Yeni Üyelik
32.
Bölüm

31.Bölüm "Gizli Sırlar Özgür Kelimeler"

@senabookss

“Saklamak kaçıştır ama unutma, her kaçışın bir yakalanışı vardır.”


Spor salonuna girdiğimde havadaki ağır koku midemi sarstı ama alışkanlığın verdiği umursamazlıkla adımlarımı yavaşlatmadan kapıyı ardımdan kapatarak etrafa hızlıca bakındım. Daha saat yediye geliyordu ama buna rağmen yine de birkaç öğrenci bunu aldırmıyormuş gibi çalışıyordu. Hırsla çalışmalarını izlerken dudaklarım iki yana kıvrıldı. Şu an hepsi birbirleriyle yarışıyorlardı ve farkındaydılar ki en iyi olanlar bizimle kalacaktı. Yarın yeni dönemin ilk günüydü, bu yüzden burada kalanlar bugünden çalışmaya başlamışlardı. Onlardan gözlerimi alarak tanıdık yüzleri aramaya başladım. Topraklarım Aras ve Seda’yı bulduğunda adımlarım otomatikman onlara doğru ilerlemeye başladı. Seda, alttan giydiği siyah taytı ve üzerine geçirdiği beyaz sporcu atletiyle yeni sayılabilecek zamanda doğum yapmamış gibi kaslarını sergileyerek ağırlık çalışırken Aras, sanki yeni doğum yapmış gibi koşu bandının en düşük seviyesinde kendince spor yapıyordu. Alttan giydiği siyah şortu ve üzerine geçirdiği bol siyah atletiyle bir uyum içindeyken biçimle yapılmış olan siyah saçları birazdan fotoğraf çekimine gidecekmiş gibi görünüyordu.


Bu adam buraya gövde gösterisi yapmaya mı gelmişti yoksa kaslarını çalıştırmaya mı emin değildim.


Başımı olumsuzca iki yana sallarken derin bir nefes alarak Seda’nın yanındaki duvara omzumu yasladım. “Günaydın.” muzip sesim ikimizin arasında yok olurken onun samimiyetten uzak gülümsemesiyle bu işin kolay kolay kapanmayacağını anladım.


“Günaydın Soylum.” konumumu yüzüme vurarak konuşmasıyla bozuk olan moralim daha bozuldu ama bunun onun için önemli olduğunu sanmıyordum. Kimsenin hisleri kimsenin umurunda değildi. Başımı eğerek yapma dercesine bakarken elindeki dambılı kaldırarak sırtının eğip ağırlığını dizlerine verdi.


“Ciddi misin Seda? Bari sen yapma.” kabullenemeyen bir tonda çıkan üzgün sesimle duruşunu düzelterek derin bir nefes aldı. Elindeki ağırlığı yere bırakırken bana soğuk bir bakış attı.


“Neyi yapmayayım Alisa? Sen bize yapacak bir şey bırakmadın ki. Her şeyi sen yapıyorsun zaten.” damağımda acı tat bırakan tavrı arkadaşımdan ziyade ablamdan yediğim bir azar gibi kalbimi sıkıştırdı. Bu hisle yüzümü buruştururken dudaklarımı büktüm.


“Seda, beni tanımıyormuş gibi davranıyorsun. Ben sence böyle olsun istiyor muyum? diye sordum bıkkınlıkla. Neden beni anlamaya çalışmıyorlardı da karşımda durup beni daha da dibe çekmek için aralarında yarış yapıyorlardı?


“Ben seni tanıyorum Alisa ama sen beni tanımıyor gibisin...” dedi ve duraklayarak etrafa bakındı. “Neyse bunun yeri burası değil, sonra konuşalım. Onu da sen istersen tabii...” imalı cümlesiyle beni ardında bırakıp çalışmaya devam etmesiyle sinirlendiğimi hissettim ama bu sinirin daha çok kendime olduğunun bilinciyle susmayı tercih ettim.


Bakışlarımı ondan kaçırarak Aras’a doğru ilerlerken dışımdaki sessizliğin içimi çürüttüğünü biliyordum ama nedense kötü olmaktansa çürümenin daha iyi olduğunu düşünüyordum. Sanırım kendimi feda etmek arkadaşlarımı kendimden daha da uzaklaştırmaktan daha kolaydı...


İçimdeki sinir ve haklılıkla haksızlık arasında bocalamış benliğimi rahatlatabileceğim tek kişinin yanında durdum ve gözlerimi bana bakan yüzüne odakladım. “Ne oldu, dövüşmekten mi korktun da burada spor yapıyormuş gibi emekliyorsun?” diye sordum. Aras, alaycı sorumla yüzünü buruşturup bıdı bıdı derken koşu bandını durdu ve üzerinden atlayarak tam önümde durdu.


Kahve gözleri barındırdığı keyifli parıltılarla bana bakarken umursamazca omuz silkti. “Seninle dövüşürken çok ısınamıyorum bari burada o açığı kapatayım dedim.” dedi. Söyledikleriyle yalancı bir kahkaha attım çünkü buna ancak gülebilirdim.


“Gel gel ısıtırım ben seni. Merak etme bu sefer öncekilere benzemeyecek. Seninle dünden kalmış bir hesabımız var.” tehdit barındıran konuşmamla Aras’ın gülen yüzü kendini hafif bir tırsmaya bıraktı. Yutkunarak bir koşu bandına bir de bana baktı.


“Aslında koşmak daha keyifli gibi geldi. Ben biraz daha koşayım.” diyerek alete doğru hareket etmişti ki gülerek kolundan tutup onu peşimden çekiştirmeye başladım.


“Gel sen gel bak bu da çok keyifli olacak.” derken dövüş alanına geldiğimizde kolunu bıraktım. Karşısına geçip iki elimi yüzüme doğru kaldırmış dövüşmek için hazır bir şekilde beklerken o benim aksime her an kaçacak gibi bıkkınlıkla bana bakmaya devam etti.


“Senin topraklarındayız. Bir şey olur falan boş ve gel arkadaş arkadaş koşalım hadi.” söylenmesiyle kafamı olumsuz anlamda salladım. Tavrım netti.


“Korkma korkma bir şey olmaz. Aynı eskisi gibi antrenman yapacağız.” dedim ve ona doğru ilerledim. Hareketlenmemle Aras da kendini hazırladı. “Sen istedin.” dedi ve bana doğru yaklaşmaya başladı. İkimizde birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk. İlk hamleyi yapmayacağını bildiğim için ben önce davranarak karnına vuracak gibi yapıp yüzüne yumruk attım. Aras, vuruşumdan etkilenmeyerek karnıma doğru yumruk sallamıştı ki vuruşundan kaçarak kolunu tutup ters çevirdim ve boşluğuna tekme attım. Attığım tekmeyle iki adım geri sendeledi. Geri adımlamasıyla oflayarak omuzlarımı dikleştirip gözlerimi kıstım.


“Hadi ama bu sen değilsin. Böyle hiç keyifli olmuyor. Enerji ajan! Enerji!” dedim yüzümü asarak. Aras'sa bana kısa bir bakış atarak çenesinin ucuyla yan tarafı işaret etti.


“Kızım sana vursam şu yandaki iki çam yarması ağzıma sıçar. Ne yapayım?” diye yakındı. Söyledikleriyle kaşlarımı çatarak işaret ettiği yere baktım. Yağız, bize arkası dönük bir şekilde sırt çalışırken, Akın bize doğru dönmüş ağırlık kaldırıyordu. Aklımdaki iyimser taraf Akın’ın gördüklerini Yağız’a söylediğini düşünmemi istiyor, kötü taraf ise şu an seni hiç takmıyor işine bak diyordu. Dün akşam iyi tarafımı dinleyerek rezil olduğum için şimdi kötü tarafımı dinleyecektim. Kıstığım bakılarımla Akın’a göz dağı verirken kafamı Aras’a doğru çevirdim ve belimi hafifçe eğerek kollarımı vurmak için kaldırdım.


“Ben varken kimse sana bir şey yapamaz. Onlar yokmuş gibi davranıyoruz.” dedim ve kışkırtıcı bir gülümsemeyle “Sen şimdi beni o senin çok değer verdiğin motorunu çizen çocuk olarak düşün ve tüm hıncını çıkar benden.” her bir kelimemle gözlerinde parlayan öfke dudaklarımı kıvırdı. Daha da damarına basmanın dürtüsüyle gülümseyerek “Kesin motoru çizerken çok keyif almıştır çocuk.” dedim.


Aras, damarının ezilmesiyle bana doğru hareketlendi. “Bittin kızım sen.” dedi ve ben daha kendimi toparlayamadan karın boşluğuma iyi bir yumruk salladı. Aldığım darbeyle bedenim sallanırken inleyerek sendeledim. Acının verdiği hisle sinirden gülümseyerek ona baktım. Artık ikimizde öfkeliydik. Çevremizdekileri umursamadan sadece birbirimize odaklanarak dövüşmeye başladık.


İkimizde birbirimizi hapsimize aldığımız için tüm hamlelerimizden kaçabiliyorduk. Şu ana kadar ikimizde birbirimize üstünlük sağlayamamıştık.


Aras’ın salladığı yumruktan eğilerek kurtulup karnına sert bir tekme attım. Kendini toplamasına izin vermeyerek bacağına da bir tekme atıp onu yere yatırdım. Yere yatırdığım gibi üstüne çıkıp çok da sert olmamasına dikkat ederek ona vurmaya başladım. Bu hareketimle kazanmış sayılırdım, bunun sevincinden dolayı bir an kafamı Yağız’a doğru çevirdim. Yendiğimi görsün istiyordum ama tabii ki yaptığım hatayı kendimi bir an Aras’ın altında bulmamla fark ettim. O anlık boşluğumdan faydalanarak elleriyle ellerimi tutup beni yana devirerek üstüme çıktı. Hızla gelişen olayla kafamı yere sert bir şekilde vurdum. Vurmanın acısıyla gözlerimi kapatarak:


“Siktir!” diye inledim ve öfkeyle gözlerimi açıp üstümdeki adama baktım. İki elimi başımın yanında tutarak bana gülümsediğini görmemle dudaklarım sinirle büzüştü.


“Pes et ve yenildim de.” dedi. İsteğiyle hadi oradan dercesine güldüm ve “Çok beklersin.” diyerek kafa atmak için hareket etmiştim ki bunu yapacağımı anlayarak kafasını benden uzaklaştırdı. Yaptığım başarısız çaba gülümsemesini daha da genişletti.


“O hareket bana sökmez. Dediklerimi de bakayım abine.” kibirli sesiyle tam küfretmek için ağzımı açmıştım ki Aras’ın üstümden sertçe alınmasıyla susmayı tercih ederek gülümsedim. Yağız, Aras’ı üstümden kaldırarak ona yıldırım gibi çakmak istiyormuş gibi bakıp “Alisa, buranın Soylusu. Herkesin içinde böyle olamazsınız.” dedi sinirli bir şekilde. Söyledikleriyle yüzümü ciddileştirmeye çalıştım ama gülümsememi bir türlü durduramıyordum. Kıskandığını anlamanın verdiği kalp hızlandırıcı hisle beni kaldırması için elimi ona doğru uzattım. Ciddi bir şekilde Aras’a bakan okyanusları boğucu bir derinlikle bana döndüğünde gözlerimde saliselik bir bakış atarak elime sabitlendi.


Baktı.


Baktı ve elimi tutmadan arkasını dönüp soyunma odasına doğru ilerledi. Bu hareketiyle kaşlarımı çatarak arkasından baktım. Bakışımı gören Aras, havada kalan kimsesiz elimi avcuna alarak beni kaldırdı ve kibirli bir şekilde bana bakarak eliyle saçlarını karıştırdı.


“Resmen beni kullanıyorsun. Neyseki iyi bir arkadaşım da götümü senin için feda ediyorum. Yakında tekmelenecek hissediyorum.” dedi ve göz kırparak çıkışa doğru ilerledi. Arkasından bakarken dudaklarımdaki gülümseme mutluluğun tohumlarıyken bakışlarım soyunma odasının olduğu tarafa döndüğünde tomurcukların solması kaşlarımı çatmama sebep oldu. Elimi tutmaması sinirimi bozmuştu.


Yani elimi tutmayacaksan olaya niye müdahale ediyorsun?


Kıskanmasına güvenerek arkasından ilerlemeye başladım. Soyunma odasının önüne geldiğimde düşünme eyleminden haberim yokmuşçasına hızla kapıyı açtığımda içerde iki öğrencinin ve bir de kalbimin düşmanının orada olduğunu gördüm. Şanslıydım ki öğrenciler üstlerini çoktan giymişti yoksa bir de bunun rezilliğiyle uğraşmak zorunda kalabilirdim.


Onlara bakarak içeriye girdim ve kapının yanında dururken “Çıkın dışarı.” dedim. Öğrenciler emir verirken ki tonum ve yüzümdeki ifadenin gerçekliğinden korkmuşlardı ki bir şey demeden kafalarıyla selam vererek odadan çıktılar. Onların çıkmasıyla kapıyı kapattım ve gözlerimi Yağız’a çevirdim. Çatık kaşları ve gergin kaslarıyla bana bakıyordu.


“Erkek soyunma odasına olduğunun farkındasın değil mi? Kapıyı niye pat diye açıyorsun?” öfkeli sesi odadaki havayı titretirken bundan etkilenmeden gözlerimi devirerek ona doğru yaklaşmaya başladım.


“Sen niye herkesin içinde sana uzattığım eli tutmadın?” ciddiyetin altında belirgin olan alınmışlık hissi gözlerimdeki alevi harlarken o, elindeki havluyu boynunu astı ve üst bedeninin çıplaklığını umursamadan duygusuzca gözlerime baktı.


“Tutacak başkası vardı.” dudaklarından yuvarlanan tek cümle her şeyi ortaya sererken içimdeki keyfi gülümsemeyi yüzüme yansıtmadım ve iki adım atarak tam önünde durdum. Bakışlarım kendimden emin olduğu kadar onunda kendine gelmesini sağlayacak kadar tutkuluydu.


“Peki ben senin tutmanı istiyorsam?” diye sordum. Sorumla Yağız’ın yüzündeki değişimi izledim. Duygusuz yüzüne yerleşen şaşkınlık ve gözlerine inen sevgi ona biraz daha yaklaşmam için beni cesaretlendirdi. Ayakkabılarımız birbirine değene kadar ona yaklaştım. Aramızda az bir mesafe vardı. Yüzündeki şaşkınlığı geri plana atarak başını aşağı doğru eğip bana üstten bakmaya başladı.


“O senin isteğin, beni bağlamaz.” tok sesi nefes alıp dudaklarıma çarparken gamzemi belirginleştirecek bir tebessüm yayıldı yüzüme.


“Sen ne istiyorsun peki?” sorumla gözlerindeki parlamanın tenimi gıdıkladığını hissettim.


“Sınır.” ılık dudaklarından dökülen tek kelimeyle kaşlarımı çattım.


Ne demek sınır? İkimizin arasında olacak bir sınır mı?


“O ne demek?” diye sordum şaşkınlıkla. Sorumla Yağız, beni belimden kavrayarak yanımızdaki duvara yasladı. Yaptığı hareketle afallayarak gözlerimi büyütürken boş bir şekilde ona baktım. O ise bunu umursamayarak iki elini başımın yanına koyarak yüzüme doğru eğildi. Teninden burnuma dolan kokusu ciğerlerimi zorlarken gerilen kaslarının görüntüsü bacaklarımı birbirlerine bastırmama sebep oldu. Yüzünde adını koyamadığım duygularla bana bakarken dudaklarını ıslatarak gözlerini gözlerime bağladı.


“Sınırlar vardır Alisa. Sınırlar bizi başkalarından korur, başkalarının bize; bizim verdiğimiz izin kadar yaklaşmalarını sağlar. O yüzden herkesle bir sınırın olsun. Sonuçta etrafımız hain dolu.” dedi keskin sesiyle. Konuşmasının ardından yüzüne sevgiyle bakmaya başladım çünkü dediklerinden çıkardığım sonuç; seni kıskanıyorum o yüzden herkesle sınırlı ol demekti yani bence öyleydi...


Kafamı ona doğru kaldırarak belimi kavisledim. Gözlerine derin bir şekilde bakarken sertçe yutkundum.


“Peki seninle... seninle de sınırım olmalı mı?” kısık sesim gözlerinin kısılmasına sebep olduğunda okyanuslarında tutku nabzımı hızlandırdı. Gözleri yüzümün her bir santiminde dolandı ve en son dudaklarımda durdu. Derin bir nefes alarak dudaklarımı gözleriyle öperken zoraki bir şekilde kendini oradan ayırıp gözlerime baktı.


“Hayatın sınırsız olacağım tek kişi benim.” boğazından gelen erkeksi sesini duyduğumda kurumuş dudaklarım çöl kumları gibi her bir santimimi kapladığını hissettim ve yakıcı histen kurtulmak istercesine dilimin ucuyla dudaklarımı nemlendirdim. Söylediğine verecek cevabım yoktu, sadece verebileceğim bir karşılık vardı ve bende bu karşılığı verebilmek için hızla dudaklarına doğru hareket ettim. Ellerimi omuzlarına çıkartmış, parmak uçlarımda yükselmiştim ki açılan kapıyla aniden Yağız’ı ittim. Korkuyla kapıya bakarken gerçek dünyaya dönmüş gibiydim.


Kapıdaki kişiyi görmemle oflayarak derin bir nefes verdim. Yüzüm asılırken sert bakışlarım yüzünde dolaştı.


“Lan valla bilsem gelmezdim. Şişeyi alıp çıkıyorum, siz devam edin.” dedi ve duraksayarak çarpık bir şekilde sırıttı. “Kapının önüne odada çalışma var kağıdı asayım mı?” Akın, Yağız’a sinirli bir şekilde bakarak boynundaki havluyu fırlattı.


“Akın... zamanlamanı sikeyim kardeşim.” Akın, onu umursamadan havluyu yakalayıp sahibine aynı şekilde iade etti. Dolabındaki şişeyi alarak bize baktı ve başını onaylamazca sallarken keyfimizi bozduğu için keyifli gibi sırıttı.


“Burası açık alan. O kadar hevesliyseniz odanıza gidin kardeşim.” dedi. Dalga geçmesiyle kaşlarımı çatarak baktım.


“Siz sakın Seda’yla yalnız kalmayın. Her an bir yerden çıkabilirim.” dedim ve sinirle odadan çıktım.


Ne olmuştu şimdi? Aramızdaki buz erimiş miydi? Yemin ederim bir gün öleceksem şu belirsizlik denilen şey yüzünden ölecektim.


Sinirle odama doğru yürümeye başladım. Gözlerimi kolumdaki saate çevirdiğimde saatin sekizi çeyrek geçtiğini gördüm. Hızla duş alıp, kahvaltı yapmam gerekiyordu. Son evrak işlerini hallederek babamla görüşmeye gidecektim, o yüzden daha fazla zaman kaybetmeden kendimi bu görüşme için hazırlamalıydım.


&


Emir, hakkındaki suç duyurum ve görevden ihraç edilme raporunu hazırlayıp masamdan kalktım. Gün asıl şimdi başlıyordu ve deplasmana çıkacak olan ben kendimi hiç hazır hissetmiyordum. Babamı en son törende görmüş, onda da hiç konuşmamıştık. Yani en son kavga ettiğimiz zaman konuşmuştuk. O yüzden şimdi bana nasıl davranacağını tahmin edemiyordum ve bu içimde ufak ufak kasılmalara sebep oluyordu. Midemdeki kasılmaları sakinleştirmesini umarak derin bir nefes alarak gözlerimi kapattım. Hazır olduğumu hissettiğim anda gözlerimi açarak kendimi yaşadığım ana odaklamaya çalıştım. Masanın üzerindeki evrakların bulunduğu dosyayı alarak odadan çıkmak için hareketlendim.


Sert adımlarım bahçede ilerlerken telefonumu çıkararak Aras’ı aradım.


“Emret Kraliçem.” diyerek telefonu açmasıyla gülerek başımı eğdim.


“Başkanlığa geçiyorum. Sarayda teksin kolla kendini.” gülerek konuşmamla oflayarak nefes verdi.


“Bende geleyim mi? Sekreterin olayım? Koruman?” masumca sorduğu soruyla kahkaha atamadan edemedim. Çocuk gibiydi.


“Korkma korkma yemezler seni. İstersen çık biraz, işim bitince haber veririm sana beraber takılırız.” diye bir fikirdim sundum. O sırada da arabanın yanına gelmiştim.


“İyi tamam, birazdan çıkar meşhur şehrimizi gezerim.”


Arabaya binerken “Tamam, haberleşiriz.” dedim ve telefonu kapatarak aklımdaki derin düşüncelerle Başkanlığa doğru sürmeye başladım.


Beş dakikadır park edilmiş aracın içinde oturmuş büyük Başkanlık binasına bakıyordum. Yola çıkarken ki cesaretimi bulmaya çalışıyor, bulamıyordum. Donuk gözlerim arabanın saatine takıldığında akrebin dördün üzerinde olduğunu gördüm. Artık gitmem gerekiyordu... içimden kendimi bunu yapabileceğime karşı motive ederken korkumun şimdiden değil geçmişimden geldiğini biliyordum.


Korkan ben değildim. Korkan küçüklüğümdü. İçimden atamadığım küçük kız çocuğuydu.


Derin bir nefes alarak içimdeki hisleri bastırarak arabadan indim. Elimdeki dosyayı sıkıca kavrarken gösterişli olduğu kadar beni korkutan binadan içeri süzüldüm. Kimseye bakmadan ezbere bildiğim odaya doğru yürümeye başladım. Randevum vardı, sekreteriyle veya bir başkasıyla muhattap olmama gerek yoktu. Asansörün gelmesiyle kabine girdim ve gideceğim katın tuşuna bastım. Her bir katta kabin yukarı çıkarken ben aşağı düştüğümü hissediyordum. İçimdeki tedirginlik asansörle eş giderken ineceğim kata gelmemle kapı açıldı. Açılan kapıyla kafamı kaldırıp karşıma bakmıştım ki gördüğüm yüzle kaşlarım çatıldı. Asansörden inerek yan tarafında durdum. Benim çatık kaşlarıma karşı o yüzünde oluşan mutlulukla bana bakmaya başladı. Topraklarım boş bir şekilde yüzündeki yaralarda gezindiğinde çatık kaşlarımı gevşeterek dudaklarımı kıvırdım.


“Bir süre ortalıkta görünmezsin sanmıştım. Malum bayağı dağıldın.” dedim ve hatırlamış gibi işaret parmağımı göğsüne doğru uzatarak dudaklarımı büküp ekledim “Pardon, dağıtıldın.” keyifle sesimle konuşmamla ellerini giydiği siyah kumaş pantolonun ceplerine koyarak rahat bir tavırla bana baktı.


Gözleri yüzümdeki her bir kıvrımı incelerken göğsünü şişirecek bir nefes aldı. “Kolay kolay dağılmam, dağılırsam da hemen toparlanır dağıtanı dağıtırım.” dedi alttan tehdit edercesine. Dağıtırım kısmında bahsettiğinin ben değil de Yağız, olduğunu bildiğim için yüzümdeki gülümsemeyi ciddiyete bırakarak çenemi dikleştirdim.


“Dikkat et dağıtacağım derken yok olma.” net sesim uyarı tonda dökülürken dudaklarımdan o sözümün ciddiyetinden ziyade kendi kafasından kurduğu anlama tutundu.


Gülümseyerek bana doğru eğilirken yüzünde keyifli bir ifade vardı. “Niye? Yok olsam üzülür müsün yoksa?” bana doğru eğilmesinden rahatsız olarak elimle omzundan itip yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirdim.


“Tabi ne sandın, üzüntüden yataklara düşerim.” dedim alayla. Söylediğimle yüzünde gerçek bir gülümseme oldu. Bakışlarındaki derinlik artarken havadaki tuhaf gerilim ruhumu sıktı.


“Bana sağlam lazımsın, kendine dikkat et prenses.” dedi kısık bir sesle. Sözlerinin sinirimi bozmasıyla kaşlarımı çattım.


“İşine bak Karan.”


Gözleri beni başta aşağı süzüp en son gözlerimde demir atarken “İşime bakıyorum zaten.” dedi ve etrafa bakınarak kimsenin olmadığını görünce bana biraz yaklaşıp “Sana verdiğim süre çoktan doldu. Biraz da yaşadıkların için tolerans gösterdim ama artık yeter. O yüzden kararını hemen ver.” diyerek ekledi. Üstten konuşan emri vaki tavrıyla ona ciddi bir şekilde baktım.


“Verecek bir kararım yok. Geçmişe baktığımızda seninle ortak olacağımı düşünüyor musun cidden?” diye sordum duygusuz bir tavırla.


Sorumu görmezden gelerek üst dudağını yukarı kıvırdı. Gözleri hayranlıkla ışıldıyordu. “Geçmişi siktir et. Geleceğimize bakalım, eğer benimle olursan sana çok güzel bir gelecek verebilirim.” dedi. Söyledikleriyle gerçekten güldüm. Kahkaham boş katta yankılanırken bakışlarım alayla yüzünde gezindi. Bu adam neyin kafasını yaşıyordu?


“Karan, senin vereceğin gelecekte yaşayacağıma şerefimle ölmeyi tercih ederim. O yüzden boş yapma.” kelimelerim onun zihnine ulaştığında gözüne inen öfke bir an duraklamama sebep oldu. Ciddi bir şekilde bana bakarken keskin çenesini sıkarak daha belirginleştirdi.


“O zaman sana söylediklerimi yapmaya başlayabilirim. Dediğim gibi seninle sevdiklerinle uğraşacağım ve bundan seninle uğraştığım zaman aldığım hazdan daha fazlasını alacağım.” dedi. Tehdit kokan cümleleri damarlarımdaki kanı hızlandırırken öfkeyle ona yaklaştım. İşaret parmağım kalbini delerken gözlerim gözlerine bir hançer gibi saplandı.


“Uğraştığın anda bende sana söylediğim şeyi yapar gebertirim seni.” dişlerimin arasından çıkan tıslamam ikimizin arasında bir sis bulutu örerken gözleri ona yaklaşan yüzümden dolayı gözlerimi derin bir bağla bağladı. Bakışlarında yatan sinsilik içimdeki kelebeği korkuturken canavarım hapishanesinin demir parmaklıklarında pusuya yattı.


“Bu sinirin onun canı için değil mi?” dedi ve üst dudağını iğreneceğim bir tebessüme sahne vermesi için kıvırdı. “Ölmeyi göz alacak kadar sevdiğin adamın daha kim olduğunu bilmeden, onun için her şeyi yakman ne kadar doğru?” diye sordu ama aslında bir soru sormadı. Bildiği, bilmediğim bir şeyi beni oynatmak için kullanacağını işaret etti. Beni, onunla vurabileceğini ima etti.


“Ne saçmalıyorsun sen?” Yağız’la ilgili benim bilmeyip de onun bildiği ne olabilirdi ki? O, bizimle ilgili bizim izin vermediğimiz neyi bilebilirdi? Verdiğim tepkiyle elini omzuma koyarak yüzünü yüzüme yaklaştırdı.


“Alisa, cidden aranızdaki bu saçma sevgi o kadar mı gözünü kör etti de annen öldükten bir hafta sonra Yağız’ın saraya getirilmesini hiç sorgulamadın?” duyduğum kelimeler yerine o kelimelerin çıktığı yeri kanla doldurmak isteyen tarafımın bastığı ağırlık duyduklarımla kalbimde açılan delikten içeri sızarken yutkunarak boğazımdaki yumruyu açılan deliği kapatmak istercesine kullanmak istedim. Gözlerim, aptal dercesine parlayan gözlerine bakarken nefesimi tutmuştum.


Gözlerinde hiç yalan söylermiş gibi bir ifade yoktu ki bunun yalanı da olamazdı...


“Neden bahsediyorsun?” sabit tutmaya çalıştığım sesim kısık bir biçimde kalıplaşmış çenemden dökülürken titreyen ellerimi saklamak istercesine kalçalarımın üzerinden birbirlerine doladım. Şu an utanmasam duyacaklarımdan dolayı korktuğum için ağlayabilirdim. Karan, gözlerimdeki korkuyu gördüğü için yüzüme gerçekçi bir şekilde gülümsedi ve elini yanağıma doğru götürdü.


“Babana sor neden bahsettiğimi. Eğer sana istediğin cevapları vermezse bana gel. Ben sana istediğin cevapları veririm. Hatta...” durdu ve iki parmağıyla yanağıma dokunurken gülümsemesini ifadesizliğe bırakarak ekledi. “Bilmediklerini bile bilmeni sağlarım.” elini tenimden çekerek asansöre binmekten vazgeçip merdivenlere doğru ilerledi. Bakışlarım sırtında asılı kalırken bir süre bekledim.


Annemin öldürülmesi... Yağız’ın bir hafta sonra saraya gelmesi... babamın onun için dedikleri... ailesi öldürülmüş çocuk, yetiştirip onu kullanacağım demişti... kafamı hayır anlamında sallarken elimi kalbime doğru götürdü. Sıkışıyordu. Zihnimdeki fazlalıklarla beraber kalbimdeki boşlukla ruhumu boğuyordu. Gözlerim Başkan’ın kapısına değdiğinde derin bir nefes alarak hızla oraya ilerledim. Kapıyı çalmadan direkt açtığımda direkt karşılaştığım masa ve masanın ardındaki toprak rengi gözlerle gözümden bir damla süzüldü. Babamın, kapıyı çalmadığım için sinirle bakan yüzünü umursamadan kapıyı kapatıp masanın önüne, cenazeme yürüdüm.


“Saygın da mı yok senin. Çık git, tavırlarını düzelt sonra gel karşıma! Saygısız.” pürüzlü sesinden dökülen hakaretleri duymayan kulaklarım demin duyduklarının doluluğuyla kapanmıştı. Titreyen çenem konuşmam için zorlayıcıyken kalbim gerçek olamayacak şeyin doğruluğunu öğrenmek istercesine dilimi dürttü.


“Annemle, Yağız’ın arasında bir bağlantı mı var?” cümle dudaklarımdan döküldüğü anda ne saçmalıyorsun sen demesini diledim içimden ama bunun olmayacağını belli eden manzarayla bir yanardağın içinde yandığımı hissettim. Sorumla babamın gözlerindeki şaşkınlık ve öfke kalbimi kırk yerinden bıçakladığında akan oluk oluk kan ruhumu sardı.


Çatılan kaşlarıyla oturduğu deri koltuğunda huzursuzca kıpırdandı. “Kim dedi sana?” duygusuz sesiyle gözümden akan yaş tenimi yaktı. Doğruydu.


Bu olamazdı... bu bize yapılmamalıydı...


Gerçeklerin düğüm olduğu hayatımda saklanan sır bedenimi patlatacak kadar içimde şişti. Öfke damarlarımdan akan kanı sildiğinde dolan gözlerimde bağırdım. “Anlat ne olduğunu! Ne sakladığını!” sesim son kez böyle yüksek çıktı.


Babam gözlerime iğrenerek bakarken karşısında nasıl da değersiz olduğumu hissettim. Bir kez daha. “Tamam kızım... anlatayım.” dedi.


“Anlatayım sevdiğin adamın sana nasıl geldiğini...” dedi ve anlattıklarıyla beni yaktı. Beni yaşarken bin parçaya böldü ve bölerken de karşısında gösterdiğim her bir acı duygusuyla kendini tatmin etti...


&


Yıldızların aydınlattığı gökyüzünün altında saklandığım toprağın yanında kendimden iğrenerek ağladığım kaçınca dakikadaydım bilmiyordum. Acım azalsın diye ağlıyordum ama azalmak şöyle dursun katlanarak canımı sökmeye devam ediyordu her bir yaşım. Damlalarla dolu gözlerimi toprağa çevirerek, beni hayatım boyunca koşulsuz seven insana baktım. Ben göremiyordum onu ama o beni görüyordu.


“Ben ne yapacağım şimdi? Bu çok fazla anne. Bu çok fazla.” titreyen sesim kulaklarıma çarparken kalbimden akan fısıltıyla iç çekerek söylendim. “O bakmaya kıyamadığım mavilere nasıl anlatırım bunları?” anlatamazdım. Yapamazdım. Ellerimle akmaya devam eden yaşları silerken sağanak altında kalmış ve işe yaramayan bir şemsiye gibiydi yüzümü temizleme çabam.


“Kızdın mı bana onu sevdiğim için? Kızdın değil mi? O yüzden girmedin hiç rüyalarıma. Gelmedin hiç bana...” bir elim toprağını avuçlarken başımı yapamam dercesine salladım. “Anne, ben onu bırakamam ama o... o bunları öğrendiğinde yüzüme bile bakmayacak.” benden nefret edecekti...


Kafamı her şeyimi anlattığım yıldızlara kaldırarak fısıldadım. “Aslında ikimiz de kaybetmedik mi?” göz yaşlarım acılarımla beraber şakaklarımdan akarken kalbimdeki sızı öldürmeyip süründürecek kadar sancılıydı. Şimdi ne yapmam gerekiyordu? Ne yapsam bu acı geçerdi içimden?


Kendi içimde yaşadığım fırtınada kaybolmuşken birinin gelip beni omuzlarımdan sarsmasıyla kafamı gökyüzünden çevirerek beni sarsan kişiye baktım. Benim dopdolu olan gözlerime karşılık onun da gözlerinde büyük bir telaş vardı.


“İyi misin? Kızım öldük meraktan ne yapıyorsun sen?” diye bağırışının hemen ardından beni kendine çekip sarılmasıyla ağlamam şiddetlendi. O bana sarılırken ben elimden uçmaya yüz tutmuş kelebeği öldürme pahasına içimde tutmaya çalışıyordum.


“Aras... ben bittim. Biz bittik.” dedim, yavaş yavaş konuşarak. O kadar ağlamıştım ki boğazımda konuşacak derman dudaklarımdan dökülecek kelime kalmamıştı. Aras’ın bedeni söylediklerimle kasılırken benden uzaklaştı. Omuzlarımdan tutup beni ayağa kaldırarak kafamı ellerinin arasına aldı.


“Anlat bana güzelim, ne oldu. Ne oldu da bu haldesin? Biri bir şey mi yaptı?” korku dolu sesi dudaklarımı bükerken kelimeler çıkmamak için direndi dilimde. Terk edilme korkusu midemi tekmelerken nefes almaya çalıştım.


“Öğrendiğinde bırakacak beni... Aras, ben ne yapacağım? Gitmesin.” dedim korku dolu sesimle. En son ne zaman bu kadar korkmuştum? Annemin öldüğü gün...


Bu gerçek bir darbe daha bana vurduğunda ağlamam şiddetlendi. Aras, parmaklarıyla saçımı okşarken ne diyeceğini bilemeyecek kadar bocalamış bir haldeydi. Beni hiç bu kadar ölmüş görmemişti.


“Anlat bana ne olduğunu ki yardım edeyim sana güzelim.” dedi tedirgin sesiyle.


Kaçacak yerim yoktu. Kelimeler sonunda firar etti tutuklu geçmişlerinden özgürlüğe koşarcasına. “Annemi... benim annemi öldüren Yağız’ın babasıymış.” dedim ve ağlayarak devam ettim:


“Babam... benim babamda onun annesini ve babasını öldürtmüş intikam için...” nefesim yetmedi, ciğerlerim acıyla sıkıştı ama devam ettim kelimeleri özgürlüklerine ulaştırmaya. “Aras... Yağız, babam yüzünden daha on yaşında katil oldu. Ben ne yapacağım?” çaresizlikle yardım dilene sesim benden çıktığında Aras’ın yüzünden bir sürü duygu geçti. Bense hiçbir şey hissetmiyor, sadece içimdeki boşluk hissiyle ağlıyordum. Aras’ın bana yardım edebileceği düşüncesiyle ona umutla bakarken arkadan gelen sesle kalbime son vuruş indi.


Kanatlarımdan biri kırıldı diğer yara aldı.


“Ne?” diye soran sesi kulağıma ulaştığı anda gözlerim korkuyla açıldı. Yutkunarak Aras’a baktım. Konuşamadım. Gözlerinde gördüğüm şaşkınlık ve hüzünle bana bakışı korkumun kapımda olduğunu hissettirdi. Avcumdan kayan hayatımın elimde kalan boşluğuyla bedenimi çevirerek arkadan gelen sesin sahibine baktım.


Baktım ve gördüklerimle gözlerimden ardı ardında ten yakan yaşlar inmeye başladı...


Duyduklarıyla bana baktı. Duygusuzluk hiç bu kadar can yakmamıştı ruhumda. Bana bakıyordu ama beni görüyor muydu bilmiyordum. Elimle gözlerimdeki yaşları silerek ona doğru bir adım atmıştım ki elini dur dercesine bana doğru kaldırdı.


Beni istemedi.


Gözlerinde gördüğüm şaşkınlığın yerini boşluğa bırakmasıyla aramıza girecek uçurumun derinliğini hesaplamaya başladım ve hesaplarım sonucunda öyle bir sayının daha keşfedilmediğini fark ettim.


Biz bu sefer cidden aşılamayacak bir uçurumdaydık... bir tarafta o, bir tarafta ben vardım... aramızda ise canımızı yakan ölümler vardı...


Loading...
0%