Yeni Üyelik
40.
Bölüm

39.Bölüm "Aşk: Tek Bedende İki̇ Can Taşımak"

@senabookss

“Korku, güçlüdür önünde diz çökersin.


Aşk, sarsıtıcıdır karşısında el pençe olursun.


Ölüm, acıdır varlığıyla yok olursun.


Hayat, kısadır göz açar kaparsın ve sondasındır...”


Aras Aktay’dan...


“Ulan ben izin verdim diye yendin. Benim seni yenmem demek Alisa’nın ağzıma sıçması demek ve ben bunu inan istemiyorum.” dedim sinirle. Cidden beni yediği için seviniyor muydu bu? Tamam, iyi oynuyordu ama ben daha iyi oynuyordum.


Karşımdaki egonun vücut bulmuş hali olan şahıs keyifle bana bakarak dediğimi bir tarafına takmadığını belli edecek şekilde üstten bir bakış attı. “Siktir lan izin vermişmiş. Serdim seni oğlum sahaya daha ne konuşuyorsun? Git ilerde ağla.” dedi dalga geçerek ve elindeki su şişesini kenara atarken etrafına bakındı. Yüzü biraz öncenin aksine ciddileşmişti.


“Telefonum soyunma odasına, Alisa’yı arasana.” meraklı sesiyle söylenmesinden önce ilk söylediği cümlelerle tam sövmek için ağzımı açmıştım ki ikinci dediğiyle keyifle gülümsedim.


“Yalvarırsan ararım.” konuşurken aynı zamanda da cebimden telefonumu çıkartıyordum.


“Aras, bu zamana kadar ben sana niye hiç vurmadım?” diye sormasıyla bir an sanki cevabını çok merak ediyormuş gibi alayla ona baktım.


“Niye, beni çok sevdiğin için mi? Doğru sevilmeyecek gibi değilim.”


Dalga geçmemle tipsiz yüzünde oluşan sinir deminki yenilgi olayını telafi edecek kadar tatmin etti beni. “Sevdiğimden değil, Alisa var diye ama şu an burada değil yani ben burada ağzına sıçmadan hemen dediğimi yap.” dedi uyarırcasına. Uyarı tonlu sesiyle gözlerimi devirip Kara Dul’umu aradım. Telefon çaldı, çaldı ama açılmadı. Telefonu hafifçe kulağımdan uzaklaştırırken bakışlarım sevimsizdeydi.


Arama telesekretere düştüğünde üstünde durmamaya çalışarak telefonu kapattım. “Trip atıyordur. Dayanamaz arar.” diye mırıldandım aklıma gelen kötü düşünceleri kenara iterek fakat benim kenara ittiğim düşünceleri Yağız, itememişti ki merakla kolundaki saate bakıp tekrar sarayın kapısına doğru baktı.


Burnundan sert bir soluk verirken “Bir saati geçti. Tek başına sıkılır o, duramaz.” tereddütlü konuşması beni de huzursuz ederken bakışlarım onun gergin ifadesine takıldı. İlk başta sevmeyip Alisa’ya yakıştırmadığım adamın aslında onun için en doğru kişi olduğunu bir kez daha anladım.


Onun üstündeki tedirginlik bulaşıcı bir şekilde bana da bulaştı ve hızla bir kez daha aradım onu. Ben telefonu açmasını beklerken Yağız’ın saatinin peş peşe ötmesiyle kaşlarımı çattım.


“Bu saatte alarm mı kurdun?” diye sordum boş bulunarak. Yağız’sa dediğimi umursamadan yüzünü anlamlandıramadığım bir şekilde kolundaki saate çevirdi ve hızla bana baktı. Gözlerinde değişik bir duygu vardı, ilk bakışta çözemeyeceğim kadar karanlık.


“Bir şey oldu.” dedi panik halinde. “İhtiyacı var.” ne olduğunu anlayamamıştım ama nedense kalbimin sıkışması onun hissettiklerinin benimde hissettiğimi bana söylüyordu. İçine doğması olayı gerçekti, özellikle gerçekten iki insan birbirine bağlıysa. Ben, ne diyeceğimi bilemeyerek ona kaşlarımı çatmış bakarken o elimdeki telefonu hızla alıp bir numarayı aradı. Bunu yaparken de arabaya doğru koşmaya başlamıştı. Onun koşmasıyla bende koştum ve cebimden arabanın anahtarını çıkarıp arabayı açtım.


Biz arabaya binerken Yağız’ın aradığı kişi de telefonu açmıştı ki Yağız, ona “Hemen, Alisa’daki takip cihazının konumunu bu telefona gönder. Hemen.” dedi ve telefonu kapattı. Beklemekle zaman kaybetmeyelim diye düşünerek hızla arabayı çalıştırıp saraydan çıktım. Araba zeminde kayarken her ne kadar soğukkanlı olmaya ne kadar rahatmış gibi davransam da içimdeki tuhaf hisler beni sarmaya başlamıştı. Hislerin... boktan hislerin esiri olmadan içimden umarım siktiğimin tribini attığı için telefona bakmadı diye geçirmeye çalıştım.


Ben içimdeki duygularla savaşırken telefona gelen bildirimle Yağız, hızla konumu açtı. Gördüğü konumla tedirgin olan yüzü kendini korkuya bıraktı. “Siktir! Önümüzde gösteriyor.” dedi ve yola baktı. Kelimelerinin etkisi zihnimdeki anıların olduğu defteri açarken bedenimdeki titreme beni anın sıcaklığında tuttu ve ayağım gaz pedalına abandı.


Biraz önümüzde, karşımızda duran iki araba görüş alanımıza girdiğinde onlara yaklaşarak arabayı durdurdum.


İlk defa arabadan inmeyi istemedim... uzun bir süre sonra ilk defa kaybetmenin nasıl bir acı olduğunu iliklerimde anımsadım...


Yağız, arabayı durdurmamla hızla inip arabaların oraya doğru koşmaya başladığında ben donmuştum. Zihnimde canlanan sahneyle elimin titremesini durdurmaya çalışarak yavaşça arabadan inip onlara doğru yürümeye başladım. İçimdeki korkunun bedenime yaydığı dalgalar içimde sarsıntılar oluştururken karşımda göreceğim manzaradan korkarak eğdiğim kafamı yavaşça kaldırdım.


Kalkan kafamla gözlerimin gördüğü an içimdeki dalgalardan birinin sert bir şekilde kalbime vurmasını sağladı.


Alisa'nın yaralı bedenini Yağız’ın kollarına bırakmasıyla kalbime vuran dalga, zihnimi yerine getirdi. Hızla onlara doğru koştum. Yağız, kollarına yığılan bedene bakıp hızla onu kucağına alarak arabaya doğru koştu. Ben arabaya ondan daha yakın olduğum için hemen geri dönüp bindim ve onun da binmesini bekledim.


Dikiz aynasından arka koltuğa oturan Yağız’a bakışlarım değdiğinde kucağındaki Alisa’ya hiç bakmadım. Onu öyle görmek istemiyordum, o kadar güçlü değildim... arabayı çalıştırıp önümüzdeki arabaları geçerken arabaya kan kokusu yayılmaya başlamıştı...


İbre gittikçe yukarı tırmanırken gözlerim tekrar dikiz aynasına gitti. Yağız'ın gözlerini ayırmadan Alisa’ya baktığını gördüm. İçimdeki boktan kaybetme korkusunun verdiği mide bulandırıcı hissi bastırmak istercesine yutkundum.


“Ciddi bir şey mi?” sorum havada asılı kalmıştı, sesim titremişti ve bu bile bazı şeyleri belli edecek kadar acıydı.


“Bilmiyorum. Kurşun içerde gibi, çıkış yeri yok.” durdu ve sonra fısıldayan sesini duydum. “Çok kan var. Kanı akıyor.” dedi küçük bir çocuğun çaresizliğiyle. Bakışlarındaki durgunluk ve sesindeki güçsüzlük Alisa’nın onun saraya getirilme sebebini anlattığı anı aklıma getirdi. Kandan ve karanlıktan pek hoşlanmaması o yüzden normaldi özellikle sevdiklerinin kanından...


Kan kaybını önlemek için hızla tişörtümü çıkartıp arkaya uzattım. Yağız, tişörtü alıp yarasına bastırmaya başladı. Hastanenin gözle görülecek kadar yakınına ulaştığımızda yavaşça arabayı durdurdum. Alisa’nın sarsılmasını istememiştim.


“Akın’a haber ver. Yaralı olanlar vardı, o piçleri sorgu odasına kaldırsın.” Yağız’ın sert sesiyle verdiği emrin ardından hızla arabadan inmesiyle peşinden baktım. Onun, kucağında benim elimde kalan tek kişiyle hastaneye girmesiyle, dolu olan gözümden hiçbir işe yaramayan bir damla düştü.


Elif’te en son bu halde benim kucağımda değil miydi?


Aklıma gelen sahnenin barındırdığı sonla kafamı sallayarak gözümden akan yaşı silip Yağız’ın ön koltukta bıraktığı telefonumu alarak Akın’ı aradım. Dördüncü çalışta telefonu açtığında ona fırsat vermeden ben konuştum.


“Bir şey diyeceğim... dilim dönmüyor amına koyayım. Alisa’ya pusu kurmuşlar, yaralı onu hastaneye getirdik.” yaşarken, o anın içindeyken konuşmak zaten zordu ama bir de bunu başkasına anlatmak, işte o daha zordu.


“Ne diyorsun lan? İyi mi durumu, nasıl? Hangi ara sıkıştırdılar kızı piçler?” diye sordu ama aklım ona cevap verecek kadar yerinde değildi.


“Bilmiyorum nasıl, kan kaybetmiş... onun hallettiği adamlar saray yolunda, saraydan çıktıktan yedi yüz metre ilerde falan olması lazım. Yağız, onları bizim sorgu odasına postalamanı istedi.” dedim hızla ve derin bir nefes aldım. Arabadaki havanın bana yetmediğini anladığımda arabadan indim. Temiz hava bedenimi sararken biraz olsun kendime gelmiştim.


“O iş bende. Siz gelecek misiniz, kendim sorguya başlayayım mı?”


“Bilmiyorum. Şimdi içeri gireceğim, gelin işte.” dedim ve telefonu kapatarak gözlerimi kapatıp bir süre bekledim. Kendimi hazır hissettiğim anda hastaneye doğru birkaç adım atmıştım ki bedenimde fazladan hissettiğim rüzgar beni durdurdu. Kafamı eğerek üstüme baktığımda tişörtümü verdiğimi hatırladım. Beynimin çalışmadığına emin olarak arabaya geri dönüp bagajda duran temiz tişörtü üstüme geçirdim. Bunu yaparken de yaşadığımız lanet duruma sövmeye başladım.


Yaşadığımız hayat normal değildi, sıradan bir aktivite bile bize fazlaydı. Maçını sikeyim Aras, al işte sonuna bak. Gitseydik bunlar olmazdı, kız bir şey istemiş yap amına koyayım; maç ondan daha mı önemli? Hayır, hiçbir şey ondan daha önemli değil.


Ama bundan daha önemlisi de vardı ki o piçleri de doğduklarına pişman edeceğimdi. Benim kardeşimin canını yakmalarının bedelini inleye inleye ödeyeceklerdi. Kendime verdiğim sözdü bu ve ben konu sevdiklerim olunca sözümü tutardım...


İçimden kendimle konuşurken hastanenin kapısından içeri girdim ve o boktan hastane kokusunu yüzümü buruşturarak soludum. Kapının ilerisindeki sekretere yaklaşırken ellerimdeki titremeyi saklamak istercesine arkamda tuttum.


“Biraz önce yaralı bir kadın getirdi kumral bir adam neredeler?” diye sordum hızla. Telaşlı sesimle kafasını kaldıran kadın bana şüpheyle baktı. Yeşil gözleri yüzümde bir süre oyalandı.


“Siz kimsiniz?”


“Kuzey Bölgesi’nin Yöneticisi Aras Aktay.” kadın kendimi tanıtmamla toparlanarak ayağa kalkıp çekingen bir ifadeyle selam verdi.


“Soylumuz bir numaralı ameliyathanede.” üzgün çıkan sesiyle başımı eğerek yanından uzaklaştım ve yönergeleri takip ederek ameliyathaneye ulaştım. Koridora girmemle Yağız’ı duvara yaslanmış bir şekilde beklerken gördüm. Onu bu şekilde ilk defa gördüğümden mi yoksa aynı duygular içinde yandığımızdan mıydı bilmiyorum midemde boktan bir sızı baş gösterdi. Derin bir nefes alıp yanına ilerlerken gözlerimi bir an üzerinden ayırmadım.


Her zaman dik duran omuzları çökmüş, bitkin bedeni ifadesiz yüzüyle karanlığa gömülmüştü. Donuk gözleri yere bakıyor ama görmediğini belli ediyordu. Bedeni buradaydı ama ruhu çoktan gitmişti. Yanına ulaştığımda ilk önce elinde sıkıca tuttuğu kanlı tişörtü elinden aldım. Ondan alınan tişörtle kafasını yavaşça bana çevirdi.


Boş gözlerine tedirginlikle bakarken kelimelerin düğüm olduğu dilimden birkaç sözcüğün dökülmesi için uğraştım. O, bana bu kadar yoksunlukla bakarken ondan duyacağım kötü haberi kaldırabilir miydim? Hayır.


“Bir şey dediler mi?” sorumla gözleri ameliyathanenin kapısına döndü. Pürüzlü sesiyle “Fazla kan kaybetmiş... başka bir şey demediler.” dedi. Tükenmişliği temsil eden sesi içimde unutmaya çalıştığım hisleri tekrar hatırlattı. Çökmüş omzuma elimi atarak kendimi bile inandırmak için çabaladığım cümleleri sıraladım. “İyileşecek merak etme. Kolay kolay gitmez.”


Emindim çünkü basit bir adamın kurşunu onu ölmeye ikna edemezdi. O, bu sebeple ölmek için fazla kibirliydi.


Yağız, söylediklerimle bana ifadesiz bir şekilde baktı. Yüzünde duygu yoktu. “Biliyorum iyileşir ama ben iyileşmem.” dedi ve gözlerine inen sinirle devam etti. “Gel dedi... benimle gel dedi. Beynimi sikeyim gitmedim.” yüzündeki pişmanlık sesine de yansırken aynısını düşünüp kendi kendimi yediğimi ona belli etmedim.


“İllaki yalnız olacağı bir an olacaktı. Kendini suçlaman bir şeyi değiştirmez. Olan oldu önümüze bakalım.” dedim uyarır tonda. Bu doğruydu, hiçbirimiz güvende değildik.


Yağız, söylediklerimle yaslandığı duvardan doğrularak sinirle bana baktı. “Siktiğimin yalnız anı olmamalıydı. Bugün de iki sene boyunca da yalnız bir anı olmamalıydı. Eğer olmasaydı, yanında olsaydım şu an bu boktan durumun içinde olmazdık!” sesi koridorda yankılanırken aceleyle etrafa bakındım. Bize dönen birkaç kişiye ters şekilde bakarak aynı bakışlarla önümde adama da baktım.


“Sakin ol. Ne oldu bağırdın? Değişti mi bir şey? Bir bok değişmedi, Alisa içerde yatıyor; onu bu hale getirenler dışarda keyif atıyor. Çık şu siktiğim tribinden de işimize bakalım.” dedim sakin ama sinirli tonla. Bende kendi içimde kendimi dizginlemeye çalışıyor, öfkeme ve vicdan azabıma boyun eğmemeye çalışıyordum çünkü boyun eğersek bir de birbirimizle uğraşacaktık ve buna zamanımız yoktu. Birinin altta kalması gerekiyordu ve bu kişi bendim.


Kendine gel dercesine konuşmamla Yağız, sanki uyanmış gibi bana baktı. Bir şey demek için ağzını açmıştı ki Seda’nın yanımıza gelmesiyle susup ona baktı. Bende ona doğru bakarken onu gergin yüzüyle karşılaştım. Seda, duygularını saklamakta çok iyiydi, bunu geldiğim ilk zamanlarda anlamıştım. Alisa, bile duygularını bu kadar iyi saklayamıyordu. O, öfkesine yenilebilir ateş olup karşısındaki yakabilirdi ama Seda, bunu belli etmezdi. Hislerini saklar vurucu anı beklerdi.


Ne yalan söyleyeyim bu özelliği karşısında şaşırdığım kadar hayranlıkta duymuştum.


“Haber var mı?” diye sorarken ses tonu fazla kontrollüydü ama bu örtüsünün altında gözlerindeki kızarıklık hastaneye girene kadar ağladığını belli ediyordu. Yağız'a bakan üzgün gözleri Yağız’ın olumsuz anlamda kafa sallamasıyla tekrar doldu ama ağlamadı. Kollarını arkadaşına sardı ve bir şey demedi. Kısa bir teselli sarılmasının ardından geri çekilirken buruk bir gülümseme yerleştirdi yüzüne.


“O cadıya bir şey olmaz.” dedi kendine söyler gibi. Yağız, onun konuşmasıyla ifadesini sertleştirdi.


“Ona bir şey olmayacak ama başkalarına çok şey olacak. Akın, nerede?” ses tonundaki değişime eş şekilde yüzündeki ifadenin sertliği karşısında bir an kaşlarım çatıldı. Alisa’nın onunla ilgili söylediği birkaç şey tekrar zihnimde parıldadı...


“Sorgu odasında, senden önce başladı sorguya.” dedi Seda ve bir kolunu benim omzuma bir elini Yağız’ın omzuna yerleştirerek “Siz gidin, askerler hastanenin çevresine konumlandı. Sarayda ohal ilan edildi. Burası bende.” dedi bakışlarını ikimizin arasında gezdirerek. Bir an bu haline şaşırdım, bu kadarı bana bile fazlaydı. Buraya geldiğimden beri korumacı abla gibi olan kadın şimdi duygusuz bir ajan gibi davranıp bizi yapılanın intikamını almamız için gönderiyordu.


Kesin karar vermiştim buradaki kimse normal değildi...


Seda, konuşmasının ardından önce belinden Yağız’a ait silahı ve sonra da cebinden Yağız’ın telefonunu çıkartıp ona uzattı. Yüzbaşı, ona ait olanları alıp gözlerine inen fırtınanın sesine yansıyan ürperticiliğiyle “En ufak gelişmede ara, bakmazsam mesaj at. Her bir adımı Seda.” dedi uyarırcasına ve bana bakarak yürümem için kafasını salladı. Seda’nın omzuna dokunarak o bende dercesine baktım ve Yağız’ın peşine takıldım.


Uzun ve kanlı bir gece bizi bekliyordu...


&


Saraydan içeri girdiğimizde Yağız, arabayı park etmek yerine ormanlığa doğru sürmeye devam etti. Binayı arkamızda bırakarak ilerlemeye devam ettiğimizde kaşlarım olabildiğince çatıldı.


“Siz hayırdır lan? Yer mi ayarladınız kendinize?” diye sordum inanamayarak. Yağız, tepkimle tehlikeli bir şekil gülümsedi. Gözlerinde gizemli bir ifade vardı.


“Sadece gördüklerin kadar mıyız sandın?” dedi ve arabayı ormanlığın içindeki bir deponun önünde durdurdu. Kapının önündeki on asker Yağız’ın arabadan inmesiyle saygıyla selam verdi. Afallamış halde onları izlerken bende araçtan indim ve depoya girdim. Çelik kapıdan içeri girip beton duvarların sarmaladığı koridordan yürürken burnuma gelen kan kokusu ona alışkın olan midemi rahatsız etmedi aksine özlediğimi fark etmemi sağladı. Deponun içinde yürürken kulağıma gelen acı çığlık sesiyle kaşlarımı çatarak Yağız’a baktım ama onun duygudan uzak sırıtışı içimde soru işaretleri yaratmaktan başka bir işe yaramadı.


Bu adam buraya geldiğim zamandan beri gördüğüm adam değildi.


Naylon örtünün itilmesiyle açılan eşikten geçtiğimde kulağıma ilişen acı bağırış dikkatimi topladı. Akın’ın sandalyede oturmuş iki adamdan birinin tırnaklarını elindeki kerpetenle söktüğünü gördüm.


Akın... daha geçen kahvaltıda yumurtadan iğrenen Akın...


Yağız’ı fark etmesiyle bağırttığı adamın kafasına vurup oturduğu yerden doğrularak Yağız’a baktı. Üzerindeki beyaz gömlek kanla kaplanmıştı.


“Emri veren Adnan Toker. Aldığımız şifreyi istiyormuş.” dedi ciddiyetle. Bakışlarım onun sessiz bir kuytu gibi ifadesizliğini koruyan gözlerine bakarken söylediği isimle ellerim yumruk şeklini aldı.


“Amına kodumun piçinin belliydi karşılık vereceği. Çok kolay aldık parçayı.” dedim sinirle ve yanlarına doğru ilerledim. Bakışlarım ikisi arasında gezerken asıl soruyu sordum. “Ne yapacağız?”


Yağız, duyduklarından sonra ondan beklenilmeyecek sakinlikle yavaşça ikimizde gözlerini dolandırdı ve en son Akın’a durdu. “Nerede şimdi?”


Akın, arkasına bakarak şaftı kaymış şerefsiz sinsice gülümsedi. Şu an gerçekten korku filmlerindeki palyaçolara benziyordu. “Ithaca’da, evinde saklanıyormuş. Evinden dışarı çıkamıyor çünkü elindeki gücü kaybetmiş. Örgüttekiler peşindeymiş.” dedi keyifle. Söyledikleriyle Yağız’a baktım. Fırtına öncesi sessizlik olgusunu içimde hissettiren yüzüyle arkamızdaki askerlere döndü.


“Helikopteri hazırlayın, yarım saate yola çıkıyoruz. Beş tane asker hazırlansın!” dedi ve önümüzdeki iki adama onaylamaz bir bakış attı.


“Akın... tırnak sökmek falan yakışıyor mu kardeşim? Baksana adam yaralı, oradan tuzla sargı bezi getir. Yardım edelim adamlara.” konuşması bittiğinde Akın’ın işkence ettiği adama doğru yürüdü. Yanlarındaki masadan bıçak alarak adamı omzundan tutup hızla yere fırlattı.


Yerde acı içinde kıvranan adamın yanına eğilerek “Dokundun mu ona?” diye sordu tehdit kokan net sesiyle. Yüzündeki ifadeye içimdeki şaşkınlıkla bakakaldım.


Ulan bu adam mıydı geçen elimden pastamı alan adam?


Merakla arkamdaki sandalyeye oturup onu izlemeye başladım. Yere düşen adam acı içinde Yağız’a bakarak “Dokunmadım.” kekeledi. “Halletti zaten hepimizi.” adamın ağlamaklı sesiyle Yüzbaşı sinirle gülümsedi. Elindeki bıçağı adamın çıplak karnından başlayarak göğsüne kadar derisini açacak şekilde sürdü. Adamın acı içinde bağırışı depoda yankılanırken telefonunun çalmasıyla ayağa kalkarak telefonu açtı. Bunu yaparken de bir ayağını adamın açık yarasının üstüne bastırdı.


Telefonla konuşurken yüzünde oluşan merak arayanın Seda, olduğunu belli etti. Hastaneden gelen haberin merakıyla sandalyeden doğrularak yanına gittim. Yağız'ın duyduklarıyla rahatlayan yüzünün verdiği güven bedenimi gevşetti.


“Tamam, yanından ayrılma. Biz Ithaca’ya gideceğiz, sabah da hastanede oluruz. Akın, gelir yanına birazdan.” dedi ve telefonu kapatıp bana baktı. “Kurşunu çıkarmışlar. Fazla kan kaybettiği için uyutacaklarmış, yarına anca kendine gelirmiş.” dedi ve ayağının altındaki adama bakarak başını yan tarafa eğdi.


“Dua et güzel bir telefon geldi yoksa seninle tatlı bir beş dakikamız olacaktı.” adamın ona yalvarmasına aman vermeden belindeki silahı çıkartıp adamın kafasına sıktı, ardından arkamızdaki diğer adamın da kafasına sıkıp Akın’a döndü.


“Akın, burası sende. Hepimiz ortadan kaybolmayalım. Başkanlık'tan gelen olursa tüm sorumluluğu bana yık. Sizin hiçbir şeyden haberiniz yok.” dedi ciddiyetle. Tüm görevi üstüne almasıyla kaşlarımı çatarak boğazımı temizledim. “Bize yık!” derken Akın’a baktım, onun minnetle kafasını sallamasıyla da Yağız’a döndüm. “Hazırlanıp çıkalım. Adnan'ın evinden önce benim evimden ihtiyacımız olanları almalıyız. Arabayı de oradan ayarlarız.” dedim ve kolumdaki saate bakarak ekledim. “Bu gece işi bitirelim. Haber yayılmadan adamın ortadan kalkması lazım.” saat on bir buçuk civarıydı ve gün aydınlanmadan bu işin bitmesi gerekiyordu.


Sonuçta gece bu işler için vardı...


&


Helikopterle süren bir saatlik yolculuğun ardından helikopterin özel işler için kullandığımız çiftliğe inmesiyle Ithaca topraklarına ayak bastık. Yağız, ben ve beş adam eve girdiğimizde hızla saldırı için teçhizat hazırlamaya başladık. Silahları ayarladığımızda dikkatimi çeken şey yüzünden odadaki dolaba ilerleyip içinden koruyucu yelek çıkartıp ilerimdeki adama uzattım. Bana bakan anlamsız ifadesine umursamazca baktım.


“Alisa’nın dırdırıyla uğraşamam giy şunu.” dedim. Söylediğimle gözlerini devirip yeleği giydi. Herkesin hazır olmasıyla iki araba olacak şekilde arabalara binip yola çıktık. Kırk dakikalık yolun ardından ormanlığın içine gömülmüş villanın biraz gerisinde durduk. Arabalardan inip tek sıra halinde dizilmiş askerlere baktık. Hepsi genç ve dinamikti, verilecek görevi merakla bekliyorlardı.


“Ses çıkmayacak. Hayalet modunda herkesi indirin. Ön taraf sizde arka taraf bizde.” dedim ve onaylarını bekledim. Hepsi silahlarının ucuna susturucularını taktıktan sonra ellerini göğüslerine vurarak başlarını salladı. Onlardan aldığım onay doğrultusunda kafamı çevirip Yağız’a baktım, tüm dikkati ilerimizdeki evdeydi. Onun zaten hazır olduğunu anlayarak derin bir nefes alıp kendimi de hazırladım ve kulağımdaki kulaklığa dokunarak “Efe, başlıyoruz. Kameralara sahte video ekle ve sana dediğimde son hamleyi yap.” dedim.


“Sendeyim patron. İşlem tamam. Gece sizin.” Efe’nin onay veren sesiyle başımı karşımdakilere hareket komutu anlamına gelecek şekilde eve doğru salladım ve ilerlemeye başladık.


Askerler ön tarafa doğru ilerlerken biz ormanlık alanın içinden demir parmaklıkları atlayarak evin bahçesine girdik. Girdiğimiz gibi bahçedeki dört adama aynı anda sıktık. Onların inmesiyle hızla yürüyerek eve ulaşmaya çalıştık. Üzerimdeki ceketin varlığı bedenimi sıkarken burada bulunma sebebimiz gözlerimin kararması için yeterliydi, şu an odaklandığım tek şey yok etmekti ve bende ona göre hareket ediyordum.


Tedbirli adımlarla yürürken karşıma çıkan adama sıkmıştım ki eğilerek vuruş açımdan kurtuldu ve kurşun boşluğa gitti. Adam, kuruşundan kurtularak hızla karnıma yumruk attı. Attığı yumrukla afallayınca hızla elimdeki silahı almaya çalıştı. Silahı tutmasıyla hızla karnına tekme atıp bana salladığı kolunu tutarak ters çevirip adamı sırtıma yaslayarak yere fırlattım. Yere fırlayan adama toparlanma şansı vermeden hızla kafasına sıkıp Yağız’a baktım. Bir adamı indirmiş diğerinin de ona vurmasıyla adama hızla yumruk atıp boynundan onu kavrayarak takla attırdı ve boynunu kırarak yere bıraktı.


Onların etkisiz hale gelmesiyle ilerlemeye devam ettik. Yürürken bir adamın beni fark etmesiyle hızla ona doğru silahımı doğrultup sıkacaktım ki arkadan birinin beni tutmasıyla küfredip hızla geriye doğru kafa atıp ayağımla adama tekme attım. Tam o sıra önümdeki adam beni vurmak için silahını doğrultmuştu ki Yağız, onu vurup önündekiyle ilgilenmeye başladı. Önümdekinin inmesiyle arkamdaki adama odaklanarak boğazımdaki ellerini tutup çekerek parmaklarını gevşettim. Ardından tüm gücümü bacaklarıma vererek adamı hızla belimle destekleyip takla attırarak önüme fırlattım. Adamın önüme düşmesiyle hızla bacağımdaki bıçağı çıkartıp adamın boğazına saplayıp çektim.


Onun da aradan çekilmesiyle ilerlemeye devam ettim. Karşıma çıkan dönemeçte durup duvara yaslanarak bana doğru gelen üç adamı beklemeye başladım. Adamların yaklaşmasıyla hızla bahçe kapısından içeri girdim. Eşikten içeri girmemle yerde yatan üç adamı gördüm. Yağız, çoktan içeri girmişti...


Tam üst kata doğru yönelmiştim ki bir anda yanıma düşen adamla hızla kafamı kaldırıp yukarı baktım. Yüzbaşının parlayan mavi gözlerini gördüğümde gözlerim kıpırdayan dudaklarına kaydı.


“Çok yavaşsın.” yaşanan olayın tanıdıklığıyla gülümseyerek üst kata doğru ilerledim. Üst katın merdivenlerini ikişer ikişer çıktıktan sonra Yağız’ın burayı çoktan hallettiğini fark ettim. Yerde iki adam yatıyordu.


Bu adam Yüzbaşı olma olayını fazla ciddiye mi almıştı?


Gözlerimi devirerek kulağımdaki kulaklığa dokundum. “İkinci ekip, durum raporu!”


“Bahçe temiz, eve giriş için izin bekliyoruz.” diyen askerin sesiyle tam koridoru dönmüştüm ki karşıma çıkan adamla göz göze geldik ve hemen adamın silahına davranmasına izin vermeden adamın yüzüne yumruk atıp kafasını tutarak duvara vurup adamı bayılttım. Adamın bayılmasıyla koridora baktım ve boş olduğunu görmemle derin bir nefes alıp kulaklığa dokundum.


“Bahçenin güvenliğini sağlayın. Eve kimse girmesin!” dedim ve koridorda ilerleyerek Yağız’ı bulmaya çalıştım. Biraz ilerlediğimde bir odanın önünde dövüştüğünü dördüm. Adamın Hulk’un kayıp kardeşi olduğunu fark etmemle adama iki el ateş ederek Yağız’a yardım ettim.


O çam yarmasına tek kurşun yetmezdi.


Yağız, karşısındaki adamın onu bırakmasıyla bana kibirli bir bakış attı. “Anca mı geldin?” diye sormasıyla gözlerimi devirip orta parmağımı kaldırmakla yetindim ve kapıyı açması için hadi dercesine elimi salladım.


Bu adam bu kadar gıcıkken benim Kara Dul’um bunu nasıl sevmişti?


Ben bunu düşünürken Yağız, hızla kapıyı açtı. İkimizde silahlarımızı doğrultarak içeri girerken temkinliydik. Adımlarımız oda boyunca ilerlerken ilk önce bizi büyük bir salon karşıladı. Odanın mimarisiyle ilgilenmeyecek kadar işime odaklıydım ama gözüme çarpan antika eşyalarla tarihi bir hava soluduğumu hissettim.


Salonda kimsenin olmamasıyla kaşlarımı çattım, kimsenin olmaması iyi bir şey değildi. Küçük bir holden geçtiğimizde aradığımız adamın şöminenin başında, tek kişilik kanepede oturmuş elinde bulunan viski kadehinden yudum alırken bulduk. Gördüğüm manzarayla şaşkınlıkla Yağız’a batım. O da şaşırmıştı ki çatık kaşlarıyla adama bakıyordu.


Biz adamın arkasında silahlarımızı doğrultmuş şekilde dururken adam, kafasını yavaşça bize doğru çevirdi. “Beklediğimden erken geldiniz.” dedi ve önüne dönerek şöminenin alevlerini izlemeye devam etti. Tepkisiyle şaşkın bir şekilde ona bakakaldım. Bu normal değildi ya ölümü kabullenmişti ya da bir planı vardı...


Yağız, yavaşça Adnan’a doğru ilerledi. “Ecelini bu kadar çabuk kabullenmen normal değil. Deli taklidi yapman sonunu değiştirmez.” dedi sorgularcasına.


Adam, alevlere bakarak üst dudağını kıvırdı. “Olacak olan engellenemez. Siz bana bulaşarak kendi kaderinizi yazdınız bende size karşılık vererek.” dedi ve Yağız’a kısa bir bakış atıp “Öldür, bitsin.” umursamaz sesiyle elimdeki silahı sıktım.


Yağız, silahını adama doğrultarak “Madem öldürülecektin niye adamlarını yolladın?” diye sordu. Sorusuyla Adnan’ın yüzünde öfke belirdi. Hızla ayağa kalkarak Yağız’a bakmaya başladı. Yaşına göre gereksiz bir cesarete sahipti.


“Basit bir Soylu benim alanıma girip otuz yıldır sakladığım şifreyi çaldı. Elimdeki tek güç! Buradan çıkabiliyor olsaydım bizzat kendi ellerimle onu acıdan inletmek isterdim.” diye haykırdı ve hayatının en büyük hatasını yaptı orospu çocuğu.


Yağız, bana fırsat vermeden hızla tuttuğu silahın namlusunu adamın kafasına sertçe vurup adamın dizine tekme atarak ona diz çöktürdü ardından da ensesinden tutarak şömineye doğru sürükledi hantal bedeni. Adam acıyla haykırdı.


“Vuracaksan vur direkt!” inleyişi kulaklarımı kanatırken sessizce onu izledim. Azrailin kırbacını... şu an karşımda ne Yağız vardı ne de Yüzbaşı... o şu an azrailin kendi gibiydi ya da bir tık insaflısı azrailin kırbacı.


Yağız, adamın kafasını yavaşça şömineye yaklaştırırken acımasızca güldü. “Acısız ölüm mü? Hayır.” dedi ve bana bakarak “Şişeyi ver!” dedi duygusuz bir tonla. Gözlerinde gördüğüm alev parıltıları şu an içindeki canavarın uyandığını gösteriyordu ve ben şu an gayet keyif almıştım. Gülümseyerek ilerleyip viski şişesini alıp ona uzattım. Yağız, şişenin içindeki alkolü adamın kafasına dökerek adamın yüzünü yüzüne döndürdü.


“Benim hayatıma, benim kadınıma dokunmayacaktın. Bu alev daha başlangıç; senin için alıştırma olsun!” dedi ve adamı şömineye doğru itti. Adam şömineye yaklaşan yüzünün acısıyla inleyerek “Babanda böyle acımasızdı.” dedi Yağız’a. Söylediğiyle bir an Yağız’a baktım. Alevlerin ışığındaki gölgeli yüzü bir an alevlerle birleşir gibi öfkeyle parladı ve adamı hızla şömineye itip omuzlarından üstünü yaktı.


Adnan Toker’in kısa süreliği çığlığı tüm odada yankılandı.


Yağız, iğrenerek adamı bırakıp ayağa kalktığında yanmış üst bedenine bakarak “Hadi gidelim.” dedim. Konuşmamla Yağız, alevlerdeki gözlerini bana çevirdi ve başını tamam anlamında salladı. Önden ben çıkarken o da arkamdan geliyordu. Uzun sürede geldiğimiz yoldan kısa sürede geri döndüğümüzde hemen arabalara bindik. Evden gerekli mesafe uzakta olduğumuzda kulaklığıma dokundum.


“Efe, şimdi!” dedim ve arabaya bindiğimizde ormanlık alanı aydınlatan büyük bir alev ortaya çıktı. Evin patlamasıyla gülümseyerek arabayı çalıştırdım ve geri dönmek için yola koyulduk. Arabayı sürerken yanımdaki adamın gerici varlığıyla dayanamayarak “Alisa, öfkeni kontrol etmeyi öğrendiğini söylemişti?” diye laf attım ortaya sorarcasına ve kafamı hafifçe ona döndürdüm. Konuşmamla bana dönmüş ciddi bir şekilde bana bakıyordu.


Başımı tekrar yola döndürdüğümde tok sesini duydum. “Ediyorum... bazı durumlar haricinde.”


Gülümseyerek “Bazı durumlar Alisa, oluyor galiba?” dedim ve ona baktım. Söylediğimle bakışları kolundaki saate kaydı.


“Ondan başka kimsem yok. Hayatımda bir tek o var ve hep öyle olacak. Hayatımı onu korumak, mutlu etmek için yaşıyorum. O yüzden evet bazı durumlar o. onun canını yakanların hepsinin sonu bu olacak.” dedi keskin sesiyle.


Söyledikleriyle bir an şaşkınlığa uğradım, bu gıcığın bir anda içindekileri dökebileceğini düşünmemiştim. Söylediklerinin duygu ağırlığının içimi ağırtmasıyla ona baktım. İfadesiz yüzüyle saate bakıyordu. Dediklerini düşündüm... on yaşında kimsesiz kalıp, gözlerinin önünde annesinin öldürülmesine dayanamayarak babasının silahıyla annesinin katilini vuran çocuk, sekiz yaşındaki kızla tanışır ve beraber büyüyerek yaralarını sararlar...


Bunu düşünürken sonraki dediğini düşünmeye başladım ve aklımda oluşan şimşekle kaşlarımı çattım.


“Yani Alisa’ya yanlış yapan herkesi cezalandırırım diyorsun?”


Sorumla duygusuz şekilde gülümsedi. “Sor, çekinme.” söylediğiyle hızla frene basıp şaşkınca ona baktım. Bu adam bunu yapmış mıydı?


Duygusuz gözlerine bakarken direksiyondaki ellerimi sıkılaştırdım.


“Katil sensin!” dedim inanamayarak.


Yağız, tepkime dudaklarını kıvırdı. “Öğrendin ve şimdi unut.” gülümsemesinin içinden çıkan ciddi tonuyla kulaklığıma dokundum.


“Siz ilerleyin biz geliyoruz.” dedim arkamdaki askerlere ve Yağız’a odaklandım.


“Neden?” dudaklarımdan tek bir soru döküldü.


“Neden mi? Yaşadığımız hayat sana ne gibi geliyor? Alisa'nın nasıl bir belanın içinde olduğunun farkında mısın? Kuyruğuna bastığı herkes şimdi birlik olup onu devirmenin peşinde. Arkamızda bıraktığımız her bir düşman tekrar gücünü toplayıp bize saldıracak, bunu göremeyecek kadar kör müsün? Emir, basit bir Yöneticiydi. Alisa’yı indirmek için o piçle birlik oldu. Bağımsız Bölge’de sürgünde rahat mı duracaktı? Hayır. Ali... bizimle kaç yıl yaşadı o şerefsiz. Alisa, onu kardeşi gibi gördü. Sonuç ne; hainlik. İkisi de ölmeyi sonuna kadar hak etmişti.” dedi net bir şekilde. Söyledikleriyle, Alisa’nın karşımdaki adam için dediklerini hatırladım...


-Beni o kadar çok seviyor ki bazen korkuyorum bu sevginin onu tüketmesinden.- demişti. Şimdi baktığımda ne kadar haklı olduğunu düşündüm. Bu adam onun için her şeyi yapabilirdi.


Söyledikleriyle şüpheyle onu süzdüm. “Eski Yönetici, Alisa onu öldürmeyi düşünüyordu ama sen istemedin diye vazgeçti bundan. Onun ölmesine niye izin vermedin?”


Yağız, sorumla önüne döndü. “Ölmediğini nerden biliyorsun? Ben Alisa’nın adamı öldürmesini istemedim, adamın ölmemesini değil. Eğer Alisa öldürseydi büyük güç kaybederdi. Halk da arkasında durmazdı. Ondan dolayı ona öldürme dedim.” dedi umursamazlıkla.


Söyledikleriyle kaşlarım çatıldı. “Öldürdün yani onu da. Alisa, nasıl bunu öğrenmedi?” ses tonum inanamadığını belli edecek kadar saftı. Biz neyin içine düştük diye içimden geçirdim. Dışımızdaki düşmanlar yetmiyormuş gibi eğer bu öğrendiklerim ortaya çıkarsa içimizde oluşacak bölünmeler başımıza büyük bir sorun açacaktı.


“İki yıl buranın Soylusu bendim. Evet, Alisa olmadığında böyle bir adamın ama o varken de bundan önce gördüğün adamım. Dışardakilerin çoğu Alisa’nın olmadığı zamanki halimi gördüğü için dediklerimi yapıyorlar. Alisa, o yüzden bunları duymadı ve duymayacak da. Hatta sana anlattığım hiçbir şeyi duymayacak. Zaten elinde sonunda öğreneceği başka bir şey varken bu basit şeyleri de üstüne ekleyerek aramıza daha fazla mesafe sokmasına izin veremem.” dedi umursamaz bir sesle.


Söyledikleriyle derin bir nefes alıp aldığımı nefesi küfredercesine verdim. “Senin ben olmayan beynini sikeyim, daha ne bok yedin aranızı açacak? Bir de bunlar basit mi kalıyor yanında? Ulan biz savaşla mı uğraşacağız sizle mi amına koyayım?” diye bağırdım ve ona bakarak merakla ekledim. “Başka ne halt yedin?”


Yağız, soruma cevap verip vermeme arasında kalmıştı ki önümüze gelen üç arabanın farıyla yüzümü buruşturup karşıya baktım. Yağız da oraya bakarak dikiz aynasına baktı. “Arkamızda sarılı.”


Söylediğiyle birbirimize bakarak silahlarımızı belimizde hazır bekletip arabadan yavaşça indik. Arabadan inmemizle altı aradan adamlar indi.


Siktir! Çok kalabalıklardı lan!


Önümüzdeki adamlardan biri öne çıkarak “Başkanlığın emriyle tutuklusunuz. Ellerinizi kafanızda birleştirin ve diz çökün.” diye bağırdı.


Söylediğiyle Yağız’la aynı anda “Başkanlığını sikeyim.” diye mırıldandık ve adamın dediklerini yaparak diz çöktük. Yağız, bana bakarak adamların duymayacağı bir fısıltıyla mırıldandı.


“Sakın bir şey deme ben halledeceğim.” kafamı tamam anlamında sallarken bileklerimde hissettiğim kelepçelerle içimden söverek savaşın başladığını boktan bir yenilgiyle anladım.


Loading...
0%