ettiğine göre onun için önemli biri olmalıydı. Ayrıca bunların hiçbiri beni ilgilendirmezdi. Evet, ilgilendirmezdi. İlgilendirmemeliydi. Kendimi toplayarak töreni izlemeye devam ettim.


Devam eden tek şey zamandı. Huzursuzluk içinde geçen on altıncı dakikanın sonunda gözlerim yine kapıdaydı. Alisa, hala geri dönmemişti. Tamam, ilişkimiz bitmişti ama sonuçta o benim Soylumdu ve benim onu korumam gerekirdi. O yüzden daha fazla zaman kaybetmeden onu bulmak için masadan ayrılacaktım ki yeni gelen yöneticinin masaya gelmesiyle gitmekten vazgeçip ona bakmaya başladım. Mekanın sahibiymiş gibi gelip bize sırıtarak bakmasının umarım mantıklı bir gerekçisi vardı yoksa birazdan gülen yüzü solacaktı. Gözleri hepimizin üzerinde dolaştı, en çok bende duran gözlerine karşılık ciddi bir ifadeyle ona baktım. Kesinlikle emin olmuştum bu kalıpsız başımıza iş çıkartacaktı.


“Alisa, nerede?” ciddiyetten yoksun rahat konuşmasıyla kaşlarımı çattım. Bu rahatlık nereden geliyordu? Onun rahatlığına paralel bir şekilde alayla sırıtarak bir elimi pantolonumun cebine yerleştirdim.


“Alisa, derken? Soylumuz neredeler diyecektin herhalde? Malum rütbe olarak onun altındasın.” dedim. Konuşurken göz gözeydik. Gözlerindeki ifadeden sebep mi bilmiyorum ama bu herif şimdiden gözüme batmıştı.


Başını olumsuz anlamda sallarken umursamazca yüzünü abuk sabuk bir ifadeye çevirdi. “Yoo dediğim gibi Alisa, nerede? Salonda yok.” öfkem her bir kelimesinde yükselirken yüzümdeki alaycı ifade uzaklaşarak yerini ciddiyete bıraktı. Ciddi bir şekilde karşımdaki piçe bakarken cebimdeki elim çoktan yumruk şeklini almıştı.


“Yeni atanan basit bir Yöneticiye göre fazla rahatsın dikkat et de o rahatlık, rahatsızlık vermesin.” dedim tehdit edercesine ama karşımdaki yavşak bunun tehdit olduğunu anlamamıştı ki sırıtmaya devam etti.


“Vermez, veremez merak etme. Peki sizin soruma verecek cevabınız var mı?” kendinden emin konuşmasıyla son raddeye doğru hızla yükselen sinirime odaklanarak karşımdaki şahsa doğru vurmak için hareketlenmiştim ki Seda durumu anlayarak sırtıma dokundu ve ceketimi çekti. Dokunuşuyla ona döndüğümde uyarıcı bir bakışla bana baktı. O sırada da Akın, araya girerek “Soylumuz buralardadır. Birazdan gelir. Sen niye onu arıyorsun?” diye sordu. Vereceği cevabı merak ettiğim için ona doğru döndüm.


Yüzündeki piç sırıtışıyla “Önceden tanışıyoruz, selam vereyim dedim; malum artık şehrinin Yöneticilerinden biriyim.” dedi. Söyledikleriyle yumruk olan elimi sıktım. Bu yavşak ne saçmalıyordu, önceden tanışma falan? Bu iki senede Alisa ne yapmıştı diye tekrar düşünmeye başladım.


Bu sefer de Seda araya girdi ve “Nereden tanışıyorsunuz? Biz seni daha önce görmedik.” sorgulayan ses tonuyla sordu. Aynı zamanda da eliyle masanın arkasından kolumu tutuyordu. Karşımızdaki piç konuşmadan sıkılmış olacaktı ki nefes alarak etrafa bakındı.


“Ithaca’dan tanışıyoruz, tanımamanız normal ama ben sizi tanıyorum. Neyse görüşürüz artık sık sık, sonuçta hep buradayız.” dedi ve göz kırparak yanımızdan ayrıldı. Ben arkasından öfkeyle bakarken Akın sinirle homurdandı.


“Kim lan bu değişik? Bir havalar falan?”


Giden şerefsizin arkasından bakarken “Yavşağın biri ama uzun sürmez alırım havasını.” dedim. Söyledikleri beynimde dönüyordu. Önceden tanışıyoruz demişti. Nereden ve nasıl tanışıyorlardı? Ayrıca Alisa’nın Ithaca’da ne işi vardı? Aklım zaten o ilk gelen herifteyken bir de bu piç çıkmıştı başıma. Sinirle nefes vererek masadaki diğer içkilerden birini alıp içmeye başladım. Daha geldiğini kabullenememiş, önümüze nasıl bakacağımızı planlayamamışken ve ne olduğumuzu belirleyememişken üstüne bunların gelmesi hiç iyi olmamıştı.


Tamam, ayrılmıştık. Beni bir hiçmişim gibi terk edip gitmişti ama bu siktiğimin kalbi onu sevmeyi bırakamıyordu. Beraber geçirdiğimi on yedi senenin anıları aklımdan çıkmıyordu. Eğer gerçekten beni sevmediğini düşünseydim, bittiğimize inansaydım bende bitirirdim. Sevgimi kendi içimde yaşar ve çeker giderdim ama buraya geldiği günden beri yaptıklarına baktığımda hala beni sevdiği belli oluyordu.


Bunları bilirken nasıl silerdim bizi? Kalbim yaralıydı, kolay kolay da iyileşmeyecekti ama beni sevdiğini bilirken ona dokunamamak kalbimi daha da yaralıyordu ve daha kötüsüyse bu yarayı iyileştirecek tek kişinin de yarayı yapan kişi olmasıydı. Bunu bilmek beni daha da dibe çekiyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum, ilk defa...


Araftaydım ve beni bu araftan çıkaracak kimse yoktu. Ne ona gidebiliyordum ne de ondan vazgeçebiliyordum.


Çıkmaz yolda kaybolmuş düşüncelerin pençesinde sıkışmışken elimdeki bardağın dibinde kalan son yudumu da boğazımdan acı bir tatla akıttım ve bardağı masaya bıraktım. Bakışlarım bana bir şey söylemekle söylememek arasında gidip gelen Akın’a değdiğinde başımı söyle dercesine salladım.


“Her şey yoluna girecek, merak etme. Daha fazla dayanamaz o, gelir sana.” dedi. Biliyordum gelirdi ama ben gelmesini istiyor muydum bilmiyordum. Tekrar ona güvenip onunla yola çıkar mıydım emin değildim.


“Bundan sonra ne diyeceksin ağlama mı? Teselliye ihtiyacım yok nişancı. Gelsin ya da gelmesin, hiçbir şey eskisi gibi olmaz bundan sonra.” hissettiğim öfkeye tutunarak söylediğim cümleler kalbime zehir akıtırken ölümümün onun hislerinden dolayı olmasını yadırgamadım. Onunla ilgili hiçbir şeyi yadırgayamayacak kadar kör olmuştum varlığıyla.


“Hadi tamam sinirlisin, şu adamda kızdırdı seni... amına koyayım gelse şurada sarılsa sana elin ayağın dolaşır heyecandan kekelersin kime şov yapıyorsun?” alay barındıran dalga geçişiyle ona sert bir bakış attım. Kim kekeleyecekti ben mi?


“Sarılmaz ki...” bir an gözümde canlanan sahneyle dudaklarımdan dökülen mırıltıyı sadece benim duymuş olmam imajımı biraz olsun kurtarırken kendimi toplama ihtiyacıyla omuzlarımı dikleştirdim. Kaslarım gömleği sıkarken tek sıkılan gömlek değildi. Hayalin imkansızlığı canımı da sıkmıştı.


Bir de yanımdaki dağ kazığı... bu ara fazla sinir ediciydi.


“Akın, tören alanındayız küfretmeyeceğim ama siktir git belanı benden bulma. Uzaktan uzaktan döverim seni Allah’ın kör nişancısı.” bağırmaktan hallice tıslamamla alınırmış gibi bana baktı ve dediğimi Seda’nın duyup duymadığını kontrol edip duymadığını anlayınca rahatlamışçasına bir nefes bıraktı.


“Ne zaman kör nişan attığımı gördün lan? Karımın yanında egomu zedeleme, sonra gidip oğluma anlatıyor.” isyan edermiş gibi konuşmasıyla keyifle sırıttım. Geçen seferki operasyonda onun ıskaladığı adamı ben vurmuştum, o ise ıskaladığını asla kabul etmiyordu. Kabul edene kadar bunu söyleyecektim. Biz Akın’la konuşurken Seda’nın mırıldanışı dikkatimi çekti.


“Alisa, değil mi o? Nereye gidiyor?” Seda’nın baktığı yere baktığımda Alisa’nın salondan hızla çıktığını gördüm. Gözlerimi ondan çekerek hızla etrafta dolaştırdım. Gözlerim bir aile saadetine takıldığında bakışlarımdaki boşluğun büyüdüğünü hissettim. Başkan, Kral ve Azra ile gülerek sohbet ediyordu. Altay Havas, biricik kızının elini eline almış sıkıca tutarak ona sarılıyordu. Tam bir baba kız gibiydiler. Peki diğer kızı...


Alisa’ya en son ne zaman sarılmıştı? On yedi yıl önce belki? On yedi yıldır, hiç. Ailenin unutulan diğer kızı bu sahneyi gördüğü için gitmişti. Bu sahnelere birçok kez maruz kaldığı için onlarla aynı ortamda bulunmaz kaçardı, belki de kendini düşündüğü tek anlar bu anlardı. Üzüntüyle kapıya doğru bakışlarım evrildiğinde yokluğu içimi soğuttu. Her ne kadar bastırmaya çalışsa da kabul etmek istemese de en derin yarası hep baba sevgisi eksikliği olmuştu ve bu eksiklik asla kapanmayacağı için yarası her zaman kanayacaktı. Alisa, onun yarasına bile razıydı. Belki de babasından ona düşen tek şeyin bu yara olması onu bu yaradan koparamıyordu.


O, babasına aşık bir kız çocuğuydu ama babası onu hiçbir zaman kızı gibi görmemişti. Tek amacı onu yetiştirip kullanmaktı ama Alisa bunu hep reddetti. İçten içe babasının onu sevdiğine inandırdı kendini çünkü babasının birini sevebildiğini biliyordu. Ablasını sevebiliyorsa onu da sevebilirdi, bu düşünceyle ona yapılan tüm haksızlıklara sustu çünkü hatayı kendi payına çekti.


Babası onu sevmiyorsa seveceği bir şeyi yapmamıştır. Babasının seveceği şeyleri yaparsa ablası gibi babasının prensesi olabilirdi.


Olamadı. Babasının prensesi değil babasının askeri oldu.


Ve bu, onun asla kabul etmeyeceği gerçeklik hayatını çaldı. Sevginin yetmediği yerlerde insan yalnızlığı en iyi çıkış yolu olarak görürdü. Alisa’nın ördüğü duvarlar artık büyüdüğü için mi bu kadar yükselmişti?


Uğultular zihnimi eşelerken daha fazla burada duramayacağımı anlayarak masada kalktım. Kimseye bir şey söylemeden çıkışa doğru ilerlerken konuşmak için hamle yapan kişileri bakışlarımla reddederek çıkışa doğru ilerledim. Eve gitmek şu an için en mantıklı karardı. Arabama binerek evin yolu boyunca ilerlemeye başladım. Gökyüzü açıktı, dolunay göz görülecek kadar parlaktı. Hafif esen rüzgar insanı rahatlatacak kadar serindi. Bu serinliğe ihtiyacım olduğunu hissederek camı sonuna kadar indirdim. Araba yol boyunca akarken vardığım yol ayrımına gelince ayağımı gazdan çektim.


Bir taraf evin yoluyken bir taraf her zaman gittiğimiz sahilin yoluydu. Elim istemsizce direksiyonu sahile doğru çevirdiğinde kalbimdeki ağırlığın attığını hissettim. Arabayı yavaş sürüyordu, zamanın bana ters bir şekilde hızlı aktığını fark etmemek için. Ya da karşılaşacağım kişiye kendimi hazırlamak için...


Yirmi dakikalık yolun ardından arabayı kumsalın başlangıcındaki park alanına çektim ve motoru kapattım. Koltukta arkama yaslanırken yaralarıma sebep olan kadının yaralarıyla yüzleşmesini izlemeye başladım.


Kumların üstünde bir deniz kızı gibi oturuyordu. Dalgalar onu ıslatırken ıslandığının farkındaydı ama bunu umursamayacak kadar kendini denizle birleştirmişti. Sarsılan omuzlarından belli oluyordu ki göz yaşları yüzünü suyla kaplarken dalgalarda vücudunu ıslatıyordu ve bu durum hiç hoşuma gitmemişti. Onun ağlamasını sevmezdim. Herkes kendine yakışanı yapmalıydı ve ona ağlamak hiç yakışmıyordu. Her ne kadar yapamayacağımı bilsem de ağlamasını durdurmak ve sarsılan omuzlarından tutarak onun ağrıyan yüreğinin ağrısını almak istiyordum.


Yapamayacağımı bilerek.


Bulunduğumuz duruma iç çekerek kendi kendime küfür mırıldandım. O da bir işe yaramıyordu ama şu an tek yapabildiğim oydu. Gözlerim bir an olsun yaramdan ayrılmazken onu izlemeye devam ettim. Biraz yalnız kalıp kendiyle konuşmaya ihtiyacı vardı. Biliyordum, şu an alakalı veya alakasız her şeye isyan edip söyleniyordu. Bununla kendini rahatlatmaya çalışıyordu.


Aslında bununla kendini rahatlattığı için şanslıydım. Diğer türlü kafasını dağıtmak isteseydi başımız belaya girebilirdi...


O yüzden bu tercihine saygı duyarak ona istediği yalnızlığı verecektim.


Hafif kıpırdanmalar haricinde oturduğu yerden ayrılmadan içti. Sarhoş olduğuna emindim. Gözlerim kolumdaki saate kaydığında buraya geleli bir saati geçtiğini fark ettim. Saat gece yarısını geçmiş, hava serinlemeye başlamıştı. Alkol aldığı için anlamıyordu ama ıslandığı için üşümüş olmalıydı. İçten içe birazdan gireceğim tartışmaya kendimi hazırlayarak arabadan indim ve ona doğru yürümeye başladı.


Adımlarım beni yanına ulaştırdığında ses tonumu sabit tutmaya özen göstererek “Ne yapıyorsun burada?” diye sordum. Verdiği cevapla sarhoş olduğuna emin oldum ve sakin kalmaya özen göstererek derin bir nefes aldım.


“Hadi kalk ıslanıyorsun orada. Eve gidelim.” yüzüme bakıyordu ama cevap vermiyordu, dayanamayarak içimden gelen dürtüye boyun eğip elimi uzattım.


“Hadi.” dedim. Tek kelimelik cümlemle kıyamadığım gözünden akan yaşı eliyle ay ışında pürüzsüzlükle parıldayan tenin söndürdü.


“Bir şartla gelirim.” beklemediğim anda şart koşuşuyla afalladım. Normal şartlarda olsaydık bu baygın bakışlarıyla ve boğuk çıkan sesiyle bana şart koşmasına gülerdim. Komik tavrını umursamamaya çalışarak kaşlarımı çattım.


“Neymiş şartın?” diye sordum. Gülümseyerek gözlerimin içine baktı ve kalp ritmim değişti. Kendi içerek sarhoş olmuşken beni bir bakışıyla sarhoş etmesi hangi büyü kitabında yazıyordu?


“Bu gece seninle uyuyacağım.” kelimler ağzından dökülüp bir kurşun etkisi yaratacak cümle haline geldiğinde kendi iç sesimin kekelediğini duydum. ‘N-ne? Beraber mi uyuyacağız? Eski günlerdeki gibi?’ yüzümdeki şaşkınlık saklayamayacağım kadar yoğunken elim aşağıya düştü. Bunu yapamazdım. Kimi kandırıyordum ki eskisi gibi hiçbir şey olamazdı. Ben bunu yapamazdım çünkü yaparsam bir daha bırakamazdım. Ya gitmek isterse tekrar?


Kendimi toplayarak “Saçmalama” diye mırıldandım. “Saçmalama Alisa. Hadi kalk gidelim.” olumsuz yanıtımla yüzü asıldı. Önüne dönerek elini şişeye uzatıp içecekti ki ondan önce davranarak hızla şişeyi elinden aldım.


“Gelmiyorum. Git.” sesli şekilde söylendiğinde sakin kalmak için kısa bir an gözlerimi kapatıp açtım. Yapabileceklerini biliyorsun Yağız, alttan al yoksa o seni altına alır, hem de istemeyeceğin şekilde... içimden kendimi bastırmaya çalışsam da hasta olabileceği düşüncesi sinirlenmemi yükseltiyordu.


“Alisa, kalk hadi. Eve gidelim.”


Son cümlemle artık o da öfkesine yenik düştü. “Ev? Orası benim evim değil. Gelmiyorum zorla mı kardeşim? Defol git. Beni istemeyen biriyle ait olmadığım yere niye gideyim?” diye bağırdı. Aynı zamanda da ayağa kalkmaya çalışıyordu. Dengesini sağlayamadığı için omuzlarından tutarak onu kaldırdım. Dengesini sağlayınca hızla ellerimi itti.


Alınmadım...


“Sevmediğin, iğrendiğin birine dokunma.” dedi hırsla. Derin bir nefes alarak sakin kalmak için bekledim. Cidden bu kız benim belamdı, bunun başka açıklaması olamazdı.


Oflayarak “Alisa, abartma. Sarhoşsun ne istediğini ne dediğini bilmiyorsun. Hadi evimize gidelim.” dedim. Bakışları değişti. Kaşlarım çatılırken bakışlarındaki acının beni küçülttüğünü hissettim.


“Hiçbir zaman affetmeyecek misin beni?” diye sordu ve titreyen sesiyle beni bu kumlara yeminliymiş gibi vurmaya devam etti. “Gidişimi affettirmez mi gelişim?” konuşabilme yetisine sahipken bir dilsiz gibi kaldım karşısında. Affetmek?


Beni onu geldiği ilk kokusunu burnuma doldurduğum affetmemiş miydim? İnsan seviyorsa affederdi. Karşısındaki ne yapmış olursa olsun affederdi ama kırıldıysa, işte o geçmezdi. Affetmek yürekle ilgili değildi vicdanla ilgiliydi fakat kırgınlık o yüreğin en hassas noktasıydı. Kırgınlığı kıran düzeltebilirdi.


“Sen şehrine geri döndün. Bana geri dönmedin ki. Benim sevdiğim kadın gittiği gün öldü.” kırgınlığımdan dökülen kelimeler sesime ulaştığında kalbim bağırıyordu. Benim için döndüğünü bilsem, bana geri geldiğini söylesen bir saniyede seni yine en kuytuma alırım. Bunları sesime yansıtamadım. Sustum.


Konuşmamla gözlerindeki yıkıma şahit oldum. Onun canını yaktım, kendi canımı yaktım. “Ben ölmedim. Tam karşındayım. Gözlerine bakıyorum çünkü yanındayım.” bir çocuğa öğretir gibi konuşmasıyla gülümseyecek gibi oldum ama kendimi tuttum. Üşüyordu, bu konunun konuşulma sırası şimdi değildi.


“Sarhoşsun, ayıldığında konuşuruz. Gidelim artık.” dedim hadi dercesine. Sinirlendiğimi anlıyordu ve her zaman yaptığı gibi bunun üzerine gitmeyi seçiyordu. Umursamazca bir omzunu silkerek öpmek için can attığım dudaklarını büktü.


“Benimle uyuyacaksan gelirim. Tek uyumak istemiyorum.” mızmızlanışının altındaki çaresizliği ve yalnızlığı bana dokundurduğunda aslında konu kapanmıştı. Benimle uyuyacaktı. Yalnız kalmayacaktı. Elim tekrar tutması için ona uzandığında iki sene boyunca dibe batmış benliğim alayla bana bakıyordu. Bir kıza tekrar yeniliyorsun Yağız Ertuğ...


Yeniliyordum. Ben ona on yedi sene önce zaten yenilmemiş miydim? Kazanarak yenilmenin ezikliği bana kötü hissettirmiyordu. Onun için kaybetmeye alışmıştım.


“Tamam, hadi gidelim. Beraber uyuyacağız.” dedim. Şaşkın bakışlarıyla tereddüt ederek elime baktı. Gözleri gözlerimi çözmeye çalışırken hadi dercesine elimi salladım.


“Söz ver.” arsız sırıtışıyla beni artık sinirle sardığında dayanamayarak elini tutup kendime doğru çektim dengesiz bedenini. “Söz lan söz, gidelim artık. Hasta olacaksın.” dedim öfkeyle. Adımlarım arabama doğru ilerlerken o da elini bırakmadığım için peşimden geliyordu. Aslında kendi de yürüyebilirdi ama elinin varlığı hoşuma gitmişti.


“Sen söz verdiysen sözünü tutarsın, gidelim.” keyifle söylediği cümlenin bir an etkisiyle duraksadım. Başımı çevirerek ona bakma ihtiyacına yenildim. Evet, ben verdiğim sözleri tutuyordum ama o verdiği sözleri tutmadan çekip gidiyordu. Ona cevap verme gibi bir hat yapmadan hızla onu arabaya bindirdim. Şoför koltuğuna geçerek olabildiğince hızlı bir şekilde arabayı çalıştırıp tüm camları kapattım ve ısıtıcıyı açtım. Ben arabayı sürerken o dönmüş beni izliyordu. Bu yaptığı bir yandan sinirimi bozarken bir yandan da hoşuma gidiyordu. Yanımda olmasını özlemiştim.


Sessizlikle arabayı sürerken beklemediğim bir şeyi yaptı. Beraberken sıklıkla dinlediğimiz şarkının nakaratını mırıldanmaya başladı. Çirkin sesi gülme isteği yaratırken bu isteği bastırıp ona şaşırarak baktım. Şimdiki halimizle bu şarkı o kadar uymuyordu ki... benim afallamış şaşkın bakışlarıma tezat o bana hayranlıkla bakarken varlığının sıcaklığı ruhumu sarmaya başladı. Tıpkı eski günlerdeki gibi, tıpkı benim sevdiğim kadın gibi yanımdaydı.


Ama biz eskisi gibi değildik.


Biraz daha ona bakarsam her şeyi karıştıracağımı anlayarak önüme dönüp hızımı arttırdım. Bu gecenin hemen bitmesi gerekiyordu.


Saraya gelmiş odamın olduğu ikinci kata çıkmıştık. Odanın kapısına yaklaştığımızda Alisa’nın tereddüt ettiğini anladım. Sözümü tutup tutmayacağımı hesaplamaya çalışıyordu. Gözlerimi onun parlayan gözlerine düğümleyerek elini tutup odama yönlendirdim. Kapıyı açıp içeri girmesini beklerken aslında bende heyecanlıydım çünkü iki sene sonra ilk defa onun parfüm kokusu değil teniyle harmanlanmış gerçek kokusu odamı saracaktı. Toprak rengi gözleri bana baktı ve yavaşça adımları odamdan içeri süzüldü.


Odanın sınırları içerisine girdiği an hızla odayı incelemeye başladı. Değişip değişmediğini merak ediyor olmalıydı ama merakı yersizdi çünkü her şey aynıydı. Bıraktığı gibi. O gittikten sonra hiçbir şeyi değiştirmemiştim, geri geleceğini biliyordum. Anılarımızın silinmesini göze alamazdım.


O, ayakta durmuş odayı incelerken ben dolabıma ilerleyerek ona ait olan pijama takımını çıkartıp ona uzattım.


“Üstünü değiştir.” umursamaz tuttuğum sesimi duyduğunda irkilerek bana dönüp elimdeki pijamalara baktı. Kıyafetinin hala odamda olmasına şaşırsa da çok üstünde durmadı ve kıyafetleri elimden alarak banyoya doğru hareketlendi. Hareketlenmesiyle aklıma Seda’yla konuştuğumuz zaman geldi. Bugün de giydiği kapalı kıyafete bakışlarım düştüğünde elimi koluna sardım.


“Eğer benimle uyumak istiyorsan yanımda üstünü değiştireceksin.” şart koşan net sesimle merak içinde ona baktım. Bu fırsatı kaçıramazdım, geldiğinden beri kapalı kıyafetler giymesinin nedenini bu gece öğrenecektim.


Ben ona şüpheyle bakarken onun şaşkın bakışları sakladığı şeylerin gün yüzüne çıkacağının haberini veriyordu. Ne saklıyordu ki bu kadar şaşırmıştı? İçten içe bende korkmaya başlamıştım. Olabilecek ihtimaller bir el olup boğazımı sararken merakla yüzüne bakıp vereceği cevabı beklemeye başladım...


Loading...
0%