Yeni Üyelik
25.
Bölüm

24.Bölüm "Çeki̇len Si̇lah Ve Patlayan İhanet"

@senabookss

“Güven bir evdi, ihanet ise bir yangın. Güven, ihanetle tutuştuğunda evi küle çevirirdi ve küle dönen evden geriye bir adet yanmış ruh kalırdı.”


Ay ışığının ve araba farının aydınlattığı ormanlık alanda, arabamın kaputuna yaslanmış bir şekilde kollarımı göğsümde kavuşturmuş; hedefimin gelmesini bekliyordum. Gözlerim hafif esen rüzgarın sarstığı dallarda birbirine sürtünerek ses çıkaran yapraklarda oyalanırken hislerim sürtünen yapraklar gibi birbirlerine karışmış haldeydi. Öfkenin damarlarımdan süzüldüğünü, hırsın gözümün önünde bir pusu oluşturduğunu duyumsuyordum. Mantığım devre dışıydı ki şu an buradaydım ama bundan da rahatsızlık hissetmiyordum çünkü bu yapmam gereken bir şeydi.


İçimdeki canavar öyle söylüyordu. Kontrol ondaydı, kelebeğim kalbimin arkasına saklanmış korkak bir tavırla acımdan saklanırken canavarım acımı silaha dönüştürmüş beni bunu yapmaya itmişti. Haklıydı.


Acımın geçmesi için acı yaratmam gerekirdi. Pusun dağılması için fırtınanın bir limanı vurması şarttı. Liman bu gece yıkılacaktı çünkü intikam soğuk yenen bir yemek değil tadına varılarak içilen sıcak bir kahveydi.


Ve ben kahve kadınıydım.


Hislerimin dolaştığı zihnimde cevap bulamadığım sorularda döngü halinde dönüyordu. Bir türlü bulamadığım cevaplar zekamı küçük düşürürken bulduğum her saçma cevap sinirimi bozuyordu. Resmen hayatım üzerine oyunlar oynanıyordu ve ben hiçbirini bilmiyordum.


Ama bildiğim tek bir şey vardı. O da artık etrafımdaki bir kişiyi daha kaybetmeyecek olmamdı. Bir kişinin daha ölmesine izin vermeyecektim.


Bu akşam bu işi bitirecektim...


Düşmanım kimdi, karşımdakiler niye karşımdaydı bilmiyordum ama her birini bu dünyadan silip onlara yaşadığım cehennemin en sıcak yerinde ağırlayacaktım. Bu sefer fazlasıyla misafir perver olacaktım. İpler artık kopmuş, geçen iki gecede de oyun başlamıştı. Kaçma şansım yoktu, yapabileceğim tek şey mücadele etmekti bundan sonra.


Ben gecenin karanlığında gölgeye çevrilmiş yaprakları izlerken toprak yol boyunca gelen far ışıklarını görmemle beklediğim kişinin geldiğini fark ettim. Kendimi hazırladığım anın zamanı ele geçirdiğinin bilincinde olarak vücudumu dikleştirdim ve yaslandığım yerden ona bakmaya başladım.


Mat gri kaplattırmış Mercedes marka aracığını bana doğru sürerek aramızda biraz mesafe kalacak şekilde arabayı durdurup motoru kapattı. Farları açıktı, benim aracımla birleşince bulunduğumuz alan ihtiyacımızı görecek kadar aydınlatılmış oldu. Arabadan ağır bir tavırla inerken yüzünde sinir olduğum arsız gülüşü vardı. Gözleri üzerimdeydi. Onun alaycı tavrına zıt bir inatla ciddi şekilde ona bakmaya devam ettim.


“Son olaydan sonra sahalardan uzak kalırsın diye düşünmüştüm ama sen gerçekten tam bir askermişsin.” konuşurken aynı zamanda da benim gibi arabasının önüne gelmiş iki farın arasında durarak kaputa yaslanmıştı. Gözlerindeki sinsi parıltı ay ışığında bile gözlerime ulaşırken yüzündeki alay kaslarımın gerilmesine zemin hazırlamıştı.


Söylediklerine karşı umursamaz bir tavırla omuz silkerek “Uzak kalmam olanları değiştirmez. Çakallar meydandayken ağlanıp sızlanacak değilim, meydanı onlara bırakmam.” dedim yüzüne meydan okuyan bir tebessümle bakarak.


Meydan okumam hoşuna gitmişti ki yüzündeki arsız tebessüm gerçek bir keyif eşliğinde yüzünde büyümüş, samimi bir eğlenceye çevrilmişti. Bir elini kot pantolonunun cebine sıkıştırırken diğer elini bana doğru kaldırdı ve işaret parmağını bana doğru sallayarak “İşte seni bu yüzden istiyorum. Asla pes etmiyorsun. Resmen birbirimiz için yaratılmışız.” dedi.


Bir kulağımdan girip diğer kulağımdan çıkan cümlelerinin düşünme zahmetine bile girmeden yüzüne bakmaya devam ettim. Kendini beğenmiş ifadesi damarlarımdaki sıvının ısınmasına sebep oluyordu ve sakinliğimi korumam için büyük bir savaş vermem anlamına geliyordu. Belki bu tavrı olmasa biraz daha konuşturmaya çalışıp lafbaz ağzından birkaç bilgi çalabilirdim ama onunla uğraşamayacak kadar kendisinden iğreniyordum.


Zamanı daha fazla onunla öldüremeyeceğim için yüzümdeki gülümsemeyi soğutarak genişlettim ve hızla elimi belimdeki silaha atıp namluyu ona doğrulttum. İşaret parmağım tetikteyken gözlerimin karardığını ve bakışlarımın sisle buğulandığını hissedebiliyordum. Konuşan ben değil, karanlık tarafımdı ya da aydınlık tarafım. Emin değildim çünkü benim karanlığım yaşamımı sağlayan aydınlık tarafımdı.


“Söylesene Karan, masum birini öldürtmek nasıl bir his?” diye sordum buzdan hallice fırtınayı barındıran sesimle. Yüzümdeki gülümseme yerini sabit bir ifadesizliğe bırakırken o, ona doğrulttuğum silahtan hiç etkilenmeyerek gözlerime bakmaya devam etti. Suçlular gibi göz bebekleri büyümedi, bedeni kasılmadı. Rahattı, fazlasıyla...


Bir ona doğrulttuğum silaha bir de bana bakarken sesli şekilde güldü ve başını iki yana serseri bir tavırla salladı. “Gerçekten ne zaman ne yapacağın belli olmuyor değil mi? Bende süren doldu diye beni çağırdığını sanmıştım.” dedi yüzünde yapmacık bir üzüntüyle.


Tavrı karşısında kaşlarım gayri ihtiyarı çatılırken içimden geçirmeden edemedim. Bu çocuk ya gerçekten sorunluydu ya da beni hiç ciddiye almıyordu. Umarım ilk düşüncem doğrudur çünkü eğer ikincisi doğruysa onu büyük bir hayal kırıklığı bekliyordu.


Benim hissettiğim acının yanından geçmeyecek rahat tavrıyla “Ne süresi lan? Süre mi kaldı ortada? Soruma cevap ver sen!” diye bağırdım. Sesim derin ormanda yankılandı ama karşımdaki adama ulaşamadı. Ulaşmış olsaydı hala aynı rahatlıkla bana bakamazdı çünkü.


“Bilmediğim bir hissi sana anlatamam. Şu kızın ölümünden beni sorumlu tutuyorsun galiba...” diye söylendi ve bana doğru bir adım atıp konuşmaya devam etti. “Yanlış yerdesin Alisa ama bu bile sana dediğimi doğruluyor fark ettin mi?”


Sorduğu soruyla kaşlarımı çatarak başımı hafifçe yana eğdim. Ne saçmalıyordu bu? Yüzümden dediklerini anlamadığımı fark etmişti ki gülerek gözlerimin içine baktı. “Bana geldin. Bundan sonra da her sıkıştığında bana geleceksin çünkü seni bu kargaşadan bir tek ben kurtarabilirim.”


Kendinden emin bir şekilde ona muhtaçmışım gibi konuşmasıyla kıkırdadım. Bu gerçekten komikti. “Karan, sen olayı yanlış anladın sanırım. Ben senden yardım istemek için çağırmadım ki seni. Yaptığının bedelini ödetmek için çağırdım ve sende tıpış tıpış geldin.” dedim ve silahı boşluğa çevirerek bir el ateş edip tekrar ona çevirdim. Aynı zamanda da gülüşümü soldurmuştum.


“Niye yaptın bunu?” ciddiyetim artık onu etkilemişti ki o da ciddileşmişti. Yüzündeki gülümsemeyi silmiş, dudakları düz bir çizgi haline getirerek kaşlarını çatmıştı.


“Ben yaptırmadım. Cidden böyle basit olaylara kadar düşeceğimi mi düşünüyorsun? Kalbimi kırdın prenses.” ilk cümlelerini ciddi bir tavırla söylerken son cümlesini alınmış bir şekilde söylemesiyle omuzlarımı gerdim. Aslında bende bunu düşünmüştüm. Elinde bana karşı kullanabileceği kozu varken neden bunu yapsındı ki... ama ondan başka yapacak kimse de yoktu ortada...


“Senden başka kim buna cesaret edebilir?” diye sinirle sorduğumda aslında soru ikimizeydi ama bu onu bilmiyordu.


“Her ne kadar aklına benden başkası gelmemesi beni mutlu etse de yanıldığını söylemek zorundayım Alisa. Aradığın kişi ben değilim.”


Midemde bir yumru haline gelen sinirin üst dudağımı kıvırmasıyla başımı anladım dercesine salladım. “Demek yaptığının arkasında duramayacak korkaksın. Belki bu konuşmana yardım eder.” diyerek tam omzuna doğru ateş edecektim ki bir anda silahı tutan elimi kavrayarak çevik bir hareketle elimi itti ve omzunun üstünden boşluğa çevirerek orayı vurmama sebep oldu.


Bana yaptığı müdahaleyle öfkenin bedenimi ele geçirdiğini hissettim ve bu hissin kontrolü ele almasına izin vererek dizine tekme atıp diğer elimle yüzüne yumruk attım. O da kendince dokunulmaz ilan ettiği yüzüne yumruk atmama sinirlenmişti ki tuttuğu elimi büküp beni arabaya doğru yatırdı ve silahımı elimden alarak yere attı. Şu an kaputun üstüne yatmış şekilde arabayla onun arasındaydım.


İkimizde birbirimizin göz bebeklerine düşmanca bakarken aslında içten içe bulunduğumuz durumun düşmanlıktan öte olduğunu biliyorduk. İki ateş birbirine bakıyordu ve bir ateş diğerini söndürecekti...


Şu an bulunduğumuz pozisyon geçmişten bir sahneyi gözüme yansıttığında öfkeyle çenemi kasıp tüm gücümle bacak arasına tek attım ve onun acıyla afallayan bedeninden faydalanarak üzerimden itip hızla doğruldum. Aldığı darbeyle inleyerek geriye doğru sendelemesini fırsat bilerek karşı koyamayacağı bir hızla karnına tekme atıp yanağına ve çenesine yumruk attım. Tam bir kez daha tekme atmak için bacağımı havaya kaldırmıştım ki hızla bacağımı kavrayarak beni yanımızdaki ağaca doğru fırlattı. Fırlatmasıyla ağacın gövdesine çarptım, çarpmanın etkisiyle bir üç saniye kalakaldım. Kafamı fena çarpmıştım ve bu bir an sersemlememe sebep oldu.


Alnımın ön tarafımdan beynime doğru yayılan sızı yüzünden yüzümü buruştururken kendimi toplayarak ayağa kalkıp ona döndüm. Bakışlarım kararmış bir boşlukla ona bakarken yanağıma doğru süzülen sıcaklıkla elimi alnıma doğru götürdüm. Parmak uçlarıma bulaşan kanla tehlikeli bir şekilde gülümsedim.


Ama bu gülümseme normal bir gülümseme değildi...


İşte şimdi siktim belanı gülümsemesiydi ve bunun farkındaydı.


İki elini teslim oluyorum dercesine havaya kaldırarak bana sakin ol dercesine baktı ve “Canını acıtmak istemiyordum ama durmadın.” dedi. Ses tonu tedirgindi.


“Şimdi tekrar durdurmayı dene.” dedim ve hızla ona doğru yürüdüm. Yüzüne doğru yumruk atacakmış gibi yaptım ve o da bunu yiyerek yumruğumdan geriye doğru eğilerek kaçmıştı ki karnına tekme atıp onu afallattım. Bunu beklemediği için karşılık veremedi ve bende bunu değerlendirerek hızla ona vurmaya başladım. Ona vurduğum birkaç yumruk sonucunda kendine gelmişti ki artık benimle gerçekten dövüşmeye başladı. İşte asıl şimdi birbirimizden hıncımızı çıkartıyorduk.


Onun yumruğundan kaçıp tam yumruk atacaktım ki hızla elimi yakalayıp dizimin arkasına vurup beni çömeltti ve yere yatırdı. Önceki yaralarımın izlerinden gelen sızıyla acıya boyun eğdiğim için inleyerek ona kafa atmaya çalıştım ama benden önce davranarak kafasını uzaklaştırdı. Benim acıyla kasılan bedenimden faydalanarak hızla üstüme çıktı ve iki elimi başımın yanına sabitleyerek ona vurmamı engelledi. Terlemiş ve gerilmiş yüzüyle bana bakmaya başladı.


“Dur artık!” diye tısladığında sinirle çenemi dikleştirip yüzüne öfkeyle baktım.


“Kalk lan üstümden!” diye bağırdım. O ise şu an ki halinden memnun bir şekilde gülümseyerek bana baktı, yüzünde serseri bir arsızlık vardı.


“Önce sakinleş ve beni dinle.”


“Ne diyeceksin, yapmadığını mı? Kalk be üstümden.” dedim tıslayarak. Her ne kadar çok yapılı olmasa da güçlüydü. Tüm ağırlığını üstüme verdiği için kolayca hareket edemiyordum ve bu durum çok fena sinir hücrelerimi uyarıyordu.


Benim sinir duyguma doğru orantılı bir biçimde keyifle gözlerini gözlerime dikerek “Karşında seni kaçırıp işkence etmiş adam var. Bunun gibi bir olayla cidden uğraşır mıyım sanıyorsun? Sana yanımda olmanı teklif etmişken niye seni karşıma alayım Soylu?” diye sordu alayla.


Kahverengi gözleri doğruyu söylüyorum dercesine bağırıyordu. Haklıydı ama... aması vardı işte...


Sorusuna verecek adam akıllı cevabımın olmamasından dolayı altında sinirle kıpırdandım. “Senden başka kim bana bunu yapabilir? Kimi kandırıyorsun sen?”


Ona inanmadığımı belli etmemle kollarımı toprağa bastırarak yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdı. Kahveleri kararmıştı. “Demek ki kuyruğuna bastığın başka biri daha var Alisa. Hem sen kendini gerçekten masum mu sanıyorsun?” diye söylendi ve alayla başını olumsuz anlamda sallayarak ekledi. “Bu hikayede kimse masum değil bunu en iyi sen biliyorsun. Seni bitirmek için kaç kişi kaç kişi geldi yanıma... düşmanın o kadar çok ki...”


Gözleri son sözlerini desteklemeyen bir tavırla derinleşirken bana düşmanıymışım gibi bakmıyordu. Bu bakışın altında hissettiğim dürtüyle “Niye bitirmiyorsun işimi?” diye sordum şüpheyle.


“Söyledim, seni istiyorum. Kralla savaşa girerken yanımda korkak insanların olmasındansa senin olmanı tercih ederim.” dedi derinden gelen erkeksi sesiyle. Gözlerindeki ifadeye baktığımda şu an fazlasıyla berrak ve afallamış olduğunu fark ettim. Bu sersemliğinden faydalanmak istercesine aklımda olan bir düğümü ona yönelttim çözmesi için.


“O gün, ilk beni aradığında deniz kenarında olduğumu nerden biliyordun?” sorum basit bir matematik işlemiymiş gibi onu güldürdüğünde kaşlarım ahenkle çatıldı.


Kibirli bir ifadeyle “Herkese güvenmen senin en büyük zayıflığın. Bu zayıflığından kurtulsan kimse seni yenemez biliyor musun?” diye fısıldadı yüzüme doğru. İmasıyla tüm bedenim titrerken kaşlarım daha da çatıldı. Bu da ne demekti?


Ben söylediği cümleleri çözmeye çalışırken kaşlarımı çattığım için acıyan kaşımdan dolayı istemsizce inlememek için dudağımı ısırdım. Alt dudağımı dişlerimin arasına almamla Karan’ın bakışları o noktaya kaydı.


Bakışları odağını bulmuşçasına kararırken aklından geçen düşünceyi tahmin ederek bunu önlemek amacıyla dikkatinin dağınıklığından faydalanmayı umut edip hızla kafa atmak için hareketlenmiştim ki bir anda birinin Karan’ı üzerimden almasıyla kafamı boşluğa sallamış oldum. Kafam, hızla boşlukta sallandığı için acıyla daha da haşır neşir olduğunda yüzümü buruşturarak elimi yaraya götürdüm. Sanırım yarık sandığımdan fazla derindi... Üstümdeki ağırlığın kalkmasıyla derin bir nefes alarak yere uzandım gökyüzüne baktım. Yan taraftan gelen sesler şu an umurumda değildi ama bir yanımda bu gecenin sorunsuz bitmesi gerektiğini fısıldıyordu.


Bu fısıltıya kulak vererek başımı yavaşça yan tarafa doğru çevirdim. Yağız, Karan’ın üstündeydi ve tam da tahmin ettiğim bir sahne yaşanıyordu. Şu geçen bir dakika Karan’ın yüzünün dağılmasına yetmişti. Karşılık verecek hali bile yoktu, ki karşılık vermesi onun intihar yöntemi olurdu.


Yattığım yerden onlara doğru bakarken içimdeki huzursuzluktan dolayı “Yağız, dur!” diye bağırdım ama o bunu duymadı bile. Tüm dikkati Karan’daydı ve artı olarak da bulunduğumuz pozisyonda da olabilirdi. Yağız’ın her bir yumruğunda aklıma sekiz sene öncesi kesik kesik görüntülerle yansırken tüylerimin ürperdiğini ve o geceki gibi korkunun önünde diz çöktüğümü anımsadım. Yine aynı durumdaydık ve Yağız, ona ne kadar yalvardıysam da durmamıştı... yine aynısının olacağının korkusuyla ona doğru tekrar bağırdım ama bu sefer sesim daha yüksekti.


“Yağız, canım acıyor! Yardım et bana.” yalvaran sesim ormanlık alanda yayılırken havadaki eli yumruk şeklinde durdu ve başını çevirerek bana baktı. Gözlerimiz buluştuğunda gözlerinde gördüğüm öfkeyle yutkunmadan edemedim. Öfkeliydi, sinirliydi, benim aslancığımdan çok uzaktaydı... Tüm bu gördüklerime rağmen yanıma gelmesi için korkarak elimi ona doğru uzattım.


İçimden bana doğru gelmesini diliyordum çünkü Karan’a daha fazlası vurması onu öldürebilirdi ki bunu şu an istemiyordum. Karan, bana bir süre daha lazımdı ve Yağız’ın, Karan’ın katili olması şu an en son isteyeceğim şeydi.


Aslancık da sanki içimden geçenleri duymuş gibiydi ki Karan’ın üstünden doğrularak bana doğru yaklaştı. Ona doğru uzattığım eli soğuk avcunun içine hapsederek beni yavaşça ayağa kaldırdı. Elleriyle yüzümü kavrayarak dikkatlice, her bir santimime dikkat ederek yüzümü inceledi. Kesin berbat gözüküyordum çünkü kaşları olabildiğince çatıldı ve mavi gözlerindeki öfke, alev şeklinde yanmaya başladı. Keskin hatlı çenesinin kasılmasıyla beliren damarları benim kaslarımı da gererken alnımın nasıl göründüğünü merak ettim. Umarım yüzümde kalıcı iz kalmazdı bu güzelliğim için büyük sıkıntı, sebep olan kişi içinde büyük bir dert olurdu.


Yağız, benim düşünceme benzemeyen ama aynı öfkeyi barındıran düşünceleriyle beni bırakıp Karan’a doğru ilerlemişti ki hızla iki elimle kolunu tuttum. “O, yapmadı; başkasıymış saldıran. Eminim. Ayrıca kavgayı ilk ben başlattım.” dedim ama dediklerim umurunda olmadı ki ona doğru ilerlemek için bir adım daha attı. Son koz olarak, gitmesini engellemek için kollarımı hızla beline sardım ve göğsümü sert sırtına yapıştırdım. Gergin kasları ona sarılmamla daha da gerilirken kollarımla belini sıktım.


“İleride işime yarayacak, ölmesini istemiyorum ayrıca ayakta duracak halim yok.” diye mırıldandım duyacağı sesle ve ekledim. “Beni evimize götür aslancık.” dediklerim aslında doğruydu hem yaralarımın acısı artmaya başlamıştı hem de duyduklarım bacaklarımdaki gücü tüketmişti.


“Sana dokundu.” gök gürültüsüne eş değer tıslamasıyla kollarımı ona sarmaya devam ederken yan tarafa doğru eğilerek yandan ona baktım. O ise bana değil ilerimizde yerde per perişan yatan varise bakıyordu. Bana bakması için kollarımın yardımıyla belini sıktığımda başını eğerek bana yandan bir bakış attı.


Gözlerindeki kararlılık camını çatlatabileceğimi umarak “Bende ona dokundum hem de senin öğrettiğin şekilde.” dedim. Yağız, ona söylediğimle yüzümdeki ifadeye can alıcı bir edayla baktı ve gergin bir nefes alışverişinde bulunarak karnındaki elimi tutarak beni arabasına doğru yönlendirdi. Kendi arabasının sağ kapısını açıp içeri girmemi beklediğinde, itiraz etmeden arabasına bindim. Koltuğa oturmamla kapıyı kapatacaktı ki engel olmak isteyerek elimi kapıya götürdüm. Bakışları söyle dercesine bana bakarken kapıyı kapatmadan bekledi.


“Arabanın önündeki silah benim.” dedim ve tereddütle ekledim. “Kızım ne olacak?” Yağız, ilk söylediğime tepki vermezken son bildirimimle bana bir an şaşkınca baktı ve dilini dudağının üzerinde sertçe gezdirerek başını gökyüzüne doğru kaldırdı. “Sabır... siktiğimin sabrına hemen şimdi ihtiyacım var.” diye mırıldandı ve bana bakmadan kapıyı kapatıp arabama doğru ilerledi. Şoför koltuğundan içeri doğru eğilerek arabanın farlarını söndürdü ve anahtarı alarak arabayı kilitleyip yerden de silahımı alarak bulunduğum arabaya doğru ilerledi. Şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırırken hiç konuşmadı.


Yola çıktığımızdan beri bir kere bile bana bakmadı. Gözlerim yandan onu izlerken ikimizin de gerginliği arabayı benzinsiz ilerletecek kadar kuvvetli gibiydi. Direksiyonu tutan eli o kadar sıkıydı ki parmak boğumları kızarmıştı, eminim ki şansı olsa beni şimdi arabadan atardı. Ben tam bu düşüncenin acımasızlığını düşünürken eli kendi kapısının üzerindeki tuşlara gitti ve ikimizin de camını sonuna kadar araladı. Düşüncemle aynı zaman diliminde yaptığı hareketle gözlerim korkuyla sonuna kadar açtım ve hızla ona doğru döndüm.


“Camdan mı atacaksın beni?” diye sordum hayretle. Bunu söylememle şaşkın bir şekilde bana baktı. Kaşları havalanmış, dudakları aralanmıştı.


“O kafandan neler geçiyor senin?” soruyu soruşu o kadar umursamaz ve olasılıksızdı ki bir an kendimden şüphe ettim. Başını olumsuzca sallayarak önüne döndürdüğünde aklımdaki olayı yapmayacağından dolayı rahatlamış bir halde bende önüme döndüm fakat içimdeki arsız dürtüye dayanamayarak tekrar ona baktım. Sinirle yola bakıyordu ve siniri de kolay kolay geçecek gibi değildi. İçten içe hatalı olduğumu bildiğimden konuşmasını sağlamak amacıyla bedenimi koltukta ona doğru çevirdim ve bakışlarımı bariz bir şekilde yüzüne sabitledim.


“Küstün mü? Özür dilerim, küsme hadi barışalım. Bak yaralıyım ben, yaralı kontenjanında yararlanarak süresiz barış ve ilgi talep ediyorum.” dedim cilveli bir sesle.


O ise benim cümlelerimi umursamadan yüzüme bakmayı reddetti ve yola bakarak “Yaralanman senin aptallığından oldu ayrıca ne küsmesi Alisa çocuk muyuz biz?” diye söylendi sinirle. Bana kırgın olduğunu şimdi gerçekten fark etmiştim. Onu kırmıştım, sinirli olsa bu halime dayanamaz yumuşardı ama kırgınlığı sinirinin önüne geçiyor, onu benden uzak tutuyordu. Bu düşünceyle dudaklarımı büktüm ve kendimi tutamayarak:


“Küs değilsen ne bu tripler acaba? Çocuksun işte.” dedim ama dedim ama dediğimle bana öyle bir baktı ki arabadan atsaydı daha iyiydi diye düşündüm. Yüzüme çocuksu bir tebessüm yerleştirerek masum bir edayla gözlerimi ezbere bildiğim yüzüne sabitledim ve başımı ona doğru eğdim.


“Özür dilerim.” mırıldanışım benden beklenilmeyecek kadar yumuşak dökülürken dudaklarımdan benim aksime Yağız, sanki bunu bekliyormuşçasına sertçe bağırdı.


“Gittin sandım lan, nasıl korktum biliyor musun? Yataktan nasıl kalkıp seni aradığımı ben bile hatırlamıyorum... yaptıklarını bile bile niye bana aynı şeyleri yaşatıyorsun?” ses tonundaki çaresizlik ve son cümlesini söylerken sesinin titremesi beni olduğum yerde dibe çekerken gözlerimin dolduğunu hissettim. Hissettiklerinin ağırlığını göğsümde hissederek koltukta geriye doğru yaslanıp ona baktım. Siniri, kırgınlığı daha çok bunaydı şimdi anlıyordum. Tekrar onu terk ettiğimi sanmıştı. Böyle düşünmesi ve bir daha böyle düşünmesini engelleyemeyecek olmamın gerçekliği kalbimi acıttı, bunu hiçbir zaman aşamayacaktık ve bana asla tamamen güvenmesini sağlayamayacaktım.


“Gidecek olsam sana söyler öyle giderdim. Bir daha aynı hatayı yapmam.” diye mırıldandım koltuğa iyice sinerken. Yağız’sa söylediklerimle hızla arabayı ilerlediğimiz yolun ortasında durdurdu ve bana döndü. Gözleri gözlerimi ele geçirdiğinde kalbimin onun ellerinin arasında tutulduğunu bir kez daha hatırladım çünkü bana öyle derin bakıyordu ki bu derinliği ondan başka kimse gösteremezdi.


Kumral saçlarının bir tutamı alnına düşmüşken bir kolunu arabanın kolçağına yasladı ve bana hafifçe eğilerek yaklaştı. Yüzü gergindi, kasılan çenesi gamzesini gülümsemezken bile belli edebiliyordu.


“Sen o akşam, sensiz geçirdiğim iki senenin ardından odama girerek, o öpücüğü bana vererek bir daha gitmemek üzere anlaştın benimle.” dedi yemin edercesine net sesiyle ve gözlerime mühür vurarak ekledi. “Bu saatten sonra gitmek gibi bir seçeneğin yok. Ya beraber ya da hiç ama asla tek başına değil.” yemini nefesimi keserken gözlerindeki duygularda kaybolmuştum. Ben donmuş bir şekilde yüzüne bakarken o konuşmasının ardından gözlerini yüzümdeki yaralara çevirdi ve dudaklarının arasında bir küfür mırıldanarak hızla önüne dönüp tekrar arabayı sürmeye devam etti. Söylediklerine herhangi bir cevap vermemiştim çünkü bende farkındaydım o geceden sonra ne tekrardan gitme şansım vardı ne de onsuz geçirmek isteyeceğim bir gece.


“Gitmek gibi bir düşüncem yok Yağız.”


Hemen söylendi. “Gidemezsin zaten.”


“Gitmek istemiyorum zaten.” dedim inatla.


“Gitmek yasak sana zaten.” aksi sesi sinirle nefes almamı sağladığında başımı huysuzca ona çevirdim.


“Gitmek istemiyorum zaten.”


“Gitmeyi isteyemezsin zaten.” dedi inatla. Gözlerimi kısarak ona doğru işaret parmağımı salladım. Sinirlerimle oynamayı yine başarmıştı.


“Şunu yapıp durma, tekrar edilmekten hoşlanmıyorum. Biliyorsun.”


“Gitmek kelimesini kullanmadığın sürece sorun yok.” dedi omuz silkerek. Şu an biraz olsun rahatlamış gibiydi.


“Gitmeyi düşünmüyorum, gitmek istemiyorum. Tamam mı?”


“Gidemezsin zaten.” dediğinde ayağımı sertçe oturduğum yere vurdum.


Daha fazla uzatmayacaktım çünkü uzarsa onu camdan atabilirdim.


Araba saray yoluna saptığında deminki sinirimi bastırmak istercesine aklıma gelen soruyla ona döndüm.


“Sen orada olduğumu nerden buldun?” bunu gerçekten merak etmiştim. Sorumla yerinde hafifçe kıpırdanmasıyla gözlerim kısıldı, bana bakmadan hızını biraz daha arttırdı ve boğazını temizleyerek “Arabana takip cihazı koydum.” dedi. Açıklamasıyla kısa bir an ona bakakaldım. Cidden bunu yapmış mıydı? Bir an kendimi tutamayarak arabanın içine sesli gülüşümü, pardon kahkahamı yaydım. Yağız’sa gülmemden utanmıştı ki yüzünü asarak bana yandan bir bakış attı.


“Ne yapayım, bir daha gidersen hemen bulurum seni diye düşündüm.” dedi gergin bir tonda ve benim yüzümdeki gülümseme solarak sonbaharın kurumuş yaprağına döndü. Her zaman tetikte ve korkuyla yaşayacaktı... onu bu hale ben getirmiştim.


Kurumuş dudaklarımı hafifçe dilimle ıslattım ve hüzünle “Özür dilerim.” diye mırıldandım. O ise cevap vermedi. Özür yeterli değildi ve hiçbir zaman da yetmeyecekti. Bu gerçekliğin ağırlığıyla ona bakmayı kesip önüme dönerek yolu izlemeye başladım.


Ormanlık yol bizi sararken aklımdaki yapboz parçalarını bütünleştirmeye çalışıyordum ve bir an... sadece bir saniyede iki nöron arasındaki akımda Karan’ın dedikleriyle birkaç dakika önce Yağız’ın söylediklerini birleştirdiğimde parçalar birbirine oturdu. Büyük resmin kilit bir tarafı tamamlandı zihnimde ve bu tamamlanış ruhumda derin bir yarık açtı. Hızla Yağız’a bakarken zihnimdeki tablonun tamamlanan tarafı ikimizin arasına geçti.


Artık gözlerimde nasıl bir ifade varsa kaşlarını çatarak dönüp bana düşüncelerimi çözmek istercesine bakarak “İyi misin?” diye sordu. Sertçe yutkunarak başımı evet anlamında salladım ve kafamı pencereye doğru çevirerek onun göz hapsinden uzaklaştım.


İyiyim dedim ama iyi değildim.


Hiç iyi değildim.


Bir kez daha güvendiğim bir kişi tarafından sırtıma bıçak saplanmıştı...


Bir kez daha güvendiğim için kaybetmiştim...


Aramızda bir hain vardı ve ben bu haine çok güvenmiştim...


Loading...
0%