Yeni Üyelik
38.
Bölüm

37.Bölüm "Dostunu Kolla Karıncalara Dikkat Et"

@senabookss

“Beraber yola çıktıkların yol üzerinde seni değiştirmiyorsa yolun sonunda kazanmış olursun.”


İnsanın bu kısa yaşamında en tehlikeli zayıflıkları zaafları ve duygularıdır. Sahip olduğu zaaflar insana diz çöktürür, içinde beslediği duygular diz çökmüş bedenini yere sererek onu karşısındakine köle eder. Köle olan insanın ise o halde bile tek düşündüğü şey zaafı olur çünkü zaaflar hayatımızı mahvetse de onlardan vazgeçemeyiz, aksine düştüğümü durumda bile ona sığınırız.


Bu zayıflığa örnek görmem gerekirse aynaya bakmam yeterli olurdu.


Yağız, bu hayattaki en büyük zaafımdı ve ben bu zaaf yüzünden birçok acı çekiyor, bunu bildiğim halde asla bu zaaftan kurtulmayı düşünmeyip aksine gün sonunda hep ona koşuyordum.


Kurban açısından değil de avcı açısından bakarsak da hakkında diyebileceğim tek şey karşısındakinin zayıflıklarını en iyi şekilde manipüle edenin kazanmaya daha yakın olduğudur. Nereden vuracağını bilip, duygularını kullanarak zaafları ortaya çıkarırsan karşındaki, senin yarattığın karmaşadan kurtulana kadar sen istediğini elde edecek zamanı garantilemiş olup düşmanını yenmeye hak kazanmış olursun.


Yani kimin kurban kimin avcı olduğunun bir önemi yoktur, önemli olan hangisinin daha iyi bir şekilde zayıflıkları kullandığıdır. Zayıflıkları en iyi şekilde kullanan oyunu kazanırdı.


Gözlerimin zihnime yansıttığı sarsıtıcı görüntünün etkisindeki ruhum kazanmanın, bu işten sıyrılmanın planlarını düşünürken Aras’ın beynimle arama girmesiyle ona döndüm.


“Ne yapacağız şimdi? Bu piç illaki videoyu karşımıza çıkaracak.” sinirli sesi kulaklarıma ulaştığında derin bir nefes aldım.


“Kullandığı anda bizde ona karşı bir şey kullanacağız. Bizim şimdi yapmamız gereken şey onun da sakladığı şeyleri bulmak.” keskin tonda çıkan sesim aslında düşünceli bir kaçamak arayan zihnim kadar tereddütlüydü. Kendimden emin konuşmamla Aras’ın çatık olan kaşları daha da çatıldı ve ellerini dizlerinin üzerinde birleştirerek bedenini bana doğru döndürdü.


“Nereden biliyorsun sakladığı bir şey olduğunu?”


“Herkesin sakladığı bir şeyler vardır.” durdum ona yandan bir bakış atarken koltukta arkama yaslandım. “Herkesin kaderinde gizli kutu vardır.”


Ona karşı emin konuşuyor olsamda içimde şüphelerin doğurduğu bir girdap vardı. Evet, herkesin sakladığı bir şey vardır ve bu herkesin içinde umarım Karan’da vardır yoksa büyük sıçmıştık.


İzlediğimiz video yani Karan’ın sahip olduğu video ortaya çıkarsa Aras, idam edilir bende içeri atılırdım.


Rahat görünüşümün ardından kendi iç sorgulamamı yaparken bakışlarım bilgisayar ekranına zihnim geçmişe doğru süzüldü. Karan’ın bana aslında bununla ilgili ipucu verdiğini şimdi fark ediyordum. Törendeki konuşmamızda Koray’ı benim değil yanımdakinin öldürdüğünü söylemişti ve bende onu inandırabileceğimi düşünerek ben yaptım demiştim, Karan’sa dediğime gülerek herkesi hafife aldığımı söylemişti... ne yazık ki haklıydı. Onu hafife almış, şimdi de köşeye sıkışmıştım.


Rakip bile görmediğim kişinin beni sıkıştırmış olmasının gerçekliği bir tokat gibi yüzüme çarparken sinirle oturduğum koltuktan kalkarak odada yürümeye başladım. Dar gelen dört duvar beni kendi içimde sıkışmaya zorluyordu ve bu damarlarımdaki kanı kaynatıyordu.


“Aras, biz bunu nasıl atladık? Nasıl aptal gibi odada kamera olabileceğini düşünmedik?” sesim beklediğimden de soğuk çıkarken boğazımda acı bir tat bıraktı. Biz gerçekten de böyle bir detayı atlayıp da Koray’ın odasını incelemeden oradan çıkmıştık?


“O an kafamız yerinde değildi. Kendimizi suçlayamayız, o sıra odaklandığımız tek şey öldürmekti gerisini düşünmüyorduk.” derin bir nefes aldı ve gergin çenesini kaldırarak bana baktı. “Kendimizi suçlayıp zaman kaybedene kadar ne yapacağımızı düşünelim. Bence en iyisi gidip benim yaptığımı itiraf etmem.” dedi umursamazca.


Son cümlesiyle öfkeyle dönüp gözlerinin içine baktım.


“Bir şey mi dedin?”


“Dedim.”


“Ne dedin?”


“Teslim olmam daha mantıklı dedim, dedim.”


“Bir daha de ama bu sefer beynini de kullan.” bir süre bana bakarak düşündü. Kafasını hafifçe yana eğerken gözlerini düşünceli bir şekilde kısmıştı.


“O zaman şey yapalım dur daha mantıklısını buldum. Sen beni ihbar et bu sefer sen kurtulursun beni öldürürler?”


“Hata sende değil ki hata sana beynini kullan diyen bende.” dedim ve başımı iki yana sallayarak ona sinirle bakmaya devam ettim.


“Bence gayet mantıklı ve iyi bir plandı.” dedi alınmış bir tavırla.


“Şimdi sana buradan bir uçarım iki gün kendine gelemezsin. Git söyle ben yaptım diye de öldürsünler seni. Mantıklı konuşmayacaksan hiç konuşma!” sinirli sesim dört duvarın içinde yankılanırken kendimi hissettiğim duyguların yoğunluğuyla karşısındaki koltuğa bıraktım. Aras, dediklerimi umursamadan yüzündeki ciddiyetle bana baktı.


“Alisa, sırf benim almak istediğim intikam için kendini yakmanı istemiyorum. En iyisi yol yakınken bu kozu ellerinden almak.” dedi, ikna etmeye çalışırcasına. Topraklarımı onun kahvelerinden ayırmadan öne doğru eğilip kollarımı dizlerimin üzerine yerleştirdim.


Bakışlarım keskin bir ayrımla onun gözlerini eşeliyordu. “Senin istediğin yol yakınken...” durdum ve üst dudağımı kıvırarak kısık şekilde güldüm. “Fırsatını bulmuşken kendini öldürtüp bu kargaşadan kurtulmak ama kusura bakma bu yola beraber girdik beraber çıkacağız, o yüzden ölmek gibi bir seçeneğin yok. Ya beraber ya hiç.” dedim itiraz kabul etmeyecek bir tonla. Benim ciddi ifademe karşı onun yüzünde söylediklerimin netliğinin tersinde bir ifade belirdi.


Yüzündeki küçük tebessüm kendinin küçüklüğünün aksine bakışlarındaki büyük duygularla bana odaklandı. “Bende bir an en iyi dostumsun, ölmene izin vermem falan diyeceksin sandım.” dedi kırılmış gibi yaparak. Tepkisiyle yüzümdeki ciddiyet uzaklaşarak yerini hafif bir tebessüme bıraktı.


“Onu dersem takmazsın diye düşündüm, diğeri senin için daha önemli çünkü. Sonuçta teslim olmayı düşündüğün kişiler senden hayatını çalan kişiler.” ilk baştaki gülümsememi samimi gülümsemeden uzaklaştırıp uyarı içeren kendini beğenmiş sırıtışa bıraktığımda aslında içimdeki hüzün gözlerimi dolduracak kadar varlığını doldurmuştu içime. Aras, ilk cümlemle gülümseyen yüzünü son cümlemle yerini tehlikeli bir fırtınaya bırakırken bilmedikleri bile ona bunu yapıyorsa benim bildiklerim ona neler yapardı diye düşünmek bile istemedim. Gözlerinden geçen duygular Aras’ı geçmişe... güzel anılarına götürürken ben koltuktan kalkarak bilgisayarı kapatıp Aras’ın tam yanında dikildim.


“Sahile her gittiğimizde neden silahını hiç belinden çıkartmıyorsun Aras?”


Kafasını bana doğru kaldırdı. Gözleri gözlerimi bir çivi misali delerken dudaklarından tek bir kelime döküldü. “Korkuyorum.”


“Çünkü seni korkuttular değil mi? Onlardan korkuyor musun?”


“Onlardan değil, onların sevdiklerime yapacaklarından.”


Başımı anladım dercesine salladım. “Peki benim senin için de korkabileceğimi düşünmüyor musun?”


“Düşünmek istemiyorum.” dedi pat diye ve içli bir nefes çekti ciğerlerine. “Seni de kaybedemem. Kendimi kaybederim ama seni kaybetmem.”


“Ama bana seni kaybedebileceğimi söylüyorsun. Bazen cidden kiminle konuştuğunu unutuyorsun Thor.” dedim ve kafamı iki yana sallarken ona elimi uzattım. “Bak biz bu işi halledeceğiz. İhtiyacımız olan tek şey birbirimize güvenmemiz. Onların arasındaki tek bağ çıkar ilişkisi, bizim aramızdaki ise güven ve dostluk. O yüzden bizi yenme gibi bir seçenekleri yok. Oyunu onların oynadığı gibi oynayıp kazanacağız.” dedim ve sesimi sertleştirerek ekledim. “Sakın teslim olma gibi bir seçeneği düşünme.” ona uzattığım elimi yüzüne doğru sallayarak tutmasını istediğimi belli ettim. Aras, söylediklerimle samimi bir tebessümle elimi tuttu. Koca bedenini ayağa kaldırıp beni yanında küçük bırakırken gözlerini bana odakladı.


“Şu an hayatımda değerli olan tek şey senin dostluğun... değer verdiğim her şeyi aldılar elimden, bunu da almalarına izin vermeyeceğim. Söz bir daha teslim olmak gibi sikik kelimeyi benden duymayacaksın.” dedi ve bana zaman bırakmadan kollarını bedenime sardı. Başım sert gövdesine yaslanırken benim de kollarım ona dolandı.


“Kazanana kadar savaşacağız. Onları zirveden dibe atana kadar durmayıp, kaybetmenin ne demek olduğunu iliklerine kadar işleyeceğiz hepsinin.” yemin kokan sesi mühür etkisi barındıran cümleleriyle birleştiğinde içimdeki gerginlik kaslarıma yansıdı. Kollarımı onun bedenine daha da sararken derin bir nefes aldım. Başımı onayladığımı belli edercesine sallarken kendimi de içten içe bunu başaracağımıza ikna etmeye çalışıyordum.


Bunu yapmak zorundaydık. Kaybettiklerimize... acı çektirdiğimiz herkese borçluyduk ve bu borcu sadece kazanarak ödeyebilirdik.


Aras'tan ayrılırken ona gülümsedim ve hızlıca gözlerimi odada gezdirdim. Birinin görebileceği herhangi bir izi ortada bırakmadığımızdan emin olarak gözlerimi tekrar karşımdaki adama çevirdim.


“Bu işi en kısa zamanda hallederiz, şimdilik bunu düşünmeyelim. Karan’ın videoyu şimdi kullanmayacağını düşünüyorum o yüzden biraz olsun zamanımız var.” dedim umut dolu sesimle. Aras, sıkıntılı bir nefes vererek başını tamam anlamında salladı. İki elini kot pantolonun cebine koyarken bakışları odada boş boş dolandı.


“Tamam, sen nasıl istersen Kara Dul’um.” dedi ve esneyerek başını sırayla sağ ve sol taraflara eğerek boynunu çıtlattı. “Uyuyalım artık lan, üstümde ağırlık sanırsın tüm gözler üstümde.” bir an durdu ve aydınlanma yaşamış gibi üst dudağını yukarı kıvırdı. Bana üstten bir bakış atarken gözlerimi devirmeme sebep olacak o cümleyi kurdu.


“Tabi ki de tüm gözler üzerimde olur, ben muhteşemim. Şehrin yakışıklı adam ortalamasını yükselten benim fevkalade varlığım.”


“Şehrin yakışıklı adam ortalaması?” diye sorarken deminki hüzünlü ortamı bilerek dağıttığının farkındaydım ve oyununa ayak uydurmak istedim çünkü hüznün bize bir kasırga gibi vurması en son isteyeceğim şeydi.


“Evet, seninki ve yanındaki diğerleri ortalamayı biraz yükseltse de benim varlığım sayıyı yukarı taşıdı. Kızım benim varlığım on üzerinden onluk. Sen anlamazsın tabi yakışıklı adamdan. Gittin elin yüzbaşısını buldun da neyse.” Yağız’ı seçmiş olmamı kabul edemediğini belli edercesine küçümseyici bakışıyla kaşlarım çatıldı.


“Sevgilime bir daha laf atarsan o yakışıklı yüzünü yakarım.”


“Yağız, hayatımda gördüğüm en yakışıklı adam. Yönelimim el verseydi ben bile onu isterdim.” korkuyla peş peşe sıraladığı saçma kelimelerle ona boş boş bakmaya devam ettim. Saçmaladığını anladığında o da bana bir süre boş boş baktı ve en sonunda yalan esneyerek yüzüne masum bir ifade yerleştirdi.


“Bunlar hep uykusuzluktan biliyor musun? Dün geceki gibi bir uyku lazım bana, dün gece seni beklerken iki bira içeyim dedim; seninki de içiyordu ama o salak kederden içiyordu.” durdu ve şerefsizce sırıttı. “Salakla bir dalga geçmişim var ya kafası da iyiydi dediklerimi anlamıyordu. İçimi boşalttım amına koyayım çok iyi geldi. İşte bir ara dayanamadı bana bende sıkıldım odama film izlemeye çıktım, o sıra uyumuşum ama en son böyle deliksiz ne zaman uyudum hatırlamıyorum. O yüzden bir bira içip yatayım.” konuşması bittiğinde yüzümü ifadesiz tutmaya çalıştım. Tabi ki de ona Yağız’ın uyku ilacı verip başından attığını demeyecektim.


“Bence de kesin biradan, sen bir bira iç yat. Yakışıklılığının bozulmaması için cildinin uyku düzeni olmalı.” dedim ve yüzümü yumuşatarak tatlı bir şekilde gülümsemeye başladım. Aras'ın kahveleri yüzümdeki tebessüme odaklandığında kaşları gayri ihtiyari çatıldı. Tedirginlikle yutkunurken benden bir adım uzaklaştı.


“Bir şey isteyeceksin ve bu benim sevmediğim bir şey.” dedi istemiyorum dercesine. Beni benden daha iyi tanımasıyla dudaklarımdaki tebessüm derinleşti.


“Yarın yüzbaşının doğum günü, onunla bir yere gitmek istiyorum ama dersleri var yani yerine birini bulmam lazım ki onu götüreyim...” durdum ve ona doğru bir adım atıp elimi koluna götürerek okşadım. “Thor’cuğum biliyorum Yönetici olmak, dünyayı şimşeğinle korumak çok zor ama bu yardım isteyen arkadaşını kırmayacağını düşünerek yarınki dersleri sana aktardım haberin olsun.” dedim ve hızla parmak uçlarıma kalkıp yanağına küçük bir buse kondurarak hızlıca kapıyı açıp odadan çıktım. Çabuk adımlarla odama doğru yürürken arkamdan gelen Aras’ın söylenmelerine gülüyordum.


“Ulan siz kutlama diye neden ben yanıyorum? Alisa! Başkasını bul, gözünü seveyim sal beni. Dövesim geliyor bu ergenleri bir boktan anlamıyorlar. Lan ben ne anlarım eğitmenlikten ben daha kendim eğitilmemişim.” son cümlesiyle kıkırdayarak ona doğru döndüm.


“Kabul edeceğini biliyordum canım Thor’um.” dedim keyifle ve ona öpücük atarak Yağız’ın odasının kapısını açıp içeri girdim. Kapıyı kapatırken Aras’ın hala kendi kendine söylendiğini duydum ama umursamadım sonuçta istediğimi yapacaktı.


Ben odaya girmiş kapıyı kapatmıştım ki Yağız’ın telefonla konuştuğunu gördüm, benim odaya girmemle “Tamam, ben halledeceğim onu.” dedi ve telefonu kapatarak bana bakıp gülümsedi. Yatağın ayak ucunda, şifonyerin önünde ayakta durmuş gecenin bu saatinde kiminle konuştuğunun merakıyla kaşlarım çatıldı.


“Bu saatte kiminle konuşuyorsun?” saat gecenin ikisine geliyordu ve bizimkiler çoktan odalarına çekilmişti. Yağız, sorumla bana doğru yaklaşarak kollarını belime sardı ve başını aşağıya doğru eğerek okyanuslarını sıcak bir meltemle eş değecek şekilde gözlerime çevirdi.


“Serdar’la konuşuyordum, bir öğrenci sıkıntı çıkarmış onu ne yapsak diye aradı.” dedi ve bir eli belimdeyken diğer eliyle saçlarımı okşamaya başladı.


“İşin uzun sürdü?” soru sorar tonda konuşmasıyla telefon olayının üzerinde durmadım. Ekranda gördüğüm görüntüler tekrar zihnimde canlandığında onları silmek için oflayarak kafamı sert göğsüne yasladım.


“Cidden bıktım bu işlerden, çok da yoruldum.” dedim ve çenemi göğsüne yaslarken kafamı ona doğru kaldırdım. “Yarını acaba ikimize mi ayırsak, baş başa kalıp dinlensen?” istekli sesim ve bir çocuk gibi görünen yüzümle aslancık derin bir nefes aldı.


“İş ne olacak?”


Sırıttım. “Aras, Thor olmaya bayağı hevesli. İyilik perileri üzerinde.”


Alayla üst dudağını kıvırdı. “Çok sövdü mü ibne?”


“Tıh, sadece hayatı sorguladı bir süre.”


Bakışları arsız bir edayla yüzümü okşarken “Bana uyar, işin ucunda seninle yalnız kalmak varsa her şeyi yapabilirim.” dedi ve beni bırakarak üzerindeki gri tişörtü çıkarttı ve sadece alttan giydiği şortu ile kaldı. O, yatağa doğru ilerlerken bende dolaba doğru ilerleyip içinden pijamalarımı aldım ve üzerimi değiştirmeye başladım ama tabi ki tek başıma bu eylemi gerçekleştirmiyordum. Bana eşlik eden bir çift mavi göze bakarken yüzümdeki çapkın gülümsemeyle şortumu bacaklarımdan geçirdim.


“Beni izlemek zorunda değilsin.”


Yatakta yan dönmüş, bir elini başına yaslayarak açık şekilde beni dikizliyordu. “Bu benim için zorunluluk. Bu kaçıramam.” sesindeki eğlenceli tınıyla emindim ki şu an üstümü değiştirmemden değil de utanmamdan daha çok keyif alıyordu.


Benimle oynaması sinirimi bozduğu için banyonun kapısına doğru ilerlerken ona bakıp dil çıkarttım ve başımı hafifçe eğerek gözlerimi kısıp orta parmağımı kaldırdım. Bu yaptığım edepsiz hareketle yüzündeki gülümseme genişledi. Ben tam kapıyı kapatacağım sırada söylediği cümleyle yüzümdeki kızarmayı görmemesi için hızla banyo kapısını çarptım.


“Ben parmağımı kaldırırsam boşta kalmaz ama.”


Sesindeki saf yoğunluk kulaklarımdan içeri süzülüp karnımdan aşağı doğru bir lav misali akarken yüzümdeki yanmayı söndürmek için lavabonun önünde durup hızla yüzüme soğuk su çarpmaya başladım. Soğuk su tenimi rahatlatırken içimdeki arsız kızı susturmak için gözlerimi aynadan kendime odakladım. Kendi sert bakışlarım içimdeki düşünceleri törpülerken bir anda tüm gerçeklik değişti.


Musluktan akan su sesi kulaklarımda uğultu olup beynime akarken gözlerim sadece topraklarımın ana noktasına odaklanmıştı. Bakışlarım kendimeyken dudaklarım iki yana uzandı, hissizdim ama gülümsüyordum. Bakışlarım yüzümde gezinirken ifadem aynıydı, ta ki giydiğim kısa atletin açıkta bıraktığı tenim irislerime değene kadar. Aynadaki yansımamın acı tarafı içimdeki hissizliği bir bataklığa sürüklerken, o zamandan kalan yaraların göz bebeklerime değmesiyle sızladığını hissettim.


İz bırakmış yaraların örtüsü kalkınca acıları da ruhun tadına bakıyordu.


Bakışlarım her bir izin üzerinde gezindikten sonra kesik hissi yaratan cama çevrildi. Gözlerimin içine bakarken yüzümdeki gülümseme kendini önce sahte bir tebessüme ardından da umutsuz bir boşluğa bıraktı.


Farkındaydım, halının altına süpürdüğümüz gerçekler pranga olup bileklerimize düğümlenecekti.


Farkındaydım, son mutlu zamanlarımızı yaşıyordum.


Biliyordum, kavuşamayacak iki ruhtuk. Kader çoktan yollarımızı ayırmak için oyunlar oynamaya başlamıştı ama bir umuttu işte kaderin oyunlarını bozmak.


İçimdeki cadı fısıldıyordu sonumuzu ben her ne kadar onu susturmaya çalışsam da ama bir yandan da çırpınıyordu içimdeki kelebek umut, var; olmak zorunda diye.


Yaşadığım sürece içime çektiğim her bir nefes umudun bir tomurcuğuydu ve doğan her bir günde tomurcuğa can veren topraktı. Onlara ekleyeceğim bir inanç duygusu yeterdi tomurcuğun çiçek açmasını sağlamak için çünkü inanç suydu, inanç karanlığın içindeki güneşti. Bir tomurcuğa ihtiyacı olan şeyi verebilecek tek şeydi ama her şeydi.


Umudu, inanç beslerdi. İnancı olmayanın umudu da olmazdı.


Benim inancım vardı, benim inancım onunla yaşayacağım deli dolu bir hayatın umuduydu.


Emindim bizim kavuşmamıza izin vermeyecek, bizi dibe batırana kadar durmayacaklardı. Her ne kadar ayrılmamıza izin vermeyecek, ikimiz için sonuna kadar savaşacak olsam da acı çekeceğimizi bildiğim için şimdilik sakin günlerimizin değerini bilip ona göre yaşayacak, içimdeki korku ve endişeyi kenara iterek yerine umudu ve sevgiyi koyup acı günler gelene kadar mutlu davranacaktım.


Bu düşünceler içinde aynadaki dolan gözlerimi hızla musluktan akan soğuk suyla gizleyerek yaşlarımı akıtıp havluyla yüzümü sildim. Banyodaki işlerimi halledip çıktığımda Yağız’ın telefonuyla ilgilendiğini gördüm. Yatağa girdiğimde telefonu komodinin üzerine bırakarak beni göğsüne çekti ve başını saçlarımın arasına sakladı. Onları koklarcasına derin bir nefes alırken dudakları değdi onlara.


“İyi gecelere kelebeğim.” diye mırıldandığında gülümseyerek gözlerimi kapattım ve göğsüme sarılmış koluna sarılarak onun sıcaklığında kendimi uykunun huzurlu kollarına bıraktım...


&


Kapının pat diye açılmasıyla aynadaki gözlerimi ardıma çevirdim ve soru soran Yağız’ın sorusunun yarım kalmasına sebep oldum.


“Sabah neredey-” diye konuşarak içeri girmişti ki beni görmesiyle susarak durakladı. Kapı ardından açık kalırken o bunu umursamadan bana bakmaya başladı. Gözleri yavaşça beni süzerken yüzündeki afallamış ifadeyle gülümseyerek elbisemin eteklerini iki yana kaldırdım.


“Nasıl olmuşum?” heyecanlı sesimle konuşmamla bana doğru yürümeye başladı. Gözleri beğeniyle dalgalanmıştı.


“Çok güzel olmuşsun da bunu beklemiyordum yani sen böyle giyinmezsin yavrum.” dedi. Konuşmasıyla aynaya dönerek kendime baktım. Üstümdeki çiçekli beyaz elbiseye bakarken dudaklarımı beğeniyle kıvırdım. Evet, benlik değildi ama yakışmıştı bedenime. Sanki her günüm eğlenceli ve huzurlu geçiyor, hayatın sadece pozitif yönlerini yaşıyormuşum gibi hissettirmişti bana.


Ben kendimi incelerken Yağız’ın arkamda durmasıyla aynadaki yansımamız bana göz kırptı. Benim beyaz çiçekli elbisem, saçlarımı dalgalı bir şekilde omuzlarımdan aşağı bırakıp yüzümdeki hafif makyajla gülümseyip yansımamızda kendimi bulmam ve onun beyaz tişörtü, siyah kot pantolonu eşliğinde kalp hızlandıran gülümsemesiyle bana bakması...


Biz çok güzeldik.


“Bugün farklı olmak istedim. Bugün hayata pozitif bakan, tek sıkıntısı içeceği kahvenin süt oranını ayarlamak olan o kız olacağım. İşin zor aslancık.” dedim gülerek ve sırtımı onun göğsüne doğru bıraktım.


Yağız, benim kendimi ona bırakmamla hızla kolunu belime sardı ve kendini bana bastırdı. Yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. Gözleri aynadan benim gözlerime bakarken eğilip çenesini başımın üstüne yerleştirdi.


“Her halin kabulüm, yeter ki hep böyle gülümseyerek bak bana.” dedi ve eğilip beni boynumdan öptükten sonra yan taraftaki çekmeceden saatini alıp takarken ekledi. “Hadi, çıkalım.” kafamı tamam anlamında sallarken son kez kendime memnun bir edayla bakıp onun peşinden ilerlemeye başladım. Bahçeye çıktığımızda arabaya doğru ilerlerken spor salonuna doğru ilerleyen Aras’ı görmemle gülümsedim ve ona doğru ilerleyip önünde durarak elbisemin eteklerini tutarak önünde döndüm.


“Nasıl olmuşum?” keyifle ona bakarken heyecanla sorduğum soruyla ağır ağır beni süzdü.


Yüzündeki memnuniyetsiz bir ifadeyle yüzünü buruşturdu. “Çok çirkin olmuşsun.” dedi umursamayan bir sesle. Tepkisi karşısında yüzümde şaşkınlık belirdi ardından da hızla kaşlarımı çatarak sinirle tısladım.


“Hadi be oradan çok güzel oldum, Allah’ın körü.” dedim trip atarak ve ona bakmadan yanından geçtim. Gıcık, ona iş yüklediğim için moralimi bozmaya çalışmıştı, neyse ki ciddi olmadığını biliyordum. O yüzden onu takmayarak Yağız’ın peşinden ilerleyip arabaya bindim. İkimizin de hazır şekilde arabaya binmesiyle arabayı çalıştırdı ve yola çıktık. Saraydan çıktığımız an hızla radyodan eğlenceli bir şarkı açtım ve yanımdaki adamın kulaklarını kanatarak şarkıya eşlik edip yolu izledim.


Bir saatlik yolun ardından dinlenmek için her zaman ilk tercihimiz olan nehir kenarındaki ağaçlık alanda piknik örtüsünü serip sabahın beşinde kalkıp hazırladığım yiyecekleri güzel şekilde örtünün üzerine yerleştirmiş ve şimdide bu hazırladığım yiyecekleri kendim yaptığıma Yağız’ı ikna etmeye çalışıyordum.


“Ya aşkım valla bak ben yaptım bu kurabiyeyi.” dedim inatla ve Yağız’ın ağzına tıkıştırdım. Yağız, ağzındaki kurabiyeyi yavaş yavaş çiğnerken inanmadığını belli eden bir ifadeyle bana doğru bakıyordu.


“Güzelim, yirmi yedi yıllık hayatında kaç defa mutfağa girdin sen?” dalga geçercesine konuşmasıyla yüzümü asarak yanından kalktım ve örtünün diğer tarafına geçip oturdum. Kollarımı göğsümde birleştirirken ona bakmadan omuz silktim.


“Sanki hiç girmemişim gibi konuşma.” diye söylendim sinirle. Hayır, tamam; Seda’yı sabah beşte kaldırıp mutfağa sokmuş olabilirim ama sonuçta bende oradaydım, birlikte yaptık bunları. Poğaçaların üstüne yumurta sarısını ben sürdüm mesela.


Yağız, tepkime gülerek “Evet, tabii ki girdin ama yemek yemek için yemek yapmak için değil.” bir an durdu ve bir şey hatırlamış gibi alayla ekledi. “En son yemek yapmak için mutfağa girdiğinde makarna yaparken makarnayı yakmıştın...” cümlesini bitirdiği an kendini tutamayarak kahkaha attığında hızla ona döndüm. Anlattığı ve unutmak için çabaladığım anla dalga geçmesi sinirimi bozmuştu.


“Ben ne bileyim ona su lazım? Tencereye koyunca pişecek sandım. Yeme ya sen benim yaptığım hiçbir şeyi yasak sana. Ben sabahın köründe kalkıp sana yemek hazırlayayım sen beğenme. Aşk olsun!” dedim sinirle. Yağız’sa sinirimi umursamadı ve kolumdan tutarak beni kendine çekip dizine yatırdı.


“Aşk var zaten de keşke bir de senin yalan söylememe gibi bir huyun da olsaydı. Sabah Seda, söyleniyordu iki çocuk annesiyim diye.” dedi eğlenerek. Söyledikleriyle kaşlarım çatılırken gözlerimi kıstım. Hain kostağa bak satmıştı... bunu dönünce onunla konuşacaktım.


“Abartmasın o da iyi ki bir sabah kalk da mutfağa gidelim dedik. Hıh daha da istemem yardım. Hem sadece o yapmadı ya bende yardım ettim, dediklerini yaptım.” dedim kendimi savunurcasına. Yağız, yaslandığı ağaç gövdesinden dizinin üzerinde yatan bana bakarken üst dudağı kıvrılmıştı. Bir eli yere yaslıyken diğer eliyle uzun saçımla oynuyordu.


“Hımm, ne yaptın mesela?” diye sordu merakla.


“Poğaçaların üzerine yumurta sarısı sürdüm.”


“Başka?”


“Poğaçaların üzerine susam ekledim.”


Gülmemek için kendini tutarken “Başka?” diye sordu.


“Poğaçaları fırına koydum.” dedim.


İlgiyle yerdeki elini elime sardı. “Poğaçaları fırına koyarken dikkat ettin değil mi? Yanmadın.” diye sordu.


Başımı hızla iki yana salladım. “Seda, eldiven tak dedi. Taktım ve yanmadan görevi başarıyla tamamladım.” dedim gururla. Tam poğaçaları saklama kabına nasıl koyduğumu da anlatacaktım ki bir an konuşmayı keserek konudan uzaklaşıp Yağız’a bakmaya başladım. Mavi gözleri sanki çok önemli bir şey anlatıyormuşum gibi gözlerime bakıyordu. Yoğun bakışları gözlerimi delip geçerken karnımdaki elini iki elimin arasına aldım.


“Niye öyle bakıyorsun?” diye sordum heyecanla. Gözlerindeki yoğun duygularla, dudaklarında oluşan sıcak gülümsemesiyle içimi ısıtacak şekilde:


“Böyle bir güzelliğe nasıl bakılır bilmiyorum, hissettiklerim gözlerime yansıyor sen söyle nasıl bakıyorum sana?” dedi, kalbimin ritmiyle oynayan sesiyle. Sorusuyla gözlerini incelemeye başladım, o kadar çok şey vardı ki gözlerinde kalbim daha fazla kaldıramadı duygu yoğunluğunu ve beni uyardı. Kalbimin uyarısıyla hızla gözlerimi kaçırdım ve nehre bakarken zoraki şekilde dudaklarımı araladım.


“Tamam, kabul Seda yaptı çoğu şeyi.” konuyu değiştirmek için pes ettiğimi anlamasıyla Yağız, gülerek eliyle saçlarımı karıştırdı ve küçük poğaçalardan birini alarak ağzına attı. Bense saçımı karıştırdığı için ona kötü kötü baktım ve yattığım yerde elimle saçlarımı düzeltmeye çalıştım.


Düzeltirken avını kollayan avcı misali ona baktım. “Ben bir şeyi itiraf ettim şimdi de sen et.” dedim ona kaçma şansı vermeden. Bu itirafı değerlendirerek ondan bir şeyler öğrenebilmeyi umut ediyordum. Ortaya attığım oyunla Yağız, bana ukalaca baktı.


“Neden söyleyeyim?” diye sordu keyifle. Karnımdaki eliyle oynarken ona istekle baktım.


“Ben istiyorum da ondan, hadi aslancık sırayla söyleyeceğiz.” benim de ona itirafta bulunacağımı belirttiğimde o da bende bir şeyler öğrenebileceğini anlayınca kafasını tamam anlamında salladı.


“Hani bir gece gelmiştin ya yatağım ıslandı bahanesiyle. İşte o gece aslında sen hiç kıpırdamadın, yattığın şekilde köşede uyuyordun. Ben seni kendime çekip sarıldım.” dedi hızla ve utanarak bakışlarını kaçırdı. Ben itirafının şaşkınlığından çıkmaya çalışırken bir an o sabah yaşadığım utancı hatırladım ve acıtmamaya özen göstererek göğsüne vurdum.


“Pislik, o sabah ne kadar utandım biliyor musun? Biliyorsun tabi çünkü bir de kendin yapmamış gibi dalga geçtin benimle.” diye söylendim sinirle ve kafamı çevirerek ağaçlara bakmaya başladım. Yağız, eliyle çenemden tutarak başımı yüzüne çevirdi. Gözlerimiz birbirine bağlıyken çenemdeki eliyle tenimi okşadı.


“Beraber yatarken sana sarılmadan nasıl uyuyabilirdim?”


Bir an ne diyemeyeceğimi bilemedim ve zihnimden kelimeler dilime vurdu. “İki sene nasıl uyudun peki?”


Çenemdeki parmakları durakladı, bakışları hüzne gebe kaldı. “Sızmak, uyumak değildir Alisa.”


Kalbimin durduğunu hissettim ya da duracak kadar acı içinde darbe aldığını. Damağımdaki acı tadın yerini çöl kurağı alırken yavaşça yutkundum. Elimdeki eli varlığını korurken ondan destek aldım.


“Her gece mi sızarak uyuyordun?”


“Sadece geceleri değil. Her anım sızmaya meyledecek kadar alkole tutulmuştu.”


“Sadece alkole değil mi?”


“Sadece ona ve senin peşinden götüremediğin hatıralarımıza.” dedi, duygusuz bir sesle.


Bakışları o anları hatırlamak istemiyor gibi benim yüzüme bakıyordu. Arada başımın altındaki bacağını hareket ettirip ağırlığımla varlığımı kendine ispat ediyordu.


“Sen...” durdu bir an ve sanki merak etmiyormuş gibi devam etti konuşmaya. “Sen uyuyabiliyor muydun bensiz?”


“Uyuyamıyordum. Alışmıştım kokuna ama kokundan da değil, senin güven veren varlığına alışmıştım sanırım yoksa yanımda götürdüğüm parfümün işe yarardı.” dedim çenemi titrememesi için kasarken. Sanki günlük bir konuşma içindeydik ama içlerimizdeki kavga o kadar kanlıydı ki bunu dışımıza yansıtmaktan utanıyor gibiydik.


“Nasıl uyuyordun peki?”


“Kanla...” dedim ve yutkunarak bakışlarımı onun beklentiyle bakan okyanuslarına bağladım. “Babamın verdiği görevleri yaparken zaten uyumaya zamanım yoktu. Uyusam da o kadar yorgun oluyordum ki uyumamak gibi bir seçeneğim kalmıyordu.”


İlaçlardan ona bahsetmedim. Söylemeyecektim de bunu bilmesine gerek yoktu, bunu kimsenin bilmesine gerek yoktu.


“Sıra sende.” dedi ve çenemdeki elini tekrar saçlarıma götürdü. Bir tutamı parmakları arasında dolaştırırken kaşlarım çatıldı. Bir an neden bahsettiğini anlayamadım ama sonra itiraf oyununu kastettiğini anladım.


“O gün buluşmaya giderken beyaz elbise giymiştim ya, senin inadına giydim onu sen gör diye. Saraydan çıktıktan sonra arabada üstümü değiştirdim.” dedim söylememeyi her ne kadar istesem de. Yüzüm deminki hüznün ardından şimdi de utangaçlığın sıkıntısıyla yanmaya başlamıştı. Yüzüm rengini değiştirirken bakışlarımı Yağız’dan hiç kaçırmadım. İlk söylediklerimle çatılan kaşları son cümlemle yerini önce şaşkınlığa ardından da inanamayan bir tebessüme bıraktı.


Bana ciddi misin sen dercesine bakarak “Sırf kıskanayım diye bununla mı uğraştın?” diye kendi kendine söylendi ve kafasını olumsuz anlamdan sallarken “Seninle ne yapacağım ben?” diye sordu derin bir nefes alarak.


İsyanıyla tatlı bir şekilde gülümsedim. “Sevsen yeter aslında.” cilveli sesim ona ulaştığında gamzelerini gösterecek şekilde gülümsedi.


“Onu yapıyorum sevgilim, başka bir şey de.” söylediğinin geldiği anlamla kalbimin hızlanması beynimi durdurdu ve ben ne diyeceğimi bilemeyerek topu benden uzaklaştırmayı seçtim.


“Dağıtma oyunu sıra sende.”


“İlk geldiğin zamanlarda yarışmıştık ve sen kazanmıştın. Aslında ben izin verdiğim için kazandın. Senin kazanmanı istedim.” dedi kendini beğenmiş bir şekilde. İtirafıyla kaşlarımı çatarak hızla dizlerinden kalktım ve oturarak ona sertçe baktım.


“Hah! Hadi be oradan, ben kendi emeğimle geçtim seni ve kazandım yarışı.” bunu asla kabul edemezdim. Sinirlenmemle Yağız, daha da keyiflendi ve yaslandığı ağaca daha da kendini bırakarak bana alaycı şekilde baktı.


“Seda, bile fark etti. Ona sor, ben izin verdim sana kazanman için.” dedim tekrardan özgüvenli bir gıcık tavırla. Konuşmasıyla sinirle ayağa kalktım ve arabaya doğru ilerlemeye başladım. İlerlerken de kendi kendime söyleniyordum. Arabanın bagajına ulaşmamla onun dalga geçen keyifli sesini duydum.


“Ne o yenilgiyi kabul edemeyip beni mi öldüreceksin de ona hazırlık yapıyorsun?”


Sinirle gülümserken sabah kendi ellerimle yaptığım çikolatalı pastayı kutusundan çıkarttım. “Seni bu güzel ortamda öldürerek doğaya zarar vermem Ertuğ!” diye bağırırken pastanın üzerine iki mum yerleştirdim ve bagajdan ayrılarak Yağız’a doğru ilerlemeye başladım. Ona ilerlerken nehre bakan gözleri bana döndü ve elimdekini görerek gülmeye başladı.


“Ciddi misin sen?” inanamayarak sorduğu soru eşliğinde yavaşça ayağa kalktı. Pastayla tam karşısında ona heyecanla bakarken bakışlarımla pastayı işaret ettim.


“Çakmağınla mumları yak.” Yağız, elini cebine atarak çakmağını çıkardı ve mumları yakmaya başladı. Bunu yaparken de benden çekindiği için yüzünü ciddi tutmaya çalışıyordu çünkü Yağız, normalde doğum günü kutlamalarından nefret ederdi ama benim için önemliydi bugünler.


Dünyaya geldiğin günü, hayatındaki sevdiklerinle kutlamak anlamlıydı...


Mumları yakarken tüm dikkatimle onu izliyordum. Mumları yakıp çakmağını örtünün üzerine attığında pastayı yukarı doğru biraz kaldırdım.


“Yirmi dokuz sene önce bugün, 10 Ağustos 1994 ve benden önce benim hayatımın anlamı doğdu. Doğup beni beklediğin için, her ne kadar hayatımızı mahveden bir nedenden ötürü bana gelmiş olsan da bana geldiğin için, beni seçtiğin için teşekkür ederim Yağız Ertuğ. İyi ki doğdun sevgilim.” dedim ve üfle dercesine pastayı işaret ettim. Yağız, ona uzattığım pastaya hiç bakmadan duygu yüklü gözleriyle gözlerimi anlamlandırıyordu ve eğer biraz daha böyle bakmaya devam ederse ağlayacağımı bildiğim için yalandan sinirlenmiş gibi yapıp gülmemi tutamadan söylendim.


“Eğer mumları üflemezsen pastayı yüzüne yapıştıracağım.” uyarı tonlu konuşmamla Yağız, gülümseyerek kafasını olumsuz anlamda salladı ve hızla mumları üfleyip pastayı elimden alıp yere koydu. Hızlı hareket etmesiyle şaşkınca ona bakakaldım.


“Dilek dilemedin.” dedim üzgünce. Üzgün sesimle bana bakarak ellerini belime sardı ve beni göğsüne yasladı.


“Dilek dilememe gerek yok her şeyim var ve her şeyim de kollarımda.” dedi gülümseyerek. Onun gülümsemesine inat kaşlarımı çattım. Doğum günü pastası dilek dileme aracıydı bunu kaçırmasına inanamıyordum.


“İllaki istediğin bir şey vardır. Sahip olduklarından fazla istediğin bir şey yok mu?” diye sordum sinirle. Resmen bu işi başından atmaya çalışıyordu. Konuşmamın bitmesiyle bana gülümseyerek bakıp hızla alnımdan öptü ve yavaşça geri çekilip alnını alnıma yasladı.


“Benim dileğim yanımda, senin dileğin yanında. O yüzden bizim yapmamış gereken tek şey dileklerimize sahip çıkmak. Fazlasına gerek yok.” dedi fısıldayarak ve alnını alnımdan çekmeden başını nehre doğru çevirdi.


“Hadi girelim.” ben deminki dilek mevzusunu düşündüğümden ilk ne dediğini anlayamadım ve ona anlamadım dercesine baktım. Bakışımla gülümseyerek benden uzaklaştı.


“Nehire girelim diyorum.” dedi sabırsızca ve gözlerime bakmaya başladı istekle. Gözlerindeki isteği görmemle düşünceli bir şekilde etrafa bakındım.


“Şimdi nehre gireceğiz, ıslanacağız ne gereği var?” dedim istemem ama yapalım edasıyla. Yağız, bunu bildiğinden isteksiz cümlemi umursamadı ve hızla tişörtünü ve saatini çıkarttı. Ben onun çıplak kaslarına odaklanmışken o çekici bir şekilde gülümsedi ve elini belime sararak göğüslerimin ezilmesine sebep olacak kadar beni kendine yasladı.


“Ben dileğimle nehre girip öpüşmek istiyorum yani gerek var.” dedi ve konuşması bittiği gibi belimdeki bir elini bacaklarıma indirip beni hızla kucağına aldı. Yerden havalanmamla kıkırdayarak ellerimi boynuna sardım.


“Sen bu aralar bir sapıklaştın sanki. Ya biri görürse?” dedim sanki umurumdaymış gibi. O da bunu anlamıştı ki adımları suya doğru ilerlerken bana yandan bir bakış attı.


“Bu halimin hoşuna gittiğini biliyoruz ve şu an burada ikimizden başka kimse yok.” dedi tehlikeli bir şekilde.


Yağız, konuşurken suyun içine girmiştik ama ben kucağında olduğum için daha ıslanmamıştım. Aslancık biraz daha ilerleyip su onun beline kadar çıktığında bir an sinsice gülümsedi ve ben yapacağı şeyi anlayarak “Sakın!” diye bağırmıştım ki son heceyi suyun içinde tamamladım.


Pislik herif beni suya bir taşmışım gibi fırlattı. Ve su soğuktu...


Hızla suda doğrularak kıpırdanmaya başladım. “Siktir! Soğuk!” diye bağırdım ve bakışlarımı ona öfkeyle çevirdim. “İnsan sevdiğine bunu yapar mı?” yüzümdeki ıslak saçları geriye iterken gözlerimden ateş çıksa onu yakacağımı bile bile bakarken o sesli bir şekilde gülerek yanıma yaklaşmaya başladı.


“Olacağım dediğin kızlar böyle küfretmezler.” dedi onaylamayan bir biçimde. İçinde bulunduğum durum göz önüne alınınca söylediği şeyle daha da sinirlendim.


“Başlarım kızına, bir an dünyam şaştı.” diye tısladım sinirle ve suda hareket etmeye devam ettim. Eğer hareket edersem suya alışırdım ve benim buna ihtiyacım fazlasıyla vardı. Ben kendi kendime suya alışmaya çalışırken Yağız, yanıma geldi ve beni kendine çekti. Ona sinirli olduğum için hiçbir tepki vermedim. Tepki vermememle gülümseyerek keyifli bir tonla beni süzdü.


“Üşüyor gibisin seni ısıtmamı ister misin?” diye mırıldandı yüzüme doğru. Ses tonundaki hoş tını üşüyen tenimi gıdıklarken topraklarım okyanuslarında takılı kaldı. Gözlerindeki tutku nehri kurutacak kadar alevliydi.


Gözlerim bu düşünceyle okyanuslarından süzülerek dudaklarına kaydı ve şu an boynuma kadar suda oluşumdan sanki vücudumun haberi yokmuş gibi bedenim yanmaya başladı. Yağız, dudaklarına baktığımı fark etmişti ki yavaşça dudaklarını ıslattı ve beni kendine çekerek bacaklarımı beline sarmamı sağladı. Beni gövdesine çekmesiyle ellerimi boynuna attım ve gözlerimle aynı onun bana baktığı gibi tutkuyla baktım.


“Tehlikeli sularda yüzüyorsun aslancık.” diye fısıldadım dudaklarına doğru. Nefesim tenini yalamıştı ki buna karşılık elbisemin altından elleri sertçe kalçalarımı sıktı. Yağız, fısıldamamla kendinden emin şekilde gülümsedi ve dudaklarını çeneme değdirerek çene hizamdan kulağıma doğru ilerleyerek tenime izini bıraktı.


“Yüzme biliyorum kelebek. O yüzden de her şeye açığım. Tıpkı senin benim için açık olman gibi.” dedi ve boynuma bulunduğumuz su kadar ıslak bir öpücük bıraktı. Öpücüğüyle titreyen bedenim yüzünden derin bir nefes aldım ve aklımla olan bağlantımı koparmadan önce son kez mırıldandım:


“Tehlikeyi göz alıyorsan, ısıtabilirsin.”


&


“Sevgilim ben nereden bileyim karıncalar basacak pastayı? Hadi dön bana doğru.” diyen Yağız’ı umursamadan arabanın kapısına doğru dönmüş bedenimi kıpırdatmadan camdan yolu izlemeye devam ettim.


Resmen onun yüzünden tüm emeklerim boşa gitmişti. Sabahın köründe daha kargalar bokunu yemeden kalkıp hazırladığım tüm yemekler karınca istilasına uğramış, tek başıma sevgimi katarak yaptığım pasta karınca yuvasına dönmüştü ve bunun tek sorumlusu yanımdaki arabayı süren şahıstı.


Onun için yaptığım pastanın tadına bile bakmamıştı...


Yağız, ona cevap vermediğim için elini yanağıma doğru uzatmıştı ki elimle elini ittim ve sinirle kafamı ona doğru çevirdim.


“Dokunma bana, zaten ne olduysa bunun yüzünden oldu. Öpeceksin diye pastam gitti.” dedim dişlerimin arasından ve burnumdan sert bir soluk verdim. Yağız’ın konuşmamla yüzünde arsız bir gülümseme oldu.


“Yavrum, pastan öpücükten dolayı gitmedi ilerisi olduğu için gitti. Ben öpüp çıkacaktım sudan, sen rahat durmadın.” dedi keyifle. Benim sinirime karşılık onun bu kadar rahat olması ve beni asıl üzen kısma dikkat etmemesi daha da öfkelendirdi beni.


“Hadi be oradan asıl sen rahat durmadın ve sen rahat durmadığın için benim pastamı karıncalar yedi. Konuşma benimle. Hediyeni de vermeyeceğim.” dedim ve kapıdan dışarı bakmaya başladım.


Söylediklerimle Yağız, bıkkın bir nefes vererek “Anlamıyorum ki içinde kaç kişi var? Bir bakıyorum içinden canavar çıkartıp adam dövüyor, bir bakıyorum ergen gibi trip atıyor. Ne yapacağım ben seninle?” diye söylendi kendi kendine. Söylenmesiyle kafamı çevirerek ona baktım o ise bana değil yola bakıyordu ama yüzünde eğlenir gibi bir ifade vardı.


“Sensin ergen be ayrıca dikkat et bu gidişle döveceğim adamlardan biri olacaksın.” dedim ve son noktayı koymak istercesine kollarımı göğsümde birleştirirken ekledim. “Bir de sen benimle hiçbir şey yapma, beni eve götür.”


Söylediklerimle bakışlarının ağırlığını üzerimde hissettim ama dönüp ona bakmadım. Sadece en son “Sen nasıl istersen.” dediğini duydum ve yol boyunca sürecek o sessizliği başlatmış oldu...


Hızlı sürdüğü için gidişimizin aksine gelişimiz daha hızlı oldu. Eve girdiğimde salondan gelen televizyon sesiyle adımlarımı oraya doğru yönlendirdim. Kapının eşiğinde durduğumda Aras’ı benim onun için ayırdığım pastayı yerken gördüm ve düşük olan moralimin daha da düşmesini izledim.


Aras, çatalını ağzına götürmüş dilimi çiğnemeye başlamıştı ki bakışları bana döndüğünde yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi.


“Güzeller güzeli Soylum gelmiş. Alisa, bu elbise sana çok yakıştı bu arada hep böyle giyinsene.” dedi ve pastadan bir lokma daha alıp ağzına attı.


Söyledikleriyle kaşlarımı çatıp “Hani sabah çok çirkindim?” diye sordum kinayeli bir şekilde. Sorumla Aras, kafasını hızla hayır anlamında salladı.


“O benim için pasta bıraktığını bilmeden önceydi. Sen yapmışsın Seda, söyledi. İlk bir zehirlenirim diye yemek istemedim ama sonra merak ettim...” durdu ve enfes olduğunu belli edecek şekilde gözlerini kapatıp parmak uçlarını birleştirip dudaklarına götürdü. “Bebeğim yediğim en iyi pasta. Yine yapsana bundan.” dedi. Tam cevap verecektim ki Yağız, kapının eşiğinden hareketlenerek ona doğru ilerlemesiyle sustum.


“O bebeğim lafını alır götüne sokarım düzgün konuş.” dedi ve Aras’ın yanında durarak tabağı elinden aldı. Aras, şaşkın bir şekilde elinden alınan tabağa bakıp sonra da elinde kalan boş çatala baktı. Yağız'ın çatalı da elinden almasıyla gasp edilmiş gibi bana baktı.


“Pastamı aldı.” dedi annesine şikayet eden çocuk misali. Bana masum bir şekilde bakmasına kıyamayarak Yağız’a baktım.


“Versene pastasını.” diye sinirle söylendim ama bunu boşluğa dedim çünkü Yağız, beni umursamadan tabaktaki yarım dilimi çoktan yemeye başlamıştı. Tüm pastayı yiyip boş tabağı Aras’a geri verdi ve bana bakarak gülümsedi.


“Eline sağlık Bebeğim. Tekrar benim için yaparsan iyi olur.” dedi ciddi bir sesle. Ben onun tepkisine şaşkın bir şekilde bakarken Aras, bu sefer araya girdi ve o da bana bakarak:


“Alisa, benim hakkımı yedi asıl bana yap. Hem siz yemediniz mi?” diye sordu ve öfkeyle Yağız’a baktı. “Lan aç benimkini niye yedin? Tok evin aç gözlü hırsızı.” Yağız’a kötü kötü bakarken Yağız, ona doğru döndü ve ona üstten bir bakış attı. Onu umursamadığını belli ediyordu bakışları.


“Sana ne lan? Benim sevgilim yaptı.”


“Siktir lan oradan bunu da benim arkadaşım bana yaptı ama kırk haramilerin şerefsiz başı gibi geldin çöktün üstüne.” birbirlerine laf atmalarının böyle uzayıp gideceğini anladığımdan sinirle:


“Neydi günahım da bu iki adam başıma musallat oldu acaba?” diye bağırdım yukarı doğru bakarak ve sonra onlara bakarak “Nah yaparım size daha bir şey.” diyerek çıkışa doğru yöneldim. Kapıdan çıkacakken Yağız’ın sorusuyla durakladım.


“Nereye gidiyorsun?”


Ona bakmadan yavaşça yürümeye devam ettim. “Odaya!”


“Tamam, geliyorum birazdan.” demesiyle hırsla bağırdım.


“Görmek istemiyorum seni. Konuşma benimle!”


Hırsla merdivenleri çıkarken onun da benim gibi yüksek çıkan sesini duyduğumda ayaklarımı yere vura vura odama ilerledim.


“Tamam güzelim, hangimizin odasında uyuyoruz!?”


Gözlerimi devirerek odama girdiğimde sinirden güldüm. Cidden neredeyse otuzlarına dayanmış iki adamla çocuklarmış gibi uğraşıyordum. Bir de beyefendi bana ergen diyordu. Sakinleşmek için derin nefes alarak ayakkabılarımı çıkartmaya başladım. Hem günün mahvolması hem de sürekli aramızdaki çekişmeyle geçmesi sinirimi bozmuştu. Kendimi rahatlatmak için duş almanın iyi bir fikir olacağını düşünerek kendimi banyoya attım.


Tüm banyo buharla kaplanırken üzerimdeki havluyu iyice sıkarak kapıyı araladım. Odaya geçmiştim ki çalmaya başlayan şarkıyla bir an donup kaldım. Tam anlamıyla banyodan çıkıp odanın içine ilerlediğimde Yağız’ın gülümseyerek çalışma masasına yaslanmış bir şekilde beni beklediğini gördüm. Göz göze gelmemizle yaslandığı yerden doğrularak bana doğru yaklaştı ve elini uzattı.


Dans edecektik...


Şaşkınlıkla bir şey diyemedim ve uzattığı eli tutarak kendimi ona bıraktım. Odanın içinde çalan şarkıyla dans etmeye başladığımızda bile kelimeleri dilimde döndüremiyordum. Üzerimde havlu vardı ve ıslak saçlarım omuzlarımdan dökülüyordu. Bu halde onunla dans etmek en son beklediğim şeydi.


Şaşkınlığı yavaşça üzerimden atarak kollarımı boynunda birleştirdim. “Nereden çıktı bu?” diye sordum merakla. Yağız, ıslak saçlarımdan yayılan kokuyu içine çekerken üzerinin ıslanacağını umursamadan beni kendine yasladı.


“Özür dilerim, istediğin gibi bir gün olmadı. Özür dilerim benim için yaptığın pastayı yiyemediğim için. Özür dilemiyorum o ibneye yaptığın pastayı yediğim için.” dedi. İlk dediklerine içim giderken son dediğine gülmeden edemedim.


Emindim, bu adam deliydi. Kesin karar vermiştim artık.


Kafamı kaldırarak sevgiyle bakan gözlerine baktım. Okyanuslarındaki parıltılar içimdeki karanlığa aydınlık olurken çalan şarkıya dikkat kesildim ve kaşlarım bir şaşkınlıkla daha havalandı.


“Barda şarkı söylemeni istediğimde niye meyhanede çalan şarkıyı söyledin?” diye sordum. Bunu merak ediyordum çünkü hiç düşünmeden direkt bu şarkıyı çalmalarını istemişti orkestradan. Yağız, sorumla gülümsedi ve ellerini belime daha da yerleştirerek şarkının eşliğinde sallanan bedenlerimizi etkisine alacak kadar yoğun olan sesiyle:


“Şarkılar insanın gizli kutusudur. Her şarkının insanda hissettirdiği duygu, hafızasında canlandırdığı bir hatıra olur. Ben istiyorum ki hangi şarkı kulağına gelirse gelsin sen o melodide bizim güzel anımızı hatırla. Çalan müzik seni düşüncelere daldırırken hafızanda; beraber geçirdiğimiz anlar canlansın ama bu anıların hiçbiri gözünde göz yaşı varken olmasın, yüzünde gamzeni belli eden gülümseme varken olsun. O yüzden o şarkıyı söyledim. İlk dinlediğimizde gözünde göz yaşı vardı; bunu sil anılarından ve son kez dinlediğin benim senin gözlerine bakarken, senin bana dayanamayıp eşlik ettiğin şekilde kalsın o şarkı hafızanda.” dedi ve beni bitirdi. Beni sevgisiyle, bana olan aşkıyla tüketti.


Söylediği kalp hızlandırıcı düşüncesiyle dolu gözlerimi ondan çekerek bedenlerimizi ayırdım ve masanın üstündeki çantama doğru ilerleyerek içindeki kutuyu alıp sevdiğim adama yöneldim. Tam karşısında durduğumda ona gülümseyerek bakıp kutuyu uzattım. Üst dudağı yukarı kıvrılırken iç çekerek kutuyu alıp açtı ve içindekini eline alarak bana baktı.


“Teşekkür ederim. Güzel saat.” gözlerine baktığımda gerçekten beğendiğini anlamıştım. Yağız, tam kutuyu bırakacaktı ki içindeki kolyeyi fark etti ve kaşlarını çatarak onu da içinden çıkarttı. Kolyeye bakışları değdiğinde şaşkınlıkla bana baktı.


Şaşkınlıktan kaynaklı afallamasına gülümseyerek “Kolye senin bana on sekizinci yaş günümde aldığın kolye. Saatle kolyeyi birbirine bağlattım. Yani sen saati takarken diyelim ki bana ihtiyacın oldu veya beni özledin. Şuradaki- elimle tuşu gösterdim- küçük tuşa basman yeterli, sen ona bastığın anda kolyemde kelebeğin arkasında bir titreme olacak ve beni sana gelmem konusunda uyaracak. Aynısı benim içinde geçerli eğer ben kelebeğin kanadındaki küçük tuşa basarsam senin saatin ötecek ve sen hemen bana geleceksin.” dedim sanki atomu parçalıyormuş gibi anlatarak. Açıklamam bittiğinde arkamı döndüm ve ıslak saçlarımı toplayarak ensemi kolyeyi takması için açtım.


Yağız, takıp aynı geçmişte yaptığı gibi enseme sıcak bir öpücük bırakıp beni kendine döndürdü. Duygu dolu okyanus gözlerini koyu toprak rengi gözlerime bağlayarak “Aldığım en iyi hediye... beni sana bağlayan, seni bana bağlayan. Teşekkür ederim. Nerede olursam olayım, hangi boktan durumda olursam olayım beni çağırdığın anda yanında; nefesinin bir adım uzağında olacağıma söz veriyorum.” dedi yemin edercesine. Gözlerinde gördüğüm duyguları tatmin etmeyeceğini bildiğim halde bir elimi yanağına götürerek okşamaya başladım. Dokunuşumla huzurla kapanan mavi gözlere gülümseyerek başımı hafifçe yana eğdim.


“Çağırdığın anda, hemen yanında olacağım. Bir nefes uzağında durup mavi gözlerine geldim yanındayım diyeceğim söz veriyorum.” dedim ve parmak uçlarımda yükselerek dudaklarını dudaklarımla örttüm...


Loading...
0%