Yeni Üyelik
35.
Bölüm

34.Bölüm "Ayrılık Acıdan Daha Gerçek"

@senabookss

“İhtimaller bir umut verirken ruha, o ihtimalleri öldüren gerçekler gün sonunda elinde bıçak tutar.”


Gözlerim onun bedeninde dolaşırken akrep yelkovanın peşinde hızla koşuyordu. Acelesi vardı belliydi ama bu acelesinin benim için bir korkuya sebep olduğunun farkında değildi. Sevgi bir zehir olmuş insanlığı zehirken korku insanı intihara sürükleyecek kadar zihinlerimizi ele geçirmişti. Aslında bizden dolayı mı böyleydi bu hayat yoksa zaten hayat böyleydi de biz onu karıştırıyorduk diye düşünüyordum. Düşünceler sadece zihinlerde yaşarken anılar hatıralarla ruhta toprak belliyordu.


Ve bizim gibilerin ruhunda çiçek değil sarmaşık büyüyordu.


Sarmaşık damarlarıma sarılarak ruhumu kavrarken ben duyguların getirdiği yoğunlukla onun gözlerine bakıyordum. Ellerimdeki kanına bakmamaya çalışırken bedenim geçen zamana inat bir gram gevşememişti. Kendinde rahatlama hakkını görmüyordu. Her zamanki gibi, önce kendini cezalandırıyordu ve bu benim elimde olmadan oluyordu.


Küçüklüğümden gelen bir gelenekti bu her zaman benim suçum olsun olmasın, suçu üstüme alır kendimden bunun acısını çıkartırdım çünkü acı çıkmazsa yara iyileşmezdi.


Bakışlarım odaklandıkları yerde kendilerine iyi gelecek izler ararken yorgun kahveler çektiği acıya rağmen yine de bana benim ihtiyaç duyduklarımı vermek istercesine iyiyim dercesine baktı gözlerime.


“Emin misin hastaneye gitmek istemediğinden?” diye sordum ve elimdeki pamukla yarasını temizlemeye çalışırken yüzümü sabit tutmaya özen gösterdim. Çatık kaşlarımın altındaki korkulu gözlerimi onun gözlerinden çekerken yaptığım işle kendimi içten içe tebrik etmiştim. Kurşunun sıyırmış olduğu yarasını dikmiş, yaranın etrafını temizleyerek bandajlamıştım.


Bakışlarını gözlerimden ayırmadan kafasını yastığına bastırarak ensesini rahat bir pozisyona soktu. “Cidden gerek yok, sıyırdı sadece. Temizleyip sarsan yeterli, sonrasında dinlenirsem toparlarım.” dedi bitkin sesiyle ve gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Yorgunluğunun üzerine ona verdiğim ağrı kesiciler uykusunu getirmiş olmalıydı. Bakışlarımı yarasına çevirerek elimdeki sargı beziyle temizlemeye devam etti.


“Şimdi ben elimden geldiğince bakacağım ama yarın şehre döndüğümüzde saraydaki doktora göstereceksin yaranı. Anlaştık mı?” diye sordum itiraz kabul etmeyen bir sesle. Aras, gözlerini açmadan bıkkın bir nefes verdi.


“Tamam, anne. Tamam Soylum.”


Dudaklarım iki yana kıvrılırken biraz olsun iyi hissediyordum onunla konuştuğum için. “Seksi bir anne ve Havalı bir Soylu değil mi?”


Kendimi övmemle onun da üs dudağı yukarı kıvrıldı. Tek gözünü açarak bana aşağıdan bir bakış atıp tekrardan göz kapağını tenine mühürledi. “Git o seksiliğini içerdeki Yüzbaşıya göster.” dedi.


“Yüzbaşı mı?”


Başını yavaşça evet anlamında salladı. “Evet, operasyonda aynı Steve, gibiydi. Garson kızdan numarası karşılığında Adnan’ın eski bardağını alarak parmak izini aldı. Bir de ikisi de acayip uyuz ve gıcık.”


Bakışlarım yarasındayken zihnim birkaç saat öncesine kaydı. Ben düşünememiştim ama o sanki bunu biliyor gibi düşünmüştü. Bazen onu hafife alıyordum.


“Bir işe yaradı işte, hem kızla konuşmaktan keyif de almıştır.” diye mırıldandım umursamaz bir sesle.


“Yav adam elinde olsa beni ters döndürüp halveti muaşeret dersi verecek sana bebeğim diyorum diye, hangi kızdan bahsediyordun? Çabuk yanımdan uzaklaş senin deli saçması teorilerinle uğraşamam. Kocanın yanına git, yaralıyım ben!”


Kaşlarım alınganlıkla havaya kalkarken işim bittiği içinde elimdeki bezi yandaki komodinin üzerine koydum. “Ne kocası be ondan olsa olsa korkuluk koca olur.” dedim ve sert sesimi yumuşatarak elimle saçlarının ön kısımlarını karıştırdım şefkatle.


“Hem benim şu an sadece sen umurumdasın. Senin için buradayım.”


Konuşmamın ardında çocukça gülümsedi. Dudakları kıvrılırken yanağındaki gamze belirginleşti. Bir gözünü açıp bana bakarken diğer gözünü kapalı tutmakta zorlandı ve bu ifadesi onu çok komik bir surata mahkum etti.


“Benim için mi cidden? Doğru söyle lan seviyon beni değil mi?”


Kıkırdayarak elimi alnına vurdum. “Şımarma, öyle arada geliyor bana seni sevmeler ama beş dakikaya geçer.”


İki gözünü aynı anda açarak tereddütle sordu. “Geçer mi?”


Bir an onun gözlerinde kayboldum, yazar kalemi elinden düşürmüş gibi ben duraklarken kalbim tekdüze attı. İçimden geleni söyleyerek kendimi onun gözlerinde yüceltmeyi seçtim. “Geçmez. Benim sana olan sevgim beş asırda geçmez.”


“Yanı o çam yarması sarı umurunda değil?” diye sordu şüpheyle.


“Kumral.” dedim ve başımı olumsuzca salladım. “Umurumda değil, seninle ilgileniyorum kafamı karıştırma yaranı yararım.”


“Tamam, sessizliğimle yaramı koruma altına almayı seçiyorum gaddar kadın.” demesiyle gülümseyerek bacaklarının üzerindeki pikeyi kavrayarak göğsüne kadar çektim. “Dinlen şimdi Thor, kısa zamanda geri dönüp gök gürültülerinle düşmanlarımıza korku salacaksın.” dedim ve saçlarını okşayarak çıkışa doğru yürüyüp odanın ışığını kapatarak odadan çıktım. Elimdeki ilk yardım malzemeleriyle kiraladığımız evin oturma odasına ilerledim.


Buraya iki gün için geldiğimizi söylediğimden dolayı bir ev kiralamak zorunda kalmıştık. Bu akşam burada kalıp yarın da yola çıkacaktık. Beyaz holden geçerek salona girdiğimde hızlıca odada gözlerimi dolandırdım. Üç kişilik kanepede Akın, Seda’nın dizlerine yatmış uyuyor, Seda ise kanepeye kafasını yaslamış bir şekilde gözlerini kapatıp bir eliyle Akın’ın saçlarını okşuyordu. Onları izlerken yorgun yüzümde küçük bir tebessüm oluştu.


Tatlılıkları karşısında kendi yakıcı ekşi durumum bir sırgan gibi tenimi yaksa da bu hallerinin ona yakışması içimdeki imrenişi bastırdı. Aralarındaki ilişki gerçek aşkın var olduğunu hatırlatıyordu bana...


Gözlerimi onlardan alarak karşı koltukta oturmuş adama çevirdim koyu bakışlarımı. Oturduğu çift kişilik koltukta kafasını arkaya yaslamış, uzun bacaklarını açarak rahat bir biçimde oturmuştu. Başını yasladığı için boynu açıkta kalmış adem elması bir elmas gibi parlamıştı, tabi bu beyaz ışıktan dolayı da olabilirdi. Gözlerimi oradan yukarı tırmandırırken yaralı yüzü odağıma girdi, zaten önceden yaralı olan yüzünde, iyileşmek için kabuk tutmuş yaralar yeni aldığı darbelerle tekrar kanamıştı. Bu açılan yaraların kalbimdeki duygusal tarafa dokunması içimdeki ikilemi evet mi hayır mı arafına sürükledi. Bakışlarım elimdeki ilk yardım malzemelerine kayarken içimde oluşan arafla, kalbim ve aklım arasında kaldığım çelişkiyle yine her zamanki gibi onu seçtim...


Konu o, olduğu zaman kalbimden başka bir seçeneğim olamazdı...


Derin bir nefes alarak bedenimi oksijenle kandırmayı denedim ve oturduğu koltuğa ilerleyerek yanına oturdum. Varlığı koltuğu doldurduğu için oturduğumda dizim dizine sürtündü. Bedenimi ona doğru döndürerek elimdeki paketten biraz pamuk üstüne tentürdiyot döktüm. Pamuğu hazırlamamla elimi yavaşça çenesine götürdüm, yanağına dokunmamla gözlerini yavaşça aralayarak okyanuslarını geceye sundu. Bir şey demeden çenesindeki elimle kafasını kendime doğru çevirdiğimde hiçbir tepkide bulunmadı ve davranışıma boyun eğdi. Yüzünün tamamen bana dönmesiyle elimdeki pamuğu önce patlayan dudağına götürdüm.


Yarasını temizlerken gözlerimi hiç gözlerine çevirmedim ama yüzümdeki yakıcı ağırlık nedeniyle hissediyordum ki onun okyanusları dalgalarını benim tenimin kıyısına vuruyordu. Onun kıyısı olan yüzüm yıkımı olan kalbinden uzakta durmak için çırpınırken bedenlerimizin yakınlığı ellimin titremesine sebep oluyordu. Titreyen elimle dudağını temizlemeyi bırakıp başka bir pamuk hazırlayarak aynı işlemi kaşına da yaptım.


Ben yaralarıyla ilgilenirken hiç konuşmamış, göz göze gelmemiştik.


Ama sanki göz gözeymiş gibi kalbim yerinde bir kaya gibi yuvarlanıyor, o mavi gözlerine bakarken içime dolan huzur sanki bana haram değilmiş gibi yine de içime huzurun tohumlarını ekiyordu.


Yüzündeki pansuman işimi bitirip yara bantlarını uygun bir biçimde yapıştırıp geri çekilirken ilk defa gözlerine baktım. O an bir kırılma anı yaşandı ama bu sadece saniyelik bir derinlikte benim için geçerliydi. Gözlerinde gördüğüm özlemle içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim.


Birbirlerini hak etmediğini söyleyen adam özlem dolu bir şekilde bakar mıydı terk ettiği kadına? Hayır bakmazdı...


İçimde kırılan parçaları bantla yerlerine yapıştırarak gözlerimi çektim ve karşımdaki çifte bakışlarımı devirdim. Kalbim düşmanı yüzünden girdiği savaşta çoktan mağlup olmuştu.


“Geceyi bitirelim, herkes odasına geçsin yorucu bir gece oldu.” diye söylendim uykulu bir sesle. Ayakta duruyor olsam da hem fiziksel hem de ruhsal olarak bayağı yorulmuştum. Kendimi derin bir uykuya bırakmak istiyordum hemen.


Seda, seslenişimle yaslandığı yerden kafasını kaldırarak gözlerini kıpraştırıp bana baktı. “Aras, nasıl?” diye sordu merakla. Sorusu derin bir iç çekmeme sebep olduğunda dudaklarımı bükerek “Pansumanını yaptım, verdiğim antibiyotik onu sabaha kadar toparlar. Yarın zaten sarayın doktoruna görünecek.” dedim ve çenemle Akın’ı işaret ettim. “Hadi uyuyalım, Hawkeye uyuyan güzel olmuş.”


Akın, ona laf atmamla hiç istifini bozmadan, gözleri kapalı bir şekilde elini havaya kaldırıp bana orta parmağını gösterdiğinde Seda, gülerek eline vurdu. Onların bu haline dudaklarım kıvrılırken yanımdaki ruh solduran adama bakmadım, mutlu hissettirmese de yüzüme yerleşmiş olan tebessümü onun gözlerine bakarak öldürmek istemiyordum.


Seda, Akın’ı kaldırdığında bende ayaklandım ve benim kalkmamla yanımdaki şahısta kalktı. Koridora çıktığımızda gözlerim hızla kapılarda dolaştı. Koridorda iki oda yan yana bir oda onların karşısındaydı. Ben önden ilerleyerek Aras’ın kaldığı odanın kapısını açmıştım ki Yağız, kolumu tutarak ona bakmama sebep oldu. Kafamı yukarı doğru kaldırarak gözlerine ulaştığımda başımı ne oldu dercesine salladım.


İfadesiz yüzüyle gözlerimi eşelerken “Ben burada kalırım, sen diğer odaya geç.” dedi tok sesiyle.


Kaşlarım hayretle çatılırken başımı hafifçe yana yatırdım. “Sen başkasıyla aynı odada kalmazsın. Hatta kimseyle uyumazsın.”


Yağız’ın en büyük takıntılarından biri buydu. Kimseyle aynı odada kalmaz iğrenir, kimseyle uyuyacak kadar güvenmezdi.


Yani benden başka kimseyle...


Takıntılarını yüzüne vurmamla midesine yumruk atmışım gibi sertçe yutkundu. “Bugünlük istisna yapabilirim.” diye söylendi kısık bir sesle. Diretmeye devam etmesiyle sinir gülümsemesi dudaklarımı ele geçirdi, elimi kapı kolundan çekerek bir adım geriye çıktım.


“İyi geceler o zaman, istisnanla sana başarılar.” dedim ve diğer kapıya yönelirken bir an durup ona yandan bir bakış attım. Tereddütle kapı koluna bakıyordu.


“Ha bu arada Elif, Aras’ın horlamasından çok şikayet ederdi. Hatta bir ara onu ameliyat olması için doktora götürmüştü.” dedim ve gülümseyerek yandaki odaya girdim hızla. Ahşap kapıyı ardımdan sertçe kapatırken hırlayarak üzerimdeki tişörtü çıkarttım ve yere fırlattım.


Resmen benimle aynı odada kalmak varken, başkasıyla aynı odada kalma takıntısını genişletip Aras’la kalmayı tercih etmişti.


Bu adam cinsel yönelimini mi değiştirdi de benim haberim yoktu?


Hayır, hayır bu adam benim sinir sistemimi bozmak için evren tarafından bana gönderilmişti. Günahlarımın bedeliydi bu değişik kumral.


Sinirle odada yürüyerek hızla üstümdekiler çıkarmaya devam ettim. Hayır, benle yatmanı beklemiyorum da niye benim aklımdaki planı bozuyorsun sen? Sana ne benim kiminle uyuduğumdan? Sen niye başka adamla yatıyorsun? İçimden zihnimdeki ona saydırırken üstümdekiler çıkartmış iç çamaşırlarımla kendimi yatağa atmıştım. Şu an içimdeki sinir harbini sakinleştirebilecek tek şey derin bir uykuydu...


&


“Bak bunu da ye, söz daha zorlamayacağım.” dedim ve konuşmasına izin vermeden aralık olan ağzına bir bütün yumurtayı zorla soktum. Aras’ın ağzındaki şişkinlikle bana kötü kötü bakmasını umursamadım ve ona tatlı bir şekilde gülümseyerek tabağımdaki dilimlenmiş salatalıklardan birini ağzıma attım. Salatalığı çiğnerken gözlerim karşımdaki beni hiç takmayan adama takıldı. Gözlerindeki kızarıklık gece uyumadığını belli ediyordu. Uyuyamaması bir yandan beni üzerken bir yandan da gece beni sinir ettiği için sevindirmişti.


Gözlerimle ona kötü kötü bakarken hırsla çatalımı diğer salatalığa batırıp ağzıma attım ve öfkemi çıkarırcasına çiğnemeye başladım.


“Siz şimdi cidden ayrıldınız mı?” diye soran Seda’nın sesi tüm dikkatimi onun üzerine vermeme sebep oldu. Üzerine geçirdiği salaş tişörtü ve ev topuzu olarak topladığı saçlarıyla fazlasıyla doğal görünüyordu. Düşünceli bakışlarımla onu süzerken ağzımdaki salatalığı daha yavaş çiğnemeye başladım. Onun bitmesini istemiyordum çünkü bittiği an cevap vermek zorunda kalacaktım. Ne diyeceğimi bilemeyerek ona baktım.


“Evet, ayrıldık.” diyen net ses, ne diyeceğime karar veremeyen beynime iyi bir tokat attığımda lokmamı boğazımı acıtacak şekilde yuttum. Yalancı bir gülümsemeyle Seda’ya bakarak “Evet, ayrıldık ve arkadaş olarak devam etmeye karar verdik.” dedim hızla. Cümlemin ağzımda bıraktığı acı tadı yok etmek istercesine çatalımı tabakta diğer salatalığa batırıp aynı hırsla ağzıma attım. Şu an tüm sinirimi çıkarabileceğim tek şey bu salatalıktı.


Ben hırsla salatalığı çiğnerken Akın, dalga geçercesine ikimizi süzdü. “Siz... ikiniz arkadaş olacaksınız. Lan bir siktirin gidin, çocuk mu kandırıyorsunuz?” dalga geçmesiyle ciddi bir şekilde ona baktım. Kafamı hafifçe çevirdiğimde Yağız’ın da ona ciddi bir şekilde baktığını gördüm.


Bakışlarımı Akın’a sabitleyerek umursamazca omuz silktim. “Niye olmayalım? İlişki yaşadık ve bitti. Herkes yaşıyor bu durumu.”


Ne yani birbirimizi seviyorken ayrıldık diye arkadaş olamaz mıydık? Bal gibi de olurduk...


Söylediklerimle Aras, ikimizde gözlerini gezdirerek “Siz herkes değilsiniz ve şu an birbirinizi kandırıyorsunuz.” durdu, çayından bir yudum aldı ve yutkunarak devam etti. “Bu ne demek biliyor musunuz? Birbirinizi kıskanmayacaksınız, birbirinizi arzulamayacaksınız hatta başkalarıyla seks yapıp eğleneceksiniz.” dedi tane tane salağa anlatır gibi.


Söylediklerinin içimde yarattığı tayfunla yutkunarak çatalıma salatalık batırdım ve yavaşça ağzıma götürerek çiğnemeye başladım. Ne demek arzulamayacaksın? Ne demek başkasıyla seks yapacaksın? Yağız’ın başka biriyle olma ihtimali mideme sert bir yumruk indirdi. Olur muydu öyle bir şey? Yok canım, o kadar da değil... bunu yapmazdı.


Ben bu düşüncelerle kendimi kandırmanın eşiğindeyken Yağız’ın Aras’a verdiği cevap kurşun etkisiyle beynime bir ağrı sapladı.


“Ayrıldık sonuçta, ikimizde özgürüz.”


Söyledikleriyle yutkunarak kafamı evet anlamında salladım ve Yağız’ın gözlerine bakarak gülümsedim. “Ayrıldık, yani ikimizde başkalarıyla olabiliriz.”


İkimizde birbirimizin gözlerine bakıyorduk ve ikimizin de gözlerinde sadece meydan okuma vardı. Meydan okumasına keyiflenirken bakışlarımı masadakilerde gezdirdim. “Hem iyi oldu. Bir kişiyle ömür mü geçer? Kalite kontrol yapmak için başkalarıyla da olmak lazım.” dedim şakıyarak ve keyifle ağzıma salatalık attım.


“Aynen öyle, bana da iş çıkmış olur.” demesiyle ağzımdaki salatalık çamura dönüştü ama belli etmedim. Ne işinden bahsediyordu bu?


“Lan pis sapık o yüzden mi gece yatağıma geldin?”


“Ne!” diye bağırdı Seda.


“Lan! Bu salonda kanepede yatıyordu gece!” dedi Akın, anlamayarak. Bakışları bir Yağız’ın bir de Aras’ın üzerinde geziniyordu.


“Bununla kalacaktım, gece belime sarılınca kalktım gittim salonda yattım.” Yağız’ın ters bir şekilde konuşmasıyla Aras, tuhaf bir bakış attı.


“Amına koyayım öyle bir konuştu ki sanki ırzına geçtik. Ne oldu cici kız evlenelim mi diyeceksin bir de.” dedi ve bir an sanki bunu hayal etmiş gibi korkuyla başını iki yana salladı. “Seni almam lan nüfusuma sen evlenilecek adam değilsin.”


“Asıl ben seninle evlenmem.” Yağız’ın bir anda kurduğu cümleyle Seda, içtiği çayı püskürtürken, Akın gür bir kahkaha attı. Aras, şoka girmiş gibi bakarken ben umursamazca hangi salatalığı yesem diye düşünüyordum.


Benimle evlenmeyi düşünmediğine göre konu ilgi alanımda değildi.


Yağız, dediğini sonradan algılamıştı ki sigara paketinden bir dal çıkartırken homurdanarak “Kapatın bu boktan muhabbeti.” dedi.


“Evliliğimiz hakkında bunu demen çok kırıcı.” diye söylendi Aras ve kulağıma doğru hafif yaklaşarak ekledi. “Demiştim bu evlenilecek adam değil diye.” ben ona bakma gereği duymadan sinirle gözüme kestirdiğim salatalığı ağzıma atıp çiğnerken deminki konumunu bozmadan tekrar konuştu.


“Tüm salatalıkları yedin, onu da geçtim gariplerim tüm öfkeni çekti.” kafamı öfkeyle ona çevirirken kaşlarım burnuma değmek ister gibi aşağı düşmüştü.


“İşine bak yoksa diğer tarafını da ben deşerim.” dedim ve masadakileri umursamadan kahvaltımla ilgilenmeye başladım. Ben reçelli ekmeği elime almış tam bir ısırık alacakken Akın, bana göz kırpmasıyla bir an durdum.


“Hadi lan, iddia koyuyorum ortaya. Siz ikiniz üç gün bak, üç gün birbirinize dokunmadan durun, bunu başarın; barı bir gece ücretsiz yapacağım.”


Akın’ın ciddi bir şekilde konuşmasıyla kafamı çevirerek düşünceli bir şekilde ona baka kaldım. Bana kalsa bunu yapamazdık, o yüzden tam kaybedersek bizim ne yapacağımızı soracaktım ki Yağız, net bir şekilde bu soruyu sormama gerek olmadığını bana gösterdi.


“Anlaştık, kaybetmeye hazır ol kör nişancı.” sigarasından bir nefes çekip dumanı yukarı doğru üflerken bakışları Akın’daydı ve meydan okuyan bir ifadeyle çerçevelenmişti okyanusları. Onların birbirlerine meydan okumasına karşı ben düşünceli bir biçimde ikisine bakıyordum.


Cidden bana bile bakmadan iddiayı hemen kabul mu etmişti bu?


Galiba artık kabullenmeliydim ki biz onun gözünde gerçekten bitmiştik...


&


Sabah yaptığımız iç karatıcı kahvaltının ardından yola çıkmış, şehre geri dönmüştük. Yemekte yediğim yemekleri sindirmem araba yolculuğundan ziyade konuşulan konulardan dolayı midemi zorlarken olanları sindirmeye çalışmak benim için güçtü. Kafamı dağıtmak için her zaman yaptığım gibi kendimi korumaya almış, şehre dönüşümüzün üzerinden geçen beş saate yakın süreden beri çalışma masamın başında oturarak saçma evrak işleriyle uğraşmıştım. İki günlük yokluğumuzun ardından şehirde görünmek içinde akşam bara gitmeye karar vermiştik. Gerçi ben sıfır moral düzeyindeyken hiç gitmek istemiyordum ama Seda’nın ısrarı sonucunda teklifini kabul etmiştim.


O kaçıktan kaçmanın bir yolu yoktu. İstediğini vermeseydim gece boyunca beni rahatsız edeceğinden emindim.


Şimdi de odamda durmuş gitmek için hazırlanıyordum. Dolabımdan elime aldığım siyah deri pantolonu hızla giyerek üstüne ne giysem diye bakındım ve gözüme çarpan siyah büstiyeri elime alarak onu giymeye karar verdim. Banyoya geçtiğimde ayna karşısında gördüğüm yorgun yüzle iç çekerek dolaptaki makyaj malzemelerine uzandım. Hafi makyaj tenimdeki yorgunluğu kapatıp canlandırsa da gözlerimdeki hissizliği kapatamamıştı. Kapatamayacağını bilerek saçlarımı taradım ve daha fazla kendimle uğraşmak istemeyerek telefonumu alıp odadan çıktım.


Artık kendimle uğraşmak içimden gelmiyordu, önceden cilt bakımlarımı aksatmaz, evden çıkarken makyajımı eksik etmezdim. Şimdi ise nefes aldığıma şükredecek haldeydim.


İçimdeki yumrunun ağırlığı adımlarımı sarsarken merdivenlerden yavaşça süzüldüm. Alt kata indiğimde salonda beni bekleyenlere kaşlarımı kaldırarak baktım.


“Bu ne hız ya? Ne zaman hazırlandınız?” diye sordum şaşkınca. Gerçekten bu kadar hevesli miydiler gitmeye? Akın, giydiği keten mavi gömlek ve beyaz pantolonuyla tam bir zengin mekan sahibi gibi ayaklanırken, Yağız, beyaz bir tişört ve bol paça siyah pantolon giymişti. Beni görmeleriyle hepsi ayaklanırken Seda, söylenerek yanıma geldi.


“Sen çok yavaş hazırlanmış olmayasın?” kinayeli sesiyle beni süzerken koluma girerek beni dış kapıya doğru yönlendirdi. Bana kızmaması için kafamı hayır anlamında salladığım inanmadığını belli edecek bir gülüş oluştu güzel yüzünde.


Ama evet, odaya girip bir saat köpüklü banyo keyfi yapmıştım. Tek başıma...


Konuyu değiştirme ihtiyacı duyarak onu yandan bir bakışla süzdüm. “Sen hayırdır küçük anne, elbise falan?” üzerindeki siyah mini elbisesiyle fazla havalıydı. Seda, bakımlı ve kendine özen gösteren bir kadındı ama elbise pek tercih etmez, şık takımlar giyerdi. Bu gece için özenmişti, bir sebebi olmalıydı.


“Eniştenle senin yaşının tutmayacağı bir oyun oynayacağız. Onun için hazırlandım.” yüzündeki hınzır gülüşle bana göz kırparak konuşması ona önce şaşkınlıkla bakmama ardından da sesli bir kahkaha atmama sebep oldu.


“Yaşım tutmuyor mu? 27 yaşındayım Seda ve o oyunu kurallarını değiştirecek kadar iyi biliyorum.”


Söylediklerimle bir an huysuzca bana baktı ve kolumdan çıktı. “Bunu hatırlatmana gerek yoktu. Senin büyüdüğünü hala kabullenemiyorum. Sen benim küçük olgunlaşmamış frambuazımsın.” diye söylendi. Beni kız kardeşi olarak gördüğünü biliyordum ama bu kadar duygusal olduğunu bilmiyordum. Girdiğim türbülanstan çıkmama fırsat vermeden arkamızdan gelen Akın’a doğru ilerlemesiyle iç çekerek otoparka yürümeye devam ettim. Umutsuzca yürürken birkaç adım atmıştım ki omzumda oluşan ağırlık ve burnuma dolan kahve kokusuyla üst dudağım kıvrıldı. Onun varlığı bir anda içimdeki durgunluğu meltem rüzgarıyla yüreğimden kovmuş yerine ilkbaharın yeni açacak çiçeklerinin tomurcuğunu ekmişti.


“Dinlenmeyecek miydin Thor?” diye sorarken ona yandan bir bakış attım. Koluna omzuma atmış, beni göğsüne yaslamıştı. Üzerine geçirdiği açık kahve gömleğinin üstten birkaç düğmesini açık bırakmış, alttan giydiği siyah kot pantolonun içine sadece bir tarafını sokmuştu. Yüzündeki yaralara rağmen yakışıklıydı, yarasını zorlamaması için ona bugün dinlenmesi gerektiğini söylemiştim ama beni yine dinlememişti.


“Benim vücudum ilah dercesine bebeğim sakin ol iyileşir hemen. Thor, olmanın avantajları.” dedi ve asıl sebebini söylemek için devam etti. “Bu gece seni bırakasım yok.” dudaklarım gerçeği söylemesiyle kıvrılırken beni göğsüne çekerek başıma bir öpücük bıraktı ve başını eğerek bana üstten bir bakış attı.


“Bebeğim çok seksi olmuşsun. Hayırdır yeni deneyimler için kendine av mı arıyorsun?” dedi yüksek sesle.


Evet, yüksek ses Yağız’ın duyacağı ses oluyordu. Yapmaya çalıştığı şeyi anlayarak ona sinirli bir şekilde baktım ve cevap vermeye tenezzül etmeden arabaya bindim. Aras'ın da arabaya binmesiyle kafamı tehlikeli bir tavırla ona çevirdim. Gözlerimdeki ciddiyeti gördüğünde deminki eğlenceli tavrı yerini yaramazlık yapmış çocuğun masumluğuna bıraktı.


“Durum analizi yapmak, barıştırma planları uygulamak yok. Yol boyunca konuşmakta yasak.” dedim hızla ve arabayı çalıştırarak bara doğru sürmeye başladım. Diğerleri kendi arabalarıyla peşimden saraydan çıkmışlardı.


“Tuvalete gitmek serbest mi?” başımı hızla iki yana salladım.


“Hayır, yasak.”


“Müzik açmak?”


“Serbest.”


“Oh iyi, bende askeriyeye gidiyoruz sandım.”


“Seni tekrar askeriyede görmek isterim. Götünün tutuşunu az dinlemedim.” dedim alayla.


“Hatırlatma lan maziyi. Şarkı açtım onu dinle belki vicdana gelirsin.”


“Eğitimde eğitmenine karşı geldiğin için sana tuvaletleri temizletme cezası verdiğinde ve sen temizlik yaparken yan taraftaki kabinde ajan var sanıp az sıç ben temizliyorum diye bağırmanla oradakinin sifonu çekip çıkması ve sen kafanı kaldırıp baktığında o kişinin sana ceza veren eğitmeninin olduğunu görüp asıl senin altına sıçmanı mı? Evet maziyi hatırlamamamız lazım.” dedim muzip bir tavırla ve kendimi tutamayarak kahkaha attım. Bakışlarım Aras’ın utançla kızarmış yüzüne değindiğinde gülmemi tutamadım.


“Dost dedik kahpe çıktın ya şimşek çakmama değmezsin. Sus şarkı dinleyeceğim.” dedi atarlı bir tavırla ve radyonun sesini açtı. Arabanın içini şarkının baslı müziği doldururken hala gülümsüyordum.


&


Bara geleli bir saat olmuştu ve masada koyu bir muhabbet dönmeye başlamıştı. Akın'ın heyecanla anlattığı şeyi dinlerken bir an dikkatim dağıldı ve gözlerimi bardaki insanlarda dolaştırmaya başladım. Buraya gelen insanların hepsinin farklı bir amacı vardı ama çoğunun ortak bir noktası vardı ki o da uzaklaşmak.


İnsanlar, buradaki alkolden ve yüksek sesten istedikleri onları hayattan uzaklaştırmalarıydı. Tıpkı bizim gibi...


Eğlenen insanlar arasında arkası dönük bir şekilde tek başına bar tezgahında içen kişiye bakışlarım odaklanırken aklıma gelen sorun beni dürttü ve cesaretimi onun yanına gitmek için hareketlendirdi. Elimdeki bardağı hızla tekte kafama dikerek ayağa kalkıp emin adımlarla ona doğru ilerlemeye başladım. Yanına gidip onun gibi tezgaha yaslanarak barmene bardağımı ittim ve kafamı çevirerek yanımdaki şahsa baktım. İyi görünüyordu, siyah saçlarını biçimli bir şekilde geriye yatırmış, üzerine giydiği gri gömlek beyaz tenini ön plana çıkarmıştı. Fiziği iyiydi. Ben onu izlerken yanına geldiğimi bana bakmadan anlamıştı ki yüzünde olan gülümsemeyle elindeki kadehten kehribar renkli acı sıvıdan bir yudum aldı.


“Hayırdır Soylum, beni mi özlediniz?” tok sesi dalga geçercesine dökülürken dudaklarından yüzümde yalancı bir gülümseme oluştu.


“Özleyeceğim son insan bile olamazsın Karan.” eğlenceli çıkan sesimle kafasını çevirerek bana baktı, siyah kuzguni gözlerinde anlamlandıramadığım duygular bir yığın olup bana akarken yüzümdeki tebessüm dondu.


“Niye geldin o zaman?” sert tonlu konuşmasıyla kaşlarım çatılsa da sakin kalmaya çalışarak bedenimi tamamen ona doğru döndürdüm. Gözlerimi gözlerinden bir an bile ayırmadım.


“Şu meçhul katil olayı...” durdum, yüzündeki her bir değişimi kaçırmamak için dikkatlice inceledim onuş. “Sen yapmadığına emin misin? Sonuçta senin için çalıştıkları ortaya çıktığından dolayı cezalandırıldılar.” dedim sorgularcasına. Karan, ona attığım suçlamayla yüzünde hiçbir duygu barındırmadan bana doğru eğildi.


“Yapmadığımı biliyorsun, neden yanıma geldin Alisa?” iç kokan nefesi tenimi gıdıklarken midemin beni sertçe uyardığını hissettim. Hayır kızım, sakın herkesin içinde kusma!


Sorusu bir an düşüncelerimi afallatsada geri adım atmadım. “Emin olmaya çalışıyorum. Altında başka bir şey arama.” dedim kendimden emin bir şekilde. Dik tavrımla gülümseyerek geri çekilip beni baştan aşağı süzdü, gözleri en son gözlerimi bulduğunda benden uzaklaştığı için şükrettim. Kokusu her an beni rezil edebilirdi.


“Keşke güzel olduğun kadar yalan söyleme becerinde olsaydı.” dedi ve elindeki kadehi barmenin benim için bıraktığı kadehe vurarak içti. Bu yaptığı hareketle gözlerimi devirdim ve bardağı elime alarak içmek için dudaklarıma yaklaştırdım. O sırada çaprazımdaki iki kişinin dikkatimi çekmesiyle bakışlarım tüm yetisiyle oraya odaklandı ve gördüklerimle elimde tuttuğum bardak hayallerim gibi hızla yere çakıldı.


Kimsenin ilgilenmediği düşen bardağın, yerde parçalara ayrılması kalbimin resmi gibi ayaklarımın dibinde duruyordu ve resmin üzerine düşen gözümden bir damla yaş, kırık parçaların ucunu zehirli bir oka çevirerek her bir organıma sapladı.


Karan, baktığım yere kafasını çevirerek baktı ve gördüğüyle alaycı bir sesle konuştu ama onu duyduklarımı algılayamadım.


“Ooo siktir... Kalbe ağır darbe geldi.”


Bedenim bir dondurucunun içinde sıkışmış gibi üşüyerek dona kalırken içimde bir yanardağın lavları damarlarımı eritiyordu. Sarışın kadının, Yağız’ın tam önünde durmuş olması ve onun yüzünü tutuyor oluşu aklıma sadece tek bir ihtimali getiriyordu o da şu an öpüştükleriydi... ve düşünce benim nefesimi kesmişti.


Yağız’ın elleri kıza doğru hareket ettiğinde ona dokunmasını izleyemeyeceğimin gerçeğiyle hızla arkamı döndüm. Gözümden süzülen ten yakan yaş dudaklarımdaki acıyı katlarken hırsla onu sildim.


Bu his... bu his berbat bir histi.


Ölmek yanında ödül kalırdı.


Bakışlarım yere odaklanmışken gördüğüm ayaklarla Karan’ın önüme geçtiğini anladım. Siktir, aciz görünüyordum. Bu hoşuma gitmedi. Şu an hiçbir şey hoşuma gitmiyordu.


“Sana söylemiştim, benden başka kimse seni anlayamaz diye. O, da seni bırakacak diye. Bak bıraktı seni ve hemen yerine yenilerini koydu.” dedi ruhumu acıtan haklılığıyla. Kelimelerinin içimdeki yangını harlamasıyla yüzümdeki acı dolu öfkeyle kafamı kaldırıp onun alaylı siyahlarına baktım.


“Kes sesini yoksa yemin ederim tüm sinirimi senden çıkarırım.” diye tısladım dişlerimin arasından. Ben gördüklerimi düşünüp onun başkasına dokunduğu gerçeğini sindirmeye çalışırken, Karan, arkama yani Yağız’a doğru baktı ve kaşlarını çattı. Ardından hızla bana dönerek gözlerindeki parıltıyla derin bir nefes aldı.


“Peki sana tüm sinirini benden çıkarma şansını versem?” heyecanla sorduğu sorusu kaşlarımı çatmama sebep olurken aklım deminki görüntülerin ardından infilak etmişti.


“Ne?” diye sordum zoraki bir istekle. Şu an daha gördüklerimi sindirememişken onun bu tavrı beni afallatmıştı. Karan, iki elini omuzlarıma götürerek hafifçe eğilip gözlerimin içine baktı.


“Öfkeni benden çıkarman için sana şans tanıyorum. Şimdi bir iddiaya giriyoruz. Sadece ikimizin yarışacağı bir yarış, sen ve ben. Kazanan kaybedene istediği bir şeyi yaptıracak. Yani eğer beni yenersen bana istediğini yapabilir veya yaptırabilirsin.” dedi hızla. Söyledikleriyle çatık olan kaşlarım daha da çatıldı. Bunun sırası mıydı şu an? Ayrıca ben bununla niye iddiaya girip yarış yapacaktım ki?


Karan, ona cevap vermememle ellerini omuzlarımdan çekerek doğruldu ve üst dudağını kıvırarak alayla bana baktı.


“Ne o prenses kaybetmekten mi korktun? Yoksa evine gidip yatağında ağlayacak mısın?” dalga geçen sesi kulaklarıma ulaştığı anda benim çalışmayan beynim bir anda öfkeyle harmanlandı. Sabahki konuşmamız, şimdiki gördüğüm ve unutmak için her şeyi yapacağım siktiri boktan an, Karan’ın bana meydan okumasıyla birleşince hepsi hızla alev topuna yapışarak onu kar topu büyütür gibi büyüttü ve tüm bedenime sararak vücudumu aleve attı. Yanan vücudumla ona doğru bir adım atıp tam gözlerinin içine baktım.


“Senden korkan senin gibi olsun varis.” tükürürcesine dudaklarımdan dökülen sözler karşımdaki yüzde gülümseme yaratırken omzuna çarparak çıkışa doğru ilerlemeye başladım.


Onu hemen... Şimdi... Delphi’nin asfaltında ezecektim ve kim olduğumu göstererek tüm öfkemi ondan tüm öfkemi çıkaracaktım...


Loading...
0%