Yeni Üyelik
29.
Bölüm

28.Bölüm "Kazanmak Kaybetmekle Başlar"

@senabookss

“Zirveye ulaşmak için kaybettiklerin, sırtında yükse; kazanmak kaybetmekle başlar.”


Her ne kadar kimseye göstermesem de içimde çok yaralıydım. Her zaman güçlü olursam içimdeki yaralara yenisinin eklenmeyeceğini düşünmüş, eğer yenileri eklenmezse de bu acıları iyileştirebilirim sanmıştı. Yanıldığımı şimdi anlıyordum.


Yanıldığımı büyüdükçe anlıyordum. Çocukken sorunları çözmek çok kolaydı. Halının altına süpür ve geç. Şimdi ise halı bile yoktu, sadece sorunlar ve ben vardım. Çözmeden devam edemezdim. Kaçamazdım.


Büyümek çok berbat bir şeydi.


Şimdi güçlüydüm ama bu sefer daha çok yaralıydım çünkü iyileştirdiğim yaralar hem tekrardan kanıyor hem de üstüne eklenenlerle gittikçe derinleşiyordu ve ben bu yaralara ulaşıp onları iyileştiremiyordum. Yaralarla yaşamayı öğrenmek o kadar çok zor olmuştu ki benim için kaç kere ölümün çizgisinden döndüğümü hatırlamıyordum bile. Her dayanamadığım yarada kolay yolu seçmiş, ölmek istemiştim ama o buna izin vermemiş yaraları iyileştirebileceğimi bana göstermişti.


Şimdi ise yaralarımı yapanlardan alacağım intikam savaşında beni ölümün kıyısından çevirerek yaşatan kişinin benimle olup olmayacağını öğrenecektim...


Derin bir nefes alarak bedenimdeki tedirginliği örtmeye çalıştım ve gözlerimi Aras’tan çekerek şaşkınlıkla öfkenin ele geçirdiği diğer gözlere çevirdim.


Kurumuş dudaklarımı hafifçe ıslatarak boğazımdan yayılan acı tada rağmen konuşmaya başladım.


“İki yıl boyunca Ithaca’daydım. Aras’la orada tanıştık.” nefes aldım, gözlerimin yandığını hissediyordum ama onları yaşlarla söndürecek kadar da duygudan yoksun olduğum için yanmalarına izin veriyordum. “Orada benim için bir ekip kuruldu, verilen görevleri yapabilmem için...” dedim ve tepkilerine bakmak için gözlerimi her birinin üzerinde dolandırdım. Seda, deminki olayın şaşkınlığının üzerine bir de benim anlattıklarımı hayretle dinliyordu. Akın'sa, Seda’nın yanındaki koltuğa oturmuş sinirle bana bakıyordu.


Yağız'sa... onda hiçbir tepki yoktu, ifadesiz bir şekilde yüzüme bakıyordu. Ben ona bakarken Seda araya girdi.


“Niye oraya gittin?” sorusuyla yutkundum. Bunu, şimdi açıklayamazdım. Şimdilik onlardan saklamam gereken iki şey vardı. Birincisi neden gittiğim, ikincisi de Karan’ın bana işkence etmesiydi. Bunların yeri ve zamanı şimdi değildi. Okyanuslardan uzaklaşarak Seda’nın yüzüne baktım.


Kendimden emin bir tavırla “Bunun şimdi bir önemi yok. Bence asıl önemli olan konuyu konuşmalıyız.” dedim. Konuşmamla kaşları çatıldı.


“Neymiş asıl önemli olan?” tekrar hızla hepsine baktım. Odadaki dört kişide pür dikkat bana bakıyordu ve ben ilk defa ilgi odağı olmaktan hoşlanmamıştım. Derin bir nefes alarak, yerimde hafifçe kıpırdanırken dudaklarımdan bomba etkisi yaratan cümle döküldü.


“Kral’ın kardeşini öldürdüm.”


Cümle salonda duyulduğu anda;


Akın “Yok ebesini amı... Kral’ın kardeşi mi var lan?” dedi bağırarak. Onun tepkisiyle gözüm Yağız’a kaydı. Yüzündeki ifadesizlikle kaşları çatık bir şekilde bana bakıyordu. Bu tepkisizliği şaşırmama sebep oldu.


Ne yani bir şey demeyecek miydi?


Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Bir şey demeyecekti... hayal kırıklığıyla Akın’a döndüm.


“Biz de öldürdüğümüzde bilmiyorduk. Sonradan öğrendik kardeşi olduğunu. Bir sene oluyor bu olay olalı. Ithaca’da olan son olaydan dolayı buraya geldim ve Aras’la yaptığımız araştırmaların sonunda bunu öğrendik.” durdum ve sırtımı koltuğa yaslayarak kollarımı iki yana açıp ekledim “Daha da ilerisi öldürdüğümüz adamın oğlu Karan.” kollarım sinirle iki yanıma düşerken Akın’ın yüzünde her bir cümlemle farklı farklı ifadeler oluştu. Bakışlarım Seda’ya kaydığında donuk bir şekilde bana baktığını gördüm.


Afallamış bir yüzle “Alisa, sen nasıl yaşıyorsun?... Yani bu anlattıkların... sen... sen ne anlattığının farkında mısın?” sesindeki şaşkınlık konuşmasına yansırken sorduğu sorularla gülümsedim. Neden gülümsediğimi bende bilmiyordum ama içimden bir an gülmek geldi.


Cidden ben nasıl yaşıyordum hala? Hatta doğru soruyu soralım, ben neden hala yaşıyordum? Gerek var mıydı yaşamama?


Cevap veremeyeceğimi anladığından dolayıydı sanırım Aras, araya girerek konuşmaya başladı:


“Biz bir Yöneticiyi öldürdüğümüzü sanıyorduk ama adam Kral’ın kardeşiymiş, bunu da Karan’ın geçmişini araştırırken buldum çünkü Koray’ın yani Kral’ın kardeşinin bir geçmişi yoktu. Silinmişti. Kral, kardeşini gayri meşru olduğunu için Itahaca’ya sürmüş. O yüzden şu an bize bir şey yapamıyor. Kimseye bu durumu açıklayamaz.” dedi karşısındakilere bakarak. Bense sadece Yağız’a bakıyordum. Neden hala konuşmamıştı? Konuşmaması içimdeki korkuyu arttırıyordu.


Sinirle ona bakarak “Bir şey demeyecek misin?” diye sordum. Yüzüme aynı ifadesizlikle baktı. Normalde düştüğüm ama şu an yaralı yüzüne bir yara da ben eklemek için yandığım sıfatında bir tane bile duygu yoktu!


“Ne dememi istiyorsun?” yüzü gibi sesi de duygusuzdu. Soruma soruyla karşılık vermesiyle sinirden güldüm. Kafamı evet anlamında sallarken oturduğum koltukta geriye doğru yaslandım.


“Bir şey deme... diyecek bir şey yok çünkü.” diye mırıldandım öfkeyle. Söylemimle Akın araya girdi.


“Başlarım sisin triplenmenize! Bir durun lan, ne yapacağız onu konuşalım. Düzgünce anlatın şu olayları.” dedi yüksek sesle. Kafamı Aras’a doğru çevirdim. O da bana bakıyordu. Bakışlarında güven vardı, ihtiyacım olan güveni onun gözlerinde görerek bu güvene güvenmeyi seçtim.


“Kral’a ve babama karşı savaş açıyorum. Bu savaşta yanımda mısınız, değil misiniz?” diye sordum pat diye. Bir anda dudaklarımdan fırlayan kelimeler çığ olup masa salon boyunca yuvarlanırken Yağız, kelimeleri duyduğu anda eliyle önündeki masaya vurarak hızla öne doğru eğildi.


“Sen ne diyorsun kızım!” sesi sert bir yumruk olup kalbime vururken içimdeki öfkenin önünde eğilmeyi seçtim.


Sesim tahminimden de gür ve sesli çıkarken “O ses tonuna dikkat et!” diye bağırdım. İkimizde birbirimize bakıyorduk ama görmüyorduk. Biz birbirimizi görmüyorduk.


Onun gözlerinde öfke bir perde olmuşken benim gözlerimde korkunun yansıması olan cesaret vardı ve beni karşımdakileri göremeyeceğim kadar karartmıştı. Asıl savaşın karşımdakilere karşı değil de yanımdakilere karşı vereceğimin gerçeği şu an kafama dank etmişti.


O, bu yolda benim en büyük savaşım olacaktı. Yanımda olsa bile...


Bakışlarımızı bölen Seda’nın sesiyle gözlerimi zoraki bir zorlamayla ondan kurtardım.


“İkinizde kendinize gelin! Yağız, sen sakin ol; Alisa, sen de mantıklı konuşmaya başla çünkü saçmalıyorsun şu an.” yüksek tondaki uyarısıyla bakışlarım şaşkınlığın üzerine örtülmüş kırılgan yüzüne çevrildi.


“Tamam, mantıklı konuşayım Seda.” dedim ve gülümseyen bir tavırla sanki günlük bir koşuşturmadan bahsedercesine içimdeki derdi anlatmaya başladım. “Kral, kardeşini bana öldürttü; ardından beni Ithaca’da öldürmeye çalıştı. Aras, beni kurtardı ve ben kaçarak buraya geldim.” durdum, titreyen sesimle eş titreyen dudaklarımı zapt etmeye çalışarak derin bir nefes aldım. “Babam, buraya geldiğim için bana kızarak geri dönmemi istedi... yani açık olmak gerekirse oraya gidip ölmemi istedi benden. Ben geri dönmeyince de ikisi birleşerek Karan’ı buraya yönetici olarak atayıp gücümü elimden almaya çalışıyorlar. Gücümü elimden alıp beni ortadan kaldıracaklar.” dedim ve gülerek devam ettim: “Ha bir de bunlar bizim düşüncemiz, işin aslını bile bilmiyoruz tam. Şimdi sence ne yapmalıyım? Odama geçip beni öldürmelerini mi bekleyeyim yoksa elimdekileri kullanarak savaşmayı mı deneyeyim?” ses tellerim isyan ederken dolan gözlerimi saklamak için bakışlarımı kaçırdım. İçimdeki öfke ve çaresizlik sesime yansıyarak olabildiğince kendini göstermeye çalışıyordu ve ben bunu tutamıyordum. İçimdeki duygular o kadar yoğundu ki onlarla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum?


Nasıl davranacağımı bilmiyordum? Ben hiçbir şey bilmiyordum.


Anlattıklarım yaşadıklarımın en masum şekilde dile getirebileceğim haliydi. Hislerimden bahsetmemiştim, ya da nasıl acı içinde kıvrandığımı... sadece söyledim, anlatmadım.


Anlatsam anlarlar mıydı bilmiyorum ama hissedemezlerdi biliyordum. O yüzden söylemek yeterliydi.


Konuşmamın ardından gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Oda şu an üstüme geliyordu ve sıkışıyordum içinde. Gözlerimi açıp Seda’ya tekrar baktığımda deminkinin aksine gözlerinin dolduğunu gördüm. Bana acımış mıydı? Acınacak haldeydim ama acınmak hoşuma gitmedi. Ben acınacak kadar düşmemiştim. Hissettirdikleri yüzünden ona bakmayı keserek Akın’a döndüm. O da şaşkınlık ve hüzünle bana bakıyordu.


Acıyordu. Şu an bana bu odada acımayan bir kişi var mıydı? Sanırım tek bir kişi vardı...


Akın, bakışlarımdan cesaret almıştı ki oturduğu koltuktan omuzlarını gererek kollarını masaya yaslayıp “Elinde ne var ki Alisa? Neden bahsettiğinin farkında mısın? Beş ulu şehrin sahibi Kral’a ve Başkan’a yani babana baş kaldırmaktan bahsediyorsun. Basit bir Soylu olarak bunu yapabileceğini mi düşünüyorsun?” diye sordu aptal mısın dercesine. Konuşmasının, daha doğrusu sorularının bitmesiyle bir an gözüm Aras’a kaydı. Söyle artık dercesine bakan gözlerini görmemle Akın’a döndüm.


“Efsanevi kara kutuyu biliyorsunuz hepiniz. Hani bir flaş içerisinde Krallığın tüm kirli geçmişinin bulunduğu kutu... o bende.” dedim ve tepkilerini bekledim. Seda, oturduğu koltukta dikleşirken gözleri kocaman açılmıştı.


“Siktir... ciddi misin sen?” inanamayarak konuşmasıyla başımı evet anlamında salladım ve verdiği tepkinin cesaretine tutunarak devam ettim.


“Eğer o flaşı açabilirsek Kral’ı bitiririz. İçindekileri halk öğrendiğinde Kral’ı kabul etmez, isyan eder.” dedim umut dolu bir sesle. Ben onlara destek istercesine bakarken Akın, konuşmaya başladı:


“Nerede peki flaş?”


Kaşlarım çatıldı. “Bende, güvende.”


“Alisa, bizi bitirirler. Biz daha o flaşı açamadan hepimizi siker atarlar. Bahsettiğin kişilerin kim olduğunun farkındasın değil mi? Kral ve Başkandan bahsediyoruz, ayrıca o Karan dediğiniz puştta anladığım kadarıyla düşman. Yani üç kişiye karşı sadece biz... yemez. Yapamayız.”


İkna olmaya yakındı hissediyordum. Başımı hızla iki yana sallayarak “Karan’ı sayma, onun amacı farklı.” dedim. Bu cümle odadakilere ulaştığı anda Aras, saniyeye meydan okuyacak bir hızla bana döndü.


“Ne demek onun amacı farklı? Sen onunla mı konuştun?” diye sordu sinirle.


İşte şimdi sıçtın kızım...


Ona bakmadan, daha doğrusu bakamadan “Törenin olduğu akşam senden sonra bahçeye geldi. Konuştuk.” dedim ciddi bir tavırla. Ne Yağız’a ne de ona bakamıyordum.


Aras, yerinden bana doğru doğrulduğunu hissettim. “Ne konuştunuz Alisa?” dişlerinin arasında tıslamasıyla sessizce yutkundum.


“Şey konuştuk... bana iş teklif etti.” dedim basit bir konuymuş gibi. Yalnız ben bunu ne kadar basitmiş gibi göstermeye çalıştıysam da Aras’a öyle gelmemişti. Bu dediğime gülerek yerinden kıpırdandı.


“Siktirtmesin işini bu adam sana...” demiş, cümlesine devam etmek için hazırlanmıştı ki ona dönüp kes sesini dercesine baktım. Bakışımla Aras, sustu fakat bu sefer Yağız, araya girdi.


“Sana?” gergin sesi duyacağının sinirliyle harmanlanmıştı ve bu onun öfke problemini ön plana çıkarmıştı.


Topraklarımı okyanuslarına çevirdiğimde cevap beklercesine bana bakan gözlerine onun aksine sakinlikle yanıt verdim.


“Ithaca’da beni öldürmeye çalışmıştı. O zaman ikimizde birbirimizi tanımıyorduk.” acil olarak bu konunun Karan’dan uzaklaşması gerekiyordu. O, bana lazımdı ve onu şu an harcayamazdım.


“Aynen, seni öldürmeye çalıştı ve şimdi seni öldürmeye çalışan bu piçin nasıl oluyordu sana iş teklifinde bulunduğunu açıklar mısın? Hem de biz babasının katiliyken?” Aras’ın yakın gelen sinirli sesiyle bakışlarımı aynı derecede sinirle ona çevirdim.


“Hakkın olan Krallığı istiyormuş bunu yaparken de onunla olmamı istedi. Yanında korkak birine değil de benim gibi cesur birine ihtiyacı varmış.” dedim net bir şekilde. Sorgulanmak hoşuma gitmemişti.


Konuşmamın bitmesiyle Yağız’ın masaya vurması bir oldu. Masa titrerken gözlerim hızla ona devrildi. “Sikerim Krallığını da cesurluğunu da. Desene sen şuna bu iş hoşuma gitti, ucunda daha fazla güç var; bende o yüzden yanımdaki bu mala uyup kendimi yakacağım diye.” gür sesi odada yankılanıp kalbime çarparken içimdeki öfke bu cümleleri içinde topladı. Duyduklarımla hızla ayağa kalkarken ona doğru ilerledim.


“Ne diyorsun sen ya? Ne demek o?” gözlerine bakarken bağırışım onun gözlerindeki dalgaları hırçınlaştırdı.


“Açık değil mi söylediklerim?” dedi tükürürcesine ve tam önünde duran yüzüme doğru öfkeyle eğilip gözlerime bakarak beni dağlamaya devam etti. “Senin derdin Kral veya baban değil. Senin tek derdin güç. En güçlü olmak istiyorsun. Yoksa biz şu an bunları konuşur olur muyduk?” gözlerindeki saf alev kelimeleriyle beni yakarken gözlerimdeki akmaya yüz tutmuş yaşları umursamadım. Benim hakkımda gerçekten de böyle mi düşünüyordu?


Kısmen haklı olabilirdi ama asla bunların tek suçlusu benmişim gibi yapamazdı.


“Sabahtan beri anlattıklarımdan çıkarttıkların bu mu?” diye sordum şaşkınlıkla. Söyledikleri içimdeki yaraların kalbime doğru batmasına sebep oluyordu ama onun bundan haberi yoktu. Canım acıyordu ama görmüyordu çünkü beni belirli kalıplara sokmuştu ve içime bakmıyordu ki bu kalıplarda ben yaşayabiliyor muydum diye.


“Gitmeseydin bunların hiçbiri olmazdı. Ne vaat ettiler sana? Ne kazanacaksın dediler de gittin?” yüzüme doğru haykırışıyla sinirle gülümsedim.


Canımı acıdığında gülümserdim, mutlu olduğumda gülümserdim çünkü o zaman hangisini hissettiğimi bilemezlerdi.


Ve o şu an benim ne hissettiğimi bilmiyordu. Beni suçlaması kolaydı, o da kolay yolu seçmişti.


“Şu an sorun bu mu? Hem sen söylesene bana bu işte benimle misin değil misin?” bağırmakla eş değer konuşmamla derin bir nefes aldım. Asıl önemli olan buydu. Yanımda mıydı değil miydi?


Yağız, sorumla benden iki adım uzaklaştı. Adımları geriye doğru sendelerken kalbimin kırılma sesi kulaklarıma ilişti.


Cam kırılır, parçaları dağılır. Kalp kırılır, atmaya devam eder.


Gözleri gözlerimle arasına mesafe koyarken titreyen bedenimi dik tutmaya çalıştım. “Ben sana akşam seni bu dünyadan kurtarırım dedim, sense şimdi bana daha da batmak istiyorum benimle batar mısın diyorsun...” dedi ve kafasını hayır anlamında sallayarak salondan çıktı.


Beni arkasında bıraktı.


Dün akşam, senin için savaşırım diyen adam şimdi beni savaşın ortasında yarım bıraktı.


Nefesimin boğazımda sıkıştığını hissederken şaşkınlığıma gölge olan hırsla bende peşinden çıktım.


Cidden bana sırtını dönüp gitmemişti değil mi?


Adımlarım beni zorla taşırken arkasından ilerleyerek hızla ona ulaştım. Kolundan tutup onu durdurarak önüne geçtiğimde yaşadığımız anın gerçekliği dün gecenin kabusu olmuş üstüme düşmüştü.


“Bana arkanı dönüp gidiyor musun?” kelimeler titreyen sesimle kısık bir şekilde dudaklarımdan dökülürken yağan yaz yağmurunun altında onun ateş gibi parlayan mavi gözlerinin nefesimi kesmesiyle derin bir nefes aldım. Yağan her bir damla iğne olup tenime batarken onun sözleri üstüne tuz olmuş yaralarıma dokumuştu.


Öfkeyle parlayan okyanuslarını ıssız çölü andıran topraklarıma değdirerek “Başka seçenek mi bıraktın?” diye sordu bıçaktan keskin sesiyle. Onun ateş gibi yanan gözlerine inat benim gözlerim sulanıyordu.


Ya ben onu yok edecektim ya o beni.


“Yanımda olmayacak mısın?” diye sordum umutsuzca. İlk defa cevabından korktuğum bir soru sormuştum.


Yağan yağmur saçlarını alnına düşürmüşken ıslanmak umurunda değildi. Gözlerindeki alev yağmura meydan okuyacak kadar harlıydı. “Alisa, benden ne istediğinin farkında mısın?” sorusu kendinde misin dercesine beni uyaracak kadar iğnelİyeci bir tonda dökülmüştü dudaklarından.


Gözlerindeki öfkeyi söndürmek istercesine sakin olmaya özen gösterdim. Kavga etmek istemiyordum, ondan ayrılmak istemiyordum.


“Ne istiyormuşum?” sorumla yüzünü yüzüme doğru eğdi. Keskin hatlı kıvrımlarından süzülen damlalar teninden ayrılırken gözlerindeki soğuk bakışlar beni bulunduğumuz anın içinde dibe çekiyordu.


“Yanında olup bizi yakmalarını, seni öldürmelerini izlememi istiyorsun.” dedi ve yüzünü buruşturarak “Hadi operasyonları falan siktir et, bunları bir şekilde başardık diyelim. Eğer Kral’ı deviremezsek idam edilirsin ve ben durup bunu izleyeceğim öyle mi? Sen kiminle konuştuğunun farkında mısın?” dedi sinirle ve doğrularak kafasını gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes aldı.


Gözlerim gökyüzüne doğru kalkmış çenesinde gezinirken ellerimi iki yanıma yaslayarak göğsümü şişirecek bir nefes aldım. “Ben istesem de istemesem de bu işe bulaştım. Geri dönüşü yok Yağız...” durdum ve bana üstten bakan bakışlarına karşı küçük bir umutla bakarak “Son kez soruyorum. Benimle misin değil misin?” dedim. Duyacağım cevaptan o kadar korkuyordum ki titremeye başlamıştım. Gözümden düşen birkaç yaşla onun okyanus gözlerine bakarken daha önce onun beni hiç bırakmayışı sırtıma dağ olmuştu.


Ama biliyordum dağ yıkılıyordu. Hissediyordum, kıyamet olmuş güvendiğim dağ yıkılmıştı.


“Alisa, sana her zaman dedim. Ne bu saray ne de senin Soyluluğun hiçbir zaman umurumda olmadı. Ben sadece seni sevdim, seni istedim. Bana sadece sen lazımdın, gücün değil.” dedi ve ellerini iki yana açarak yapamam dercesine ekledi. “O yüzden şimdi kaybedeceğini bildiğim bir savaşta seni ölüme yollamamı bekleyemezsin benden. Sana karşılaştığımız ilk gün söyledim senin ölmene izin vermem diye. Şimdi de aynısını söylüyorum, o yüzden bu saçma savaş muhabbetinde bırak yanında olmayı karşında olurum sırf sen ölme diye.”


Yüzünde bir sürü duygu vardı, benim yüzümde ise sadece hayal kırıklığı.


Sırtımı yasladığım dağ yıkıldı. Yanındayım diyen adam yanımı boş bıraktı.


Bu gerçekle ağlamamı tutamayarak “Ne yani yanımda değil de karşımda mı olacaksın?” diye sordum kesik kesik çıkan titrek sesimle. Vazgeçmem için yalan söylüyordu bence. Bu kadarını yapmazdı çünkü... yapamazdı.


Yağız Ertuğ, kelebeğini yalnız bırakmazdı.


“Gerekirse evet. Senin yaşaman için ne gerekirse onu yaparım. Bu karşında olmamı gerektirse bile.” dedi kararlı bir şekilde ve benim umutlarım çığ olup üstüme yağdı. Ayrılık kokan konuşmasıyla kafamı tamam anlamında sallayıp gözlerimi etrafta dolaştırdım. Dudaklarımı hafifçe ıslatıp elimle gözlerimdeki yaşları silerek tekrar ona baktım.


“Ölmemden mi korkuyorsun yoksa ölmekten mi?”


“Seni kaybetmekten korkuyorum.”


Başımı iki yana sallarken yüzümde çarpık, acılı bir gülüş vardı. “Böyle yaparak kaybediyorsun zaten. Sen savaştan korkuyorsun Yağız.”


“Evet.” dedi pat diye ve bağırarak devam etti. Damarına basmış olmalıydım. “Evet Alisa, korkuyorum ama savaştan değil seni kaybetmekten. Gerçi sen bu duyguyu anlayamazsın değil mi? Anlasan da işine gelmez çünkü senin için önemli olan şey senin duyguların. Savaşa mı girmek istiyorsun gir. Ben korkak olup senin karşında olarak seni korumayı seçiyorum her ne kadar senin gözünde bir önemi olmasa da.” gözlerimin en derinine kırılmış bir adam olarak bakıp başka bir şey demeden, benim de söylememe fırsat vermeden yanımda geçerek yürümeye başladı. Hızla arkamı dönüp ona bakarken söylediklerinin altında ezildiğimi her geçen saniyede bedenimdeki acıyla hissettim.


Göz yaşlarım yağmurla yarışmaya karar verdiğinden miydi bilmiyorum, yüzümü sicim sicim sararken “Gidiyor musun?” diye bağırdım devamında her ne kadar gitme diye bağırmak istesem de...


O ise bana bakmayarak “Sen istediğin için.” diye bağırdı.


Söylediğinin üzerine söylenecek bir şey yoktu. İçimdeki son öfke kırıntısıyla arkasından son kez bağırdım.


“Tamam. Git!”


Her bir adımı onu benden uzağa taşırken yer çatlasın istedim. Gidemesin istedim, orada kalsın ıslansın, beni beklesin istedim.


Ama o gitti. Bir kere bile dönüp bana bakmadı.


Hissettiğim öfke hırsımla birleşirken hızla göz yaşlarımı silip arkamı dönerek salona doğru ilerledim. Bende arkama bakmadım. Salona girdiğimde bana şaşkınca bakan gözleri umursamadan ıslanan saçlarımı elimle yüzümden çektim ve omuzlarımı dikleştirdim.


“Akın ve Seda, sizin bu işte olmanıza gerek yok. Kendinizi boş yere yangına atmayın. Bebeğiniz, güzel bir aileniz var. Ali, olayı da bende. Sorgusunu bizzat ben yapıp cezasını ben keseceğim.” dedim nefes almadan ve onların konuşmasına izin vermeyerek soğuk bakışlarımı Aras’a çevirdim.


“Karşımızda olanları buna pişman edeceğiz.” dedim ve Aras’ın üst dudağı bunu bekliyorum dercesine yukarı kıvrılırken yanımda oluşunun verdiği hisle devam ettim konuşmaya. “Şimdi beni burada bekle üstümü değiştirip geleceğim. Sorguyu yapıp önümüze bakacağız. Bu işte ikizimiziz ama senin ekibinden bir iki kişiyi çağırsan iyi olur ama özellikle Efe’yi istiyorum. Uzaktan teknoloji işinde arkamızı toplasın.” diyerek kimsenin karşılık vermesine fırsat vermeden odadan çıktım.


İçimde büyük, çok büyük bir fırtına vardı ve ben bu fırtınanın ortasında tek başıma kalmıştım. Her zaman olduğu gibi.


Eve geçmek için bahçede yürürken yağan yağmura karışan göz yaşlarımı akıtarak içimdeki fırtınanın dinmesini diliyordum ama dinmiyordu.


Bu da demek oluyordu ki bu gece birkaç kişinin canı yanacaktı.


Eve girip hızla üstümdekileri çıkarmaya başladım. Ne onun ne de bir başkasının dediğini umursayacaktım.


Bu savaşa girip kazanacaktım ve onlara kim olduğumu gösterecektim.


Ben Alisa Havas, bugünden itibaren karşımdaki herkesi alev olup yakacaktım.


Loading...
0%