Yeni Üyelik
37.
Bölüm

36.Bölüm "Kırılan Şarap Ve Yapılan Hata"

@senabookss

“Yapılan hatalar ödenmeyen bedellerin ardından gelen fırtınadır.”


Bağlılık...


Fazlası zarar azı eksiklik. Bazen bağlılığın en koyu tonu sizi engellerken bazen sizi bulunduğunuz yerin üstüne çıkartabilirdi. Bağlandığınız kişinin kimliği sizi tanıtır çünkü herkes kendine benzeyene kapılır. Onda gördüğü ışık kendi ışığını besler ama söndürürse de o zaman bağlılık işkenceye dönüşür ve insanı tüketir.


Yani her şey dengede saklıdır. Denge bizi düzenler, düzen bütünlüğümüzü korur.


Ama benim bağlılığım benim dengemi bozuyor, düzenimi yerle bir edip beni baştan yaratıyordu. Beni önce yakıyor sonra soğutarak nefes aldırıyordu. Beni yaşatıp beni öldürüyordu. Kanatlarım avuçlarında çırpınırken avuçlarını açmıyordu ki uçayım. Beni kendine saklıyor ama bunun yanında beni kendiyle özgürlüğe taşıyordu.


Benim nefesim onun okyanuslarına bakarken içime çektiğim nefeste tat veriyordu ruhuma ve ben bu tada bağımlıydım.


Sırtımda hissettiğim parmaklarla gözlerimi yavaşça araladım. Yazın serinlemek için kendimi attığım denizi, sabahın ilk ışıklarında yatağımda bana bakarken görmek içimde tarifsiz bir duygu oluştururken kalbimde yeşil çimenlerin üstündeki çiçeklerde uçuşan arıların vızıltıları eşliğinde, kelebeklerin son anlarını geçirdiği yaprakları anımsatan gülüşü, yeni doğan gibi hissetmeme sebep olmuştu. Bana bakan parlak gün ışığının yansıdığı okyanusa uykulu şekilde gülümsedim.


“Gece o kadar içmene rağmen yine nasıl benden önce uyanıp beni izleyebiliyorsun?” diye sordum utangaçlıkla. Konuşurken de yataktan hareketlenerek doğruldum ve oturur pozisyona gelerek yanımda yatan kalp hızlandırıcı yakışıklıya bakmaya başladım. Utangaçlığın yansıdığı sesimle orantılı kaçamak bakışlarımla yüzüne yayılan sıcak gülümsemesini bana sunarak içimde sıcak bir meltem yarattı.


“Konu seni izlemekse ne halde olduğumun bir önemi yok. Uyanırım ve bu güzelliği tekrar tekrar ezberlerim.” iç kıpırdatıcı sesiyle söylediklerinin hissettirdikleriyle yutkunarak kafamı hızla dizlerime gömüp ayaklarımı yatağa vurdum.


Şu an kesin kıpkırmızıydım.


Gerçeklik algılarımı bana sorgulatan konuşmaları beni kendime değerli olduğumu hissettirirken acaba kendisinin bana hissettirdiklerinden haberi yok muydu bu adamın diye düşündüm.


Yaptığım çocukça hareketle kahkaha atarak beni kolumdan tutup kendine çekti. Göğsüne devrilmemle hızla ellerimle yüzümü kapattım. Sarsılan göğsü şu an bu halime güldüğünü açıkça belli ediyordu ve bu daha da utanmama sebep oluyordu.


Gülüşü odayı doldururken şu anın güzelliği, içimdeki büyüyen huzursuzluğu törpülüyordu. “Aç o kızarmış yüzünü de günüm daha da aysın.” eğlenceli tınıdaki sesiyle söyledikleri bir an yutkunarak ona bakmama sebep oldu. Ellerimi yüzümden çekerek gözlerimi onun gözlerine ekledim. Bakışlarında gördüğüm ve adına da aşk dediğimiz duyguyu gözlerinden gözlerime aktarırken; gözlerimizi birbirinden ayırmadan mırıldandım:


“Bu romantiklik işini masaya yatırmamız lazım yoksa ben kalp krizinden öleceğim.” dedim fısıldayarak. Kelimeler kalbimden dökülürken dilime Yağız’ın yüzünde önce içimi yakan bir gülümseme oldu ve gözlerini yüzümde dolaştırırken beni yavaşça üstünden iterek yatağa sırt üstü yatırıp üstüme doğru eğildi.


Okyanusları her bir saniye dalgalanırken bedeninin sıcaklığı bedenimi ısıtıyordu. “Ondan önce masaya yatırmamız gereken başka konular.” dedi benim gibi kısık sesiyle. Yüzümde dolaşan gözleri gözlerimi bulduğunda dudakları gülümsemeyi keserek yerini ciddiyete bıraktı. İçimden işte şimdi başlıyoruz diye geçirdim ve durumu yumuşatmayı umarak bir elimle üstümde olan kolunu okşarken diğer elimle de göğsünde daireler çizmeye başladım. Bunları yaparken onun bir an afallayan gözlerine tutkuyla karışık sevgiyle bakıp gülümsedim.


“Konuları masaya yatıracağız ayağına sanki beni yatağa yatırdın gibi hissettim.” dedim cilveli bir sesle ama bu sadece benim kendimi kandırmama yaradı. Aklımdan geçenleri kendi aklından geçiyormuş gibi bildiğinden ne yaptığımı anlamıştı. Sesli şekilde gülerek boştaki elini yanağıma doğru götürüp parmağıyla yüzümden başlayarak boynuma doğru tenimi okşamaya başladı.


Bakışları okyanusun dalgalanmasının üst seviyesine çıkıp sislendiğinde yüzündeki gülümseme aynı şekilde duruyordu. “İkisini aynı anda yapabileceğimizi düşünüyorum.” dedi ve parmağını köprücük kemiğimin üstünde gezdirirken ciddi bir şekilde “Ne yaptınız?” diye sordu. Sorusuyla hafifçe gülümsedim ve yatakta kıpırdandım. Kıpırdanışımın amacı dikkatini dağıtmak istememdendi ama aslancık şu an hiç bana kanacak gibi değildi. Kuşku dolu gözlerine bakan topraklarımın titremesine sebep oluşu şu an da pek ilgi alanında değildi.


“Anlattım ya gece... bir şey yapmadık. Evine gittim, beş dakika bile durmadan çıktık. Sahilde yemek yedik ve döndüm bu kadar.” konuşmamın bitişiyle gözlerime derin şekilde baktı. Şu an beni ölçüyordu... ondan sakladığım bir şey var mı diye düşünüyordu. Gözlerindeki derin düşünceleri kenara atarak yüzüme tutkuyla harmanlanmış sorgular bir ifadeyle baktı. Bakarken de boynumdaki elini aşağıya doğru, teması kesmeyecek şekilde indirmeye başladı. Aralanan dudaklarımdan içime titrek bir nefes çektiğimde üst dudağı hafifçe kıvrıldı.


Eli yavaşça... beni uyaracak şekilde sol göğsümün üzerinde oyalandı. Avcuna aldığı göğsümün ucu teninin altında ezilirken belim yukarı doğru kavislendi. Avcu yavaşça belime doğru inerken göz bebeklerimin titrediğini hissettim. Karşı atak sayılan bu anla ona ciddi misin sen dercesine bakıp gülümsedim.


Bu yaptığı tehlikeliydi. Beni ona olan zaafımla vuruyordu.


Hazla harmanladığı sorgulayan bakışlarıyla titrettiği göz bebeklerim baktı. “Hiç dokunmadı mı sana? Etkilemeye çalışmadı mı seni?” diye sordu sinir kokan sesiyle. Soruları ve bakışıyla içinde gördüğüm kıskançlık izlerine keyifle gülümsedim ve kolunda olan elimi omuzundan başlayarak sırtına kaydırırken göğsündeki elimi daha da yavaşlattım. Bunları yaparken de bacağımı hafifçe kaldırarak ona doğru sürttüm. İşte bu fitili ateşleyen bir hareketti. Temasımla belimdeki eli kasıldı ve gözlerinde o çok sevdiğim parıltılar oluştu. Bana yaptığının aynısını ona yapmanın verdiği mutlulukla gözlerine bakarken onun karşılık alacağını hesaba katmamıştım.


Belimdeki eli daha da aşağı indiğinde kaşlarım havalandı. “Soruma cevap verecek misin güzelim yoksa kendi yöntemlerimi kullanayım mı?” diye soran sesinin altında çok fazla derinlik vardı ve ben o derinlikte boğulmak istiyordum.


“Bu yöntemi sorgu odasındakilere uyguluyorsan bir gün izlemek isterim.” üstüne benzin döken cümlemle yüzündeki tebessüm genişledi. Eli sol bacağımın üstünden bacak arama kaydığında sağ elimle saçlarını kavradım.


İkimizin de sakinleşmesi gerekiyordu.


Sabahın erken saatinde daha gecenin yorgunluğu bedenimizden ayrılmadan bu heyecan ikimize fazlaydı. Evdekiler uyanmış olmalıydı...


“Sadece söz dinlemeyen küçük arsız kelebeğe bu tarifem. Emin ol diğerlerine yaptıklarımı bilsen bunu izlemek istemezsin.” dedi ve elini sıcaklığıma doğru ilerletirken ekledi. “Ben bu kadar kibarken konuşsan iyi olur.”


“Şu an hiç konuşasım yok biliyor musun?” diye sordum kendimi ona doğru iterken. Eli, beni kendimden uzaklaştırırken bakışlarının altında eziliyordum.


“Tehlikeli sularda yüzüyorsun Yağız Ertuğ.” mırıldanışım uyarı niteliğinde ona yansırken yanan göz bebeklerimi söndürmesi için okyanuslarına sığındım. Kışkırtıcı ses tonum üstünde etki yapmıştı ki kendini bana biraz daha yasladı.


Dudaklarını çeneme sürterken elinin varlığı sınırlarımı sınırsızlaştırıyordu. “Bu tehlikeli sular yuvam değil mi? Korkma boğulmam.” dedi ve kafasını kaldırıp sert şekilde gözlerime baktı. Eli de tehlikeli yerden uzaklaşmıştı çünkü kendisini tutamayacağını farkındaydı.


“Alisa, soruma cevap vermelisin.”


“Etkilemeye çalıştı ama etkileyemeyeceğini o da biliyor. Bütün numaralara kapalı olduğumu belli ettim.” dedim ve dudağımı ısırarak kuşkuyla gözlerine baktım. Söylediklerimle aydınlanan yüzü sondaki tepkimle tekrar kendini karanlığa bırakırken fırtına öncesi sessizlik edasıyla sinirle gülümsedi.


“Anlat.” keskin çıkan sesinden bana ulaşan kısa ve öz kelime. Anlat, demesi kolaydı; gel bir de bana sor anlatabilecek misin diye?


Kalbimin söyleyeceklerimin ağırlığından dolayı yavaşlayan ritmi omurgamdan aşağıya bir ürperti salgıladığında derin bir nefes aldım. Korkunun ecele faydası olmadığını çok yakından bildiğimden korkarak “Yanağımdan öptü.” dedim hızla ve tepkisini ölçmek için kıstığım gözlerimle yüzünü incelemeye başladım. Sunduğum bildiriyle bir an durdu. Elimdeki beli, gözlerindeki duygular... sadece gözlerime baktı ve iki saniye sonra gözlerine inen kıskançlığın beslediği sinirle yüzüme odaklandı. Okyanusları iki yanağımda gidip gelirken soğuk sesi odada duyuldu.


“Hangi taraftan öptü?” karda kalmışçasına soğuk çıkan sesi içime sert bir rüzgar estirdi. Soğuyan bedenimi ısıtması için ona biraz daha sokuldum ve yüzüne bakamayarak mırıldandım.


“Sağ.” sinirle verdiği nefesle yavaşça yutkundum.


“Gamzenden öptü seni... seni güldürmeyi niye çok seviyorum biliyor musun?” diye sordu ve parmak uçlarını çeneme sararak başımı yüzüne doğru çevirdi. Yumuşak tutuşuna zıt bir şekilde gözlerinde gördüğüm ifadeyle titrek bir nefes çektim içime. Çenemdeki elini yanağıma getirerek yavaşça tenimi okşamaya başladı. Dokunuşuyla gözlerimi kapatırken içimdeki haksızlık mahkemesinde davadaydım.


“Üçüncü nedeni güldüğünde gözlerinin parlaması... ikinci nedeni gülünce dudaklarının kıvrılması, o an onları öpmemek için zor tutuyorum kendimi... birinci nedeni de gülünce yanağında oluşan gamze... o gamze, dudaklarınla ve gözlerindeki parlamayla birleşince nasıl bir manzara sunuyor insana bilemezsin.” dedi ve dudaklarıma eğilerek fısıldadı:


“O manzarayı sadece benim görmemem zaten acı vericiyken sen nasıl onun gamzene dokunmasına izin verirsin?” dedi ve benim konuşmama fırsat vermeden hızla üstümden doğruldu.


Hareketlenmesiyle kapattığım gözlerimi hemen açıp onu kolundan yakaladım. Ondan aldığım destekle oturur pozisyona geldiğimde şimdi ikimizde yatakta oturuyorduk. Gitmesini engellediğim için sinirle bana baktığında korkuyla elimi kolunda tutmaya devam edip diğer ilimle yanağını avcuma aldım.


“Özür dilerim. Biliyorum bahanesi değil ama sinirli olduğum için oldu. Konuşmalarımız, ayrıldık diye anlaşmamız, seni barda öyle görmem...” derin bir nefes aldım destek istercesine. “Her şey üst üste geldi.” dedim hızla ve dolu olan gözlerimi onu durdurmak için kullanabileceğimi düşünerek iki damla akıttım gözlerimden. Yağız, yüzüme bakarak gözlerinin yanına sevgiyi de ekledi ve elini yüzüme getirerek göz yaşlarımı sildi.


“Ağlama, ağlamana sebep olduğu için daha çok sinirleniyorum.” diye söylendi. Biraz olsun yumuşamasına güvenerek ona doğru uzandım ve sarıldım. Onun bana kollarını dolamaması moralimi bozsa da üstünde durmamayı seçtim. Şu an bu kadar sakinleşmesi bile benim için yeterliydi, fazlasıyla aranmaya gerek yoktu.


“Söz veriyorum bu iş bittiğinde ona istediğini yapacaksın ama şimdi lütfen bir şey yapma. Hem ona ihtiyacım var hem de beşimizin güvenliği için onu bizim öldürdüğümüz bilinmemeli, sonuçta kimse bilmese de Kral’ın yeğeni. İçeri atılırız.” omzundaki başımı boynuna yaklaştırarak çenesinin altına bir öpücük bıraktım. “Savaş bitene, biz kazanana kadar...” bir öpücük daha bıraktım. “Özgürlüğümüze kavuşana kadar bırak kazandıklarını sansınlar. Hepsine hak ettiklerini yaşatacağız.” dedim ikna etmeye çalışırcasına.


“Beni ikna etmek için öpme.” başını geriye doğru atıp dudaklarımdan uzaklaşmasıyla kaşlarım çatıldı.


“Seni istediğim zaman istediğim sebepten ötürü öperim. Sus ve itaat et.” dediğimde bana yandan öfkeli bir bakış attığında yapmacık bir gülümsemeyle kedi gibi yerime sindim. Konuyu biraz olsun dağıttığımı düşünürken içimden lütfen dediğimi yap diye geçiriyordum. Gözlerim onun yüzünde gezinirken elini belime sarmasıyla derin bir nefes verdim ve gözlerimi kazanmanın verdiği rahatlamayla kapattım. Boynuma yasladığı başıyla elim saçlarına uzandı ve başına bir öpücük bıraktım. Kokumu içine çekerek benden ayrıldığında merakla ona baktım. İki eliyle yüzümü tutarak gözlerime derin bir volkanın içindeki ateşle harmanlanmış alevlerle baktı.


“Son kez Alisa... bu son. Eğer bir kez daha damarıma basarsa bastığı ayağını keserim. Bir kez daha sana dokunursa onun külünü bırakmam bu yeryüzünde.” itiraz kabul etmeyeceğini belli eden sesiyle hızla başımı olumlu anlamda salladım. Bunu kabul etmesi bile mucizeydi, o yüzden bir süre suyuna gitmeliydim. Aslancık verdiğim onayla ellerimi üstünden çekti ve mesafeli bir şekilde bana baktı. “Dersim var çıkalım artık.” tepki göstermeme fırsat vermeden yataktan çıktığında arkasından baktım. Banyonun kapısı yüzüme kapandığında kendimi yatağa geri bırakarak alnıma salak dercesine vurdum.


Kendime not: Bir daha öfkeyle bir şey yapmak yok! Beynim çalışmıyorken başkalarını dinlemek yok!


Yağız’ın duş alıp çıkmasıyla bende banyoya girip hızlı bir duş aldım ve ikimizde hazırlanarak odadan çıktık. Mesafenin aramızdaki soğuk varlığını hissederek merdivenleri sessizce iniyorduk ki salondan gelen bağırma sesiyle kaşlarım çatıldı. Adımlarımı hızlandırarak salon kapısından içeri baktığımda gördüklerimle şaşkınlıkla Yağız’a baktım. O da benim yanımda durmuş, kaşlarını çatarak içerideki karmaşaya bakıyordu.


Gözlerimi ondan çekerek içerdekilere bakmaya başladım. Aras, koltukta oturmuş gülerek Akın’a bakıyordu. Akın’sa... Akın, yerdeki şişenin yanında oturmuş neden sinirle küfrediyordu ki? Şaşkın bakışlarımı ondan çekip arka çaprazındaki koltuğa yaslanmış şekilde bize sıçtınız dercesine bakan Seda’ya çevirdim. Seda’nın bakışlarındaki manaya kaşlarımı çattım ve içeriye doğru iki adım attım. Tatlı bir gülümseme eklediğim yüzümle bana yakışmayacak şekilde tatlı bir sesle şakıdım.


“Herkese günaydın Avengers ekibi! Hayırdır ne oldu Loki taşınızı mı çaldı?” biraz olsun ortamı yumuşatma umuduyla saçmalamıştım ki sesimi duyan Akın’ın korku filmlerindeki palyaçoların bakışıyla yarışacak şekilde gerilimli bakışlarını bana çevirmesiyle sertçe yutkunup yüzümdeki gülümsemeyi dondurdum.


Akın’ın bakışları bir bana bir de Yağız’a değdiğinde sakin bir edayla “Burayı kim bu hale getirdi?” diye sordu. Yüzünde fırtına öncesi sessizlik gülümsemesi vardı ve bu önemli bir noktaydı.


“BİLMİYORUM.” Yağız’la aynı anda konuşmamızla Aras’ın gür kahkahası odaya yayıldı.


İşaret parmağıyla bizi işaret ederek “Bu ikisi yaptı.” dedi keyifle. Ayağıma dolanacak olan konuşmasıyla hızla ona bakıp elimi yumruk şeklinde ona doğru kaldırdım.


“Ölmek istemiyorsan kes sesini!” sinirle dişlerimin arasında tıslamamın ardından tekrar kedi moduna dönerek bakışlarımı Akın’a çevirdim. Malum gecenin sorumlularından biri olarak burada ne olduğunu çözmem gerektiği düşüncesiyle masumca gülümsedim.


“Niye sordun ki Hawkeye, bir ey mi oldu?” şirin çıkan sesimle Akın, yavaşça ayağa kalktı ve bize bakarak dişlerinin arasından sinirle konuştu:


“Benim iki yüz elli yıllık sarı şarabımı... benim almak için iki milyon ödediğim şarabı nasıl kırdınız lan?!” Akın’ın sesi yüzümüze sert bir rüzgar gibi çarparken Seda’nın her zamanki gibi haklı olduğunu anlayarak kafamı evet anlamında salladım. Biz büyük sıçmıştık. Duyduklarımın etkisiyle gözlerim şaşkınlıkla açılırken gözlerim yerdeki şaraba kaydı.


O şarabın tenimden süzüldüğü kısımlar gözlerimin önünde canlandığında Yağız’da aynısını düşünmüştü ki aynı anda “SİKTİR!” deyip birbirimize baktık. Zihnimden bu işten nasıl kurtulabileceğimizin planları dolaşırken tam bizim yapmadığımızı söyleyecektim ki yanımdaki satıcının benden önce davranmasıyla laf ağzıma tıkıldı.


“Alisa, yaptı.” aslancığın korkak şirine dönüştüğü o anda ben hayretle ona bakarken o geriye doğru iki adım atıp beni salonun ortasında tek bıraktı.


Resmen beni öne atıp kendini geri çekmişti...


Benim şaşkın yüzüme karşı o sinsice gülümseyerek baktığında içimdeki cadı çoktan üstündeki yorganı itip uyanmıştı.


“Ben dedim sana bu adam evlenilecek adam değil diye. Göt gibi kalırsın ortada işte.” Aras’ın konuşmasıyla kısılan gözlerim, karşımdaki satıcıya oklar fırlatırken ona hodri meydan bakışıyla baktım ve karşımdakilere dönerek omuz silktim.


“Ben o sıra beni satan kişinin kucağındaydım. Eli boş olan oydu, o yaptı.” dedim hızla ve kollarımı göğsümde birleştirdim.


Ortaya attığım gerçekle Aras, yaşlı teyzeler gibi “Tıh tıh, edep de kalmamış yahu!” dedi ve kahkaha atarak sinir uçlarımı uyardı. Kafamı çevirerek ona susması için baktığımda o ölmeyi seçerek düştüğüm durumla eğlenmeye devam etti.


“Sevişeceksiniz gidin odanızda yapın, insanların eşyalarını neden kırıyorsunuz?” gülerek konuşmasıyla gözlerim utangaçlıkla açılmış, yanaklarım güneşle yarışacak kadar ısınmıştı. Şu an bu ısıyla evin tüm suyunu kaynatabilirdim. Hissettiğim utançla yanımdaki kanepenin üstünde bulunan minderi ona doğru fırlattım. Minderi tam yüzüne çarpacakken havada yakalayıp elini sustum şeklinde kaldırdı. Onun susmasıyla yavaşça bizi öldürmek için pusuya yatmış Akın’a baktım.


“Aynısından satılan bir yer var mı?” omuzlarımı kaldırıp indirirken yüzümde tatlı, yaramazlık yaptıktan sonra annesine kendini affettirmeye çalışan kız çocuğu ifadesi vardı ama tabi ki bu Akın’da işe yaramadı. Bana ciddi misin dercesine baktı ve öfkeyle “Bok buluruz aynısını!” diye bağırarak yanımızdan ışık hızıyla geçip odadan çıktı. Onun gitmesiyle üzgün bir ifadeyle Seda’ya baktım. Bakışları bana değindiğinde olumsuzca kafasını salladı.


“Bunu uzun süre unutmaz. Bittiniz.” diyerek Akın’ın peşinden gitti. Salonda üçümüzün kalmasıyla hızla arkamdaki satıcıya döndüm.


“Senin yüzünden oldu. Başka yer mi bulamadım? Şarap şişesini kırmak nedir?” diye söylendim. Hem rezil olmuştuk hem de toparlayamayacağımız hasar vermiştik. Pişmanlık ve üzüntü aynı anda içimde baş gösterdiğinde peşlerinde utangaçlıkla da vardı...


Yağız, benim hislerimi umursamadan çekici şekilde gülümsemesi eşliğinde “Gece yerinden gayet memnundun. Şarabı içmeye doyamamıştın.” demesiyle olmayan sinir sistemim daha da yıkıldı. Ben onun dediğinin afallamasıyla bakakaldığımda onun bakışları yerdeki kırık parçalara kaydı.


“Boş ver iki güne unutur.”


Umursamaz sesiyle kaşlarımı çattım. “Nah unutur iki güne. Kalan ömrümüzü burnumuzdan getirecek. Acaba kaçsak mı? Sen, ben bir de şu çakma Thor? Ha nasıl fikir?”


Korkuyla konuşmamla bakışlarım umutla onun gözlerinde dolandı. Sonuçta Akın’dan bahsediyorduk, kinci bir Pennywıse’di o. Bu yapılanın intikamını muhakkak alırdı.


“Lan öyle bir dedin ki kendim cami avlusundan aldığınız üvey evlatmışım gibi hissettim. Size baba diyebilir miyim amca?” Aras’ın alayla konuşmasının üzerinde durmadan benim aksime olayı bir tarafına takmayan şahsa hayretle baktım.


Bıkkın bir nefes alarak “Unutur, unutur merak etme. Ben derse gidiyorum, çıkışta da biraz işim var; merkeze gideceğim.” diyerek odadan çıkmasıyla ardından bakmayı keserek üzgün bir şekilde yere baktım.


Yazık oldu iki yüz elli yıllık sarı şaraba...


Ben yerdeki kırık parçalara sanki onları bakışlarımla eski haline getirebilecekmiş gibi bakarken koltukta oturmuş film izler gibi bizi izleyen şahıstan gelen sesle kafamı ona doğru çevirdim.


“Bebeğim ben size aksiyon fantazisi yapın dedim, siz niye şarap fantazisi yaptınız?” tutmaya çalıştığı gülümsemesini tutmayarak konuşmasıyla içimdeki sinirin dışa vurulduğunu hissettim. Yüzümdeki gülümsemenin gerçeklikten uzak olduğunu anlayacak kadar beni iyi tanıyan şahıs yüzümdeki gülümsemeye donuk şekilde bakarken gözlerine tehdit edercesine baktım.


“O çeneni kapatıp ayağa kalkmazsan cinayet fantazimi de senin üstünde yapacağım.” dedim tıslayarak. Tehditimin boş olmadığını anlayan boş kilometre hızla ayağa kalkarak hazır ola geçti.


“Emrinizdeyim Soylum.” asker formuna girmesiyle gözlerimi devirdim ve cevap verme gibi bir yanlışta bulunmadan çıkışa doğru ilerledim. Ardımdan gelen adım sesleri peşimden geldiğini belli ediyordu.


“Başkanlığa gidip senin Yönetici olma görevini halledeceğiz, ardından da şu şarap olayını toparlamaya çalışalı yoksa içim hiç rahat etmez.” dedim düşünceli bir şekilde. Gerçekten de kötü hissediyordum kendimi, başkasına ait özel şeyin sorumluluğunu almak insana fazladan yük bindiriyordu. Aras, yanımda yürürken başını tamam anlamında salladı. Bahçede ilerlerken karşılaştığımız öğrencilerin selamlarını alırken sıcaktan dolayı şimdiden bunalmaya başlamıştım. Yaz benim mevsimim değildi, kış bana iyi gelen beni ben yapan mevsimdi.


Bahçenin ilerisindeki otoparka ulaştığımızda ikimizde sessizce arabaya bindik. Arabayı çalıştırıp yola çıktığımda yanımdaki şahsın huzursuzca kıpırdanmasından dolayı gözlerimi devirerek camları araladım.


“Sor Thor.”


“Akşam o piçle ne yaptın?” pat diye konuşmasıyla merak dolu sesine gülümsedim.


“Yemek yedik ve birkaç bilgi edindim ama daha önemlisi telefonunun içindeki bilgileri aldım. Akşam içindekilere bakacağız. Şimdilik kimse bunu bilmesin, göreceklerimize göre söyleriz diğerlerine.” dedim ve ona yandan bir bakış attım. Aras, boş yere gitmediğimi öğrendiğinde elini omzuma atıp yanağımdan hızla makas aldı.


“Helal lan! Seviyorum kızım seni, bitireceğiz bu işi.” dedi keyifle ve elini radyoya götürerek yol için dinleyebileceğimiz şarkıyı bulmaya çalıştı...


&


Geçen sürede yaptığımız işlerin yorgunluğunu atmak için geldiğimiz barda bir anda beynimi saran yüksek sesle başımın sızladığını hissettim. Sızıyı umursamadan ezberlediğim masaya doğru ilerlerken etrafa göz atmayı ihmal etmiyordum. Her zamanki gibi kalabalıktı ortam. Yanımdaki adamın uzun boyundan dolayı onu kolundan tutarak eğdim ve başımı çevirerek kahverengi gözlerine uyarırcasına baktım.


“Sakın Başkanlıkta birini dövdüğümü söylemeyeceksin. Yağız’la uğraşamam. Eğer çeneni kapatırsan sana istediğin kaskı alacağım.” dedim. Sunduğum hediye fikriyle gözleri parlayan Aras, elini bana doğru uzattı.


“Çıkarlı bir anlaşma. Sonsuza kadar susuyoruz.” dedi. Duyduklarımla memnun şekilde elini sıktım ve önüme dönüp yürümeye devam ettim. Kalabalıktan sıyrılıp, yüksek müziğin ve etrafı saran neon ışıkların etkisinde kaybolmadan masaya vardığımızda derin bir nefes aldım. Yağız’ın yanına kendimi bıraktığım anda masadaki bakışlar bize döndü. Yarım ay şeklindeki koltukta ben, benim yanımda Yağız, onun yanında Seda, onun yanında Akın ve onun da yanında Aras oturmuş vaziyetteydi.


Yanına oturduğum halde sadece bana kısa bir bakış atıp önüne dönen aslancığa sinirlensem de haksız olduğumu bildiğimden hızla yanağına sıcak bir öpücük kondurdum ve tepki vermesini beklemeden benimle konuşmayan Akın’a döndüm. Cebimdeki kağıdı çıkartıp ona doğru uzattığımda kaşları çatıldı. Çenesinin ucuyla kağıda bakarken oldukça komik görünüyordu.


“Seda, sen al ben onlardan bir şey almam.” diye söylenirken bile göz ucuyla kağıdın içine bakmaya çalışıyordu.


“Benim ellerim dolu sevgilim.” Seda, bir eliyle küpesiyle oynarken bir elinde meyve suyunu tutuyordu. Asıl amacı benim Akın’la iletişim kurmamı sağlamak olduğunu bildiğim için sırıtarak kağıdı Akın’ın yüzünün önünde salladım. Akın, karısına sinirle bakıp hızla elimdeki kağıdı aldığında gülümseyerek geri çekilip tepkisini izlemeye başladım.


“Biliyorum telafi edemem ama yine de denemek istedim. Dion’da buldum bu şarabı. Yer Altından birinin özel koleksiyonundaymış. İki yüz yıllık... senin için satın aldım. Artık geri kalan elli yılı da Seda’yla beraber bebeğinizi büyütürken doldurursunuz.” dedim ve masanın üstündeki kadehlerden birini alarak içindeki sıvıdan küçük bir yudum aldım. Akın, beni dinlerken aynı zamanda kağıttaki devir işlemlerini inceliyordu, yüzünde bariz bir afallama vardı. Bakışları bana döndüğünde ciddi şekilde bana bakıp samimiyetimi ölçmeye çalıştı.


“Sırf bunun için dört milyon mu harcadın?”


Sorusuyla omuz silktim. “Para harcanmak içindir. Hem senin için değer. Barıştık mı?”


“Para harcanmak içinse sana sabah alman için yalvardığım likörlü çikolatayı niye almadın vicdansız Kara Dul.” diye söylenen Aras’ın sesiyle bıkkın bir şekilde ona baktım.


“Oğlum sen yırtık dondan çıkan göt gibi niye her muhabbete dalıyorsun?”


Aras, ona ters ters baktı. “Senin donundan mı çıkıyoruz birader sus sen.” dedi ve bana bakmaya başladı. Akın’la bir türlü kimyalarının uymamasını anlayamamıştım. Aras, beni ondan diğerlerine göre fazla kıskanıyordu.


“Aras, sadece bir parçası.” baş parmağımla işaret parmağımı aralarında az bir mesafe olacak şekilde ayarlayıp ona doğru gösterdim. “Şu kadarcık parçası beş bin liraydı. Enayi miyim ben?” dedim ve bakışlarımı Akın’a çevirdim.


“Barıştık mı?”


Gözleri benim ve Yağız’ın arasında gidip gelirken en sonunda gülümseyerek “İyi lan hadi kıyamadım size, affettim ama kaybettiğiniz iddianın karşılığını alacağım.” dedi keyifle. İddia işini hatırlatmasıyla deminki keyfim tuzla buz oldu. Yüzüme bu hoşnutsuzluğu yansıtarak oflayarak yanaklarımı şişirdim.


“Hepinizden nefret ediyorum.” dedim ve Aras’a bakarak ekledim “Sen hariç Thor.”


Elimdeki bardaktan bir yudum alırken masadakilerin bana gülmelerinin üzerinde durmadım. Seda, Aras’a bakarak “Eee artık Yönetici oldun mu?” diye sordu merakla.


Sorusuyla Aras, hepimizde gözlerini gezdirdi ve elindeki viski kadehini kaldırarak “Yönetici olmama!” diyerek güldü. Yüzündeki masum heyecana gülümseyerek bakarken kalbim onun saf mutluluğu karışında hüzünle çarptı. Şu an bu masada Elif’in yokluğunun onun kalbimde büyük bir acı yarattığını bilirken şu an mutluymuş gibi davranması beni hüzünlendirdi ama belli etmedim. Kaldırdığı kadehe hepimiz eşlik ettiğimizde aynı anda içkilerimizden yudum aldık. Bakışlarımı Seda’ya çevirerek aklımdaki fikri ortaya döktüm.


“Üç gün sonra sarayda Yöneticiliğini ilan etmek için tören düzenliyoruz. Hazırlıklara başlayalım.” dedim ve bildiri mahiyetindeki konuşmamla Seda’nın an be an kaşlarının çatılışını izledim. Gözlerindeki soru işaretleriyle bana bakarken hafifçe öne doğru eğildi.


“Buna yetkin yok Alisa. Görev törenini sadece Başkan, yapabilir.” diye mırıldandı tereddütle. Onun afallamış haline gülümseyerek koltukta geriye doğru yaslandım ve bacak bacak üstüne attım.


“O kural Karan, için genişletildiği anda yürürlükten kalktı. Bu tören yapılacak.” dedim kendimden emin şekilde.


Gücümü geri toplamam için bir güç gösterisi yapmam gerekiyordu ve bu onun için iyi bir fırsattı. Halkı kendi tarafıma çekmem için küçük bir gösterinin zararı olmazdı. Bürokraside her zaman çıkar vardır, kimse halkı için iyiyi düşünmez; kendini halk için iyi görürdü. Ben de o sınıfa girebilirdim, tek farkım iyi olduğum kadar işimi de iyi yapmamdı. Şehrimin halkı, gidişime kadar benden çok memnundu, yaptığım projeleri destekler, her zaman bana güvenirdi çünkü baskı altında iş yapmayacağımı bilirlerdi. Şimdi ise gidişimle onları yarı yolda bırakmış, baskıya boyun eğmiş gibi görünmüştüm. Bu görünüşü lehime çevirmem gerekliydi.


Zihnimde dönen planlar ve yalanlar silsilesinde masadakilerin başka muhabbetlerde kendi hallerinde takıldıklarını fark ettim. Onlar kendi aralarında konuşurken gözlerimle yanımdaki adamı incelemeye başladım. Sabahki söyledikleri zihnimde dolaşırken yakışıklı yüzü gözlerimi aydınlatıyordu.


Alkol yavaş yavaş zihnimi büyülerken onu ve sevgisini hak ediyor muyum diye düşünmeden edemedim. Hak etmediğimiz şeyler her ne olursa olsun elimizden alınırdı. Benim onu hak etmem gerekliydi ki onu kaybetmeyeyim...


Ben ona bakarken sanki bunu hissetmiş gibi kafasını bana doğru çevirdi ve gözlerimi, büyük çınar ağacının gölgesinde esen ılık rüzgarın altından kitap okumanın hissettirdiği huzuru hissettirecek şekilde yakaladı. Okyanus gözleri benim toprak rengi gözlerime bağlandı ve bağlanan gözlerimizi ayırmadan alaycı şekilde gülümsedi.


“Hayırdır çok mu yakışıklıyım da beni izliyorsun?” diye sordu. Sorusunun eskiye gönderme olmasının bilincinde olduğumdan gülüşüne aynı şekilde karşılık verdim.


“O yüzden değil, senin yüzünden dört milyonum gitti. Onu nasıl tahsil etsem diye bakıyordum.” alaycı konuşmamla yüzünde gerçek bir tebessüm oluştu ve benim kalbim bu manzara karşısında eridi. Bedenini bana doğru döndürerek gözlerimin en derinine bakmaya başladı.


“Akşam üç milyon dokuz yüz binini ödediğimi düşünüyorum.” dedi tok sesiyle. Oyunu devam ettirmesiyle kıkırdadım ve gözlerine bakarak biraz daha yaklaştım. Kokusu burnuma dolarken kalabalığın yok sayıldığı o andaydım.


“Geri kalanını nasıl ödeyeceksin?” tutkunun harmanladığı sesim ona ulaştığında bakışlarındaki derinliğin büyüdüğünü hissettim. Gözlerindeki duyguları saklayarak umursamazca bana baktı.


Üst dudağı kıvrılmışken “Nasıl ödememi istersin?” diye sordu. Sorusuyla derin bir nefes aldım ve çapkın bir edayla sırıttım.


“Bana şarkı söyle.” heyecanlı sesim bana bile o an yabancı geldi. Uzun zamandır şarkı söylemediğinden kaynaklı olmuş olabilirdi heyecanım. Sahnedeki halini çok özlemiştim. Gözlerimdeki istek onun gözlerine ulaştığında sıcak bir bakışla üst dudağını kıvırdı.


“Sanatım o kadar ucuz değil.” konuyu kendine çevirmesiyle yüzümü buruşturarak ona baktım. Gıcık, illaki uğraştıracaktı. Gözlerimi dudaklarına indirip istekle dudaklarımı ıslattığımda onun da benimle aynı duyguyu hissettiğini hissettim. Gözlerine baktığımda okyanuslarının dudaklarımda durduğunu gördüm. Mağlup oluşunun verdiği keyifle gülümsemeden edemedim.


“Sen şarkı söyle, üstünü gece ödeyeceğim.” diye mırıldandım istekle. Aslancığın gözlerindeki dalgalarla bana bakıp başını olumlu anlamda sallaması bu maçın galibi olduğumu açıkça belli ediyordu.


“Adil bir anlaşma.” dedi ve kalkarak sahneye doğru yürümeye başladı. Onun sahneye çıkıp kenardaki gitarlardan birini almasıyla barda önce bir sessizlik oldu, herkes ona bakıyordu...


Herkes ona bakıyordu o ise bana.


Yağız, hazır olduğu anda orkestraya işaret verdi ve tüm barı müzik doldurmaya başladı. Çalan şarkıyla gözlerimin dolduğunu hissettim. Ayrılmadan önce meyhanede çalan şarkıyı şimdi burada bana söylemesi özür müydü yoksa kadere isyan mıydı bilmiyordum ama bildiğim tek şey aşkın sadece basit bir kelime ve iki üç gündelik duygudan ibaret olmadığıydı.


Aşk oydu ve o, çok derin bir okyanustu.


Bense onun okyanusunda gezinen küçük bir tekneydim.


Gözlerime bakarak şarkıyı söylemesi yaşattığı duygularla beni kontrolümden çıkardı. Kendimi tutmayarak en sevdiğim kısmı onun bana söylediği gibi bende ona söyledim.


“Ateşli dudakların, gamzeli yanakların... o günkü gördüm seni yaktın ah yaktın beni...”


Bağırmamla kendini tutmayarak gülümsedi. Şu an nefes kesiciydi ve bunun farkındaydı. Siyah kot pantolonu ve siyah tişörtü, dağınık ama mükemmel gözüken kumral saçları... gitar çalıp söylerken ki etrafa yaydığı aurası... bir de tüm bunların üzerine bana bakan yüzünde oluşan sıcak gülümseme...


Bu adam benim sonum olacak. Kesin bilgi.


“Alisa, lütfen sen söyleme. Sesi güzel olan söylesin.” diyen Aras’ın duygularımla arama girmesiyle sinirle ona baktım.


“Dinleme o zaman. Kapat kulaklarını.” dedim tıslayarak. Ben Aras’a sinirle bakarken Yağız’da sahneden inmiş masaya gelmişti. Onun masaya gelmesiyle Seda, sinsice gülümsedi.


“Yine müthiştiniz beyefendi, kızların dibi düştü.” uyarıcı tonda çıkan sesiyle kaşlarımı çatarak etrafa bakmaya başladım. Niye çoğu kişi -özellikle kadınlar- bu tarafa bakıyordu?


İçimde beliren kıskanç cadının iki elini birbirine sürterek bana fısıldamasıyla gülümsedim. “Benim iki dakika işim var. Yazık dipleri yanmasın.” diye söylenip ayağa kalkıyordum ki Yağız, beni tutarak kolunun altına aldı ve kulağıma yaklaşarak içimi kıpırdattı.


“Gece alacağım var, kendine dikkat etmen lazım.” dedi çekici şekilde gülerek. Gülümsemesinin altında aslında dalga geçtiğini fark etmiştim. Ciddi bir konuda beni alaya almasının verdiği sinirle dirseğimi karnına geçirip kolunun altından çıktım. Masanın üstündeki kadehi alıp bedenimi rahatlatması için içerken yanımda duran bedenle kafamı kaldırıp kimin geldiğine baktım. Gördüğüm kişiyle kaşlarımı çatarak omuzlarımı dikleştirdim. Dün geceden sonra şu an burada olması büyük bir sıkıntıydı.


“Hayırdır? Mesai saatleri dışındayız.” dedim keskin bir sesle. Tepkimle ciddi olan yüzüne yapmacık bir gülümseme ekledi.


“Pek hayır değil Soylum.” gerçeklikten uzak keyifli sesiyle konuşması umurumda olmadı, gecemi bozduğu için sinirle ayağa kalkarak onunla karşı karşıya geldim.


İfadesizliği ev edindiğim yüzümle “Ne istiyorsun Karan?” diye sordum duygusuzca. Sorumlar bakışları sisli bir dumanın arkasına saklandı. Sinirli ama bir o kadar da darılmış bir hali vardı.


“Madem evimi patlatacaktın bari içinde olduğum bir anı kollasaydın.” dedi hayal kırıklığını altına gizlediği öfkeli sesiyle. Yapmadığım bir şeyle suçlanmanın en derin ağırlığını bildiğimden bu suçlama hiç hoşuma gitmedi. Kaşlarım otomatik olarak çatıldığında başımı dikleştirerek ona baktım. Ona doğru bir adım atıp tam önünde durduğumda bakışlarımızda meydan okuma vardı.


“Neden bahsediyorsun bilmiyorum ama ben evini patlatmadım. Dediğin gibi ben yapmış olsaydım, şu an parçalarını toplamaya çalışıyor olurlardı.” öfkeli sesimle söylediklerim yüzünde alaycı bir gülümseme yarattı. Bana doğru eğilerek gözlerimin içine baktı. Yalan söyleyip söylemediğimi anlamaya çalışıyor gibiydi.


“Senden başka kimse bunu yapamaz Alisa. Ne? Yaptığın şeyin arkasında duramayacak kadar korkak mısın?” damarıma basan sözlerinin ardından tam konuşmak için dudaklarımı aralamıştım ki Yağız’ın Karan’ı itmesiyle sustum.


“O siktiğimin mesafesinden konuşmaya devam edersen evinden kalan molozları mezar taşı yaparım sana.” dedi ve üstüne doğru hareketlendi. Yanımdan geçerken kolunu yakalamamla onu sertçe çektim ve bakışlarımı Karan’a döndürdüm.


“Karşında Soylu var! Öncelikle kendine gel. Ben patlatmadım evini. Belli ki kuyruğuna bastığın biri var. Umarım o kişiyi bulurum. Sonuçta düşmanımın düşmanı benim dostumdur.” dedim ve hızla Yağız’ın elini tutarak çıkışa doğru yürümeye başladım. Bardan çıktığımız anda temiz havanın bile sakinleştiremediği göğüs kafesim sıkışırken otoparka doğru yürüdüm. Arabanın yanına vardığımızda hızla etrafa bakındım ve temiz olduğuna kanaat getirdiğim anda tutuğum eli bırakıp öfkeyle okyanuslarına baktım.


“Ne demek adamın evini patlatmak? Ya senin yaptığını anlasalardı?” diye bağırdım öfkeyle. Cidden bunu nasıl yapabilirdi, hem de bana sormadan? Benim içimde kopan fırtınaya doğru orantılı şekilde onun içinde sıcak, huzurlu bir yaz günü vardı.


Yüzündeki umursamaz ifadeyle sakin sesini bana sunarak “Gerçekten bir şey yapmadan duracağımı mı sandın? Söz verdiğim gibi ona bir şey yapmadım.” dedi. Rahatlığının hissettirdiği şaşkınlıkla yüzüne baktım.


“Senin yaptığını öğrenirlerse ne olur farkında mısın? Adam Kral’ın yeğeni, hadi onu geçtim düşmanlarımdan biri ve arkasında Başkan var!” diye bağırdım. Nasıl bu gerçekleri göz ardı edip kendini tehlikeye atabilirdi?


“Kusura bakma ama ne Kral ne Başkan ne de o orospu çocuğu sikimde değil. O piç benim olana göz koydu. Sana dokundu. Bu yapacağım en küçük şey. Dua etsin arada sen varsın, dua etsin siktiğimin savaşındayız yoksa çoktan kesmiştim nefesini.” dedi sinirle yoğrulmuş öfkeli sesiyle. Bakışlarımla kırgınlığımı ve sinirimi yansıttığım gözlerime bakarak derin bir nefes alıp bir anda beni kendine çekerek sarıldı. Kollarının kasılmış bedenimi sarmasıyla gevşediğimi ve içimdeki öfkenin puslu sisinin dağıldığını hissettim.


Hey dinemezsin... basit bir sarılmayla bu yaptığı örtülemez... kendine gel Alisa!


“Bunu yapmamalıydın. Tamam seni anlıyorum, bende mutlu değilim bu durumdan ama onların önüne geçene kadar Karan’a ihtiyacım var.” diye mırıldandım sakin bir sesle.


Deminki iç sesim bana şaşkınca bakarken ben kokusunun nasıl bu kadar sakinleştirici etkide olduğunu düşünüyordum. Bilim insanları bunu açıklamalıydı...


Karan’la ilgili dediklerimi duymamış gibi yaparak beni kendinden uzaklaştırdı ve elleriyle yüzümü avuçlayarak gözlerimin içine baktı. Gözlerinde gökkuşağı vardı, bir sürü duygunun sırayla aydınlattığı renk cümbüşü...


“Sana en çok siyah yakışıyor. Karanlık seni sen yapan şey.” burnunu burnuma sürterek fısıldamaya devam etti. “Karanlığı ışığınla aydınlatmak senin bu dünyadaki görevin.” dudakları dudaklarıma örtüldüğü anda kollarım omuzlarına tutundu. Onun öpüşüyle hislerimi onun kontrolüne bırakırken zihnimden dedikleri geçiyordu. Karan’ın bana beyazın yakıştığını söylediği zamanı hatırlamamla içimde değişik bir duygu oluştu.


Yağız, beni tanıyarak içimdeki her şeyi bildiğini gösterdi. Bana en çok yakışan rengi söylemesi onun bana en çok yakıştığını bir kez daha öğretti benliğime.


Bu dünyada, bu hayatta bana en çok yakışan renk siyah; en çok yakışan adam da şu an dudaklarında can bulduğum adamdı...


&


Yağız’la yaşadığımız tutkulu öpüşmenin Aras, tarafından manipüle edilmesiyle toplanarak saraya gelmiştik. Şimdi de yanımda oturan ve öldürmek için can attığım şahısla Karan’ın telefonundan aldığım bilgilere bakıyorduk.


Daha doğrusu olmayan bilgilere.


“Piç, her şeyi silmiş. Tüm belgeler ve mesajlar otomatik siliniyor.” dedi Aras, sinirle. Söylediklerinin doğruluğuyla oflayarak kurcalamaya devam ediyordum ki karşıma çıkan fotoğraf albümüyle heyecanla bilgisayarın ekranına baktım. İçimden lütfen ele geçecek bir bilgi olsun diye dua ederek dosyanın üstüne tıkladım ve dokunuşumla önüme dökülen fotoğraflar bir an zamanı yavaşlattı.


Gözlerim her bir fotoğrafın üzerinde gezerken yüzümde şaşkınlık, midemde sert bir bulantı vardı.


Bana ait bir sürü fotoğrafın bilgisayarın ekranını kaplamasıyla huzursuzca oturduğum koltukta kıpırdandım. Varlıklarından haberimin bile olmadığı fotoğraflarımın her biri gözlerimin önünden geçerken küçüklüğümden, dün yemek yediğim ana kadar her bir hareketimin onun telefonunda oluşu sertçe yutkunmama sebep oldu.


“Lan bu amına kodumun piçi neyin kafasını yaşıyor?” öfkeyle konuşmasının ardından ona dönmek için başımı çevirecektim ki gözüme takılan fotoğrafla içimde acı baş gösterdi. Fotoğrafa basıp onu büyüttüğümde tim bedenim korkuyla titredi. Aras’ın küfürleri çok uzakta kaldı.


Ithaca’da tutsak olduğum zaman, boktan bir durumdayken çekilmiş fotoğrafım... bunu şimdi görmek içimde körelen öfkeyi tekrar alevlendirdi. Öfkeyle fotoğrafı kapattım ve derin bir nefes aldım. Bu fotoğrafın açılacağı bir an olacaktı ve o an bunun karşılığı alınacaktı.


Karşımdaki dosyada sinirle aşağıya doğru kayarken gözüme çarpan videoyla hızla Aras’a baktım. Videonun kapağındaki sahnenin tanıdıklığı zihnimde uyarı çanlarını çalarken onun da bana baktığını görmemle korkarak videoyu oynattım.


İzlediklerimin sırtıma vurduğu hançerle inleyerek ellerimle yüzümü kapattım. “Aras...” dedim.


“Aras, biz büyük sıçtık.”


Loading...
0%