Yeni Üyelik
39.
Bölüm

38.Bölüm "Midye Dolma Kendini Kolla"

@senabookss

“Mutluluk seni uyutur, huzur gözlerini kapatır ama sakın unutma zaman akar düşman uykunda vurur.”


‘Elinde bir kağıt bir kalem olsun. Kalemi sıkıca tut almasınlar elinden, kağıdı bırak uçursun rüzgar. Onların baskıları senin düşüncelerini susturabilir, elinde ki kağıdı alıp rüzgara savurabilir ama unutma, kağıda döktüğün fikirler gün gelir uçtuğu yerde bir direniş başlatır.’ demişti annem beni ziyarete geldiği kısa bir vakit içinde. Hatırlıyordum, o gün beni ziyarete geldiğinde saraydan gitmek için ona yalvarmıştım çünkü eğitmenim ona karşı geldiğim için bana ceza vermişti.


Daha yedi yaşındaydım...


İki gün yemek cezası, bir günde uykusuzluk cezası almıştım. İki gün boyunca aç kalmış, bir gün boyunca da uyumamıştım ve bunun tek sebebi Kral hakkında onun da bizden biri olduğunu söylememdi.


Yanılmışım. Kral, bizden biri değildi; Kral, bir tanrıydı ve o ne isterse biz yapardık. Eğitmenim öyle demişti. Peki gerçekten de öyle miydi bilmiyordum... o zamanlar.


Şimdi ise bizden bile aşağıda olduğunu düşünüyor, korkaklığının arkasına saklanarak bizi piyon yerine koyup lüks içinde sarayında yaşayan bir parazit olduğunu biliyordum.


Bu düzenin değişme zamanı gelmişti.


Yaşadığım son iki sene haricinde bu kadar gözüm açılmamıştı. Doğup büyüdüğüm kültürde kendi halimde aslında kabul etmiştim hayatımı. Kast vardı ve gücü seviyorsan herkesi yenmek zorundaydın. Hayat böyleydi. Bende bu düzene uyup gücün peşinde koşan arsız olmuş, kastın tepesine doğru yol almıştım. Tabii babam sayesinde bu biraz daha kolay olmuştu ama şimdi de anlıyordum ki bu kolaylık aslında planlıydı...


Ve ben artık planların oyuncusu değil planları bozan oyunbozan olacaktım.


“Hadi...” oflayarak derin bir nefes aldım. “Yapabilirim, biraz daha yukarı.” fermuarı yukarı çekememenin verdiği sinirle üfleyerek omuzlarımı dikleştirdim. Neredeyse on dakikadır fermuarı çekmek için türlü şekillere girmiştim ve başaramamıştım. Bir kez daha karar verdim, şık giyinme işleri benlik değildi.


Kolumu zorlayarak tekrar denemek için arkama doğru götürmüştüm ki elimde hissettiğim elle kafamı omzumun üstünden arkaya doğru çevirdim. Sırtıma bakan mavi gözleri görmemle elimi fermuardan çektim ve rahatlamanın verdiği hisle huzur içinde soluklanarak başımı önüme çevirdim.


Yağız’ın eli, benim elimi çekmemle fermuarı kavradı. Sıcak eli tenime değdiğinde ürperen bedenim gerginlikle tüylerimi uyardı. Benim yarı yola kadar getirdiğim fermuarı yavaşça aşağı doğru çektiğini hissetmemle gülerek elbisemin ön tarafını tuttum.


“Yanlış taraf yüzbaşı, yukarı doğru çek.” diye söylenirken gülümsediğimi belli edecek bir kıkırtı da eşlik etmişti sesime. Yağız, fermuarı biraz daha indirirken bana doğru eğildi, nefesi kulağımı gıdıklarken göğsünün sıcaklığı sırtıma çarptı.


“Bence doğru taraf.” şu an benimle oynadığının farkındaydım ama zamanımızın azalmasından dolayı keyif aldığım oyunu bitirmek zorunda kaldım.


“Eğer şimdi yukarı çekersen gece tamamen indirebilirsin.” dedim fısıldarcasına. Söylemimle arkamdaki içimi heyecanlandıran adam hızla fermuarı yukarı çekip nefesini enseme bıraktı.


“Adil bir anlaşma.” diye mırıldandı yoğun sesiyle ve beni kendine döndürerek yüz yüze gelmemizi sağladı. Birbirimize doğru dönmemizle benden iki adım uzaklaştı ve ayaklarımdan başlayarak yukarı doğru beni süzdü. Gözlerinde gördüğüm beğeni ve arzu yüzümde keyifli bir gülümseme yarattı.


Ellerimi gövdemde gezdirirken “Nasıl olmuşum?” diye sordum.


“Çirkin olmuşsun.” dedi, bakışlarına inat yalan söyleyerek.


“Yani güzel olmuşum?” inatla sorgulamaya devam ettim çünkü yalan söylediğini biliyordum.


Başını iki yana salladı. “Çok çirkin olmuşsun.”


“Yani çok güzel olmuşum.”


Dudakların büktü ve ellerini kumaş pantolonun ceplerine yerleştirirken umursamazca omuz silkti. “Şöyle söyleyeyim mesela seni görsem asla seninle sevişmek istemem.”


Gülmemi bastırmaya çalışırken saçlarımı geriye savurarak ona seksi bir bakış attım. “Yani benimle sevişmek istiyorsun.”


Hiç zaman kaybetmeden başını hızla salladı. “Evet, istiyorum.” dedi. Gözleri göğüslerim ve boynum arasında mekik dokuyordu.


“Yani güzelim?”


“Hayatımda gördüğüm en güzel kadınsın ve bu çok sinirimi bozuyor.” içli bir nefes aldı. Beni beğenmesi fazlasıyla tatminlik duygusu hissetmeme sebep olmuştu ve bu benim için gerçekten güzel bir şeydi.


“Elbisem nasıl peki?” diye sordum tatlı bir edayla. Ondan güzel şeyler duymak hoşuma gidiyordu. Beğendiğinin seni beğenmesi, başkalarının seni beğenmesinden daha değerliydi.


Sorumla gözleri uzun elbisemin derin yırtmacından başlayarak yukarı doğru tekrar çıkmaya başladı... belimde bir süre oyalandı ve oradan da göğüslerimde kısa bir süre mola verdi. Sonunda tutkuyla parlayan gözlerini gözlerime bağladı ve sert bir şekilde yutkunarak yapay şekilde gülümsedi.


“Fazla iddialı sanki...” boğuk sesi yüzümdeki gülümsemeyi genişletirken tepkisinin verdiği hoşnutluk hissiyle ellerimi belime yerleştirip kendimi süzdüm.


“Tam bana layık yani, bende öyle düşünmüştüm.” dedim kendimi beğenmiş bir edayla ve ona doğru kafamı kaldırdım.


Yağız, egoma gülümserken bu sefer benim gözlerim onu süzmeye başladı. Evet, süzmeye başladı ve içimdeki bastıramadığım taraf hızla ortaya çıkarak fısıldadı:


Siktir! Şu an karşımdaki adam niye bu kadar... bu kadar ulaşılmaz gözüküyordu? Giydiği siyah takımın içinde, tüm gövdesini saran siyah gömleğin kaslarını belli edecek şekilde tam üzerine oturması ve üstten açık bıraktığı üç düğmesi... kumral saçlarının özenle şekillenmiş bir biçimde insanda dokunma isteği uyandırması ve tüm bunların haricinde yakışıklı yüzünü üst levele çıkaran okyanus gözlerinin insanda değişik duygular oluşturması... evet, karar vermiştim bu adam bu gece odadan çıkmamalıydı.


Onu beğeniyle süzen gözlerimin gözlerini bulmasıyla göz göze geldik ve ben kendime gelmeye çalışırcasına hafifçe boğazımı temizleyip bakışlarımı sertleştirdim.


“Hiç yakışıklı değilsin, bence çıkma sen odadan. Dalga geçerler senle.” dedim ciddiymiş gibi yaparak. Bunları söylerken de içimden umarım çarpılmam diye düşünüyordum.


Yağız, ona yansıttığım tepkimle sesli bir şekilde gülerek aramızdaki iki adımı kapattı, tam önümde dururken ellerini belime sararak hafifçe bana doğru eğildi.


“Halbuki bahçedeki çoğu kadın yakışıklı olduğumu söylemişti.” dedi beni kışkırtmaya çalışarak ve çalışmasında başarılı olup beni kışkırttı. Kurduğu sinir bozan cümleyle hızla siyah topuklu ayakkabımın topuğunu ayakkabısına bastırdım.


“Bana diyenlerin kim olduğunu söylersen iyi olur!” diye sinirle tısladığımda yalandan yüzünü acıyormuş gibi buruşturdu. “Ateşkes!” dedi hızla ve iki elini belime yerleştirerek beni havaya kaldırıp ayağını ayağımın altından çekip beni yere geri koydu... sanki hafif bir eşyaymışım gibi. Bunun üzerinde durmadan geri adım atmasının verdiği keyifle tebessümle gözlerine baktım.


“Bence de yoksa geceyi mahvedeceğiz. Çıkalım.” dedim ve tam çıkmak için hareketleniyordum ki Yağız, belimdeki ellerini daha da sardı ve gitmemi engelledi. Yaptığıyla kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. Gözlerinde anlamlandıramadığım duygularla bana bakıyordu.


“Çıkmasak mı?” kısık sesiyle masum bir istekte bulunuyormuş gibi konuşmasıyla kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.


“Neden?” sorumla Yağız, beni biraz daha kendine çekti, göğüslerim aramızda ezilirken belimdeki bir elini yavaşça kalçama doğru sürükledi. Bunu yaparken de kafasını boynuma doğru eğmiş burnunu tenime sürmüştü.


“Fazla iddialısın.” bir öpücük. “Fazla güzelsin.” bir öpücük. “Fazla seksisin.” bir öpücük. “Çok fazlasın Alisa, karşındakini fazlalıklarınla büyüleyecek kadar büyüleyicisin ve bunu herkes görecek.” dedi. Çeneme küçük bir ısırık bırakırken son kez fısıldadı. “Ve ben de fazla kıskanç bir adamım.” boğazımı yakan nefesi dudaklarının değdiği yerde karıncalanmalara sebep olurken bundan etkilenen tek yerim orası değildi. Söylediklerinin içimde oluşturduğu hareketlenmeyle ellerimi omuzlarından başlayarak boynuna doğru çıkarttım ve iç çekerek dalgalanmış okyanuslarına baktım.


“Kıskançlık olayını kapatmıştım diye hatırlıyorum aslancık. Hem kimin görüp kimin görmemesi umurumda değil. Ben istediğim adamı etkiledim gerisi önemli değil. O yüzden şimdi hemen odadan çıkmalıyız...” iç çektim. “Çünkü çıkmazsak burada engelleyemeyeceğimiz şeyler olacak ve bunun sırası değil, herkes bizi bekliyor.” diye mırıldandım istemeyerek. Konuşmamın bitmesiyle Yağız, çeneme sıcak bir öpücük bırakıp kafasını kaldırarak bana baktı. Gözlerinde gördüğüm duygulara gülümseyerek ellerimi boynundan çektim. Ellerimi çekmemle Yağız, suratını astı ve umutla yüzünü yüzüme yaklaştırarak “Bari küçük bir öpücük hakkım olsun.” dedi masumluğun altına gizlendiği arsızlığıyla. İstediği şeyi her ne kadar bende istiyor olsam da hızla kaşlarımı çatarak ellerimle onu göğsünden itip başımı iki yana salladım.


“Hayatta olmaz, makyajım bozulur.”


Tepkimle kaşları çatıldı ve sinirle gülümsedi. “Sen şimdi seni öpmeme izin vermiyor musun?”


Başımı hızla hayır anlamında tekrar salladım.


“Kırmızı rujun uğruna beni mi reddediyorsun sen şimdi?” alındığı onunla öpüşmemem miydi yoksa makyajımı seçmem mi olamadım. Beklenti içinde bana bakan gözlerine yutkunarak bakarken bir an evet desem mi diye düşündüm ama sonra hemen vazgeçtim.


“Her istediğimiz hemen olmaz. Sabretmeyi öğren, akşam bozarsın rujumu.” dedim ve kapıya doğru ilerleyerek kapıyı aralayıp ona çıkmasını istediğimi belli edecek şekilde bakmaya başladım. Yüzüme şu an elinde bir kaşık su olsa beni boğacakmış gibi bakan mavi gözlerini izlerken elimi hadi dercesine salladım. Yağız, kafasını olumsuz anlamda sallayarak sinirle yanımdan geçerek kapıdan çıktı. Çocuk gibi trip atmasıyla gülümseyerek bende odadan çıktım ve dışarıya doğru ilerlemeye başladım. Alt kata indiğimde bahçeden gelen sesler kulağımda uğuldamaya başladı.


Dış kapıdan çıktığımda yan taraftaki evi koruması için görevlendirilen iki güvenliğe başımı sallayarak selam verip derin bir nefes soludum. Bahçede gezinen topraklarımın yansıttığı manzara fazlasıyla gericiydi. Kalabalık karşısında gerilen bedenim uzun zamandır girmediği topluluk alanlarının gerginliğini bana hatırlatmıştı.


Yağız'ın doğum gününün üstünden iki gün geçmiş bu iki günde de Seda’yla beraber tören için hazırlık yapmakla uğraşmıştık. Tüm hazırlıklar istediğim gibi gelişmiş şu an muhteşem hazırladığımız bahçede misafirlerimizi ağırlıyorduk. Saatin sekize doğru yaklaşmasıyla etraf daha da kalabalıklaşmıştı.


Bizim için ayrılmış masaya doğru geçtiğimde gözlerimi etrafta dolaştırmaya başladım. Öğrenciler, halk temsilcileri, yöneticiler... Başkan hala gelmemişti ki büyük ihtimalle de gelmeyecekti. Buraya gelmesi Kral’a saygısızlık olarak algılanabilirdi ve o asla gücüne çelme takmazdı. Bir kişi eksik olsa da yine de moralimi bozmamaya çalışıp elimdeki içkiden bir yudum aldım ve günün erkeğini aramak için gözlerimi hızla şahısların üzerinde gezdirdim.


Aradığım kişiye değen bakışlarımla yerimden doğrularak ona doğru ilerledim. Yüzlerini tanıdığım ama adlarını unuttuğum iki halk temsilcisiyle konuşmasını izlerken yanlarında durarak samimi bir şekilde gülümsedim.


“Sohbetinizi bölüyorum ama sizin kadar olmasa da bu yakışıklı beyefendi bana lazım.” dedim ve halkın sözcüsü olduklarını bildiğim adamların saygıyla baş selamı vermeleriyle Aras’ın koluna girerek onu sahneye doğru götürmeye başladım.


Aras, adamlardan uzaklaştığımızda bana bakarak kibirle göğsünü şişirdi. “Bok benden daha yakışıklılar, kızım ben buradaki adamların hepsinden daha yakışıklıyım.” dedi gururla ve benim ona sen ciddi misin dercesine bakmama sebep oldu.


“Aşağıdan uç Thor.” diye söylendim ve sahnenin biraz gerisinde durup ciddi bir yüz ifadesiyle gerginliğimi ona yansıttım. “Hazır mısın? Konuşma yapıp seni sunacağım ve ben bunu ilk defa yapacağım.” İçimde tarif edemediğim bir heyecan oluşmuş, midem kasılmaya başlamıştı. Aras, ruh halimi anlamıştı ki elleriyle omuzlarımı kavradı ve hafifçe bana doğru eğilerek kahvelerini topraklarıma bağladı. Gözlerinde güven vardı.


“Senin yapamayacağın hiçbir şey yok. Yap şu siktiğimin konuşmasını da kurtulalım bu işten. Yalnız konuşurken dikkat et, Kral’a ve Yönetime laf atma. Ellerine koz veremeyiz.” ilk konuşmaları desteklerken son cümlelerindeki uyarıyla kafamı tamam anlamında salladım ve derin bir nefes alarak sahneye yöneldim. Sahneye ulaşmak için konumlanmış beş merdiveni emin adımlarla tırmanırken sahnenin ortasına gelen kadar kulaklarımdaki uğuldamalar sinek vızıltısı gibiydi ta ki tam ortada, ana merkezde durup karşımdaki kalabalığa bakana kadar.


Benim sahneye çıkmamla konuşmalar kesilmiş, herkes merakla bana odaklanmıştı. Meraklı gözler beni süzerken yutkunarak onlara baktım. Aslında bu meraklı bakışlar gayet normaldi çünkü yaptığım Krallık tarihinde bir ilkti. Daha önce hiçbir Soylu Başkan’a ait olan atama törenini yapmamıştı...


Herkesin beni beklediğinin farkındaydım ve sanki içimdeki gücün bir fitile ihtiyacı varmış gibi bakışlarım ona kaydı.


Yağız Ertuğ.


Kalabalığın arka kısmında, Akınların bile uzağında durmuş beni izliyordu. Bir eli, kumaş pantolonun cebindeyken diğer eli önündeki masanın üzerindeki şampanya kadehini kavramıştı. Kirli sakalının kapladığı yüzündeki ciddiyet ilk bakışta insanı ürkütecek kadar yoğun olsa da bana değen bakışları aksine sıcaktı. Bana ben buradayım dercesine bakan okyanuslarının içimdeki gerginliği bastırdığı o anda gülümseyerek gözlerimi ondan çekip önümdeki kalabalığa odaklandım.


Ben Alisa Havas. Hayır, ben Soylu Alisa Havas’tım ve ben yaşadıklarımla yaptıklarımın temelini atacak kadar uyanmış. Korumakla görevli olduğum şehrimin önünde Kral’a baş kaldıracak kadar kendimdeydim. Ben beş yaşında geldiğim bu sarayda Soylu olduğum kadar Kral’ın sarayına da hakim olabilecek kadar güçlüyüm.


Bunu istemem yeterdi ama ben istemiyordum. Gücü seviyordum evet ama fazla gücünde ölüm getirdiğini bilecek kadar zekiydim.


Ben özgürlük istiyordum ve bu özgürlük dikenli yoldan geçen bir ıstırap dolu yağmurlar barındırsa da umurumda değildi.


Özgürlük insanın en büyük hazinesiydi.


Ben çok susmuştum ve kaybetmiştim. Artık konuşmanın zamanı gelmişti. Öğrenmiştim sustukça silinirdin, görünmek istiyorsan konuşacaktın.


“Hoş geldiniz. Öncelikle törene katıldığınız için teşekkür ederim. Bir süredir aranızda yoktum ve yeni gelenlerin beni tanımadığını düşünerek kendimi tanıtma ihtiyacı duyuyorum.” durdum, kalbimin mikrofondan duyulmadığını düşünerek omuzlarımı dikleştirdim. “Ben Soylunuz Alisa Havas.” kalabalıktan alkış tufanı koptu. Önce öğrencilerin başlattığı alkışa diğerlerinin de katılmasıyla bir an susmak zorunda kaldım. Gözlerim kalabalıkta bir an gururla gezindiğinde Sedaların da hatta Yağız’ın da beni alkışladığını gördüm.


Ama onların haricinde önemli olan halk temsilcileriydi. Halkım hala arkamdaydı, bu en önemlisiydi. Bakışlarım durmalarını beklerken Karan’a takıldığında tek kaşım havalandı. O da beni alkışlıyordu. Üzerindeki lacivert takımla her ne kadar inkar etmek istesem de karizmatik duruyordu, bir kolunu masaya yaslamış beni izliyordu. Göz göze gelmemizle göz kırparak alkışlamaya devam etti ve bir an durarak masasının üzerindeki şampanya kadehini bana kaldırdı. Bir an bu yaptığı hareketi kimsenin görüp görmediğini düşündüm. Bakışlarımı hızla Yağız’a çevirdiğimde dikkatinin sadece bende olduğunu fark ettim.


Bu iyi bir şeydi, ikisinin aynı ortamda olması olası bomba patlamasına zemin hazırlayacak kadar tetikleyiciydi. O yüzden bu gece hemen bitmeliydi.


“Alkışlarınız için teşekkürler. Bugün burada toplanış amacımız Kuzey Bölgesi’nin yeni Yöneticisini size tanıtmak.” dedim ve üç adım arkamda duran Aras’a dönerek elimi ona doğru kaldırdım.


“Aras Aktay. Kuzey Bölgesi’nin yeni Yöneticisi. Buradan olmadığı için çoğunuz tanımıyorsunuz kendisini fakat kısa sürede başarılarıyla size kendisini tanıtacağına eminim.” diyerek yanımdaki masanın üzerinde bulunan yöneticilere özel olan kalemi gülümseyerek Aras’a uzattım. Aras, bir elini geri yani sırtına koyup bir ayağını da geriye atıp önümde hafifçe eğilerek kalemi elimden aldı ve selam verip doğruldu. İki gündür çalıştığımız selam verme olayını başarıyla yaptığı için rahat bir nefes verip gülümseyerek beni dinleyenlere döndüm ve ciddi bir şekilde Soylu halinde onlara üstten bir bakışla baktım.


“Katıldığınız için teşekkürler. Eğlence kaldığı yerden devam edebilir.” tam sahneden inmek için bir adım atmıştım ki bağıran biri beni durdurdu. Bağıran kişinin konuşmasıyla adımlamayı keserek ifadesizce o tarafa doğru baktım.


“Herkes bu aralar kuralları çiğnemeye başlamış. Başkan’a ait olan yetki ne zamandır basit bir Soylunun eline geçti!?” otuzlarında olduğunu tahmin ettiğim adamın bağırmasıyla gözlerimi hızla üzerinde gezdirdim ve boynunda gördüğüm Krallığa ait dövmeyle sinirle gülümseyerek konuştuğum yere ağır adımlarla geri yürüdüm. Adamın bağırmasının ardından herkes merakla benim vereceğim cevabı beklemeye başlamıştı, bahçede derin bir sessizlik hakimdi. Yüzümde oluşan sinir harbinin ifadesine boyun eğerek Aras’ın sahneye çıkmadan önce dediklerini kafamdan sildim ve sesimi yükselterek bağırdım. Mikrofonu bilerek kullanmadım.


“Beni tanıyan herkes basit bir Soylu olmadığımı bilir... ben Alisa Havas. Tüm Krallık tarihi boyunca en iyi puanla Soylu olmaya hak kazanmış, tüm görev sürem boyunca başarılarımla diğer dört şehrin Soylusuna fırsat vermeden sıralama tablosunda zirveye taht kurmuş kişiyim. Yönettiğim şehir şu an en iyi dönemini yaşıyor.” dedim ve gözlerimi dinleyicilerde dolaştırıp gülümseyerek devam ettim.


“Kusura bakmayın kendimi övmüş gibi oldum ama bilmeyenlerin öğrenmesi gereken şeyler bunları... diğer dediğin içinde inan bana bende böyle bir şey yapmak istemezdim ama Kral, kendi istediği adamı benim şehrime atayıp kendi sarayında tören yaparak bana bu hakkı verdi. O yüzden bu durumdan bu kadar rahatsızsan rahatsızlığını bildirmen gereken yer benim sarayım değil Kral’ın sarayı... Ben Soylu olarak kurallara sonuna kadar bağlıyım fakat benim şehrimde üst düzey Yöneticiler kuralları çiğneyip benim gücümü sınırlamaya kalkarsa kendi kurallarımı koyar onları uygularım. Ben buraya emeklerimle geldim ve kimsenin emeklerimi harcamasına izin vermem.” diyerek yüzümdeki ciddiyetle sesimdeki tehdit tonunu kenara bırakıp karşımdakilere gülümsedim.


“Umarım soruna cevap verebilmişimdir. Herkese iyi eğlenceler.” dedim ve sahneden indim. Sahneden inmemle çalan klasik müzik tekrar bahçeye yayılmış, insanlar dedikodularını paylaşmaya başlamıştı. Sahnenin yanından yürürken kenarda beni bekleyen Aras, yüzüme umutsuzca bakarak başını iki yana salladı.


“Senin yaptığın açıklamaya sıçayım. Lafı dolandırmayıp direkt küfretseydin Kral’a.” tavrına gözlerimi devirdim ve elimi omzuna atarak ona umursamaz bir bakış attım.


“Onu da yaparız bir elbet Thor, her şey sırayla.” dedim ve göz kırparak bahçeye doğru ilerledim. Yürürken ilerimdeki masanın başında Karan’ın bir halk temsilcisiyle konuştuğunu gördüm. Kaşlarım çatılırken sinirle soluklandım. Acaba hangi yalanlarla onu kendine çekmeye çalışıyordu? Omuzlarımı dikleştirerek yanlarına doğru ilerledim.


Aramızda az bir mesafe kala Karan’ın bakışları beni buldu. Yüzündeki ciddiyet bir anda dağılarak yerini gülümsemeye bıraktığında bile ben ona aynı sertlikle bakmaya devam ediyordum.


“Bende sizinle konuşacaktım ama Erkan Bey’le şu meçhul katil olayını konuşuyorduk.” dedi ve beni vurabileceği boşluktan vurduktan sonra keyifle yanındaki adamın omzuna dokunarak “Sizinle sonra konuşmaya devam ederiz. Bizim konumuz özel.” diyerek adamı açık açık kovdu. Temsilci aldığı karşılıkla bozulduğunu belli eden bir suratla başını eğerek yanımızdan uzaklaştı. Onun uzaklaşmasıyla hırsla Karan’a yaklaştım.


“Gecem işte şimdi parladı. Güzelliğin ve sivri dilinle gecemi aydınlattın prenses.” derken gözleriyle beni arsız şekilde süzdü. Yüzündeki sinir bozan gülümsemeye iğrenerek bakıp kollarımı göğsümde birleştirdim.


“Senin için gelmedim. Sakın sarayımda kendi tarafına adam çekmek için uğraşma. Halkımı bu işe karıştırma.” dedim uyarırcasına ve cevap vermesini beklemeden gitmek için hareket etmiştim ki konuşmasıyla duraksadım.


“Sahnede konuşmana bakarsak isyan etmeye hazır gibisin. Merak ediyorum... telefonumdan çaldığın bilgilerin içinde sana karşı kozum olduğunu görmedin mi?” sinir edici rahatlığıyla sorduğu soru karşısında bende aynı sinirle ona gülümsedim.


Bakışlarım onun gözlerine değerken onun kadar bende kendime güveniyordum. “Gördüm... ama hiç korkmadım neden biliyor musun?” dedim ve ona biraz yaklaştım. Yaklaşmamla gözlerinde bariz bir parıldama oluştu, bu halinin komikliğine içten daha çok güzlerken yüzümde sadece sinsi bir sırıtış hakimdi. “Sen o videoyu kullanamazsın çünkü kullandığın anda tüm Krallığa gerçekte kim olduğunu açıklarım. Babanın anneni öldürdüğünü, annenin şizofreni tanısıyla bir dönem hastaneye yatırıldığını ve senin uyuşturucu bağımlısı olduğunu... bunların hepsini belgeleriyle, kanıtlarıyla sunarım.” dedim eğlenceli çıkan sesimle.


Her bir cümlemle gözlerindeki parlama yerini karanlık bir öfkeye bırakırken, yüzünün her bir gerçeği ona yansıtmamla nasıl kasıldığını izledim. Hissettiklerinin verdiği keyifle sırıtışımı genişlettim. “Sence tüm bunlar ortadayken Kral olabilir misin? Tıh, olamazsın.” dedim ve ondan uzaklaştım. Aramıza giren mesafe onun beynine oksijen gitmesini sağlamıştı ki öfkeli gözlerini sertçe bana odakladı.


“Sakın annemi bu işe karıştırma.” dedi ve ellerini hafifçe iki yanında açarak başını aşağı yukarı salladı. “Tamam, bu kadar... artık gerçekten oynamaya başlayabiliriz.” benim açtığım arayı bu sefer o kapattı. “Artık sana olan isteğim bile seni kurtaramaz.” tehdit edercesine konuşmasıyla bakışlarımı sertleştirdim ve gözlerimi kıstım.


“Seni asıl benim elimden kim kurtaracak, sen onu düşün.” dedim meydan okurcasına ve hızla yanından geçerek masasından uzaklaştım. Hızla Aras’ın olduğu masaya gidip masadaki içkiyi bir şey demeden kafama diktim. Bu gece beni çok zorluyordu ve sakin kalma sınırıma çoktan ulaşmıştım.


Bu gece hemen son ermeliydi yoksa başkalarını hayatı sona erecekti...


Aras'ın bakışları yüzümde gezinirken tüm konuşma boyunca beni izlediğini biliyordum. “Piçin yüzündeki ifadeye bakarsak video işini çözdün Kara Dul’um.” dedi soru sorarcasına. İhtimal dahilinde olmayan sorusuyla içimdeki huzursuzluğu kenara attım ve kibirle gülümsedim.


“Benden kaçar mı? Kelebek gibi uç arı gibi sok!” diyerek elimdeki kadehi onun elindeki kadehe vurdum. Aras, dediğime gülerek “Şerefine Soylum.” diye şakıdı eğlenceli bir tonla. Biz içkilerimizi yudumlarken Akın’ın yanımıza gelmesiyle ona baktım.


“Konuşmam nasıldı?” heyecanlı sorumlu Akın, yüzünü buruşturdu.


“Başı güzel sonu gelin beni öldürün der gibiydi.” dedi ve bana onaylamaz bir şekilde baktı. Tavrıyla ona sevimsiz bir bakış atarak konuyu değiştirdim.


“Seda, nerede?”


“Mert’in yanında.” dedi ve bana anlamlandıramadığım bir şekilde gülümsemeyle bakıp “Ben senin yanına başka bir şey için geldim.” dedi. Karşımdaki duruşu ve yüzündeki ifadeyle kaşlarımı çatarak ona merakla baktım.


“Şu tipine bakılırsa hoşlanmayacağım bir şey diyeceksin.” dedim sorgularcasına. Akın, dediğime gülerek, bir bana bir de Aras’a baktı ve gözlerini benim gözlerimde durdurdu.


“Çok hoşlanacağın bir şey... hani sizin kaybettiğiniz bir iddia vardı. Hah işte senden ne isteyeceğimi buldum. Hemen şimdi burada Yağız’ı öp.” dedi beni dumura uğratarak.


Bir an ne diyeceğimi bilemedim, daha doğrusu onu doğru anlayıp anlamadığımdan bile emin değildi. “Ne? Asla. Yani şimdi mi... burada olmaz.” kelimeler duraklayarak dudaklarımdan dökülürken terlediğimi hissettim. Tepkimle Aras’ın kahkahasını duydum.


“Bebeğim sanki yapmadığın şey biz sizin şarap fantazinizi biliyoruz. Bir öpücük çok gelmez. Öp gitsin.” dalga geçmesiyle hızla koluna vurdum ve yüzümün sıcaklanmasını umursamadan omuz silktim.


“Akıncım, başka bir şey.. Hani başka zamanda falan mı bir şey istesen?” dedim dişlerimin arasından tıslayarak. Sırası mıydı şimdi bunun? Hem nasıl yapacaktım herkesin içinde? Söylediklerim Akın’ın hiç umurunda olmadı, bana ne dercesine omuz silkerken bir tarafına takmadığını belli edecek şekilde dudaklarını büktü.


“Sen bilirsin, o zaman tüm modifiye işleriyle uğraştığın son model Mustang’ın benim olur. Ya araba ya Yağız.” net sesi kulaklarıma ulaştığı anda korkuyla gözlerimi açtım. Arabam... benim canım kızım... hayır, hayır benim arabama kimse dokunamazdı.


Yüzümdeki korku emarelerini hızla silerek öfkeyle konunun en kötü muhatabına baktım. “İzle şimdi. Nah veririm sana kızımı.” dedim ve gözlerimi ondan ayırarak bahçede dolandırmaya başladım. Topraklarım hedefini bir ok misali vurduğunda düşünme eylemini düşünmeden masadan ayrılarak ona doğru ilerledim. Hızlanan kalbimi, yanan yüzümü umursamadan ilerledim. Yağız, konuştuğu kişilerden ayrılmış bahçede etrafa bakarak birini arıyordu ki aramızda beş adım kala gözleri beni buldu. Gözlerinin parlayan ışığının gözlerimi aydınlatmasının hissiyle içimdeki cesaretin verdiği hızla beş adımı hemen kapattım ve bir şey demeden elimi ceketinin yakasına götürüp onu kendime çektim...


Kendime çekip dudaklarımı dudaklarına bastırdım.


Ben nereden geldiğini anlamadığım cesaretle Yağız’ın üst dudağını emiyordum ki Yağız, üstündeki şaşkınlığı atıp elini belime sararak beni kendine yaslayarak öpmeye başladı. Tüm kontrol ondaydı. Her zamanki gibi...


Şu an bahçede sadece müziğin sesinin duyulmasından anlıyordum ki çoğu kişi durmuş bizi izliyordu.


Sikeyim, şu an çok utanıyordum!


Kalbimin iflas bayrağını çekmesiyle yavaşça yüzümü geriye doğru yatırdım ve şu an kimseye bakamayacağımı anladığım için kafamı Yağız’ın boynuna gömdüm. Yanaklarımdaki sıcaklık dudaklarımda toplanıyor gibiydi.


Utangaçlığın verdiği sinirle “Akın’ı öldüreceğim.” diye mırıldandım ve aynı zamanda da kollarımı ona sararak dışardaki görüntümüzü biraz olsun düzeltmeyi umdum. Utandığım için değil de gerçekten sarıldığımı sanmaları şu an önemliydi. Benim bu hislerime zıt şekilde Yağız’ın hiçbir utanma belirtisi göstermeden dediğime gülmesiyle kaşlarımı çattım.


“Akın’a ne isterse alacağım.” dedi sadece benim duyacağım sesle. Söylediğiyle şaşırarak kafamı boynundan kaldırarak yüzüne baktım. Aklımdan geçen şeyin gerçek olabilme ihtimalini düşündüm ve şaşkınlığın verdiği öfkeyle gülümseyerek iki elimi yakasına götürüp yalandan düzeltiyormuş gibi davrandım.


“Bunu gece konuşacağız. Dua et bu tören bitmesin.” diye tısladım ve ellerimi üstünden çekerek ondan uzaklaştım. Yüzümdeki ciddiyeti görmesiyle Yağız’ın gözlerinde küçük korku kırıntıları oluştu. Kafasını olumsuz anlamda sallayarak kendine gelmeye çalıştı ve kafasını çevirerek ilerideki bir masayı işaret etti.


“Yer Altından temsilci geldi. Seninle görüşmek istiyor.” konudan uzaklaşarak ciddi bir ifadeye bürünerek konuşmasıyla bakışlarım baktığı yere kaydı. Kaşlarım sertçe çatılırken omuzlarım yırtıcı bir tavırla dikleşti.


“Benim Yer Altıyla işim olmaz, bunu bilmiyor musun? Ne işleri var burada söyle gitsinler. Burada olmaları bile riskli.” dedim sertçe. Yağız, konuşmamla kafasını bana doğru çevirdi. Okyanuslarındaki umut dalgaları kaşlarımın çatık kalma süresini uzattı.


“Konuşsan bir şey kaybetmezsin. İşimize yarayabilirler, güce ihtiyacımız var Alisa.” istekli sesiyle dudaklarım düz bir çizgi haline geldi. Tüm kaslarım gerilmişti. Güç konusundaki haklılığını umursamadan başımı hayır anlamında salladım.


“Yer Altının gücüne ihtiyacım yok. Adamlar Krallığın, sistemin düşmanı.” dedim.


“Sende Krallığın düşmanısın.” dedi.


“Yer Altı kaç tane Soylu öldürdü haberin var mı?”


“Krallık da kaç tane Lider öldürdü haberin var mı?” diye sordu ve yapma dercesine başını eğerek kolumu okşadı. “Bu düşmanlığı sen bitirebilirsin. Onları kullan ve başladığımız işi bitirelim. Sonra onların icabına bakarız.”


Bir an ne diyeceğimi bilemedim. “Bak zaten şu meçhul katil olayı ayağıma dolandı. Halk bunu konuşuyor, katili bulamadığım için beni sorguluyorlar. Şimdi de Yer Altıyla iş birliğini bırak, konuştuğumu görseler bana düşman olurlar. Bilmiyor musun bunu?”


“Biliyorum ama onun yanında sadece halkın desteğinin yetmeyeceğini de biliyorum. Yer Altını da düşünmeliyiz.” bakışları masum bir hal alınca kalbimin kilidinin açıldığını hissettim. “Hadi kelebeğim, benim için konuşur musun?” umutlu sesiyle sertçe yutkundum. Kendini işin içine katması çatık olan kaşlarımın daha da çatılmasına sebep oldu. Bana bakan okyanusları topraklarımı eşelerken üfleyerek kafamı tamam anlamında salladım. Adımlarımız o masaya doğru ilerlerken umarım kimsenin gözüne çok batmayız diye düşünüyordum.


Adımlarımız masaya doğru yaklaşırken masadaki beş adam ayağa kalktı. Onların ayağa kalkmalarına şaşırarak ciddi ifademi bozmadan “Yer Altının adamları niye beni görünce ayağa kalktı?” diye sordum merakla. Bu cidden beklenmeyen bir hareketti. Krallığın çalışanlarına, özellikle bir Soylu’ya saygı göstermeleri onların yapacağı bir şey değildi.


Yağız, sorumla bakışlarını karşıdakilerden ayırmadan “Normal bir Soylu değilsin de ondan.” dedi ve sandalyemi çekerek oturmamı sağladı. Ben oturduktan sonra karşımdaki beş adamda aynı anda kafalarını eğerek bana selam verdi ama ben onların selamlarını umursamadan yüzlerine ifadesizliğin maskesini takmış ciddiyetimle bakmaya devam ettim. Yağız'ın da yanıma oturmasıyla onlarda sandalyelerine oturdular ve beş adamın ortasında oturan hafif kilolu, kırklı yaşlarında olduğunu tahmin ettim adam bana bakarak hafifçe gülümsedi.


“Farkındayım benimle konuşmak istemiyorsunuz ama ilgileneceğinizi düşündüğüm bir teklifim var size.” dedi samimi tutmaya çalıştığı tok sesiyle. Yüzündeki samimiyetin yalancılığına gülümseyerek “Teklifinizi duymadan önce öğrenmek istediğim bir şey var.” dedim kibirli bir edayla.


Adam masaya eğilerek anlayışla kafasını salladı. “İstediğinizi sorabilirsiniz.” kendine güvenerek konuşmasıyla tek kaşımı kaldırırken gözlerimi diğer adamlarda hızlıca dolaştırdım. Hepsi tetikte beni inceliyordu. Gözlerinin tedirgin bir şekilde üstümde olmasına sinirlenerek “Önce adamlarına gözlerini üstümden çekmelerini söyle yoksa o gözlerini yerlerinden çıkaracağım.” dedim ve gözlerimi adamların üzerinde dediğimi yapacağımı belli edecek şekilde gezdirdim. Tehditimle hepsi etrafa bakama başladı. Onların bakışlarından kurtulmanın verdiği rahatlamayla masaya doğru hafifçe eğildim. İki kolumu yatay şekilde masaya üst üste koyarken çenemi dikleştirmiştim.


“Yer Altı, sistemi kabul edip Krallığa mı katılıyor?” diye sordum merakla. Cümlem oradaki havayı kırdığında adamın yüzü şaşkınlıkla parladı. Biraz yüzünü inceledim... adam kafasını çevirerek Yağız’a baktı ve ardından tekrar bana akarak sertçe yutkundu.


“Öyle bir şey tabii ki yok ama çıkarlarımız koşulunda bazı ortak noktalarda buluşabiliriz.” dedi alttan almaya çalışarak. Bense söylediklerinden çıkardığım anlamla gülümseyerek avuçlarımı masaya yasladım.


“Çıkarlarınız umurumda değil. Sizinle hiçbir işte ortak noktada olmam. Geldiğiniz için teşekkürler, şimdi hemen sarayımı terk edin.” dedim ve hızla masadan kalktım.


Sanki hiçbir derdim yokmuş gibi bir de Yer Altının karşıma çıkması bozuk olan sinirlerimi daha da bozdu. Acilen bu gecenin hemen bitmesi gerekiyordu çünkü daha fazla insanla uğraşmak istemiyordum...


&


Odaya girdiğim gibi hızla koltuğa oturup lanet topuklu ayakkabılardan kurtuldum. Ayaklarım da oluşan rahatlamanın verdiği hisle gülümseyerek üstümdeki takıları çıkarmaya başladım. Ben tam küpelerimi çıkartıyordum ki açılan kapıyla bakışlarım oraya kaydı. Yağız, kapının eşiğinde bana durmuş bana bakıyordu, göz göze gelmemizle yavaşça içeri girdi ve bana doğru yaklaştı.


Okyanuslarında delici bir fırtına vardı. “Niye kendi odana geldin?” tedirgin ses tonu da bakışlarıyla birleştiğinde derdini anlamıştım. Onun odasında kalmamam onu sinirlendirmişti. Topraklarım ifadesizce ona bakmayı sürdürürken küpelerimi çıkarttım.


“Demek Akın’la iş çevirip bana oyun oynadın...” diye mırıldandım ve tam devam edecektim ki Yağız, kendini savunmak istercesine araya girince susmak zorunda kaldım.


“Fikir Akın’dan çıktı bende kabul etmez dedim, ne bileyim sen kabul edeceksin? Senin yüzünden oldu hem, odada öpseydin bahçede öpmezdin.” dedi haklıyım edasıyla. Söyledikleri ve kendini haklı görmesiyle kaşlarımı şaşkınlıkla havaya kaldırdım. Demek haklısın... elimdeki takıları yanımdaki masaya bırakarak ayağa kalktım ve ona doğru yürüyüp tam önünde durdum. Topuklularımı çıkarttığım için başımı yukarı kaldırmam gerekmişti.


Mavi gözlerine gülümseyerek bakıp “Benim yüzümden oldu ha?” diye sordum ve başımı tamam anlamında sallayarak ekledim. “Tamam, kendimi affettireyim. Bir hafta öpüşmeyeceğiz ve bu akşam ben burada kalacağım.” tane tane söylediklerimle yüzünde oluşan komik ifadeye gülümsememeye çalışarak göz kırpıp banyoya doğru ilerledim. Yağız, tepkisiz bir şekilde durmaya devam ederken banyonun kapısını kapatmadan önce “Çıkarken kapıyı kapat!” dedim ve banyonun kapısını kapatıp duş almak için hazırlanmaya başladım.


Duş almamla biraz olsun rahatlayan bedenimi uykunun kollarına bırakmak için yatağımı hazırlıyordum ki kapının çalınmasıyla ayakta, elimde ince pikenin ucunu tutarak kapıya bakakalmıştım. Kapının yavaşça aralanması ve Yağız’ın içeriyi girip kapıyı kapatarak yatağa doğru yaklaşmasını tepkisizce izledim.


Yatağın tam önünde durmuş, üzerinde sadece şortla bana tüm dikkatiyle bakıyordu. “Yatağa su döküldü. Yatamayacağım kadar... bende o yüzden sana geldim ama merak etme, rahatsız etmem seni; şu köşede yatarım.” dedi bakışlarını benden kaçırarak ve cevabımı beklemeden yatağa girerek yattı. Yaptığının bir an şaşkınlığıyla ona daha doğrusu çıplak sırtına şaşkınca baktım ve bu anın tanıdık olmasıyla yüzümde oluşan gülümsemeyi gizlemeye çalışarak ona cevap vermedim. Sırtımı ona dönerek yatakta yatarken gecenin ilerleyen saatlerinde koynunda yatacağımı bilerek gözlerimi kapattım.


Sonuçta muhtaç durumda olan birini kovacak kadar vicdansız bir insan değildim... yanımda, şimdilik temassız yatmasının bir mahsuru yoktu...


&


Rapor okumaktan ağıran gözlerimi ellerimle ovarak masadan doğrulup belimi esnettim. Sabahtan beri masanın başından kalkmamış doğru düzgün bakamadığım evrak işleriyle bugünümü akşam etmiştim. Masadaki saate gözlerimi çevirdiğimde saatin yediye geldiğini gördüm. Bıkkınlıkla kağıtlara bakarak bu kadar çalışmanın yeterli olacağını düşünüp telefonumu elime aldım ve masadan kalktım. Çalışma odamdan çıkarken elimle boynumu ovuyordum, ağrısı tenimi ürpertecek kadar sancılıydı, sanırım artık yaşlanıyordum. Adımlarım bahçeye doğru akarken midemin aklıma yolladığı bildiriyle içimde oluşan soğuk bira ve midye ikilisinin hayali sertçe yutkunmama sebep oldu. Sabahtan beri bir şey yememiştim ama canım şu an bol limonlu midye ve bu sıcak havayı bozguna uğratacak soğuk bir bira çekiyordu. O yüzden bahçeye çıkarak Yağız’ı aramaya başladım. Gözüme çarpan kalabalıkla bakışlarım futbol sahasına takıldı. Adımlarım kendiliğinde oraya doğru yönelirken beni gören öğrencilerin selamlarını alarak önümden çekilmeleri izledim. Onların çekilmesiyle sahaya baktığımda bıkkın bir şekilde nefes verip gülümsedim.


Cidden çocuktu bu adamlar...


Kısa süreli izlememle anladığım kesin Aras’ın Yağız’ı kışkırtmış olduğu ve Yağız’ın da altta kalmayarak maç yapmayı kabul ettiğiydi çünkü karşı takımlarda olan bu iki çocuk birbirlerinden topu almaya çalışırken birbirlerini ayak üstü dövüyorlardı resmen. Bu durumu daha fazla izlemeye dayanamayarak Yağız’a seslendim. Yağız, sesimi duyarak tellerin etrafında hızlıca göz gezdirdi ve beni görünce gülümseyerek yanıma koştu. Bir an içimde bu halinin ne kadar seksi olduğu geçti ama hızlıca kafamı sallayarak bu düşünceyi zihnimden sildim.


Şu an terli kaslı vücudu... dağınık yumuşak saçları beni ilgilendirmiyordu!


Tellerin diğer tarafından yanıma gelmesiyle ona baktım. “Hadi çık, midye yemeye gidelim.” dedim istekle. Yağız, söylediğimle yüzüme üzgün bir ifadeyle baktı.


“Güzelim nasıl çıkayım oyundan? Yarım saat bekle sonra gidelim.” dedi hızla ve kafasını oyuna çevirdi. Aras'ın o sıra topu kaleden dışarı atmasına ukalaca gülümseyerek “Beni yenecekmiş.” dedi kibirle.


Söylediğine kaşlarımı çatmadan edemedim. Ciddi miydi bu adam? “Sen şimdi Aras’ı yeneceksin diye benimle gelmiyor musun?”


“Yavrum, yarım saat; yarım saat sonra sen ne istersen yapacağız.” dedi ve ben daha cevap veremeden hızla sahaya doğru koştu. Ben ona şaşkın bir şekilde bakarken o bunu umursamadı ve bir öğrencinin ayağından hızla topu alarak önündekilere çalış atıp hızla topa vurup gol attı.


Gol atmasıyla gülümseyerek bana bakıp eliyle beni gösterdi ve göz kırptı.


Şu an ki tatlılığını umursamamaya çalışarak sahadan uzaklaştım. Bahçede yürürken Seda’yı görmemle yanına ilerledim. Kucağındaki Mert’le bahçede yürüyordu. Anne oğul o kadar tatlı görünüyorlardı ki gülümsemeden edemedim. Yanlarına yaklaşırken ışıkları sanki gözlerimi kamaştırıyormuş gibi yüzümü buruşturdum.


“Kalbim bu görüntüye dayanmıyor bu nasıl tatlılık.” deyip Seda’nın önünde durarak Mert’e baktım. Mert, beni görünce ayaklarını sallayarak gülümsedi. Elimle elini tutarken “Hadi teyzecim gel beraber midye yemeye gidelim.” dedim istekle ve gözlerimi Seda’ya çevirdim. Dünyanın en güzel annesi dediğime alaylı bir gülüşle karşılık verdi. “Oğlum teyzen bilmiyor, der misin ona üç buçuk aylık bebekler midye yiyemez diye.” dedi. Dalga geçmesine yüzümü buruşturdum ve bakışlarımı Mert’e çevirerek “De teyzecim ki annene; teyzem seni çağırdı aslında anne!” dedim ve doğrularak ondan uzaklaştım. Bakışlarım bir sahaya bir de Seda’ya kaydığında öfkeyle soludum.


“Aman be hiçbiriniz gelmeyin, tek giderim.” arabama doğru yürürken gerçekten kırılmıştım. Ne yani bir midye yemeye benimle gelemeyecekler miydi? Kendileri bilirdi, onlarsız da bir şeyler yapabilirdim. Hatta şimdi yapacaktım. Gidip kendimle güzel bir vakit geçirecektim...


&


Kendimle geçirdiğim huzurlu bir saatin ardından saraya dönmek için yola çıkmıştım. Radyoda çalan enerjik şarkıya eşlik ederken midemdeki tatminlik hissi keyfimi yerine getirmişti. Şehirden uzaklaşıp sarayın ormanlık yoluna girmek üzereydim ki arkamdaki arabayı uzun zamandır arkamda gördüğümü fark ettim. Tek şeritli yolda beni sollaması için hızımı düşürerek arabayı sağa doğru kaydırdım ama o beni sollamak yerine hızını düşürüp peşimden gelmeye devam etti.


Yani takip ediliyordum...


Arabanın benim peşimde olduğunu fark etmemle hızlanarak torpidoya uzanıp silahımı almaya çalıştım. Tam ben torpidoyu açmıştım ki arkamdaki araba hızla bana vurdu. Vuruşuyla sarsılan arabayı toplamaya çalışıyordum ki karşıdan iki arabanın bana doğru geldiğini gördüm. Gelen iki arabayla yutkunarak bakışlarını dikiz aynasına çevirdim ve arkamdaki bir arabayla tekrar göz göze geldim.


Üç araba... önümdeki iki arabayla aramda yaklaşık üç yüz metre vardı ve önümdeki arabalar park edilmiş haldeydi. Arabalara yaklaşmamla arabamı kaydırarak durdum. Benim durmamla arkamdaki araç da durdu ve içinden iki adam indi. Onların inmesiyle diğer iki arabadan da altı kişi indi...


Kısa matematikle altı artı iki yani sekiz kişiye tek ben... dövebilir miydim? Belki. Önümdeki iki Hulk gibi adamların haricindekileri indirebilirdim ama o ikisi beni haşat edebilirdi.


Şu an bana silah doğrultmadıklarına göre beni vurmayacaklardı. Torpidodaki silahımı alıp hızla belime koydum ve yavaşça kapımı açıp arabadan indim. Arabanın yanında dururken kolumu kapıya yaslayarak önümdeki adamlara baktım.


“Kimin önünü kestiğinizin farkında mısınız?” diye bağırdım. Ciddi yüzüme bakan adamlardan biri gülerek beni süzdü. Yüzünde bariz bir aşağılama vardı ve benim içimdeki canavarı harekete geçirecek kadar terbiyesizceydi.


“Kim olduğunun gayet farkındayız ama sen bizim kim olduğumuzun farkında değilsin ki bizden bir şey çaldın?” dedi ve elini kaldırarak arkadaki adamlara işaret verdi. Onun işaret vermesiyle iki bana doğru hareketlendi, onların kımıldamasıyla hızla silahıma davranmıştım ki adam bunu anlayarak benden daha çevik bir hareketle kolumu tutup çevirdi. Kolumu çevirmesiyle ona tekme attım. Ben ona tekme atarken diğer adam belimdeki silahı aldı. Adamın silahımı almasıyla hızla tekme attığımı iterek ona yönelip yüzüne yumruk attım. Adam attığım yumruktan etkilenmedi ve hızla bana yumruk salladı. Peş peşe salladığı yumruklardan kaçtım ve yavaşladığı bir anda hızla havadaki elini tutup zıplayarak ters dönüp adamı yere fırlattım.


Onun yere sert düşüşüne nazaran ben yumuşak bir şekilde düştüm ve kalkmasına izin vermeden toparlanıp kafasını sertçe yere vurdum. Ben yerde onun işini bitirirken diğeri gelip bana tekme sallamıştı ki yerde yuvarlanarak tekmesinden kurtuldum ve hızla ayağa kalkıp adama yumruk attım. Adam, attığım yumruktan sendeleyerek geriye doğru gitti, onun sersemlemesine gülümsemiştim ki arkadan birinin beni tutmasıyla hızla geriye doğru kafa atıp sertçe adamın ayağına bastım ve kollarından kurtularak dönüp sertçe adama uçan tekme attım.


Adam, attığım tekmeyle yere düştü. Yere düşmesiyle belinden düşen silahı alarak onu karnından vurdum. Ardından karşımdakilere dönerek nefes nefese soldum.


Terlerim şakaklarımdan süzerken kalbimin ritmini düzenlemek istercesine nefes aldım. Adrenalin bir lav gibi damarlarımı yakıyordu. “Bu kadar oyun yeter! Kimsiniz bilmiyorum ama yanlış insana bulaştınız.” dedim bağırarak. Ben silah çektiğim anda karşımdakilerde bana silah çekmişti. Onların bana doğrulttuğu namluların hedefinde olan bedenim fazlasıyla gerilmişti. Sesli şekilde yutkunmaktan başka bir şey yapamadım.


Çünkü sikeyim ki onlar kalabalıktı ve ben tek başımaydım!


Elebaşları olduğu belli olan adam bana bakarak tek kaşını ahenkle kaldırdı. “Silahını indir. Seni öldürmek istemiyorum. Bana çaldığın parçanın yerini söyle ve git.” dedi.


“Bana silah doğrultmuş haldeyken niye senin sözüne güveneyim? Siz kimi kandırıyorsunuz lan? Parça bende ve yerini sadece ben biliyorum. Sıkacak mısın? Sık. Parçayı asla bulamazsın.” dedim sinirle. Konuşmamla başlarındaki adamın yanındaki adama baktım. Parmağını tetiğe yerleştirmişti ve sıkacak gibiydi ki... tam sıkacağını fark edip hızla ona nişan aldım.


Aynı anda iki kurşun sesi duyuldu ve ben bedenimde hissettiğim acıyla inleyerek gözlerimi hızla kapattım.


Vücudumda hissettiğim acının beynimde oluşturduğu yankıyla gözlerimi açtım. Karşımdakine bakarak öfkeyle solurken artık kendimi kontrol edemeyeceğimin farkındaydım.


“Ecelini garantiledin, tebrikler.” dişlerimin arasında tıslarken göğüs kafesim bana dar geliyordu. Ele başları bana gülümseyerek bakıp hızla saçlarımdan tuttu. Onun canımı yakacak şekilde saçlarımdan tutmasıyla öfkeyle inledim ve vurduğum adama baktım.


Ben onu vururken ele başı dediğim adamda beni boşluğumda vurmuştu. Karnımda hissettiğim acıyla ve tişörtümde hissettiğim ıslaklıkla saçlarımdan tutarak beni ayakta tutan adama öfkeyle baktım. Adam, alaycı şekilde bana bakarak hızla yüzüme tokat attı ve saçlarımı bıraktı. Attığı tokatla yere düşen bedenim canımı yaktı. Canımın acısıyla içimde oluşan öfke fırtınasının gücüne teslim olarak bana doğru eğilen adama hızla tekme attım. Yanımdaki silahı alarak karşımdaki tüm adamları iki saniyede indirdim. Bende uzak olanları kafalarından vurmuş ele başı dediğim adamı karnından vurup yere düşmesini sağlamıştım. Tüm adamların etkisiz hale gelmesiyle hızla gözlerimi karnıma indirdim...


Zamana meydan okuyacak kadar hızla kan kaybediyordum ve vücudum gücünü yitirmeye başlamıştı. Bir elimi yarama bastırıp diğer elimle yerden destek alarak kalkmaya çalıştım ama acıyan bedenim buna izin vermedi. Telefonumun da arabada olduğunu hatırlamamla hızla arabaya baktım ama araba uzağımdaydı ve ben ona yürüyebileceğimi düşünemiyordum...


Gözlerimin bulanıklaşmasıyla elimi kolyeme götürdüm ve hızla gücüm yettiğince peş peşe tuşa basmaya başladım. Elimdeki kan tuşa basarken parmağımı kaydırsa da umursamadım ve basmaya devam ettim.


Lütfen.. Lütfen gel bana. Şimdi ölemezdim. Ölümüm bu kadar basit olamazdı...


Tuşa kaç kere bastığımı bilmiyordum. Daha fazla dayanamayacağımı düşünerek son kez derin bir nefes alıp doğrulmaya çalıştım. Acıyan bedenimin acısını duymamaya çalışarak yerden aldığım destekle zoraki bir şekilde ayağa kalktım.


Ayağa kalktığım için daha önce hiç bu kadar sevinmemiştim.


Ayakta olan bedenimi küçük adımlarla zorlayarak arabaya doğru yürütmeye çalıştım. Gözlerimin önü bulanıktı, terden buz gibi olmuş tenim bana yabancıydı, sanki bu beden benim değildi. Ruhum canımın derdine düşmüşken küçük bir adım atarak kendimi zorlamıştım ki arkamda duyduğum araba motoru sesiyle durarak dengemi sağlamaya çalışırken yavaşça o tarafa döndüm.


Dönmemle bana doğru gelen kişiyi gördüm ve onu görmenin verdiği rahatlamayla bulanık gözlerimden terime karışan damlalar düştü. Yağız'ın bana koşmasıyla zoraki ayakta tuttuğum bedenim kendini güven duygusunun verdiği rahatlama eşliğinde yere bıraktı.


Sert asfalt zeminin vereceği acıyı bekleyen bedenim beni saran kollarla gevşeyerek kendini derin bir uçurumdan aşağı bıraktı. Uçurumdan düşen bedenim zihnimle olan tüm bağlantısını kesti ve ben boşlukta dönmeye başlayarak kendimi bulmak için boşluğun içinde dolaşmaya başladım...


Loading...
0%