Yeni Üyelik
26.
Bölüm

25.Bölüm "Tek Raunt Ve Bebek"

@senabookss

“İntikam için beklenen zaman nefreti köreltebileceği gibi onu harlayabilirdi de...”


Beş, dört, üç, iki ve bir... vücudumdan süzülen küçük damlalar eşliğinde nefesimi düzene sokmaya çalışırken gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kaslarım isyan edercesine bağırırken kendimi daha fazla zorlamam gerektiğinin bilinciyle yüzümdeki terleri silip koşu bandından indim. Boğazımdaki kuruluğun nefesimin akmasını engellediğini düşünerek koşu bandının kenarına oturdum ve yanımdaki su şişesinden su içmeye başladım. Yarım saattir durmadan koşuyordum, bacaklarım ayrı bir krallık ilan ederek benden bağımsızlıklarını kazanmış gibiydiler.


Şişeyi dudaklarımdan uzaklaştırırken derin bir nefes daha alıp kalp ritmimi sabitlemeyi umdum ve etrafa bakındım. Tatil haftasında olduğumuz için sarayda çok fazla öğrenci yoktu. Sarayda kalanlarda ailesi olmayanlar ve ailelerine gitmek yerine burada kalmayı tercih edenlerdi ki onların da çoğu eğlenmeyi tercih ederek salona gelmiyorlardı. Şu an salonda beş öğrenci ve hocalar vardı. Gözüm Yağız’a kaydığında nefesim dudaklarımda duraksadı. Giydiği sporcu tişörtü terden tüm hatlarını ortaya çıkarmıştı ve kaldırdığı ağırlıktan dolayı kıvrılan kollarında kaslar bakan insanın ilgisini çekecek düzeyde can yakıcıydı. Kumral saçlarının ön tutamları alnına yapışmış bir şekilde gülümseyerek Seda’nın ona attığı lafa cevap verişini izlerken oflayarak dudaklarımı büktüm.


Dün akşamki olaydan dolayı beyefendi benim ağırlık kaldırmama izin vermemişti, aslında buraya gelmeme bile olumlu bakmamıştı. Kısa süren, zorlu sürecin ardından neyseki koşu bandı için onay alabilmiştim. Şimdi ise uzaktan oturmuş onların çalışmalarını izliyordum.


Elim dün akşamı düşününce alnımdaki bandaja dokunduğunda oflayarak başımı geriye yatırıp tavana baktım. Duyduklarımdan yola çıkarak çözdüğüm yapbozun bana sunduğu sonuç hiç iç açıcı olmamıştı hayatımda. Gerçekten... gerçekten onun bana ihanet edebileceğini düşünmemiş, buna ihtimal dahi vermemiştim ve şimdide ihtimal vermediğim gerçeğin beni sürüklediği dibe doğru amansızca çekiliyordum.


Gerçi her zaman ihtimal vermediklerimizin darbeleriyle düşmüyor muyduk bu dibe? Yine sırtımdan vurulmuştum ve yine dibe çekilmiştim. Neden şaşırıyordum ki? İlk defa mı sırtıma yediğim hançerden dolayı elime hiç istemediğim birinin kanı bulaşmıştı? Hayır. Benim elim hep sevdiklerimin kanıyla yıkanırdı. Bu gerçeği bir kez daha kabullenen zihnimle bedenime öfkenin yayıldığını hissettim. Bu sefer diğerleri gibi olmayacaktı. Bu kanın intikamını sorumlu olan herkesten alacak, onları kendi kanlarında boğacaktım.


Ama bunu yapmak için bekleyecektim. Önce Aras, gelecekti ve benimle olanlar benimle kalacak diğerleri bu savaşın dışında kalacaktı. Kendimle beraber herkesi yakamazdım. O yüzden iki gün... iki gün her şey yolundaymış gibi davranacak sonra da bu şehirde taş üstünde taş bırakmayacaktım.


Düşüncelerimi beyaz tavana doğru bakarak mühürlerken manzaramla arama giren bir çift gözün ve bir adet hoşlanmayacağım bir şey söyleyeceğini belli eden sırıtışla kaşlarımı çatarak başımı dikleştirdim. Akın, sanki bir saattir spor yapmıyormuş gibi rahat tavırla bana bakarken başımı hayırdır anlamında salladım. Bu kadar mutlu olmasının ardında kesin bir şey vardı, yüzde bir milyon emindim.


“Küçük bir geziye çıkalım mı yaralı kaş?” alaylı cümlesiyle yüzümü buruşturarak gözlerimi kısıp elimi yumruk şeklinde ona doğru kaldırdım.


“Bir daha kaşıma laf atarsan gece kaşının rengini sarı yaparım kör nişancı.” tehditimden ziyade son söylediğim lakapla gülen yüzü solarken renginin mora dönüşünü keyifle izledim. Bakışları uzağımızdaki Yağız’a kayarken dudaklarını kıpırdatarak küfretti.


“Çenesinin bağını körelteceğim ha ben bunun. Hemen sana mı yetiştirdi?” diye sorarken ses tonu yakalanmış bir çocuk kadar alıngandı. Benimle dalga geçmesinin cezası olarak kestiğim biletin beni tatmin etmesiyle kibirle omzumu silkip bakışlarımı kas gösterisi yapan aslancığa çevirdim.


“Onun benden ne zaman bir şey sakladığını gördün? Tabi ki de senin, kör nişan attığını söyleyecekti.” dedim ve bakışlarımı Akın’a çevirerek gözlerine alayla baktım. “Ne oldu Hawkeye? Gece beşik mi sallıyordun?” alıngan ifadesi bir anda yorgunca omuzlarından süzüldüğünde esneyerek bir eliyle omzunu ovdu.


“He ya nerden anladın?” sorusuyla gözlerimi devirirken ciddi misin sen dercesine ona baktım. Bebek onları fazlasıyla yoruyordu, Seda’da eskisi kadar dinç değildi bu aralar. Bebek bakmak gerçekten zor bir işti, sanırım.


“Tamam uykusuzluktan saçmaladım. Bebek yan odanızda, sizi de uyutmuyor değil mi?” üzgün bir tonda dudaklarından dökülen cümlesiyle bakışlarımı kaçırarak kısa bir an Yağız’a baktım. Aslında bizim uyumama nedenimiz büyüklere özgü oynadığımız oyunun hararetinden kaynaklıydı ama bunu ona söylemeyecektim.


Zihnimdeki sahneleri masumlaştırarak Akın’a bakıp kafamı evet anlamında salladım. “Teyze olmak kolay değil, zaten çok ağladığında kulaklık takıyorum. Neyse sen niye geldin? Hayırdır?”


Asıl konuya ulaşma çabam ona gelme sebebini hatırlatmıştı ki göğsünü şişirerek kollarını göğsünde kavuşturdu ve bana üstten bakmaya başladı. Şu an hem yakışıklı hem de sinir bozucu gözüküyordu. “Yarın akşam kafes dövüşleri varmış.” dedi sinsi bir gülümsemeyle. Bense söylemiyle yüzümü buruşturup oflayarak gözlerimi devirdim. Cidden bunun için mi mutluydu?


“Olsa ne yazar? Yağız, hayatta gelmez yani bende gelemem.” en son iki sene önce gittiğimizde olan bazı olaylardan dolayı aslancık bir daha gitmeyeceğimizi kesin bir dille söylemişti. Akın, olumsuz yanıtımla kollarını çözüp hadi ama dercesine başını eğdi. Gözlerimin içine bakarken ikna etmeye odaklı gibiydi.


“Ya desek gelir bence. Sen uslu duracağına kutsal kitaba el bassan yeter.” eski olayda tek suçlu benmişim gibi konuşmasıyla gözlerimi kısarak ona bakarken “Yağız güvenmez bana, gerçi bende kendime güvenmiyorum bu konuda.” diye tısladım.


Evet, bende kendime güvenmiyordum bu konuda çünkü bu konu kırmızı çizgi kategorisindeki konulardandı...


En son gittiğimizde dövüşçülerden biri Yağız’a kafayı takmış, bildiğin yürümekle kalmamış uçmuştu. Tabi bunu görünce benimde sinirlerim onunla uçmuş gökyüzünde büyük bir çarpışmaya yol açmıştı. Kızın, benim sevgilime sunmuş olduğu ahlaksız teklifin beyin hücrelerimi köreltmesiyle kızı kafes dövüşüne davet etmiştim ve... kız üstümden dozer gibi geçmişti. O günü anımsayınca bedenimin titrediğini hissettim. Gerçi şimdi olsa kesin döverdim o kaşarı orası ayrıydı da işte acemiliğime denk geldi o zaman... ama her ne kadar dayak yesem de pes etmemiştim ve pes etmediğim için de dövüş bitmemişti çünkü kafesten sadece ya ölürsen ya da pes edersen çıkabilirdin. Yağız da benim dayak yediğimi görünce dayanamayıp hakeme para vererek dövüşü durdurup beni kafesten çıkarmıştı. Sonra da Hulk’la yarışacak kadar öfkeli bir şekilde bir daha oraya gitmeyeceğimizi söylemişti...


“Ama tüm şehirlerden dövüşçüler gelecek. Büyük bir turnuva düzenleniyor Bağımsız Bölgede.” kinayeli sesinin barındırdığı adrenalin ve eğlencenin altında ezilirken gözlerim duyduklarımla parladı. Akın’ın söylediklerinin anlamı kısaca yarın akşam tam bir dövüş şöleninin olacağıydı ve ben kaçıramazdım.


Bir Akın’a bir de Yağız’a bakarken zihnimdeki düşüncelerde bocalamıştım. Yağız, asla kabul etmezdi gitmeyi hele ki en son ondan gizli Karan’la buluştuktan sonra. Oflayarak başımı olumsuzca sallarken omuzlarımı düşürdüm.


“Konuşup da heveslendirme, gidemeyiz. Hem o kadar güveniyorsan kendine sen de Yağız’a” dedim bıkkın şekilde.


Topu ona atmamla Akın, kaşlarını çatarak bana baktı. Hafifçe eğilerek “Yağız, beni niye dinlesin kızım? Sen dersen kıyamaz sana. Azcık cilveli konuş biletimizi alalım hadi!” dedi benim duyabileceğim ses tonuyla. Aslancığı ikna edebileceğimi söylemesiyle bir süre düşündüm. Cilve... pek cilveli bir insan değildim. Ben isterdim Yağız, yapardı. Cilveli olmama gerek yoktu. Şimdi ise iki türlü de istesem yapmazdı. Yağız'ın turnuva işine izin vermeyeceğine yüzde yüz emin olduğum için normal şartlarda yapmayacağım bir şeyi düşünerek Akın’a gülümseyerek baktım.


“Var mısın iddiaya kör nişancı?” sorumlar kaşları çatılırken yüzümdeki ifadeden huylanmıştı ki benden uzaklaştı. Sorgulayan bir ifadeyle beni süzerken çenesiyle beni işaret etti.


“Ne iddiası?”


“Eğer sen Yağız’ı ikna edersen bu akşam Mert’i ben bakacağım ve siz Sedayla baş başa bir gece geçireceksiniz. Eğer ki ikna edemezsen de bana ben yokken Yağız’ın neler yaptığını detaylarıyla anlatacaksın.” dedim çapkın bir edayla. Akın, ilk kısmı duyduğu an diğer seçeneği umursamadan elini omzuma koyarak bana gülümsedi ve “İzle ağabeyini, bu akşam bebek bakacaksın.” dedi ve hızla Yağız’a doğru ilerlemeye başladı. O kendinden emin bir şekilde havalı havalı yürürken ben arkasından sadece gülümsemekle yetindim. Garibim birazdan büyük bir hayal kırıklığı yaşayacaktı.


Akın, Yağız’ın yanına ulaştığı anda ikna çabalarına başladı. Yağız bana doğru dönmüş biçimdeydi, Akın’ın ise sırtı bana dönüktü. Onun ne söylediğini bilmiyordum ama Yağız’ın tepkisine ve dudaklarına baktığımda ilk söylediği şeyin tam da ondan beklediğim şey olmasıyla gülümsedim.


“Akın, siktir git başımdan.” dedi ve ona sinirle bakıp elindeki dambılı kaldırmaya devam etti. Ona bakarken istemsizce kurumuş dudaklarımı dilimle nemlendirdim. Burası fazla sıcaktı bugün.


Akın, konuşmaya devam ederken izin alamayacağını bilerek rahat şekilde ellerimi arkama doğru yaslayıp ardıma bıraktım sırtımı. Ben Akın’dan öğreneceğim gerçeklerin keyfiyle gülümserken yüzümdeki tebessüm genişlemişti. Yağız’ın geçmişinden öğreneceklerimin merakıyla tutuşurken artık Akın ne dediyse bir ara Yağız’ın gözleri bana kaydı ve okyanuslarından hızla bir akıntı gelip benim topraklarımı aşındırdığında ciddi olan yüzü bir anda yumuşayarak yerini gülümsemeye bıraktığında kendimi sırtımdan vurulmuş gibi hissettim ve hızla doğrularak tüm dikkatimle onlara baktım. İçten içe yanlış hissettiğime dair kendimi avuturken Akın, bana doğru döndü ve dudaklarını oynatarak beni iki kum torbasının arasına attı.


“Sıçtın.” onun dudaklarından okuduğum kelimeyle sırtımdan kalbime inen bir sızı hissettim. Yağız gitmeyi kabul mü etmişti yani?


Ben bu gece bebek mi bakacaktım şimdi?


Hayatta bazen en güvendiğiniz şeylerde bile yanılma payı bırakmamız gerektiği bilgisini bizzat yaşayarak edindiğim bu anda dilimi arıya soktursaydım o iddiaya girmeseydim dediğim evredeydim.


“YAĞIZ!!” diye bağırırken gözlerim yatakta mışıl mışıl uyuyan beyefendiyi yastığıyla beraber yakacak kadar öfkeyle ona odaklanmıştı. O ise bağırmamı umursamayan bir tavırla yavaşça yatakta gerindi ve sadece alttan giydiği gri pijamasıyla dönüp bana baktı. Gözleri ağır ağır yüzümdeki kırmızılıkla boyanmış sinirde ardından da kucağımdaki şeyde dolandığında yüzüne normal şartlarda düştüğüm ama şimdi ise sadece ona vurmak için beni tetikleyen bir gülümseme yansıttı ve sadece bununla da kalmadı. Sesli şekilde kahkaha attı.


Ölmek istediğini daha iyi belli edemezdi.


Derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım ve kucağımdaki şeyi korkutmamaya çalışarak “Al şunu kucağımdan. Hemen.” diye tısladım. Göz kapaklarım bir hışımla açıldığında, elini bana doğru sallayıp kendi dilinde ilgilenmediğim şeyler söylenen varlığa bakarak yüzümü buruşturdum.


“Üç saattir sana ben bakıyorum vicdansız, nasıl üstüme tüm sindirimini boşaltırsın?” söylenişimin havada asılı kaldığını avcum kadar yüzüyle bana sırıtarak bakan küçük velet yüzünden huysuzca kabullendim.


Anlamıştım. Bebeklerle anlaşamıyordum ve bu küçük huysuz şeylerden hoşlanmıyordum.


Anlamsız bakışlarımı bebekten çekerek Yağız’a baktım. Artık nasıl baktıysam yataktan kalkarak bana yaklaştı ve sanki bundan keyif alırmışçasına bir gülümsemeyle dudaklarını alnıma değdirirken Mert’i kucağımdan aldı. Geniş göğsünde bebek küçücük kalırken onlardan uzaklaştım ve hızla üzerimdeki tişörtü dikkatli bir şekilde vücudumdan uzaklaştırdım. Kusmuk kokusu burnuma doldukça midemin ralli pistindeymiş gibi döndüğünü hissediyordum. Bu histen kurtulmak için banyoya ilerlerken yaşadığımız gecenin sorumlusu ilan ettiğim şahsa söylenmeden de edemedim.


“Hayır, ben desem asla kabul etmeyeceğin şeyi Akın, deyince nasıl kabul edersin sen? Ne dedi sana? Ne vaat etti de beni uykumdan mahrum ettin?” konuşurken ona bakma gafletinde bulunmadan banyoya girdiğimde ilk işim direkt üzerimdeki kıyafetleri çıkartmak oldu. On beş dakikalık kısa bir duşun ardından kusmuk kokusundan kurtularak okyanus kokumu tekrar geri kazanmanın verdiği keyifle havluma sarılarak banyodan çıkıp kıyafet alacaktım ki gördüğüm manzarayla bir an durakladım.


Yağız, pencereden dışarıya doğru bakıyordu ve Mert’i omzuna yatırmıştı. Eli, bebeğin sırtını güven verircesine okşarken kısık sesiyle ninni mırıldanıyordu.


Yuvada yavru kuş ninni


Erkenden uyusun ninni


Yavrum sende güzel uyu


Güzel gözlü yavrum ninni


Gökte ay soldu ninni


Yıldızlar kayboldu ninni


Uyusun da büyüsün...


Güzel sesinden yayılan huzur dolu melodi sözlerini bastırırken omzumu kapı pervazına yaslayarak onları izlemeye başladım. Önceden kurduğumuz hayaller zihnimdeki puslu köşeden sıyrılıp aydınlığa geçtiğinde, gerçekleşmeyecek hayallerin ağırlığı kaldırmayacağım bir yükmüş gibi omuzlarıma çöktü. Aile konusundaki hassasiyeti ve bahsederken bile gözlerindeki ışıltıyla beni saran hayalleri bir bulut olup gözlerime yaşlar biriktirirken sessizce bir nefes çektim içime. Gitmemiş olsaydım ve başımda bu kadar bela olmasaydı bende her gece böyle bir manzarayı izleyebilirdim ama şimdi bir savaşa girecekken, neler yaşayacağım ve ne kadar yaşayacağım belli değilken böyle bir gerçekliğin hayalini bile kuramazdım.


Bu hikayenin sonu belliydi. Her ne kadar güzel sonla biteceğini düşlesem de mutlu sonla bitmeyecekti. Her savaşta kayıplar verilirdi önemli olan amaca ulaşmaktı. Böyle anlatmıştı bana babam, küçükken anlayamamıştım onu ama şimdi anlıyordum. Kazanmak için kaybetmek gerekliydi.


Ve bir şeyi daha anlamıştım yaşadıklarımdan. Ben ölmeden bu savaş bitmeyecekti. Farkındaydım, o yüzden de elimden geldiğince yaşayabildiğim, yapabildiğim her şeyi Yağız’la yaşayacaktım. O da ben öldükten sonra hayali olan aileyi başkasıyla kuracaktı...


Son düşünce kalbime keskin bir hançer soktuğundandı sanırım ağrıyı bastırmak istercesine elimi göğsüme yaslayıp nefesimi dudaklarımdan bıraktım. Göz yaşım yanağımdan süzülürken başımı hayır anlamında sallayarak elimin tersiyle yaşı öldürdüm. Bu düşünceyi düşünerek kendime kalan zamanımı zehretmeyecektim. Girdiğim gri sisten parçalı bulutlu havaya kavuşmak için yaslandığım pervazdan doğrularak giyinme dolabına yöneldim. İçinden giyebileceğim kıyafetleri çıkartıp giyinirken en sessiz halimle hareket ediyordum. Askılı atleti üzerime geçirdiğimde hızla şortumu da giydim ve saçlarımı nemli bırakarak Yağız’a doğru yöneldim. Bakışları huzurla bana döndüğünde bir an saçlarıma kaşlarını çatarak baksada havanın kırk derece olduğunu fark etmişti ki üzerinde durmadı ve parlak okyanuslarını omzundaki küçük velede çevirip içime güneşi doğduracak şekilde gülümseyerek tekrar bakışlarını bana çevirdi.


“Uyudu.” diye mırıldanırken bile elini Mert’in sırtından çekmemiş, okşamaya devam etmişti. Topraklarım, deminki düşüncelerimden bağımsız şekilde ikisinin arasında mekik dokurken gülümseyerek okyanuslarına sabitledim onları ve çok sessiz bir tonda ona doğru eğilerek “Sonunda. Hadi uyandırmadan beşiğe koy da uyuyalım.” dedim.


Yağız, yavaş adımlarla Sedaların odasından bizim odaya taşıdığımız beşiğe ilerledi ve ninnisinin nakaratını mırıldanarak Mert’i beşiğe koydu. İkimizde tam bir dakika boyunca hareket etmeden durduk ve tam altmış birinci saniyede sevinçle dudaklarımı iki yana kıvırarak yatağa atlayıp yastığıma sarılarak gözlerimi kapattım. Bedenim kavuştuğu yumuşaklıkla gevşerken Yağız’ın kısık sesli kıkırdaması ilgi alanımın bile dışındaydı. Odada yanan gece lambasının ışığı bile beni rahatsız etmediğine göre gerçekten yorgundum. Yağız’ın kolları bedenimi kavrarken sırtıma yaslanan sert göğüsün hissettirdiği huzurla kendimi uykunun keyifli derinliğine bırakırken geçirdiğim o bir dakika benim için en güzel dakika oldu...


Ve o dakika eşliğinde huzurlu bir şekilde uyuma hayalim sadece kırk dakika sürdü. Yüksek sesli, operasyonlarda dikkat dağıtıcı ve kulak kanatıcı silah olarak kullanılabilecek ağlamayla yataktan hızla doğrulup on saniye etrafa anlamsızca baktıktan sonra ayağa kalkarak bebeği kucağıma alıp susturmaya çalıştım. Kollarıma almamla biraz sakinleşse de mızmızlanması durmuyordu ve fazlasıyla huzursuzdu. Sırtını pışpışlarken Seda’nın ne kadar da haklı olduğunu fark ettim.


Mert’i gece benim bakacağımı öğrenince önce şaşırmış ardından da yüksek sesle kahkaha atarak bunu asla beceremeyeceğimi söylemişti. Bense egomu zedeleyen bu davranışıyla ona üstten bakmış, kendimden emin bir şekilde sanki tepkisine bozulmamış gibi yaparak bebek bakmak ne kadar zor olabilir ki ben bir şehri yönetiyorum demiştim. Şu an ki halime baktığımda kendime güvendiğim için halt ettiğimi anlamıştım. Bir şehir yönetmek kucağımdaki canavara bakmaktan daha kolaydı benim için ama bunu tabii ki de kimseye söylemeyecektim. Bu geceyi kazasız belasız halledecek ve bunu yatakta huzurla uyuyan adamla yapacaktım.


Bakışlarım sinsice kısılırken oda da sesli adımlarla yürüyüp şifonyerin üzerindeki eşyaları kaldırarak sertçe yerlerine koyarken Yağız’ın uyanmasını umut ediyordum ama aslancık hiç uyanma belirtisi göstermiyordu. Uflayarak kucağımda seril serpe yatan Mert’e baktığımda cam gibi gözlerle beni izlediğini gördüm. Dudaklarımı bükerek beni dinleyebilecek tek insan türevinin bu küçük canavar olduğunu benimseyerek konuşmaya başladım. Biraz dertleşmek bu geceyi sona yaklaştırabilirdi bir umut.


“Bak, ne kadar iyi bir teyzeyim ki üstüme iki kere kusmana rağmen hala sana bakıyorum; kıymetimi bil ve sakın büyüdüğünde Yağız amcana iyi davranma. O, kış uykusundaymış gibi uyuyor ben sana tüm sevgimle bakıyorum.” sesli şekilde konuşurken cümlenin sonunda Yağız’a baktım ama hiçbir tepki vermeden uyumaya devam ediyordu, umutsuzca bakışlarımı bebeğe çevirdiğimdeyse gülerek bana baktığını gördüm.


Resmen üç aylık bebek beni takıyordu ama Yağız, takmıyordu.


Bu durumun verdiği gerginlikle başımı öyle mi dercesine eğerken gözlerimi kısarak aklıma gelen düşünceyle gülümsedim ve bakışlarımı Mert’e odakladım. “Aslında bende böyle senin gibi bir bebeğim olsa diye düşünüyordum ama tek başıma da nasıl bakabilirim ki?” üzgün sesimi desteklemesi için içli bir nefes de vermiştim ki aynı saniyede Yağız, bir anda yataktan doğruldu ve oturur pozisyona gelerek istekle bana bakmaya başladı.


“Valla mı?” heyecanla parlayan gözlerine bakarken şu an o kadar komik duruyordu ki kahkaha atmadan edemedim. Yüzündeki ifade o kadar masumdu ki asıl bebeğin kucağımdaki değil de bana heyecanla bakan Yağız’ın olduğunu düşündüm.


Topraklarımı umutsuzca ondan çekip bebeğe odaklarken omzumu silkerek dudaklarımı büküp “He valla ama işte söndü içimdeki o ateş, yanmaz artık.” dedim.


Yağız'da sanki bu anı bekliyormuş gibi çapkın bir tavırla üst dudağını kıvırdı ve göz kırparak “Bebeğim sen bana de ben yakarım o ateşi. Tek derdimiz o olsun.” dedi. Konuşurken de gözleri çapkın bir edayla bedenimde geziniyordu. Şu an yatakta kollarının geriye yaslamış şekilde vücudunu bana sunarak yatarken konuştuğumuz konu bazı hava durumu ihlallerine yol açıyordu. Mesela kırk derece havada bedenim soğuk bir esintiyle titrerken nasıl oluyordu tek bir yer onun için yanıyordu?


Bakışlarım ona hissettiğim sıcaklıkla yakıcı bir ifadeyle bakarken dilimin ucuyla yavaşça dudaklarımı nemlendirdim. Başımı hafifçe yana eğerek “İstersin yani izin versem?” diye sordum. Sorumla yüzündeki çarpık tebessüm genişlerken gözlerime tutkuyla baktı.


“Yavrum, sen onay ver; o dakika şu odanın kapısını kilitlemezsem şerefsizim. Hatta kapıyı siktir et, direkt herkesten uzağa gider bizi izolasyona sokarım.” vaat ettiği şeyle derin bir nefes aldım. Söylediği cümlelerden kendime çıkardığım payı hayal ettiğimde yaşayacağımız anlar fazlasıyla heyecan verici olabilirdi tabii kucağımdaki küçük misafirimiz olmasaydı. Onun varlığı artılı sayılara ulaşan düşüncelerimi beyaz bir laleye çevirdiğinde hızla konuyu değiştirmek için çenemi dikleştirerek yüzümdeki duyguları gizlemeye çalıştım.


“O kadar çocuk istiyorsan kalk biraz da sen ilgilen, kalk.” diye mırıldanıp bebeği ona vermek için hareketlenmiştim ki Yağız, onu kandırdığımı anladığı için hayal kırıklığıyla bana ters bir bakış atıp kendini yatağa bıraktı. Bu hareketiyle şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken sinirle ona baktım.


Ayağımı sertçe yere vururken sinirle “Çocuk mocuk yok sana!” dedim ve odanın içinde yürümeye başladım.


Ben sert adımlarla bebeği uyutmaya çalışırken “İyi gider bende başkasından yaparım.” diye söylenmesiyle bir an durdum. Yavaşça bedenimi ona doğru döndürürken aklıma banyodan çıktıktan sonraki düşüncelerim çakıldı. Bildiğim bir şeydi bu ama yine de bu sözleri onun ağzından nefes alırken duymak kalbimi fazlasıyla kırmıştı.


Kendimi avutmaya çalışarak yanımdaki kanepenin üstündeki minderi alıp ona fırlattım. “Bok yaparsın başkasından çocuk. Yap da seni geberteyim!” dedim sinirle. Yağız, tam yüzüne denk gelen minderden dolayı bana kötü kötü bakarken minderi kolunun altına aldı ve benim yerime ona sarılarak bakışlarını Mert’e çevirdi.


“Küfretme bebeğin yanında.” dedi.


Önceki söylediklerine sinirli olduğum için uyarmasını umursamadım. Omuz silkerek “Üç aylık bebek ne anlasın küfürden?” diye söylendim ve kucağımdaki Mert’e baktım. Bakışlarımız buluştuğunda dediklerimi geri almam gerektiğini düşündüm. Sanki on saat uyumuş da hiç uykusu yokmuş gibi gözlerini bana dikmiş tüm dikkatiyle bana bakıyordu ve sanki iletişimimiz hoşuna gitmiş gibi gülümsüyordu bana. Büyümüş de küçülmüş gibiydi. Gerçi bu bebek için normal bir şeydi bu sonuçta kanında Seda ve Akın’ın çarpımı vardı. Her şeyi anlardı bu canavar, o yüzden dikkatli davranmam gerekirdi yanında.


Bakışlarımız birbirine bağlıyken baş parmağını ağzına götürerek emmeye başladı. Seda’nın bin beş yüz kere dediği şey şimşek gibi başımın üstüne çakışıyla acıktığını anladım.


Peki şimdi kim mutfağa gidip Seda’nın bıraktığı sütü alacaktı?


Başımı hafifçe uyuyan şahsa doğru uzattım ve dikkatle yüzünü incelemeye başladım. Yüzü ifadesizdi, göğsü sabit hareketle inip kalkıyordu. Ne yani ben bu durumdayken oyuyor muydu? Hafifçe gülümseyerek “Yavrucak acıkmış, mutfağa gidip annesiz babasız bu çocuğun sütünü getirir misin amcası?” diye sordum üzgün ve yalvarır bir sesle.


Benim bu acıklı konuşmama ters tepki olarak Yağız’ın yaptığı tek şey yastığına daha fazla sarılmak oldu. Yüzümdeki gülümseme yerini bıkkınlığa bıraktığında gözlerimle onu deştiğimi hayal ederek odadan en gürültülü halimle çıkıp mutfağa doğru ilerlemeye başladım.


Karar vermiştim, bu adama çocuk falan yapmayacaktım.


Yüzüme yansıyan güneşin sıcak ışıklarıyla kıpırdanarak gözlerimi araladım. Aralanan kapaklardan içeri yansıyan manzarayla ilk önce kucağımda uyuyan Mert’e baktım. Huzurla, kalbimin sesini dinleyerek uyuyordu; ona bakınca istemsiz yüzümde bir tebessüm peydah oldu. Her ne kadar gece bana gece bana hayatı sorgulatmış olsa da onunla ilgilenmek sanki normal bir hayat yaşıyormuşum gibi hissettirmişti ve inkar etmek istesem de bu hissi sevmiştim. Gözlerimi bebekten alıp karşıma çevirdiğimde karşılaştığım gözlerle bir an duraksadım. Hayranlıkla bana bakan bir çift mavi göz fazlasıyla sıcak ve baharı anımsatacak kadar huzurluydu.


Onun bakışlarının karşısında erirken gece boyu kanepede yaslanarak ve kucağımda da bebek olduğu için hiç kıpırdamadan yattığımdan dolayı tutulan boynumu elimle ovarken mavi gözlerine bakıp mesafeli şekilde söylendim.


“Hayırdır, çok mu güzelim de beni izliyorsun?” ses tonum onu umursamadığımı belli ederken içimdeki duygular ondan bağımsızdı. Her ne kadar iddiayı ben kaybetmiş olsam da sonuçta hayat arkadaşıydık, yani onun da bebeğe bakması gerekiyordu gece ama o bakmamıştı. O yüzden bir süre onunla mesafeli olacaktım. Bunu hak etmişti.


Bakışları mesafeli olan topraklarımı aşındırırken üst dudağı alımlı bir edayla yukarı kıvrıldı. “Evet,” dedi genizden gelen sesiyle. “Hayatımda gördüğüm en güzel kadınsın.” kelimeleri gözlerimdeki mesafeyi aşarken benim deminki resmiyet işi bir süreliğine rafa kalktı ama yine de kendimi tutmaya çalıştım.


Hemen yelkenleri onun okyanusuna indirmeyecektim. “Sen git yapacağın çocuğun annesine bak. Hem ne diye bakıyorsun uyuyan insana? Ne zamandır bakıyorsun?” sinirle sorularımı peş peşe yağmur misali yağdırırken bir elimle de uyanmaması için bebeğin sırtını ovmaya başladım. Yağız'sa sorularıma hiç sinirlenmedi aksine hoşuna gitmiş gibi gülümsemesini genişleterek başını hafifçe eğip bana daha derinden bakmaya başladı.


“Birincisi zaten gelecekteki çocuğumun annesine bakıyorum.” dedi ve derin bir nefes alarak bana doğru eğilip sol gözümün önüne düşen saç tutamını yavaşça kulağımın arkasına sıkıştırarak parmaklarını yanağıma sürtüp geri çekildi ve ekledi. “İkinci de ben seni her uyuduğunda izliyorum yani bu yeni olan bir şey değil ve iki saattir bu güzel manzarayı izliyorum.” kolundaki saati işaret ederek cümlesini bitirdiğinde kolundaki saatte dönen yelkovan ve akrebe meydan okuyan kalbimden haberi yoktu. Her bir açıklayıcı cümlesi akşamki kırgınlığı toplarken kendini affettirecek kadar güçlüydü. Gözlerime inen sevgiyle ona bakmaya başladığımda ateşkes imzaladığımızı ikimizde biliyorduk.


Bir davranışı, güzel bir sözü, içimi ısıtan bir bakışı yeterdi ona karşı ördüğüm duvarları yıkmaya. Bu aslında tehlikeliydi, ona duyduğum sevgi zehirliydi ama ben bu zehri içerek tehlikenin kucağında yaşamaya razıydım çünkü ödülüm oydu.


İkimizde birbirimize yüksek dozda duygu yoğunluğuyla bakıyorduk ve bu hiç iyi bir şey değildi şu an ki durumumuz için. O yüzden konuyu değiştirmek istercesine hafifçe öksürerek bakışlarımı kucağımdaki bebeğe sığındırdım.


“Yerini sevdi canavar keşke en başta böyle yatsaydık.” dedim küçük bedenine gülümseyerek. Söylediğim cümleyle Yağız’ın arsız bir tonda gülmesiyle bakışlarımı ona doğru çevirdim. Gözlerinde sinsi bir parıltı geçerken gözleri göğüslerime kaydı.


“Orayı bende seviyorum, işini biliyor çocuk.” Karanlık ton barındıran sesiyle söylediği arsız cümle beni ilk başta şaşırtsa da sonrasında utandırmıştı. Utangaçlık damarlarımdan akarken gerginlikle bakışlarımı bebeğe çevirdim. Şu an en masum şey oydu bu odadaki...


“Ya sen ne olsun istiyorsun? Deme böyle şeyler çocuğun yanında. Seda’nın bebeği bu anlar.” dedim mırıldanarak. Uyarır şekilde konuşmamla Yağız, kıkırdarken gülmesini bastırmaya çalışırcasına boğazını temizleyip omuzlarını dikleştirdi.


“Yani Seda’nın bebeği olmasa diyebilirim yanında?” sorgularcasına konuşmasıyla bakışlarımı ona çevirerek çekici bir şekilde gülümsedim.


“Yalnızken dersen daha iyi olur, o zaman verebileceğim bir karşılık olur.” göz kırparak konuşmamla bakışları derinleşti. Dirseklerini bacaklarının üzerine yerleştirerek çenesini eline yasladı ve okyanuslarındaki arsız dalgalarla topraklarımı beslemeye başladı.


“Vereceğin cevap tatmin edici olur mu?”


“Seni temin ederim ki ikimizi de fazlasıyla tatmin edecek bir cevap verebilirim.” imaya imayla karşılık vermem hoşuna gitmişti ki tam keyifli bir tavırla konuşmak için dudaklarını aralamıştı kapı tıklandı. Gelenlerin kim olduğunu bilerek sevinçle, bebeği uyandırmayacak şekilde kanepeden kalkıp hızla kapıya yürüdüm ve kapıyı açtığım gibi kimseye bir şey demeden bebeği Seda’nın kucağına bırakarak arkamı dönüp kapıyı kapattım. Bu davranışımla arkamda beni izleyen Yağız, sesli bir şekilde kahkaha attı ama ben onu umursayacak halde değildim. İlgilenmediği belli edecek şekilde omuz silkerek kendimi beni bekleyen yatağa bıraktım. Yağız’ın yastığına sarılırken kendi yastığımı istediğim yüksekliğe ayarlayarak gözlerimi huzurla kapattım.


“Bir süre kimseyle görüşmek istemiyorum. Akşam dövüşe giderken görüşürüz.” diye mırıldandım ve gecenin yorgunluğunu atmak için ruhumu derin bir uykuya teslim ettim...


İki saat süren huzurlu uykunun getirdiği enerjiyle duşumu almış, turnuvaya gideceğimiz içinde önden imza atmam gereken dosyaları halletmek için çalışma odamda kağıtlarla ve rakamlarla boğuşmuştum. Şimdi ise kafes dövüşlerini izlemek için Bağımsız Bölgeye gidiyorduk.


Bağımsız Bölge, dediğimiz yer Krallığa bağlı olmayan özerk bir bölgeydi. Orada her türden insan bulabilirdiniz çünkü orada her şey yasaldı. Suç yoktu, her şey yapılabilirdi. Karma bir bölge olduğu için tüm Krallıktan insanlar vardı ve bu tarz vahşet barındıran turnuvalar orada yapılırdı.


Araba bir buçuk saattir yolda akarken çalan kısık sesli şarkı gittiğimiz yer için uygun olmasa da bizim için uygundu. Şarkının nakaratı kulaklarımızın pasını silerken gittiğimiz yol güzergahında gözlerimize yansıyan yaz güneşi arabanın içini ısıtıyordu. Başımı koltuğa yaslarken elimi Yağız’ın ensesine yerleştirip saçlarını okşamaya başladığımda aynı zamanda şarkıya da eşlik etmeye başlamıştım.


Dedim ona ‘Ey güzel, böyle mi geçer bu geceler, bu geceler?’


Neymiş anam, bizim bu keder?


Ne zamana kadar böyle gider, böyle gider?


Yar beline, beline sarılamam


Ah, geceden duramam


Ah, öteden beriden bakış atma


Ah yerimde duramam.


Bakış atma kısmını söylerken başını hafifçe çevirip bana yandan, çekici bir bakış attığında gülerek sesimi yükselttim. O da bana ayak uydurmaya karar vermişti ki elini bacağıma koyarak benim sesimin çok önünde olan sesiyle şarkıyı söylemeye başladı.


Ah, yıkadım, kuruttum çarşafı serdim ipek yorganı


Ah günahı sevabı boynuma


Gel bu gece koynuma...


Şarkının sonlarına doğru ikimizin de sesi kısılırken yol kenarında gördüğüm tabelayla yaslandığım yerden doğruldum ve heyecanla Yağız’a dönüp ellerimi çarparak gülümsedim ama o gülümsemek yerine buraya gelmeyi hiç istemediğini belli ederek somurtuyordu. Deminki keyfi tamamen kaçmış ardımızda kalmıştı. Arabayı kalabalık içerisinde dikkatle sürüp turnuva alanının park yerinde boş alan ararken dönüp bana baktı ve ardından tekrar yola bakarak huysuzca söylendi.


“Bak önceki seferki gibi bir olay istemiyorum. Uslu bir kadın olacaksın ve sakince dövüşleri izleyip bu geceyi huzurla geçirdikten sonra sabah şehre geri döneceğiz. Başka bir şey olmayacak ellerin uslu duracak.” uyarı barındıran ses tonuyla kollarımı birbirine bağlayarak huysuzca somurttum.


“Geçenki olayda benim bir suçum yoktu. Kız resmen benim yanımda sana yaklaşıp seninle yatmak istediğini söyledi. Ne yapsaydım, hadi beraber gidelim mi deseydim? Dua etsin kafasına sıkmadım.” dedim sinirle. O günü düşününce yine öfkelenmiştim. Umarım o kız yine buraya gelmiştir de bu sefer onu zeminle yatırırdım.


Yağız, benim düşüncelerimden bağımsız kendimi haklı olduğuma inandırdığım için bıkkınlıkla bakışlarını bana çevirdiğinde öfkeyle ona bakmaya devam ettim. “Kız dedi diye onu kafese çağırmak ne Alisa? Hem de kız profesyonel dövüşçüydü, sense o zamanlar dövüş dersinden nasıl kaçarım diye düşünüyordun.”


Dedikleri yüzümü asarken umursamazca omuz silktim. Haklıydı ama haklı olması umurumda değildi çünkü ben haklıydım.


Koltuktaki bedenimi tümüyle ona döndürerek hırsla gözlerine baktım. “Ne yani aynısı bana olsa...” dedim ve üstten bir tavırla ekledim. “Şimdi gelip bir adam benimle yatmak istediğini söylese bir şey yapmaz mıydın?”


Kinayeli sesimle direksiyonu tutan eli kasıldı. Gözleri karşısındaki dur tabelasına takılı kaldığında göğsünü hiddetlendirecek bir nefes çekti içine.


“O siktiğimin piçi sana öyle bir şey demeye kalksa önce onu şu karşıdaki direğe oturtturur ardından da o boktan kafasını kargalara yediririm.” tek nefeste sanki tüm o dediklerini bir bir yapmış gibi konuşurken, bakışları bana değdiğinde durakladı ve gözlerini kıpraştırarak boğazını temizleyip, haklıyım bakışlarımı görünce okyanuslarını kaçırdı.


Masum bir sesle “Senin yaptığını yapmazdım. Adamı medenice uyarırdım.” dedi ama dediğinin yalan olduğunu üç aylık Mert bile anlardı. Kıvırmaya çalışmasıyla kendimi tutamayarak kahkaha attığımda alınmış bir tavırla bana baktı fakat bakışı daha da gülmeme sebep oldu. Bir an hayalimde o anı canlandırdım, Yağız’ı gerçekten öyle düşünemiyordum.


Gülmemin arasında elimi omzuna koyarak “Aynen aşkım aynen kibarca ‘gider misiniz beyefendi’ derdin adama.” dedim ve daha fazla gülmeye başladım. Yağız, gülüşüme bakarken utanmıştı ki oflayarak arabayı park etti ve bana bakmadan “Kapat şu konuyu, dediklerimi de unutma.” dedi sinirle. Gülmemi kesip yüzüne baktığımda sinirlendiğini anlamıştım, her ne kadar belli etmemek için kendini kassada... bugünün bozulmaması için daha fazla üstüne gitmemeliyim diye düşünerek emredersiniz dercesine elimi alnıma götürüp selam vererek arabadan indiğimde o da sırıtarak arabadan indi.


Geniş park yerinde her çeşit insan, her türden araba vardı. Spor arabalar drift atarak turnuva alanını şenlendirirken her bir kısımdan gelen yüksek sesli şarkılar birbirlerine karışmış durumdaydı. Gözlerim keyifle etrafta gezinirken Seda ve Akın’ın yanımıza gelmelerini beklerken arabanın kaputuna yaslandık. Yağız, kolunu sırtımın arkasından kaputa yasladığından beni kolunun altına almış gibi duruyordu. Diğer eliyle telefonuna bakarken etrafta olan biten ilgilenmiyormuş gibiydi. Gözlerim ilerimizde yarış arabasının film kaplı camına kaydığında yansıyan bizi görmemle üst dudağım ahenkle yukarı kıvrıldı.


Uyumluyduk, fazlasıyla.


Üzerimdeki siyah uzun kollu, kısa tişörtün altına giydiğim deri pantolon ve yüksek taban siyah spor ayakkabılarımla ben karanlığı temsil ederken Yağız, beyaz keten pantolonu ve beyaz salaş gömleğiyle ışığı yansıtıyordu. Gömleğinin üstten üç düğmesi açıktı ve kıvırdığı kollarıyla kumral teni ben buradayım dercesine bağırıyordu. Kalbim gördüklerimle hızlanırken çevik bir hareketle yanından doğrulup tam karşısına geçtim. Gözleri hareketimle alttan bana bakarken kaşlarını çatmıştı, gülümseyerek gözlerine bakıp iki adım geri geldim.


“Ne yapıyorsun?” ondan uzaklaşmam hoşuna gitmemişti ki kolumu yakalamak için uzandı ama başımı hızla hayır anlamında sallayarak geriye bir adım daha attım.


“Biz yan yana olamayız.” ciddi ses tonumla kaşları daha da çatılırken bakışlarında dediğimi anlayamadığını belli eden bir afallama geçti.


“Ne saçmalıyorsun?”


“Akıllım ateşle barutun yan yana durup da yanmadığı görülmüş mü? Yan yana gelemeyiz.” dedim ve göz kırparak ekledim. “Yanarız.”


İfadesi şaka yaptığımı anladığında bariz şekilde değişirken elindeki telefonu rahat bir biçimde cebine koydu ve gözlerini gözlerimden ayırmadan benim uzaklaşmama aman vermeden bana doğru atıldı. Göğüslerimiz sert şekilde birbirlerine çarptıklarında yüzlerimiz arasında az bir mesafe vardı. Nefesi nefesime karışıyor teninden yayılan koku damağımda tatlı bir tat bırakıyordu. Bir eli belimi kavradığında gözlerim kısa bir an dudaklarına kaydı ama hemen toparlayarak tekrar dalgalanmış okyanuslarına bakmayı zor da olsa başardım.


“Eğer ki biz bir olup yanarken biri söndürmeye kalksa söndüreni o suda boğarım.” diye mırıldandı dudaklarımın üstüne ve söylediklerini mühürlemek istercesine dudaklarını dudaklarıma bağladı. İki dudağının arasına aldığı alt dudağımla kendimi ona doğru yaslamıştım ki duyduğum sesle ateşten uzaklaştım.


“Lan evi anladık, sarayı anladık, amına koyayım bari başka şehirde yapmayın ayıp ayıp.” gözlerimi sinirle kapatırken Yağız’ın kolunu sıkarak “Ya sen boğarsın ya da ben vururum.” dedim.


Nefesi yüzüme vururken bıkkın bir şekilde ofladı. “Boğamam oğlu var.”


Hatırlatmasıyla başımı doğru anlamında salladım. “Vuramam Seda’nın kocası.”


Birbirimize bakarak bir şey yok dercesine gülümsedik ve Yağız, beni kolunun altına alarak Sedalara doğru çevirdi. İkimizde yapmacık şekilde gülümsedik ve aynı anda “İyi ki geldiniz.” dedik. Seda, bizi böldüğü için çekingen tavırla gülümserken Akın, arsızlığını belli edercesine yamuk bir gülüşle bize doğru geldi ve elini Yağız’ın omzuna yerleştirip “Siz bizi beklerken nasıl gelmeyelim oğlum? Dörtlü date kaçar mı?” alayla konuştu.


Yağız, sinirle gülümseyerek bir Akın’a bir de omzuna koyduğu eline baktı. Ardından Seda ve bana kısa bir bakış attı ve Akın’a dönüp “Yayı gevşemiş çeneni döve döve düzleştirir, o kolunu da götüne sokarım. Zaten varlığın seni dövmem için bir neden, geri bas kör nişancı.” diyerek dişlerinin arasından söylendi. Normal şartlarda bunu başkasına dese karşısındaki altına kaçırırdı ama Akın bunu umursamadan elini omzundan indirdi ve alınmış gibi yaparak dudaklarını büzdü.


“Kalbimi kırıyorsun aslancık, hani en sevdiğin kardeşindim. Cadı geldi beni unuttun, alınıyorum.” kibarlaştırdığı sesiyle bana laf atması, kaşlarımı hayretle kaldırırken Seda, kendini tutamayıp kıkırdamıştı. Yağız, benim karşılık vereceğimi biliyordu ki bunu engellemek istercesine belimdeki elini sıkılaştırdı ve beni kendine yapıştırdı.


“Akın bugün sakin kalacağım, küfretmeyeceğim dedim ama siktir git bulaşma bize. Kızımı biraz daha sinirlendirirsen valla tutamam onu ağzına sıçar.” Yağız’ın uyarısıyla Akın, şaşkınlıkla onu savunması için Seda’ya döndü. Seda, gülümsemesini bastırmaya çalışarak dudaklarını birleştirip bir şey yapamam edasıyla omzunu silkti ve turnuva alanına doğru çenesini kaldırarak Akın’ın elini tuttu. “Hadi artık yaramaz çocuklar, susun ve geç kalmadan yerimize geçelim.” Seda’nın uyarısıyla kimse daha konuşmadı. Onlar önden yürürken Yağız’da benim elimi tuttu ve bizde arkalarından ilerlemeye başladık. Etrafımız fazlasıyla kalabalıktı. Gruplaşmış insanlar birbirleriyle sesli şekilde sohbet ederken herkesin kafası güzeldi. Hava karardığı için alanı yakılan alevlerle aydınlatmışlardı ve etraf yanan alevler çok güzel görünüyordu. Bazı alevler renk tozlarıyla rengarenk süslenmişti. İnsanlar, müziğin ritmine kendilerini bırakarak dans edip eğleniyorlardı. Bazıları dans işini birkaç level yukarı taşımış olsa da eğlenceli bir ortam olduğu gözle görülür biçimiyle belliydi. Biz kalabalıkla ilgilenmeyip direk dövüş alanına doğru ilerledik.


Binadan içeri girdiğimizde boğucu bir hava karşıladı bizi. İçerisi o kadar kalabalıktı ki insanlar birbirlerine yapışmış şekilde bağırıp tezahürat yapıyorlardı. İçerisi ter ve alkol kokarken yanında kan kokusu da eklenmişti. Tamamen mide bulandırıcı bir kokuydu. Burnumu kapatma ihtiyacı duyarken yüzümü Yağız’ın göğsüne yasladım ve onun beni yönlendirmesine izin verdim. O kimsenin bana temas etmesine izin vermeden bizim için ayarlanan masaya ulaşmamı sağladığında yanağına küçük bir buse kondurdum ve heyecanla kalabalıktan uzak, dövüş kafesini en yakından izleyebileceğim şekilde konumlandırılmış masaya kendimi bıraktım. Ben merakla oturmuş onların oturmasını izlerken biraz önce ben kıskanmam diyen adamın etrafımızdaki tüm erkeklere akıllı olun yoksa her an üstünüze atlayabilirim dercesine bakış senfonisini büyük sabırla bekledim. Kafamı çevirerek Akın’a baktığımda onun da aynı şekilde etrafa bakışlar attığını fark ettim.


Yanımda oturan Seda’ya doğru başımı eğip “Keşke sadece ikimiz gelseydik. Daha eğlenceli olurdu.” dedim bıkkınlıkla. Bu söylemimle diğer ikisi bana ne saçmalıyorsun dercesine baktı ve Akın, Seda’yı kolunun altına alarak “Saçma sapan şeyler söyleyip karımın aklına girme.” dedi ve huysuz bakışlarını aslancığa çevirerek ekledi. “Yağız, bir şey de yanındakine.”


Onu sinir etmenin verdiği keyifle kendimi beğenmiş bir ifadeyle ona gülümsedim. Seda da kocasının mağaradan çıkmış olmasından sıkılmıştı ki beni onaylarcasına Akın’a tuhaf bir bakış attı.


“Haklısın bu yanımızdakilerle bu iş zor.” dedi ve elini masanın üzerindeki şarap kadehine götürerek bir yudum aldı. Beni desteklemesiyle gülümseyerek bende elimi kadehime götürmüştüm ki Yağız’ın nefesini kulağımda hissetmemle bir an kasıldım. Sıcak nefesi tüylerimi ürpertecek kadar hacimliydi.


“Araya giren zamanla ilişkimizi unutmuş gibisin. Seve seve hatırlatırım, müsait olduğumuzda.” erkeksi sesiyle fısıldaması derin bir soluk almama sebep olduğunda karnımın altında beni uyaran kıvılcımların varlığı sert bir şekilde yutkunmamı sağladı. Bu his bastırmak istercesine tatlı bir tavırla gülümseyerek ona doğru döndüm.


“Olur mu öyle şey yakışıklım? Şaka yaptım sadece gülmedin mi?” diye sordum cilveli bir edayla. Gözlerim cilvemi destekler şekilde yüzünde gezinirken aslancığın şakadan hoşlanmadığını net bir şekilde anlamıştım. Başını yukarı doğru oynatarak “Cık. Gülmedim. Hem de hiç.” dedi.


Konuyu kapatmak istercesine omuz silkerek gözlerimi kaçırdım. “Senin kaybın ben güldüm.” diyerek kafesi izlemeye başladım. Dövüşçüler son hazırlıklarını yapıyordu ve gördüğüm bedenlerle bu turnuvanın fazla keyifli geçeceği belli olmuştu.


Aradan geçen üç saatin sonunda, final dövüşüne gelmiştik. Karşımdaki, resmen dünyaya dövüşmek için gelmiş olan esmer adamın önündeki rakibini yaptığı hareketle şaşırtıp karnına attığı yumrukla yere düşürmesini saniye saniye ağır çekimdeymiş gibi izlememle oturduğum sandalyeden hızla kalktım.


“İşte böyle şampiyon!” diye bağırırken gözlerim heyecanla yanıyordu. En başından beri bu adamı destekliyordum. Diğer rakipleri kadar kalıplı veya kaslı değildi ama taktikleri çok iyiydi. Karşısındaki tüm rakipleri öyle güzel nakavt etmişti ki gerçekten kazanmayı hak ediyordu gözümde.


Yaşadığım sevinci atlatarak tekrar sandalyeye oturup dövüşe odaklanacaktım ki Yağız’ın beni öldürecekmiş gibi baktığını fark etmemle bir an duraksasam da masumca gülümseyerek kafamı kafese doğru çevirdim. Şu an onunla ilgilenemezdim, daha önemli bir şey vardı manzaramda...


Ben tüm dikkatimle adamın her bir hareketini itinayla takip ediyordum ki Yağız, bana doğru yaklaştı ve “Niye adamı yiyecekmiş gibi bakıyorsun?” diye sordu sert bir tonla.


Konuşma şeklini umursamadan adama bakmaya devam ederek “Adam, çok iyi değil mi ya?” diye mırıldandım. Hayranlık barındıran konuşmamla Yağız’ın sesli bir şekilde güldüğünü işittim. Başımı hafifçe ona doğru çevirip baktığımda gülüşünü bastıramayan siniriyle bana baktığını gördüm. Omuz silkerek önüme dönüp dövüşü izlemeye devam edecektim ki konuşmasıyla bakışlarımı tekrar ona çevirdim.


“Ben bu adamı döverim.” ciddi konuşmasıyla alayla gülümsedim.


“Saçmalama, bu adamı dövemezsin.” yani bence dövemezdi. Ona zıt olan konuşmamla Yağız, elini çeneme koydu ve bana doğru biraz daha yaklaştı. Hırçınlaşmış okyanusları fazlasıyla fırtınaya esir olmuştu.


“Eğer ben bu adamı döversem istediğim bir şeyi yapacaksın, eğer o beni döverse ben senin istediğin bir şeyi yapacağım.” dedi net şekilde. İddiaya girmek istemesi kaşlarımı çattırırken huzursuzlanmıştım.


“Saçmalama. İçeri girersen çıkamazsın.” afallamış bir yüzle, huzursuz bir kalple söylediğim imkansızlık barındıran cümle onun kaşlarını daha da çatarken yüzündeki ifadeyi daha da karartmıştı. Çenemdeki parmakları tenimi okşarken dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktı ve bir nefes mesafesi uzaklaşarak gözlerime baktı.


“Göreceğiz, izle ve gör. Ayrıca söz verdin diye kabul ediyorum. İstediğim bir şeyi yapacaksın.” diyerek mırıldanıp yanımdan kalktı. Adımları dövüşü organize edenlerin masasına doğru ilerlerken şaşkınca Akın’a döndüm.


“Durdursana Yağız’ı, dövüşe girecek.” diye bağırdım ama Akın’ı beni umursamadı ve içkisini içemeye devam ederken “Durmayacağını hepimiz biliyoruz.” dedi. Haklılığı daha da çok sinirimi bozarken derin bir nefes alarak gergin topraklarımı Yağız’a çevirdim. Ciddi bir şekilde ringdeki adama bakıyordu. Adamsa rakibini yenmiş, tüm ihtişamıyla kazandığı kupayı kaldırıyordu. Kemikli, sert çehresi açıkça mesaj veriyordu ki ben dövüşçülerin kralıyım diye bağırıyordu.


Oflayarak “Umarım yüzüne çok vurmaz, o yüz bana lazım.” diye söylendim.


Seda, dediğimle gözlerini kocaman açarak “Ciddi misin sen?” diye kızdı ama umursamadım. Ne yapayım dercesine omuz silkerken tekrar ringe baktım. Yağız, üzerini değiştirmiş, alttan sadece dövüşçülerin giydiği şortu giymişti.


Onu orada görmenin iğrenç hissiyle midem düğümlenirken bu gecenin hemen bitmesini içten içe dilemeye başladım...


Loading...
0%