Yeni Üyelik
28.
Bölüm

27.Bölüm "Sırlar Gömüldükleri̇ Yerlerden Çıkarlar"

@senabookss

“Hiçbir sır toprakla bütünleşmezdi, toprak sadece ölüleri kabul ederdi ve hiçbir sır ölmezdi. Öldürürdü.”


Sarayın büyük, demir işlemeli kapısından içeri girdiğimizde derin bir nefes aldım. Her şey şimdi başlayacaktı ve ben buna hazır değildim çünkü kimsenin buna hazır olamayacağını düşünüyordum. Olacaklara kimse hazır değildi, yapacaklarıma... anlatacağım olaylara da ben hazır değildim. Söyleyeceklerime bizimkilerin ne tepki vereceğini kestiremiyordum ve belirsizlik huysuz bir mide ağrısı olmuş bedenimi rahatsız ediyordu.


Tepkileri hiç de istediğim gibi olmayacaktı.


Kafamı çevirerek arabayı park eden Yağız’a baktım. Birazdan öğreneceği şeylerle aramıza derin bir uçurum girecekti ve ben ikimizin de uçurumu aşabileceğini düşünmüyordum çünkü Yağız, buna izin vermeyecekti. Arabayı park edip istop ettiğinde dönüp bana baktı. Ona baktığımı görünce sevgi ve samimiyet kokan düştüğüm muhteşem gülümsemesini bana sundu. İki tarafında beliren gamzesi, kumral saçları ve biçimli yüz hatları, ruhu yetmezmiş gibi dış görünüşüyle beni mest etmesi şu an beni daha çok geriyordu.


Bu gülümsemeden birazda mahrum kalacaktım.


Tüm hislerimi gömüp ana odaklandım. İçeriden çürük ama dışarıdan güzel görünen bir gülümseme yansıtarak ona baktım ve ikimizde arabadan indik. Sıcak güneşli bir günde nasıl üzerime yağmur yağıyormuş gibi hissediyordum? Titreyen ellerimi saklamak istercesine kalçalarımın üzerinde onları bağladım. Arabanın ön tarafına ilerlerken onun giydiği siyah tişörtü ve siyah kot pantolonu ile ne kadar iyi durduğunu düşündüm.


“Sen içeri geçip ekibe hepsini salonda beklediğimi söyle. Bende Aras’ı bekleyeyim, beraber geliriz salona.” dedim ve bakışlarımı yola çevirerek “O da gelir birazdan.” diye ekledim. Bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde beni onaylarcasına başını salladı ve arkasını dönerek yürümeye başladı.


Aslındaki o farkındaydı her şeyin. O da biliyordu birazdan hiç iyi şeyler olmayacağını, bu yüzden de kendini hazırlaması gerektiğini...


Herkes bir gün yaptıklarının bedelini öderdi, ceza günü ne zaman gelirdi bilinmezdi ama o günün ölmeden yaşanacağı kesindi. Tanrı düzeni böyle kurmuştu. Herkes ölmeden önce yaptıklarını öder, diğer tarafta da ya yanardı ya da yaşardı. Ben bu dünyada daha yaptıklarımın cezasını ödememiştim, sanırım daha yapacağım çok kötülük vardı ki hepsini bir anda ödeyecektim fakat bazılarının ödemeleri için araç olmuştum.


Onları cezalandırmıştım. Kendim ceza kazanırken.


Şimdi de cezalandıracaktım ve bunu içimi yaka yaka yapacaktım. Kader bazen tek bir cezayla sizi sınamazdı. Kader bizi hep sınardı. Mutlulukla sınardı, onu kaybetmek istememek için ne kadar pisleşeceğimizi görmek için; acıyla sınardı ondan kurtulmak için ne kadar dibe batacağımızı görmek için.


Biz hep sınanırdık, ödül de almazdık.


Peki, bu sınav ne zaman bitecekti?


Çünkü ben yorulmuştum. Sakladığım sırlardan ve yaptıklarımın utancından yorulmuştum.


Her şey bitsin istiyordum ama biliyordum, daha hiçbir şey başlamamıştı ki bitsin...


Arabaya yaslanmış, kafamdaki çarpık düşüncelerin zincirinde kavrularak geçirdiğim on ikinci dakikanın sonunda kapının girişinden park yerine doğru hızla gelen motoru görmemle derin bir nefes aldım. Beklediğim kişi gelmişti ve ben aslında olmak için her şeyimi verdiğim kişiliğime girmek için kendimi daha hazırlayamamıştım bile.


Aslında daha doğrusu hazırlanmamıştım çünkü bana ne olduysa artık bu kişiliğimi istemediğimi hissediyordum ama girdiğim bu süreçte de ona muhtaçtım. Onun sayesinde hayattaydım.


Aras, motorunu tam önünde durdu. Mat siyah kaskının içinde bana baktığını hissettim çünkü başını bana doğru döndürmüştü. Kaskının üzerine işlenmiş kuru kafa sembolüyle onu süzdüm. Üzerine geçirdiği siyah deri motorcu ceketi, alttan giydiği siyah kot pantolonuyla uyumluydu. Ceketinin önü açıktı, içerisine siyah, kaslarını belli eden dar bir tişört giymişti. Tek bir hareketle motordan indi ve kaskının çıkartıp siyah gür saçlarını sallayarak dağıtıp bana baktı ve beyaz dişlerini göstererek gülümsedi.


Bir elini referans yapar gibi salladı ve hafifçe eğilerek “Emrinizdeyim Soylum.” dedi. Bu hareketiyle gülümsemeden edemedim. Galiba ne kadar zaman geçerse geçsin Aras’ın bu her ne olursa olsun ortamı yumuşatma özelliğine alışamayacaktım.


“Hoş geldin mükemmelliğiyle ün salmış sayın ajan Aras Aktay.” dedim onu taklit ederek. Konuşurken de aynı zamanda ona doğru ilerlemiş kollarımı bedenine sarmıştım.


Onu gerçekten özlemiştim.


Onun da bana sarılmasıyla geri çekildim. Kahverengi gözleri konuşmamı beklerken onun da beni özlediğini fark ettim. “Bizimkiler salonda bekliyor. Artık her şeyi açıklayıp kimin yanımızda olacağına bakalım. Bu işin bitmesi gerek.” dedim yüzümdeki gülümsemeyi silip içimdeki ikinci kişiliğime dümeni devrederken.


Aras da bendeki değişimi fark etmişti ki o da artık ciddileşmişti. “Emin misin bu işten? Bak, girdik mi bu yola geri dönüşü olmaz. Ayrıca onlara bu işi anlatmak mantıklı mı?” sorgulayan sesi aslında kimseye güvenmediğini belli ediyordu. Haklıydı, şu an ondan tanımadığı insanlara güvenmesini söylüyordum. Göğüs kafesimin ciğerlerime baskı uyguladığı hissiyle derin bir nefes alırken yanaklarımı şişirdim. Düşünüyordum, düşünüyordum ve beynim yetmiyordu bu yaşananlara. Başka seçeneğim yoktu, bunu yapmalıydım ve umarım bunu yaparken de sevdiklerim yanımda olurdu.


Gözlerimi yorgun bir şekilde Aras’a çevirdiğimde onun gözlerinde şüphe beni daha da küçükleştirdi.


“Eminim, başka seçeneğimiz yok. Ölmeyi bekleyene kadar savaşıp, belki diyebilme şansını kaçıramam.” dedim ve kendimi cesaretlendirmek istercesine omuzlarımı dikleştirdim. “Varsın yenilelim ama korkak olup bir köşede unutulmayalım. Savaştı da kaybetti desinler, korkak gibi saklandığı yerde öldü demesinler arkamdan.” bakışlarımı toplantı salonun penceresine çevirdiğimde görmeyi beklediğim okyanuslarla çarpıştığımda titrek bir nefes aldım. “Ve diğer soruna da gelirsek... onlarsız bu işe giremem. Baksana en güvendiğim kişilerden biri beni sırtımdan vuran kişilerden biriymiş. Onlar zaten bu işe karıştı, şimdi de anlatacaklarımla taraflarını seçecekler. Ya benimle... yani yanımda olacaklar ya da karşımda. Arafta kimse kalmayacak.” dedim sakin ama kararlı bir tonda.


Tüm konuşmam boyunca Aras, ciddi bir şekilde gözlerime baktı. Konuşmam bittiği halde, hala gözlerime bakıp düşüncelerimi, duygularımı okumaya devam etti. En sonunda gözlerini gözlerimden kaçırarak çevresine bakarken ellerini ceplerine sokup omzunu silkti.


“Sen ne dersen o. hain kim, ona ne yapacaksın?” diye sordu umursamazlıkla.


Kaşlarımı çatarak “İçerde öğrenirsin, hadi girelim.” dedim ve yürümeye başladım. Sorusuna istediği şekilde cevap veremezdim çünkü bende ne yapacağımı bilmiyordum. Yan yana yürürken aklıma gelen şeyle başımı ona doğru çevirdim. Başımı hafifçe yukarı kaldırmam gerekmişti.


“İçerde ne olursa olsun sakın karışma. Yağız, ne derse desin ve ne yaparsa yapsın sakın cevap verme. O, benim sorumluluğumda.” dedim itiraz istemeyen bir sesle. Uyarımla Aras, güldü.


“Korkma bulaşmam sevgiline, bana bulaşmadığı sürece ister savaşın ister sevişin.” dalga geçercesine konuşmasıyla gözlerimi devirip omzuna vurdum.


“Zevzek zevzek konuşma. Ayrıca öğrendiklerinden sonra sana illaki bulaşacak çünkü yanımda olan sendin. Yani kendini tut, anlaştık mı yakışıklı?” diye sordum tatlı bir şekilde. Sorumdan ziyade onan taktığım lakap hoşuna gitmişti ki egosunun gölgesinde gerindi.


Gülümseyerek “Yakışıklıyım değil mi? Lanet olsun, mükemmelim amına koyayım.” dedi ve yanağımdan makas aldı. Konuşurken aynı zaman da salonun kapısına gelmiştik. İkimizde kapının önünde durduk.


Aras, deminki şakacılığını kilitlerken ajan kimliğinde bana baktı. Ciddi ve tam bir ölüm meleği gibi...


“Sen ne dersen o.” dedi deminki yumuşak ses tonuna zıt karanlık bir sesle. Verdiği cevapla gözlerimi kapıya çevirdim ve derin bir nefes alarak asıl benliğime geçtim. Hazır olduğuma inandığım o saniyede, kendime kaçma şansı tanımadan başımı evet anlamında salladım ve Aras, kapıyı açtı. O, geçmem için beklerken yüzümdeki ifadesizlikle içeriye girdim. Kimseye bakmadan baş koltuğa oturdum. Sırtımı siyah deri koltuğa yaslarken karşımdakilere baktım.


Benim yanımın iki koltuk uzağında Seda ve Akın yan yana oturmuş bana ve Aras’ bakıyorlardı. Ali de onların karşında oturmuş elindeki telefona bakıyordu. Gözlerimi çevirip pencerenin kenarına yaslanmış şekilde ayakta duran Yağız’a baktım. Gözlerini dikmiş ciddi bir şekilde Aras’a bakıyordu çünkü Aras, tam yanımdaki koltuğa oturmuştu.


Yani onun sahibi olduğu koltuğa. Yağız'ın bakışları birazdan kalk oradan orası benim yerim diye kavga çıkaracak gibiydi... ciddi bir ortamda olmasak bununla dalga geçebilirdim ama kendimi tutarak boğazımı temizledim ve tüm dikkatleri üstüme çektim.


“Hepiniz niye toplandığımızı merak ediyorsunuzdur.” diyerek söze başladım. Yüzleri şu an şaşkınlıklarını belli ediyordu. Kimse bu kadar ciddi bir toplantı yapacağımı tahmin etmemiş olmalıydı.


Tabii uzun zaman olmuştu bu halimi onlara göstermeyeli, birazdan kim olduğunu tekrar hatırlayacaklardı...


“Ne oldu Alisa? Bir problem mi var?” Akın’ın çatık kaşlar ardından huzursuz bir tavırla konuşmasıyla ona baktım. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Hafifçe, duygudan yoksun bir gülümsemeyle ona bakarken “Artık bazı şeylerin ortaya çıkma zamanı gelmedi mi sizce? Merak ettiğiniz bir şeyler yok mu?” diye sordum sorgularcasına.


Söylediklerime karşın bakışları Yağız’a değerken bu sefer Seda, araya girdi. “Ne yani ne sorarsak cevap verecek misin?” şüpheli tavrı bunu yapacağımı beklemediğini açıkça belli ediyordu. Bu toplantı hepsi için sürpriz olmuş olmalıydı. Koltukta dikleşerek kollarımı masanın üzerine yerleştirdim.


“Evet, her sorunuza cevap vereceğim ama ondan önce bir şey yapmam gerekiyor.” dedim sıkıntılı bir şekilde ve gözlerimi her birinin yüzünde dolandırdım. Hepsi gerilmişti.


“Neymiş yapman gereken?” ifadesiz bir şekilde Yağız’ın sorduğu soruyla koltukta geriye yaslandım ve...


Ve içten içe kendime bunu yapabileceğime ikna ederek duygusuz bir şekilde gülümsedim.


“Aramızdaki hainden kurtulmak. Yapmam gereken bu.”


Cümlelerim dudaklarımdan döküldüğü anda Akın, sesli bir şekilde güldü. “Sen ne kullanıyorsun kızım? Söyle bizde kullanalım. Bu nasıl kafa güzelliği? Bizim aramızda...” dedi ve gözlerini Seda, Ali, Yağız ile benim aramda dolaştırdı. “Bu beş kişi arasında hain... Alisa sen iyi misin?” onaylamayan bakışları benden çekilip Aras’a kaydığında gülümsemesini sildi ve ciddi bir ifadeyle çenesini ona kaldırdı. “O, hainse bilemem. Başkalarının yanında ekibinle, arkadaşlarınla nasıl konuştuğuna dikkat et.”


Akın’ın benimle konuşma tarzıyla kaşlarım havaya kalkarken kısa bir an Yağız’a baktım. Sert bir tavırla Akın’a bakıyordu. Başımı çevirip Aras’a baktığımdaysa konuşulanları umursamadığını belli edercesine masanın üzerindeki boş beyaz kağıdı almış onu katlayarak uçak yaptığını gördüm. İyi demek ki sözünde duracaktı.


“O, dediğin kişi Aras Aktay. Bundan sonra bizimle.” dedim ve bakışlarımı Akın’a çevirerek Soylu Alisa Havas olarak baktım ona. “Bir daha benimle konuşurken dikkatli ol. Şu an karşında Soylu var. Nerde nasıl konuşacağını öğrenemedin mi?” sözler bulunduğum konumdan dolayı dudaklarımdan dökülürken aslında onu kırdığımın farkındaydım ama otoritemi de korumak zorundaydım.


“Alisa, tamam ikinizde sakin olun. Sen de lütfen ne söylediğini açıkla.” Seda, her zamanki gibi arabulucu olurken kendimi sakinleştirmeye çalışarak gözlerimi, hayatımı renklendiren ve onlar için her şeyi yaptığım kişilerde dolandırdım. Akın, hep atışsak da olmayan ağabeyim olmuştu gözümde. Seda, var olan ama varlığı yokluğundan daha dert olan ablamın yerine geçerek bana ablalık yapan kişiydi. Ali, küçük kardeşim olmuştu benim. Yağız... Yağız’ı, anlatabileceğim cümleyi kuracak kelime bilgisine sahip olmadığım için onu geçiyorum.


Ve son olarak Aras, kısa sürede hayatıma girip hayatımın en önemli olan kısmına sahip olmuş bir kardeşti benim için.


Acı olan kısma gelirsek bu hayatımın merkezindeki kişilerden biri ben en acıtan yerden vurduğu halde sanki bunu saklayabileceğini sanarak bu odada yüzüme bakabiliyordu. İnsanlar gerçekten tuhaf varlıklardı. Her şeyi, her kötülüğü size yapabilirlerdi ve bunu size iyilik yapıyormuş gibi göstererek sizi daha fazla yaralayarak yaparlardı bunu.


Derin bir nefes alarak elimi masanın altındaki tuşa götürdüm ve bastım. Görevlilerin gelmesini beklerken de merakla bana bakan gözlere döndüm.


“Haklısın Akın, bende ilk öyle düşünmüştüm ta ki gerçeklerle yüz yüze gelene kadar. Aklımın ucundan geçmezdi yirmi iki yaşındaki bir piçin beni sırtımdan vuracağı.” dedim ve gözlerimdeki öfkenin yangınıyla Ali’ye döndüm. Konuşmamla şekilde şekle girmesini izlerken hissettiği panik, şaşkınlık, korku ve tedirginlik duyguları içinde onu boğmayı istedim.


“Saçmalama Alisa! Ali, neden böyle bir şey yapsın?” diye bağırdı Seda.


Bense gözlerimi Ali’den ayırmadan “Geldiğim gün bardaki olaydan sonra deniz kenarında olduğumu en yakınlarımdan başka kimse bilemezdi ve sen o gün bizimleydin. Yerimi Karan’a sen söyledin ve o da beni aradı.” diyerek ayağa kalkıp anlatmaya devam ettim.


“Yöneticiyle ile ilgili bilgilere o kadar kısa sürede ulaştın ki gözümde seni tüm şehirlerin en iyi teknoloji ustası konumuna getirmiştim ta ki yapboz parçalarını birleştirene kadar... Yöneticiyle ilgili bilgileri sana Karan, verdi çünkü benim ondan intikam alacağımı biliyordu. İntikamımı aldım ve yanında bir haftalık uzaklaştırma cezası da aldım. Şaşırılacak bir durum ki Karan da o zaman yönetici olarak atandı, yani ben görevde değilken; ona engel olamayacağım bir zamanda...” dedim ve tam koltuğunun yanında durup kulağına eğildim.


“O gün bardan çıkarken masada sadece beşimiz vardık. Nereye gideceğimi sadece beşimiz biliyorduk. Ben çıktım ve sen Yağız’ın arabama koyduğu takip cihazını izleyerek yerimi beni sattığın diğer kişiye yolladın... telefonlarımız senin bilgisayarında değil mi Ali?” diye sordum kulağının yanında bağırarak ve elimi sertçe masaya vurup devam ettim.


“Sen beni sattığın için masum bir kız öldü lan! Kızın kanı elimde. Nasıl satarsın beni?” diye haykırarak elimle çenesini sertçe kavrayıp yüzünü yüzüme çevirdim. Benim gözlerimdeki öfke ne kadar parlaksa onun gözlerindeki korku o kadar derindi. Derin bir korkunun içinde sıkışıp kalmıştı, konuşamıyordu.


Belimde hissettiğim elle Ali’nin çenesini iğrenircesine bırakıp odanın içinde yürümeye başladım. Yağız, benden kalan boşluğa kendi geçerek elini Ali’nin omzuna koydu.


“Doğru mu bunlar?” ses tonu ürkütücüydü. Duygu barındırmayan sesi odada yankılanırken gözlerim odadakilerde gezindi. Seda ve Akın hayal kırıklığıyla Ali’ye bakıyorlardı. Aras’sa gözünü benden ayırmıyordu.


“Doğru.” diye mırıldandı Ali ve odada sert bir rüzgar esip aramızdaki bağı çatlattı. Akın, bu çatlağı hissetmiş gibi sinirle koltuğundan kalkarak “Sikerler böyle işi, ne demek doğru lan!” diye bağırıp Ali’ye doğru yürüdü. Hızla aralarına geçtim.


“Öğreneceklerim var.” emir vermemle gözlerime baktı ve karşısındakinin Soylu olduğunu hatırlayarak bir adım geri çıktı ve odada yürümeye başladı. Sinirini atmaya çalışıyordu. O sırada görevliler kapıyı açarak içeri girdiler.


Onlara bakarak “Alın bu şerefsizi sorgu odasına götürün. Bizzat ben sorgusunu yapacağım.” dedim iğrenerek. Konuşurken midem bulanıyordu.


Görevliler emrime şaşırsa da ortamdaki sinir seviyesini hissetmişlerdi ki kafalarını tamam anlamında sallayarak Ali’nin koluna girip onu götürdüler. Ali, bunlar olurken ne kendini savundu ne de yapmayın diye yalvardı. Bu kafamı karıştırsa da zaten sonunda konuşacağını bildiğim için umursamadım ve geriye, koltuğuma dönerek oturdum.


Masaya doğru eğilerek “Şimdi konuşmaya başlayabiliriz.” dedim net bir şekilde. Az daha sesim titreyecekti ama son anda kendimi toparladım. Karşımdakilerin ise konuşacak halde olmadıklarını gördüm. Üçü de yıkılmıştı. Gerçi bende yıkılmıştım ama bunu şimdi yansıtmayacaktım.


Seda, dolu dolu olan gözleriyle bana bakarken titreyen çenesini belli etmemeye çalıştı. “Konuşacak daha ne kaldı Alisa?” üzüntülü sesi kalbimi sıkıştırırken onu bu halde gördüğüm için kendimden iğrenmiştim. Onun üzülmesi hoşuma gitmiyordu.


Buruk bir şekilde gülümseyerek “Her şey şimdi başlıyor Seda... bu daha başlangıçtı.” dedim ve gözlerimi Aras’a çevirdim.


Her şey şimdi başlıyordu ve ben birazdan asıl savaşı kendi içimde verecektim. Birazdan benimle bu ölüm ve acılarla dolu yolda yürüyecek kişileri görecektim ve umarım yanımda göreceğim kişiler olurdu çünkü içimdeki bir ses her zamanki gibi bu yolda da yalnız olacağımı söylüyordu...


Loading...
0%