Yeni Üyelik
27.
Bölüm

26.Bölüm "Savaş Ve Barış"

@senabookss

“Kıyamet adımlarının arkasındaysa koşman hiçbir şeyi değiştirmez. Kıyametten kaçamazsın çünkü o senin sonun değil başlangıcındır.”


Kulaklarda uğultu yapan siren sesiyle dövüş başladı.


Ritmini bozan kalbim göğüs kafesime baskı yaparken ciğerlerimi rahatlatmak için derin bir nefes aldım ve içimden bu geceyi en az hasarla kapatmayı diledim ama bu dileğimin tanrı tarafından duyulmayacak kadar sessiz olduğunu da biliyordum. Kafesin içindeki ikili arasında oluşan gerginlik benim dileğimi bastıracak kadar gürültülüydü.


İki koca adam birbirilerine buranın sahibi benim dercesine bakıyordu ve bu sadece bakmakla kalmayacaktı. Oturduğum koltukta bedeni dikleştirerek titreyen göz bebeklerimi Yağız’a sabitledim. Üstü tamamen çıplaktı, alttan sporculardan birinden aldığını tahmin ettiğim bir siyah şort vardı. Tüm dikkatiyle karşısındaki adama bakıyordu. Şu an analiz yapıyor olmalıydı, zihninde adamın zayıf noktalarını belirliyordu.


Yağız, taktik adamıydı, boş yere vurmaz gerekli yere darbeyi indirir ve işi bitirirdi.


Karşısındaki adamın öfkeli bakışlarından da anlaşılıyordu ki şampiyon olduğu gece de ona meydan okuyan bu adamın neyin kafasını yaşadığını merak ederken onu bir önce yerle buluşturup galibiyetini kutlamak istiyordu.


Yağız, adamın ona öfkeyle salladığı yumruktan hızla eğilerek kaçtığında karşındakine aman vermeden ondan daha hızlı bir hareketle önce karnına ardından da yüzüne yumruk attı. Adam aldığı darbelerle bir adım geriye sendeledi. Burnundan süzülen kan, adamın gözlerini karartırken Yağız’ın yüzünde çarpık bir sırıtış, benim bedenimdeyse korku dolu bir ürperti yarattı. Bu adam kolay lokma değildi.


Akın, Yağız’ın hamlesine karşılık oturduğu yerden elini ağzına götürerek “Helal amına koyayım! Göster şuna kim olduğunu!” diye bağırdı. Şu an salonda çoğu kişi diğer adamı tutuyordu. Sonuçta adam şampiyon olmuştu, bahisler onun tarafında olmalıydı. Yağız'ı ise biz ve onu beğenen birkaç kadın destekliyordu. Gerçi bu durum aslancığın umurunda bile değildi. Onun için önemli olan bu adamı alt edip bana kimin güçlü olduğunu göstermekti...


Yediği yumruklardan sonra hemen kendini toplayan adam daha agresif dövüşmeye başladı. Karşılıklı durduklarında gözlerim ikisi arasında dolaştı kalıpları hemen hemen aynıydı, adam biraz daha kısa ve kaslıydı; Yağız, karşısında daha fit duruyordu. Aslancık adamın attığı peş peşe yumruklardan çevik hareketlerle kaçıyordu, şu an savunma pozisyonundaydı amacı adamı yormaktı. Adam hızla yumruklarını sallarken Yağız’ı şaşırtarak karnına değil de yüzüne yumruk attığında işin rengi değişti. Yumruk elmacık kemiğine çarptığı anda hızla ayağa kalktım. Ben ayağa kalkarken Yağız, yumrukla sersemleyip yere düşmüştü. Onun yediği yumruğu sanki mideme yemişim gibi bir ağrı bedenime saplandığında küçük küçük ciğerlerime yetmeyecek nefesleri dilendim havadan. Boğazım sıkılıyor gibiydi çünkü onun acı çekmesi canımı acıtıyordu. Gözlerim acıyla karardığında öfkeyle Akın’a döndüm.


“Durdur şunu!” sesim bu gürültüde ona ulaşacak kadar yüksekti ki Akın, bağırışımla bana tereddütle baktı ve yapamam dercesine kafasını hayır anlamında salladı. Gözlerim onun yüzünden öfkeyle çekilirken hırsla mırıldandım. “Eğer ona bir şey olursa burayı ateşe veririm.”


Demir parmaklıklar içindeki alanda yerde yatan şahsa değen her bir darbe tenimi uyuştururken ellerim kendiliğinden yumruk şeklini aldı. Adam, ona ilk önce birkaç tekme savurdu, adamın cüssesinden darbelerin sertliğini tahmin etmek hiç bu kadar canımı yakmamıştı. Yağız'ın yerden kalkamayacağını anladığı anda ondan uzaklaşarak kalabalığı coşturmaya başladı.


Yaptığı coşturma hareketi, işi bitirmeme son bir hareket kaldı anlamına geliyordu. Bunu bildiğimden hızla Yağız’a baktım. İki kolunun üzerinde yerden destek alarak ayağa kalkıyordu. Kaşından süzülen kan çenesinden yere damlarken gözleri sadece ona arkası dönük olan adamdaydı. Aslında şu an ona saldırabilirdi ve kolaylıkla alt ederdi çünkü adamın karşılık verme fırsatı olmazdı ama Yağız Ertuğ asla düşmanlarını arkalarından vurmazdı. Gözlerinin içine bakarak son darbeyi yapardı.


Normalde sevdiğim özelliği şu an ona gıcık olmama sebep olmuştu. İki vuruşta işi bitirebilirdi. Bazen bu adam doğruculuğu hiç hoşuma gitmiyordu.


Adam rahat bir tavırla aheste aheste son vuruşu yapmak için döndüğünde Yağız’ı ayakta, ona öfkeyle bakarken gördüğünde yüzündeki keyif tuzla buz oldu. Kaşları çatılırken kanlı yüzü kanıyla aynı renge büründü.


Sen kolay lokma değilsin evet ama karşındaki hiç değil seni kas torbası.


Yağız, ona bakarken gözlerinin karşısındaki kişi için üzülmüştüm. Dövüşçü de kısa bir an bunu düşünmüş olmalıydı ki kaşlarını çatmış, afallaması kızarmış yüzünde yer edinmişti. İzleyicilerin bağırışları dövüşün kızışmasıyla arttığında adam, şampiyonluğuna gölge düşecek korkusuyla bu işi hızla bitirmek istercesine ileri atıldı. Peş peşe yüzüne doğru salladığı yumruklardan Yağız kaçarken adamın karnına yumruk attı ve adam öne doğru sendelediğinde gözüne bir yumruk daha atıp bacağını adamın sararak tüm ağırlığını sırtlanıp adamı yere devirdi.


Salondaki çoğu kişi bu hareketle nefesini tutarken gözlerim beklenti için ikisine odaklıydı. İçimden bir ses bu işin böyle kolay bitmeyeceğini söylüyordu ki haklıydı da...


Yağız, bacaklarını iki yana açarak adamın üzerinde durup ona vururken adam kollarıyla yüzünü kapatmıştı. Pes edercesine elini havaya kaldırdığında aslancık durdu ve adama baktı. Herkes sessizleşmişti, şimdi ya izin verip adamı bırakacaktı ya da gaddarlığını tescillemek istercesine onu bayıltana kadar dövecek ve izleyicilere keyif verecekti.


Ama ben bunları istemiyordum.


Gözlerim korkuyla titrerken yüreğim beklentiyle çarpıyor, midem sanki geçmişin sancısını ev sahibi gibi sahipleniyordu. Eski anılar tüylerimi ürpertecek kadar zihnimde canlanırken tekrardan onları yaşamak istediğimi hissettim. Yağız, eski kendinden uzaklaştığı bu yeni kendinde tekrardan eski haline boyun eğecek mi eğmeyecek mi diye beklerken gözlerimin dolduğunu hissettim. Yağız, elini havaya kaldırmış adama vurmak için hareket edecekken duraksadı. Bakışları benim ona hatırlarla dolu gözlerimi bulduğunda içimdeki tereddütle başımı hayır dercesine salladım.


Bir kere sınırı aşarsa hep aşardı ve eski kendi kazanırdı. Bunu istemiyordum çünkü onun o hali bir yırtıcıdan farksızdı.


Gözleri benim korkumu görmüştü ki dalgalanarak içindeki istekle yanan ateşi söndürdü. Yutkunarak adamın üzerinde doğruldu. İçindeki canavarı değil de beni seçmesinin hissiyle dudaklarım iki yana uzanmıştı ki dövüşçünün yaptığı hareketle tebessümüm dudaklarımda donuklaştı.


Yağız, adam pes ettiği için onun üzerinden doğrulmuş ve kazandığını tescillemiş şekilde bize doğru döndüğünde kaybetmeyi kendine yedirmeyen adam Yağız’ın merhametine kancayı atarak önce dizinin arka tarafına hızla tekme attı ve onu önünde diz çöktürüp yattığı yerde doğrularak kolunu onun boynuna doladı. Yağız, bir elini boynundaki kola sardığında nefesimi tuttum. Bakışlarımı birbirine düğümlendiğinde gözlerinde gördüğüm ifadeyle kaşlarımı çattım. Ona yapılan presten kurtulmaya çalışırken gözlerinden planını okudum. Bakışlarım adamın onun kafasına vurmak için kaldırdığı eline odaklandığında tam hareket ettirip aslancığın yüzüne indirecekti ki hızla bağırdım.


“Şimdi!” komutumla Yağız, adamın ona ilerlettiği elini hızla tutup çevirdi ve kafasını arkaya atarak adama kafa attı. Bu karşılıkla boynundaki kolu çözülmüştü, kaybettiği gücü Yağız kendi gücüyle doldurdu ve sırtından destek alarak adamı bir kolunu bir de ensesini tutarak onu takla atarak yere fırlattı. Adam düşüşle acı içinde bağırırken Yağız, ona aman vermeden yüzüne öyle bir yumruk attı ki adam bayıldı.


Tüm bunlar sadece yedi saniyede olmuştu...


Yağız’ın bu karşılığıyla salondaki herkes onun için tezahürat etmeye başladı. Etraf gürültüyle sarılırken onun bakışları bana odaklıydı. Üst dudağı yukarı doğru kıvrılmışken göz kırptığında gülümsemeden edemedim. Her ne kadar bu işin sonunda kazanmış olsa da o sevdiğim yüzü dağılmıştı ve bu onun umurunda bile değildi. Bu adamla gerçekten ne yapacağımı bilmiyordum.


Akın, dostunun kazanmasıyla içkisini havaya kaldırarak “Kükre aslan!” diye bağırdı.


Onun bağırışıyla bende kendimi tutamadım, kalbim heyecanla ritim tutarken “İşte benim adamım!” diye ona bakarak bağırdım. Bağırışımla başını olumsuzca sallarken yüzünde arsız bir sırıtış vardı.


Bizim bağırışımızla Seda’nın homurdanışını işittiğimde bakışlarımı ona çevirdim. Bana onaylamaz bir bakışla bakarken dudakları hafifçe aralıktı, şaşırmıştı. “Yemin ederim normal değilsiniz siz.” sesinde bariz bir hayret vardı.


Tepkisiyle gülümsememi bastırma gereği duymadan ona göz kırptım. “Yeni mi anladın?”


Kendimi bilemezdim ama Yağız’ın normal olmadığı belliydi, resmen sırf bir yersiz kıskançlık yüzünden dövüş şampiyonunu, şampiyon olduğu turnuvada yenmişti. Bu adam gerçekten deliydi ki onunla olduğum için sanırım bende öyleydim...


&


“Şişşş kıpırdama.” diye söylenirken karşımdaki şahsa sinirle baktım. Elimdeki pamuğu kaşına yavaşça bastırırken içimdeki acı duygusu dilime yansıdı. “Kendin kaşındın, hayır senin ne işin var orada? Adama bakıyoruz diye yedik mi adamı?” benim söylenişime karşı bana kötü kötü baksa da bir şey demedi. Doğrusu diyemedi çünkü haklıydım.


Şu an geldiğimiz otel odasında, yol üstündeki eczaneden aldığım ilk yardım malzemeleriyle yaralarını temizlemeye çalışıyordum. Sedalar, Ali’nin onları aramasıyla şehre geri dönmüşlerdi, bizse bu gece burada kalmayı planladığımız için planı bozmayarak burada kalmıştık. Tabi kalmamızın bir diğer nedeni de yaralarıydı. Bu halde o kadar yol gitmesine gönlüm razı olmamıştı. Hatta hastaneye gitmeyi bile teklif ettim ama beyefendi bunu kesin bir dille reddetti.


Elimi kaşından çekerek masaya dönüp başka, temiz bir pamuk aldım ve üzerine krem sürerek yanağındaki açılmış deri üzerine sürmeye başladım. Yağız, tüm bu müdahale boyunca bana bakmazken şimdi tüm dikkatiyle beni inceliyordu. Sanki ilk defa karşılaşmıştık da yüzümdeki her bir detay onda yeniydi. İrdeleyen bakışıyla ne oldu dercesine kafamı salladım. Şu an ona sinirliydim ve açıkçası beni böyle izlemesi işimi yapmama engel oluyordu. Bakışları yoğundu, bu yoğunluk sizi içine çekecek kadar derin, bir vuruşla yıkabilecek kadar kuvvetliydi.


Ve benim ona karşı duracak gücüm yoktu.


Bana cevap vermeyip bakmaya devam ettiğinde “Acıttım mı?” diye sorarak elimi yüzünden çekmek için kaldırdım. Elimi kaldırırken Yağız, elimi tutarak yüzüne geri yaklaştırdı. Gözleri aynı yoğunlukla bakarken gözlerimi gözlerinden ayıramadım.


Dudaklarını hafifçe aralayarak boğazını temizledi ve genizden gelen derin bir sesle “Canımı acıtıyorsun ama fiziksel olarak değil.” diye mırıldandı. Konuşmasının kulaklarımdan içeri süzülerek zihnime çarpması, dediklerini anlamlandırdığım saniyede yüzümde şaşkınlık yarattı. Kaşlarım yukarı kalkarken dudaklarım aralanmıştı.


Ne demek istemişti ki?


“Ne demek o?” diye sorarken gözlerimi yarasına çevirdim. Fazla derin değildi ama yara yaraydı sonuçta. Umarım yakışıklı yüzünde iz kalmazdı.


Ben krem sürülü pamuğu tekrardan yarası üzerinde gezdirirken Yağız, yanında oturan bana doğru kolunu uzattı ve elini belime sardı. “Kalbimi, ruhumu acıtıyorsun ve ben bu acıyı bile seviyorum.” İsyan etmekten ziyade bu acıdan zevk alırmış gibi konuşmasıyla gözlerimi benden ayrılmayan gözlerine düğümledim. Mavi gözlerinde çok değişik duygular vardı ve ben bunları çözemiyordum. Kendini benden saklarken, kelimeleriyle beni sarhoş edip ona açılmamı sağlamaya çalışıyordu ve bu işte gayet emin adımlarla ilerliyordu. Ona, duygularına, kalbimi hızlandıran gözlerine karşı koyamayacağımı biliyordu. Beni yenecek kadar benden güçlüydü ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Ben böyle yetiştirilmemiştim, ben böyle aşkla her şeyi feda edecek kadar özgür değildim.


Bunu bana çok iyi bir şekilde öğretmişti o adam...


Bu hisleri bana yaşattırdığı için sinirle “Kafanı falan çok sert mi vurdun sen?” diye söylendim gözlerimi devirerek. Yağız’sa soruma cevap vermeden önce masaya eğilip masanın üstündeki içkisini eline alarak bir yudum aldı ve sanki günlük bir konuşmanın içindeymişiz gibi sakin bir tavırla bana döndü.


İçkiden dolayı ıslanmış dudaklarını yalayarak onları daha da nemlendirirken “Kafamı değil, kalbimi çok fena şekilde birine çarptım.” dedi ve iç çekmeye benzer bir nefes alarak üst dudağını kıvırıp ekledi. “Artık nasıl çarptıysam on dokuz senedir kendime gelemedim.” kelimeleriyle beni öldürmek istiyorsa çok da çabalamasına gerek yoktu. Eğer böyle konuşmaya devam ederse görevinde başarılı olacaktı çünkü kalbim bu saldırıya dayanamayacak kadar boktan hislerle kaplanmıştı.


Bu adam niye sabahtan beri bu kadar romantikti?


Elim yüzünün yanında kaldığında gözlerine baktım ve gördüğüm parlak ışıkla sesli bir şekilde yutkundum. Kendime gelmek istercesine kafamı salladığımda bu onu gülümsetmişti ki dudağı seğirdi. Bu halimle dalga geçmesi sinirime dokunurken aynı zamanda içten içe keyifliydim de. İki durumda da sonuçta sebebi oydu diyeydi sanırım.


Üst bedenimi masaya doğru döndürerek masanın üzerindeki yara bandını elime alırken “Bana bak aslancık.” dedim ve ona doğru döndüm. Oturduğum yerden doğrularak yarasına yaklaşmak için eğilmiştim ki belimdeki elini daha da belime yerleştirerek beni kucağına oturttu. Şaşkınlıkla ona bakakaldığımda o bunun üzerinde hiç durmadı ve elini sırtımdan aşağı doğru kaydırarak kalçama yasladı.


“Sana bakıyorum kelebek söyle.” dedi genizden bir sesle. Sesi ensemdeki tüyleri ürpertirken omurgamın titrediğine yemin edebilirdim. Afalladığımı saklamak istercesine boğazımı temizlerken hafifçe yerimde kıpırdandım ama bu işi daha da kötüleştirdi çünkü tam kucağında, sertliğinin üzerindeydim. Bunu umursamıyormuş gibi yapmayı tercih etmeyi seçtim.


“Sen hayırdır, sabahtan beri ne bu romantik haller?” diye huysuzlandım. Söyledikleri ve şimdi bu hareketi yüzümü yakmaya başlamıştı. Hissettiklerim harlayıcı bir şekilde bedenimi yakarken gözlerimi yüzündeki yaralara odakladım.


Yaralı bir adam hakkında ahlaksızca şeyler düşünmemelisin Alisa.


Ya da sadece düşünmekle kal.


Zihnimdeki arsız düşüncelerden ve bedenimi fizyolojik tepkimesinden uzaklaşmak için elimdeki yara bandını kaşına yapıştırmaya odaklandım. Bir saldırma pozisyonunu almış kedi gibi bana bakarken bu bakışlarından kaçmak için konuyu değiştirme isteğiyle “Cidden bir iddia için buna değer miydi? Yüzünün haline bak!” diye çıkıştım üzüntüyle. Her ne kadar çaktırmamaya çalıştıysam da içim gitmişti her canı acıdığı zaman.


Yağız’sa üzüntümle elini yanağıma getirerek yüzüme gelen saçı omzuma attı. “Senden gelecek ödül için değer.”


Kelebeğe kanat çırptıran cümlesiyle yüzümde sıcak bir tebessüm peydah oldu. Cilveli bir tavırla “Ödül mü, ne ödülü? Öyle bir şeyden haberim yok.” dedim yara bandını alnına yapıştırıp çekilirken. O, ise cilvemle kalçamdaki elini sıktı ve tehlikeli bir şekilde gülümseyerek çenesini dikleştirdi.


“Bundan kaçamazsın. İddiaya girdik ve kazandım. Yani istediğim bir şeyi yapacaksın.” topraklarım okyanuslarına vurduğunda okyanusuna yansımış yakamoz ışığıyla eş değer parıltı tenimi karıncalanmasına sebep oldu. Ne isteyecekti ki benden? Bir anda gelen cesaretle kendimden emin şekilde bakışlarımı tutku ve özgüvenle birleştirdim.


“Ne istiyorsun?”


Bir elini belime çekerek bel oyuntumu sahiplenirken aynı anda diğer elindeki içkiden de bir yudum aldı. Gözleri ıssızdı, sahipsizdi. Sahibini arıyor gibi hırçındı.


“Yarım bıraktığımız işi bitirelim.” dedi. Kaşlarım çatılırken başımı hafifçe yana eğdim. Hangi işi yarım bırakmıştık ki?


“Hangi işi?” diye merakla sorduğumda bu soruyu sorduğum için kızdığını hissettim.


Ciddi bir şekilde bana bakarken bir anda o cümleyi kurdu. Net sesi kulaklarıma ulaştığında duyduğum kelimeden emin olamadım.


“Evlenelim.”


Yanlış söylediğini düşünerek “Ne?” diye sordum. Yanlış duymuş olmalıydım... yani bence yanlış duymuştum. Yağız, verdiğim tepkiden hoşlanmamıştı ki ciddi olan yüzü daha da ciddileşti.


Kaşlarını çatarak “İki sene önce evet demiştin. Beni seviyorsun, ben de seni seviyorum. Hem iddiayı kazandım, istediğim bir şeyi yapmak zorundasın ve ben evlenmeni istiyorum. Yani benimle evleneceksin.” sert sesi korkutucu olabilirdi çocuk gibi iddiayı öne sürmeseydi ama ben onu şu an ciddiye alamıyordum.


Söyledikleri zihnimde sert bir rüzgar yaratırken geçmiş her bir damlasıyla yağmur oldu kalbime yağdı ve benim ondan korunacak bir şemsiyem bile yoktu.


“Sen....” dedim ve sertçe yutkunarak gözlerimi gözlerinden kaçırma isteğiyle savaşırken “Sen, beni affettin mi? Yağız, ben seni yarı yolda bıraktım.” ekledim. Her ne kadar yaptıklarımı aşmış gibi davransak da aramıza girmiş iki senenin acısı varken onu kolaylıkla silebilir miydi?


Onun göz ardı ettiği gerçeği ikimizin arasına koymamla boynundaki bir damarın sertçe attığını fark ettim. Bakışlarını benden kaçırmış, elindeki şişeden iki büyük yudum almıştı. Derin bir nefes alarak tekrar bana döndüğünde gözlerindeki sis ardından birçok duyguyu barındıran cinste karaydı. Belimdeki elini kasarak parmaklarını tenime gömdü.


“Unutmak iyileştirmez ama devam etmeye yardım eder. Bırak devam edelim. Alisa... benim kelebeğim... biz birbirimizi hep affederiz. Sen hata yaparsın, ben düzeltirim. Ben hata yaparım sen kızarsın ama yine bana gelirsin. Öyle değil mi?” ses tonundaki sakinlik çaresizliği temsilen aramızda uğuldarken bana istekle bakan gözlerine aksi bir yanıt veremememi dilediğine kendim olduğum kadar emindim.


“Sen, hiç hata yapmadın ama...” cümlemi devam ederken geçmişteki birkaç sahne gözüme gelince durakladım yüzümü buruşturarak “Tamam birkaç hata yaptın ama onların hiçbiri ikimizi ayırmadı. Sen bana güveniyor musun?”


“Ben bir tek sana güveniyorum.” bir an bile düşünmeden konuştuğunda ne diyeceğimi bilemeyerek bekledim.


“Alisa, ben seni hep affederim. Seven affeder. Aramıza üçüncü biri girmediği sürece hiçbir şey sikimde değil. Sen her zaman bana dönersin, ben sana her zaman sarılırım. Biz buyuz.” aksini kabul etmeyeceğim dercesine konuşmasıyla gözlerinde boğuldum.


Biz buyuz.


Biz hata yaparız ama yine bize döneriz.


Gözlerim yüzünün her bir noktasında gezerken sorusuna hayır diyeceğimi düşündüğü için oluşan kalp yakan ifadeyi gördüm. Yüzünde korku, endişe, utangaçlık ve kaybetme korkusu vardı ama onların tam karşısında sevgi ve tutku da vardı. Yüzündeki her bir ifade etrafımı sararken aralarında sıkışmıştım. Ne cevap verecektim?


Kalbimi mi dinlemeliydim yoksa aklımı mı?


Duygularıma uyarak kısa sürecek hayatımı renklendirmeli miydim yoksa beynimi dinleyerek onu bu işten uzak tutup güvenliğini sağlayarak kısa sürecek hayatımı boktan bir şekilde mi yaşamalıydım?


Bir an sadece hayatımı değiştirecek o bir kısa anda gözlerimi gözlerine diktim ve içimdeki korku ile cesaretin birleştiği hisse güvenerek kafamı evet anlamında salladım.


“Evlenelim. Sonuçta hiçbir iş yarım bırakılmamalı.” dedim gülümseyerek. Yağız, aldığı cevapla yüzündeki ciddiyeti sildi, kafasını geriye doğru yatırıp tavana bakarak derin bir nefes alıp gülümsedi.


Bu tepkisiyle gülümsemem daha da derinleşti. Resmen verdiğim cevapla rahatlamıştı. Kafasını koltuktan kaldırdı ve bir elini yanağıma yasladı, yüzünü yüzüme yaklaştırarak önce yanağım sonra da çeneme öpücük verip alnını alnıma yasladı. Gözlerini kapattığında bende gözlerimi kapattım. Şu an sadece biz ve onun okyanus kokusu vardı benimle.


“Gururum umurumda değil. Geçmişi de bizi zorlayacak durumları da siktir et. Biliyorum çok zor bir süreç bizi bekliyor ama bu süreçte yanında olup seni bu siktiğimin dünyasından kurtarmak için her şeyi yapacağımı bil; o yüzden gitmek, bir şeyler saklamak yok artık.” dedi dudaklarıma doğru fısıldayarak. Kalbimin tam ortasına mühür bastırırcasına konuşmasıyla ellerimi yanaklarına götürdüm ve kafasını kaldırarak gözlerine baktım.


Gözleri şu an derin bir suydu ve ben yüzme bilmeden o derinliğe dalmayı seçtim. Gözlerimi dudaklarına indirerek hızla dudaklarımı dudaklarına bastırdım.


O da bunu bekliyormuş gibi hızla elini belime sararak beni göğsüne doğru çekti. Bir eli belimi okşarken diğer elindeki şişeyi aniden bırakarak elini enseme koydu. Şişe yere düşerek kırılmıştı ama bu şu an ikimizin de ilgisi dışındaydı.


İlgimiz sadece birbirimizde kaybolmaktaydı. Kaybolmak ve bulmak. Ebelemece oynamayı seviyorduk...


Tam kendimi kaptırmış bir şekilde dilini dilime dolamasına izin vermiş, dudaklarını tadıyordum ki aklıma gelen yaralarıyla kendimi geri çektim. Yaptığım hareketle Yağız, kaşlarını çatarak bana baktı. Nedenini anlayamamıştı. Hüzünle dudaklarım bükülürken gözlerimi yaralarında dolaştırıp tekrar okyanuslarına baktım.


“Yaraların var... bence şimdi sırası değil.” dedim. Yağız, açıklamamla umursamazca omuz silkti ve üst dudağını arsız bir edayla kıvırdı.


“Şu an bomba patlasa umurumda olmaz. İkimizde bu haldeyken...” dedi ve odaya geldiğimizde çıkardığım sütyenden dolayı tişörtümün önünde belli olan göğsümün ucunu parmağının arasında sıkıştırarak “Sen bu kadar tahrik olmuşken” diğer eli kalçama indi ve kalçamı kavrayarak sertliği üzerinde oynattı. “Beni isterken duracağımızı düşünmüyorsun herhalde?”


“Ama-...”


Konuşmama fırsat vermeden “Sen yaralı mısın? Canın acıyor mu?” diye sordu. Canımın acısı sadece ona olan ihtiyacımdan dolayı duyduğum tamamlanma isteğiydi. Başımı hayır anlamında salladığımda gamzesini gösterecek şekilde serseri bir tavırla güldü ve göğsümün ucunu ezerek çenem boyunca kulağıma doğru sürdü dudaklarını.


“O zaman sevişmememiz için hiçbir neden yok. Şimdi durmamız fizik kurallarına aykırı.” diye fısıldadı. Söylediğiyle kıkırdadım ve kendimi geri çekerek yüzüne çekici bir ifadeyle baktım.


Yavaşça dudaklarına doğru yaklaşırken “Ateşle barut gibi yani...” diye mırıldandım. Yağız, kafasını onaylar biçimde sallarken bakışlarını dudaklarıma doğru indirmişti. Kalçamdaki eli daha da derine doğru kayarken nefesimi tuttum.


“Aynen, ateş ve barut gibi.” beni tekrar ederek dudaklarını çeneme sürttü. Gözlerim hazla kapanırken titrek bir nefes çektim içime. Anlaşılan bu gece nefes egzersizi yapmam gerekecekti.


“Yanarız ama...” dedim sakin ama istek dolu bir şehvetle. Yağız, söylediğimle gülerek dudaklarını boynumda gezdirdi. Dili de ona eşlik ediyordu ve bu eşlik alt kısımlarımda kasılmalara sebep oluyordu.


“Yanmaya dünden razı gibisiniz.” dedi kısık bir sesle. Dişleri tenimde izlerini bırakırken ellerimi ensesine oradan da saçlarında dolaştırdım. İki parmağı arasında göğsümün ucunu sıktığı anla aynı anda boynumu ısırmasıyla dudaklarımdan inleme döküldü.


“Partnerimden dolayı.” isyan edercesine söylenirken isyanımın sebebi hala üzerinde kıyafetlerinin olmasından dolayı olduğunu ikimizde biliyorduk. Yağız, kafasını boynumdan kaldırarak bana öyle bir baktı ki ikimizin de çoktan yanmaya başladığını anladım. Artık ikimiz de tutamazdık kendimizi...


Hızla beni kendinden biraz uzaklaştırıp üstündeki tişörtü çıkarttı ve yere atarak beni kendine çekip öpmeye başladı. Tişörtünü çıkartmanın verdiği sevinçle ellerim teninde gezinmeye başladı. Sıcaktı, sıcaklığı beni eritecek kadar tenimdeydi. Öpüşmemiz gittikçe derinleşiyordu ve o derinleştikçe bir yanıyorduk.


Hissettiğim sıcaklığın beni sarmasıyla bu sefer ben geri çekilip hızla üzerimdeki çıkarttım. Üstümdekini çıkartmamla Yağız, tehlikeli bir sırıtışla bana baktı ve kalçalarımdan kavrayarak beni kucağına alıp yatağa doğru ilerlemeye başladı.


İkimizde şu an sadece birbirimize odaklanmıştık. Dünyada sadece ikimiz vardık ve sanki sonsuza kadar öyle olacakmış gibi birbirimizi ezbere bildiğimiz halde keşfettik, sanki ilk sefermiş gibi...


Tabi bunun böyle geçen son gecemiz olduğundan habersizdik. Hayal dünyasından sert bir şekilde çıkıp yere çakılacağımızı ikimizde biliyorduk fakat yarın öğrenecektik.


Yere çakılmak nasıl bir histi?


Loading...
0%