Yeni Üyelik
31.
Bölüm

30.Bölüm "Su Dökülür Yel İçinde Kalır"

@senabookss

“Hedeflerin için bastırdığın hisler gün gelir kalbine pranga olur.”


Çocuk yaşta eğitilen beyinler zamanla sadece öğrendiklerini hayattan ibaret sanar ve kendi fikirlerini yok sayarak öğrendiklerini hayatının merkezine koyar. Ben, öğrendiklerimin pratiğini o kadar çok yapmıştım ki kendi davranışlarımı derslerimin öğrettikleriyle özdeşleştirmiştim. Artık aklımdan geçen her bir fikir benden ziyade öğrendiklerimin bir getirisiydi ve şimdi de b u getirinin ortaya çıkardığı plan doğrultusunda teklifimin ortaya bomba gibi düştüğü masada herkes şaşkınlıkla bana bakarken ben ona bakıyordum.


Aras, aldığı hazırlıksız teklif karşısında yüzündeki afallamayı küçük bir kıpırdanmayla etkisiz hale getirirken oturduğu koltuğa yavaşça yaslandı.


Kahveleri yüzümde alayla gezinirken “Oldu başka?” diye söylendi. Onun konuşmasıyla bana fırsat vermeden Akın, araya girdi.


“Yöneticileri Başkan atıyor diye biliyorum. Hayırdır, düzen mi değişti?” kinayeli bir şekilde bana laf atmasıyla kafamı çevirip ona baktım. Sinirle bana bakıyordu ve bakışlarında sadece sinir yoktu, alınmış bir izlenimde bırakmıştı bende hatta kıskançlık da bir tutam vardı. Aras’ı kıskanmıştı, o geldiğinden beri onu sevmediğini bakışları ve davranışlarıyla belli ediyordu. Normalde bu tavrıyla dalga geçip onu sinir ederdim ama şu an durum ciddiydi.


“Kral, Karan’ı Yöneticiliğe atadığı anda düzen değişti.” dedim onun gibi kinayeli bir şekilde. Biz birbirimize bakarken Seda, araya girerek dikkatimi üzerine çekti.


“Başkan’ı nasıl ikna edeceksin? Artık seni dinlemez.” umutsuz sesiyle bu sefer alayla gülümseme sırası bana geçmişti. Cidden bunları düşünmediğimi mi düşünüyorlardı?


“Normal bir şekilde rica edersem kabul etmez ama mecbur bırakırsam kabul eder. O iş bende, şu an asıl önemli olan karşımdaki şahsın teklifimi kabul etmesi.” dedim ve umutla Aras’a döndüm. Dudakları düz çizgi şeklini almış, gözleri düşünceli bir şekilde benim gözlerimde geziniyordu. Yerinde gerilirken “Neden ben?” diye sordu.


Beklediğim sorusunu duymamla derin bir nefes alarak ailem dediğim kişilerde gözlerimi gezdirdim. Önce Seda ve Akın’a takıldı topraklarım. “Siz ikinizi bu işten olabildiğimce uzak tutmalıyım. O yüzden bu işi size veremem.” diye mırıldandım üzgünce. Aslında olaylardan bağımsız baktığımızda Yöneticiliği en çok Akın hak ediyordu ama bu normal bir süreç olmadığı için bu seferlik affına sığınmaktan başka çarem yoktu.


Aklıma not: Bu iş bittiğinde herkesi hak ettiği yere ulaştır!


Bu kendime verdiğim en önemli görevlerden biri olarak omzumdaki ağırlıklara eklenmişti. Gözlerimi onlardan çekerek kalbimin düşmanına baktım. Kafasını bacağının üzerinde tuttuğu bardağa çevirmiş ona bakıyordu. Derin düşünceler içindeydi, kaşlarını çatışından belliydi. Topraklarım yüzüne değdiği anda nefesimin kalbimde toplanmasından ciğerlerimde eksik kalan boşluğu doldurmak için içli bir nefes aldım.


“Yağız, zaten kabul etmez. Yöneticilikten nefret ediyor.” dedim ve Aras’a döndüm.


“Hem bay süper zeka, nasıl burada uzun kalmayı planlıyorsun? Kral, senin bana yardım ettiğini anladığı anda Pars’a emredip seni geri çağırttırır. O yüzden bu hamleyi etkisiz kılmak için seni buraya tayin ettirip yöneticim yapacağım.” dedim ve arsız bir tebessümle ekledim. “Bak iyi düşün yöneticilik diyorum, herkese nasip olmaz bu koltuk.”


Aras, ona sunduğum tebessüme aynı yapmacık bir gülümseme yansıtarak gözlerini kısıp “Peki sayın Soylum, Yönetici olduğumda benden ne isteyeceksiniz?” diye sordu muzip bir tavırla. Kabul edeceğini belli eden sinyalleri algılayan beynim bedenimi rahatlatırken yüzümdeki kazandım ifadesiyle oturduğum koltukta bacak bacak üstüne atarak sırtımı deri koltuğa yasladım.


“Yanımda olmanı. Senin yöneteceğin bölgedeki insanları bana bağlayacaksın. Halkı alttan alta dolduracak, bana karşı sevgi aşılayacaksın.” dedim ve tek kaşımı kaldırarak ekledim: “Diğer üç Yönetici karşımda bari bir taraf benim yanımda olsun.” isteğimi bildiren konuşmamın ardından masada birkaç saniyelik sessizlik oluştu ve bu sessizliği kulaklarımın duymak için can attığı ses bozdu.


“Bir taraf yeterli mi yapacağın saçma iş için?” umursamaz sesi masadaki sis bulutunu titretirken bakışlarım onun yakıcı bir alev gibi tutuşan soğuk okyanuslarıyla buluştu. Şu an ikimizde birbirimize bakıyorduk ama birbirimizi görmüyorduk. Onun gözlerinde öfke, benim gözlerimin önünde ise hayal kırıklığı vardı ve bu çok pis bir facianın ortasında tek başımaymışım gibi hissettiriyordu.


Onun beni desteklememesini anlayabilirdim ama beni hayal kırıklığına uğratmasını kabul edemezdim. Edemiyordum. Etmeliydim aslında... niye ona öfkeliydim ki beni tek bıraktığı için mi? Hayır, beni kırdığı için.


Sevdiğin bir insanın kalbinde bıraktığı sızıyla baş edebilirdin çünkü kalbin sadece yara almıştır ve bazı yaralar iyileşirdi ama kırık bir kalp iyileşmezdi çünkü hiçbir kırık eskisi gibi olmazdı.


Şimdi ise onun gözlerine bakarken kırık parçalarımın kalbime battığını hissediyordum çünkü sevgisi kalbime o kadar ağır geliyordu ki kalbim altında acımasızca eziliyordu. Halbuki sevgi iyileştirmez miydi? Benimki neden beni yaralıyordu? Hem de yaralı olduğum halde...


Gözlerim hislerimi desteklercesine duygularla yoğun olduğunu bilerek ona ifadesizce baktım, biliyordum ki bu bakışlarımın altından geçenleri o çoktan biliyordu.


“Bu daha başlangıç. Oyuna yeni başlıyoruz. Hem merak etme, sonunda herkes benim yanımda olacak.” son cümlemin altındaki imayı anladığını belli edecek şekilde tek kaşını kaldırıp bana meydan okurcasına baktığında gözlerimi kaçırarak sıkılmış bir şekilde ofladım.


“Tüm işleri hallettik. Kalkmıyor muyuz?” diye sordum ama bu sorudan ziyade bir kaçıştı ve bu kaçışın kimsenin tarafından anlaşılmamasını umuyordum. Gözlerimi kınar bir biçimde Seda ve Akın’ın üzerindeki gezdirirken kafamı olumsuz anlamda salladım.


“Evde küçücük bir yavrunuz var ve siz bar köşelerinde sürtüyorsunuz.” Söylemimle Seda’nın gözlerinin kısılmasına sebep olacak bir kıkırtı döküldü dudaklarından.


“Bu sefer emin ellerde olduğu için rahatım. Senle olsaydı şimdiye kadar bin defa geri dönmüştüm.” gözlerim kocaman açılırken onlara eşlik etmeye mecburmuş gibi dudaklarımda aralandı. Alındığımı gizlemek istercesine yüzümü buruşturarak ona küçümseyici bir bakış attım.


“Nankör, senin o oğlun iki kere üstüme kustu ve ben bunu umursamayarak teyzelik görevim diye yine de baktım ona. Ayrıca beni seviyor, kıskan. Her ona baktığımda bana bakıp gülüyor.” dedim kıskandırmak istercesine. Akın, son cümlemle sesli bir şekilde kahkaha attı.


Gülmesini bastırmaya çalışırcasına “Alisa, o oyuncak fareye de gülüyor.” dedi. Dediğine Yağız, haricinde herkes güldüğünde her birine onlarla muhatap olduğum için pişman olduğumu belli edecek şekilde bakarak ayağa kalktım.


“Gidiyorum ben.” dedim ve Seda’yla Akın’a bakarak “Ayrıca siz ikiniz o çocuğunuzu işiniz düşer bana bırakmayı falan düşünürsünüz, düşünmeyin bakmam çünkü.” dedim ve ayağa kalkması Aras, kaşlarımı çatarak baktım. Benim tarafımda olduğunu belli etmesi için onu yanıma çekmeye çalıştığımı anladığından gülerek ayağa kalktı ve yanıma geçti. Beraber çıkışa doğru yürümeye başladığımızda etraftaki bakışları umursamamaya çalıştım. Deminki olay sonucunda dedikodular almış başını gitmişti ve şu an adımdan emin olduğum kadar emindim ki tüm haber sitelerinde ben ve çakma düşmanım vardık.


Bardan çıktığımızda ilk işim alkolden, terden ve yoğun sigara kokusundan arınmış temiz havayı içime çekmek oldu. Valenin arabaları getirmesini beklerken Aras’ın kolunu omzuma atmasıyla bakışlarım ona döndü. Yüzündeki çapkın bir tavırla beyaz dişlerini bana sunarcasına gülümseyerek baktığında bir şey isteyeceğini anlamıştım.


“Balık ekmek yemeye gidelim mi sahile?” heyecanla konuşmasıyla ciddi misin sen dercesine kafamı geriye doğru yatırıp ona baktım.


“Ben sana Yöneticilik vereyim sen bana balık ekmek yiyelim mi de. Pis cimri.” dedim ve kolunu omzumdan iterek ona hayalet görmüş gibi baktım. Benim tavrımla Seda’yla Akın gülerek gözlerim Yağız’a değdi. Biz yokmuşuz gibi biraz uzağımızda sigara içişini izledim. Gözlerinin bana değmemesi moralimi bozdu ama üzerinde durmamayı seçtim.


“Bana cimri diyene bak. Kızım sen önce pert ettiğin arabamın parasını öde.” Aras’ın hiç olmayacak bir defterin unutulması gereken sayfasını açmasıyla hızla karnına elimin tersiyle vurdum.


“Kes sesini sen! Ben vereceğim sana paranı.” dişlerimin arasından tıslarken gözlerimle onu uyardım ama iş çoktan geçmişti. Seda, Aras’ı susturmaya çalıştığımı anlamıştı ki:


“Ne oldu ki pert oldu araba?” diye sordu sanki hiç merak etmiyormuş gibi. Aras, bana bakıp kes sesini bakışımı umursamadan omuz silkerek Seda’ya döndü ve beni yerin dibine, yedi katın bile uzak geleceği yere gömdü.


“Bir gece sahilde ekipçe oturuyorduk. Tabi sohbet muhabbet, içki falan derken bu içkiyi fazla kaçırdı.” dedi ve durup bana bir bakış atarak tekrar Seda’ya dönüp “Fazla kelimesinin amına koydu diyelim daha doğru olur. O kadar çok içti ki bir anda –Ben Yağız’ı özledim, ben Yağız’ı özledim- diye ağlamaya başladı ve geri gelmeye karar verdi. Ben tabi ilk başta ciddi değil falan sandım ama ciddiymiş meğersem. Biz otururken sen hızla kalkıp arabanın anahtarlarını alarak o kafayla yola çık.” gülerek devam etti. “Aradan yirmi dakika geçti geçmedi ki ağlayarak beni arayıp gel al beni buradan dedi. Gittim ki araba pert. Şanslıydı ki birkaç ezik haricinde bir şeyi yoktu.” rezilliğimi utanmasa şehrin basın organlarıyla paylaşacak kadar yüzsüz olan şahsın konuşmasının bitmesiyle Akın, ona sanki büyücüler gerçekten de varlar demişim gibi inanamayarak bana baktı.


“Siktir lan! Tanıdığım Alisa, bunu hayatta yapmaz.” dedi şaşkınlıkla. Resmen şu an utancımdan kafamı kaldıramıyordum. Ben yere bakarken arabaların gelmesiyle kimseye bir şey demeden hızla arabama bindim. Kızarıklığımın teminatı olan yanma hissini bastırmak için klimayı sonuna kadar açarken Aras’ın da arabaya binmesiyle hemen gaza basıp oradan uzaklaştım. Kesin şu an arkamdan bu olayın sohbetini döndürüyorlardı ve kesin Yağız, aptal olduğumu düşünmüştü. Gözündeki imajımın bir jenga kulesi gibi yıkıldığını hissedebiliyordum. Ben bunları düşünüp kendimi yıpratırken yanımdaki şahıs sanki beni hiç rezil etmemiş gibi bana dönerek:


“Sahile sürüyorsun değil mi? Valla çok pis canım balık ekmek çekti.” dedi.


Evet, bunu deme aptallığında bulundu.


Sinirle alt dudağımı ısırırken direksiyonu onun boğazı gibi düşünerek sıktım. “Yedireceğim ben sana balık ekmek bekle sen.” dedim ve bakışlarımı ona çevirerek “Bok vardı anlattın. Kesin aptal olduğumu düşünecek.” söylenip yola döndüm.


Aras, sanki komik bir şey söylemişim gibi gülerek “Kızım, bu adam kaç senedir seninle; merak etme, aptallığını hala anlamadıysa daha da anlamaz.” dedi. Söyledikleriyle hızla kafamı çevirip ona öfkeyle baktım. Artık nasıl baktıysam korkuyla yutkundu ve sersem bir sırıtışla omuzlarını silkti.


“Yani seni her halinle seviyor demek istedim... gidecek miyiz sahile?” sanki küçük bir çocukmuş gibi mırıldanmasıyla derin bir nefes alıp kafamı yola çevirdim. Sinirimi gaz pedalından çıkartırken ona bakmadan söylendim.


“Eğer o dağıtmak için can attığım çeneni bir daha açmazsan gideceğiz.”


&


Şu an gecenin geç bir vaktinde dolunaya gölge düşmüş ayın yıldızlarla gökyüzüne hükmettiği bir vaktin ortasında, sanki hiçbir derdimiz yokmuş gibi Aras’la deniz kokusunun ciğerlerime karıştığı sahilde balık ekmek yiyordum. Gerçi ekmeği yemiyor, resmen tüm sinirimi ondan çıkartıyordum. Sinirle bir ısırık alarak öfkeli gözlerimi karşımdaki ahşap iskemleye zor sığmış koca adama sabitledim.


“Bilerek düşürdün değil mi o çeneni? Aramız açık diye.” hüzünlü sesim ona ulaştığında o, büyük bir hevesle yediği yemeğiyle arasına girdiğim için bana gözlerini devirdi ve bıkkınlıkla “Evet, bilerek anlattım. Cidden fark etmedin mi? Tüm gece sen görmeden sana ve eline baktı. Adam sadece sinirli ki her ne kadar hoşuma gitmese de haklı amına koyayım. Terk ettin adamı, sonra geri geldin; her şey yolundaymış gibi tekrar başladınız ve şimdi de savaşa gireceğim diyorsun.” dedi hızlıca ve elindeki ekmeğinden bir ısırık alarak devam etti:


“Belki senin onu özlediğini bilirse siniri azalır dedim, o yüzden anlattım.” durakladı ve bu zamana kadarki hüzünlü ifadesinden uzaklaşarak bana üstten bir bakış atarak alayla devam etti konuşmasına. “Ayrıca yakında beni şutlayacakmış gibi hissediyorum ha. Omzuna kolumu attığımda yemin ediyorum vuracak diye bekledim. O nasıl bakıştı?” ürperir gibi yaparak omuzlarını silkti. “Bir an asfaltla beni halvet edecek sandım. Söyle ona ben ahlaklı bir insanım.” dedi. Son söylediğiyle kıkırdarken yüzümde kalan gülümseme eşliğinde ekmeğimden bir nazik bir ısırık aldım. Demek bir kere bakmamıştı bana... Aras’ın söylediklerinin verdiği mutlulukla oturduğum sandalyede gerilerek denize doğru çevirdim bakışlarımı. İçimde bulunduğumuz karanlığı aydınlatacak bir güneş vardı. Güneşin ısısı içimi ısıtırken kalbimdeki kelebek her bir odacığıma konarak kanatlarını coşkuyla çırparken çiçekler onun için açmıştı.


“Ne güzel değil mi hava? Böyle sıcak ama hafif esen serinletici rüzgar rahatlatıyor falan güzel yani.” diye şakıdım ve son lokmayı ağzıma atarak kafamı Aras’a çevirdim. Gözlerinde gördüğüm sevgi tomurcukları kalbimdeki çiçeklere kardeş olmak için derinlerimde açarken ne oldu dercesine kafamı salladım. Derin bir bakış vardı gözlerinde ve bu derinlik benim topraklarımda çoğalıyordu.


“Gerçek gülüşün...” dedi ve duraksadı kelimeleri zihninde birleştiremiyor gibi afallamıştı. “Daha güzelmiş.” cümlesini tamamlamasının arasından geçen birkaç saniyede şaşkınlıkla kaşlarımı çattım.


“O ne demek?” diye sorarken garsonun masaya bıraktığı çaydan bir yudum aldım. Meraklı bakışlarım gözlerini aşındıracak kadar ona odaklanmıştı.


Gözlerini gözlerimden kaçırmadan dudaklarını araladı. “Ithaca’dayken de gülüyordun ama kendini mecbur hissettiğin için ya da bize ayıp olmasın diye. Eğleniyor gibi davranıyordun ama hep hüzün vardı gözlerinde. Buradaysa gerçek sensin. Gerçekten gülüp eğleniyorsun. Gözlerine bak, parlıyorlar ve bu parlamanın sebebi göz yaşları değil.” söyledikleriyle sanki boğazımda lokma kalmış gibi yutkundum. Halbuki onlara daha doğrusu ona hislerimi fark ettirmiyorum sanıyordum.


“Burada... burada evdeyim. Onlar yani şu an aramız limoni olsa da onlar beni m ailem ve yanlarındayken kendimi güvende hissediyorum.” diye mırıldandım ve bakışlarımı kaçırdım. Onlarla büyümüştüm, çocukluğum, gençliğim, onların bana verdiği sevgiyle harmanlanmış ulaştığım şimdiki benin hayat dolu tarafı onların eseri olmuştu. Tabi ki onlarda uzaktayken mutlu olamazdım.


Ondan uzaktayken gülemezdim.


“Ne yani bizim, benim yanımda kendini güvende hissetmiyor muydun?” kısık sesinde barınan alınmışlık hissinin kalbimde oluşturduğu baskıyla başımı hayır anlamında salladım. Ne diyeceğimi bilememiştim, iki tarafı kıyaslayamazdım.


“Onlar ayrı sen ayrısın. Burası ayrı sen ayrısın. Sen benim dostumsun, seninle güvende hissetmesem bu yola çıkar mıyım? Buradakiler benim hayatım, hayatımı nasıl kıyaslayabilirim ki?” dedim hızla ve konuyu değiştirmek için elimdeki ince belli sıcak bardaktan bir yudum daha alarak çenemle onu işaret ettim.


“Evrak işlerini bugün hallettim. Yarın sadece babamla konuşacağım ve iş halledilmiş olacak. Biliyorum, istemiyorsun bu işi ama sadece şu boktan durum bitene kadar dayanmalısın.” dedim ciddiyetle. Aras, konuşmamla oflayarak denize baktı. Omuzları düşmüştü, istemediği o kadar belliydi ki.


“Alisa, bir an önce işi bitirip gitmek istiyorum. Elif’in ailesi orada, Elif orada...” dedi ve hüznün önünde el pençe boyun eğmiş bir yıkılışla bana baktı.


Biliyordum, her sabah kalktığında güne başlamadan önce Elif’in mezarına gidip sonra gününü aydırdığını. Biliyordum buradayken Elif’i terk etmiş gibi hissettiğini. İçi hiç rahat değildi. Kafamı anlayışla sallayarak masanın üzerinden elini elime aldım. Yanındayım dercesine elini sıkarken yüzümde samimi bir gülümseme vardı.


“Merak etme, yarını halledip senin burada kalma işini garanti altına alalım gerisini kolayca halledeceğiz. Sonra sen şehrine ben de hayatıma döneceğim.” dedim. Aras, dediklerime kaşlarını çattı. Bana çözmesi gerek bir problemmiş gibi bakarken bilmiş bir edayla dudaklarını büktü.


“Ne demek hayatıma bakacağım? Ben neresindeyim bu hayatın? Beni şehre postalayıp muhteşem varlığımdan ebediyen kendini mahrum mu bırakacaksın?” dedi ve omuz silkerek ekledi. “Senin kaybın.”


Bugünkü alıngan haline gözlerimi devirirken bıkkın bir nefes aldım. “Hayırdır yakışıklı, özel günün mü yaklaştı ne bu alınganlık? Bir de çık masaya tepin istersen?” başımı olumsuz anlamda sallarken çevreye bakınarak “Kalkalım mı artık?” diye sordum.


Gözlerini boş masalarda gezdirdikten sonra beni onaylayarak ayağa kalktı. Bende ayağa kalktığımda aklıma gelenle dönüp ona baktım.


“Artık hesabı halledersiniz, malum Yönetici oldunuz. Soylunuza bir balık ekmeği çok görmezsiniz?” alaylı konuşmamla gülerek yanağımdan makas aldı.


“Görmem tabi lan. Zaten bir tane yedin bak utandın mı doğru söyle. Yaptırayım bir tane paket?” benim aksime onun ciddi bir şekilde konuşmasıyla gözlerimi açarak ona baktım.


“Saçmalama. Aras, normal bir insan tek bir balık ekmek yiyerek doyar. Sen demin üç tane yedin.”


Hayretle konuşmamla omzunu silkerek elini karın kaslarına götürdü. “Allah’ın hakkı üçtür imansız bundan da haberin yok senin. Hem bak hepsi kas olarak geri dönüyor. O yüzden sıkıntı yok.” dedim ve kibirle göz kırparak hesap ödemeye gitti. Arkasından bakarken bakışlarımda sorgulayıcı bir ifade olsa da yanımda olmasının verdiği huzuru bertaraf edemezdim. Adımlarımı arabaya doğru yönlendirirken yanıma gelmesi için elimden geldiğince yavaş ilerliyordum. Yanıma düşen gölgesinin varlığıyla başımı çevirip ona baktım. İki adım ardımdaydı, ikimizde arabaya bindiğimizde ondan beklenilmeyecek kadar sessizdi. Bu sessizliğin verdiği huzurla yatağımın hayalini kurarak eve doğru sürmeye başladım.


&


Ve şu an yol boyunca hayalini kurduğum yatakta uyumak için koyun sayıyordum. Koyunları çitten atlatırken çitin altında ben varmışım gibi göğsüm sıkıntıyla vücuduma dar gelirken uykusuzluktan dolayı beynim uyuşmuş gibiydi. Koyunların uykuma yardım etmekten ziyade sinir sistemimle dans edeceğini anladığımda oflayarak kalkıp yatakta oturur pozisyona geldim ve arkamdaki duvara üzüntüyle bakarak dudaklarımı büktüm. Resmen şu an aramızda sadece bir duvar vardı. Gerçi bu somut olandı, yıkılabilir olandı; bir de bunun soyut olanı vardı ve onu aşmam imkansız gibiydi. İkimizde yaralıydık ve üstüne birbirimizi yaralamaya devam ediyorduk. Aras'ın dedikleri bir ok gibi zihnime sağlandığında yan tarafımdaki yastığa sarılarak başımı ona yasladım. Evet, Yağız haklıydı ama bende haklıydım... yani bence haklıydım. Keyfimden girmiyordum ya bu işe? İlk onlar başlatmıştı ve bende devamını getiriyordum.


Düşünceler... bitmeyen düşünceler geceme zehir olup beni uykusuzluk hastalığıyla devirmeye çalışırken bıkkınlıkla oflayıp kendimi yan tarafa doğru devirdim. Şu an ne kimin haklı olduğu ne de savaş umurumdaydı. Şu an tek istediğim uyumak ve arkamdaki duvarın arkasındaki adamdı.


Uzaktayken ayrı durmak daha kolaydı ama şu an aramızda sadece basit bir engelin olması kendimi tutmamı zorluyordu ve bir an içimdeki kelebeğin dürtmesiyle bu zorluğu yaşamama gerek olmadığını düşündüm. İçimdeki gururu bastıran duyguya güvenerek hızla yataktan kalkıp hiç düşünmeden odamın kapısını açıp dışarı çıktım ve Yağız’ın kapısının önüne ilerledim. Derin bir nefes alarak kapıyı çalıp tepki vermesini beklemeden içeriye girdiğimde beynimin ne işle meşgul olduğunu merak ediyordum çünkü bu yaptığımın mantıkla bir alakası yoktu. Kapıyı kapatarak gözlerimi hızla odada dolandırırken karşımda gördüğüm manzarayla sesli bir şekilde yutkundum.


Pencerenin önünde hafif esen rüzgar tülü oynatırken pencere pervazının önünde altında sadece siyah şortla durmuş sigara içen Yağız Ertuğ ve tam karşısında siyah danteli saten atleti ve alttan saten şortlu pijama altıyla durup ona eriyerek bakan ben... bulunduğumuz durumun absürtlüğü karşısında boğazımı temizleyerek, tatlı bir şekilde ona bakıp gülümsedim.


“İyi geceler.” derken elimi selam verir gibi omzumun önünde ona doğru kaldırdım.


Heyy Alisa, kendine gel kızım bu sen değilsin! Bu sen değilsin!


Yağız'sa dediğimden etkilenmeyerek beni süzdü ve sigarasından elmacık kemiklerini belirginleştirecek bir nefes çekip dumanı bana doğru üfleyerek ciddi bir şekilde yüzüme bakmaya başladı. Niye geldiğimi merak ediyordu ama bu sormayacaktı. Konuşmaması cesaretimi kırsa da ne için geldiğimi hatırlayarak tepkisini umursamamayı seçtim. Sonuçta ben onun üstüydüm...


Heyecanlandığım için ayağımı parkede oynatırken yüzümdeki tedirgin gülümsemeyle okyanuslarına bakıp “Şey...” dedim ve hızla aklıma gelen ilk şeyi söyledim. “Şey yatağıma su döküldü, böyle bayağı döküldü. Yatamayacağım şekilde. O yüzden ne yapsam ne yapsam diye düşündüm ve aklıma sen geldin. Dedim sonuçta Yağız’ın yatağı büyük, bir köşesinde o bir köşesinde ben yatarım.” utangaç sesim söylediğim yalanı örtemeyecek kadar beyaz kalırken Yağız, söylediklerimle hadi dercesine baktı ve inanamayan bir ifadeyle, tabiri caizse karşısında üç yaşında çocuk varmış gibi:


“Yatağına su döküldü, hem de yatamayacağın kadar?” diye sordu sorgularcasına. Tepkisi karşısında ne diyeceğimi bilemeyerek ellerimi iki yanımda bilmem dercesine kaldırdım.


“Öyle oldu valla bende anlamadım. Neyse olmuşla ölmüşe çare yok derler. Ben şu köşede yatarım, sen hiç rahatını bozma.” dedim ve bir şey demesini beklemeden yatağın sol tarafına oturup ona sırtımı dönerek yatağa uzandım. Sırtımdaki ağırlık bakışlarının yakıcı hissinden geldiğini ruhuma fısıldarken nefesimi düzenlemek istercesine soluklandım. Yatağın o kadar dibindeydim ki biri bana dokunsa yerle öpüşecektim ama bunu umursamamayı seçtim çünkü olumlu tarafından bakarsak odadan kovulmamıştım ve her ne kadar aramızda bir kişi daha rahat yatabilecek kadar mesafe olsa da Yağız’la yan yana yatacaktım. Kokusu ve varlığının verdiği huzur koyunlardan daha çok işe yarayacaktı bundan emindim.


Yattığım pozisyonu hiç bozmadan gözlerim kapalı bir şekilde Yağız’ın yatağa gelmesini bekledim. Aradan geçen yüz seksen birinci saniyede yatağın diğer tarafında oluşan ağırlıkla nefesimi tuttum. Bana hiç dokunmayarak yanıma yattığında tuttuğum nefesi oflayarak bıraktım. Temassızlığının hayal kırıklığı dudaklarımı bükerken aramızdaki soğukluk elle tutulur cinsten aramızda yattığımı hissettim. Uykunun kollarına düşmeden önce hissettiğim kırıklığın sabahki kırıklığın üzerinden geçmesinin tahminimden daha acı verici olduğunu anladığımda karşımdaki dolap kapağına bakarak mırıldandım.


“İyi geceler demedin?”


Konuşmak için bir süre bekledi. Uyuduğunu varsaydım sırada kısık sesi aramıza süzüldü. “Birinin iyi geceler demesine ihtiyaç duyacak biri değilsin.”


Kırık parçalar yaraya saplandı ve akan kanda kalbim boğuldu. Kuruyan dudaklarımı ıslatırken üst dudağım acıyla kıvrıldı. “Birinin değil, senin demene ihtiyacım var.” dedim ve son bir umut ekledim.


“Gece iyi geçecek mi?”


“Geceler iyi geçecek.”


Yüzüme vuran güneş ışıklarıyla yüzümü buruşturdum. Bunu tüm kalbimle söylüyordum ki dünyadaki en saçma şey huzurlu, derin bir uykudan uyanmak olabilirdi. Yüzümü yıkan güneş ışıklarıyla hafifçe kıpırdanarak gözlerimi araladım. Aralanan gözlerimle odağıma giren bir çift mavi göz deminki düşüncelerimi tepe taklak ederek uyanmanın dünyadaki en mantıklı şey olduğunu bana inandırdı. Gördüğüm gözlerle gülümseyerek kafamı göğsünden kaldırıp yanağına bir öpücük bıraktım ve Yağız’ın yüzündeki şaşkınlığı görmemle niye şaşırdığını düşünmeye başladım. Zihnimde canlananlarla kafamı kaldırarak vücutlarımıza baktım.


Ben resmen Yağız’ın üstündeydim... yani bayağı bayağı üstündeydim. O sırt üstü bir şekilde yatakta yatarken ben bir bacağımı onun bacağının üstünden yan tarafa sarkıtmış, bedenimi resmen ona yaslamıştım; hem de sıfır boşlukla. Bunlar yetmezmiş gibi de kollarımı beline sarmıştım.


Biz bu hale nasıl gelmiştik? Yüzümdeki bittim ben ifadesiyle kafamı yavaşça Yağız’a döndürdüm. Bana ukalaca bir tavırla bakarken dalga geçer bir edayla “Kalksan mı artık üstümden?” diye sordu. Hızla kafamı sallayarak kendimi yan tarafa fırlattım. Utanarak dudaklarımı kemirirken ona alttan bir bakış atım.


“Öpücük uyku sersemliğinden oldu. Sapık değilim yani yanlış anlaşılma olmasın.” mırıldanışım bir çocuğun yaramazlık sonrası annesinden özür dilemesi kadar masumdu.


“Hadi ya uyku sersemi olunca birini öpesin mi tutuyor?” sorusuyla bakışlarımı çarşafa odaklarken isyan edercesine söylendim.


“Abartma sevişmiş de olabilirdik ama sadece bir öpücük oldu.”


Bakışlarımı ondan kaçırdığım için yüzündeki ifadeyi bilmiyordum ama yataktan doğrulurken “Köşede uyuyacaktın değil mi?” diye sorarken ki dalga geçen ses tonu eğlendiğini belli edecek kadar açıktı.


Bir insan nasıl üst üste rezil olurdu? Bok vardı da gece geldin Alisa. Uğraş şimdi diye içimden kendime saydırırken kafamı ona doğru kaldırıp gülümsedim.


“Olumlu bakalım kıyafetlerimiz üstümüzde.” dedim tatlı bir şekilde. Yağız, konuşmamla bana ciddi misin sen der gibi baktı ve kafasını olumsuz anlamda sallayarak pencereye doğru yürüyüp camı açtı. Daha fazla burada durup da dalga malzemesi olmayayım diye düşünerek hızla yataktan kalkıp ona baktım.


“Ben daha fazla rahatsızlık vermeyeyim, zaten yatağımda kurumuştur. Gideyim ben.” dedim ve bir şey demesine fırsat vermeden hemen odasından çıktım. Odadan çıkıp kapıyı kapatmamla yanındaki duvara yaslanarak kendime sövmeye başladım.


Ben kendime söverken Aras, kapısını açarak odasından çıktı. Beni ve bulunduğum halimi görünce gülerek tam önümde durdu.


“Günaydın diyeceğim de sana pek aymamış gibi. Hayırdır, kovuldun mu?” diye sordu eğlenircesine. Dalga geçmesi bile bana onu hatırlatırken yüzümü sıkkınlıkla buruşturdum.


“Bulaşma bana, moralim bozuk. Rezillik üstüne rezillik yaşadım ve bir nedeni de sensin bunların.” dedim ona iğrenir gibi bakarak. O ise dediğimi umursamadı ve bir avcunu duvara yaslayarak beni kıskacına aldı.


“Olur böyle şeyler be Soylum, düşünme hayatını yaşa. Spora gidiyorum, sen de gel beraber çalışalım. Özledim seninle dövüşmeyi.” dedi. Şu an bunun en iyi fikir olabileceğini kendime söyleyerek kafamı olumlu anlamda salladım.


“Sen git, üstümü değiştirip geliyorum.” diye mırıldandım. Söylediğimle Aras, merdivenlere doğru ilerledi. Bende yaslandığım yerden doğrularak odama girip hazırlanmaya başladım. Biraz antrenman yapmak belki beni düşüncelerden uzaklaştırabilirdi...


Loading...
0%