Yeni Üyelik
41.
Bölüm

40.Bölüm "Sırlar Açığa Çıkar Hisler Yıkılır"

@senabookss

“Aldığın her nefes sende bir tat bırakır, bazıları acıdır bazıları tatlı bazıları ise ciğerlerini yakacak kadar yakıcıdır çünkü nefesini zehretmişlerdir sana...”


19 Sene Önce...


Acıyan bedenimi uyaran okşamayla gözlerimi yavaşça araladım. Bitkin bedenimin güçsüz hissiyle yattığım yan tarafında oturmuş gülümseyen tebessümüyle beni izleyip yumuşak dokunuşlarıyla saçlarımı okşayan anneme baktım. Benim toprak rengi gözlerimle aynı derecede kahverengi olan gözleri birleştiğinde sıcak ama telaşlı bir ifadeyle bana baktı.


“Uyandın mı tırtılım? Nasıl hissediyorsun?” ses tonu yüzündeki telaşlı aynı derecede kederliydi. Güzel yüzü benim yüzümden çökmüş görünüyordu. Sorusu ruhumun bedenimi dinletmesine sebep olduğunda bunu fırsata çeviren vücudum isyan ederek bana tahammül edemediğini anlatmaya başladı. Acı ve bitkinliği duyduğum bedenimle ondan başka kimsenin gözlerinde görmediğim sevgiye baktım ve dudaklarım içimdeki hüzünle büküldü.


“Canım acıyor anne, çok yoruldum.” diye mırıldandım. Güçsüz sesimle başımdaki elini sargıdaki koluma getirdi ve alçıyı kavradı.


“Alisa, sana dikkatli olmanı söylemiştim. Buradakilerin seninle oynamalarına izin verme demiştim. Bu küçük bedeninle oraya nasıl tırmanmaya çalışırsın?” bu zamana kadar bana hiç yükselmeyen kibar ses tonu ilk defa azarlar şekilde sertti ve bu beni korkuttu. Korkutma nedeninin bana kızmasından değil de beni artık sevmediği düşüncesini zihnimde doğurmasından kaynaklanması sanırım daha acı vericiydi.


Kızmasının içimde oluşturduğu korkuyla gözlerimi ondan kaçırdım. “Ama anne dalga geçiyorlar benimle. Hiçbir şeyi yapamazmışım ben, öyle diyorlar...” üzgün sesim fısıldamadan farksızdı. Annem söylediklerimle elini yüzüme doğru yaklaştırdı ve güzel, uzun kırmızı ojeli tırnaklarıyla çenemi kavrayarak ona bakmamı sağladı. Sıcak gözleri gözlerimi etkisine alacak kadar yoğundu.


“Alisa, beni dinlemiyor musun? Ben sana ne diyorum hep? Sen benim kızımsın. Sen her şeyi yapabilirsin, imkansızları bile...” dedi gururla ve avuç içini yanağıma sararak zihnimi büyülemeye başladı.


“Sen benim küçük tırtılım... bu saray senin kozan, sen bu sarayda büyüyüp gelişeceksin. Herkesten iyi olup karşındakilere diz çöktüreceksin. Ardından kozandan çıkıp kelebek olacak ve gücünle tüm Krallığa diz çöktüreceksin. Sen benim en büyük mirasımsın. O yüzden bırak konuşsunlar, sen yaptıklarınla onları susturacaksın. Sadece zamanı bekle.” zihnimdeki tüm varlığı kaplayan büyülü sesi kelimelerini zehirli bir ok misali kalbime saplatırken bakışlarındaki keskin alev bakışlarımı titretecek kadar kendinden emindi. Söylediği her bir cümlede kim olduğunu unutma dercesine beni tembihlerken her zamanki gibi ona boyun eğdim çünkü beni önemseyen tek kişi oydu.


“Ben hep burada sizden uzakta mı kalacağım? Beni niye evimize götürmüyorsun? Burada oyuncağım bile yok.” diye söylendim elimde olmayarak. Eğer kelebek olmak için zamanım varsa neden şimdi çocukluğumu yaşayamıyordum ki?


Küçük isyanım karşısında kırmızı boyayla süslediği üst dudağı yukarı kıvrıldı. “Senin evin burası. Tırtılların kelebek olmak için bir kozaya yani bir eve ihtiyaçları vardı... senin kozan burası Alisa. Bu sarayda büyüyüp güçleneceksin.” dedi ve gözleri kırık kolumdan başlayarak patlayan kaşımda dolandı.


Koyu kahveleri bana acı veren yaraların üzerinde süzülürken kaslarının gerildiğini hissettim. “Senin sahip olduklarının küçük bir parçasına bile sahip olamayanların dediklerini ciddiye alıp kendini yaralama. İleride zaten çok yaralanacaksın şimdi sadece derslerine odaklan.” dedi ciddi bir şekilde. Sanırım bana kızmıştı.


Bana kızmasından korktuğumdan daha çok gelecekle ilgili söyledikleri yaralarımdan biraz daha az ama yine de büyük sayılabilecek kadar canımı acıttı. “İlerisi gelmesin o zaman anne. Daha canım acımasın. Canım acıdığı için ağladığımda eğitmen bana kızıyor.” dedim ağlamamaya çalışarak çünkü ağlarsam o da kızabilirdi bana. Annem dolan gözlerime hüzünle bakarken küçük elimi büyük elinin içine alarak beni aramızdaki bağla sardı.


“Ağlamadan da acını yaşayabilirsin ama sen ağla çünkü her bir göz yaşın sana acını hatırlatacak ve sen hatırladığın acılarla daha çok hırslanacaksın...” başını yana doğru eğerek bana sevgiyle baktı. Gözleri ıslanmıştı. “Daha sekiz yaşındasın küçük tırtılım ama unutma ki seneler kum saatindeki kumlar gibidir, birbirleriyle yarışırlar aşağı düşüp tükenmek için. Bir bakacaksın ki geçen seneler seni büyütüp kozandan çıkarmış. O yüzden şimdiden tek başına kalmayı, acılarınla baş etmeyi öğren çünkü sana yazılan kaderde kimse senin yanında olmayacak... hep tek olacaksın.” dedi yumuşak sesiyle.


Söylediklerinin hissettirdiği yalnızlıkla çenem titredi. “Babam, sen, Azra... yanımda olmayacak mısınız?” diye sordum ağlayarak. Annem düşen yaşları yumuşak parmaklarıyla sildi.


“Baban senin değil kendisinin ihtiyacı olduğunda senin yanında olur Alisa. Ablansa senin yanında olamaz çünkü o senin gibi değil, o bizim gibi değil. Bense, senin yanında değil arkanda olacağım ama sen bilmeyeceksin. Ben senin kalbinde olacağım küçük tırtılım... benim yapamadığım her bir yükselişi sen yaparken kalbinde olup seni destekleyeceğim.” dedi unutma dercesine. Tenimde gezinen parmaklarının yumuşaklığına tezat söyledikleriyle ağlamam için kendimi sıkarken başımı anladım dercesine salladım. Aslında anlamamıştım ama o, o kadar çok konuşmuştu ki anlamamış olmamın onu üzmesini istememiştim.


Bakışları kolundaki saate kaydığında burnundan sıkkın bir nefes verdi. “Artık gitmem gerekiyor. Baban eminim beni bekliyordur.” parmakları saçlarımı okşamaya başlarken bana doğru eğilerek alnıma sıcak bir buse bıraktı. “Yarın akşam tekrar geleceğim.” gülümseyerek kulağıma doğru eğildi. “Gelirken de sana en sevdiğin frambuazlı çikolatadan getireceğim.” bir sır verir gibi fısıldamasıyla ilk dediği cümlenin üzüntüsünü unutarak ikinci dediğiyle ilgilendim ve kafamı sevinçle sallayarak anlaştık dercesine göz kırpmaya çalıştım ama beceremeyerek iki gözümü de kapatıp açtım.


“Aramızda şişşşşt... yarını bekleyeceğim. Hemen uyumam lazım ki yarın olsun.” dedi onun gibi fısıldayarak ve gözlerimi kapattım. Kapalı gözlerim yüzünden onu görememiş olsam da annemin gülen tatlı sesi bir melodi gibi hafızama kazındı. Yanağıma sıcak bir veda öpücüğü bırakarak “İyi geceler tırtılım.” dedi ve odadan çıktı.


Annem, odadan çıktı ve yarın heyecanla beklemiş olsam da bana çikolatamı getiremedi çünkü veda öpücüğünün ardından hayatımdan çıkıp kalbimde gömülü kaldı.


Günümüz...


“Kesin beni görüyor rüyasında. Acaba ne yapıyoruz?”


“Lan şeref yoksunu ibne seni niye rüyasında görsün beni görüyor. Bir de ne yapıyoruz diye soruyor, siktir git lan odadan.”


“Susun artık uyanacak kız!”


“Bizim konuşmalarımızdan ziyade senin bağırmanla uyanacak ses tonunu ayarlaman için ders almalısın. Akın, kulaklarına sabır diliyorum.”


“Sana ne lan benim kulaklarımdan? Daha sesli konuş karım.”


“He konuşsun da bebeğim uyansın. Sus kız sakın konuşma!”


“Eğer senin yüzünden uyanırsa elimden kimse alamaz seni Aras. Ayrıca bir daha bebeğim dersen dilini keser sana yuttururum.”


“Asıl senin yüzünden uyanırsa seni kimse benim elimden alamaz. Bir susmadın sus lan gevşek ağızlı!” diye bağıran Aras’ın sesiyle yavaşça gözlerimi araladım. Eğer uyanmasaydım susmayacaklarına adım kadar emindim. Acıyan göz kapaklarımı zorlayarak görme yetimi devreye sokarken direkt gördüğüm yüzle içimde tuhaf bir his oluştu.


En çok korktuğum ölüp de bu yüzden mahrum kalmaktı. Korkum gerçekleşmediği için şanslıydım...


Yağız, tam karşımda beyaz renkle boyanmış duvara yaslı şekilde durmuş. Bir ayağını duvara yaslayarak kıvırmışken kollarını göğsünde birleştirmişti. Okyanus bakışları bana odaklıyken yüzü ifadesizdi. Hatta fazla ifadesiz. Bana baktı... baktı ve ifadesiz yüzünü bozarak yavaşça gülümsedi.


Ben bana bir şey söyleyeceğini sanarken yüzündeki gülümsemeyle “Aras, beş saniyen var kaç!” dedi ve ona doğru hareketlendi. Yağız'ın ona doğru davranmasıyla Aras, bana doğru hızla yürüdü ve tam yatağımın yanında durup kahvelerini bana odakladı. “Bir şey de şuna Alisa.” dedi huysuzca ve sonra hemen ekledi yalandan bir sinirle. “Hem niye ben konuştuktan sona uyandın?” azarlar tonda konuşmasıyla kaşlarımı çatarak bakışlarımı boş duvara çevirdim.


“Hepiniz çıkın.” tahammülsüz çıkan sesimin ardından boğazımda oluşan acıyla yüzümü buruşturdum. Buruşan yüzümle Seda’ya bakarak kısık bir sesle “Su verir misin?” diye mırıldandım. İsteğimle şaşkınlıkla yerinden doğrulmuştu ki başucumda duran Aras, bana su uzattı ama ben onun uzattığı suya bakmayarak Seda’nın bana su vermesi için baktım. Aras, ona bakmamla afallamıştı ki bana doğru eğilerek yüzünü yüzüme yaklaştırdı.


“Küs müyüz yoksa görünmez miyim? Kızım şu cüsseyi görmemek için kör olmak lazım doktoru çağırayım mı? Bu kaç?” korku dolu sesiyle iki parmağını bana doğru sallarken başımı yana çevirerek ona bakmayı reddettim. Şu an bu tavrım karşısında üzüldüğünü hissediyordum ve bu beni de üzmüştü ama bundan daha çok beni üzen ilk uyandığımda yanımda olmamalarıydı. Onlara bir şey olduğu diye o kadar çok korkmuştum ki canımın acısı bile gözüme gelmemişti. Ben kafamı çevirdiğim için Aras’ın uzattığı suyu içemeyeceğimi anlayan Seda, yanıma gelip kumandayla yatağı dikleştirdi, ardından da yanımdaki beyaz komodinin üzerindeki su şişelerinden birini alıp kapağını açarak bana uzattı. Elindeki suyu alarak içimdeki kuraklığı yok etmeye çalışırken suyun ılık sıcaklığı beni daha da ayıltmıştı. Aldığım her bir yudumda acıyan boğazım yavaşça yumuşadı. Dudağımdaki yaradan dolayı ağzımı tam açamıyordum ama yine de küçük küçük aldığım yudumlar işimi görmüştü. İçtiğim suyun yeterli olmasıyla şişeyi ona geri uzattım ve gözlerimi kapatarak kafamı yastığa bıraktım.


Odadaki sinir bozan sessizliği “Bizi biraz yalnız bıraksanıza.” diyen Yağız’ın sesi bozduğunda içimde buruk bir his oluştu. Midemden başlayarak kalbime sızan hissi kenara iterek hiçbir tepki vermeden uyuyormuş gibi davrandım. Ayak seslerinin peşinden gelen kapı sesiyle odada yalnız kaldığımızı anladım. Kapalı gözlerimden dolayı göremiyordum ama duyduğum ayak sesleriyle bana doğru yaklaştığını hissettim. Yağız, yavaşça yanıma yaklaşarak yatağın kenarına oturdu. Yan tarafımda olan elimi sıcak parmaklarıyla kavrayıp karnımın üzerine yumuşak şekilde yerleştirdi.


“Şu an uyumuyorsun. Sen sırt üstü yatarken hep sağ elini karnının üstüne koyarsın.” dedi kısık ve bir o kadar keyif dolu sesle. Söylediğiyle içimde uçuşan kelebekleri sert bir şekilde uyarıp sinirle gözlerimi açtım, açtığım gibi de gördüğüm ve özleminden acı duyduğum okyanuslarla göz göze geldim. Yağız'ın sıcak yaz günün serinlemek için keyifle atladığım okyanus gibi hissettiren gözlerine umursamazlıkla bakıp dudak büktüm.


“Küsüm ben sana. Kalk yanımdan.” tavırlı cümlemle başını eğdi. Gözlerime bakamayacak kadar utanıyor gibiydi.


“Özür dilerim, seninle gelmediğim için.” pişmanlık kokan sesi bir yıldırım olup kalbime çarptığında göğüs kafesim daraldı. Bakışlarım yüzündeki üzüntüde kaybolurken kaşlarımı çatarak bir elimle yaramı tutup hafifçe doğrulmaya çalıştım. Bedenim yataktan uzaklaştığında hem amacım olan hem de destek almama gerek olduğundan kolumu onun boynuna dolayarak ona sarıldım.


“Hareket etme. Dur.” beni yarama dikkat edecek şekilde kaldırıp düzgün bir pozisyonda oturmamı sağladıktan sonra sarılmama karşılık verdiğinde dudaklarım iki yana uzandı. Başımı boynun bana ait olan girintisine sakladığımda burnuma dolan kokusu nefes oldu ciğerlerime.


“Aptalsın sen.” dedim ve başımı geri çekerek gözlerine baktım. “O yüzden değil bu sinirim. İlk uyandığımda yanımda olmadığın için küstüm. Nasıl korktum haberin var mı sen yokken?” sinirle söylenmemle Yağız’ın yüzündeki ifade kırıldı. Dudakları saçlarımın üzerindeki yerini aldığında kendini oradan çekmeden konuştu. “Seda, söyledi; durmamışsın sakinleştirici vermişler. Güzelim, ben sana gelmez miyim? Niye kendini yıprattın.” sakin sesiyle kendimi ondan uzaklaştırarak gözlerine kırgınlıkla baktım.


“Geç geldin.” dolu dolu olan gözlerime pişmanlıkla baktı ve alnını alnıma yasladı. İkimizin de gözleri bu temasla kapandı.


“Affeder misin? Geç geldiğim için, seninle gelmediğim için, seni koruyamadığım için beni affeder misin?” her bir cümlesinde titreyen sesi kalbimi bin parçaya böldü ve bu bölünüşün acısıyla gözlerimden düşen yaşları hissetmemeye çalıştım. Ben ne zaman bu kadar sulu göz olmuştum?


“Affederim ama sen sakın olanlar yüzünden kendini suçlama. Biliyorum ki şu an içinde kendinle kavga ediyorsun ama etme, olan oldu. Yapabileceğimiz bir şey yok kaderi değiştiremeyiz.” dedim ikna etmeye çalışarak. Söylediklerimle gözlerini aralayarak bana baktı. Gözlerinde gördüğüm ifadeyle elimi yanağına götürerek yeni çıkmaya başlayan sakallarını okşadım. Karşımda on yaşındaki Yağız’ı görmek beni gördüğüm rüyanın etkisine geri soktu.


Geçmiş kolay kolay geçmiyordu ama geçmişte de yaşanmazdı biliyordum. O yüzden hayat dediğimiz kısa zamanı geçmişe göre değil ana göre yaşamalıydık.


Gördüğüm rüyanın acı bir hatıra olmasını kabullenerek karşımdaki adama odaklandım. Sevgi dolu gözleriyle yüzümün her yerini dolaştı ve üzüntüyle “Canın çok yandı mı?” diye sordu.


Sorusuyla o anı düşündüm ve Yağız’ın elini tutarak saçlarıma götürüp okşaması için üzerinde tuttum. “Saçımı çekti, sadece onu hatırlıyorum.”


Yağız, söylediğim gerçekle küfür mırıldanarak parmaklarını masaj yaparcasına saç aralarında dolaştırdı. “Merak etme bende adamın kafasını yaktım.” dedi ciddiyetle.


Ciddi yüzüne tezat yaptığı şakayla gülerek omzuna vurdum. “Aras’la takıla takıla espri yeteneğin düştü gibi.” dedim. Sırf içim rahatlasın diye söylediğini biliyordum.


Ben tam cümlemi bitirdiğim anda kapının hızla açılması ve Aras’ın kafasını içeri uzatması bir oldu. “Bok benle takıla takıla düştü. İbnenin zaten yeteneği yoktu ki benimle statü kazandı göt.” dedi sinirle. Bir anda yükselmesine şaşırarak ona baktığım sırada Yağız, bıkkınlıkla ona döndü.


“Kapı dinliyorsun?”


Sorusuyla Aras, odanın içinde gözlerini umursamazca dolaştırdı. “Ne dinleyeceğim be sizi, geçerken duydum. Bu hastane sağlam değil çıkalım buradan duvarları çok ince. Müteahhiti kim buranın malzemeden çalmış lavuk.” utandığı zamanlarda yaptığı gibi çok konuşarak yaptığının üstünü örtmeye çalışmasıyla gülerek gözlerimi ikisi arasında dolaştırdım.


“Neredeydiniz?” İlk uyandığımda ikisi de yanımda değildi. Seda, sürekli geleceklerini söylemişti ama gelmemişlerdi. Onların da pusuya düşmüş olabileceklerini düşünmüştüm...


Aras, sorumla bana bakarak yalandan saatini gösterdi. “Benim biraz işim var siz konuşun.” deyip arkasını dönerek kapıyı kapatacaktı ki hızla bağırdım. “Sakın bir adım daha atma ve odaya gir hemen!” söylediğim üzerinde etki yaratmıştı ki bana bakara sertçe yutkundu ve tedirginlikle gülümseyerek odaya girip kapıyı ardından kapattı. Gülümsemesinin verdiği gerilimle ciddi bir şekilde ikisine baktım.


Yağız, sessizce oturuyordu ve Aras, her an kaçacak gibiydi... yani kesin bir halt yemişlerdi.


Benim ciddi bakışlarımla Yağız, yataktan kalkıp pencerenin pervazına doğru yürüdü. Onun ben uzaklaşmasıyla Aras’a baktım, kapının yanındaki duvara yaslanmış bakışlarını Yağız’a odaklamıştı. Tam sorumu yinelemek için konuşacaktım ki Yağız’ın sesi beni durdurdu.


“O, orospu çocuğunu evindeyken evini patlattık. Öldü.” ifadesizce konuşmasıyla bir an söylediğini anlayamadım.


“Ne yaptınız?” diye sordum inanamayarak. Gerçekten de bu kadar ileri gitmemişlerdi değil mi? Ben yapmadıklarını düşünmek isterken Yağız, ciddi bir şekilde yüzüme baktı.


“Ne sandın, bir şey yapmayacağımızı mı? Bu yaptığımıza kızma gibi bir seçeneğin yok. Aklımız hala yapmadıklarımızda.” bakışları Aras’a döndü. “Piç, saçını çekmiş keşke hemen vurmayıp elini yaksaydım.”


“Akın, tırnaklarını sökmüştü zaten bizim zamanımız yoktu.” dedi Aras, tükürürcesine ve bakışlarını bana çevirdi. “Canın çok acıdı mı Kara Dul’um?”


Sanki hava durumundan bahsediyormuş gibi konuşmalarıyla gözlerim şaşkınlıkla sonun kadar açıldı. Bir an ne diyeceğimi bilemeyerek aralık kalmış dudaklarımla onlara baka kaldım. Adamın, elini yakmak istediğini mi söylemişti o?


“Lan siz ruh hastası mısınız? Tımarhane kaçkını mısınız siz ne ayaksınız olum?” diye bağırdım.


“Bize kızmaya hakkın yok. Doğru olanı yaptık, sakin olmalısın.” diyen Yağız’ın söyledikleriyle Aras, duygusal bir sesle “Oha beni de savundu. Bana kimse böyle sahip çıkmamıştı. Alisa, ben bunu sevmeye başladım.” dedi bana duygulu şekilde bakarak. Ben daha yaptıklarının sonuçlarını düşünmeye kendimi hazır hissetmezken Aras’ın bu tepkisi üstümde daha da şaşkınlık yarattı. Yağız da Aras’ın dediğini beğenmemişti ki bana bakarak istekle söylendi.


“Bir tane. Bir tane vurabilir miyim?”


“Siktir lan, vuracakmış. Maç ayağına zaten vurdun.” Aras, ın bir anda yükselip tişörtünü yukarı doğru kaldırmasıyla gözlerim ona kaydı. Sırtındaki morluğu bana göstererek. “Kara Dul’um yokluğunda neler yaşadım ben. Maçta sürekli topa vuruyormuş gibi bana vurdu bu.” dedi Yağız’ı şikayet edercesine. Ben sırtındaki morluğa üzülürken Yağız’ın keyifli gülüşü kulaklarıma doldu.


“Gibi değil direkt sana vurdum.” Yağız’ın dalga geçmesiyle sinirle ona döndüm. Aras’a vurması hoşuma gitmemişti. Alev saçan gözlerimle ona dönmemle bana baktı ve öfkeli bakışlarımı gördüğünde yüzündeki gülümsemeyi kesere kendini savunurcasına tişörtünü kaldırıp karnını gösterdi.


Bir eliyle karnını işaret ederek “O da bana vurdu.” dedi masumca. Bakışlarım karın kaslarının üzerindeki yara izlerine düştüğünde hızla Aras’a döndüm.


“Ona. Mı. Vurdun?” diye sordum tane tane. Her bir kelimemle Aras’ın yüzünde korku belirdi ve ellerini teslim oluyorum dercesine kaldırarak “Valla önce o başlattı.”dedi, kendisini masum gibi göstermesini umursamadan yüzüne ciddiyetle bakmaya devam ettim. “Yanıma gel.” sakin sesimi duyduğunda yutkunarak bana doğru yavaşça yaklaşmaya başladı. Tam yanımda durup tüm heybetiyle dikildiğinde vücuduna tezat bir masumlukla omuzlarını silkti.


“Tamam hak ettim. Sıç ağzıma.” ümitsizce söylediği kabulleniş cümlesiyle elimi ona doğru kaldırıp kolundan tutarak onu kendime çektim. Sarılmamla ilk bir şaşkınlık yaşasa da sonrasında o da bana sarıldı.


“Yanımızda olduğun için, onu tek bırakmadığın için teşekkür ederim.” diye fısıldadım. Konuşmamla benden ayrılmadan önce hızla mırıldandı. “Bana acını yaşatmadığın için teşekkür ederim.” bedenlerimiz ayrıldığında deminki masum yüzüne ek olarak dudaklarını kıvrılmıştı. Bana gülümseyerek bakarken bende ona gülümsemiştim ama bu gülümsememiz sadece iki saniye sürdü çünkü Aras’ın üstüne fırlatılan kanepe minderi bakışmamızı kesti. Aras, üstüne uçan minderi tutarak bıkkın bir şekilde bana baktı.


“Yaşlandım bunun yüzünden bak. Çok aradın mı bu mağara kaçkınını?” diye sordu. Sorusuyla gülümseyerek kafamı Yağız’a çevirdim. Aras’a sinirle bakan okyanuslarını gördüğümde yüzümdeki tebessüm genişledi. “O, beni buldu, benim bir suçum yok.” dedim ve deminki konuyu dağıtmalarını anımsamamla ciğerlerimdeki nefesi sıkıntıyla verdim. “Nasıl yaptınız? Başkanlığın haberi yok mu?” sorum odadaki havayı kırdığında kaslarım gerilmişti. Yaram sızısını ruhum üzerinde dolaştırırken acı eşiğime yüklendim. Sorumla Yağız, kafasını çevirip dışarı baktığında bana bakmaması kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. Bana neden bakmıyordu?


Bizim olmayan bakışmamızı Aras’ın konuşması böldüğünde tırnaklarımı avcuma bastırarak ona döndüm. “O yüzden geç kaldık.” durakladı ve Yağız’a kısa bir bakış atıp ekledi. “İşi halletmiştik ki tutuklandık.” ses tonun rahatlığı karşısında hayrete düşmüş olduğumdan bir an kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Sanki maçta kaçırdığı golü anlatır gibi umursamazca konuşmasıyla midem kavruldu.


“Tutuklandık derken? Nasıl çıktınız? Ulan kim dedi size gidin başka şehrin örgüt Liderini öldürün diye? Kimden emir aldınız?” diye bağırdım.


Tutuklanmanın basit bir şey olduğunu mu sanıyorlardı? Bir de sanki bunlar olmamış gibi bir saattir başımda atışıyorlar mıydı? Yok kesin karar verdim, ölümüm bu iki aptal yüzünden olacaktı.


Bağırmamla Yağız, dışarıya bakan soğuk bakışları telaşla bana döndü. “Bağırma, yaran acıyacak. Alisa, bu konuda kimseden emir almamıza ya da yapan kişinin kim olduğunu umursamamıza gerek yok! Olması gereken oldu.” dedi keskin tonla. Sert konuşmasıyla sinirle ona baktım. Biz birbirimize ciddiyetin ev sahibi olduğu öfkeli bakışlarla bakarken Aras, araya girdi.


“Alisa, önemli bir şey olmadı...” dedi ve duraklayarak topu Yağız’a attı. Yağız, kısa bir süre ona bakıp ardından bana çevirdi duygu yüklü bakışlarını. “Baban, prosedürü uygulamak için tutukladı bizi. Sana yapılanı onaylamadığını söyleyerek arkamızı kolladı. Her iki tarafında suçlu olduğunu söyleyerek beni eğitmenlikten attı o kadar başka ceza yok. Kapandı konu.”


Umursamazlıkla söyledikleriyle çatık kaşlarım yumuşayarak yüzümü şaşkınlığa bıraktı. Babam... benim babam bana yapılanı kınamış mıydı?


Babam benim için üzülmüş müydü?


“Babam...” heyecandan kelimeleri seçemedim. “Başkan yani şey emin misiniz bu kadar basit bir şekilde olayı kapatıp BİZİM arkamızı kolladığından?” diye sordum şüpheyle. Bu babamın bana değer verdiğini gösterirdi. Babam bana değer veriyor muydu?


Yağız, buna ihtimal veremeyecek kadar ümitsiz ama bunun olma olasılığı karşısında hiç olmadığım kadar umutlu olduğumu bildiğinden iç çekerek bana doğru yaklaştı. “Aynen öyle sevgilim, konu kapandı. Sen şimdi bunları düşünmüyorsun ve dinleniyorsun. Doktor üç güne çıkabileceğimizi söyledi. O yüzden bu üç sadece kendine odaklanıyorsun.” dedi ve yatağın yanına gelerek yatağın kumandasıyla beni uyku pozisyonuna getirdi.


Söyledikleriyle ofladım. Üç gün burada zaman geçmezdi. Bakışlarımı ona cilveli bir şekilde yönlendirirken “Ne üç günü ya çıkar beni evimize gidelim. Sen bakarsın bana.” dedim tatlı bir şekilde gülümseyerek. Yağız, nazlanmamla bana tatlılığımın işe yaramadığını belli edecek şekilde samimiyetten uzak bir gülümseme sundu. “Üç gün buradayız ve sen şimdi uyuyorsun.” eliyle gözlerimi kapatırken uflayarak parmaklarını yüzümden çekmeye çalıştım.


“Bari saçlarımla oyna, hiç uykum yok çünkü.” dedim mırıldanarak. İsteğimin onun da hoşuna gitmesiyle elini yüzümden çekti ve okyanuslarındaki güneşi kıskandıracak ışıkla bana baktı.


“İstemen yeter.” dedi sıcak sesiyle, aynı zamanda da yatağın yanına oturup eliyle yanağımdan başlayarak saçlarıma doğru sevdi. Yumuşak dokunuşlarıyla gözlerimi kapatmış kendimi ona bırakıyordum ki odada varlığını unuttuğumuz şahıs kendini hatırlattı.


“Ben yokmuşum gibi devam edin ya. Ulan sanki hayalet Casper’ım ben!” Aras’ın sinirli tepkisiyle Yağız, bıkkınlıkla ona döndü.


“Aras, baksana dışarda mıyım ben. Hadi çık bir dolaş gel.”


Ben gülümseyerek ikisinin atışmasını izlerken Aras, bana bakıp alınmış şekilde yüzünü buruşturdu. “Bir de hoşuna mı gidiyor kovulmam? Gidiyorum lan iki gündür uyumuyorum zaten gidip de uyuyayım. Siz de baş başa kalın da ne bok yerseniz yiyin.” dedi ve konuşmama fırsat vermeden odadan çıktı. Onun sinirle odadan çıkmasıyla şaşkınlıkla arkasından bakakaldım.


Bu beni mi kıskanmıştı yoksa Yağız’ı mı kıskanmıştı?


Şaşkın yüzümle kafamı tam Yağız’a doğru çevirmiştim ki kapı aralandı ve Aras, kafasını içeri sokarak “Neyse ki iyi bir arkadaşım da kıyamıyorum sana. Gelirken almamı istediğin bir şey var mı bebeğim?” diye sordu keyifle. Bir dakika içindeki değişik ruh haline takılmayı bırakarak ona bakıp tam konuşacaktım ki Yağız, öfkeyle ona döndü.


“Ulan ben sana demedim mi bir daha bebeğim dersen o lafı sokarım sana diye!”


Aras, Yağız’ın öfkesini umursamadan sırıtarak ona orta parmağını kaldırdığında Yağız, küfrederek saçımdaki elini çekip kalkacaktı ki hızla elini yakalayıp kalkmasını engelledim. Kıskanmasına gülerken bakışlarımı Thor’a çevirerek “Seni istiyorum, sen gel yeter.” dedim ve göz kırptım. Söylediklerimle Aras’ın keyifli kahkahası odayı doldurdu.


“Emriniz kabulümdür Soylum!” diyerek elini alnına götürüp selam verdi ve göz kırparak Yağız’ı kışkırtıp odadan çıktı. Onun gitmesiyle gülümseyerek kafamı yanımdaki adama çevirmiştim ki gördüklerimle bunun yanlış bir fikir olduğunu anladım. Yağız, sinirle bana bakan mavi gözlerini kısarak boynundaki belirginleşmiş damarının nedenini umursamadığını belli edecek şekilde elini elimden çekip ayağa kalktı.


“İstediğin adam gelene kadar uyu.” yanımdan ayrılmasıyla kaşlarımı çattım. Cidden bunu sorun mu edecekti şimdi? Gözlerimi ona çevirdim sinirli yüzünü izledim. Yorgun ve uykusuz olduğu belliydi. Bu iki gün onun için kolay geçmemişti. Yüzünün bitkinliğinin içimi acıtmasıyla elimle yaramı tutarak acıtmadan yatakta kayarak onun için yer açtım. Bana bakmayan yüzüne gözlerimi kısarak bakıp dalga geçercesine söylendim.


“İyi o zaman o yatar yanımda.” soru sorarcasına konuşmamla bana bakmayan yüzü keşke bakmasaydı diye içimden geçirmeme sebep olacak şekilde bana çevrildi.


“Alisa, kaşınma güzelim.”


Omuz silktim. “Gelmezsen başkası gelir, etraf dolu.”


“Ölülerle yatmak istiyorsan dene.”


“Emin ol benimle yatmak için ölmeyi göze alacak adam vardır.” dedim kışkırtırcasına. Sözlerim dudaklarımdan firar ettiği anda gözlerinde gördüğüm parlamayla yutkundum. Galiba kışkırtma işini abartmıştım. Yanıma doğru yürümesiyle canım acıyormuş gibi elimi yarama götürerek yüzümü buruşturdum.


“Biliyor musun yaralı olmak çok zor. Söylememen gereken şeyler söylüyorsun. Galiba serum kafa yaptı bende.” dedim hızla. Tepkimle yüzünde bir gülümseme oldu ve yanıma gelerek yarama dikkat edecek şekilde yatağa uzandı. Yanıma uzanmasıyla gülümseyerek okyanuslarına baktım. Elini yanağıma götürerek okşarken gözlerini kapattı.


“İyileştiğinde bunların hesabını alacağım. Şimdi uyu.” kısık sesi sadece benim duyabileceğim kadarken yorgun yüzüne bakarak içimde hissettirdiklerini düşündüm. Yan bir şekilde benim alanımı kısıtlamamaya özen gösterip kendini kısıtlayarak uyumaya çalışması yüzümde buruk bir gülümseme yarattı. Boşta olan elimi yanağına getirip sevmeye başladım.


“Eğitmenlikten atıldığın için üzgünüm. Başkanla bunu konuşacağım.” dedim aynı onun gibi kısık şekilde. Söylediklerimle yavaşça gözlerini açıp sevgi dolu bir şekilde bana baktı. Gözlerimizi birbirine bağladığımızda dudakları yanağındaki elimi buldu. Küçük bir öpücük bırakarak başını hafifçe iki yana salladı.


“Gerek yok. Biraz ara vermek iyi olabilir. Sana daha çok zaman ayırırım.” uykulu sesiyle mırıldanışı kalbimi bir meltem etkisiyle sardı. Söylediğinin aşk dediğimiz duygunun gücünü bir kez daha kalbimde hissettirmesiyle çenem titredi.


Aşk, kelimelerle anlatılmayacak kadar soyut, hislerle hissettirilebilecek kadar somuttu. Karşımdaki adamsa bu söyleme karşı çıkarak aşkın kelimelerle anlatılabileceğini, bana hissettirdiği duygularla bir kez daha öğretti. Onun benim için kullandığı her bir kelime benim için aşkın tanımı gibiydi.


Aşkın tanımı kelimelerle bana hissettiren adam hayatımdaki eksik sevgi sorumluluğunu omuzlarına alarak beni sevmeyen herkesin yerini dolduracak kadar beni sevip bana onsuz yapamayacağımı gösteriyordu her seferinde...


Benim şu an ona içimde hissettiğim duygularla baktığımı kapalı gözleriyle anlayarak yanağımdaki eliyle gözlerimi kapattı. “Uyumazsan yataktan atarım seni.” dedi tehdit eder bir tonla. Konuşmasıyla gülümseyerek elimle elini tutup yüzümden çektim ve elini kalbime götürerek orda tutup kendimi onun hissettirdiği güven duygusuyla uykuya bıraktım.


&


“Alisa’ya kıyamam ama yanındakinin kafasından aşağı dökeyim mi kolonyayı?” diye soran Aras’ın sesiyle yavaşça kıpırdandım. Ben zihnimi toplamaya çalışırken Yağız, uykulu bir şekilde mırıldandı.


“Dök de ebeni göstereyim sana.” sinirle söylenirken aynı zamanda da yataktan doğruldu. Onun kalkmasıyla gözlerimi açarak odaya baktım. Seda ve Akın’ı görmemle gülümseyerek yatağın yanındaki kumandayı alıp yaramı acıtmayacak şekilde yatağı kaldırdım.


Akın, gülümseyerek yanıma geldiğinde bakışlarıyla beni süzdü. “Nasılsın cadı?” diye sorarken sesi samimiydi. Sorusuyla ve başımdan öpmesine gülümserken sonda taktığı lakapla yüzümü somurtarak Seda’ya baktım.


“Senden öğreniyor bunları. Benim nerem cadı? Melek gibi insanım.” dedim sinirle. Söylediğimle Aras, sesli şekilde güldü.


“Doğru melek gibi insan, sonuçta şeytan da bir melek!” dalga geçercesine konuşmasıyla gözlerimi kısarak ona baktım.


“Yağız, bir tane vurma hakkın var.” konuşmamla Yağız, bu anı bekliyormuş gibi gülerek “İste yeter güzelim.” dedi ve Aras’a doğru ilerledi. Aras, ona ilerleyen aslancıktan kaçarak Seda’yı önüne aldı.


“Ulan vicdansız ben sana tatlı alıp geleyim sen beni dövdür. Hani kankaydık?” dedi hızla. Söylediklerinin içinden ilgimi çeken tek kısımla heyecanla gülümseyerek yerimde kıpırdandım.


“Tatlı mı getirdin bana? Tamam, barıştık.” dedim ve Akın’a bakarak en masum halimle gülümsedim. “Dünyadaki en yakışıklı baba, getirdiğiniz tatlıdan verir misin?” Akın, seslenişimden memnun olmuştu ki karşıdaki masaya doğru ilerlemeye başladı, tam masaya yaklaştığında Yağız’ın konuşmasıyla durakladı.


“Alisa, yiyemez. Doktor bir süre sağlıklı beslenecek dedi.” Yağız’ın söyledikleri bir yumruk olup mideme atıldığında kaşlarım öfkeyle çatıldı.


“Benim vücudum, benim midem yani yerim.”


“Senin vücudun, senin miden ve onların sağlığı için yemeyeceksin!” benim gibi sert şekilde konuşmasıyla yavaşça yutkundum. Net konuşmasının ümitsizliği bakışlarımı Seda’ya çevirdi. “Seda, bir şey de.” diye mırıldandım istekle. Seda, topu ona atmamla çocukları arasında kalmış anne gibi bıkkınlıkla bana baktı.


“Ne diyeyim Alisa?”


“İstediğini yer de!” beni savunmayacağını anlayarak beni savunacak tek kişiye sığındım.


“Yiyebilirim değil mi Thor?” sorumla Aras’ın bakışları bir bana bir de Yağız’a değdi ve sertçe yutkunarak bakışlarını en son bende bıraktı.


“Yersin tabi Kara Dul’um. Elin doktoru ne anlasın hasta psikolojisinden? Daha önce kaç kaç kere vuruldu da vurulan birinin yemek düzenine karışıyor? Siktir et gel bir yiyelim.” dedi ve masanın üstündeki poşeti alarak yanıma geldi. Onun yanıma gelmesiyle gülümseyerek poşeti açmasını izledim. İçindeki paketi çıkartıp en sevdiğim frambuazlı eklerden bir tanesini bana uzattı. Gördüğüm haz verici tatlıya hazine bulmuşçasına gülümsedim ve elime alıp tam ağzıma götürürken bana bakan sinirli okyanuslara cilveli şekilde gülümsedim.


“Yiyeyim mi?


“Ömrümü yedin, onu da ye Alisa.” dedi ve ilerisindeki koltuğa oturdu. Söylediğiyle yüzümü asıp elimdeki beni mutlu edecek tatlıdan büyük bir ısırık aldım ama ağzımı açmamla dudağımda hissettiğim acıyla inleyerek elimi dudağıma götürdüm.


Elime değen yaradan parmağıma bulaşan kana söverek “Yemiyorum lan.” dedim sinirle ve elimdeki tatlıyı kutuya geri koydum. Aras, canım acıdığı için kaşlarını çatarken yan taraftaki komodinin üzerinden peçete alarak bana uzattı.


“Kızım az açsana ağzını.” dedi canımın acımasına sinirlenerek. Bense dediğini umursamadan omuz silktim. “Öyle içindeki iki kremanın tadı gelmiyor. Ben yemeyeceğim siz yiyin.” dedim ve bakışlarını huysuzca Seda’ya çevirdim.


“Saray ne durumda?” ben tatlıyı düşünmemeye çalışarak Seda’yla sohbet ederken Yağız, bir şey demeden odadan çıktı. Onun çıkmasıyla moralim daha da bozuldu ama bir şey demedim. Daha doğrusu diyemedim...


Aradan geçen on dakikayla Yağız, odaya girdi. Elindeki poşeti yanımdaki komodine koyup içinden çorba çıkardı. Ben tüm ilgimle onu izlerken o bana bakmıyordu. Çorba ve kaşığı eline alıp yanıma oturduğunda rahat oturması için ayaklarımı çektim ama o bununla ilgilenmedi. Çorbadan bir kaşık alıp bana uzattı. Yaptığıyla bir an afallayarak ona baktım ama o benim şaşkınlığımı umursamadan yüzündeki ciddiyetle gözlerime bakıp içmem için kaşığı dudaklarıma uzattı. Hareketiyle ona bakarak dudaklarımı araladım ve sıcak, boğazlarımdan güzel bir tatla akması için çorbayı içtim.


Hastane yemeklerini sevmediğimden benim için gidip çorba almış ve kendim yememe izin vermeden bana kendi yedirmeyi seçmişti. Normalde çorba içmeyi sevmeme rağmen bu yaptığını geri çevirme gibi bir düşünceyi düşünmeden çorbayı içmeye devam ettim. Yağız, hiçbir şey söylemeden çorbayı bana içirirken Seda’nın Akın’a vurduğunu işittim.


“Doğum yaptığımda bile bana bunu yapmadın. Gör de örnek al.” sinirle trip attığında bakışlarımı ona çevirerek gülümsedim.


“Nazar edeceksin, sus.” dedim ve demin sanki kendimi ayrılık konuşması yapmak için hazırlamıyormuş gibi keyifle elimle saçlarımı savurdum.


Aras, mutlu olduğumu görmüştü ki bir an Yağız’la ikimizi göz hapsine aldı. “Merak etme, kendi içinizde kavga etmediğiniz sürece nazar değmez size.” dedi ve ayağa kalkarak karşısındaki çifte baktı. “Gidiyorum ben sabah erkenden işimin başında olmam gerekiyor. Malum Soylumuza güç lazım.” konuşurken aynı zamanda da yanıma gelip başımı okşayarak saçlarımın üzerine küçük bir öpücük bıraktı. Geri çekilirken Yağız’ın ona olan bakışlarını fark etmişti ki alayla sırıttı.


“Ne oldu Yüzbaşı kıskandın mı? Öpeyim mi seni de?”


“Siktir lan!”


“Aaa alınıyorum ama daha geçen evleniyorduk unuttun mu?”


Yağız’ın bakışları hiddetle doldu. Elindeki çorbayı büyük bir istekle Aras’ın üstüne fırlatmak istiyor gibiydi. “Hazır hastanedeyiz Aras, fırlatırım seni camdan aşağı betona amele sümüğü gibi yapışırsın.” dedi tehdit edercesine. Aras, bir an bu tehditin gerçek olabilme ihtimalini düşündü ve yutkunarak cama baktı.


“Göklerde kartal olmayı tercih ederim.” diye mırıldandı ve bakışlarını arkadaki çifte çevirerek geliyor musunuz?” diye sordu. Sorusuyla ikisi de kalkıp bana baktı.


“Gidelim. Hem saray boş hem de Mert huysuzlanmasın.” dedi Seda, tereddütle. Kafamı tamam anlamında sallayarak ona öpücük attım. “Görüşürüz.”


Onların odadan çıkmasıyla Yağız, son kaşığı da içirip peçeteyle dudağımı acıtmadan sildi. Bunları yaparken gözlerime bakmamasına bozularak “Teşekkür ederim.” diye mırıldandım üzgünce. Yağız, mırıldanışımla yataktan kalkıp çantanın içinden plastik tabakla bıçak çıkardı. Aras'ın benim için ayırdığı eklerden birini alıp tabağa koydu ve bıçakla küçük parçalara ayırdı. Ayırdığı her bir küçük parçayı öyle bir kesti ki tüm kremaları her bir lokmada olacak şekilde ayarladı. Kesme işini bitirince aldığı plastik çatalı tabağın yanına koyup tekrar yatağın yanına oturdu. Çatalı küçük dilime batırıp bana uzattı. Uzattığı dilimi ağzıma aldım ve damağıma yayılan tatla gözlerimi keyifle kapatırken boğazımdan keyif inlemesi döküldü. Yediğim kremanın güzelliği yüzüme yansımıştı ki gözlerimi açtığımda Yağız’ın derin bir şekilde bana baktığını gördüm.


Göz göze gelmemizle gülümseyerek “Çok güzel, sen de ye.” dedim istekle. Aslancığın okyanusları isteğimle dudaklarıma kaydı ve yutkunarak tabaktan bir dilim daha alıp bana uzattı. Uzattığı dilimi almak için ağzımı açmıştım ki kremalı kısmını dudağımın kenarına sürerek ek dilimini ağzıma bıraktı. Yaptığına gülümserken ağzımdaki dilimi keyifle yiyip elimi dudağımdaki kremayı silmek için kaldırdım.


Kaldırdım ama Yağız, benden önce davranarak hızla eğilip kremanın olduğu yeri öptü. Dilini kremanın olduğu yerde dolaştırmasıyla gözlerimi kapattım ve daha fazlası için dudaklarımı araladım. Benim beklediğim karşılığı Yağız, bana vermeyerek geri çekildiğinde ben kaşlarımı çatmıştım ama o tam tersi şekilde gözlerindeki keyif eşliğinde diliyle dudaklarını yaladı.


“Tadı çok güzelmiş, sık sık yiyelim.” dedi ve çatala bir dilim daha alarak bana uzattı. Bense istediğimi alamamanın verdiği sinirle omuz silkerek başımı çevirdim. “İstemiyorum daha yemeyeceğim. Ayrıca unuttum sanma, bir hafta.” dedim hırsla. Yağız, söylediklerimle bana derin bir bakış attı. Elindeki tabağı komodinin üstüne koyduktan sonra bana doğru eğildiğinde nefesimi tuttum.


“Bu iki gün bende iki hafta etkisi yarattı, o yüzden bir hafta alacaklıyım senden.” dedi ve elini dudağıma götürerek yaranın olduğu yere dokunmadan parmağını dudaklarıma sürttü. Bir an parmağını dudaklarımın arasına alma isteğiyle doldum ama kendimi tuttum. “Eğer ileri gitseydim canın acırdı yoksa biliyorsun durmam.” nefesi dudaklarıma çarparken rotasını çeneme yönlendirdi ve tenimi alev altına atacak bir öpücükle geri çekildi. Onun benden uzaklaşmasıyla derin bir nefes alarak gözlerimi ondan uzakta odanın içinde dolandırmaya başladım.


Unutma Alisa, Aras ne dedi... duvarlar çok ince ses geçirir...


Dört Gün Sonra...


Şu an izlediğimiz filme odaklanmamı sürekli bozan şahsa sinirlenerek üstünde olan elimle hızla tırnaklarımı karnına geçirdim. “Sus be adam. Anladık öyle vurulmaz.” dedim bıkkınlıkla. Tüm film boyunca sürekli hataları bulup onlar hakkında konuşmuştu.


Tırnaklarımı batırmamla bana bakarak “Yalan mı?” diye sordu masumca. Yüz ifadesine kıyamayarak bakışlarımı filme çevirdim. “Değil ama biz şu an dövüşmeyi bilen bir çift olarak değil, normal bir hayatı olan bir çift olarak filmi izliyoruz. O yüzden sus.” uyarımla kendime sadece beş dakika kazandırabilmiştim.


Filmi izlerken çıkan öpüşme sahnesiyle Yağız, ciddi bir şekilde “Öyle de öpüşülmez mesela.” dedi.


Dediğine şaşırarak kafamı omzundan kaldırıp ona baktım. “Yok artık, buna da laf atmazsın.” inanamayarak konuşmamla gülümseyerek dudaklarıma baktı.


“İstersen doğrusunu gösterebilirim.” tehlikeli şekilde iç gıdıklayan sesi filmin sesini kapatıp sadece bizim nefes alışlarımızı odada bıraktığında gözlerim dudaklarına kaydı ve yutkunarak kafamı evet anlamında salladım.


“Olur, belki bende bilmiyorumdur.” diye söylendim tek kaşımı kaldırarak. Söylediğinle üst dudağı yukarı kıvrıldı. Bana doğru yaklaşırken bir elini belime sarmıştı.


“Hım, daha önce öpüşmedin mi?” başımı iki yana salladım.


“Öpüştüm ama sadece bir kişiyle. Onun da benim gibi ilk seferiydi belki doğru yapamamışızdır.” dudakları yanağıma değdiğinde kokumu içine çekti. Bir eli belimi okşarken diğer eli yataktan destek alıyordu.


“Öperken sana doğru hissettirmiyor muydu?”


“Doğrusu yanlışını bilemem. Onu öperken bildiğim tek şey zamanın durduğu ve dudaklarının kayıp parçam olduğunu düşünmek.” dedim kısık şekilde ve başımı kaldırarak dudaklarını dudaklarımla doldurdum. Aralanan dudaklarıma dudaklarının yerleşmesinin verdiği hisle elimi ensesine götürerek onu üstüme doğru çektim. Kendimi yatağa bırakmamla Yağız, yarama dikkat edecek şekilde üstüme eğilip daha derin bir şekilde öpmeye başladı. Dilime sarılı dili onun tadını damağıma yayarken bana yaslanmasıyla inleyerek saçlarını çekiştirdim. Tam ellerimi tişörtünün uçlarına getirmiş yukarı doğru çekiyordum ki kapının açılmasıyla hızla Yağız’ı ittim. Aslancık sırt üstü yatağa düştüğünde sinirle gülüp kapıya baktı.


“Senin ben kapıyı açan elini sikiyim. Çalsana lan kapıyı!” diye bağırdı. Aras, Yağız’ın dediklerini umursamadan gülerek bir elini saçlarının önünden geçirerek geriye savurdu.


“Nasıl da bozdum ortamınızı? Çok seviyorum lan kendimi.” dedi kendini beğenmişlikle ve bakışlarını bana çevirdi. “Yarın Başkanlığa ifade vereceksin, onu söylemek için geldim ve şimdi de gidiyorum. Bozmamışım gibi devam edin diyeceğim ama ortamı kendimle şereflendirdim artık eskisi gibi olmaz.” diyerek odadan çıktı. Onun odadan çıkmasıyla Yağız, yataktan doğrulup başını bana çevirdi.


“Dövsem kaç gün bakmazsın yüzüme? Çok değilse vuracağım.”


Gülerek “Sana kaç lazım?” diye sordum.


Düşünür gibi yaparak gözlerini kıstı. “İki buçukta anlaşalım.” dediğine sesli bir şekilde gülerken gözlerine derin bir şekilde baktım ve kalbimin atış ritminin değişmesiyle yutkunarak yataktan kalktım. Adımlarım giyinme dolabının içindeki kasaya giderken hızla şifreyi girip kasayı açtım. Kasanın içindeki paraları ve belgeleri umursamadan özenle koyduğum kutuyu aldım ve kapağı kapattım. Elimdeki kutunun verdiği heyecanla derin bir nefes alıp Yağız’a döndüm. Tam önünde durup kutuyu ona uzattığımda Yağız’ın yüzü ciddileşti ve hiçbir tepkide bulunmadan kutuyu elimden alıp açtı. Kutunun içindeki görmesiyle şaşkınlıkla bana baktı. Okyanusları öyle dalgalanmıştı ki altında alabora olabilirdim ve işin tuhaf tarafı da bundan gocunmayacak olmamdı. Yüzündeki şaşkınlığın içimde yarattığı heyecanla elimi ona doğru uzattım.


Kalbim bir volkan olup damarlarıma akarken bedenimi stresten kurtarmak istercesine ayağımı sallamaya başladım.


“Hiçbir iş yarım kalmamalı.” diye mırıldandım. Dudaklarımdan sadece bunlar dökülebilmişti. Yağız, heyecanlandığımı fark etmişti ki üzerindeki şaşkınlığı attı ve yataktan kalkarak önümde durdu. Kutunun içinden bana iki sene önce verdiği yüzüğü çıkararak ona uzattığım elimi avcuna aldı.


“Evet, hiçbir iş yarım kalmamalı...” bakışları gözlerime esti. “O yüzden güzel adının yanına soyadımı eklememe izin verir misin?” diye sordu.


Konuşmasıyla bana bakan yüzüne heyecanla baktım. Sorduğu sorunun cevabını kafamı evet anlamında sallayarak verdim çünkü konuşacak halim yoktu. Yağız, elinde olan elime bakarak yüzüğü parmağıma taktı ve iki eliyle yüzümü avuçlayarak gözlerimi okyanuslarına hapsetti. Bu en güzel mahkumluktu...


“Söz ver bir daha çıkarmayacağına.” isteğinin altında yatan güven problemini hissetmemle içimde küçük bir sızı oluştu. Sızının gözlerimi doldurmasıyla heyecanla şakıdım.


“Bir daha asla çıkarmayacağım söz veriyorum!” dedim yemin edercesine. Yağız, aldığı güvenle öyle bir gülümsedi ki içim yandı... yandı, kül oldu ve ben bu yanmadan çok büyük keyif alarak onun da yanması için omuzlarından tutarak onu kendime çektim. Dudaklarımı dudaklarına bastırdığımda onu da benimle beraber yanmaya davet ettim ve tabii ki bu sefer davetim reddedilmedi...


&


Arabadan inerek Başkanlık binasının gösterişli kapısından içeri girdim. İfade vermek için üst kata çıkmıştım ki telefonumun çalmasıyla elimi cebime atıp telefonu açtım.


“Ne demek kimseye haber vermeden saraydan çıkmak? Kızım delirtecek misin sen beni?” diye bağıran sesini duymamla telefonu kulağımdan uzaklaştırarak yüzümü buruşturdum.


“Hayatım bir saat olmadan yanındayım. Çocuk muyum bende yanımda birileri olsun? Kendi işimi kendim hallederim.” dedim sıkkın bir sesle. Ne yani korumalarla gezecek kadar korkak mıydım ben?


“Önceki sefer de öyleydi! Tehlikede olduğunu anlamadın mı hala?” sinirli sorusuyla dudaklarımı bükerek sanki görebilecekmiş gibi gülümsedim.


“Tehlike sürekli benimle bebeğim, sen bunu anla.” dedim ve bu konudan sıkıldığımı belli edecek şekilde ofladım. “Yağız, dünya benim etrafımda dönmüyor. Sürekli kötü bir şey olacak diye birileriyle gezemem.”


“Evet, dünya senin etrafında dönmüyor ama benim dünyam senin etrafında dönüyor!” dedi ve derin bir nefes alarak daha sakin bir sesle ikna edercesine ekledi. “O yüzden yolladığım adamlar gelene kadar Başkanlık’tan çıkma. Bu konuyu da gelince konuşacağız.” telefonun kapanmasıyla gözlerimi kapatarak üzüntülü şekilde oflayarak telefonu cebime geri koydum. Bu konuyu saraya döndüğümde konuşacaktık, şimdi düşünmem anlamsızdı. Adımlarımı sekreterin yönlendirdiği şekilde ilerletirken ulaştığım kapının önünde durarak kapıyı tıklatıp içeri girdim. Odaya girdiğimde ayakta, pencerenin önünde dışarı bakan kişiye kaşlarımı çatarak baktığımda bir an yanlış mı geldim acaba diye düşündüm.


“Hayırdır, Yöneticilikten atılıp yazı işlerine mi postalandın?” diye sorarken temkinli adımlarla odanın içerisine süzüldüm. Konuşmamla geldiğimi fark eden Karan, bana döndüğünde gözleri gözlerimi buldu.


“Öyle bir şey pek mümkün değil.” dedi ve bakışları beni süzerken bana doğru yaklaşmaya başladı.


“Ne istiyorsun Karan? Ne işin var burada?” sorularımla üst dudağı kıvrılırken iki eli de kumaş pantolonun cebindeydi. Üzerinde lacivert bir takım vardı. Gözleri beni baştan aşağı süzerken tekrar gözlerime baktı.


“Yaralanmışsın. O yüzden merak ettim. Gerçi gayet iyi görünüyorsun, pençelerini bile çıkarmışsın.”


Söylediklerine gözlerimi devirirken umursamazca kollarımı göğsümde birleştirdim. “O pençeler seni yaralamadan çık git. Seninle uğraşacak havamda değilim.” dedim iğrenircesine. Ona karşı soğuk oluşum hoşuna gitmemiş gibi alınmış bir ifadeyle bana doğru yaklaşmaya devam etti.


“Ne, bu kadar mı konuşacağız? Halbuki ben geçen ki tehdit etme cesaretin hakkında konuşuruz sanmıştım.” üzülmüş gibi konuşmasıyla sinirlenerek elimle onu göğsünden ittim.


“Seninle konuşacak bir şeyim yok. Tehditimi ciddiye alsan iyi olur. Biliyorsun bel altı vurmayı severim.” dedim sinirle ve yüzüne baktım ama o bana değil onu ittiğim elime dalgınlıkla bakakalmıştı.


“Evlendiniz mi?” sorusunun şu an ki konumuzdan epeyce uzak olmasına şaşırarak omuzlarımı dikleştirerek çenemi kaldırdım.


“Nişanlandık ve evleneceğiz. Tebrik edebilirsin.” dedim sinirle ve odadan çıkmak için hareketlendim. Benim hareket etmemle önüme geçerek çıkmamı engelledi.


“O iyi adam Alisa. Senin yanına bile yakışmıyor.” diye dişlerinin arasından konuştu. Kaşlarım tepkisiyle çatıldığında bakışlarım alayla parladı.


“İyi adam mı? Sevgilim görebileceğin en kötü adam. Ne tesadüf ki bende öyleyim.”


Bakışları söylediklerimle daha da karardı. “Yani onun kim olduğunu biliyorsun?”


“Tabi ki de biliyorum! Şimdi çekil önümden. Ne yaptığını sanıyorsun sen?” dedim yüksek sesle. Kendini ne sanıyordu bu da benim yolumu kesiyordu?


“Ben ne yaptığımı biliyorum ama en bilmiyorsun. Daha evleneceğin adamın kim olduğunu bilmiyorsun!” yüksek sesiyle bana bağırdığında sesini yükseltmesinden önce söylediklerinin verdiği sinirle üstüne yürüdüm.


“Karan, ne yapmaya çalışıyorsun bilmiyorum ama yanlış kişiye oynuyorsun.” dedim öfkeyle. Yağız’ı bu işe karıştırması hiç hoşuma gitmemişti.


Benim sinirimi ciddiyetimle yüzüme yansıttığım ifademe tehlikeli bir duygusuzlukla gülümseyerek baktığında tüm bedenim gerildi. “Ben yanlış kişiye oynuyorum, peki sen? Sen bu oyunu oynamak için yanına seçtiğin partnerinin doğruluğundan emin misin?”


Sorusuyla tenim buzlu bir suyun içinde yanmaya başladı. “Ne saçmalıyorsun sen?” diye sordum içimdeki boktan hisleri umursamamaya çalışarak. Karan, korku kokan sesimle sorduğum soruyla gülümseyerek gözlerini gözlerime bir hançer misali sapladı.


“Bir Soylu olarak Yer Altı Örgütünün Lideri olan birinin yüzüğünü takman ne kadar doğru?” diye sordu.


Sordu... ama aslında sormadı. Beni alev alev yanan bir evin içine atıp demir kapıyı üstüme kilitledi.


Söylediğinin beynimde yarattığı fırtınayla hızla cebimdeki bıçağı çıkartıp bacak arasına tekme atarak onu duvara yasladım. Elimdeki bıçağı boğazına yasladığımda acıyla inleyerek yüzünü buruşturmuştu.


“Böyle bir yalanı nasıl uydurdun bilmiyorum ama sakın Yağız’ı pis işlerine karıştırma!” diye bağırdım. Karan, acıdan yumduğu gözlerini sinirle açarak benim duygudan yoksun gözlerime baktı.


“Yalan mı? Yapma, Alisa. Sana yalan söylemediğimi biliyorsun.” dedi ve dalga geçercesine gülümseyerek alayla konuşmaya devam etti. “Anlamadın mı cidden bunu? Hadi her şeyi geçtim ceza almaması hiç mi kafanı karıştırmadı? Başkan, sence seni sıkıştırmak için elde ettiği fırsatı kaçırır mıydı? Yağız’ın örgüte geçmesinden dolayı ona bir şey yapamadı...” dedi ve bir an sesli şekilde gülüp bana bakarak “Yoksa sen Başkan’ın senin için mi onlara ceza vermediğini düşündün? Olan onca şeyden sonra hala babanın seni sevdiğini mi düşünüyorsun küçük kız?” diye sordu içimi arasında yakarak. Gözlerimin dolmasının verdiği acı tatla bıçağı boğazına bastırdım. Şu an gözlerime bakan bu adamı öldürmek istiyordum.


İçimi yaktığı gibi onun canını yakmak istiyordum...


“Beni yine aynı yerimden yaralıyorsun, tıpkı seni de sürekli aynı yerinden; kalbinden yaralamaları gibi.” dedi gözlerime acıyarak bakarken.


Gözlerinde gördüğüm acıma duygusuyla elimi indirerek ondan uzaklaştım. Hızla odadan çıkarak dışarı doğru yürüdüm. Kalbim sanki yüz senedir çalışmıyormuş da bir anda çalışmaya başlamış gibi hissettiriyor, göğüs kafesim bir mumyanın kafesiymiş gibi pas tadı bırakıyordu damağımda.


İçim çürümüş gibiydi.


Dışarı çıkmamla ciğerlerime dolan hava yanan içime benzin etkisi yaratarak beni öfkeyle doldurduğunda derin derin nefes almaya çalıştım. Şimdi değil... şimdi olmaz... derin derin nefes al...


Gözlerimin doluluğunu ellerimle kurutmaya çalışırken hızla arabama binip eve doğru sürmeye başladım. Yangınımı söndürecek tek şey vardı. Gerçekler ve gerçekler ondaydı, benim gerçeklerim onun dudaklarından bana dökülecek cümlelerde saklıydı ve benim nefesim de onlara bağlıydı...


Yol akarken içimdeki duyguları da peşin sıra götürüyordu. Bedenimden akan soğuk terler midemi hapsine almışken aldığım her sıkı nefes ciğerlerimi yakıyordu. Saraydan içeri girdiğimde damarlarımda hissettiğim öfkenin aslında kendime olduğunu biliyordum.


Nasıl ona inanabilirdim ki karşısında Yağız varken? Söz konusu kalbimin düşmanı olduğunda yanılma payı mümkün müydü? Hayır değildi, peki ben niye bunu bildiğim halde kendime söz geçiremiyordum işte bunu bilmiyordum. Adımlarım otoparktan çıkıp da bahçede ilerlerken zihnimdeki fısıltılar kulaklarımda uğulduyordu. İçimdeki canavar kandırıldığımı söylerken kalbimin üzerindeki kelebeğin böyle düşündüğüm için pişman olacağımı söylüyordu.


Ve ben ilk defa pişman olmak istedim.


Bahçede ilerlerken Aras’ı gördüğümde aramızdaki mesafeden dolayı “Yağız, nerede?” diye bağırdım. Aras, bir an beni süzdü. Dışardan nasıl göründüğüm hakkında bir fikrim yoktu ama berbat olduğuna bahse girebilirdim.


Yüzündeki afallamayla bana bakarken çenesiyle evi işaret etti. “Evde, bir sorun mu var?” benim gibi bağırdığında sorusunu umursamadan hızla eve doğru yürümeye başladım. Şu an konuşmaya değil cevaba ihtiyacım vardı.


Kapının önüne geldiğimde içimden lütfen diye yalvarmaya başlamıştım. En son Tanrıdan Karan’dan kurtulmak için yardım dilemiştim ve şimdi de beni attığı girdabın içinden çıkmak için...


Salona girdiğimde bakışlarım hızla onu buldu Akın’la konuşuyorlardı. Odaya girdiğim gibi bana dönen gözleriyle hızla yüzümü inceledi. Yüzümdeki ifadeyi fark ettiğinde kaşları çatılmıştı.


“Tek soru tek cevap.” sesimin soğukluğu beni bile titretirken gözlerimi bir an bile ondan ayırmadım. “Benden sakladığın bir şey var mı?” direkt konuya girme isteğiyle doluydum çünkü içimdeki fırtınayı bastıramıyordum.


Oturduğu yerden ayağa kalkarken omuzları gerilmişti. “Ne oldu? Bir şey mi duydun?” tereddütlü sesi bana çarptığında bu çarpış acıyla gözlerimi doldurdu.


Doğruydu.


“Yalan değildi...” çenem titredi. Omurgamdan aşağı bir ürperti geçerken avuç içlerimdeki terleri pantolonuma sürterek gidermeye çalıştım.


“Sen. Sen onlardansın!” titreyen sesimdeki netlik karşısında odadaki atmosfer çatladı ve benim payıma büyük bir hayal kırıklığı düştü. Kelimelerim ortaya düştüğünde Yağız, bana doğru hareketlenmişti ki durması için elimi kaldırdım.


İçimdeki yıkımın gözlerime yansımasıyla ben benden uzaklaştım. “En başından beri beni kandırıyor muydun? Buraya geldiğinden beri...”


Yüzündeki dağılmış ifadeyle başını hızla iki yana salladı. “Liderliği hiç istemedim. Sen isyan edeceğim diyene kadar kabul etmedim. Güce ihtiyacın vardı, eğer onların gücünü de alırsak kurtulursun diye düşündüm.” yalvarırcasına konuşmasıyla bir damla yaşın duyduklarına dayanamayarak intihar ettiğini hissettim.


“Nasıl Lider oldun?” sorumla yapma dercesine bana baktı. Bakışının içimde daha büyük bir yıkım yapacağını anlayarak “Nasıl oldun!” diye bağıdım öfkeyle.


Dolu olan gözlerimden yanlış mı görüyorum diye şüpheye düştüğüm gözlerinde gördüğüm dolulukla nefesimin boğazımda düğümlendiğini hissettim. Zoraki şekilde araladığı dudaklarından “Babam..” dedi ve küfür mırıldanarak hiddetle devam etti.


“Babam, Delphi’deki Yer Altının birinci Lider’iydi. Birinci Lider’lik soyla devam eder. Baban o yüzden getirdi beni saraya. Yer Altı ben burada olduğum için sakindi. Hiç isyan çıkmaması benim, babanın elinde olduğum içindi.” dedi ve bana doğru bir adım atıp “Lütfen, sakin olup beni dinler misin?” diye ekledi.


Söylediklerinin ağırlığı altında tuzla buz olan beynim içinde bulduğu küçük sinyalle beni uyardı. Aklıma gelen düşünceyle bir an donup ona baktım.


“Baban, o yüzden öldürdü annemi... Annem Krallığın koruyucularından olduğu için!” dedim inanamayarak. Ben hiç bunu düşünmemiştim. Babam bana güç mücadelesi için olduğunu söylediğinde kastla alakalı olduğunu düşünmüştüm...


Öğrendiklerimin verdiği ağırlıkla sanki içimde benden içeri başka bir ben uyandı ve ben kendimi kenara atarak onu dinlemeye başladım. Hissizleşen bedenimle orantılı ifadem ona kitlendiğinde hızla yüzümdeki yaşları sildim. “Planın neydi? Şehrin Soylusunu kendime köle ettim, şehrin tüm gizli anlaşmalarını öğrendim şimdi de intikamımı alabilirim diye mi düşündün!” dedim ve ona bir adım yaklaşıp üzgün olan gözlerine hissizlikle bakıp son vuruşu yaptım.


“Sonunda babanın annemi öldürmesi gibi sende beni mi öldürecektin?”


Sorumla Seda, uyarır tonda “Alisa!” diye bağırdı ama umursamadım. Şu an hiçbir şey umurumda değildi.


Yağız, sorumla bana hayal kırıklığının oluşturduğu öfkeyle bakarken tam önümde durdu. Okyanuslarındaki hiddet beni boğacak kadar fırtınalıydı ki buna bile gerek kalmadan sakladıkları beni alabora etmişti.


“Bu dediğini aklınla mı söyledin yoksa siktiğimin siniriyle mi?”


“Kalbimle söyledim. Şimdi de aklımla söylüyorum ki...” dedim ve parmağımdaki yüzüğü çıkartıp yere atarak “Hemen sarayımdan, topraklarımdan defol. Bu topraklar yasak sana. Ait olduğun yere Yer Altına git!” ekledim. Kelimelerin ondan daha çok beni yaraladığını anladığımda buradan uzaklaşmam gerektiğinin sinyallerinin bedenimdeki uyarıyla anladım ve arkamı dönerek odadan çıktım. Tam kapının eşiğini geçiyordum ki hissiz şekilde konuşmasıyla bin parçaya bölünen bedenim onun söylediklerinin oluşturduğu rüzgarla uçarak bir daha birleşemeyecek şekilde ayrıldı.


“Keşke o gün seni bulup da sana o sözü vermeseydim.”


Loading...
0%