Yeni Üyelik
30.
Bölüm

29.Bölüm "Şah Mat"

@senabookss

“Kral, oyunda yokken onun yerine geçmeye çalışan piyonlar; vezirlerin kölesi olurlar.”


Odadan içeri girdiğimde burnuma sızan kan kokusu yaşadığım kötü anıları zihnimde tekrar yaşattığında midemin takla attığını hissettim. Omuzlarımdaki ağırlığın bastırdığı benliğimde, hissettiğim boşluklar her geçen saniye büyüyordu.


Bende bu kan kokusunun mide bulandırıcı hissiyle uzun süre baş başa kalmış, acı içinde kurtarılmayı beklemiştim ve bu süre boyunca; yediğim her bir darbeye rağmen susmuş kimseyi satmamıştım.


Peki ben neden satılmıştım?


Ailem dediklerimin ihanetleri bir kibrit olup beni tutuştururken ben neden onlara su olmuş, onları yanmaktan kurtarmıştım?


Bende kurtarılmayı beklerken üstelik...


Zihnimde canlanan acı hatıralardan sıyrılarak şu an ki ihanetin gerçekliğine odaklandım. Gözlerim bulunduğumuz oda içerisinde dolaşırken nefes alışverişimi minimum seviyede tutmaya çalıştım.


Odanın tam ortasında, tahta sandalyede oturmuş bir hain ve biraz uzağında küçük bir ahşap masa vardı. Tavandan sarkan cızırtılı sesiyle sinir bozan küçük ampul odayı aydınlatmakla odayı daha çok iç karartıcı bir durum arasında gidip gelirken varlığı yokluğundan daha beterdi. Ağlamaktan dolayı yanan gözlerimi soğuk bakışlarımla dindirirken onları odanın içinde dolandırmayı kestim ve kapının yanında duran görevlilere bakarak “Siz gidin. Çağırdığımda gelirsiniz.” dedim.


Emrimle selam verip odadan çıktıklarında Aras, artlarından kapıyı kapattı ve kapının yanındaki duvara yaslanarak nerden aldığını bilmediğim kürdanı dudaklarının arasında oynatarak beklemeye başladı. Ona bakarken derin bir nefes aldım ve sakin adımlarla odanın içinde dolaşmaya başladım. Kendimi bu ana hazırlamaya çalışıyordum ve nereden başlayacağımı bilemiyordum.


İçimdeki öfke bir anda patlayıp beraberinde herkesi yakmak isterken, bir yanım merak ediyordu neden diye.


Neden bir insan ailesine ihanet ederdi?


“Eee Alicim sen mi anlatmaya başlamak istersin yoksa ben mi seni konuşturmaya başlayayım? Sence hangisi daha acısız olur?” tehdit vari alaylı sesim boş sayılabilecek odada yankılanırken dışardan oldukça sakin görünüyordum.


Yani beni tanımayanlar öyle olduğumu düşünürdü...


Odaya girdiğimden beri yüzüne bakmamıştım ve geçen sürede de konuşmamasının verdiği sinirle önünde durarak hızla korkudan titreyen çenesine elimi sarıp sıkarak gözlerini gözlerime düğümledim.


“Kim konuşuyor lan burada? Konuşsana!” bağırışım bedenini titretirken gözlerini sıkıca yumdu. Gözlerini kapatmadan önce gördüğüm korku ve tedirginlik beni daha da sinirlendirirken konuşmayacağını anladığımda sertçe yüzünü bıraktım ve bedenimi rahatlatmak istercesine odada tekrar yürümeye başladım.


“Bizim yanımızda büyüdün... yaptığın her yanlışta arkanı toplayıp seni kardeşim saydım.” her bir cümlem beraber geçirdiğimizi anıları hançer yapıp sırtıma saplarken konuştukça hem rahatlıyor hem de sinirimi yakıcı bir aleve çeviriyordum. “Aynı evde kaldık, aynı masada yıllarca yemek yedik. Buraya geri döndüğümde kimse yüzüme bakmazken sen gelip bana sarıldın... Sarıldın ve sırtımdan vurdun.” dedim ve durdum. Son cümlemle içimdeki öfke gözlerime inerek beni ele geçirdi. Hızla ona doğru dönerek oturduğu sandalyeye tekme atıp onu yere düşürdüm. Düşmesiyle zaman kaybetmeden üzerine doğru eğilerek yakasından tutup yüzüne tüm nefretimle baktım.


“Hadi beni siktir et! Masum kızdan ne istediniz? Ne suçu vardı da yaktın onu?” sarı civcivin hayat dolu gözleri gözlerimin önüne geldiğinde yüzüne sert bir yumruk attım.


Vuruşumla inleyerek “Yapma.” diye söylendi. İsteği, yüzümde soğuk bir tebessüm yaratırken parmaklarımın izini çenesine bırakacak kadar yüzünü sıktım.


“Ama siz bana yaptınız. Siz bana daha ağırını yaptınız.” diye bağırdım ve yakasında olan elimle onu yere iterken sordum “Niye sattın beni?”


Ona baktıkça ağrıyan midem yüzümü buruştururken yanından doğrularak ayağa kalktım ve konuşmasını bekledim. O da bu süre zarfında eliyle kanayan burnunu sildi ve korkuyla gözlerime baktı.


Konuşmak için çenesini araladığında yüzü acıyla buruştu. “Karan, ulaştı bana. Onunla çalışırsam beni Yönetici yapacağını söyledi.” dedi pişmanlık kokan korkak sesiyle. Beni sattığı kişiden ziyade satma nedenini duyduğumda içimde bastıramadığım bir kıkırdama döküldü dudaklarımdan. Gülerek Aras’a dönüp baktım, yüzünde ciddi misin dercesine bir küçümseme ifadesi vardı ve ona dönmemle bana baktı.


“Ailemden saydığım şerefsizin beni satma nedenini duydun mu? Basit bir Yöneticilik için satmış beni piç.” dedim ve yüzümdeki duygudan yoksun gülümsemeyi hızla öfkeye bırakarak haine doğru diz çöktüm. Elimle tişörtünü kavrarken onu kendime doğru çektim.


“Bu kadar ucuz... bu kadar mı değersizdin? Boktan bir Yöneticilik için mi sattın lan şerefini?” diye sordum ve bir kez daha yumruk attım yüzüne. Kafası acıyla geriye düşerken inleyerek bağırdı.


“Bir tek sen mi varsın bu dünyada? Bende kendimi göstermek istedim. Bende yükselmek istedim. Bıktım senin gölgende olmaktan!”


Normal biri söylese küstah diyerek gülüp geçeceğim cümleleri, beni çok iyi tanıyan birinin kurması şaşkınlığı içinde kavrulurken yavaşça ayağa kalktım.


Önümde acıyla kıvranan yirmi iki yaşındaki dünkü çocuk, şu an yaptığı hainliği bana karşı savunuyordu, hem de sırf kendi çıkarı için yapmışken...


Aslında suçlu olan o değildi, bendim. Sırtımdan vurabilme gücünü ona ben vermiştim ve o da bu gücü çıkarı uğruna tereddüt etmeden kullanmıştı. Her zamanki gibi, aldığım karşılığı tekrar almış; ederinden fazla değer verip karşılığında da sırtıma güzel bir bıçak yarası almıştım.


Neden şaşırıyordum ki? İnsanlar ihanet ederdi.


İnsanlar en iyi ihanetleri ederlerdi çünkü en iyi yaptıkları şey buydu.


İçimdeki kelebeğin kalbimin üzerinden bana seslenişinin ardından düşüncelerden sıyrılarak şaşkınlığımı gömüp öfkeme sarıldım. Şu an bunu yapabilmek benim için en iyi seçenekti çünkü soylu olmak bunu gerektirirdi.


Öfkeli ve yırtıcı.


“Lan salak sen ne anlarsın yöneticilikten? Senin işin teknoloji-bilgisayar. Neyine güvendin de kalktın bu işe” beni satması kadar aptal bir oyuna gelmesine de sinirlendiğimi hissederken ses tonum fazlasıyla küçümseyiciydi. Gerçekten de buna mı kanmıştı?


Söylemimle Aras’ın sesi yayıldı odaya. “Resmen kandırmışlar salağı. Bundan iş çıkmaz. Boşuna zaman kaybediyoruz.” bıkkınlık kokan sıkkın sesiyle kafamı çevirerek ona baktım. Yüzünde bitsin de gidelim tarzı bir ifade vardı. Başımı tamam anlamında sallarken göz bebeklerimi yerdeki şahsa devirdim.


“Normalde Karan’a çalışıyorsun ama son olayda Karan’ın bir işi yok. Yerimi kime ve neden söyledin?” kelimeler tane tane dilimden dökülürken sorumu tekrar etmeyeceğimi belirtecek kadar gaddardı sesim. O da bu mesajı almıştı ki yattığı yerde bir eliyle kanayan burnunu tutarken diğer eliyle belini ovamaya çalışıyordu. Sanırım onu sandalyeden ittiğimde belini incitmişti. Gözlerimle onu süzmeyi keserek ciddi bir ifadeyle gözlerine baktım. Konuşup konuşmama arasında kalmıştı. Gözlerindeki korku tüm bedenini ele geçirmişti ki tir tir titriyordu. Teni bembeyaz olmuş, her an kusacak gibiydi.


Hafifçe öne doğru eğilerek derin bir nefes aldım. “Ali... kim olduğumu biliyorsun değil mi? Bu zamana kadar kimlere neler yaptığımı... eğer karşımdaki gözümde değeri olmayan biriyse ona ne acılar yaşattığımı... hepsini biliyorsun.” dedim ve başımı yana eğerek gözlerinin içine daha derin bir şekilde baktım. “Peki şimdi gözümde gram değerin yokken niye bana istediklerimi vermiyorsun? Eğer birine güveniyorsan güvenme çünkü seni şu an kimse elimden alamaz. Bil diye söylüyorum. Malum iyi bir insanım.” son cümlemi söylerken kanayan burnunu iki parmağımın arasına alıp tüm gücümle sıktım. Alaylı sesimi tescillemek istercesine sunduğum küçük sevgi gösterisi hoşuna gitmemişti ki inleyerek ellerini bileğime sarıp burnundan uzaklaştırmaya çalıştı.


Sanırım burnu kırıktı...


Her bir kelimemle göz bebeklerinin büyümesini ve acı içinde bileğime sarılışını izlerken hissettiği korkunun somut bir şekilde aramızda olduğunu duyumsadım. Acısı ağzını açmasını sağladığında burnunu bıraktım. Hızla burnunu kapatırken derin derin soluklandı.


“Emir...Emir istedi yerini. Benden senin yalnız olacağın bir anı ona söylememi istedi.”


Acılı titrek sesiyle kaşlarım çatılırken beynim hızla olayları süzgecinden süzdürmeye başlamıştı. “Emir, ortaya çıkacağını bile bile bunu niye yapsın? Onda bunu yapacak göt yok. Kimi kandırıyorsun sen?” sinirle konuşurken aynı zamanda da karnına tekme attım. Tam bir tane daha atacaktım ki bağırarak beni engellemeye çalıştı.


“Dur! Yemin ederim o yaptı. Seni sattığımı biliyor çünkü o da Karan’la çalışıyor. Sana olan hırsını çıkarmak için Karan’dan gizli yaptı bunu. Eğer öğrenirsen de suçu Karan’a atacaktı ve işten sıyrılacaktı, planı buydu ama senin beni yakalayacağını bilmiyordu. Hiçbirimiz bilmiyorduk!”


Darbe özelliği taşıyan her bir cümlesinin ardından gözlerim kararırken kafamı tavana doğru kaldırıp gözlerimi kapattım. Karanlığın huzurunda derin bir nefes alırken kalbimin sıkıştığını hissettim.


Bu boktan şehirde neler oluyordu da her yanım beni bitirmeye çalışan kahpelerle dolmuştu?


Ben sessizliğimde hayatımı sorgularken Aras’ın sesini işittim. “Sen niye Karan’la çalışırken ona ihanet edip Emir’e bilgi verdin?” sorgulayan sorusuyla Ali’nin vereceği cevabı merak ettim. Kafamı yerde yatan şahsa çevirirken tepkisizce konuşmasını bekledim.


Zoraki çıkan sesiyle yüzünü buruşturarak konuşmaya başladı. “Yaptıklarımı ifşa etmekle tehdit etti. Söylemek zorundaydım.”


Konuşmasıyla zihnimde bir sürü düşünce geçti. Her bir düşünce kafamdaki kırk takla atarken içimdeki sesi dinlemeye karar verdim. Zihnimde parlayan ışığı destekleme ihtiyacı duyarak yerdeki şahsa üstten bir bakış attım.


“Kanıtın var mı? Neden sana inanayım?” diye sordum ciddiyetle. Hemen kafasını evet anlamında sallarken sertçe yutkundu ve “Mesajlar telefonumda, tüm konuşmalarımız duruyor.” dedi. Konuşmasıyla Aras’a baktım, sıkılmış bir tavırla elini cebine sokmuş, bir ayağını geriye doğru büküp duvara yaslamış bana bitir artık dercesine bakıyordu. Bakışlarımı tekrardan yerde yatan zavallıya çevirerek dizlerimin üstüne çöktüm. Elimle çenesini kavrarken gözlerimi gözlerine değdirdim. İfadesiz suratıma karşı acı dolu yüzü içimde herhangi bir tatmin duygusu yaratmadı, aksine kendimi üzgün hissediyordum.


Üzgünlüğümü gizlemek istercesine önüne öfkemi siper ettiğimde çenesini sıkarak yüzümü yüzüne yaklaştırdım. “Aslında hakkının ölüm olduğunun farkındasın değil mi? Senin aptal gibi kandığın oyun yüzünden hiçbir suçu olmayan kız, şu an toprağın altında ama bu umurunda bile değil. Sen hiçbir zaman sana verdiğim toleransı hak etmedin...” dedim ve kaybetmenin hissiyle dolan gözlerime inat çenesini daha da sıkarak devam ettim konuşmaya. “Şimdi de hak etmediğin toleransın yanında sana ait olan her şeyi geri alıyorum. Artık bir hiçsin. Gurur duy aptallığınla.” çenesini sert bir şekilde bırakırken bakışlarımı Aras’a çevirdim ve çenemle kapıyı işaret ettim. İşaretimle Aras, kapıyı açarak görevlileri çağırdı. İlk geldiğimiz zaman burada olan kişiler geri geldiğinde sonda olduğumuzu anladım. Gözlerim, kardeşim dediğim çocuğun üzerindeyken içimdeki dürtüye boyun eğerek titreyen sesimi saklamaya çalışarak merak ettiğim soruyu sordum.


“Ciddi olarak merak ettiğim bir şey var. Bana ihanet etmeye nasıl cürret ettin? Neyine güvendin? Olmayan zekana mı yoksa daha kim olduğu belli olmayan bir adama mı?” gözlerine hüzünle bakarken hüznün arkasındaki saf öfke tenimin altında karıncalanıyordu. Damarlarımdan akan kan şeytanın kanıyla eşken zihnim ihanetin yarasıyla hırçındı. Ben ayağa kalkarken o her bir hareketimi izledi ve ondan uzaklaştığım için daha rahat bir tavırla konuşmaya başladı.


“Gittikten sonra eski gücünün olduğunu mu sanıyorsun? Artık uzatmaları oynuyorsun, kabul et. Senin yanında olup dibe batacağıma onların yanında olup kazanmayı seçtim.” dedikleri kalbimden beynime doğru bir ateş rüzgarı estirirken gözlerimin önünü karardı. Sınırlar aşılmıştı.


Ben Alisa Havas... Hayır.


Ben Soylu Alisa Havas’a bu sözleri söyleme cürretinde bulunarak ölüm fermanını imzaladı.


Odadaki kimseyi umursamadan hızla yerde yatan piçin üstüne çıktım. “Kimsin lan sen? Kimsin de benimle böyle konuşuyorsun?” peş peşe iki yumruk. “Dibe batacakmışım ha? Ben dibe batacağım, siz kazanacaksınız?” iki yumruk daha. “Şimdi siktir git de kazan. Kazanacakmış, dünkü piç bana meydan okuyor!” her bir cümlem ses tellerimi yüksek voltajda titretirken yüzüne attığım yumruklar beni daha da kışkırtıyordu. Şu an kendimde değildim, farkındaydım ama kendimi bulamıyordum. Durmalıydım ama duramıyordum. Durmak istemiyordum... içimdeki öfke beni daha ilerisi için dürtüyordu ve ben bu dürtünün silahı olmak istiyordum.


Yağız’ın dedikleri, Seda’nın acıyan bakışları, babamın beni kullanışı... ihanet, yalnızlık, terk ediliş. Bir günde dibi görmüşken beni dibe batmakla vuran bu şerefsizi vurarak inletmek istiyordum.


Kendimi durduramadığımı anlayan Aras, bana doğru gelmişti ki hızla beni tutup Ali’nin üzerinden kaldırdı. “Dur artık. Yeter.” bir kolu belimdeyken bir eli omzumdaydı. Kulağımın arkasından ruhuma işleyen sesi beni durdururken nefes nefese başımı çevirerek ona baktım. Bakışlarım ağır ağır yerdeki baygın yatan şerefsize değdiğinde yüzümü buruşturdum. Bedenimi sarsarak kendime gelmeye çalıştığım esnada Aras’ın dokunuşlarından uzaklaştım. Şaşkınlık ve korkuyla bana bakan görevlilere kısa bir bakış atıp tükürürcesine yerdekini işaret ettim.


“Bu piçi Dion’daki hapishaneye götürün. Hemen!” derken gözlerimdeki ateşin nasıl olurda sadece beni yaktığını düşündüm.


Halbuki gözlerimden çıktıkların emindim çünkü yüzüm de yanıyordu.


Dion’daki hapishane beş şehirdeki tüm hapishaneler içindeki en kötü ve acımasız hapishaneydi. Oradaki çoğu mahkum, hapishane şartlarına uyamaz inthar ederdi. Yerde yatan şerefsizin de hak ettiği buydu ve bunu yaşayacaktı.


Kendi elleriyle kendini çektiği bataklıkta boğulurken kendi eceli olacaktı. Bu onun cezasıydı.


Görevli, emrimle kafasını tamam anlamında salladığında daha fazla burada duramayacağımı bildiren mide bulantısıyla hızla odadan çıktım. Dar koridordan geçerken floresan lambadan sızan ışık gözlerimi kanatıyor, duvarlar iki taraftan tenimi sıkıştırıyor gibi hissediyordum. Kapıdan süzülen gün ışığına kavuşmak için adımlarımı hızlandırırken ardımdan gelen adım sesleri çok uzaktanmış gibi geliyordu. Bahçeye çıktığım anda yağmayı çoktan kesmiş olan yağmurun ardında bıraktığı kokuyu içime derin derin çekmeye başladım. Anılar ve içerideki koku içten içe beni sarsmış, yaşadıklarım üzerine gelerek beni boğmuştu.


Nefes almaya ihtiyacım vardı.


Sindirmem gereken o kadar çok şey içime birikmişti ki nefes almaya yerim kalmamıştı. Zihnim o kadar doluydu ki artık kendimi bulamıyordum. Bedenim o kadar yaralıydı ki artık acı hissetmiyordum.


Sanırım insanlıktan çıkıyordum ve kimse beni kurtarmıyordu.


Birinin kurtarmasına muhtaç mıydım? Hayır ama neden şu an birini istiyordum yanımda?


Birini değil onu istiyorsun. Ama yok...


İçimden gelen fısıltıyı bastırmak istercesine sesli bir şekilde nefes alıp vermeye başladım. Bir elim boğazımı kavrarken diğer elimle kalbime baskı yapmaya çalıştım. Atıp atmadığından emin değildim çünkü...


Gözlerim, yanımda duran adamın tereddütlü bakışlarına takıldığında alt dudağım hüzünle titredi.


“İyi misin diye soracağım ama bana yalan söyle.” diye mırıldanırken bir eliyle omzumu kavramış, beni kendine çekerek ağırlığımı üzerine almıştı.


“İyiyim. İyiyim ama fazla... bu kadarı çok fazla.” mırıldanışım sadece onun duyabileceği kadar kısıkken ben bile sesimi duymamıştım. Gözlerimi etrafta dolaştırırken bahçede birkaç kişinin olduğunu fark ettim. Bizden uzaktaydılar ama kaçamak bakışları üstümüze değiyordu. Ben onlara bakarken Aras, elimi eline alarak havaya kaldırdı. Onun hareketiyle irkilerek önce ona sonra da elime baktım.


Art arda sert yumruk attığım için parmak boğumlarım soyulmuş, kanamaya başlamıştı.


“Elini saralım, sonra da ne yapacağımızı konuşalım.” itiraz kabul etmeyeceğini belli eden sesiyle elimi elinden çekerek kafamı tamam anlamında salladım.


“Tamam. Çalışma odama gidelim.” ona yaslanan bedenimi kendi ayaklarımın üzerinde tutarken derin bir nefes alıp odama doğru ilerlemeye başladım. İki blok ötedeki odama ilerlerken Aras, bir adım gerimden geliyordu. Bizimkiler neredeydi bilmiyordum ama ekibin dağıldı belliydi.


Benim kadar onlar da dağılmıştı ve bizde dağılan parçalardan biri olmuş ayrılmıştık. Tek bir yanlış, herkesin doğrularını bir kalemde silebilirdi. Bizde silinmiştik.


Cevapsız sorulardan geriye kalan boşlukları doldurmak istercesine düşünürken odama gelmiştik. Aras, tüm bu süreç boyunca sessizce beni izlemişti.


O da düşünceliydi.


Odadan içeri girdiğimde ardımdan gelerek kapıyı kapattı. “İstediğin yere otur.” derken kapının çaprazındaki dolabın üst gözünde bulunan ilkyardım çantasını alarak üç kişilik koltuğa oturdum. O süre zarfında beni izleyen Aras, ben ondan rica etmeden gelip yanıma oturdu. Yaralı elimi dizinin üstüne koyarken yardım çantasının içinden lazım olan şeyleri aradı. Bunları yaparken oldukça sakin, bir o kadar da ciddiydi.


“Tam bir yaramaz, küçük kız kardeş gibisin.”


Kaşlarını çatmış elimdeki yaralara bakarak kurduğu cümleyle benim de kaşlarım çatıldı. “Sen de her şeye burnunu sokan kendini beğenmiş abi misin?”


Pamuğa döktüğü oksijenli suyla yarayı temizlerken bana yandan bir bakış attı. Üst dudağı yukarı doğru kıvrılmışken kibirle söylendi. “Ta kendisi. Tanıştığıma memnun oldum, küçük hanım.”


“Ben hiç memnun olmadım sonradan gelme.” dedim gözlerimi devirirken. Konuşmamla gülerken elindeki pamuğu bıraktı ve krem sürmeye başladı. O, kremi sürüp sargı beziyle elimi sararken gözlerim onu izliyordu ama beynim içeride bana çok farklı şeyler izletiyordu. İki sene boyunca yaşadıklarım, ondan önceki hayatım ve buraya geldiğimden beri yaşadıklarım. Hepsi gözümün önünden geçiyordu ve her bir anın geçişinde içimde farklı duygular doğup ölüyordu. Bazıları benim yüzümden olsa da hayatımın çoğu kötü anısının sebebi ben değildim ve bu beni öfkelendiriyordu. Eğer şu anki düştüğüm bataklığın tüm hatlarıyla sorumlusu ben olsaydım, gıkım çıkmadan cezamı çekerdim ama hepsi benim suçum değildi.


Ve buna rağmen ne hikmetse sadece ben batıyordum.


Yağız'ın dedikleri, Ali’nin dedikleri beynimde dönüyordu ve dönerken zihnimde acı yaratıyorlardı çünkü her ne kadar kabul etmesem de haklıydılar.


Dibe batıyordum ve yanımdakileri de dibe çekiyordum ama dediklerinin yanında bilmedikleri bir şey de vardı, o da ben batarken asla tek batmazdım.


Ya girdiğim savaşı kazanırdım ya da kaybedeceksem de karşımdakinin de benimle beraber kaybetmesini sağlardım. Başka seçenek olamaz, benim kazanamadığım yerde kimse kazanamazdı.


Bunu onlara gösterecektim. Sonunda ölüm olsa bile...


Bu kendime verdiğim bir sözdü ve benimle beraber bu söz kazanana kadar yaşayacaktı.


Aras’ın işini bitirdiğini belli eden gülümsemesi görüş alanıma girdiğinde elime baktım. Yaralarım görünmeyecek şekilde güzelce sarılmıştı. Hafifçe tebessüm ederek oturduğum kanepeden kalkıp masama geçtim. Aras'da oturduğu yerden kalktı ve masamın önündeki tek kişilik koltuğa oturdu.


Bakışları sorgularcasına yüzümde gezinirken “Zor bir gündü.” dedi bıkkınlıkla. Başımı onaylarcasına aşağı yukarı sallarken dudaklarımı büktüm. “Daha en zorunu atlatmadık. Gece uzun.”


İmamla kaşları çatıldı. “Ne yapacağız?”


Koltuğumda geriye yaslanırken rahat bir tavırla onu süzdüm. “Görevliye söyledim. Ali’nin telefonunu incelemeye aldılar. Sonuç çıktığı anda bir düşmanımızdan hemen kurtulacağız. Artık beklememize gerek yok. Ne olacaksa olsun.”


Artık ne olacaksa olmalıydı çünkü korkuyla yaşanmıyordu, bunu anlamıştım...


Aras’ın umursamaz bir tavırla omuz silkmesiyle dudağım kıvrıldı. Beni sorgulamadan güvenmesi hoşuma gidiyordu. Yanımdaydı, her zaman olduğu gibi. Yanımda birinin olmasının güven hissiyle elimi masamın çekmecesine götürdüm ve içindeki özel bölüme parmağımı okuttum. Açılan kapakla içinden Aras’ın bana yolladığı flaşı kavrayarak masanın üzerine koydum.


Toprak rengi gözlerimi onun açık kahvelerine düğümlerken tek kaşımı kaldırdım. “Ne var içinde?”


Gözleri masanın üzerindeki flaşa kaydığında heyecanla gülümseyip bana baktı. Gözlerindeki parlamayla içimden işte şimdi başlıyoruz diye geçirmeden edemedim. “İçinde bizi gizli silahımıza ulaştıracak bilgiler var.” dedi ve oturduğu koltukta daha da yayılarak flaşı eline alıp bana salladı.


“Sendeki flaşı açabilmemiz için gerekli olan şifre bu flaştaki beş kişide parçalı bir şekilde saklı. Şifre güvenlik amacıyla beş kişiye bölünerek beş büyük şehirdeki kişilerde bulunuyor. Bu beş kişideki parçaları toplayarak şifreye ulaşıp gizli bilgilere ulaşacağız.” dedi ve iki elini birbirine vurarak “Bingo! Karşımızdaki herkesin ecdadını sikeceğiz.” diyerek ekledi. Söyledikleriyle kaşlarım çatıldı. İnanamamanın verdiği yalancı gülümsemeyle ona alaylı bir bakış attım.


“Nasıl olacakmış bu? Elimizi kolumuzu sallayarak biz geldik, şifreleri bize verin mi diyeceğiz?” diye sordum ve kafamı olumsuz anlamda salladım. Bu gerçekten imkansızdı. Bunu yapacak kadar güçlü değildik. Ayrıca şu an bu şehirde Soylu olarak görev yaparken ajancılık oynayamazdım.


“Ithaca’da yaptıklarımızı unuttun galiba. Alisa, biz değil miydik Yer Altına inip Başkan’ın karşısındaki tüm gizli örgüt liderlerini öldüren? Şimdi neden korkuyorsun?” dedi ve omuz silkerek sanki basit bir şeyden bahseder gibi omuz silkerek ekledi. “Yine aynısını yapacağız. Biz birlikteyken giremeyeceğimiz delik yok.” İkna edercesine konuşmasıyla içli bir nefes çektim ciğerlerime. Söyledikleri içimde büyük bir sıkıntıya sebebiyet verdi çünkü haklıydı. Doğru söylüyordu... aptal gibi babamın beni kullanmasına izin vermiş, onun karşısındakileri yok etmiştim. Onun gücüne güç katarken kendi gücümü kaybetmiştim ve bunları onun bana yaptığı acımasızlığa rağmen yapmıştım.


Şimdi kendim için bir şey yapacakken neden korkuyordum?


Tereddütlü bakışlarım Aras’ın göz bebeklerinde oyalanırken titrek bir nefes aldım. “O zaman arkamızda Başkan vardı. Şimdi sadece ikimiziz.” dedim. Aras, iki arada kaldığımı fark etmişti. Bana doğru eğilirken gözlerimizi ayırmadı.


“Alisa, o zaman da ikimizdik. Operasyonlardayken ikimiz değil miydik birbirimizin arkasını kollayan?” durdu ve söylemekle söylememek arasında kaldığı cümlelerle beni vurmayı tercih etti. “Sence gerçekten baban arkamızda mıydı? Bence değildi, hatta daha ilerisini söyleyeyim mi sana? Boktan operasyonların birinde ölmeni bekledi çok sevdiğin baban.” kulaklarımda uğuldayan acı sesi içimde varlığını bastırdığım bir yerleri sızlattı. Elim istemsizce yumruk şeklini alırken geldiğim gün babamın söylediklerini tekrardan dinledim zihnimde. O dememiş miydi ölmen gerektiği yerde öleceksin diyen, şimdi neyden korkuyordum ki?


Yutkunarak boğazımdaki yumruyu mideme savurdum. Kafamı tamam anlamında sallarken sulanmış gözlerimi onun umut dolu gözlerine çevirdim.


“Tamam. Toplayacağız parçaları ama önce Emir’i halledeceğiz. Bu akşam kesin bara gelir. Barda işini bitirip önümüze bakacağız.” kararlı sesim benden bile güçlü çıktığında kendimi içten içe tebrik ettim. Aras, gülümseyerek bana baktığında gözlerinin ardındaki gurur nedense kalbimi hızlandırdı.


“Başaracağız. Kazanacağız çünkü hak ediyoruz.” dedi evrene mesaj vermek istercesine. Onaylarcasına başımı sallarken derin bir nefes aldım. Bugün fazla duygusaldık ve böyle giderse duygu komasına girecektim. Acil olarak bu yoldan dönmeliydim.


“Sen şimdi git biraz dinlen, yoldan geldin. Bende şu sıkıcı evrak işleriyle uğraşayım. Akşam çıkarız.” dedim ve masanın üzerindeki tuşa basarak görevliyi odama çağırdım. Aras'da dediğimle rahatlamıştı ki yüzünde bariz bir rahatlama peydah oldu.


“Valla bir an hiç demeyeceksin sandım. Ölüyorum yorgunluktan lan” dedi eliyle ensesini ovarken. Bu haliyle dudaklarım kıvrılırken onaylamazca kafamı salladım.


“Bir de ajan olacaksın. Yaşlandın mı süper ajan?”


Yaşlılıkla ilgili konuşmamla hızla kafasını bana doğru çevirdi. “Düzgün konuş ağzına biber sürerim. Yaş almayan gençliğime kıskançlıkla bak. Sen buruşurken ben böyle yakışıklı kalacağım.” dedi ve hayretle kaşlarını çatarak ekledi. “Hem nasıl yorulmayayım? Psikolojik olarak senin bu ekip arkadaşların ağzıma sıçtı. Ne hainliğim kaldı ne adamlığım.” onlara alınmadığını biliyordum çünkü Aras, sevdiği kişilere darılırdı ve daha ekibimle arasında bir bağ oluşmamıştı ama yine de o duruma kaldığı için içerlemiş olmalıydı.


“Üzgünüm. Onların açısından da bakmamız gerek. Sen takılma onlara bu olaylar geçince her şey düzelir.” yani... umarım diye ekleyemedim konuşmama ama sanırım bunu gözlerimden okumuştu ki üst dudağı buruk bir şekilde kıvrıldı. Tam o sırada odaya giren güvenliğe ikimizde bakarken Aras, ayağa kalktı.


“Bizim evdeki boş odayı Aras Bey’e gösterin. Artık orada kalacak.” dedim. Söylemimle Aras, elini alnına götürüp bana görüşürüz işareti yaptı ve göz kırparak görevliyle birlikte odadan çıktı. Onların çıkmasıyla gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Aklımdaki planı uygulamak için hazırlamam gereken evraklı düşünerek hızla işe koyuldum.


Bundan sonra her şey ince bir çizgi üzerinde oynanacaktı ve kaybedenin kurtulma şansı olmayacaktı. O yüzden emin adımlarla ilerlememiz gerekiyordu. Bunun içinde ilk yapmam gereken her şeyi prosedüre uydurmam gerekti...


Kolumdaki saate baktığımda yelkovanın beşi gösterdiğini akrebin onun üzerinde beklediğini gördüm. Son ke aynada kendime baktım. Uzun süre son ilk defa kısa siyah bir büstiyer giymiştim. Aynada arkamı dönerek sadece derin baktığında belli olan yaralarıma hüzünle baktım ve umursamamayı seçerek ellerimi giydiğim siyah dar pantolona sürdüm. Derin bir nefes alarak odadan çıkıp çaprazımdaki odaya doğru ilerledim. Kapıyı çalma gereği duymadan hızla açarak içeri girdiğimde ilk işim karanlık olan odayı aydınlatmak oldu. Aydınlanan oda içerisinde gördüklerimle oflayarak gözlerimi devirdim.


“Ulan seninle mi savaşa gireceğim ben? Kalksana!” diye bağırdım sinirle. Resmen sanki normal bir gündeymişiz gibi yatakta yüz üstü yatmış mışıl mışıl uyuyordu. Topuklarımı yere vura vura yanına giderek başının altındaki yastığı hızlıca çekip kafasına vurdum.


Aldığı darbeyle bir gözünü açarak uykulu bir sesle “Hay sikeyim, kızım ne yapıyorsun ya?” diye söylenip yataktan doğrularak bana alınmış bir ifadeyle baktı. “Bir insan evladı böyle mi uyandırılır?”


Söylenmesiyle içim sızlasa da bunu ona belli etmedim ve yalancı bir tebessümle omuz silktim. “Valla sevgilim haricindekilere tarifem bu. İşine gelirse.” dedim.


“İşime gelse ne olur gelmese ne olur? Elimizdeki...” dedi ve eliyle beni boydan boya işaret ederek “Mal bu. Atsan atılmaz satsan üstüne para verip tekrar bize verirler.” dedi.


Gözlerim kısılırken dudaklarım düz bir çizgi haline geldi. Elimdeki yastığı kafasına fırlatırken hırsla konuştum. “Sensin mal! Aşağı iniyorum on dakikan var. Arabanın yanına gel.” odada kalırsam ona boğacağımı bildiğimden hızla odadan çıktım. Katta yürürken Sedaların odasının önünde durarak yavaşça kapıyı tıklatıp içeri girdim. Gözlerim hızla aradığım kişiyi bulma isteğiyle dört duvar arasında gezerken tek görebildiğim bakıcısıyla oynayan Mert’ti. Küçük canavara gülümseyerek gözlerimi bakıcısına çevirdim.


“Seda, nerede?” kız onunla konuşmamdan çekinmişti. Utangaç bir şekilde boğazını temizleyerek gözlerime bakmadan konuştu.


“Seda Hanımlar kulübe geçtiler.” öğrendiğim bilgiyle kafamı tamam anlamında sallayarak odadan çıkıp otoparka doğru yürümeye başladım. Yürürken de cebimden telefonumu çıkarıp Seda’yı aradım. Beşinci çalışta soğuk sesi kulağıma ilişti.


“Efendim?” mesafeli sesine gözlerimi devirsem de üzerinde durmamayı seçtim.


“Yöneticiler orada mı?” sorumla bir süre sessizlik oldu. Kesin etrafı inceliyordu şu an.


Bir süre sonra tek bir cümle döküldü dudaklarından. “Emir, burada.” istediğim ismi duymamla yüzümde samimi bir tebessüm oluştu.


“Geliyorum, ben gelene kadar çıkarsa bana haber ver lütfen.” dedim ve telefonu kapattım. Aras’ı beklerken arabaya yaslanıp rahatlamak için bir sigara yaktım. Sigaranın külü havada süzülürken aklımda tek bir isim vardı.


Yağız Ertuğ...


Her ne kadar haklı olduğunu bilsem de yanımda durmaması kalbimi kırmıştı. Bu koşullar altında ayrı olmamalıydık. İkimizde birbirimizin zaafıyken ayrı olmamış bizi zayıflatırdı. Karşımızdakiler kolaylıkla ezerlerdi bizi bu zayıflığımızı kullanarak. O yüzden ne yapıp edip onu yanıma çekmeliydim, başka seçeneğim yoktu. O uzaktayken ne onu koruyabilirdim ne de o bensiz benimle savaşabilirdi.


Yan yana olmalıydık. Bir olmamıza gerek yoktu, aynı tarafta olsak yeterdi. Yani bence yeterdi...


Ben bunları düşünürken sigaram bitmiş ve Aras, tüm ihtişamıyla yanımdaki yerini almıştı. Gözlerini üzerimde gezdirirken karnımın üstündeki hafif belirgin yaralara kaşlarını çatsa da bir şey demedi. Bakışlarını kaçırırken “Tek araba gidelim. Motoru kullanamam şimdi.” dedi sadece. Kafamı olumlu anlamda sallarken sigarayı söndürdüm ve doğrularak arabaya bindim. Aras’ın da yan tarafa oturmasıyla hızla bara doğru sürmeye başladım.


Kısa süren yolculuğun ardından barın önüne geldiğimizde içimdeki heyecanı bastırarak arabadan inip anahtarı valeye verdim. Kapının önündeki sıraya bakmadan bizim için açılan kapıdan geçtiğimizde Aras, tam yanımdaydı. İlk kısımda ilerlerken çoğu kızın Aras’a baktığını fark ettim. Gerçi bakılmayacak gibi değildi, haklıydılar. Bunu fark etmemle gülerek Aras’a doğru yaslandım.


“Valla bu yakışıklılığınızla elden gideceksiniz Aras Bey.” diye söylendim dalga geçercesine. O ise bana ciddi bir şekilde bakarak arkadan saçımı çekti.


“Senin burada çenen niye bu kadar düşük? Topla şu çeneni yoksa saçlarınla bağlarım onu.” tehditiyle yüzümü buruştururken ikinci bölüme ilerledim. Elif’ten sonra şaka dahi olsa kız işlerine hemen sinirleniyordu. Bu haline her ne kadar üzülsem de acı gerçek ortadaydı ki ölenle de ölünüyordu. Her nefes alan yaşamıyordu ve Aras, bunun tipik örneğiydi. Ona karşı elimden bir şeyin gelmemesi canımı acıtıyordu ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu.


İkinci kısma geçmemizle düşüncelerimden sıyrılarak ciddileştim ve girişte durup etrafı hızlıca kolaçan ettim. İçerisi kalabalıktı. Herkes kendi halinde eğleniyordu. Gözüm bizimkileri bulduğunda her zamanki masada ciddi bir şekilde konuşarak içtiklerini fark ettim. Büyük ihtimalle benim -delirip delirmediğim- hakkında konuşuyorlardı. Gözüm Yağız’a takıldığında sabahki kıyafetleriyle kaşları çatık bir şekilde Seda’nın ona anlattıklarını dinlediğini gördüm.


Gözlerim yüzünün üzerinde dans ederken kalbimin ritmi otomatikman melodi çalmaya başladı. Gıcık, yaralı yüzüne rağmen bile nasıl bu kadar yakışıklı olmayı beceriyordu?


Boğazımı temizleyerek gözlerimi onlardan çekip diğer taraflarda dolaştırdım... ve bingo... asıl hedefimi buldum. Bizim masanın biraz uzağında Emir, bir kızla keyif çatıyordu. Yaptıkları yüzümü buruşturmama sebep oldu ama umursamadan bizimkilerin masasına doğru ilerledim. Onlara doğru yaklaştığımı gören Akın’ın kahveleri önce bende ardından da Aras’ın yüzünde dolandı. Masaya gelip oturmamla Akın, aynı anda ayağa kalktı.


Gözlerimi masada sabit tutarken “Yerine otur.” dedim net bir tonla.


Emrimle hareket etmeyi kesti. “Ne dedin?” diye sordu sert şekilde. Kafamı ona çevirdiğimde çatık kaşlarıyla bana baktığını gördüm. Aynı sertlikle yüzüne bakarken kibirle gülümsedim.


“Yerine oturdum dedim ve sende şimdi yerine oturacaksın.” dedim itiraz kabul etmeyeceğimi belirtecek bir emir tonunda. Akın, sinirle Seda’ya baktı ve gülümseyerek yerine oturdu. Gülümsemesi bariz küfürler barındırıyordu ama şu an için bu ilgi alanımda değildi. Masadaki içkisini eline alarak tek yudumda içip bardağı masaya sert bir şekilde koydu. Yaptığını umursamadan onlara baktım.


Yarım ay şeklinde olan koltukta tam ortada Yağız, onun bir yanında Seda, bir yanında da Akın oturuyordu. Koltuğun köşesinde, Seda’nın yanında ben oturuyordum. Aras, oturmaya yeltenmemiş, tam arkamda ayakta durmuş bekliyordu. Onlarla olan ilişkime girmemeyi tercih ediyordu ki haklıydı da ortada girilecek bir iletişim bile yoktu. Yüzlerine baktığımda Seda ve Yağız’ın bana sinirli bir şekilde baktığını Akın’ınsa bakmaya bile tenezzül etmediğini fark ettim. Bu durum içten içe beni yaralasa da bunu yansıtmadan aynı soğuklukla onlara baktım.


“Kimse aramızdakileri bilmeyecek. Dışarda aynı eskisi gibi olacağız, evde ise nasıl istiyorsanız öyle davranırsınız... tercih sizin.” dedim ve gözlerimi kısarak “Ve sakın birazdan yapacaklarıma müdahale etmeyin.” diye ekledim. Söylediklerimle Seda, sinirle bana döndü. Gözlerinden kırılmış bir kalpten yükselen öfkenin emareleri vardı.


“Başka emriniz var mı Soylum?” dalga geçercesine konuşmasıyla yüzüne ifadesizce baktım. Ablamdan daha ablam olan kadının bana kızgın olmasından hoşlanmadığımı hissederken onunla aynı soğuklukta konuşmaya çalışmanın zorluğuyla mücadele ederken umursamıyormuş gibi dudaklarımı büktüm.


“Beni anlaman ama onu da yapamıyorsun. O yüzden bu dediklerimi yapman yeterli.” dedim ve kafamı garsona çevirerek onu yanıma çağırdım. Genç çocuk, hızla yanıma geldiğinde heyecanla eğildi.


“Buyurun efendim.”


Çocuğun heyecanla parlayan yeşil gözlerine bakarak “Müziğin sesini azaltın ve Emir’e onu çağırdığımı söyle.” dedim. Garson emirlerimle şaşırarak tereddütle Akın’a baktı. Akın, çenesini kasarak kafasını yap anlamında salladı. Onay vermesiyle sinsice gülümseyerek başka bir garsondan viski istedim. Emir verdiğim diğer garson istediklerimi yaparken viskimde gelmişti. Rahatlamak istercesine kehribar rengi acı sıvıyı boğazımdan akıttım. İçki boğazımı yakarak mideme giderken göz ucuyla Yağız’a baktım. O ise konudan bağımsız şekilde sargı beziyle sarılmış elime bakıyordu. Ona baktığımı anlamaması için hemen kafamı çevirdim ama o iki saniyede gördüklerim bile kalbimin hızlanmasına yetmişti.


Ne olursa olsun bana kıyamaması onu gözümde öyle yüceltiyordu ki, onu nasıl seveceğimi şaşırtıyordu bana çünkü bu kadar büyük bir sevgi nasıl yaşanılırdı bilmiyordum...


Bulunduğumuz durumdan dolayı kendime gelmek için elimle ağzımı kapatırken sırıtmamı sakladım ve hemen ciddileşerek bir yudum daha aldım içkimden. Bunları şimdi düşünememeliydim, odaklanmam gereken bir problem vardı.


Emir'in gelmesini beklerken biten bardağımı göstererek yenisini istedim. Garson hızla iki bardak getirdiğinde bir bardağı Aras’a uzattım. Onun bardağı elimden almasıyla diğer bardağı da ben elime aldım ve deminki kalp hızımı düşürmek istercesine içkiden bir yudum aldım. Ben içimdeki gerginlikle boğuşurken Seda’nın bana doğru yaklaşmasıyla yandan ona baktım.


“Emir, ne alaka?” meraklı sesine gülümserken elimle bardağın ağız kısmında daire çizmeye başladım.


“Etrafımız hainlerle doluymuş.” diye mırıldanırken ona göz kırptım ve bize doğru yaklaşan Emir’e bakmaya başladım. Ona dönmemle yüzüne piç gülüşünü yerleştirdi ve bana bakarak masaya doğru yaklaştı. Onun arkasından da iki tane korumasının geldiğini fark ettiğimde yüzümdeki gülümseme genişledi.


Korku canına yaklaşmıştı demek ki...


Korumalarını umursamayarak sadece Emir’e odaklandım. Tam karşıma oturacaktı ki elimdeki bardaktan bir yudum alarak “Oturmana izin vermedim.” dedim.


Söylediğimle bir an durup bana baktı ve doğrularak yüzündeki gülümsemeyi silip ciddi bir şekilde bana baktı. Dimdik bir duruşla karşımda bana bakarken oldukça kendinden emin duruyordu.


“Niye çağırdın?” yüzünde gerginlikten eser yokken ilk kelimesini söylerken sesinin titremesi kendisini ele verdi. Kafamı yana eğerek sıkkın bir ifadeyle yüzüne bakmaya başladım. “Bir sürü nedeni var da işte hangisinden başlasam onu düşünüyorum.” diye söylendim umursamazlıkla.


Ona karşı tutunduğum tavır sinirine dokunmaya başlamıştı ki yüzü gerildi. Boğazındaki damar belirginleşirken iki elini kalçasının üzerinden birleştirdi. Her ne kadar korktuğunu saklamaya çalışsa da gözleri onu ele veriyordu.


Tedirginlikle boğazını temizledi. “Neden bahsediyorsun bilmiyorum ama bana bulaşma.” gergin sesiyle konuşması beni gülümsetirken hafif keyifli bir tavırla ayağa kalkıp tam önüne geçtim. Gözlerine bakarak bir elimi omzuna attım. Benden çok az uzundu.


Gözlerine derin bir şekilde bakarken yüzümdeki gülümseme silindi. “Ama sen bana bulaştın Emir. Onu ne yapacağız?” diye sordum. Bu hareketimle adamları ellerine bellerine doğru götürdüler. Onların bunu yapmasıyla Aras, sağımdaki adama yaklaşarak ona dik bir şekilde bakmaya başladı ve tabii ki beni daha da güvende hissettiren sol tarafımdaki adama da Yağız’ın müdahale etmesi oldu.


Bir yanımda o bir yanımda Aras vardı. Olanlarla Emir, korkmuştu ki bana bakarak elini koluma götürdü. Önce elimi omzundan itti sonra da gergin bir şekilde “Kavga mı çıkarmaya çalışıyorsun? Derdin neyse söyle.” dedi.


Kızarmaya başlayan yüzüne karşı kafamı tamam anlamında salladım. “Kısa keselim o zaman. Emir, sen nerden buldun da yürek yiyip bana karşı düşmanımla anlaştın?” diye sordum ve gözlerim her bir cümle kararırken onun beyazlayan yüzüne öfkeyle bakarak devam ettim. “Hadi onu geçtim, sen kimsin de bana pusu kurup beni öldürmeye çalıştın?” ona doğru bir adım atıp yüksek sesle söylediklerimle Yağız, sesli bir şekilde küfretti.


Onun tepkisiyle gülümseyerek karşımdaki kırmızıdan daha koyu tona bürünen surata bakarak öfkeyle soludum. “Ne sandın ortaya çıkmayacağını mı? Lan senin yüzünden işle alakası olmayan bir kız öldü!” diye bağırıp karnına sert bir yumruk attım. Bu hareketimle adamları bellerindeki silahları çıkartacaktı ki benim koruyucu meleklerim onlardan önce silahlarını çıkartıp onlara doğrulttular. Emir, attığım yumrukla sersemleyerek geriye birkaç adım atıp acıyla bana ve yanımdakilere baktı.


Şu an bardaki müzik kapatılmıştı ve herkes bizi izliyordu. Tam da istediğim gibi...


Emir, karşılık verirse iyi sonuçlar alamayacağını anlamıştı ki bana alçak bir ifadeyle baktı. “Tamam kabul...” dedi ve zoraki bir konuşmayla gözlerini sıkıca kapatıp açtı. “Karan’la çalışıyorum ama o son dediğinin benimle alakası yok. Salak mıyım da kendimi belli edeceğimi bile bile sana pusu kurayım?” diye sordu korku dolu sesiyle.


Kaşlarım alayla havalanırken ciddi misin dercesine gülümsedim. “Emir, bu zamana kadar yaptıklarını unuttun mu? Neden yapmayasın ki, bunu en çok sen yapmak istiyorsun yöneticiler arasında.” dedim ve ona yaklaşmaya başladım. Ona yaklaşmamla sertçe yutkunarak bana baktı.


“Dediğin gibi en başından beri seni sevmiyorum. Yapacak olsam daha önceden yapardım. Ben kimseyi öldürtmedim. Yemin ederim.” ikna etmek istercesine konuşmasıyla dudaklarımı büzerek tam önünde durdum.


“Bu zamana kadar benimle uğraşabilecek başka güç var mıydı ki sırtını ona yaslayıp benimle oyun oynamaya cesaret edebilecektin? Karan'a güvenerek beni öldürmeye çalıştın. Şimdi de cezanı çekeceksin.” dedim ve hızla yüzüne kafa atıp arkasına geçerek dizine tekme atıp dengesini dağıtarak kafasını tutup arkadaki bar tezgahına dayadım onu.


Tüm herkesin duyabileceği şekilde bağırarak “Yöneticilikten atıldın. Tüm mal varlığına el koyarak onları halka bağışlıyorum... asıl cezana da gelirsek bağımsız bölgeye sürgün edildin.” dedim ve kulağına eğilerek sessizce fısıldadım.


“Yaptıklarının intikamını almam için bana verdiğin pastan dolayı teşekkürler. İyi gol attım. Şimdi siktir git de Karan kurtarsın seni.” saçlarından tuttuğum kafasını hızla tezgaha bıraktım. Ondan uzaklaşarak yanımızda dizilmiş olan güvenliklere baktım.


“Üçünü de Başkanlığa götürün ve emirlerimi uygulayın.” dedim. Adamlar hızla emredersiniz diyerek onları tutup dışarı çıkardılar. Onların çıkmasıyla bizi izleyen kalabalığa döndüm. Tüm meraklı ve ürkmüş gözlere ciddiyetle bakarken nefesimi düzenli tutmaya özen gösterdim.


“Herkes eğlencesine devam edebilir.” tatlı bir gülümseme eşliğinde başımı eğip masama geri döndüm. Kendimi rahatlamış bir şekilde koltuğa bıraktığımda ilk işim masanın üzerindeki içkimden içimi rahatlatacak yudumu almak oldu. Tek bir yudumda yetinmeyen içimdeki aç yüzünden tüm bardağı fondip yapıp yenisini işaret ettim. O sırada da mekan eski eğlencesine dönmüş, yüksek sesli müzik duvarlarda yankılanmaya başlamıştı.


Benim sakinlemiş tavrıma zıt bir şekilde yaşananların şaşkınlığıyla herkes masaya oturarak bana bakmaya başlamıştı. Yine aynı düzende oturmuştuk, tek fark Aras, bu sefer Akın’ın yanına; tam karşıma oturmuştu.


Bana kuşkuyla bakarak sıkkın bir ifadeyle iki elini dizinin üzerinde birleştirip masaya eğildi. “Alisa, mesajlar falan var tamam da sanki bu değildi yapan?” dedi sorgulayıcı bir şekilde. Onun konuşmasıyla Akın, araya girdi.


“Emir’i sevmem etmem ama cidden bu kadarını yapabilecek kadar aptal olduğunu düşünmüyorum.” dedi. Gözlerimi ikisi arasında gezdirirken üst dudağım kibirle yukarı kıvrıldı. Elimdeki boş kadehi masaya bırakırken onlara bakarak konuştum.


“Yapan Emir değildi. Başka birisi... Emir, sadece bir piyondu bende onların piyonunu oyundan çıkardım o kadar.” söylediklerimle Seda, şaşkınlıkla bana baktı.


“Ne?”


Gözlerimi sakince her birinin üzerinde gezdirdim. Seda ve Akın şaşkınlıkla bakarken, Yağız ve Aras sinirli bir şekilde bana bakıyordu. Yüzümü ciddileştirirken derin bir nefes alarak öne doğru eğildim.


“Pusuyu kuran Emir değildi ama sonuçta haindi. Onu aradan çıkarmam gerekiyordu ve çıkardım. Yapmak istediğim iş için birinin oyundan çıkması gerekiyordu bende onu seçtim.” dedim. Yağız, kaşlarını çatmış bir şekilde ilk defa konuştu.


“Yapmak istediğin şey ne?” duygusuz sesiyle sorduğu soruyu bahane ederek gözlerine baktım. Gözlerindeki okyanusların hırçınlığı beni kışkırtırken yutkunarak bakışlarımı Aras’a çevirdim. Onun kuşku dolu gözlerine tüm samimiyetimle gülümseyerek baktım ve asıl amacımın ana konusu olan o soruyu sordum.


“Benim yönettiğim şehirde, Yöneticilerimden biri olur musun?” sorumlar yüzündeki kuşku saliseler içinde yerini şaşkınlığa bıraktığında gözlerine merakla bakmaya başladım.


Tüm ekip ona bakarken Aras, sadece bana bakıyordu. Gözlerindeki afallama gülüşüme kaydığında durakladı. Hepimiz ne cevap vereceğini beklemeye başladığımızda içimden umarım tüm bunlara değer diye geçirdim. Yoksa cidden boka batmış olurdum...


Loading...
0%