Yeni Üyelik
43.
Bölüm

42.Bölüm "Sakla Sırrı Gelir Zamanı"

@senabookss

“Yapılan seçimlerin sürüklediği hayat seni yüceltir de sürükler de...”


ARAS AKTAY’DAN...


Yalanların tohum olduğu bağlarda ip her zaman kopardı. Belki bugün belki seneler sonra ama kopacağı gün vardır çünkü yalanların tohumu temelinde gerçekliği saklardı ve gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardı.


Bir yalan bizi birbirimize bağlamış, başka bir yalanın kökündeki gerçek bıçak olup bağımızı kesmişti.


Ben Aras Aktay, aldığım askeri eğitim ve ajanlık eğitiminin etkisiz kaldığı nadir birkaç anımdan birindeydim ve ne yapacağımı bilemiyordum.


Düşen insanları kaldırıp hiçbir zaman düşmemeye yemin eden güçlü kadının bir adamın yaptığıyla yere çakılıp karşımda savunmasız küçük bir çocuğuna dönüşmesi, bir kez daha bana öğretti ki bu hayatta kimseyi kendimizi tüketecek kadar sevmemeliydik.


Ben sevmiştim, tükenmiştim. Kara Dul’um sevmişti, tükenmişti. Bizim kaderimiz aynıydı.


Kalbim Elif’in gidişiyle sonuma kadar kapanmıştı ama varlığım kollarımdaki kadının varlığıyla kaderimdeki sona kadar sürecekti çünkü o elimde olan tek şeydi. Onun için yapabileceklerimin bir sınırı yoktu ve bu onun için tehlikeliydi...


İğnenin etkisiyle gevşeyen bedeninin kucağımdaki varlığıyla zihnimdeki düşünceleri pençinlerken yıktığı odadan çıktım. Kendimden biliyordum ki anılar varlıklarını korudukları yerde hançer görevi görmekten çekinmiyorlardı.


O yüzden odama doğru ilerliyordum ki omzuma başını yaslamasıyla dudaklarından dökülen mırıldanmanın tüm bedenimi kastığını hissettim. Onun içindeki acının sızısı benim ruhumu da sızlattı. Hayranlık duyduğum Alisa Havas’ı bu kadar yıkılmış görmek beni de yıkmıştı.


Güçlülerin yıkılması güçsüzlerin yıkılmasından daha acı doluydu.


Odamın önüne gelmemle arkamdan gelen Seda, geçmem için kapıyı açtı. Bakışlarım ona kısa bir an değdiğinde yüzündeki çekilmiş kanla Alisa’ya tedirginlikle baktığını gördüm.


Onu gerçekten kardeşi gibi görüyordu. Yaramaz küçük kız kardeş gibi...


Açılan kapıyla adımlarım direkt yatağı buldu ve Alisa’yı sarsmayacak şekilde yavaşça yatağıma yatırdım. Doğrulurken hızla gözlerimi üzerinde gezdirdim, tişörtündeki hafif kanlar dikişinin patladığını belli ediyor, elinden yere damlayan kan damlaları yarasının sadece içinde değil bedeninde de olduğunu gösteriyordu.


Derin bir nefes alarak boynumu iki yana yatırıp kemiklerimi çıtlattım. Kasılan bedenim gördüklerimden sonra daha da kasılmıştı. Uzun zamandır bu kadar derin bir kriz yaşamamıştık. Bunu doktoruyla konuşmam gerekecekti. Sıkıntılı bir nefes verirken başımı Seda’ya çevirdim.


“Sarayın doktorunu çağır da baksın yaralarına.” konuşmamla Seda, üstündeki şaşkınlığı atıp telefonunu çıkararak doktoru çağırdı. Kafamı çevirip odadan içeri girmeyip eşikte durmuş düşünceli şekilde Alisa’ya bakan Akın’ı izledim. Yağız’ın kim olduğunu bilmiyordu, ondan yediği darbe üzerine bir de Alisa’yı böyle görmek onu daha da üzmüş olmalıydı. Sıkıntıyla nefes alırken gözlerimi yatağa çevirdim. “Bendeki iğnesi diğerlerine göre daha etkili. Bu gece uyur, sabaha ancak uyanır.” dedim ve tekrar Akın’a dönerek bir umut söylendim. “Akın, Yağız’la konuşsan iyi olur. Siz daha yakınsınız.”


Biz burada Alisa’nın yanındaydık ama o tek başınaydı. Birbirlerine söylediklerinden sonra yalnız kalması ne onun için ne de şehirdekiler için iyi değildi.


Akın, isteğimle sinirlenerek yerinden doğruldu. “Ne konuşacağım amına koyayım? Bize mı sordu yaparken?” bakışları Alisa’ya değdi. “Biri kimseye bir şey demeden çeker gider, biri yer altına Lider olur... arkadaş mıyız düşman mı belli değil!” dedi ve sinirle odadan çıktı. Öfkesinde haklı olduğunu bildiğimden arkasından bir şey demedim, zaten ne denirdi ki bu durumda. Ellerimi pantolonumun cebine sıkıştırırken doktor odaya girdi. Selam verip hızla yatağa doğru ilerlediğinde çekilerek ona yer açtım. Ben doktorun her bir hareketini itinayla izlerken Seda’nın koluma dokunmasıyla bakışlarım ona çevrildi. Yüzünde sıkıntıdan doğan beyazlık vardı.


“Yağız’ı bulup konuşsan iyi olur. Neler olduğunu öğrenip bir şeyler yapmamız lazım.” düşünceli sesiyle konuşurken gözlerindeki hüzünle ne diyemeyeceğimi bilemedim. Yüzünde çaresiz bir ifade vardı, arkadaşlarını kendi ailesinde gördüğü bir kez daha belli etmişti kendini. Seda Balkın, arkadaşları için sadece dost değildi; daha fazlasıydı.


“Konuşur mu ki? Çok ağır konuştular birbirlerine. İkisi de küfürden daha etkili hakaret ettiler birbirlerine, siksen geri dönüşü olmaz bunun.” dedim ve yatağa kısa bir bakış atıp tekrar ona döndüm. “Ayrıca kardeşimi üzdüğü için ona vurmadan durabileceğimi sanmıyorum.” ciddi bir şekilde konuşmamla yüzünde bir gülümseme oluştu.


“Kısa sürede seni de etkiledi demek, bu kızda şeytan tüyü var.”


“Şeytanın tüyü de kılı da umurumda değil. Biz ne bok yiyeceğiz şimdi?” diye sormamla iç çekerek gözlerime baktı.


“Şu an düzgün davranabilecek sadece ikimiziz. Ekip dağıldı, herkes yıkıldı... ne yapacağız bilmiyorum.” dedi çaresizlikle. Olanların yıktığı her şeyin ayağımıza dolanacağını bildiğimden kafamı çevirip Alisa’ya baktım, hissettiklerinin ve onu tanımanın verdiği düşüncelerle başımı iki yana salladım. “Nasıl toparlanırız bende bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey var; uyandığı zaman freni olmayan bir araba olup durdurulamaz olacağı.” diye mırıldandım korkuyla.


Seda, söylediklerimle sırtını arkasındaki duvara yasladı. “Onun freni Yağız’dı.” üzgün sesiyle bakışlarımı ona çevirirken aynı zamanda cebimden telefonumu çıkarttım.


“Hayır. Yağız, o arabayı sürerken yanında olan kişiydi. Alisa, ona bir şey olmasın diye hiç hızlanmadı. Onun freni sevgisiydi şimdi ise sevgisinin onu vurmasıyla yanındakini umursamadan o arabayı kullanacak ve sonunda kaza yapacak. Umarım ki kazadan ölmeden çıkarlar.” dedim ve telefona dönerken her şeyin içine sıçan kişinin numarasını bulup aradım. Telefonu kulağıma götürürken “Seda’ya bakarak “Onunla konuşmaya gidiyorum. Uyanmaz ama yine de arada bak ona.” deyip odadan çıktım. Merdivenleri inerken telefonu açmasıyla ona fırsat vermeden konuştum.


“Neredesin?”


Kısa bir sessizliğin ardından tek kelime duyuldu. “Sahildeyim.” konumunu öğrenmenin yettiğini düşünerek telefonu kapattım ve arabama binip saraydan çıktım. Son sürat hızla ormanlık yoldan ilerliyordum ki telefonumun çalmasıyla gözüm ekrana kaydı. Ekranda yazan bilinmeyen numara yazısıyla yutkunarak içimde oluşan tuhaf hissi bastırıp hızla telefonu açtım.


“Buyurun efendim.” dememle bağıran sesi yüzümü buruşturmama sebep oldu. Söyledikleri içimde telaş yaşatırken bildiğim gerçekleri söylemesi tüm kaslarımı sıkıştırdı. Her bir ihtimali saymakla planın suya düşebileceği korkusunu anlatırken araya girerek konuşmasını böldüm.


“Alisa’ya ve plana hiçbir zarar gelmeden bu olayı çözeceğim. Şimdi Yağız’la konuşmaya gidiyorum. Merak etme, halledeceğim her şeyi. Emeklerimiz çöpe gitmeyecek.” keskin bir şekilde net konuşmamla biraz olsun sakinleşen sesi son emir cümlesini verip telefondan uzaklaştı. Aramayı sonlandırmasıyla küfrederek telefonu yan koltuğa attım.


Tahminimizin köşesinden geçmeyecek bir olay yaşanmış Kara Dul’um büyük darbe alarak acı içinde yıkılmıştı ve bunlara ek olarak da tüm planlarımız bozulmuş, savunmasız bir durumda kalmıştık. Her şeyin üst üste gelmesiyle sinirle elimi direksiyona vurdum. Kızın, zaten ailesinden çektiği yetmiyormuş gibi şimdide bunu yaşaması bizi fazlasıyla geriye sürükleyecekti. Sevdiğinin darbesi, başka hiçbir darbeye benzemezdi çünkü sevdiğinin acısı sevmediğin dokunuşundan daha çok yakardı insanı.


Zihnimden onu nasıl toparlayabileceğimi düşünürken yol akmış sahile varmıştım. Akşam vakitlerine dönen günden geriye hafif esen meltem ve batmaya yün tutmuş güneş kalmıştı. Arabayı park ederken camdan bakışlarım ilerime kaydı. Yağız, arabasına yaslanmış denize baktığını gördüm. Sakin kalmak için içimden kendimi şartlarken arabadan inip yavaşça ona doğru ilerledim. Adımlarım her bir mesafeyi iğne üzerinde kat ederken Alisa’nın son dediği cümle kulaklarımda yankılandı ve bu yankının oluşturduğu öfkeyle kendimi tutamayarak karşımdaki adama hızla yumruk attım.


“Senin ben yapacağın işin amına koyayım. Ne bok yedin lan?” bağırışım dalgalı denizi hırçınlaştırırken Yağız, ona vurmamı umursamadan hissiz bir şekilde bana baktı. Gözlerindeki acıyı görmemle bir an durdum ve ona baktım. Gözlerine değil, gözlerinin derinindeki yaraya... gözleri acı çektiğini belli edecek şekilde sönmüş, güçlü duruşu yerinde harabe bırakmıştı.


Ulan içimdeki vicdana sıçayım ikisine de kızamıyordum.


Yağız, acı dolu gözlerini denize çevirirken sakince “Nasıl?” diye sordu. Sorusuyla bıkkın bir nefes verip yanındaki banka oturdum.


“Sakinleşmesi için uyuttum.” normal bir şeyden bahsediyormuş gibi konuşmamla çatık kaşları yerlerini alarak bana baktı. Kasılan bedeni dediğimi anlamadığını belli ediyordu. Acıyla üst dudağım kıvrıldığında yaşadıklarımızın hikaye değil de gerçek olduğu gerçeği bir kez daha yüzüme sert bir tokat attı.


“Burada hiç yaşamadığı için bilmiyorsun. Ithaca’da olan bir olaydan sonra böyle krizler yaşamaya başladı. Oradayken her hafta yaşardı bu krizi, o yüzden sürekli evde ve arabamda iğnesini saklarım.” dediğim bilmesi gerektiğini düşünerek.


Yağız, söylediklerimle bana dönerek tedirginlikle söylendi. “Ne olayı? Anlat şunu düzgünce.” yüzündeki merakı görerek kafamı denize çevirdim. O zamanları düşününce içimde tuhaf bir his oluştu. Ben eski hayatımı özlemiştim...


Ben Elif’i özlemiştim. Ben yaptığım hataları düzeltme isteğiyle boğulmaya başlamıştım.


“Bir ekibimiz vardı, biz Alisa gelmeden önce de beraberdik. Alisa'nın ekibin başına gelmesiyle özel görevlere gitmeye başladık ve ne emrettilerse hepsini yaptık. Ekipte Alp diye bir çocuk vardı, daha yeni mezun olmuştu okuldan ama çok başarılıydı. O kadar heyecanlıydı ki bu iş için gece gündüz çalışırdı. Hiç unutmuyorum Alisa’nın bizim ekibe geleceğini duyunca ki heyecanını...” bakışlarım ona döndü. Tüm dikkatiyle beni dinliyordu. “Alisa’nın yaptıkları Ithaca’'da çok konuşulurdu, malum bizim Soylumuzu yenip Soylu olmuştu... işte Alp de o yüzden hayrandı ona, bir kadın olarak karşısındaki tüm erkeklere diz çöktürmesi, çok iyi dövüşmesi, zekiliği, operasyonlardaki kişiliği... hepsine hayrandı. Onun gibi olmak istiyordu. Alisa’nın etrafında dönerdi hep; istediklerini yapar, heyecanla onun emirlerini beklerdi. Tabii bunların hiçbirinin Alisa, için bir önemi yoktu. Kara Dul’um o zamanlar hiçbirimizi umursamazdı. Tek düşündüğü şey görevleri halledip buraya geri dönmekti.” her bir kelime dudaklarımdan dökülürken sinirle burnumdan sert bir soluk verdim.


“İşte bir gün operasyondayken Alisa, yapmaması gereken bir şey yaptı. Adamdan sadece belgeleri alması gerekirken belgeleri alıp adamın kafasına sıktı. Biz daha ne olduğunu anlamadan adamın yerleştirdiği keskin nişancı ateş etti. Alp, kendini Alisa’nın önüne attı. Onlar yere düşerken bizim keskin nişancımız ateş edeni vurmuştu ama geç kalmıştı... Alp, daha yirmi iki yaşında hayranı olduğu kadını kurtarmak için kendini feda etmişti.” dedim ve gözlerimi Yağız’a çevirerek anlatmaya devam ettim.


“Eve geri döndüğümüzde hepimizin üstünde şaşkınlık ve acı vardı. Siktiğimin belgelerini alıp gelecektik, başka bir şey olmayacaktı ama olmuştu. İçimizden birini kaybetmiştik ve hepsi onun yüzündendi. Gizli görev olduğu için ortalığı ayağa kaldırıp isyan da edemezdik, karşılık da veremezdik ki karşılık verecek bir şey de yoktu ortalıkta... Alisa, şoka girmiş bir şekilde ne konuşuyor ne de ağlayıp bir duygu yansıtıyordu bize. Şu an gözümün önünde, eve girdiğimizde kimsenin yüzüne bakmadan odasına girişi... Alp’in ablası da bizim ekipteydi, bizimle gelmeyip evde kalmıştı o gün; hastaydı. Alp’in öldüğünü duyunca yapacağı ilk şeyi yapıp Alisa’yı suçladı. Öğrendiği gibi hızla Alisa’nın odasına girip içindeki acıyı ondan çıkardı. Bağırdı, küfretti, hatta vurdu. Bayağı vurmuştu Alisa’ya ve Alisa ona hiç karşılık vermemişti. Ferda’nın yani Alp’in ablasının tüm acısının hıncını ondan çıkarmasına izin vermişti. İşte o gece başladı krizleri, krize girdiğinde kendini tutamıyor sadece içindeki acıya odaklanıyor ve içindeki acının geçmesi için fiziksel acı yaratarak kendini rahatlatmaya çalışıyor. Sanırım o yüzden de Ferda’nın onu dövmesine izin vermişti.” dedim ve gözlerimi kaçırarak mırıldandım.


“Alisa’yı sadece iki kez dayak yemiş halde gördüm. Bir o gün odasında, bir de onu kurtardığım gün... kimsenin ona dokunmasına izin vermezdi Ithaca’da. İlk Elif’e sarılmıştı o da geldikten dört ay sonra Elif, ağladığı için; kendisi için değil yani...”


Anlattıklarımla karşımda daha da acı içinde kavrulan adama odaklandım. Sanki dayağı o yemiş gibi bakıyordu bana. “Ve sende durup izledin mi? Canın acımasına izin mi verdin?” sorusuyla zaten yara olan bu konu tekrar içimi sızlattı. Evet, o anın pişmanlığını yaşıyordum hala...


“O an yaşadıklarını hak ettiğini düşünüyordum... kendini beğenmiş, hiçbirimizi umursamayan biri yüzünden genç bir çocuk ölmüştü yani o an yediği tokatlar, hakaretler onun için azdı bile.” dedim ve derin bir nefes alıp düşünceli şekilde onun acılı yüzüne baktım.


“Ben Alisa’yı ne zaman benimseyip kabullendim biliyor musun? O akşam her şey bittiğinde Başkan’ın beni arayıp da Alisa için ölmedi mi, diye sorduğu zaman. O zaman o gördüğüm kadının aslında kimsesiz küçük bir kız olduğunu anladım. O günden sonra Elif’le sürekli onun yanında olup konuşmaya çalıştık, o da zamanla kimsesizliğinden dolayı bize açılmaya başladı ve böyle böyle yakınlaştık.” dedim buruk bir şekilde. İlk başta gitmesi için Pars’la konuştuğum kızı şimdi korumak için neler yapıyordum, hayat gerçekten tuhaftı...


Yağız, söylediklerimle küfür mırıldanıp yanıma oturmak için hareketlendi. Bankın yan tarafına otururken “Vurduğu adam kimdi?” diye sordu. Sorusuyla beynimi zorladım ama gereksiz bir bilgi olduğu için tam hatırlayamadım.


“Cevat... mıydı neydi adı tam hatırlamıyorum.” dedim umursamazlıkla. Yağız, dediğim isimle kaşlarını çatarak “Cevat Şahin, olabilir mi?” diye sordu tereddütle.


Söylediği isimle ona bakarak başımı evet anlamında salladım. Yağız, onayımla üzgün bir şekilde denize döndü. “O piç arkadaşımızı öldürdü. Zeynep... Alisa, çok severdi onu. Onlar sevgilisi Arda ile yarışlar düzenlerdi bizde saraydan kaçıp yarışlara giderdik.” dedi o zamanlar özlediğini belli edecek kadar kederli bir tonla. Anlattıklarıyla kaşlarımı çattım, Alisa hiç bundan bahsetmemişti bana. O gün evrakları almaya gideceğimizde Başkan, özellikle Alisa’nın almasını istemiş; fazla hazırlık yapmamıza gerek olmadığını adamların bizimle iş yapacağını söylemişti...


Oyunun parçalarının zihnimde birleşmesiyle gözlerimi ardında kadar açarak öfkeyle ayağa kalktım. “Ulan sikicem bu Başkan’ı da düzeni de! Bilerek yolladı orospu çocuğu bizi belgeleri almaya çünkü Alisa’nın adamı vuracağını biliyordu. Hatta o yüzden şaşırdı ölmemesine. Bu nasıl insan lan?” diye bağırdım öfkeyle.


Bir baba kızını nasıl bu kadar sevmezdi.


Kendi canından yaratılan can sana nefes olurken bir baba nasıl nefesini hiçe sayardı?


Yağız, farkına vardığım gerçekle sinirle nefes vererek kollarını dizlerinin üzerinde birleştirip bana bakarken mırıldandı. “Bu zamana kadar güçlenmesi için desteklediği kızı şimdi niye öldürmeye çalışıyor?” sorduğu sorunun bulmacanın kilit kısmı olması ve bizim çözemememizin verdiği sinirle hıncımı ondan çıkarmayı düşündüm.


“Hadi bu orospu çocuğu piç. Ulan sen niye sattın kızı şerefsiz?” diye bağırdım. Yağız, ona bağırmamla kaşlarını çatıp sinirle bana baktı.


“Ben onu satmadım.” dedi net bir şekilde aksini asla kabul etmeyeceğini belli edecek tonla.


Dediğine gülerken yüzümde alaycı bir tavır vardı. “Hadi ya buradan hiç öyle gözükmüyor. Lider Bey?” dedim ve yanına oturup ona dönerek ekledim. “Anlat ne bok yediğini. Yemin ediyorum şu halimizi Dallas senaristleri görse diziyi tekrar çekerler bu kadar ihanet bir orada vardı.”


Yağız, ona dönmemle sinirle çenesini kasarak küfür mırıldanıp anlatmaya başladı. Nerden başlayacağını bilemiyor gibiydi. “En baştan beri biliyordum... kim olduğumu, babamın ne iş yaptığını.” durdu ve gözlerini kaçırarak devam etti. Anlatacaklarının utanıyor gibiydi. “Daha on yaşındaydım kimsesiz kaldığımda. Yanımda sadece birkaç asker ve Başkan vardı. O Altay şerefsizi, beni yanına alarak bundan sonra bana bakacağını söyledi. Ailesini kaybedip katil olmuş bir çocuğa sahip çıkan biri... ne derse yaptım; ilk bir hafta kötü, eski bir evde tek başıma kaldım. Ardından beni saraya yolladı ve orada yaşamaya başladım.” dudaklarında acı dolu bir tebessüm yer edindi. “Oraya gittiğim ilk gün, ilk anda kendim gibi yaralı bir kızla tanıştım ve o kız hayatımın merkezi oldu. Korkak ama cesur, asi ama ürkek, soğuk ama sıcak... bu kız hayatım oldu, ardından onunla beraber arkadaşlarımda oldu. Sarayda seneler hızla geçti ve biz aile olduk. On sekiz yaşıma geldiğimde Başkan bana iki seçenek sundu ya hakkım olan Liderliği seçecek sahip olduğum her şeyi bırakacaktım ya da Liderliği kenara itip o ne isterse onu yapacak, ailemle sevdiğim kızla kalacaktım.” dedi ve gözlerime derin bir şekilde bakıp içindeki ateşi söndürmek istercesine bir nefes çekti.


“Alisa’yı bırakamazdım. O yüzden Yer Altıyla tüm bağlarımı kopardım ve Başkan ne isterse yaptım.” söylediklerinin şaşkınlığıyla ona baktım. Herkesin sakladığı geçmişi ve fedakarlıklarının şimdi önümüze tümsek olarak çıkmasının bizi dağıtmasına sebep olmasına sinirlenerek “Alisa, hiç sormadı mı aileni?” diye sordum.


“Başkan, istediğinde her şeyi yapabilir. Tüm bilgileri yok etti. Alisa, da hiç Yer Altıyla bağım olabileceğini düşünmedi çünkü bana ve babasına çok güveniyordu.”


Bana ve babasına çok güveniyordu... sevdiği adama ve babasına çok güvendiğin için şu an perişan haldeydi...


Söyledikleriyle şaşkınca düşündüm. Bu adamın böyle biri olması... gerçekte olduğu kişiyi silerek köklerine hançer vurması ve sevdiği kadının seveceği şekilde yaşamaya çalışması...


Biz neyin içine düşmüştük böyle?


“Madem bırakamazdın, böyle tepki vereceğini bile bile neden şimdi kabul ettin Liderliği?” diye sordum suçlarcasına. Sorumla duygu yüklü gözleri kararak içindeki öfkeyi gözlerime yansıttı.


“O orospu çocuğu bana ailemi öldürenleri öldürdüğünü söylemişti. Ulan kim düşünür ki seni alıp bakan adamın, sevdiğin kadının babasının senin aileni öldürüp seni aslında çıkarları için yanında tuttuğunu? Bunu bilirken hiçbir şey yapmadan sarayda durmaya devam mı edecektim?” dedi öfkeyle.


Her bir kelimesiyle haklılığı zihnime girdi. Kendimi onun yerine koyduğumda düşünmeye bile ihtiyaç duymadım, bende olsam aynısını yapardım.


“Ne zaman hallettin bu işi?”


“Mezarlıktan çıktığımda direkt bunu düşündüm. Kim olduğumu unuttuğumu fark ettim. Alisa, o üç gün kasabada olduğumu sanarken ben Yer Altındaydım. Kendimi taktim edip koltuğumu almakla uğraşıyordum. Üçüncü günde işlerimi halledip kasabaya gittim. Oradaki herkesi burada olduğunu söylemelerini istedim ve geleceğini bildiğim yere gidip onu bekledim... Alisa, babası yüzünden ondan uzak kaldığımı sandı ama asıl derdim zaman kazanmaktı, birlikteyken rahatça hareket edemezdim ayrı olduğumuz sürede işleri hallettim ve sonra ona döndüm.” dedi hepsini normal bir şeymiş gibi anlatarak.


Şaşkınlıkla elimle ağzımı kapatıp Ebu Cehil’in torununa baktım. “Vay amına koyayım, lan şerefsiz o kız neler çekti o üç gün. Ne biçim adamsın?” dedim inanamayarak.


Yağız, şaşırmamla bana sinirle baktı. “Bende neler çektim hem o üç gün hem de şimdi.” dedi ve dolu gözleriyle bana yaklaşarak “Onun için canımı vereceğim kadın bana onu öldürecek miyim diye sordu lan! Bana sordu.” deyip hızla ayağa kalktı. Öfkesi şimdi gün yüzüne çıkmış, içinde birikenler dışarıya tıpkı yalanları gibi dökülmüştü. “Girme dedim dinlemedi girdi bu sikik savaşa ve herkese meydan okudu. Tek başına yapamaz, bizimle bu savaşı kazanamaz! Güce ihtiyacı var. Yer Altını arkasına alması onu ne kadar öne geçirir, bir nedeni de buydu kabul etmemin ama o ne düşündü? Direkt onu sırtından vurduğumu!” dedi öfkeyle.


Patlamasının verdiği özgüvenle kafamı olumsuz anlamda sallayarak ayağa kalkıp karşısına geçtim. “Sizin sorununuz ne biliyor musun? Sürekli birbirinizin kahramanı olmaya çalışıyorsunuz. Sizin kahraman olmaya değil birbirinizi anlamaya ihtiyacınız var ama bunu anlamıyorsunuz çünkü odaklandığınız tek şey birbirinizi kaybetmemek. İçinizde ne yaşadığınızı umursamıyorsunuz ve sonunda birbirinizi yıkıp ayrılıyorsunuz.” dedim ve ardından bağırarak “Ulan salaklar birbirinizden bir şeyler gizlemezseniz zaten ayrılmazsınız ki! Ben isyan etmeye mi geldim çift terapistliği yapmaya mı? Bakıcı mıyım lan ben?” dedim sinirle.


Yağız, bağırmamla dişlerinin arasından tısladı. “Bağırma lan, kim dedi sana bak bize diye bakma.” dedi ve bıkkın bir nefes verip arabaya yaslandı. Tavrına gözlerimi devirirken sakin bir sesle “Ne olacak şimdi?” diye sordum.


Yağız, cebinden sigarasını çıkarıp yakarak derin bir nefes çekti. Dumanı gökyüzüne karıştırırken “Alisa, onu vurduğumu düşündüğü için içindeki ateşle herkese saldıracak. İlk hedefi de ben olacağım. Benim canımı yakıp içini rahatlatacak ardından da onu bunları yaşamaya mecbur bıraktığı için karşısındakilere saldıracak.” dedi sakince.


Söylediklerinin tedirginliğiyle ellerimi cebime sokarken “Ne yapacaksın?” diye sordum.


Bakışları bana dönerken sigarasının dumanını üfledi. “Eğer kabul edersen beraber yapacağız.” dedi kendinden emin bir şekilde. Cümlesi ağzından kulağıma döküldüğünde kaşlarımı çatarak ona baktım. Ne planlıyordu bu? Yağız, anlamadığımı anlayarak gülümseyip aklındaki planı anlatmaya başladı ve benim her bir düşüncesiyle kaşlarım hayretle kalkarken içimdeki korku ve umutsuzluk duygularıyla karnım doydu.


Anlattıklarının bitmesiyle birkaç saniye ona ifadesizce baktım ve ardından tek bir cümle kurdum. “Bizi sikseler bunları yapamayız.”


Yağız, tepkimle hadi dercesine bana baktı. “Kabul edip yanımda olursan biz onları sikeceğiz. Yapabileceğimizi biliyorsun. Sen şunu düşün Alisa’dan saklayabilir misin bunu? O bilemeyecek çünkü planımızı.” dedi uyarırcasına.


Bilgilendirmesiyle yutkunarak onu düşündüm. Eğer ondan saklarsam ve öğrenirse kesin ağzıma sıçardı. Yapmazsam kendi kendini bitirirdi ki bende buna izin vermezdim. Aklımdaki her bir çıkmaz sokak düşüncelerimle beni ortasına koyduğunda duvarların arasında sıkıştığımı hissettim.


Yağız, kaldığımı ikilemi fark etmiş gibi ilgiyi üzerine çekti. “Ben Alisa’yı ve eski hayatımı istiyorum, sen de sevgilinin intikamını alıp adaleti sağlamak istiyorsun. Dediklerimi yaparsak ikimizde kazanacağız.”


Söyledikleriyle ona kuşku dolu gözlerle baktım. “Tüm bu yaşananlar ve üstüne yapacaklarımızın sonunda Alisa, sana geri dönecek mi?”


“Bağırırız, birbirimizi yaralarız ama gün sonunda yine birbirimize geliriz çünkü ikimizde diğerimiz olmadan yapamaz. Affetmeyecek, canımı çok yakacak; belki bir ay belki beş sene gelmeyecek ama sonunda gelecek...” denize bakan gözleri bana döndü. “Bunları düşünmenin şimdi sırası değil önce bu düşmanlardan kurtulup onun güvenliğini sağlamalıyım sonrası elbet hallolur.” dedi ve sigarasını söndürerek çöpe attı. “Düşün ve karar ver, ona göre harekete geçeceğim. O Karan, piçiyle hesabımı kapatmam lazım, onun içinde bu boktan işin bitmesi gerek.” dedi. Yemek olayı yüzünden ona taktığını biliyordum, Kara Dul’um işkence kısmını anlatmamıştı. O yüzden sessiz kalarak karşımdaki adamın cevap bekleyen yüzüne bin bir duygunun prangalarına saplı halde baktım.


İşler hiç beklemediğim şekilde karışmıştı ve ben ne yapacağımı bilmiyordum.


Kafamı tamam anlamında sallarken konuşmanın burada bittiğini anlayarak gitmek için hareketlendim. Arabanın kapısını tam açmıştım ki Yağız’ın arkamdan konuşmasıyla durdum.


“Gece ağlarsa saçlarını okşa, yoksa hiç uyumaz; ağlar.” dedi kısık bir sesle. Duyduklarımla dönüp ona baktım. Bir dal daha yakmış, dudaklarında duran sigarayla acı dolu şekilde denize bakıyordu. Söylediğinin ağırlığıyla iç yakan bir nefes çektim içime.


Bir erkek sevdiği kadın için başka bir erkeğe asla böyle bir şey söylemezdi. Özellikle Yağız, gibi seven biri bunu ölse söylemezdi ama söyledi çünkü sevdiği kadına o değil ben gidiyordum... Yağız Ertuğ, bunu içini yaka yaka söylemişti çünkü sevdiği kadının onsuz kalmasıyla saçının okşanmasına çok ihtiyacı vardı...


İçimden geçen düşüncelerle herhangi bir şey demeden arabaya binip saraya doğru sürmeye başladım. Yağız'ın anlattığı plan, bizim planımız... arkadaşlık, sevgi, bağ, o ve ben... tüm bunlar beynimde dönerken bu oyunun aslında sonunun çoktan belli olduğunu fark ettim. Piyonlar, vezirlerin kölesi çoktan olmuştu ama oyun başlamamıştı çünkü oyunu başlatacak vezir değil kraliçeydi...


&


Saraya varmamla eve doğru ilerledim. Geceye çalan karanlığın sayesinde kimseyle karşılaşmamıştım ve bu şu an şansın yüzüme güldüğü tek andı. Eve girdiğimde karşılaştığım karalık içimdeki yüz tutmuş siyahlığı perçinledi. Bu zamana kadar fark etmemiştim ama buradaki insanlara alışmış ve onları benimsemiştim. Şimdi ise hepsinin dağılması beni de her ne kadar reddetsem üzmüştü. İçimde hissettiğim üzüntüyle merdivenlere yönelerek odama ilerledim. Gece lambasından süzülen gün ışığının aydınlattığı oda aralık kapıdan beni çağırırken kapıyı sessizce iterek odaya girdim. Bakışlarım ilk olarak Alisa’yı buldu, doktor yaralarını sarmış, karnının üzerine kadar çekilmiş pikeyle sırt üstü uyuyordu. Onun iyi olduğunu görmenin verdiği rahatlamayla cam kenarının yanındaki koltukta oturmuş Seda’ya baktım. Bakışlarım ona kayınca ayağa kalkarak bana doğru yürüdü.


“Nasıl geçti?” meraklı sesiyle orantılı yüzündeki tedirginlik üst dudağımın buruk şekilde kıvrılmasına sebep oldu.


“Alisa ve intikamı için o tarafı seçmiş. Alisa’yı korumak için... geri dönmek gibi bir düşüncesi yok.” dedim kısa yoldan tüm bilgileri vererek. Seda, söylediklerimle omuzlarını düşürerek Alisa’ya baktı.


“Dışardaki savaştan çok içimizdeki ayrılıklar bitirecek bizi.” başını bana çevirdi. “Birkaç kez kıpırdandı, o da rüya gördüğü içindi galiba. Bundan sonrası sende çıkıyorum ben.” dedi. Söyledikleriyle gülümseyip tamam anlamında başımı salladım. Seda, onayımla dışarı çıkarken gözlerimi yatağa çevirip Kara Dul’uma baktım. İçindeki acı yüzüne yansırmış gibi acı çektiğini belli eden bir ifadeyle uyuyordu. Yaralı olan eline baktığımda güzelce sarılmış olduğunu gördüm. Krizdeki halinin gözümde canlanmasıyla yanına yaklaşarak yüzüne baktım. Parmaklarım yanağına dökülmüş saçlarını itmek için tenine değdiğinde nefesimi tuttum. Bu yaşananları hak etmemesinin verdiği üzüntüyle en kolay yoldan kendimi suçladım. Öyle boktan bir durumdaydık ki hiçbirimiz bu olanları hak etmiyor ama en derin acılarla bu olayları yaşıyorduk.


Yaşadığımız anıların zihnimde canlanmasıyla kendimi uyandırmak istercesine kafamı salladım. Şu an bir de kendi duygusallığımla uğraşamazdım. Elimi yüzünden çekip yan taraftaki komodinin üzerindeki saate baktım.


Gecenin bir buçuğunda, karanlığın en koyu tonunda onunla aydınlığa çıkacağımız günlerin hayalini kurmak sadece bir hayalperestin yapabileceği bir şeydi ve ne yazık ki bende bir hayalperesttim.


Derin bir nefes alırken duş almanın iyi olacağını düşünerek banyoya doğru ilerledim. Aklımdaki durmayan düşüncelerin eşliğinde banyodan çıkıp yatağın karşısındaki kanepeye doğru ilerlemiştim ki Alisa’nın içli mırıldanmalarını duymamla durarak ona döndüm. Yastığın üzerindeki başını çok hafifçe sallarken alnından akan ter damlalarını hissetmiyor gibi sadece içindeki acıyla baş etmeye çalışıyordu.


“Ben istemedim...” durdu. “Ben öldürmedim.” diye haykırdı. “Gelecek söz verdi.” ağladı. “Vurma, çikolata getirecek.” acıyla inledi. Söylediği her bir cümleyle ona doğru bir adım attım. Yüzündeki terleri ve karnının üstündeki elinin titremesiyle kötü bir kabusun ortasında tek başına mücadele ettiğini anladım.


Yatağın kenarına oturarak onu uyandırmaya çalıştım. “Alisa... bebeğim uyan hadi.” dedim sakin ama sesli bir sesle. Alisa, bir anda acıyla inleyerek gözlerini açıp etrafına bakınırken yataktan doğruldu. Aniden korku dolu şekilde uyanmasıyla elimi yüzüne götürüp gözlerine baktım.


“Buradayım güzelim, iyi misin?” konuşmamla bana bakan gözleri boş bir çukura bakıyormuş hissi yarattı içimde. İlk bir iki dakika kendine gelmek için etrafa bakınıp derin derin nefes almaya çalıştı. Yüzündeki terlerin tekrar damlalar halinde süzülmeye başladığını görmemle yanından kalkmak için hareketlenmiştim ki elimi tutarak yüzüme, özgürlüğe kavuşmak için bekleyen gözyaşlarıyla baktı.


Bakışlarına içtenlikle gülümsedim. “Banyoya gidip geliyorum.” dedim ve banyoya ilerleyip hızla küçük bir havlu alıp ıslattım. Havludaki fazla sudan kurtulup yanına doğru ilerledim. Yatağın kenarına oturmamla karşımdaki küçük kıza baktım. Yatağın ahşap başlığına yaslanmış bir şekilde yüzündeki hissizlikle karşı duvara bakıyordu. Elimdeki havluyla yüzündeki terleri silerken konuşmasını sağlamak amacıyla “Ne gördüğünü anlatmak ister misin?” diye sordum sessizce.


Soruma, duvara bakmaya devam ederken kafasını olumsuz anlamda sallayarak cevap verdi. Haline baktığımda tükenmiş olduğunu bir kez daha fark ettim ve zorlamamam gerektiğini düşündüm. Hissetmeyen insan konuşamazdı.


“Tamam, nasıl istersen... şimdi şu silme işini halledeyim ve sonra yine uyu. İğnenin etkisi ancak sabaha geçecek çünkü.” dedim açıklamaya çalışarak. Konuşmamla ilk defa gözleri gözlerime devrildi. Gözünden bir damla yaş daha şimdi sildiğin yanağına süzülürken titreyen dudaklarıyla içimi kavurdu.


“Aras, gelmeyecek mi?” sesindeki ve gözlerindeki acı kaybetmenin var ettiği yaranın daha da derininde olmasını bildiğimden buruk bir gülümsemeden başka bir şey yapamadım ilk başta. Gözlerine bakarken derin bir nefes çektim.


“İstersen gelir. İster misin?” sorumla kafasını hayır anlamında salladı ve karşıdaki boş duvara çevirdi bakışlarını.


“Ben şimdi nasıl seveceğim onu?”


“Alisa, intikam almak için değil senin için yaptı. Ever, yanlış yaptı ama senin içinde yaptı.” dedim ikna etmeye çalışarak. Alisa, söylediklerimle duygusuz bir şekilde gülümsedi.


“Benim için değil kendi için yaptı. Ben ona kalbimi vermişken o bana düşmanlığını verdi.” dedi hissiz bir şekilde. Söylediğiyle umutsuzca ona baktım ve şu an ona ne dersem diyeyim onu ikna edemeyeceğimi anladım.


“Tamam, bu gece için bu kadar konuşma yeter. Sen şimdi uyu sabah konuşalım.” dedim ve elimdeki havluyu komodinin üstüne koyup onun uzanmasına yardım ettim. Alisa, kafasını yastığa koyup gözlerini kapatmıştı ki tekrar açarken bir kız çocuğunun babasına beklediği masal kahramanının gelip gelemeyeceğini sorarcasına attığı bir bakışla, yılbaşı gecesi ona Noel Baba’nın hediyelerle geleceğinin hayalini kuran bir çocuk masumluğuyla umut dolu sesi beni durdurdu.


“Aras... gelmeyecek mi?” gözlerinde yalnızlık vardı, sesinde çaresizlik vardı.


“Gelmeyecek ama istersen arayayım sesini duy.” dedim istekle. Sorusunun cevabı hoşuna gitmemişti ki masal dünyasından gerçeklere geçmiş bir çocuğun hayal kırıklığıyla ağlayarak yan tarafa dönüp cenin pozisyonunu aldı.


“Saçlarını okşamamı ister misin?”


Sorumla ağlaması derinleşti. “Gerek yok. Onun gibi okşayamazsın.” dedi özlemle. Söylediğiyle içimden küfürler yağdırarak karşısındaki kanepeye oturup onun ağlayarak uyumasını izledim.


Onu izlerken içimden geçen tek şey; bu gözyaşlarının bize ne fırtınalar getireceği oldu...


Sabahın ilk ışıklarının gözlerime vurmasıyla oturduğum koltukta kıpırdanarak gözlerimi açtım. Elim otomatik olarak hissettiğim sertlikle boynumu bulurken yatış pozisyonumdan dolayı tutulduğunu anladım. “Sikeyim.” diye mırıldanırken bir elimle boynumu ovmaya diğer elimle de görüş netliğimi kazanmak için gözlerimi ovdum. Bakışlarım boş boş odada gezinirken en son yatağı buldu ve bir an görmediğim bedenle tekrar gözlerimi ovdum. Yatak boştu.


Yerimden hızla kalkerken odaya bir kez daha baktım. Nereye gitmişti bu kız? Banyonun kapısının önünde durdum. Kapıyı iki kez tıklattım ama ses gelmedi.


“Alisa, açarım kapıyı uygunsuz bir pozisyonda bakışırız. Birlikteliğimiz için hiç hoş bir durum olmaz. Açayım mı kapıyı?” diye seslendim ama içerden hiçbir ses gelmedi. İşimi garantiye almak istercesine elimle gözlerimi kapatırken kapıyı açtım. İki parmağımın arasında karanlık boş banyoya bakarken kaşlarımı çatarak elimi yüzümden çekip odaya döndüm. Bir an bakışlarım yatağın altına kaydığında kendine gel Aras, dedim ve hızla telefonumu alarak odadan çıkıp Yağız’ın odasına girdim. Oranın da boş olmasıyla Alisa’nın odasına girdim ama orada bulduğum tek şey hiçlikti.


Oflayarak cebimden telefonumu çıkartıp Seda’yı aradım. İkinci çalışta telefon açılırken Seda, bana konuşma fırsatı vermeden “Hemen, Alisa’nın çalışma odasına gel.” dedi. Sinirli sesiyle kaşlarımı çatarak hızla telefonu kapatıp çalışma odasına yürüdüm. İçimden geçen tüm düşüncelerin kötü niyetle başlamasının verdiği gerilimle boynumu iki eğerek kaslarımı gevşetmeye çalıştım. Merdivenleri çıkıp Alisa’nın odasının önüne geldi, odadan gelen bağırış sesleriyle çenem kasıldı. Kapıyı çalma gereği duymadan açıp içeri girdiğimde hızla ardımdan kapıyı kapattım. Seda, çalışma masasının önünde iki eli belinde Alisa’ya öfkeyle bakarken Alisa, onun öfkesinin tam zıttında rahat bir tavırla masasında oturuyordu.


Odaya girmemle Seda, bana dönerken Alisa, bana bakmadan bilgisayarından yazı yazmaya başladı. Onun bu tavrına kaşlarımı çatarak baktığımda Seda, konuşmaya başladı.


“Soylumuz kendini Kraliçe sanarak İra Krallığının veliahtına, görüşme talebinde bulunmuş!” dedi öfkeyle. Söylediğinin yüzüme buz gibi suyun bir kovayla fırlatıldığı etkisi yayıldı ve inanamayarak kafamı Alisa’ya çevirdim.


“Yaptın mı?” sorumla yüzüme görmek istemeyeceğim bir ifadeyle baktı ve düşündüklerimin gerçek olacağını belli edecek şekilde konuşmaya başladı.


“Yaptım ve bu yapacaklarımın daha en küçük adımı!” dedi hissizlik kokan ciddi sesiyle. Konuşmasıyla yutkunarak gözlerinin içine baktım ve gördüklerimle ilk defa gelecekten korktum...


Loading...
0%