Yeni Üyelik
36.
Bölüm

35.Bölüm "Sür Ya Da Kaybet"

@senabookss

“Kaybedeceğin yolda kazanmanın hayalini kuruyorsan, korku seninle olacak en son duygudur.”


Aldığımız kararların çevresinde dolaşan benliğimiz kendini bulma çabası içindeyken yaptığı hataları kabul edebilirdi. Kendini avutacak bir bahanesi vardı çünkü.


Gençtim. Toydum. Tecrübesizdim.


Bahaneleri sıralayan koruma mekanizmamız bizi hatalarımıza karşı yüceltirken olgunluğumuz bu yüceltilişten aşağı düşerdi, bunu fark etmezdik çünkü gençtik, toyduk ve hayal dünyasında yaşıyorduk.


Önceki hatalarımı hep gençliğime vermiştim, yaptım öğrendim şimdi önüme bakacak ve hata yapmayacağım derdim ama yine yapardım.


Çünkü insan hata yaparak öğrenirdi.


Peki benim şimdi hata yapma şansım var mıydı? Yoktu, benim hata yapma hakkım yoktu fakat yapmıştım. Ben bir anlık öfkenin koynuna girerek hatanın en büyüklerinden biriyle kaynaşmış kendimi ortaya koymuştum. Pişman mıydım hayır ama geçmişe gitme şansım olsa gider miydim? Evet, giderdim.


Geçmişe gider o barda Karan’ı dinlemek yerine kalbimi kırıp elime çöp gibi koyan adamı bir güzel döver sonrada benim olduğunu tüm şehir bilirken ona dokunma cürretini gösteren o kadını hallederdim ve hiçbir şey demeden çıkar giderdim oradan.


Şimdi ise... çok farklı bir yerdeydim. Ve bunu ben seçmiştim.


Buna ben karar vermiştim. Boktan bir karar vermiştim.


Şu an şoför koltuğunda oturmuş, topraklarımı trafik lambasına odaklamış bir şekilde göreceğim yeşil ışığı bekliyordum. Evet, şu an baş düşmanlarımdan biri olan şerefsizle sırf inat uğruna yarışmak için bekliyordum.


Ve bunun suçlusu ben değildim... beni bunu yapmaya o itmişti.


İçimden gelen düşüncenin hissettirdiği sıkıntı içimde büyürken kalbimde bir balon vardı ve o balon her an patlayarak içindeki zehri vücuduma yayacak gibiydi. Derin bir nefes alıp iki elimle direksiyonu sıktım. Aşkta kaybettiysem kumarda kazanacağımı düşünerek ayağımı pedala bastırdım. Motor, içimdeki kelebeğin kanatları gibi çarparak çığlık attığında Karan’da karşılık olarak arabasının lastiklerini çekerek ardında beyaz bir duman sisi oluşturdu. Gövde gösterisine karşılık omuzlarım gerilirken içimdeki heyecanın dozundan dolayı ona bakmaya bile tenezzül etmedim.


Zamanın akan kumları bana yaklaşan felaketi hatırlatırken sağ elimi vites koluna doğru götürdüm ve hazır bir şekilde beklemeye başladım. Kalbimle aynı ritimde dilimi damağıma vurarak stresimi sabit tutmaya çalışırken yeşil ışığın yanmasıyla hızla debriyajla gaz pedalına sırayla basıp vites atarak kalktım. İkimizde aynı anda çizgiden hareket etmiştik ve şu an başa baş gidiyorduk.


İkimizde bu yarışı kazanmak için her şeyi yapabilecek durumdaydık çünkü kaybedecek bir hayatımız yoktu. Tek hak. Tek yarış.


Gecenin tam o saatinde, eğlencenin merkezinde, kalabalık yolların sürüş kalitemizi etkiledi süreçte arabaları sollayarak kendimi öne atmaya çalışıyordum. Bu tahminimden daha iyi beceri istiyordu çünkü arabamı değecek herhangi bir temas kızımın canını yakardı ve ben bunu istemiyordum. Karan’dan kurtulma çabalarım istediğim şekilde sonuçlanmazken bu olumsuzluk kaslarımı fazlasıyla germişti. Gerilen bedenim oturduğum yerde huzursuzlanmama sebep olduğundan omurgamdan aşağı süzülen ter damlaları stresimin resmiyeti gibi beynime baskı yapıyordu. Fazla gergindim.


Neden gergindim? Ben Alisa Havas’tım, yarışırdım ve kazanırdım.


Yolda son sürat akarken tam bir arabayı sollamak için direksiyonu kırıp iki arabanın arasına girecektim ki Karan, bunu benden önce yaparak benim önüme kırdı direksiyonu ve araya girdi. Önüme kırdığı için frene basmak zorunda kalmış, bunun sonucunda da arkasında kalmıştım. Bu hareketi öfkenin damarlarıma enjekte edilmesine sebep oldu ve her şeyi boş vererek bu ana odaklandım. Sadece yol ve ben.


İçimden yükselen kazanma arzusu beynimi köreltirken gaz pedalındaki ayağıma daha çok ağırlık verdim. Direksiyonu sola kırarak diğer araya girdim ve ona yetişmeye çalıştım.


Bu piç niye bu kadar iyi araba sürüyordu?


Sağa doğru keskin viraja gireceğimiz için çok hız kesmeden arabayı kaydırarak döndüğümde aramızdaki farkı biraz olsun azaltmıştım. Şu an aramızda az bir mesafe vardı ama sonuçta o öndeydi ve yarışın bitmesine az kalmıştı. Kazanmasına izin veremezdim, daha benden ne isteyeceğini bile bilmiyordum.


Onun önüne çıkan motorla yavaşlamasını görmemle aradığım fırsat diye düşünerek gazın üstüne daha da çıkıp hızımı arttırdım. Siyah Mustang’ım bir yılan edasıyla yolun üzerinde akarken tam onu yakalamış, başa baş duruma gelmiştim ki sola keskin virajda dönerken bir anda karşıma çıkan köpeği görüp hızla frene bastım. Ona çarpmamak için hızla direksiyonu kırıp diğer şerite geçtim ve yavaşlamamla açılan farka söverek gaza bastım.


Şansımı sikeyim bu nasıl bir şanstı? O köpeğin orada ne işi vardı?


Karan’la aramızda hesaplarıma göre elli metre civarı fark vardı ve yarışın da bitmesine beş yüz metre kalmıştı. Yani bu demekti ki Alisa, kızım sen sıçtın.


Açık ve net.


Yine de pes etmeyerek gaza basıp önümdeki araçları hızla sollamaya devam ettim. Kornalar havada uçuşurken yediğim küfürler umurumda değildi. Gözlerim önümde beliren yarış çizgisine takıldığında ardında bekleyen insanları görmek sertçe yutkunmama sebep oldu. Şu an Karan’ın arabasının yarısının hizasındaydım. Son bir umut gaza sonuna kadar bastım. Motor güçlü bir çekişle kendini öne atarken kalbim heyecanla çırptı ama faydasızdı.


O, benden önce çizgiyi geçmişti.


Aramızda resmen iki saniye bile yoktu! Öfkeyle elimi direksiyona vurdum.


Kaybetmenin hazmedilemeyen varlığı bir su bidonu gibi bedenimi doldururken indirdiğim yumruklarla “Siktir!” diye haykırdım. Resmen ona yenilmiştim, bu benim için büyük bir darbeydi. Ayağım vücudumdaki kasılmadan dolayı yavaşça gazdan çekilirken gözümün yandığını hissediyordum. Arabayı yavaşlatarak durdurdum ama içinden çıkacak cesareti kendimde bulamadım.


Bir insan hem aşkta hem kumarda kaybedebilir miydi? Ben kaybetmiştim, ikisini de ve sanırım sadece ikisini de değil...


İki elimle direksiyonu sıkarak otururken nefeslerim bir urgan olmuş boğazıma dolanmıştı. Bakışlarım karşıdan bana doğru öfkeyle gelen Aras’ı bulduğunda nefeslerimdeki urganın beni boğmasını diledim. Ona karşı gelebilecek cesareti içimde ararken onu bulamayıp onun yerine korkuyu kolayca bulurken içimden kendime de sövdüm.


Bunu kendim kendime yapmıştım. Hem de bir inat uğruna...


Hatalarımla kendim yüzleşmem gerektiğinin bilinciyle derin bir nefes alarak arabadan inip kapıyı kapattım ve sol lastiğin bulunduğu kısma yaslandım. Kahverengi gözleri diken olmuş göz bebeklerime saplı bir şekilde bana yaklaşırken sakince yaklaşmasını bekledim.


Adımları bana doğru ilerlerken ellerini iki yana açarak “Sakın bana iddiasına yarıştık deme.” dedi öfkeyle. Sinir harbi barındıran sesinin kulaklarıma ulaşmasıyla acaba bayılma numarası mı yapsam diye düşündüm bir an ama hızla kafamı iki yana sallayarak saçmalama diye kendimi uyardım. Ben kendimi uyarırken içimdeki duygu yükünün omuzlarımdaki varlığını unutmaya da çalışıyordum. Karşımda durmuş bana bakan gözlerin, benim gördüğümü görmediğini biliyordum. Şu an ona Yağız, yüzünden böyle yaptım desem bunun bir sonucu olmazdı. Kendi hatamı onun hatasıyla kapatmış olurdum ve bu benlik bir şey değildi. Bakışlarımı etrafta dolaştırırken diğerlerinin de bana öfke ve afallama karışımı bir suratla baktıklarını gördüm.


İç çekerek Aras’a baktım ve “İddiasına yarıştık.” diye mırıldandım suçlu bir çocuk gibi. Kelimeler ağzımdan çıktığı an Aras, sinirden gülerek hızla arabama tekme atıp “Lan sen Ithaca’nın yarış şampiyonuyla nasıl iddiasına yarışırsın?” diye bağırmasıyla kaşlarım hızla çatıldı. İlk önce hemen yerimden doğrularak hızla arabama baktım bir şey oldu mu diye, sonra da Aras’a döndüm.


“Bir daha kızıma vurursan o ayağını kırarım senin.” dedim ve konuşmasının zihnimde anlamlanmasıyla şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Karan, yarış şampiyonu muydu?


Bu da demekti ki karşıma köpek çıkmasaydı yarış şampiyonunu yenecektim. Bu şu anlık absürt kaçsa da benim için sevindirici bir haberdi. Elimde elle tutulur bir şey olmuş oldu.


Masum bakışlarımın altındaki keyif gülümsemesiyle onun öfkeden kırmızı rengine yeni bir soluk getiren yüzüne baktım. “Karşıma köpek çıkmasaydı yenecektim ama.”


Arsız gibi konuşmamla Aras’ın dudakları şaşkınlıkla aralanırken Yağız’ın bağırışı açık havada gökyüzüne yayıldı.


“Yok bu kız normal değil!” onun bana laf atmasıyla bedenimdeki tüm sinir hücreleri ayaklandı. Hızla ona doğru kafamı çevirerek öfkeyle gözlerine baktım.


“Sen sakın konuşma cürretinde bulunma. Senin konuşmaya hakkın yok!” öfkeli sesimden dökülen kelimeler mi ona geri adım attırdı yoksa gözlerimdeki uzaklığımız bilmiyorum ama gözlerinde gördüğüm öfke konuşmamla dağılarak yerini ıssızlığa bıraktı. İrkilerek bir adım geriye giderken hızla gözlerimi kaçırdım. Yüzsüzlüğü bozuk olan sinirlerimi daha da bozmuştu. Bunların hepsi onun suçuydu. O, o şeyi yapmasaydı ben öfkelenip yarışa girmezdim.


Biz birbirimize nefretimizi kusarken Karan’ın geldiğini fark ettim. Spor arabasından inerek bana gülümseyen üst bir bakışla bakmaya başladı. Gözlerim ona değindiğinde midemin takla attığını hissettim.


“Nasılmış prenses kaybetmek?” dalga geçen sesiyle aynı seviyede yersiz tebessümü bana karşı bir galibiyet sevinci güderken sinirle nefes alıp ona onu öldürecekmiş gibi baktım. Cidden Kral’ın yeğeni olmasaydı çoktan kafasına sıkmıştım.


Öfkeli bakışlarımdan süzülen alevler tenimi yakarken dişlerimin arasından tısladım. “Ne istiyorsun?”


Sorumla Aras, şaşkınca ikimize baktı. “Lan siz nesine yarıştınız?” diye sordu merakla. Ben tam yumuşak bir şekilde onun sinirini azaltmak için dudaklarımı aralamıştım ki Karan, benden önce davranarak Aras’ın sorusuna cevap verdi.


“Kaybeden kazananın istediği bir şeyi yapacak.” dedi dan diye ve ekledi. “Hem de sınır olmadan.” son cümlesiyle ortama aynı anda farklı farklı dört tür küfür girdi.


Küfürler kulağımda tuz olurken benden önce cevap vermesine öfkelenerek sinirle gülümsedim. “Karan, sınırın sınırlarımı geriyor. Ben seni germeden istediğini söyle ve git.” tehdit edercesine çıkan sesim amacına ulaşmak için dirayetliydi çünkü hemen buradan gitmezse durduramayacağım şeyler olacaktı.


Ama bu Karan’ın umurunda değildi, yüzündeki piç gülümsemesiyle beni baştan aşağıya süzerken gözlerinde hiç hoş olmayan parıltılar vardı. Bakışları şerefsizliğin öz çocuğuymuş gibi gözlerimde durduğunda dudaklarında yamuk bir tebessüm vardı.


“Yarın akşam sekizde bana gel. Adresimi biliyorsun zaten.” deyip göz kırptı ve tam arabasına binmek için kapsını açmıştı ki bir şey hatırlamış gibi durarak tekrar bana baktı. Bir kolunu arabaya yaslarken “O gün beyazın sana çok yakıştığını düşünmüştüm. Yarın akşam gelirken beyaz bir elbise giy.” dedi ve arabasına bindi. Tam o arabasına binmişti ki Yağız, ona doğru hareketlendi.


“Ben bunu ecdadını sikerim.” diye söylenerek arabaya doğru yürümeye başlamıştı ki ona bakmadan yüksek sesle bağırdım:


“Bir bok yapamazsın, yerinde dur.” cidden onun yüzünden bu duruma düşmüşken bir de onların kavgasıyla mı uğraşacaktım?


Karan'ın yanımızdan hızla geçmesiyle gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. Bu gece dışarıya çıkmak istememiştim, neden beni sürüklemelerine izin vermiştim ki? Gözlerimi kapatmış düşünürken Seda’nın yanıma geldiğini kulağıma ilişen yüksek voltajlı sesiyle anladım ve gözlerimi hızla araladım.


“Sen neyi kabul ettiğinin farkında mısın Alisa?” ses tonu bakışları gibi öfkeliyken tonu yüzünden yüzümü buruşturdum ve artık ne olacaksa olsun kafasıyla ona baktım. Bir gecede her şeyi kaybetmiştim sonuçta, daha ne ağırı olabilirdi ki?


“Farkındayım ve kabul ettim. Size ne benim ne yaptığımdan? İşinize bakın.” dedim bıkkınlıkla. Ters cevaplarım onları benden uzaklaştıracaktı ve benim de istediğim buydu. Yalnız kalmak.


Yalnız kalmak iyiyiydi insanı o zaman sadece yalnızlık yaralıyordu. Şimdi ise herkes yaralıyordu.


“Ne yani akşam gidecek misin ona?” hayal kırıklığı kokan sesinden dökülen cümle oradaki tüm bedenleri dondurdu. Sorusunun cevabı içimde çoktan verilmişken yutkunarak her birinde gözlerimi dolaştırdım.


Yağız’a bakmamıştım, onun söz hakkı yoktu bu konuda çünkü...


“Evet.” dedim ve Seda’nın gözlerine içimdeki yangının aynadaki yansıması soğuklukla bakarak devam ettim. “Evet, ona gideceğim.” kendimden emin bir şekilde konuşmamla aynı zamanda omuzlarımı dikleştirdim. Ne oluyordu bana? Bu zamana kadar kimseye kararlarımı sorgulatmayan ben şimdi niye korkak kedi gibi davranıyordum? Bir şey yaptım ve karşılığını ödeyecektim. Bu kadar basitti.


Konuşmamla Aras, sinirli bir şekilde bana yaklaşarak tam önümde durdu. Aramızda az bir mesafe vardı ve bakışları beni yakacak kadar ateşliydi.


“Alisa, galiba bu piçin kim olduğunu unuttun.” bana doğru eğildi ve sadece ikimizin duyacağı bir sesle ekledi. “Ayna karşısında sana hatırlatmamı ister misin?” kelimelerinden dökülen anlamın bedenimdeki etkisi iz olarak kalmış yaralarımı sızlatırken öfkeyle onu ittim.


“Sınırını sakın aşma Aras Aktay.” bakışlarım diğerlerine döndü. “Hatta hiçbiriniz aşmasın. Herkes yerini bilsin.” gözlerim dolarken bunun sebebinin içimdeki yıkılışın ardından kalkan tozlardan olduğunu biliyordum. Burada duramazdım, bakışlarımı onlardan kaçırarak susması için son kez Aras’a uyarı dolu bir bakış attım ve hızla arabama binerek orayı terk ettim.


Yine her zamanki gibi güçsüzlüğüm belli olmasın diye kaçmayı seçtim.


&


Gece, aya küstüğünde yıldızları terk eder miydi?


Gün, güneşe küstüğünde ışığından vazgeçer miydi?


Peki seven, sevdiğinden başkaları için ayrılır mıydı?


Ayrılırdı. Peki o zaman seven sevmiş olur muydu? İşte orası muammaydı.


Yalnızlığıma sığındığım gecenin koynunda odamdaki pencerenin önündeki, iki kişilik kanepede oturmuş başımı pencereye doğru yaslamıştım. Zihnim bedenimin aksine çalışırken düşünceler ne yapacağımı belirlemeye çalışıyordu.


Düşünmek için yalnızlığı tercih etmiştim ama şu an yalnız kalınca da anlıyordum ki sebebi bu değildi.


Sevginin yetmediği yerlerde insan yalnızlığı en iyi çıkış yolu olarak görürdü. Bende sevgisizliğimden kaçmıştım ama kendime tutulmuştum.


Ve kendimi de öyle bir duruma sokmuştum ki o bile bana düşman olmuştu. Nasıl o an öfkeme yenilip kendimi bu duruma soktum inanamıyordum.


Nasıl ondan böyle bir darbe yemiştim? Evet, asıl kanayan yaram oydu. Ne iddia ne de Karan, umurumdaydı; ben hayatımı adadığım adamın bana yaptığı ihanetin etkisindeydim. İlk ve tek sadece bana değen dudakları nasıl başka bir tenin dudağını kabul etmişti? Biz bu haldeyken, bu kadar yaralıyken nasıl benim yarama bu tuzu dökmüştü?


Sadece tuz dökmekle kalmamış kapanmış yaraların yanına kendi yarasını açmıştı. Başıma hiç gelmez dediğim şeyi bu kadar yaralıyken bana yapacak kadar mı yaralamıştım onu? Dudaklarım bu düşünceyle acı içinde büküldü. Bedenim bir boşlukta savruluyordu ve ben hissizlik için sarmalanmıştım.


Bazen insan o kadar çok şey hissediyordu ki hissizliğin içinde bocalıyordu. Ben bocalamıştım.


Bulunduğum alçak durumda akan göz yaşımı elimle silerken kapının tıklanmasıyla nefesimi tuttum. Kimseyi istemiyordum, kimsenin bu halimi görmesini istemiyordum. Hızla tüm yüzümü avuçlarımla ovarak kendimi düzeltmeye çalıştım. Oturduğum koltukta dik bir pozisyona gelerek kapıya bakmaya başladım. Kapı yavaşça aralanıp holün ışığını odaya yansıtırken Seda’nın önce kafasını içeriye girdi, bana baktıktan sonra tüm bedenini içeri sokarak kapıyı usulca ardından kapattı. Sadece ay ışığının ve komodinin üzerindeki tek taraftaki abajurdan yayılan gün ışığı aydınlatıyordu odayı. Seda, yavaş adımlarla yaklaşıp biraz gerimde durarak bana üzgünce bakarken konuşması için bekledim.


“İyi misin?” mesafeli sesinin altında yatan anaç tarafın ablalıktan geldiğini biliyordum. Söylediklerim onu kırmış olmalıydı, kırılmakta da haklıydı ama şu an dertlerimin üstüne bir de bunu eklemeye gerek duymuyordum. O yüzden kötü olduğumu söyleyecek kadar da gurursuz olmadığım için boş bir şekilde ona bakmaya devam ettim.


“Bir şey mi oldu?” sorusuna cevap vermeden soru sormamla kaşları çatıldı.


Halbuki şu an ki halim sorusuna cevap vermişti.


“İyi olmadığını söyleyemeyecek kadar kendini beğenmişsin değil mi?” can yakarak acıyı dökmeye çalışması başkalarında işe yarayabilirdi ama bende yaramazdı çünkü ben yaralarımla barışıktım.


“Kendimi beğenmiş değil beğenilmeyi hak eden biriyim.” dedim ve umursamazca omuz silkip bakışlarımı pencereye çevirdim. “Ne için geldin Seda?”


İç çekercesine bir nefes alıp mağlubiyetle ellerini kot pantolonun arka cebine yerleştirdi. Bir gözüm üzerindeydi, her ne kadar kuyruğumu dik tutsam da Seda’ydı o, her an üzerime atlayıp beni dövmeye çalışabilirdi kendine gel diyerek.


“Akın’ın kardeşi hastalanmış, ailesinin yanına gidiyoruz. Yarın orada kalıp sonraki sabaha döneriz.” ses tonundaki hüznün benim için oluşunu bilerek kafamı ona doğru çevirdim. Bakışlarımız kenetlendiğinde aslında içimden ablama sarılmak geliyordu. Şu an birinin saçlarımı okşayarak bana içimdeki yaranın iyileşeceğini söylemesine ihtiyacım vardı.


Ama yapamadım. Kafamı tamam anlamında sallayarak “Geçmiş olsun. İstediğiniz zaman dönersiniz.” dedim ve ona bakmayı keserek kafamı tekrar yıldızlara çevirdim. Hiçbir şey görmek ve hissetmek istemiyordum fakat içimde hissettiklerim o kadar fazlaydı ki kendi içimde kendime azınlık kalmıştım.


“Alisa, bunu yapmak zorunda değilsin. İsteyeceği şey belli, bunu ne kendine ne de Yağız’a yapmamalısın. Biliyorum her şeye öfkelisin ama bunun hıncını böyle çıkarmamalısın.” duraklamadan konuştukları beynime ok olup saplanırken bir süre sessiz kaldım. Ona bakmadım, dediklerini umursamamaya çalıştım. Dudaklarımdan sadece tek bir cümle döküldü:


“Hayırlı yolculuklar Seda.”


Söylediğimle Seda, sıkkın bir nefes vererek konuşmadan odadan çıktı. Kapı sesi, gecenin sessizliğinde odaya yayıldığında peşinden göz yaşlarım döküldü gecenin ortasına. Özgürlüğüne kavuşan yaşlar aslında intiharlarına zemin hazırlarken kalbimdeki sızı tenimi üşütecek kadar beni sarstı. Oturduğum koltukta ayaklarımı karnıma çekerek kendimi küçülttüğümde keşke hislerimi de böyle küçültebilsem diye düşündüm. Yaşlar, yağmura özenmiş şekilde yüzümde kendilerine yer edinirken bakışlarım o duvara kaydı. Aramızdaki tuğlalar aslında sadece somut olan mesafeydi. Onunla yaşadığımız her bir güzel anının ardından gelen bu geceki onu gördüğüm an içimde derin derin çukurlar açmaya başladı.


Ne kadar o çukurların içinden fışkıran kanın damarlarımı boğuşunu hissettim bilmiyorum ama güneş ışınları tüm gece açık olan gözlerimi yakarken, gözlerimdeki yaşlar tükendiğini belli eden yanma hissiyle yanıyordu. Hiç pozisyonumu bozmadan oturduğum kanepeden dışarıya bakarken bahçede koşuşturan öğrencileri izledim.


Canlıydılar, bir koşuşturmanın içinde kendilerine hayat kurmanın derdindeydiler.


Bense ölümle yaşam arasında araftaydım ama ölüme daha yakındım. İnsan sadece nefes alırken ölmezdi, insanın ruhu da ölürdü ama yaşardı. Benim ruhum ölmüştü ama yaşıyordum. Bu acı verici bir şeydi ama bundan daha da acısı. Ruhumun katili kalbimin düşmanıydı ve ben bu düşmana uğruna ölecek kadar bağlıydım.


Bu daha acıydı işte.


Bakışlarım yanmanın ağırlığıyla yavaşça duvardaki saat kaydı. Sabah sekize geliyordu. İçimdeki boşluk duygusu gece uyumama izin vermemişti ama şimdi gözlerim kısa da olsa bir gram uyku kırıntısı için isyan bayraklarını çekmişti. Şu an ki durumumda ne odadan çıkabilir ne de herhangi bir işle uğraşabilirdim. Akşam zaten uğraşacağım çok büyük bir iş vardı başımda o yüzden zamanı gelene kadar uyumanın en doğru karar olduğuna karar verdim ve koltuktan doğrularak perdeyi sonuna kadar kapatıp odayı tekrar gece karanlığına bürüyerek yatağıma doğru ilerledim. Kendimi temiz çarşafların kucağına bırakırken sıcak havaya inat yüzüme kadar çektiğim pikeyle cenin pozisyonunu alıp kendimi uykunun özgürlüğüne bıraktım...


&


Gözlerim üzerimdeki beyaz elbisede gezinirken içimden geçen küfürleri gerçekte yaptığımı hayal ederek kendimi rahatlatmaya çalıştım. Bedenimi saran mini beyaz elbise kısa süreli olmak kaydıyla üstümde dursa da yine de o bunu dediği için giymek sinirimi bozmuştu. Allah'tan topuklu ayakkabı giymek gibi bir yanlışa düşmemiş beyaz bir spor ayakkabı giyerek bir yerden dengelemeye çalışmıştım kendimi. At kuyruğu şeklinde topladığım saçlarımı boynumdan alarak sırtıma doğru savururken yüzümdeki minimum derecedeki makyaj bu gece için özensiz olduğumu belli ediyordu. Bakışlarımı aynadaki beğenmediğim benden çekerek duvardaki saate çevirdim ve çıkmam gerektiğini fark ederek hazırladığım çantayı omzuma atarak odamdan dışarı çıktım.


Merdivenleri inerken adımlarımın geriye doğru gitmek için gösterdiği isteği susturmak için içimden şarkı söylemeye başlamıştım.


Kalbimi bunun için mi kırıcam ben?


Hayır.


Kendimi bunun için mi yorcam ben?


Hayır.


Yok ki senin bir yedeğin.


Bulunur yenisi.


Şarkıyı içimden söylerken aynı zamanda cevap verebilme yeteneğimi tebrik ederek indiğim merdivenlerin sonunda salondan gelen televizyon sesiyle adımlarımı oraya doğru yönelttim. Kapının pervazında durduğumda bakışlarım önce ekrandaki Yenilmezler filmine, ardından da koltukta yayılmış bir biçimde oturmuş, bir ayağını diğerinin üzerine atmış şekilde kucağındaki mısır kovasındaki mısırları öğüten Aras’a kaydı. Onu izlediğimi bildiği halde bakışlarını bir kere bile bana çevirmemesi üzülmeme sebep olduğunda dikkatini çekmek için hafifçe boğazımı temizledim.


“Aynı şeyi beraber de izlemiştik.”


Bana bakmadı. “Şimdi de sensiz izliyorum.” dedi.


“Benimle de izleyeceksin.” dedim inatla. Hala bana bakmamıştı.


“Aynı şeyi beraber de izlemiştik?” benim lafımı bana postalamasıyla sinirinin geçmediği bariz şekilde belli oldu.


“Olsun canım izlemek istiyorsa izleyeceğiz.” dedim baskınlık kırmak istercesine. O, bana bakmadan buradan ayrılmayacaktım.


“Git, o piçle izle.”


Başımı iki yana salladım. “Tıh. Ben bu yakışıklıyla izleyeceğim.”


Bir gözünün ucu bana doğru kayarken hala kendini tutmaya çalışıyordu. Bu çabası yüzümde küçük bir tebessüme sebep olurken biraz olsun iyiydim. “Bak bana da gideyim. Yoksa Thor’un laneti üstümde olur.” dedim istekle.


Pes ederek kafasını bana doğru çevirdiği gibi hızla gözlerini üzerimde dolaştırdı. Bakışları memnuniyetsiz bir şekilde kısılırken dudakları buruştu. “Gidiyorum ben.” sorgularcasına konuşmamla cevap vermesini umut ederek beklemeye başladım. Kahvelerini topraklarıma değdirdiğinde yüzündeki beğenmemişlik silinerek yerini sevgiye bıraktı.


“Ne yapmaya çalıştığının farkındayım. Aklında bir plan var kesin yoksa bu kadar kolay kabul etmezsin sen. Her ne kadar istesem de seni durduramam farkındayım. O yüzden dikkatli ol ve en ufak bir şeyde hemen beni ara. Gittiğin piçin kim olduğunu biliyoruz.” dedin sanki günlük konuşma yapar gibi bir çırpıda. Bunları daha önce kafasında kurmuş olduğu belliydi. Söyledikleri ve sanki umursamıyormuş gibi davranması yüzümde sahici bir gülümseme oluştururken başımı hafifçe yana eğdim.


“İyi ki varsın Thor. Seni üç bin kez seviyorum.” dedim ve öpücük atarak yaslandığım yerden doğrularak çıkışa doğru ilerledim. Evden çıktığım gibi batmaya yüz tutmuş güneşten artı kalan hafif esinti bedenimi okşadı. Bahçede yürürken yanımdan geçen öğrencilerin selamlarını başımla onaylayarak yolu yaraladım. Arabama az bir mesafe kalırken biraz uzağımdaki süs havuzunun yanında bir grup öğrenciyle konuşan kişiyi görmemle adımlarım biraz yavaşladı. Onun da bakışları sanki aramızda mıknatıs varmış gibi bana çekildiğinde ilk işi üzerimdeki elbiseye bakmak oldu.


Beni baştan aşağıya ağır ağır süzdü ve vücudumda gezinen gözleri gördükleriyle yüzüne öyle bir yansıdı ki içimden ne bu haline sevinmek geldi ne de üzülmek. Okyanusları hayal kırıklığıyla sarmalanırken bu sefer benim gözlerimde hiçbir duygu kırıntısı yoktu çünkü o hiçbir duyguyu hak etmiyordu.


Bana doğru gelmek için hareketlenmişti ki hızla kafamı çevirerek arabaya doğru ilerlemeye başladım. Şu an onunla konuşamazdım, eğer şimdi yanıma gelse yapacağım tek şey yan taraftaki süs havuzunda onu boğmak olurdu. Zorla ayağa kaldırdığım bedenimi onun boş kelimeleriyle tekrar devirmeyecektim.


Bana yetişmesine izin vermeden hızla arabaya bindim ve çalıştırarak çıkışa doğru sürdüm. Gidecek olduğum yer belliydi, her ne kadar gitmek istemesem de beynim beni oraya doğru götürmeye başladı...


Ardımda uzun bir şehir bırakan kırk dakikalık yolun ardından geldiğim villanın kapısının önünde bana gülümseyerek bakan kişinin yüzünü dağıtmamak için kendimi tutmaya çalışırken aklıma aldığım eğitimleri getirdim. Soylu olmak demek, oyuncu olmak demekti. Çıkarların için her yere girebilmeli, herkesle onların istediği kıvamda konuşarak istediklerini profesyonelce el altından öğrenebilmeliydin. Evet, eğitim sürece kafama vura vura sokulan dersleri kullanmanın tam sırasıydı.


Ben kendimi tutmaya çalışıyorken o, bunu umursamadan beni süzdü. Üzerinde gündelik spor tişört ve siyah kot vardı. Ev halinde olamayacak kadar şık, özel bir yere gidemeyecek kadar sıradandı. Ne planlamıştı ki böyle hazırlanmıştı?


“Beyaz giyinmeni söylediğimi hatırlıyorum.” kömür gözleri topraklarıma arsız şekilde bakarken kurduğu cümleyle kaşlarım çatıldı.


“Sen buraya geldiğime şükret.” dedim ve onu omzundan iterek içeriye girdim.


Tabii ki de o istedi diye beyaz bir elbise giyecek değildim. İlk başta giymemin nedeni onun görmesini istememdendi ve onun beni görmesiyle saraydan çıktığım gibi hazırladığım çantanın içinden siyah pantolon ve siyah tişörtü arabanın içinde giyerek o elbiseden kurtuldum...


Kapıdan girdiğim gibi beni karşılayan geniş salonda gözlerimi kısaca dolaştırarak onun karşısında olabileceğimi düşündüğüm tek kişilik koltuğa oturdum. Oda, beyaz ağırlık krem rengiyle döşenmişti. Sadece oturma gurubu ve duvara monte edilmiş televizyon vardı. Buraya yeni taşındığı için eşya getirmemiş olmalıydı.


“Niye çağırdın beni?” ciddi ifademle onun salonun tam ortasında iki elini ön cebine sıkıştırmış şekilde bana odaklanan keyifli gözlerine baktım. Rahat tavırlarım hoşuna gitmişti ki yüzündeki gülümsemesini genişleterek omuz silkti.


“Ev olayını onları sinir etmek için demiştim. Böyle bir gece de evde oturacak değiliz.” dedi ve yanındaki sandalyenin üstüne gelişi güzel atılmış deri ceketini giyerek heyecanlı bir şekilde bana bakarak kapıyı işaret etti.


“Keyfini bozacağım ama hadi prenses, gidiyoruz. Benim arabamı alacağız. Gece on ikiye kadar benimlesin, sonrasında da özgürsün.” o bana hadi dercesine bakarken kaşlarım burnuma inecek kadar çatılmış, gerginliğim onun göremeyeceği ama benim bizzat hissedeceğim kadar artmıştı. Aklından neler geçiyordu bilmiyordum ama bu gece çok da iyi geçmeyecek gibiydi...


Şu an resmen ben Karan’ın sürdüğü arabada onun götüreceği yere gidiyordum. Hem de kendi isteğimle... cidden ya kafamı yemiş olmalıydım ya da sabahki uykunun kollarında kendimden geçmiş durumdaydım hala. Kucağımdaki kol çantamı biraz daha yan tarafıma doğru iterek ağzını biraz daha açık hale getirdim. İki şeritlik yolda bir tarafımızda deniz bir tarafımızda ormanlık vardı ve şehirden fazlasıyla uzaklaşmıştık.


“Merak etme. Ne çantadaki silaha ne de ceketindeki bıçağa ihtiyacın olacak.” Karan’ın umursamaz sesi ona bakmama sebep olduğunda onun sanki dedikleri ilgisini çekmiyormuş gibi keyifle yola baktığını gördüm. Bir kolunu açık olan camdan dışarı bırakmış, diğer koluyla da yol benim dercesine direksiyona sarmıştı.


“Niye senin gibi bir düzenbaza güveneyim?” neredeyse kırk dakikadır yoldaydık ve sanki hiçbir şey yokmuş gibi onunla yolculuk yapmak sinirlerimi bozmuştu.


“Niye benim gibi bir düzenbazın yanındasın?”


Kaşlarım çatıldı. “Nedenini söylemeyeceğim.”


Sesli gülüşü kulaklarımı doldurdu. “Tam bir dominantsın değil mi? Kaybettiğini söyleyemeyecek kadar gururlusun.”


“Evet ve bunun yanında da Krallık’ta adı duyulmuş bir katilim. Ona göre konuşsan iyi olur.”


Uyarı barındıran cümlemle bana yandan bir bakış atıp gülerek yola döndü. “Geçen senin hakkındaki konuşmalara kulak misafiri oldum. Bir adam senin için şehrin canavarı diyordu.” dedi.


“İltifatı gururumu okşadı.” dedim ve umursamazca omuz silktim, daha yaratıcı lakaplara ihtiyacım vardı bunlar çok eskide kalmıştı ama bunu ona söylemedim.


“Tamam gururunu okşadığımıza göre şimdi bize dönelim-” diye cümlesine devam edecekti ki hızla kafamı ona doğru çevirdim.


“Biz diye bir şey yok. Ben ve o yani sen.” dedim düzelt dercesine. Konuşmasını böldüğüm için sinirle çenesini oynatsa da kendini tuttu ve derin bir nefes alarak yüzündeki yapmacık gülümsemeyle bana baktı.


“Tamam prenses, sen ve o yani ben için geçerli kuralları söylüyorum. Şu andan itibaren ne Soylusun ne de ajan. Sadece Alisa’sın. Bende ne Kral’ın yeğeniyim ne de senin düşmanın sadece Karan’ım ve biz...” durdu gözlerini sinirle devirerek. “Siktir biz değil. Sen ve o yani ben bu gece sadece birbirini tanımak için buluşan iki kişi olacağız.” kendini tutmasıyla gülümsemek için kaslarım oynamıştı ki hızla onları durdurdum. Çatık olan kaşlarımı daha da çatarken dediklerinin şaşkınlığıyla kollarımı göğsümde birleştirdim.


“Böyle saçma bir şeye gerek var mı? Niye yapalım bunu?” diye sordum sorgularcasına.


Cidden karar vermiştim, psikolojik olarak sorunluydu çünkü bunun başka bir açıklaması olamazdı.


“Gerek yok ama ben öyle istiyorum ve hatırladığıma göre sen benim istediğim bir şeyi yapacaktın.” dedi ve yüzüne arsız bir gülümseme yerleştirerek yan gözle vücuduma baktı. “Bunu beğenmediysen oyunu değiştirebilirim. Emin ol daha eğlenceli şeyler de biliyorum.”


“Evet mesela benim seni acı içinde kanınla boğmam gibi. İster misin Karan, bu oyunu?” sunduğum seçenekle bana iğrenir bir şekilde bakarak kafasını olumsuz anlamda salladığında gözlerimi devirerek bakışlarımı cama doğru çevirdim.


Aslında nereye gittiğimizi içten içe merak ediyordum ama bunu ona yansıtmayacaktım. Sıkkın bir şekilde oflayarak zihnimin kaçtığı ama kalbimin peşinden koştuğu kişiyi düşünmeye başladım. Acaba şu an ne yapıyordu? Beni düşünüyor muydu çünkü ben onu düşünüyordum.


Ama sadece düşünmekle kalmıyordum. Gururum bana onaylamazca bakarken ben şu an burada olacağıma onun mavi gözlerinde kaybolmayı tercih edecek kadar aptaldım. Ve evet, bunu beni çöp gibi kenara atmasına rağmen istiyordum.


Evet, o kızı öpmesine rağmen ben onunla olmak istiyordum. Galiba gittikçe salaklaşıyordum.


Taşlı yollardan geçerken arabanın sallanışı normal bir yolculukta olsak beni memnun edebilirdi. Yolun kenarındaki mavi tabela görüş alanıma girdiğinde şaşkınlıkla yerimden doğruldum. Bu kasabaya ilk Soylu olduğum zaman keşif amaçlı gelmiş, sonrada daha hiç gelme fırsatı bulamamıştım. Yönettiğim şehir içinde en sorunsuz bölgelerden biriydi burası. Kasabanın içerisinde yavaşça ilerlerken girdiğimiz bir koyun sonundaki yerde kumsala az bir mesafe kala arabayı durduğunda şaşkın bakışlarım ona döndü. Karan, bir şey demeden arabadan inerken hızla çantamı alıp peşinden indim.


“Ne yapacağız burada?” ilk defa meraklı olduğumu belli edecek şekilde bir soru sordum ona.


O da bunu fark etmişti ki gülümseyerek bana baktı. “Birbirimizi tanıyacağız.” dedi ve karşımdaki deniz kenarına konumlanmış kafe tarzındaki mekana doğru yürümeye başladı. Her ne kadar burada olmayı istemiyor olsam da merakıma yenik düşerek peşinden ilerlemeye başladım.


Kafeden içeri girdiğimiz gibi normal salaş bir restaurant sizi karşılıyordu ama biraz daha ilerlediğinizde bir kapı çıkıyordu karşınıza. Karan'ın kapıya doğru ilerlemesiyle bende peşinden ilerledim ve kapıyı geçtiğimiz zaman karşımıza muhteşem bir sahil çıktı. Hava karanlık olduğu için tam anlayamıyordum ama suyun durgunluğu ve her adımda yumuşak kumların ayakkabıma girmesiyle bayağı temiz ve bakımlı bir sahil olduğu belli oluyordu.


Gözlerimi denizden ve aralarında parlak mor kumların olduğu kumsaldan çekerek kafamı Karan’a doğru çevirdim. Bakışlarım önce ona sonrada yanında durduğu yere kaydı. Şaşkınlıkla dudaklarım aralanırken hızla kendimi toparladım. Resmen denizin kenarında bizim için bir alan ayarlamıştı. İki tane karşılıklı bahçe sandalyesi ve ortalarında da ahşap masasıyla kenarlarında bir sürü dizilmiş küçük loş turuncu ışıklar olan bir alan vardı.


Üstümdeki şaşkınlığı atarak ona doğru ilerlemeye başladım. Yüzünde gerçek bir tebessüm, bakışlarında samimi bir mutluluk vardı. Onun heyecanla bakan gözlerine umursamazlıkla bakarken masaya doğru gereksiz olduğunu belli edecek bir iğreltiyle baktım.


“Gerçekten bunlarla mı uğraştın? Tanışma faslını ben seni döverken de yapabilirdik.” dedim ve yanından geçerek benim için çektiği sandalyeye değil diğer sandalyeye oturdum. O, bu tavrımla gülümseyerek başını onaylamazca sallayarak kendi çektiği sandalyeye oturdu ve sırtını yaslayarak bana bakmaya başladı.


“Gerçek halini bilmiyor olsam hep böyle asi ve sinirli olduğunu düşünürdüm.” dedi. Gözleri karşısında çözmek istediği bir bulmaca varmış gibi soru doluydu.


“Sen beni ne kadar tanıyorsun ki?” gözlerimi kısarak sorduğum soruyla aynı anda bacak bacak üstüne atıp kollarımı sandalyenin kolçağı üzerinden karnımda birleştirip sırtımı geriye yasladım. Karşısında gerginliğimi belli etmeyecektim.


“Alisa, sadece seninle ilgili değil; bu oyunun içindeki herkesin her şeyini biliyorum. Hatta sizin bilmediklerinizi bile.” dedi ve başını yan tarafa eğerek bana daha derin bakmaya başladı. “Ama hepsinden önce seni biliyorum. Arkadaşlarının, hatta sevgilinin...” durdu ve gülerek başını olumsuzca salladı. “Pardon eski sevgilinin yanındaki hallerini gördüm. Gözlerinin nasıl parladığını, gerçekten nasıl güldüğünü... sen bu dünyaya ait değilsin ama kendini öyle yetiştirmişsin ki sonradan bu dünyayı da katmışsın kendine. İçinde aynı benim gibi iki kişilik var... o yüzden diyorum ya biz birbirimiz için yaratıldık diye.”


Söylediklerinin beni yıkması, kendimi bana sorgulatması gerekirdi ama ben sadece tek bir kısma odaklanmıştım. Biz artık onunla eski sevgili kategorisindeydik... bu farkındalık bir soğuk su olup tenimi yakarken içimde iki kişi olduğu gerçeği zaten bildiğim bir şeydi.


“Evet, arkadaşlarımın ve sevgilimin yanında öyle oluyorum ama bilmediğin bir şeyi söyleyeyim sana Karan, bunların hiçbiri seni ilgilendirmiyor.” dedim uyarırcasına ve kafamı ondan çevirerek denize bakmaya başladım. Gözlerim ayın yansıdığı çarşaf kadar düz olan suların üzerinde gezinirken kalbim huzursuzlukla çırpınıyordu. Deniz, siyaha gömülmüş olsa da bana onun okyanus gözlerini hatırlatacak kadar onun tarafındaydı. Bu gerçek bir tokat olup bana çarptığında denize de bakamayacağımı anlayarak masaya baktım. Karan, dediklerimin üzerinde durmayıp masadaki şarap kadehine beyaz şarap doldururken kaşlarımı huysuzca çattım. Bugün fazla huysuz ve gıcıktım.


“Şarap mı içeceğiz?”


“Şarap gibi bir kadınla içilecek tek içki beyaz şaraptır.” dedi bana bakmadan.


“O şarap gibi olan kadının seninle işi olmadığını farkındasın değil mi?”


“Belki bir gün tadına bakmama izin verir.”


“Ah, o gün geldiğinde emin ol ölmüş olursun.”


Bakışları yangına gebe şekilde benim topraklarıma değdi. “Olsun, yıllanmış şaraplar daha çok sarhoş edici olur.”


Bakışlarındaki arsızlık sabit kalmamı zorlaştırırken konuyu değiştirmek için umursamazca masadaki kadehi elime alırken “Buraya niye geldik?” diye sordum.


“Burası annemindi, yani o açmış burayı.” dedi sabit tutmaya çalıştığı ama başaramadığı hüzünlü sesiyle. Beklemediğim itirafı karşısında meraklı bakışlarım gözlerine tırmandı. Şaşkınlığım hoşuna gitmişti ki yüzünde buruk bir tebessüm peydah oldu ve elindeki kadehten bir yudum alarak devam etti konuşmaya.


“Babamla burada tanışmışlar.” Koray’dan bahsetmesiyle yerimde huzursuzca kıpırdandım. Her ne kadar bir gram pişmanlık sezmesem de sonuçta babasının katiliydim ve onlar hakkında oğluyla konuşmak yersizdi. “Dedem yani Kral, annem hiç istememiş. Hep dışlamış hatta babamın Kral olmamasının tek nedeni bu biliyor musun? Halktan, basit bir kadınla evlendiği için Kral olamadı babam; yani dedemin uçkuruna sahip çıkamayıp karısını aldatması yüzünden değil. Babamın aşık olması yüzünden...” durdu bakışları ağır ağır yüzüme tırmandı. “Halbuki bu halk sayesinde orada keyif sürmüyor muydu?” diye sordu ama sorusunun bir cevabı olmadığını biliyordu. Cevap belliydi. “Dedem, babam ona rağmen annemle evlendiği için onu buradan sürgüne yollayarak Ithaca’ya yolluyor ve onunla ilgili tüm kayıtları sildiriyor. Sanki hiç var olmamış gibi...” elindeki kadehi kafasına dikerek içindeki tek yudumda içti. Bense kadehime anlatmaya başladığından beri hiç dokunmamıştım. Ayık kafama ihtiyacım vardı.


Kadehini doldururken dudaklarını bükerek küçük bir çocuk gibi anlaşılması zor bir şeyi anlamış gibi konuşmaya başladı. “Aşkın bir yere kadar olduğunu o zaman anladım. Aşk, gücümüzü elimizden alana kadar vardı. Sonrası aşk değil azaptı. Bunu nasıl anladım biliyor musun? Kendimden değil ha, hiç aşık olmadım ben.” dedi ve bir an durup bana baktı. Bakışlarında bir şeyler değişti ama onları bana göstermedi. Kadehinden bir yudum alarak devam etti. “Sürgüne gönderilmeden önce müthiş olan ailemiz bir anda sürgüne gönderilmemizle acının ve işkencenin yuvası oldu. Anneme kıyamayan ona bir prenses gibi davranan, bana sürekli ilgiyle bakan adam bir anda acımasız ve vurdumduymaz bir şerefsize dönüştü. Her gece eve sarhoş gelir, yaşadıklarının suçlusu olarak annemi ve beni görür tüm öfkesini bizden çıkartırdı. Ve bunu asla kabul etmezdi. Mesela bir gece beni uykumdan uyandırıp neden onu beklemeyip uyuduğum için dövmüştü beni, altı yedi yaşlarındaydım. Annemi, neden o eve geldiğinde ona gülümsemediği için döverdi, sanki gülümsemeye sebep olacak bir şey yapıyormuş gibi...” o anları tekrar yaşıyormuş gibi masanın üzerinde yanan muma odaklanmışken bir anda bakışlarını bana çevirdi ve kadehinden bir yudum alarak son cümlesini masanın tam ortasına koydu.


“Bir gün öfkeyi çıkarma olayını fazla abarttı ve annemi benden sonsuza kadar aldı.”


Cümlesi bu olayın gerçekliği altında acı şekilde masanın üzerine konduğunda ürpererek yutkundum. Gözlerindeki dolu olan öfkenin yerleştirdiği damlalarla bana bakarak gözlerini bitmiş kadehini tekrar doldurarak konuşmaya devam etti.


“Annem öldükten sonra daha da çekilmez bir adam oldu ve beni hep istediği gibi biri olmaya zorladı. Sekiz yaşımda dövüş ve silah eğitimi almaya başladım ama hiçbirinde başarılı olamadım. Hem çok küçüktüm hem de hiç istemiyordum bunlarla uğraşmayı. Babamsa canımı yaka yaka bana başka bir yolum olmadığını gösteriyordu. Artık öyle bir raddeye gelmiştim ki artık boyun eğmekten başka çarem yoktu, ne istediyse yapmaya başladım. Şimdi de her zaman istediği Krallığı alarak onu onurlandırıp onunla olan tüm ilişkimi keseceğim. Kendimi ondan ve lanetinden kurtaracağım.” yemin kokan son sözünü söyleyip kadehi kafasına dikti ve boş kadehi masaya koyarak kafasını denize doğru çevirdi.


Bakışlarımı ondan hiç ayırmadan ifadesizce onu izlemeye devam ettim. Yaşadıkları ağır şeylerdi, hem de bayağı ağır şeylerdi ama bu beni ilgilendirmezdi. Bizim dünyamızdaki herkes acı çekerek bu hayata mahkum edilmişti. O yüzden anlattıkları çok da beni yıkmamıştı. Üzülmüş müydüm? Evet, sonuçta hiçbir çocuk bunları yaşamayı hak etmezdi ama Karan, bu dünyadan kurtulmayı seçmek yerine savaşmayı seçtiği anda bu acıları kabul edip yaralanmayı göze almıştı. O yüzden ona diyebileceğim bir şey ya da yaptıklarını unutup ona sarılacak bir iyi tarafım yoktu.


Yine de içimdeki küçük kızın hatırına dudaklarımdaki kuruluğu dilimle giderdikten sonra mırıldandım. “Üzüldüm yaşadıklarına.”


Kendimi zorladığımı anlamıştı ki yüzünde sorun değil dercesine bir tebessüm oluştu. Birkaç saniye bana baktı ve gözlerini kaçırarak “Lavaboya gidip geleceğim.” diyerek benim cevap vermeme fırsat vermeden ayağa kalkarak kafeye doğru ilerlemeye başladı. Onun arkasını dönüp gitmesiyle gözlerimi hızlıca etrafta gezdirdim ve masanın üzerindeki telefonunu alarak çantamda koyduğum kabloyu çıkararak kabloyu ona taktım. İçindeki bilgiler kablonun diğer ucundaki flaşa akarken gelip gelmediğini görmek için gözlerimle kapıyı izliyordum. Birkaç dakikanın ardından kapının eşiğinde onu görmemle hızla kabloyu çekecektim ki birinin ona seslenmesiyle kabloyu tutarak bekledim. Gözlerimi hızla aktardığım cihaza çevirdim, yüzde doksan yedi ve yüzde yüz yazısını gördüğüm anda kabloyu çıkartıp telefonu masaya geri koydum. Kafamı kaldırıp ona baktığımda onun hala adamla konuştuğunu gördüm. İşi başarıyla tamamlamanın verdiği rahatlıkla bedenimi gevşetirken umursamazca bakışlarımı denize çevirip kadehimden bir yudum aldım.


Karan, masaya geri geldiğinde deminki ruh halinden daha uzaktı. Her ne kadar istemesem de onunla konuşmaya devam ettim. Sorduğu sorulara onun istediği ama benim içine kattığım yalanlar süslediğim cevaplar onun yüzünü güldürürken tavrım aynıydı. Bu gece benim tatmin eden tek şey çantamdaki küçük flaştı...


&


Saat tam on biri elli yedi geçe arabayı Karan’ın evinin önünde durdurdum. Yan tarafta sarhoş olmuş bir şekilde beni izleyen şahsın hayran bakışlarına dönüp boş gözlerle bakarken yaşadığım gecenin bitmesi biraz olsun ona karşı tahammüllümü olmamı sağlıyordu.


“Geldik ve süremde doldu. Artık iddia bitti ve iki ezeli düşman olarak hayatımıza devam edebiliriz.” dedim ciddi bir şekilde. Artık evime gitmek istiyordum. Sarhoş bakışlarındaki denge gözlerimle dudaklarım arasında dolaşırken kendine toparlamak istercesine oturduğu koltuktan doğruldu. Dik bir şekilde bana bakarken yüzündeki gülümsemeyle önce arabanın dijital saatine sonra tekrar bana baktı.


“Son bir dakikam daha var, o yüzden son bir istek hakkım daha var.” dedi ve vücudunu bana doğru döndürdü. İsteği kaşlarımı çatmama sebep olurken bıkkın bir nefes verdim burnumdan. Son anda ne patlatacaktı acaba?


“Yanağından, bir kere öpebilir miyim?” tereddütlü sesi arabanın içindeki ısıyı bir anda düşürdüğünde bedenimdeki hücreler ürperdi. Çatık olan kaşlarım düz bir şekil halinde şaşkınlığa maske olurken ne diyeceğimi bilemeyerek kaldım.


“Süreyi doldurmaya çalışma, son on saniyem var.” dedi ümitle. İçimden gelen ve nereden geldiğini anlamadığım cesaretle kafamı tamam anlamında salladım. Onay vermemle aynı saniyede hızla bana doğru eğildi ve sağ yanağıma dudaklarını bastırdı. Sadece bir saniye süren temasıyla benden uzaklaşırken ona bakmadan hızla arabadan indim. Eğer biraz daha orada otursaydım direksiyon midemdekilerle kaplanacaktı. Yüzüme vuran sert rüzgar biraz olsun beynimi kendine getirirken derin nefesler alarak karşı taraftaki arabama doğru ilerlemeye başladım. Ben arabama doğru ilerlerken onun arkamdan bağırışını duydum.


“Doğum günü hediyem için teşekkürler. Hayatımdaki en güzel hediyeydi.” bugünün onun için anlamını duyduğum anda adımlarım yavaşladı ama durup da ona bakmadım. Tek bir kelime etmeden arabama bindiğimde zaman kaybetmeden yolan çıktım ve eve doğru sürmeye başladım.


Zihnim gecenin yorgunluğuyla allak bullak olmuştu. Bizimle ilgili bildikleri tahminim çok üstündeydi ve bu beni sıkıştıracak kadar büyük bir silahtı. Hepimiz topun ağzındaydık ve alev alabilecek kadar tutuşmuştuk. Bu gerçek onun saçma muhabbetlerinden zihnime düşmesi sinirimi ayrı bozarken gaz pedalına abandım. Hızla evime gidip yatağıma girmek istiyordum. Sessizce kendi başıma bu geceyi düşünmeye ihtiyacım vardı.


&


Sıcacık yatağımın hayalini kurarak eve girerken oturma odasından holü aydınlatan ışığın dikkatimi çekmesiyle dış kapıyı yavaşça kapattım. Şu an evde ben, Aras ve Yağız, vardık. Saat bire gelirken salonda kimin olduğunu tahmin ederken yine de içimdeki merak duygusunu köreltemedim ve adımlarımı oraya doğru yönlendirdim. Tahmin ettiğim kişiyi kanepede parkenin üzerindeki halıda bulunan kelebek motifine odaklanmış şekilde bulduğumda beklemediğim şey burnuma dolan yoğun alkol kokusu ve boş şişelerdi. Bacaklarıma ağır gelen bedenimi desteklemesi için kapının eşiğine yaslandım, gözlerim üzerinde gezinirken şu anın konuşmak için iyi bir an olmadığına karar verdim ve arkamı dönüp gitmek için hareketlendim. Tam bir adım atmıştım ki onun konuşmasıyla yerime çivilendim.


“Nasıldı?” keyiften yoksun ama ilk duyan için keyifliymiş gibi duyulabilecek ses tonundan dökülen tek soru cümlesi kalbimdeki boşlukta küçük bir kıvılcım yakarken yavaşça ona doğru döndüm. Bu ses tonu bile ne kadar sarhoş olduğunu gösteriyordu. Bulunduğu kötü durumu içimi acıttığından salonun içerisine doğru iki adım attım.


Oturduğu kanepede bacaklarını açarak rahat bir şekilde oturmuştu. Saçları dağınıktı, gözleri kızarmıştı. Bu hali içimdeki ona karşı duyamadığım tarafı uyarırken göğsümü şişirecek nefes çektim içime.


“Çok içmişsin odana git artık.” umursamıyormuş gibi konuşmamla üst dudağı ahenkle kıvrıldı. Kafasını yavaşça bana doğru kaldırdığında ilk başta gördüklerini algılayamadı. Yutkunarak gözlerini kıpraştırdıktan sonra emin olmuştu gördüklerine ki yüzündeki gülümsemeyi silerek tuhaf bir şekilde bakmaya başladı.


“Ne o çok mu tutkuluydunuz da beyaz elbisen giyilemeyecek hale mi geldi?” bağırsa aynı etkiyi yaratacak tok sesi ensemdeki tüyleri harekete geçirdiğinde sinirle elindeki şişeden bir yudum alıp bana çocuk gibi trip atar şekilde bakış atması yüzünden gülmemek için kendimi zor tuttum.


“Saçma sapan konuşma da kalk hadi.” dedim ciddi bir tavırla. Aslında şu an onu bu halde bırakıp gitmem gerekirdi ama ayaklarıma komut veremeyecek kadar ona odaklanmıştım. Emir verir gibi konuşmamla bana derin bir şekilde bakmaya başladı, gözleri gözlerimi eşelerken yavaşça ayağa kalktı. Gözlerimi ondan ayırmadan her bir hareketini itinayla izledim.


Onun bana yaptığıyla yıkılan ben, benim yapmadığım şeyle yıkılan o, ikimizde boktan bir durumdaydık...


Adımları kendinden emin şekilde bana doğru yaklaşırken varlığı odayı doldurmuştu. Tam karşıma gelerek durdu ve gözlerime tüm duygularından oluşan kasırgayla bakmaya başladı. Ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım ama kendi kokusuna karışan alkol kokusundan anladığım bu gece büyük bir kavga edeceğimizdi.


“Nasıl dokundu sana?” kelimeleri seçmeye çalışıyor gibi bir süre durdu. “Benim dokunduğum gibi mi dokundu?” her bir sorusu sesindeki acıyı perçinlerken gözlerindeki yıkım içimde oluşturduğu yarayı yaktı. Öyle bir olmadığını, benim onun gibi bir haysiyetsiz olmadığımı söyleyecektim ki benden önce davranarak söyledikleriyle gerçeği ertelemeye karar verdim.


“Ne hissettin? Ben burada acı içinde yanarken sen onunla eğlendin mi?” sorusunun başımdan aşağıya döktüğü kaynar su tenimi yakarken damarlarımdan akan kan yerini öfkenin sularına bıraktı. Ellerim hızla kaslı göğsüne çarparak onu ittiğinde benim sakinlikte onun gibi benden uzaklaştı.


“Ne dediğinin farkında değilsin. Ayıl sonra gel karşıma.” dişlerimin arasında sinirle dökülen kelimelerin ardından çıkmak için hareketlenmiştim ki kolumdan tutarak beni kendine çevirmesiyle ona döndüm. Duygusuzca yüzüne bakarken onun deniz olan mavi gözlerini akmamak için direnirken görmek benim tüm savunma mekanizmamın içine etti.


Yüzündeki acı dolu ifadeyle dudaklarını büktü. “Yapmadım de... sana dokunduğum gibi ona dokunmadım de.” derin bir nefes aldı. “Bizden vazgeçmedim de.” yalvarırcasına tutulduğu umut dalını bana uzatmasıyla içimden söylediklerini yapmadım diye bağırmak geçse de onun yapmış olması beni engelledi ve aynı ifademle ona bakmaya devam ettim.


“Niye ben değil miydim bencil olan? Ben değil miydim gerçek yüzümü gösterip senin sevgine layık olmayan kişi? Niye canın bu kadar yandı ki? Ben değil miydim seni hak etmeyen... seni hak etmediğim için gittim kendim gibi şerefsizini bulup onunla yat-” diyerek devam edecektim ki cümleye; beni engelleyen dudaklarla kelimeler ağzıma tıkıldı ve midemi bulandıran cümleyi bitiremedim.


Yağız’ın hızla dudaklarıma yapışmasıyla tüm dünya durdu. Şaşkınlığım tüm bedenimi bir duvara çevirirken onun sıcak dudakları yavaşça kasılan bedenimi çözdü. Şaşkınlığın verdiği hareketsizlikle ona karşılık vermediğim için kendini çekerek alnını alnıma yasladı ve alkol kokan sesiyle tenimi dağladı.


“Sen benim gözümde bu dünyadaki en güzel şeysin. Bu güzelliği kelimelerle çirkinleştirmene izin vermem.” aksini kabul etmeyecekmiş gibi konuşmasıyla nerdeyse kendimi ona doğru bırakacaktım.


Nerdeyse... aklıma dün gece gelmemiş olsaydı...


Hızla bana doğru eğilmiş olan bedenini kendimden uzaklaştırmak için iterken onu çok itemediğim için kendim de iki adım geri çıktım. “Başkasına dokunan ellerinle bana dokunamazsın. Duydun mu? Başkasını öptüğün dudaklarınla beni öpemezsin sen!” diye bağırdım ve elimin tersiyle dudaklarımı sildim. Cidden kendi yaptığının üstünü benimkiyle mi kapatacak mıydı?


Benim nefret kokan öfkeli bakışlarıma bakarak kaşları çattı. Onu itişimden etkilenmemişti. “Ne saçmalıyorsun sen? Senden başka kimi öpmüşüm ben?” diye sordu şaşkınca.


Küstah tavrı sinirle gülmeme sebep olduğunda yağma dercesine ona baktım. “Eğer görmemiş olsam şu tepkine inanırdım. Gördüm lan gördüm. Kız yüzünü tutmuş öpüyordu seni barda. Utanmasa bademcik ameliyatı yapacaktı.” diye bağırdım dolan gözlerimle. Onun okyanuslarına bakarak bu gerçeği sesli şekilde söylemek daha çok ağrıma gitmişti.


Bakışları her bir kelimemle daha da kararırken çenesindeki kas belirgin şekilde oynadı. Boynundaki damar gözümle görebileceğim kadar kendini belli ettiğinde benim de bedenim gerildi. “Sakın bana sırf bu yüzden o piçe gittiğini söyleme.” tehdit kokan tok sesi odadaki duvarlara çarptığında bir an şu halinden korktuğumu hissettim ve yutkunarak yerimde kıpırdandım.


“Sana ne ne için gittiğimden? Sen cevap ver öptün mü öpmedin mi?” diye sordum topu benden uzaklaştırıp ona atarak. O, ise bana ciddi misin sen diye bakarak beni yerin dibine sokmak istercesine tepeme bindi.


“Alisa, kız bir anda tuttu beni öyle konuşmaya başladı. Bayağı sarhoştu. Tam öpecekti ittim kızı bu kadar, hiçbir şey olmadı. Ne saçmalıyorsun sen? Cidden benim seni aldatacağımı mı düşündün? Hem de gözünün önünde?” her bir sorusunun ardında bana karşı oluşan hayal kırıklığı dolu olan gözlerimdeki yaşlara dokunduğunda onları tutamadım.


Diyemedim ki evet, aptal gibi beni aldattığını düşündüm çünkü kendime, sana o kadar güvenmiyorum...


Diyemediğim kelimelerden artı kalan sessizlik ona cevap olmuştu ki kafasını olumsuz anlamda sallayarak odadan çıkmak için hareketlenmişti. Bu sefer ona aman vermeden ben hızla onu durdurup önüne geçtim ve kendimi savunmak istercesine bağırdım.


“Senin yüzünden öyle düşündüm. Sen dedin ikimizde özgürüz, başkalarıyla oluruz diyen.” onun okyanuslarıyla benim topraklarım aralarındaki alevle karşı karşıya kalmışken söylediklerimle bu sefer o bana bağırarak:


“Lan sikmişim başkalarını. Ben seni iki sene beklemişim ne aldatması ne başkası ne saçmalıyorsun sen?” dedi ve beni kalbimden vurdu. Söyledikleriyle beynimle olan bağlantımı kopararak sadece kalbimle devam etmeye karar verdim ve kalbimi dinleyerek hızla parmak uçlarımda yükselip omzundan destek alarak dudaklarımı dudaklarına bastırdım.


Ne ikimizde haklıydık ne de ikimizde haksızdık o yüzden en iyisi zamanımızı boşa harcamamaktı...


Ateşle barutun kavuştuğu o anda benim onu öpmemle ilk başta tepki vermese de sonrasında da dayanamayarak o da bana karşılık vermeye başladı. Dudakları aralanmış dudaklarımın arasında kendilerine yer bulurken ağzımda bıraktığı tatla inleyerek ona doğru yükselmeye çalıştım ama aramızdaki boy farkı buna izin vermedi. Yağız da boy farkına karşı gelerek belimden aşağı sürterek iki elini kalçalarıma indirdi ve onları kavrayarak beni hızla kucağına aldı. Bacaklarım belimde birbirlerine sarılırken alt tarafımda hissettiğim sertliği karşısında keyifle dudaklarımdan hoş bir mırıltı döküldü. Dili dilime sarıldığı dakikada ellerim odaya girdiğimden beri kavramak istediği saçlarının arasında kaybolurken onun kalçalarımdaki eli kendilerini belli edecek şekilde onları yoğuruyordu. Başımı hafifçe yana doğru eğerek alt dudağını dudaklarımın arasına alıp ezdiğimde bu sefer o inleyerek kendini bana bastırdı. İleriye doğru ilerleyerek duvar boyunca konumlanmış büfenin üzerindekileri elinin tersiyle yere atarak benim için yer açtı ve kalçamdaki eliyle beni oraya oturtarak bacaklarımın arasına girdi. Bir eli belimi kavrarken diğer elini boynuma sardı. Boynumdaki elinin baş parmağı çenemi ezerken dudakları aynı işlemi dudaklarıma yapıyordu. Benim elim ensesindeki saçları kavramış çekiştirirken diğer elim çoktan tişörtünden içeri süzülmüş karın kaslarını okşamaya başlamıştı.


Nefesi nefesimi tüketirken ciğerlerimdeki baskı yavaşça dudaklarımızı ayırmama sebep oldu. Bir anda bu kadar yükselmek bedenimde bariz bir şoka sebep olmuştu. Ben nefeslerimle kendimi sakinleştirmeye çalışırken Yağız, çaba inat rotasını çeneme çevirdi. Çenemden başlayarak kulağıma doğru bıraktığı sıcak öpücüklerle beni yanmaya davet ederken bana ne yaptığından habersizdi.


Boynuma değen ıslak dudakları ve dilinden gelen ıslaklık bacaklarımın arasındaki noktada sızıya sebep olurken bakışlarımı etrafta dolaştırmaya çalıştım. Kendimi tutmam lazımdı.


“Şişe... şişeleri kırmışız.” dedim inlememek için konuşmayı tercih ederek. Dudakları boynumdan tekrar çeneme çıkarken titrek kelimelerimle gülerek bakışlarını yerdeki şişelere çevirdi. Gözleri sadece ağız kısmı kırılmış, geri kalan geniş yuvarlak şarap şişesinin içindeki sarı sıvıya kaydığında bakışları bir bana bir de ona değindi.


“Evet, şişeyi kırmışız. Bari içindeki boşa gitmesin... şarap içer misin güzelim?” diye sordu tok erkeksi sesiyle.


Bakışları cevap beklercesine yüzümde gezinirken aralık dudaklarımdan kelime dökülemedi. Başımı evet anlamında sallayarak onu izlemeye devam ettim. Tepkimle yanağındaki gamzesi belli olacak şekilde gülümsedi ve eğilip yerden kırık şişeyi aldı. Şişeden bir yudum almak için elimi uzatmıştım ki gülerek başını hayır anlamında salladı ve elini geri çekti.


“Şişşt yavaş yavrum. Bırak ben sana yardım edeyim.” dedi ve şişeyi yan tarafa içindeki dökülmeyecek şekilde koydu. Bakışları bana dönerken iki eli tişörtümün uçlarına tutundu. Gözleri gözlerime bakarken ellerini yukarı doğru kaldırdığında ne yapacağını görmek istercesine onun oyununa ayak uydurdum. Tişörtümü çıkartmasına yardım ettikten sonra omuzlarım dik bir şekilde karşısında oturmaya başladım. Bacaklarım beklentiyle birbirlerine yapışma isteğiyle doluyken onun varlığı bunu engelliyordu ve bu midemi içimde döndürüyordu. Tenimden yayılan bir sıcaklık vardı ve bu sıcaklığın ana merkezi kalbim değil kadınlığımdı.


Karşısında kot pantolonum ve siyah dantelli sütyenimle kaldığımda okyanuslarında çarpan şimşek bedenimi titretti. Gözleri karnımdan başlayarak yukarı doğru tırmanırken kısa bir an göğüslerimde oyalandı, ardından da köprücük kemiklerimden süzülerek dudaklarıma ardından da gözlerimi buldu.


Nefesim ciğerlerimi yakacak kadar sıcakken beklenti içinde ona bakmaya başladım. Hareketlerinin ağırlığı benim sabır noktamda kasılmalara sebep oluyordu ve bu sakin durmama engeldi. Okyanusları yandaki şişeye kaydığında bir eline onu aldı ve ikimizin arasına getirdi.


“Susadın mı?” diye soran ses tonu direkt kadınlığımda bir kasılmaya sebep olduğunda su kaynağımda beni ıslatacak kadar bir patlama yaşandı. Başımı bu hisle hızla aşağı yukarı doğru salladım. Yüzünde bu hareketimle arsız bir tebessüm oluştuğunda şişeyi dudaklarına götürdü. Kaşlarım çatılırken kırık tarafın dudağını kesmesinden korktum bir an ama Yağız, o kısma dikkat ederek sarı sıvıyı ağzına doldurdu. Şişeyi elinden bırakmadan ağzındaki bir miktar şarapla hızla bana doğru eğildi ve şaşkınlıkla aralanmış dudaklarıma kendi dudaklarını ekledi. Dudaklarının arasından dökülen sıvının biraz çenemden aşağıya akmış olsa da çoğu kısmı benim ağzıma aktı ve ben onun tadıyla harmanlanmış şarabı yutup dilindeki tadı bile kendi dilime almak istercesine dilini ve dudaklarını emdim.


Normalde konuşma sırasında böyle bir şey anlatılsa iğrenç der geçerdim ama şimdi onun dudaklarından şarap içmek normal şarap içmenin yanından bile geçemeyecek kadar bana zevk vermişti.


Siktir, yine istiyordum.


Dudaklarının arasında kalan alt dudağımı çekiştirerek geri çekildiğinde ıslak dudaklarıyla bana baktı. “Susuzluğun geçti mi?”


“Hayır.” dedim ve beklentiyle ensesindeki saçı çekiştirdim.


“Sen çok arsız bir kadın oldun ama.” keyifli sesi eşliğinde boştaki eli omurgamdan süzülerek sütyenimin kopçasını bulduğunda başımı geriye atarak ona baktım.


“Arsız olan beni soyan adam değil mi?” bakışları bir alev olup tenimi yakarken aynı gülümsemesiyle bana bakmaya devam etti. Gözlerini gözlerimden ayırmadan başını iki yana salladı.


“Arsız olan adamdan onu soymasını bekleyen kadın.” dedi ve aynı anda sütyenimin koçası düğümünü çözdü ve askılar omuzlarımdan aşağı süzüldü. Sütyeni eliyle karnıma indirdiğinde karşısında savunmasız olan göğüslerime beğeniyle bakmaya başladı.


“Göğüslerine zaafım olduğunu söylemiş miydim?” boğuk sesi onunda dayanma gücünün sınırlarında dolaştığını belli ediyordu ama acı çekmesine rağmen işi ağırdan alacağını da bakışları belli ediyordu.


“Sadece göğüslerime mi? Bence senin bana zaafın var.” dedim.


Anında “Her zerrene.” dedi.


Aramızda duran şişeyi boynuma doğru yaklaştırdığında kaşlarım afallamayla havaya kalktı. Camın keskin tarafı tenime değdiğinde ürpersemde hareket etmedim.


“Şimdi benim susuzluğumu gidermem gerek.” dedi ve şişeyi yavaşça boğazımdan aşağıya dökmeye başladı. Kollarım geriye doğru durarak sırtıma destek verdiği için köprücük kemiklerimdeki çukur belirgindi. Şarabın bir kısmı orada birikirken diğer kısım gerdanımdan göğüslerime doğru akmaya başladı. Bu his kasıklarımda farklı bir kasılmaya sebep olduğunda inleyerek gözlerimi kapattım. Tenim fazla uyarılmanın etkisiyle fazla kasılmıştı. Yağız’ın dudakları şarabın aktığı iz boyunca tenimde gezerken suyun bıraktığı tadı almak için dili de ona eşlik ediyordu. Bu hissin verdiği zevkle başımı geriye atıp hırsla dudaklarımı ısırdım. Aşırı uygunsuz bir pozisyondaydık.


“Yakalanabiliriz.” dili sol göğsümün üzerinden akan damlayı yakaladığında altında kalan göğsümün ucunu emerken bacaklarımla belini sıkıştırdım. Sesli şekilde inlememek için elimle ağzımı kapatırken bu işkencenin bitmesini istedim.


“Aras, siktin sene kalkmaz. Onu düşünme.” diye mırıldanıp tekrar göğsümü ağzına aldığında sertleşmiş göğsümden yayılan his beni doyuma ulaştıracak kadar güçlüydü.


“Niye?” diye sorarken ellerim kemerine ulaşmış çözmeye çalışıyordu. Artık dayanacak halim kalmamıştı. Onu istiyordum, hemen. Şimdi.


“Sen gelmeden önce kafamı ütüledi bende ona çaktırmadan birasına uyku ilacı attım. İbnenin ağzı ağız değil ki bir türlü susmadı.” diye söylendikten sonra kendini bana bastırarak boynumdan yukarı doğru öpücüklerini bırakarak çeneme ulaştı. Çeneme bıraktığı küçük ısırıkla inleyerek saçını çekiştirdim ve kemerinin üzerinde olan elimle hızla kasıklarına tırnaklarımı bastırdım. Verdiğim karşılık hoşuna gitmişti ki gülerek kulağıma doğru ilerledi.


“Sana sorduğum soruya cevap vermedin... ne yaptınız?” diye sordu tok sesiyle. Sorusunun cevap bulamadığı taktirde aramızda bir pürüz olacağını bilerek kendimi geri çekip gözlerine baktım ve iki elimi boynuna atarak ona kendimden emin bir şekilde baktım.


“Hiçbir şey yapmadık. Sahile gidip yemek yedim ve döndüm.” kelimelerim onun kaşlarını çatarken bunu beklemediği apaçık ortadaydı. Onu şaşırtmanın verdiği keyifle bedenini kendime doğru çekip sertliğini onun için kasılan kadınlığıma yasladım ve kafamı boynuna gömdüm. Onun bana yaptığı gibi onu kıvrandırırken kulağına doğru mırıldandım.


“Sadece sana böyle dokunuyorum ve sadece sen bana böyle dokunuyorsun. Benim bu kör kalbim bir tek senin bana işkence etmene izin veriyor.” fısıldayışımın ardından şah damarının üzerine can yakıcı bir ısırık bıraktığımda Yağız, inleyerek beni kendine çekip hızla kucağına aldı. Bir eliyle kalçamdan beni tutarken diğer eliyle çıkarttığım kıyafetleri kucağıma bıraktı. O merdivenlerden yukarı tırmanırken kalçamı bana sürünen aletinin üzerinde oynatarak boynunda dudaklarımı gezdirmeye devam ettim. Kokusu burnumdan ciğerlerime süzülürken bu kokunun bağımlısı olduğumu bir kez daha anladım. Alkol kokusuna karışmış olması sorun değildi benim için çünkü oydu.


Onundu ve bu benim için yeterdi.


En yakın oda benim odam olduğu için hızla benim odama girerek ayağıyla kapıyı kapatıp yatağa doğru ilerlerken kalçamdaki eli beni kendine bastırıyordu ve bu hissin içimdeki varlığının hayali bile karnımdaki yoğunluğu arttırıyordu. Beni yatağa bırakıp hızla geri çekildiğinde ona zaman bırakmadan hızla yatağın üzerinde pantolonumu ve iç çamaşırımı çıkarmaya başladım. Ben bunları yaparken o da üzerindeki fazlalıklardan kurtulmaya başlamıştı. Aç bakışlarım üzerinde gezinirken bacaklarımdan akan ıslaklık onun varlığı için deli gibi akıyordu. İşinin bitmesiyle dizlerimin üzerinde kalkarak hızla ellerimi boynuna sarıp onu kendime çekerek öpmeye başladım. Dudakları dudaklarımı ezerken elim sertliğinin üzerinde geziniyordu. İkimizde şu an alev alevdik ve artık sonlardaydık.


Bunun farkındalığıyla Yağız, hızla yatağa çıkarak beni yatakta yatırıp bacaklarımın arasına girdiğinde dudakları boynumdan aşağı süzülmeye bir eli uyluklarımdan akan suyumun üzerinden kayarak onun için açlıkla kasılan vajinama doğru ilerlemeye başladı. Ellerim karın kaslarının üzerinde gezinirken aklıma gelen şeyle tırnaklarımı karnına bastırdım ve kaydırdım.


“Hani birbirimizi hak etmiyorduk?” dedim soru sorarcasına ve bana bakması için dizimle kalçasına vurdum. Yağız, kafasını göğsümden kaldırarak bana tutkunun harmanladığı bakılarıyla baktı.


“Bu dünyada en çok biz birbirimizi hak ediyoruz.” dedi boğuk sesiyle ve dudaklarıma bir öpücük kondurup bana arzuyla bakmaya başladı. Bir parmağı yavaşça içime süzülürken inleyerek başımı geriye doğru attığımda üst dudağı küstahça kıvrıldı. Elim destek alırcasına omzunun üzerine kayarken tırnaklarımı boynuna bastırdım.


“Hani arkadaştık biz?” konuşmamla yüzünü buruşturarak bir parmağını daha içime itti ve parmaklarıyla beni dağıtmaya başladı.


“Siktir et, demiştim sana biz arkadaş olamayız.” dedi ve dudaklarıma bir öpücük daha bırakarak parmaklarının yanına bir parmak daha ekledi. İçimdeki doluluk beklediğim olmasa da şu anlık beni dağıtacak kadar hızlı olduğundan çığlık atarak başımı geriye attım. Sesimin duyulmaması için başımın altındaki yastığı çekerek yüzümü kapatmak istediğimde Yağız, hızla yastığı çekip yan tarafa attı.


“Sesini duymak istiyorum. Benim için attığın çığlıkları ve inlemelerini hepsini istiyorum. Her şeyini istiyorum.” dedi ve hızını arttırarak ilk patlamamı bana yaşattı. Bedenim yaşadığı rahatlamayla sarsılırken bunun daha başlangıç olduğunu biliyordum. Parmakları içimden çıkarken dudakları göğüs ucuma fiske atarak onu berelemeye başladı. Sertliği girişime dayandığında ayak parmaklarım kıvrılarak yatağa sürtündü.


“Son bir soru...” diye inleyerek kafamı yataktan kaldırdım. Yağız, gülümseyerek bana bakarken aletinin ucunu kadınlığım boyunca sürterek suyumla kendini ıslattı.


“Sor hayatım, sor yaşama sebebim.” dedi hevesle. Tepkisi yüzümde tebessüm yaratırken bir elimi saçlarına atarak okşamaya başladım.


“Hani üç gün dokunmayacaktık birbirimize?” cilveli konuşmamla yukarı doğru uzanarak dudaklarıma ıslak bir öpücük bırakıp rotasını çenemden aşağı boynuma doğru yönlendirdi ve kokumu içine çekerek fısıldadı.


“Bok yemişim dokunmam diyerek.” dedi ve önce şah damarıma, sonra kalbimin üstüne, sonra aşağıya doğru kayarak rahmimin üzerine, son olarak da bacaklarımın arasına eğilerek kadınlığıma dudaklarını değdirdi. Dudaklarının her değdiği yerle kendimi kaybederken istekle tekrar kasılmaya başladım. Bedeni ana sürtünerek tekrar yukarı çıkarken dudaklarıma bir öpücük daha kondurdu ve dudaklarından kendi tadımı aldım.


İşte bu her şeyi sona erdirecek o kısımdı.


“Bunlardan siksen vazgeçmem. Herhalde güzelliğinden kafam yerinde değildi yoksa kazanmayacağım oyunu oynamam bilirsin.” dedi ve beni yükseltti. Beni ve kalbimi kimsenin yükseltemeyeceği yere çıkartarak bu hayatta kimsenin yaşamadığı sevgiyi bana yaşattığına ikna etti. Bakışlarım onun hırçın dalgaların ardından yanan saf ateşi bulduğunda onu kendime çekerek inledim.


Dudaklarım dudaklarını bulmadan önce son cümlem dudaklarımdan yalvarırcasına döküldü.


“Beni öyle bir becerki bu geceyi asla unutamayayım.”


Yağız, aldığı komutla dudakları aracılığıyla bana bunun vaadini verdi. İçime aniden girişi ve bana fırsat vermeden benim vücudumu tanıyarak ihtiyacım olan vuruşları yaparken o kadar profesyoneldi ki ben sadece zevkini sürdüm. Her bir dokunuşu beni kendimi uzaktan duymama sebep olacak kadar uçururken uçurumun kenarında onun için atlamayı bekliyordum. Girişleri çıkışları kadar duvarlarımda sancılar yaratırken sancılardan yayılan haz dudaklarımdan çığlık olup özgürlüğe kavuşuyordu. Onun teninin üzerimdeki dansı ikimizin terleri arasında bizi tek vücut yaparken ikimizin de tükendiği o anda yine birlikte doyuma ulaştık ve aynı anda kendimizi uçurumdan bıraktık.


Düşüşümüzü yavaşlatan hareketleri eşliğinde nefes nefes kaldığımda kendini yan tarafıma bırakmasıyla gözlerimi bir süre açamadım. Belime sarılan kollarının beni kendine çekişiyle ona hiçbir müdahalede bulunamadım. Bedenim o kadar yorgundu ki oyuncak bir bebek gibiydi. Terliydi, gevşemişti ve uykunun kollarına düşmek için bekliyordu.


Yağız'ın kolları beni sararak saçlarıma kondurduğu öpücük uykuyu bekleyen bedenim için beklenen andı ve ben kendimi ona bırakarak uykunun kollarına sevdiğim adamın koynunda daldım...


Loading...
0%