Yeni Üyelik
42.
Bölüm

41.Bölüm "Geçmi̇ş Geleceği̇n Arananıdır"

@senabookss

“Hatıraların özlemi geçmişin tozlu sayfalarında değil de kalbinizde saklanıyorsa yüzünüz gülümsüyordur.”


2 Sene Önce Kalbimiz Soğumamışken...


Omuzlarımdaki amansız sızıyla hızla elimi ağrıyan kısma götürerek ovmaya başladım. Boynumu iki yana yatırırken gözlerimi kapatarak derin derin soluklandım. Bilgisayarın ekranı yüzüme vururken göz kapaklarımı aralayıp sabahtan beri gözden geçirdiğim imar planlarını mantık çerçevesinde değerlendirmeye çalışıyordum. Yorgunluktan ağırlaşmış gözlerimi masadaki saate çevirdiğimde yelkovan ve akrebin birbirlerini ne kadar da hızlı kovaladıklarını düşündüm. Zaman hızlı geçiyordu ve ben aynı sakinlikle çalışıyordum.


Çalışmayı sevmiyordum. Bunu kesinlikle uygulamalı olarak anlamıştım.


Gözlerim yan tarafta kule şeklini almış evraklarda gezinirken bu işi seçerek yanlış yaptığımı bir kez daha anladım. Resmen dört saattir boktan evrakları denetleyeceğim diye masadan kalkmıyordum.


Uzun süredir hareket etmeyen bacaklarımı çalıştırmam gerektiğini düşünerek ayağa kalkıp pencereye doğru ilerledim. Gün batımı parlak ışıklarını etrafa yansıtırken hafif bir meltem esiyordu. Öğrencilerin bazıları bahçede gezinirken bazıları da kendi guruplarınca çimenlikte oturmuşlardı. Şu an onlara fazlasıyla özenmiştim, Yağız’ı bulup onunla oturabilirdik. Zihnimde beliren düşünceyle arkamdaki masada bulunan telefonuma ilerledim. Çimenlerde oturup sohbet ederken iki bira gömmek yorgunluğumu alabilirdi. Telefonumu elime alıp aslancığı aramak için ekranı açmıştım ki karşıma çıkan mesajla bir an duraksadım. Göz bebeklerim her bir kelimeyi ilmek ilmek anlamlandırırken boğazımdaki yumruyu gidermek istercesine yutkundum. İçimde oluşan en kötü duygu olarak tanımladığım korku bedenimi ele geçirirken adımlarım otomatik olarak masamın çekmecesindeki silahıma ilerledi. İçimden bir ses böyle bir şeyin mümkün olmadığını söylerken bir yanım yaşadığımız hayatı bildiği için beni dürtüyordu. Soylu olduğumdan beri fazlasıyla tehdit almıştım, mesaj doğru olabilirdi ama aslancık bu duruma düşebilir miydi?


İşi şansa bırakmayacaktım, silahımı hızla belime yerleştirip koşar adımlarla odamdan çıkarken istikametim arabamdı. Otoparka ilerlerken aynı zamanda da Akın’ı aradım. Kalbim bir kuş gibi çırpınırken umarım düşüncemde yanılıyorumdur diye geçirdim içimden. Telefon beşinci çalışında açılırken karşı tarafa aman vermeden konuştum.


“Bana şaka yapacak kadar intihara meyilli değilsin değil mi?” sert sorumla bir an sessizlik oldu.


“İntihara meyilli değilim de sen hayırdır biri oynattı mı seni?”


Sorusunu umursamadan irdelemeye devam ettim. “Yağız, nerede Akın?”


“Kumanı arar gibi ne arıyorsun lan nerden bileyim sevgilin nerede?” gözlerimi devirirken arabamın kapısını açmış şoför koltuğuna oturmuştum.


“Kumam gibi ortalıkta gezindiğin için olabilir mi? Bak son kez soruyorum haberin var mı yok mu? Size güvenmiyorum.”


“Yok, kumam haberim beyimizden. Oldu mu?” sinirle söylenmesiyle mesajın doğrulu kesinleşmişti. Bedenim şimdi tamamen korkunun gerilimine kapılırken kısık sesle küfrettim.


“O zaman kumam beyimiz alıkoyulmuş...” dedim ve saraydan son hız çıkarken sinirle konuşmaya devam ettim. “Gizli numaradan mesaj geldi. Bir konum atmışlar, oraya tek gitmemi istiyorlar. Ben şimdi yol çıkıyorum askerleri ayarla ve yola çık. Konumu sana atıyorum.” sesimin titremesini engelleyemeyerek konuşmamı bitirdiğimde sinirle telefonu yan koltuğa fırlattım. Soyluluğumu tam anlamıyla kavratamadığım için karşımdakiler beni düşürmek için her şeyi yapabilecek kadar özgüven sahibiydiler, attıkları boş tehdit mesajlarını şimdiye kadar önemsememiştim çünkü ben hem kendime hem de Başkan’ın kanına sahiptim ama sevdiğim adam tekti ve hemen hedef olmuştu. Arabayı son hız gönderdikleri konuma sürerken beni sakinleştirmeye çalışan tek şey elçiye zeval olmayacağıydı. Yağız, onlar için bir elçiydi ona dokunmazlardı...


Bir saatlik yolu yirmi beş dakikada gelecek kadar hızla Amare kasabasına giriş yaptığımda tüm bedenim kasılmaktan uyuşmuştu. Bakışlarım navigasyona devrildiğinde atılan konuma yaklaşmanın verdiği ürpertiyle içim oluşan korku emarelerini silmeye çalıştım. Şu an korkunun değil öfkenin kölesi olmalıydım çünkü bizi ancak o çıkarırdı buradan.


İçimdeki öfke kırıntılarına güvenerek geldiğim limandaki büyük deponun önüne park ettiğim arabamdan belimdeki silahı elime alarak indim. Akın, beni daha aramamıştı ve şu an tek başımaydım. Bir Soylu olarak korumasız böyle bir durumun içine atlamam aptallıktı ama bende çok zeki biri sayılmazdım...


Akınların yolda olduğunu bilmenin verdiği güvenle temkinli bir şekilde depoya doğru yürüdüm. Etrafta kimsenin olmaması kafamda soru işaretleri yaratırken zihnimde oluşan kötü senaryoları tozlu raflara itip elimi yavaşça kapıya uzattım. Omurgamdan aşağıya bir ter damlası süzülürken bakışlarım etrafta atmaca gibi geziniyordu. İçerisinin karanlığı beni yutarken adımlarım depo içerisinde ilerliyordu. Sessizlik bir simsar misali kulaklarımda kalp atışımı duymama sebep olduğunda acaba yanlış mı geldim diye düşündüm. Konumun beni getirdiği depo karanlık ve sessizdi yani görmeyi bekleyeceğim şekilde değildi...


Benim sevgilim neredeydi? Acaba geç mi kalmıştım? Başka bir yere mi götürmüşlerdi onu? Kimdi bu pezevenkler?


Aklımdan geçen düşünceler bir çığ olup üzerime yıkılırken nefesim kulaklarımdan çıkacak kadar sıkıştı, her an patlamaya hazır bir bomba gibi olan kafam şakaklarımdaki ağrıyla bir şey yapmam gerektiğini bana söylüyordu. Elimdeki silahı daha da sıkı kavrarken bir adım daha atmıştım ki karşımda bir ışık yandı. Aniden yanan beyaz ışık ölümü bana hatırlattığında hızla silahın namlusunu oraya doğru çevirip nişan aldım. Gözlerimin kamaşmasının netleşmesiyle karşımda gördüğüm manzara içimde tarifsiz bir his oluşturdu.


Beynim beklediğinin çok tersindeki sahneyle ne yapacağını şaşırmış beklerken ben elimdeki silahla bakakalmıştım.


Yağız, tam karşımda deminki beyaz ışığın değişip yerini sarı loş ışığa bıraktığı sahnede heyecanla parlayan mavi gözlerini gözlerime bağlamış şekilde duruyordu ve ben ona silahımı doğrultmuş halde afallamış bir şaşkın yüzle bakıyordum...


Yağız, ona karşı olan şaşkın yüzüme gülümseyerek gitarın tellerinden başlangıç vuruşunu yaptı ve onun bu yaptığının işaret olarak algılanmasıyla arkadaki iki ışık daha yandı. Gözlerim onun arkasına kaydığında orada gizlenmiş bir orkestranın varlığını gördüm. Başlangıçla orkestra çalmaya başladığında tüm deponun uğuldayan sessizliği kendini müziğin kulak rahatlatan melodisine çevrildi.


Karşımda olan olayları algılayamayan beynimde eror sinyallerinin verilmesiyle doğrulttuğum silahı indirdim. Boğazımda yumru gibi olan korku hissini gidermek için sert bir şekilde yutkundum ve burada ne olduğunu çözmeye çalıştım.


Şu an biz burada ne halt ediyorduk?


Yağız’ın duymaya doyamadığım sesi etrafa yayıldığında etrafımız aydınlanmaya başladı. Bakışlarım yeni doğmuş bebek gibi etrafta gezinirken nefesimi tuttum. Gördüklerim kalbimin ritmini arttırırken zamanın benimle beraber eridiğini hissettim.


Her taraf çiçeklerle doluydu ve duvarlar bizim fotoğraflarımızla sarılıydı. Ben gördüklerimle içimde oluşan his dalgalanmalarını kontrol etmeye çalışırken Yağız’ın nakaratı söylemesiyle mutluluk gözyaşları pınarlarıma doldu. Topraklarım suya doyacak kadar nemliyken onun okyanusları yaşlarımı akıtacak şekilde ona baktım.


Düşmedi mi hala cemre başına?


Geçmedi mi yağmurun ıslak kokusu?


Var mısın bu yolda, yanı başımda?


Yasla ruhunu bana kır papatyası.


Şarkının bu kısmını karşımdaki adam gözlerime bakarak söylerken üstü kapalı deponun içinde yaz yağmuru yağmaya başladı. Islak taneler bedenime düşerken şaşkınlıkla kafamı yukarı doğru kaldırdım.


Kaldırdım ve gördüğüme inanamayarak elimle gözlerimi ovup tekrar baktım. Tavanda kocaman bir kelebek maketi vardı ve yağan damlalar onun şeklinde yağıyordu... yani yerde kocaman bir kelebek oluşuyordu yağan damlalar sayesinde ve biz yerde oluşan kelebekle tavanda asılan kelebeğin arasında duruyorduk...


Ben daha bulunduğumuz yerin şaşkınlığı içindeyken Yağız, şarkının son nakaratını söylerken sahneden inip yavaşça bana doğru yürüdü. Gözleri gözlerimde, eli gitarında ve adımlara benim yörüngemdeydi. Bu adam bana aitti.


Aramızda bir adımdan az mesafe kalacak şekilde durduğunda ikimizde sırılsıklamdık. “Var mısın bu yolda yanı başımda?” dedi ve gitarı bırakarak cebinden yüzük çıkartıp bana uzattı. Gözlerim bir yüzüğe bir de onun okyanusları arasında git gel yaparken kalbim dur at pozisyonundaydı. Göğsüm, bedenime dar gelecek kadar şaşkınlıkla dolmuştu.


Bir an bulunduğumuz zaman dilimini algılayamadım. Zamanın benim için yavaşlamasından dolayı onun hızına yetişemeyerek ona anlamadığımı belli edecek kadar şaşkınlık içinde baka kaldım.


“Ne yapıyorsun?” sesimi zoraki şekilde bulduğumda dudaklarımdan sadece tek bir soru cümlesi dökülebildi. Şu an biz... o ve ben burada ne yapıyorduk?


Yüzük... bu yolda yanında olmak... aydınlandığımı belli edecek şekilde gözlerimi büyütüp dudaklarımı araladığımda üst dudağı ahenkle kıvrıldı. Tabi ya... biz evleniyorduk!


Siktir! Yağız Ertuğ, bana evlenme teklifi ediyordu...


Heyecandan parlayan dolu gözlerim Yağız’ın utangaçlıkla birleşmiş heyecanına baktı. Yağız, sorduğum soruyla titrek bir nefes alırken stresten titreyen gözlerini saklama gereği duymadan en şeffaf haliyle bana baktı.


“Bir şey sormam gerekiyor sana. Sorabilir miyim?” girdiğim şok dalgasının bitmemesinden kaynaklı olarak ilk sadece kafamı salladım ama ciddi bir konuda olduğu için gözlerimi kıpraştırarak tekrar başımı salladım. “Sorabilirsin.”


Aldığı olumlu yanıtla Yağız, ciddi bir şekilde sanki çok önemli bir toplantıdaymışız gibi tüm duygularını gizleyerek topraklarıma baktı ve içimi dalgalandıracak sesiyle “Bu kimsesiz adamın her şeyi olur musun?” diye sordu ve beni yanan bir bedenin içinde derin bir uçurumdan atarak serinletecek okyanusla buluşturdu. Bedenimin çarptığı sert buz gibi suyun beni uyandırmasıyla geldiğim zamandan beri içimde var olan heyecan ve korku yerini serin suyla buluştuğu anda rahatlık ve sevgiye bıraktı.


Ruhumda oluşan tuhaf serinliğin Yağız’ın benimle sonumuz gelene kadar beraber olma isteğinin hissettirdiği histen dolayı geldiğini anladığımda dolu gözlerimden düşen birkaç damla eşliğinde gülümseyerek ellerimi göğsümde yumru haline getirerek neşeyle söylendim.


“Her şeyimle her şeyin olurum!” sözlerim ikimizin ortasına bir şimşek çaktırdığında ondan beklemeden hızla elimi uzattım. Yağız’ın söylemimle yüzünde öyle bir gülümsemesi oldu ki beni içimdeki serinlikle sanki çöl sıcağının altına girmişiz ısıttı. Sıcacık gülümsemesi eşliğinde elimi tutup yüzüğü parmağıma taktı ve elleriyle yüzümü avuçlayarak bizi kafesine aldı. Şu an sadece o ve ben vardık.


Hayır. Biz vardık.


Derin bakışları bir çığ gibi topraklarımı eşelerken elleri buz gibiydi. “Söz ver, bu yüzüğü asla çıkarmayacaksın.” dedi istekle. Sesindeki arzu ve isteğin içimi daha da heyecanlandırmasıyla kafamı tamam anlamında salladım.


“Söz. Asla çıkarmayacağım.” kelimelerim yemin edercesine dudaklarımdan döküldüğünde kalbimin düşmanını gözlerime öyle bir baktı ki kendimi hiçbir zaman bu kadar özel ve bu kadar değerli hissettiğim bir anın daha olmadığını düşündüm. Kimse, onun bana baktığı gibi bakmamıştı. Kimse, beni onun gibi görmemişti.


Şu an bana öyle bakıyordu ki biliyordum. Şu an bizden daha mutlusu yoktu evrende.


Evrendeki en mutlu iki kişi olarak Yağız, birleşmemiz gerektiğini düşünmüştü ki aldığı sözlü yeminin verdiği mutlulukla yüzümde olan elleriyle beni kendine çekip ıslanan bedenlerimizi birbirine yasladı ve yanan dudaklarımızı birleştirerek ikimizi yağan damlaların altında yanmaya davet etti.


Sıcak dudakları iki dudağımın arasındaki yerini aldığında ıslaklığımız içimizdeki yangınla buhar olmuş gibiydi. Dudakları arasında ezilen dudaklarımın verdiği tamamlanmışlık hissiyle elimi ensesine götürerek ıslak saçlarını okşamaya başladım. Dili dilime dolandığı o enfes anda tadının tadıma karıştığı yerde tutkunun esiri olmama ramak kala beynimi heyecanımın kurbanı ederken kurban psikolojisinin etkisinde olan beynim son anda kurtulma isteğiyle zihnimde sinir çıkışlı bir düşünce yarattı. Yarattığı düşünceyle kaşlarımı çattım ve bu sinir oluşumunun kaynağı olan adamın hızla alt dudağını dişlerimin arasına alarak can yakıcı şekilde ısırdım. Damağıma gelen demir tadıyla dişlerim arasındaki dudağını bıraktığımda aslancık, tutkulu öpüşmemize eklenen acı duygusuyla inleyerek dudaklarımı ayırdı. O, bana şaşkın şekilde bakarken hızla dizine tekme attım. Vuruşumdan hiç etkilenmezken diliyle kanayan dudağını yaladı.


“Aptal, evlenme teklifi edeceksin diye niye korkutuyorsun? Direkt gel evlenelim de. Niye gerilim yaratıyorsun?” diye bağırdım sert ve alındığımı belli edecek kadar hassas bir edayla. Yağız, söylemimle üstündeki şaşkınlığı attı ve asıl derdimi duyduğunda mahcup bir şekilde başını eğdi.


“Arda, dedi böyle yap diye. Eğer kaybetmekten korkarsam kesin evet dermişsin çünkü insan kaybetme korkusunu yaşamadan yanındakinin değerini bilmiyormuş.” dedi ve hemen yanlış konuştuğunu anlayarak hızla toparlamaya çalıştı. “Tabi ben demek istemiyorum ki sen benim değerimi bilmiyorsun, tabi ki biliyorsun ama işimi sağlama almak istedim.” açıklaması içime taş atıp kalbimi delerken çocuğun yaramazlığı ardından yaptığı savunma tipiyle konuşması yelkenlerimi indirmek için yeterliydi. Yüzündeki ve sesindeki utangaçlığın verdiği yumuşama hissi beni daha da sinirlendirirken ona kıyamadığım için bir kez daha kendime kızdım.


“Ben zaten her an seni kaybedeceğim diye korkuyorum. Ayrıca ben sana niye evet demeyeyim ki? Senden başka kiminle evlenebilirim?” son cümleme kadar üzgün olan bakışları son cümlemle yerini arsız bir keyfe bıraktığında onun gibi bende gülümsedim.


“Doğru benden başka kiminle evlenebilirsin ki?” dedi gözlerime gözlerindeki parıltıyla bakarak. Okyanuslarındaki parıltıların bedenimde hissettirdiği tuhaf duygunun etkisinden kurtulmak istercesine bakışlarımı etrafta gezdirdim. Şu an kollarındayken kendimi o kadar savunmasız hissediyordum ki bazen kaçmak istiyordum. O, beni benden iyi tanıyordu ve bu hiç iyi bir şey değildi.


Bazen anlaşılmak görünmekten daha korkutucu olabilirdi çünkü saklamak istedikleriniz sizden önce ulaşırdı anlayana. Ve şimdi onun karşısında ayna misali durmak hoşuma gitmemişti. O yüzden her zaman yaptığım gibi kaçmayı seçtim.


“Niye farklı farklı bir sürü çiçek var?” diye sordum. Sorumla Yağız, beni kendine çekti ve sırtımı göğsüne yaslayıp elini belime sardı. Aynı zamanda da çenesini başımın üstüne yasladı.


“Bak şu baştaki mor Kasımpatı çiçeği, asaleti temsil ediyor.” dedi ve biraz ilerisindeki diğer çiçeği işaret etti. “Şuradaki küçük yapraklı olan Mine çiçeği, barış anlamına geliyor.” biraz döndük ve sahnenin çaprazındaki çiçekleri işaret etti. “Yanındaki rengarenk olanın adı Petunya, umut anlamına geliyor. Ve şuradaki kendini ben hepinizin üstünüm diye tanıtan çiçekte Kozmos çiçeği, anlamı da...” durdu ve belimdeki elleriyle beni kendine döndürüp gözlerime bakarak “Aşk çiçeğidir. Bu çiçeği veren kişi bu çiçekle en derin sevgiyle karşısındakine duygusunu ifade eder.” deyip anlıma sıcak bir öpücük bıraktı. Sıcak öpücüğünün verdiği gülümsemeyle dudaklarım yanaklarım boyunca uzadı.


“İyi de ben çiçek sevmem ki.” gülerek konuşmamla üst dudağı yukarı doğru kıvrıldı.


“Sen sevmiyorsun ama içindeki kelebek seviyor. Bu çiçeklerin özelliklerinden biri kelebeklerin en sevdiği çiçeklerden olmaları. Bu çiçeklerin olduğu yerlerde hep kelebekler vardır.” dedi öğretmen edasıyla. Bilgin gibi konuşmasına gülümserken hadi canım dercesine tek kaşımı kaldırdım ce etrafımıza bakarak en kuytudaki çiçeği işaret ettim.


“Bunun adı ne?” sorumla bakışları gösterdiğim çiçeğe kaydı ve yüzündeki afallamayla küçük bir küfür savurdu.


“Sikiyim. Çalışmadığım yerden geldi!” hızla cebinden telefonunu çıkartıp kopya çekmeye çalıştığında kıkırdayarak kollarımı göğsümde birleştirdim.


“Kadife. Kadife Çiçeği... kutsal sevgi anlamına geliyor.” dedi sanki kopya çekmemiş gibi bildim edasıyla gülümseyerek. Yüzündeki ifadeye kahkaha atarak ellerimi boynuna sardım. Parmak uçlarımda yükselirken kokusu burnuma nefes gibi geliyordu.


“Ne yapacağım ben seninle?” diye mırıldandım. Mırıldanışımla okyanuslarındaki dalgalarla bedenimi serinleten adam ıslanmış bedenlerimizi umursamadan beni kendine çekti ve gözlerindeki dalgalarıyla, okyanusunda gezinen küçük teknemin içindeki sevgiyi almak için beni devirmeye çalışacak şekilde gülümsedi.


“Hep yanımda olup her şeyim olursan benimle istediğini yapabilirsin.” muzip tavırla konuşmasına kıkırdarken tek kaşımı kaldırarak kendimi ona yasladım. Sıcak göğsü kalbimin üzerindeki buz kütlelerini eritecek kadar sıcaktı.


“Her şeyi yapabilir miyim? Bana kendini teslim edecek kadar mı düşüyorsun Yağız Ertuğ?”


“Sana düşmekle kalmıyorum sana bitiyorum Alisa Havas.” dedi ve alnını alnıma yaslarken ekledi. “Benden gitme de ne istersen yap bana. Yanımda olduğunda her şeyle başa çıkabilirim.”


Göz kapaklarım kelimelerinin şevkiyle kapanırken içime derin bir nefes çektim. Ciğerlerime dolan hava sıcaktı, bedenimdeki kıyafetlerin ıslaklığı sabitti. Bu an gerçekti. Anın gerçekliğiyle başımı geriye atarak gözlerine baktım. “Her şeyin, her şeyiyle senin olup seni hiç bırakmayacak ve sende o ne isterse yapacaksın...” dedim kısık bir şekilde. Yağan damlaların boşa gitmemesi gerektiğini düşünerek yanan bedenlerimizi soğutması için dudaklarımı beni yakan dudaklarla birleştirdim ve o an aslında asıl yeminimizi ettiğimiz andı.


Ben gitmeyecektim ve o da benim olacaktı...


&


Işık fümelerinin etrafı renklendirdiği barda etrafımızda dans edip eğlenen insanları umursamadan kollarımı yasladığım masanın üzerindeki içkimi elimi almış bana bugün evlenme teklifi eden adama gözlerimi dikmiş bakıyordum. Aldığımız kararı kutlamak için geldiğimiz mekanda aslında eğlenmekten ziyade birbirimize odaklanmış durumdaydık.


Kokteylimden aldığım yudumla yutkunurken yüzümü asarak boynumu eğip “Ama bir sorunumuz var... biz bunu unuttuk.” dedim. Yağız, söylediğimle kaşlarını çatarken omuzlarını gererek tedirginlikle gözlerimi eşeledi.


“Ne sorunu?” korkmasının verdiği keyifle masanın üstünden ona doğru eğildim.


“Biz evlenemeyiz.” dudaklarımı bükerek söylediğim cümleyle gözleri kocaman açılarak hızla yanıma gelip omuzlarımdan tutarak beni kendine çevirdi.


“Nereden çıktı bu şimdi? Sikerim sorunu ne sorunu!” korkunun altına saklandığı sinirle konuşmasıyla tedirginliğinin yüzüne yansıması intikam duygumu perçinledi.


Topraklarımı üzgün bir ifadeyle onun okyanuslarına bağlarken dudaklarımı bükerek başımı iki yana salladım. “Adıma soyadın yakışmıyor. Evlenemeyiz.”


Yağız, söylediğim acı verici şeyle şaşkınlıkla yüzüme bakakaldı. “Ne?”


“Alisa Havas Ertuğ...” çenemi yukarı kaldırarak omuz silktim. “Tıh, hiç yakışmadı. Benim korumam gereken markam var. Üzgünüm evlenemeyiz.” dedim umutsuzca. Yağız, söylediğimle onunla dalga geçtiğimi anladı ve kafasını yukarı doğru kaldırıp derin, bıkkınlık kokan bir nefes alıp göğsünü şişirdi. Bana üstten bir bakış atarken iflah olmazsın bakışı vardı yüzünde.


“Sus. Çok yakıştı sana Alisa Havas Ertuğ.” sinirle beni bırakıp eski yerine, karşıma geçtiğinde yüzüme bıktım senden dercesine bir ifade vardı.


“Ne o aslancık daha evlenmeden bıktın mı benden?”


“Bunun şakası olmaz, haberin olsun.” benim alaylı sesime karşılık onun sinir barındıran alınmış sesine kaşlarımı alayla kaldırarak karşılık verdim. Yüzümde hadi canım dercesine bir ifade vardı.


“Evet, değil mi? Bazı şeylerin şakası olmuyor mesela...” düşünür gibi yapıp işaret parmağımı yüzüne doğru sallarken bulmuşum dercesine gülümsedim. “Şey gibi esir alınma gibi... gibi... korkutmak gibi...” dedim kinayeli bir şekilde.


Yağız, yaptığının hıncını aldığımı fark etmesiyle tatlı bir şekilde gülümseyerek işaret parmağımı avcuna sararak elimi eline aldı. Yüzünde tatlı bir ifade vardı. “Ne kadar da doğru söylüyorsun güzelim. İstediğin bir şey var mı?” kendini affettirmeye çalışarak konuşmasıyla sinsice gülümseyerek etrafa kısa bir bakış attım.


“Sahneye çıkıp şarkı söyle ve bunu öyle bir yap ki beni sevdiğini belli et. Yoksa yan masadaki kızların içinden geçeceğim.” dedim ve umursamazca omuz silkerek ekledim. “Tabii sen bilirsin ama eğer ben onları döversem ve buradaki olay babamın kulağına giderse ki bende yarın onunla evliliğimiz hakkında konuşacakken bu olursa...” bakışlarımı ahenkle ona çevirdim. “Evlenemeyiz.”


Yağız, tehdit tabanlı bilgilendirmemle evlenme planımızın tehlikede olduğunu anlamıştı ki bana bir şey demeden hemen sahneye doğru ilerleyip oradaki adamla konuşmaya başladı. O, adamla konuşurken bende masadaki içkimden keyifli bir yudum aldım. Cebinden çıkardığı bir miktarı parayı adama verip sahnenin yan tarafındaki gitarı eline aldığında hoşnutlukla gülümsedim.


Her ne kadar sanki normal bir andaymışız gibi kendimi sakin tutmaya çalışsam da içimde bastıramadığım bir duygu vardı ve ben bu duygudan çok zevk alıyordum.


Biz resmen evlenecektik. Biz.


Yağız Ertuğ ve Alisa Havas, iki imza ve iki yeminle birbirine resmi olarak bağlanacaktı...


Geçmişten gelen bağımızın oluşturduğu ipin kalplerimizdeki düğümü her göz göze gelişimizle sıkılaştığını hissederken kendimi onda kaybedeceğim günün hayalini kurardım. Küçük yaşımda kazandığım eksikliğimi onun kaybıyla bana ulaştıran kader benim ruhumdaki yaraları onun varlığıyla kabuk bağlatmıştı ve şimdi diğer yarım olarak tabir ettiğim adamla sonsuzluğumuzdaki sonumuza kadar birbirimize bağlanacaktık.


Bu his... bu his çölde bulunan su gibi değerli, ciğerlerime yaşam vaat eden nefes kadar hayatta tutacak bir kandı.


Kaybetmiştik, kazanmıştık. Ağlamıştık, gülmüştük. Yara almıştık, iyileşmiştik. Kelebek, aslancığıyla geldiği bu yaşında artık tamamen onunla olacaktı. Bu düşüncenin kalbimi gıdıklamasıyla gülümseyerek elimdeki kokteylden bir yudum daha aldım. İçimdeki heyecanı gülüşümle bastırmaya çalışarak gözlerimi Yağız’a çevirdim. Sahnedeki yerini almış arkadaki orkestrayı organize ediyordu. Onlarla konuşma işinin bitmesiyle sahnede öne doğru yaklaşarak mikrofona hafifçe eğildi. Bakışları bardaki insanların üzerinde kısaca dolanırken en son hedefi ben oldum. Okyanusları topraklarıma vurduğu anda gülümsedi.


“Aranızdaki yıldız gibi ışık saçan kadına ithaf ediyorum bu şarkıyı.” dedi ve eliyle işaret vererek orkestraya başlaması için komut verdi. Onun komutuyla ezbere bildiğim, ilk anılarımızın sahibi olan şarkının melodisi tüm mekanı doldurdu. Yağız, gözlerimden başka bir yere bakmayarak şarkıyı tüm çekiciliği ve tekrar tekrar dinlemek için kaydedeceğim sesiyle bana sundu.


Ya da sadece bana değil bardakilere de sundu...


“Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında. Sevişmek ah ne hoştur yıldızların altında.” dediği kısımda yan masadaki iki kızın konuşmalarını duymam içimde kontrol edemediğim duygunun beni ele geçirmesine sebep oldu.


“Bu adamla sevişmek tabi hoş olur... hatta hoşu siktir et çok zevkli olur.” dediğini duymamla yapacaklarımın zihnimde canlanmasına izin verdim ve izlediklerimle yüzümdeki ifadeye engel olamayarak gülümsedim. Hafifçe yana doğru eğilerek kızlara döndüm.


“İsterseniz o zevki size ben verebilirim.” tatlı bir şekilde konuşmamla kızın benim adamımın üzerinde olan bakışları bana kaydı. Yeşil gözlerini öne çıkaracak siyah koyu bir makyaj yapmış, sıkıca at kuyruğu şeklinde topladığı kızıl saçlarının bir tutamını omzunun üzerinden eline alarak uçlarıyla oynuyordu. Onunla konuşmamla ciddi olduğumu düşünmüştü ki gülümseyerek “Numarası varsa versene.” dedi üstten bir tavırla.


Sanırım beni onun arkadaşı veya kardeşi sanmıştı... sevgilisinden numarasını isteyecek kadar geri zekalı olabilir miydi? Bakışlarım üzerinde gezindi ve Yağız’ın sahneye çıktığında söylediklerini hatırladım... olabilirdi.


İstekli bakışlarının temelini benim nişanlım oluşturduğunu bildiğimden sanırım kendimi tutmakla uğraşmadım. Masalarına yaklaşırken “Tabii ki veririm yaz. Sonuçta ben Pezevenklerin Kraliçesiyim.” dedim ve kızın telefonunu eline almasına fırsat vermeden hızla saçlarından tutup kafasını masaya vurdum. Bunu yaparken de aynı anda açık olan bacağına ayakkabımın sert olan kısmıyla tekme attım. Kız acı içinde bağırırken etraftaki uğultuları umursamadan kulağına doğru eğildim.


“Ulan adam yıldız gibi parlayan dedi. Yıldız mısın sen çakma göt taşı!” diye bağırdım. Tam kızın saçlarından elimi çekiyordum ki çaprazımdan kızın sevgilisinin hızla bana doğru geldiğini gördüm. Adamı da halletmek için ona doğru dönmüştüm ki koruyucum benden önce davranarak adama sert bir yumruk atıp adamı yere serdi.


“Karıma dokunanın ecdadını sikerim!” adamın yere düşen bedenine bakarken öfkeyle kükremesi bir oldu. Barda kesilen müzik sayesinde bağırışı tüm bar boyunca yankılandığında herkesin bakışları bize döndü. Ben bir an duyduğum aitlik lakabına takıldım... bana karım demişti. Bana.


Bakışlarım etrafımızdaki kalabalığı yok sayarcasına ona dönerken yüzümde aptal bir sırıtış mevcut. “Karım mı? Hayırdır yüzük takınca nüfusuna mı geçtim?” diye sordum cilveli bir sesle. Öfkeli okyanusları devirdiği adamın bedeninden beni yüzüme çevrildiğinde bakışları hızla yumuşadı ve bir an ne diyeceğini bilemeyerek bana baktı. Bakışları gülümseyen dudaklarıma değdiğinde üst dudağı ahenkle kıvrıldı.


“Sen benim kalbimi alıp kölen yaptığında ben bu kadar söylenmedim. Ne karım olmak hoşuna gitmedi mi?”


Bakışlarım arsız bir edayla onu süzdü. “Fazla hoşuma gitti. Dikkat et de yanmayalım.” sözlerimle etraftan bir hayret nidası dökülürken umursamazca aslancığa bakmayı sürdürdüm. O, benim aksime etrafı göz ucuyla kolaçan ederken bana yandan bir bakış attı.


“Eve gittiğimizde bu konuyu daha detaylı konuşalım, karım.” dedi ve yere serdiği adamın ayaklanmasıyla omuzlarını dikleştirerek adama dik bir şekilde bakmaya başladı. Bardaki çoğu adam, yerden kalkan adamın etrafında toplandığında bu işin sandığımdan uzun süreceğini anladım.


“Lan siz ne çeşit bir manyaksınız?” adamın bakışları ikimizin arasında dolaşırken burnundan gelen kanı elinin tersiyle sildi ve beni yok sayarak aslancığa odaklandı. “Sen, benim mekanımda bana vurdun.” bakışları bana devrildi. “Yanındaki sürtük de sevgilime vurdu. Siz hayırdır lan?” bağırışı üzerimizde zerre etki yaratmadığında kollarımı göğsümde birleştirerek adama baktım. Benden birkaç santim uzun, kilolu sayılabilecek kadar yapılıydı. Bakışları sanki bizi devirmesi iki saniyesini almayacakmış gibi üzerimizde gezinirken gülümseyerek elimi boğazıma doğru götürdüm. Giydiğim tişörtün altında kalan Soylu dövmemi gösterecektim ki Yağız, elimi tutarak beni engelledi.


“Söylersen baban duyar. Hallederim ben bunları.” söyledikleriyle elimi indirdim ve gülümseyerek karşımdakilere baktım. Vurduğum kız bana öfkeyle bakıyordu.


“Halledecekmiş, adamlarım seni hallederken bende yanındakini halledeceğim.” ben kıza bakarken ele başları olduğunu düşündüğüm adamın konuşması hiddetli bakışlarımı kendine çekti. Adamın bakışları benim aslancığımın üzerinde hak iddia ettiğini görmemle kendimi tutamayarak güldüm.


Yağız’a dönerek herkesin duyabileceği bir sesle “Normalde bilirsin bende döverdim ama şimdi bu seyir zevkini kaçıramam. O yüzden sana beş dakika veriyorum.” dedim ve ilerimdeki bar tezgahına zıplayarak oturup tezgahın üzerindeki şişeyi elime alıp karşımdakilere doğru kaldırdım. “Dövüş başlasın. Kazanana benden bir alkış.” Yağız, yaptığıma gülümserken diğer herkes bana şaşkınlıkla baktı. Adamın yanındaki altı kişiden en uzun boylu olan sarı kıl bağırarak “Kim lan bunlar!” dedi ve Yağız’a atıldı. Yağız, eğilerek adamın yumruğundan kaçtı ve adamın karnına sert bir yumruk atıp acıyla eğilen başını saçlarından kavrayarak masaya sertçe vurdu. Sarı kılın yere düşmesiyle iki kişi aynı anda Yağız’a atıldır. Aslancık önden ona saldıran adamın yumruğundan kaçıp yüzüne yumruk attı ve kolunu tutup çevirerek adamı hızla omzuna alıp arkasında adama fırlattı.


Bu hareketiyle bardakilerin hayret dolu nidaları yükseldi. Aslancık, gerçek yüzünü göstermeye başlamıştı. Sahnedeki şarkı söyleyen efendi adam, yerini kan dökmeye can atan bir terminatöre vermişti...


Yağız, çevresindekileri umursamadan dövüşmeye devam ederken arkadan biri Yağız’ın boynuna sarıldı. Yağız, arkasındakinin kollarını gevşetiyordu ki birisi gelip ona yumruk attı. Yağız'ın yüzüne yumruk yemesine sinirlenirken o yumruk sanki benim karnıma atılmış gibi bağırdım.


“Hey şişko o yüz bana lazım oraya vurma yoksa benzine bular asfalt yolda sürerim.” tehditimle adamın dikkati dağıldı ve Yağız, bu dikkatsizlikten faydalanarak hızla arkasındaki adamı eğilerek öne fırlatıp ona vuran şişkonun yüzüne ardı ardına sert yumruklar attı. Yağız, onu döverken barın sahibi olduğunu öğrendiğimiz piçin bana doğru yaklaştığını gördüm. Hızla kendimi vereceğim karşılık için hazırlarken tüm kaslarım hazır ola geçmişti, tıpkı öğrendiğim gibi.


Yüzümdeki uyarıcı ifadeyle elimdeki biradan bir yudum daha alıp tebessümle ona baktım. “Şovumu bozduğun için pişman olacaksın.”


Adam dediğime sırıtarak “Gecemi bozduğunuz için pişman olacaksınız.” dedi ve bana tokat atmak için elini kaldırdı. Elini kaldırmasıyla hızla oturduğum yerden bacak arasına tekme attım ve elimdeki şişeyi kafasında kırıp tezgahtan yere atlayarak sersemleyen adama toparlanma fırsatı vermeden diz kapağına sertçe vurup ona diz çöktürdüm. Adam kafasının yarılmasıyla acı içinde inledi. Yüzüne sertçe peş peşe iki yumruk attım ve kafasını tutup yere vurdum. Vurduğum yerde bulunan cam kırıklarının yüzüne batmasıyla acıyla inlemesi içimi acıtsa da kendimi topladım ve ona doğru eğilerek kanlı yüzüne baktım.


“Senin orospu sevgilin başkasının erkeğine laf atmasaydı kimsenin gecesi bozulmazdı.” dedim ve tam adamı bırakıp bunlara sebep olan kızlara ilerleyecektim ki birinin güvenliklerin geldiğini söylemesiyle korkuyla Yağız’a baktım. Bağırılan bilgiyi umursamadan elindeki adamı dövüyordu ama unuttuğu bir şey vardı ki o da hemen buradan çıkmazsak babamın da yarın bizi sözleriyle dövecek olduğuydu. O yüzden hızla Yağız’a doğru ilerledim ve elindeki adamı tutup iterek ikisini birbirinden uzaklaştırdım. Dayak yiyen yapılı esmer çocuk dengesini sağlayamayarak sarsıldığında ona umutsuz vakaya bakar gibi baktım.


“Kusura bakmayın ama kocamı acil almam lazım. En kısa sürede tekrar geliriz o zaman dayak yersiniz.” dedim hızla ve Yağız’ın elini tutup çıkışa doğru koşmaya başladım. Yağız, onu koşturmamla kahkaha atarken benim hızıma ayak uyduruyordu.


“Sen bana demin kocam mı dedin?” keyifli sesinin yansıttığı sorusuyla koşmaya devam ederken utanmanın verdiği sinirle kafamı çevirerek ona sert bir bakış attım.


“Sus bir de ben çarpıcam şimdi sana. Değil misin kocam, niye yüzüme vuruyorsun?” dedim sinirle. Otoparka varmamızla elini bırakarak hızla arabaya bindik. Güvenliklere yakalanmamamıza sevinerek derin bir nefes aldım. Kafamı koltuğun sert derisine yaslarken yüzümdeki sırıtışla kafamı yan tarafa çevirdim. Yağız, gülümseyerek bana bakıyordu, ne oldu dercesine kafamı sallamamla okyanusları dudaklarıma vurdu.


“Bir daha desene kocam diye, dudaklarını göremedim derken.” dedi istekle. Söylediğinin verdiği utangaçlıkla gözlerimi kaçırarak yüzümdeki sırıtışı saklamaya çalıştım.


“Demem daha evlenmedik. Hem eğer hemen saraya gitmezsek yarın babamla konuşamam.” dedim ve cümlemi bitirmek için ona doğru dönecektim ki o bana fırsat vermeden hızla arabayı çalıştırıp saraya doğru sürmeye başladı. Yaptığına gülerek kafamı koltuğa yasladım ve bugün olanları düşündüm.


Geleceğimizle ilgili aldığımız kararın büyüklüğü sevgimizin yanında küçük kaldığını bilecek kadar aşkımızdan emin ama kaderin satırlarını bilememem kadar tereddütlüydüm gelecek adına. Hissettiğim duyguların varlığına yabancı olan ruhum taktığım yüzükten güç alırken derin bir nefes aldım. Aldığım her nefesi hak edecek şeyler yapmalıydım, biliyordum bu yüzden de hak ettiğim kişiye her şeyimi verdiğim gibi nüfusumu da verecektim.


Biz bunu hak etmiştik.


Bakışlarım düşüncelerimin gölgesinde onun yan profiline kaydığında sert çehresine bakarak mırıldandım. “Seni çok seviyorum Yağız Ertuğ.” bir an içimde tutamadığım cümle Yağız’da şaşkınlık yaratmıştı ki yüzündeki ciddiyet kırılarak duyguların oyun havuzuna döndü. Bakışları yüzümün her bir santimini onun zihninde zemine oturturken iç çekti.


“Eğer bir gün seni sevgimden dolayı bunaltırsam bu dediğini hatırla ve beni bırakmak gibi bir düşünceyi asla düşünme.” diyerek boşta olan eliyle elimi kavrayarak dudaklarına götürdü. “Seni seviyorum kelebeğim.”


Sıcak dudakları tenime değdiğinde içimdeki kelebeğin kanatları ışık saçarcasına kıpraştı. Dudaklarım bu dansla iki yana uzarken sıcak bakışlarım bakışlarını esir aldı.


“Seni çokça çok seviyorum Yağız Ertuğ.”


“Seni çokça çok seviyorum Alisa Havas.”


&


Siyah ahşap kapının bir adım gerisinde hislerimin pençelerinin arasında kalmış bekliyordum. Yan duvardaki saatin her bir saniyeyi tenime işlercesine kulaklarıma ulaştırdığını hissediyordum ama içimden gelen korku sisinin önüne geçemiyordum. Babamla konuşmak için kendimi hazırlamaya çalışıyordum ama çalışmamın hiçbir işe yaramayacağını da biliyordum. Kendimi ne kadar hazırlamaya çalışsam da onun karşısındayken herkese emirler yağdıran dilim kapana kısılmış gibi tutulup kalıyordu.


Onunla en son ne zaman düzgün bir şekilde ast üst değil de baba kız olarak konuştuğumuzu hatırlamaya çalışmıştım ki bulabildiğim sadece hiçlikti fakat biliyordum, benim için kendini uzak tutuyordu. Daha iyi olmam için beni hazırlamaya çalışıyordu.


Sanırım ben görmediğim zamanlar beni seviyordu.


Tutunduğum ince dalın çatırdadığını bilsem de tutunmaya devam ederek derin bir nefes aldım ve kapıyı çaldım. İçeriden duyulan gel sesiyle yutkunarak boğazımdaki yumruyu gidermeye çalıştım. Korku midemle amansız bir savaşa girmişken tenimdeki ürperti avuçlarımda ıslaklığa sebep oluyordu.


Ben bu adamdan bu kadar çok korkuyordum.


Başkan'ın sert sesini duymamla içimdeki duyguları bastırıp kapıyı açtım ve içeri girerek ardımdan kapıyı kapattım. Babamı masasının başında her zamanki öfkesiyle oturduğunu gördüğümde gülümseyerek başımı eğip selam verdim. İşlemeli eski halının üzerindeki tok adımlarım masasının önüne kadar ulaştığında mesafemi koruyarak durdum.


“Rahatsızlık verdiğim için özür dilerim. Bir şey bildirmem gerekiyor.” sakin sesim içimdeki fırtınaya baş kaldıracak kadar zıtken karşımdaki felaket topraklarımı aşındıracak kadar soğuktu. Odaya girdiğimden beri yüzüme bakmayan babam konuşmamla ifadesiz yüzünü bana doğru çevirdi ve bana kalbimi ısıtacak hiçbir duygu yansıtmadı.


“İkimizde yoğun insanlarız. Ne söyleyeceksen söyle ve git.” sert sesi omuzlarımı gererken midemin bir çift sözle büzüştüğünü hissettim. Kelimeler dudaklarımda büyürken artık ipleri elimden bırakmıştım çünkü bu işin bugün bitmesi gerekiyordu.


“Biz evleniyoruz.”


Net söylemimle duygusuz gözleri iğrenme hissiyle parladı ve bu hissin yüzüne de yansımasıyla koltuğunda geriye doğru yaslandı. Giydiği lacivert takım için yaşından oldukça uzak, yüzündeki ifadeyle de insanlıktan bir haber gibi görünüyordu.


“Bende bu aptallığı ne zaman düşüneceksiniz diye bekliyordum.” başını iki yana salladı. “Sandığımdan daha da aptalmışsın.” hayal kırıklığı kokan sesiyle çenem titredi. Söylediğinin içimde oluşturduğu yıkımları umursamamaya çalışarak dolan gözlerimi saklamaya çalıştım.


“Zamanında senin de yaptığın şey neden şimdi aptallık oluyor?” diye söylendim gözlerine ciddiyetle bakarak. Kelimelerim ikimizin ortasına düştüğünde gözlerinde öfke parıltıları oluştu ve yayıldığı koltuğunda dikleşerek bana öfkeyle baktı.


“Ben anneni sevdim, severek evlendim ama senin annen benim gücüme güç katacak biriydi. Seninki gibi bir eğitmen değildi!” dedi sertçe.


Kaşlarım konuşmasıyla çatılırken korkumun geriye öfkemin ardında saklandığını içimdeki kelebeğin kanatlarının hiddetle çırpmasından anladım. “Onu küçümseyemezsin, kimseyi küçümseyemezsin. Niye sadece çıkarların olan şeyleri seviyorsun?” diye sordum inanamayarak. Gerçekten de nasıl sadece onu yükseltecek şeyleri kabul edip diğer her şeyi umursamazca elinin tersiyle itebilirdi?


“Sana her şeyi öğrettim ama bir bunu öğretemedim. Sana katkısı olmayan şeyler seni her zaman eksiltir. Bunu sana kaç kere söyledim Alisa? O adam sana ne katabilir? Ben seni basit bir eğitmenle evlen, çocuk yap diye mi yetiştirdim?” diye bağırdı gözlerindeki karşı gelişime sinirlenen emarelerle. Bağırışının geçmişimde yaktığı ışıkla dolu gözlerimi ondan kaçırıp etrafta dolandırdım. Söylediklerinin içimi yakan tarafını kurduğum hayallerle iyileştirip gözlerine dönecek gücümü toparladım.


“Birini gerçekten sevdiğinde ondan çıkar kaynaklı katkı beklemezsin. Ondan beklediğin katkı saygı, güven ve sevgidir. Senin o beğenmediğin adam bana bunları fazlasıyla katıyor. Yani senin anneme katmadıklarını...” içimden bir volkan misali patlayan kelimeler onun gözlerindeki soğukluğu bir alev misali yakarken kül olan bendim.


Elini hızla masaya vurduğunda irkilerek gözlerimi kapatıp açtım. “Kiminle konuştuğunu unutma! Ben annene her şeyimi verdim.” öfkesi... yakınen tanıdığım ve tanıdığım için kendimden nefret ettiğim öfkesini izlerken geri adım atmadım.


Artık sekiz yaşında değilsin Alisa.


“Sen anneme sadece gücünü verdin. Verdiğin güç de onun gücüyle birleşince onu ölüme götürdü ve sen hiçbir şey yapmadın hatta beni suçladın.” dedim ve devam etmemek için kendimi tutarak derin bir nefes alıp sakin bir şekilde devam ettim. “Konumuz bu değil. İzin veriyor musun vermiyor musun? Bunun cevabı lazım bana.” sakinleşip ona muhtaç olduğumu fark etmesiyle yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu. Tebessümü içimde ona karşı olan kırık parçaları toza dönüştürdü ve bunu yaparken de olabildiğince canımı acıttı ama bunu ona yansıtma gibi bir hataya düşmedim çünkü eğer canımı acıttığını bilse bundan zevk alır daha da acıtmak için uğraşırdı. Her zamanki gibi...


“İra Krallığının Kralıyla görüşmüşsün.” dedi sorgularcasına. Konun bir anda buraya atlamasıyla afallayarak kaşlarımı kaldırdım.


“Evet, görüştüm. Görüşmeyi onlar talep etti.” umursamazca konuşmamla yüzünü ifadesizliğe bürüyerek kollarını ahşap masasının üzerinde birleştirdi.


“Basit bir Soylu olarak sen kimsin de Kral’ın, kara listeye aldığı Krallıkla görüşürsün?” sinirli sesiyle sorduğu sorunun içimde korku kırıntılarını kalbimde birleştirmesiyle yerimde kıpırdandım. Bu şu an neden konumuzdu ki?


“Teklif ettiler görüştüm bitti. Niye bunu sorun yapıyorsun şu an? Soruma cevap ver de gideyim.” dedim istekle. Kaçma isteğimin baş gösterdiğini karşısındaki acizliğimden anlamıştı. Her zamanki gibi üzerimde kurduğu baskının farkındaydı ve bu ona keyif veriyormuşçasına bu anları uzatmanın bir yolunu bulurdu.


“Şimdi seninle bir anlaşma yapacağız ve sen ondan sonra gideceksin.” dedi. Söyledikleriyle kaşlarımı çatarken devam etmesi için başımı salladım.


“Kral, görüştüğün için çok sinirlendi; seni görevden almak istiyor. Bunu onunla konuştum ve bir çıkar yolu buldum kızım...” durdu ve arkasına yaslanarak rahat bir tavırla devam etti. “Bir hafta içinde Ithaca’ya gizli göreve gideceksin. Bu görev bir iki sene sürebilir orası sana ve benim sana vereceğim görevlere bağlı olacak. Senden istediklerimi başarıyla tamamlarsan geri dönüp hayatına kaldığın yerden devam edebileceksin.” bir babanın sevecenliğinden uzak, bir Başkan’ın askerine emir vermesi gibi yakın hissettiren konuşmasıyla donakaldım. Dilim dudaklarımın ardında erirken zihnim duyduklarını yorumlayamayacak kadar afallamıştı.


“Sırf bir görüşme için beni harcayacak mı? Cidden delirmiş bu adam. Tamam, gideriz ve görevleri halleder döneriz. Görevden kaçacak biri miyim ben?” içimde oluşan siniri bastırmak için tırnaklarımı avcuma bastırmaya başladığımda ne için gelmiş neyle döneceğimi düşünüyordum.


Bir görüşme yüzünden gücümü bırakacağımı sanıyorlarsa yanılıyorlardı. Kimse Soyluluğumu elimden alamazdı.


Babam, söylediğime dalga geçercesine güldü. “Tek gideceksin. Buradakiler burada kalacak. Kimseye bir şey söylemeyeceksin. Tamamen gizli kalacak her şey. Bir anda ortadan kaybolacaksın, tüm belgeleri ben hazırlayacağım. Yeni telefonla gideceksin. Ulaşamayacaklar sana.” dedi her bir cümlesinde keyfini arşa çıkartarak.


Söyledikleriyle dolan gözlerimin sesimi titretmesine müsamaha göstererek duygularımın önündeki perdeyi araladım. “O ne demek? Yağız, olmadan mı gideceğim?” sorum damağımda acı tat bırakırken bu ihtimal bile kalbimin sıkışması için yeterliydi. Onsuz gitmek... bu kökünü bırakan çiçeğin dalından kopması gibi bir şeydi.


Bu bir kelebeğin kanadının kırılması gibi acı yoluyla ölüm getirecek bir şeydi.


Onsuz hiçbir anım yoktu, o kendimi bildim bileli benimle olan benden içeri bir bendi. Onu bırakıp gitmek benim gücümün çok üstündeydi.


“Evet, o burada; ailesinin yerine koyduğu arkadaşlarıyla kalacak ve sen yaptığın görüşmenin bedelini ödeyecek, Kral’a bağlı olduğunu belli edeceksin. Kral, için bunları yapmak zorundasın yoksa tüm yetkilerini elinden alacak.” konuşmaya başlamasıyla zihnimdeki acı verici düşünceleri bırakıp ona odaklandım. Onun duygusuz konuşmasının içimde oluşturduğu tufanla sertçe yüzüne baktım.


“Senin için ne yapacağım peki?” Altay Havas, kendine pay çıkarmadan asla iş yapmazdı. Altay Havas, benden faydalanmadan bana iyilik yapmazdı.


“Eğer kabul edip gidersen tüm emeklerimi harcadığım... Soylu olup gücü parmağında oynatmasını sağladığım kızımın basit bir eğitmenle evlenmesini onaylayacağım ve ikinizin beraber yaşamasını sağlayacağım. Eğer teklifi kabul etmezsen de Yağız’ı göndereceğim.” dedi ve beni ormanda su arayan balığa çevirdi. Söyledikleriyle nefessiz kalıp acı içinde kıvranan bedenim bir gram su için çırpınan balık gibi karşısında kıvranarak onu göz yaşlarımla tatmin etti.


Duyduklarımın etkisinde olan bedenim algılayamadığı düşüncelerle yüzümde şaşkınlık dolu ifade yarattı. Omurgamdan aşağı doğru süzülen titreşim tüm kaslarımı uyarırken bulunduğum andan nefret ettim.


“Şu an beni tehdit mi ediyorsun yoksa kurtarıyor musun?” diye sordum elimle gözümden akan yaşları silerek. Sorumla gülümseyen yüzü gözlerimi acıtarak daha da dolmalarına sebep oldu.


Şu an karşımda beni yıkan adam beni dünyaya getiren adamdı. O adam benim babamdı...


“Nasıl anlamak istersen... sana seçenek sunuyorum. Kaderini sen şekillendireceksin, bunu kolay kolay kimse yapamaz. Kızım.” dedi keyifle ve koltuğundan doğrularak “Yarın bana cevabını bildir. Şimdi çık dışarı.” dedi umursamaz bir tavırla.


Söyledikleriyle odasından kovulduğumu anladım ve hiçbir şey demeden hızla odadan çıktım...


O gün, o odadan çıktım ve keşke hiç girmeseydim diye kendime işkence ederek kaderimi boktan bir şekilde şekillendirmek zorunda kaldım...


GÜNÜMÜZ...


İzler kalır insanın hayatından benliğine, bu izlerinden bazıları iyidir bazıları kötüdür ama bazıları da vardır ki sizi benliğinizden koparır, evsiz şekilde fırtınanın altında ölümü dilemenize sebep olan bir harabeye çevirir.


Ben şu an bir harabeden farksızdım. İçimden kopan duyguların bedenimi uçurumun kenarına sürüklemesiyle gözlerimden akmayan yaşların ağırlığıyla bedenimin sert rüzgara meydan okuduğunu hissettim.


Uçurumdan düşmüyordum ama uçurumun kenarında meydan okuyordum. Onsuzluğa, beni sırtımdan vurmasına, beni kandırmasına, benimle tanışmasına pişman olmasına... hepsine güçsüz bedenimle meydan okuyordum.


Tutunarak çıktığım merdivenlerin bitmesiyle hızla odama girip nefes almaya çalıştım ama odamda bile onun kokusunun beni sarmasıyla boğulduğumu hissettim. O benim her yerimdeydi ama benimle değildi.


Benim her şeyimle her şeyi olduğum adam benim düşmanım olmuştu.


Benim nefesim dediğim adam benim ölmemi isteyenlerle bir olmuştu...


Zihnimde dolaşan ruh acıtan düşüncelerin sadece ruhumu acıtmasının verdiği sinirle hızla masanın üstündekilere yere atıp ona ait olan her şeyi yere dökmeye başladım. Şu an düşünmüyor sadece yapıyordum ama ne yaptığımı bende bilmiyordum. Dinmek istiyordum, unutmak istiyordum, hislerimin körelmesini istiyordum. Acımın dinmesini istiyordum.


Nefesimin gittiğini anlayan hava ciğerlerimi doldurmayı reddederek bedenimi daha da nefessiz bıraktı ve nefes alamamanın verdiği sinirle hızla karşımdaki aynada kendimle göz göze geldim.


Gördüğüm yıkılmış beden, canlılığı yitmiş kızarmış gözler, bu ben değildim. Ben hiçbir zaman böyle tükenmemiştim.


Aynada gördüğüm kişinin yabancılığıyla kendime daha fazla tahammül edemedim ve hızla elimle aynayı parçalara ayırdım. Ayrılan parçalar benim gibi bölünerek yere dağıldığında yine kendime baktığımı hissettim. Donuk bakışlarım yerdeki kırık parçalarda gezinirken kendimi her bir parçada birçok kez gördüm.


Camların düğüp kırılmasıyla çıkan ses kapının açılmasına sebep oldu. Aras'ın kısık sesi beynimde yüksek dozda yankı yarattığında öfkeyle ona döndüm. “Çık!” bağırışım odadan yankılanırken Aras’ın korku dolu gözleri içimdeki öfkeyi daha da harladı ve ben ona bakamayacağımı anlayarak gözlerimi odaya çevirdim. Tam ortadaki yatağımız zihnimdeki anıları bana hatırlattığında dudaklarım büküldü.


Bu yatakta söz vermiştik değil mi birbirimizi bırakmayacağız diye?


Hızla yatağa yaklaşıp öfkeyle çarşafları çekiştirip yırtmaya başladım. Ben alamadığım nefesle nefessiz şekilde iç çekerek yatağı dağıtırken Aras, görmediğim kişiye “Arabamda, torpidoda iğnesi var. Çabuk getir.” dediğini duydum ve bu içimdeki öfkeyi harladı. O iğnelere sebep olan olayı hatırladığımda onu bile yaşamama sebep olan adamın şimdi beni bu hale getirdiğinin farkına vardım...


Bakışlarım hiddetle Aras’a döndü. “Bana o siktiğim iğneyi yapamazsın.” dedim hissizce ve hissizliğim kendini yalnızlığın verdiği çaresizliğe bıraktı. Ben ne yapıyordum?


“Aras...” dedim ve damağıma yayılan kan tadıyla dudaklarımı ısırdım. “Gitti mi?” titreyen sesim bedenimdeki titremeyle yarışacak kadar küçük düşürücüydü ama umursamadım. Şu an çaresizdim.


Aras, bana doğru temkinli bir adım attı. “Gelir istersen.”


Gelir miydi? Gelmezdi.


Başımı yavaşça iki yana salladım. Ciğerlerime istediğin oranda nefes veremediğim için duyduğum acıyla elim göğsüme gitti. “Gelmez. Gelse bile benim bildiğim adam gelmez ki. Benim sevdiğim adam tanıdığım adam değilmiş.” dedim ve içimde patlayan sinirle bağırarak dolaba tekme attım. O sırada Akın, odaya girip Aras’a iğneyi uzattı. İğneyi görmemle oluşan korku öfkemle birleşti. Bakışlarım Aras’ın duygulu kahvelerine değdiğinde başımı iki yana salladım. “Sakın!”


Bedenimin titremeye başlamasıyla nefes almam daha da zorlandı ve elimle boğazımı tutarak nefes almaya çalıştım. Aras, bu savunmasız halimi lehine çevirerek hızla beni tutup sırtımı göğsüne yasladı. Yaptığıyla onu itmek için elimi kaldırmıştım ki Akın, ellerimi tutarak beni sıkıştırdı. Ben kurtulmak için çırpınırken boynumda hissettiğim yanma hissiyle inleyerek gözlerimden akmayan yaşları akıttım.


Yanma hissinin vücuduma yayılmasıyla gevşeyen bedenimi Aras’ın kollarına bıraktım. Aras, bedenimi kucağına alıp odadan çıktı. Ben nereye gittiğimizi düşünemeden içimde hissettiğim acının ağırlığıyla başımı omzuna yasladım.


“Aras... ruhum acıyor. Ruhumun acısını dindirir misin?” diye mırıldandım ve beni çağıran kurtuluşun içimdeki acıyı dindirebileceğini düşünerek kendimi o karanlığa bıraktım...


Loading...
0%