Yeni Üyelik
45.
Bölüm

44.Bölüm "Kurşun Sözler Tabut Hisler"

@senabookss

“Bir cümle dökülür dudaklarından ve kıyametin aralanır geleceğinin puslu yollarında...”

Hayatın sürprizleri sizi istemediğiniz şeyleri yapmaya zorlayabileceği gibi sizi olmak istemediğiniz durumlara sokarak yapmak istediğiniz şeyleri yapmanız için fırsatlar verebilir. Burada önemli olan sizin sürprizleri ne kadar sevdiğiniz değil onları sevmediğiniz halde kullanabilme becerinizdir.

Ben şu an hiç olmak istemediğim bir durumda bana verilen sürprizi kullanma peşindeydim ve kullanabileceğimden de pek emin değildim.

Buraya geleli ne kadar oldu bilmiyordum ve kimse de herhangi bir şey demiyordu. Sabırsız bir insan olarak beklemek zaten kötü bir durumken beni neyin beklediğini bilmemek çok daha kötü bir durumdu. Bakışlarım sıkkın bir ifadeyle örülüyken havanın ağırlığını omuzlarımda hissediyordum. Topraklarımı başımda bekleyen iki adamın üzerinde dolaştırırken onların hiç konuşmamasının üzerine eksi olarak arsız bakışlarını üzerimde hissetmek kelepçeli ellerimin öfkeyle dolmasına sebep oluyordu. Canımın sıkılmasının verdiği hoşnutsuzlukla oturduğum sandalyede kıpırdanıp etrafta gözlerimi dolaştırdım.

Ve bu daha büyük bir hataya sebep oldu çünkü gördüklerimle daha da canımın bir pençe içinde buruştuğunu hissettim.

Tek renk olan yerlerden hiç hoşlanmazdım, yani doğrusu siyah renk haricinde.

Bulunduğum oda içindekiler dahil full beyazdı. Masa, sandalye, duvarlar ve hatta görevlilerin kıyafetleri bile. Bense buraya aykırı olduğumu belli ederek tüm siyahlığımla odanın ortasında oturuyordum.

Evrenin bir mesajı mıydı bu yoksa köhne bir denk geliş mi bilmiyorum ama bir farkındalık daha yüzüme çarpmıştı. Siyah olmak seçim değil kaderdi ve kaderi değiştiremezdik.

İç çekerek ilgimi çekmeyen odada boş vakit öldüren varlığımı sadece süzmekle kalmamaları için bakışlarımı karşımdaki adamlara çevirdim. “Saat kaç?” ses tonum istediğim gibi net çıktığında kendimi tebrik ettim. Açlık ve karın ağrısına rağmen iyi dayanıyordu.

Gerçi o neler neler yaşamıştı bunlar ona küçük bir toz tanesi gibi gelmiştir.

Sorum havada asılı kaldığında kapının yanındaki küçük kare masanın etrafında karşılıklı oturan iki adam alayla sırıttı. Bir tanesinin bakışları mesafeli olsa da diğeri onun kadar akıllı değildi.

Açık kahve gözleriyle bana üstten bir bakış attı. “Konuşma ve bekle.” umursamazca baştan savmasıyla kaşlarım havalandı. Onun bu cürretle konuşmasıyla yanındaki adam hayrete düşmüştü ki ona şaşkınlıkla baktı. Benimle böyle konuştuğu için yürek yediğini falan düşünüyordu muhtemelen. Adamın verdiği alaycı cevapla yüzümde duygusuz bir gülümseme oluştu.

İçimden kaynayan alevlerin tomurcukları içimdeki canavarın kafesindeki parmaklıklara sıçramasıyla damarlarımdaki kanın fokurdadığını hissettim. Basit bir görevli benimle saygısızca konuşma cesareti gösterdi...

Benimle.

Çenemi dikleştirerek ona içimdeki öfkenin yansımasıyla baktım. “Burada oturuyorum diye kim olduğumu unuttun sanırım. Kendine gel ve soruma cevap ver.” sesim sakinliğin aynadaki karşılığıydı ama yansımasında görünmeyen tehditi de barındırdığını belli edecek tonluydu. Adam, konuşmamla yerinden doğrulup bana doğru yavaş hareketlerle yürüdü. Zayıf, çelimsiz bir adamdı. Asker olamayacak kadar kısaydı. Büyük ihtimalle birinin torpiliyle işe girmiş bir aptaldı.

Tam önümde durduğun zayıflığından dolayı çökmüş yüzünü bana doğru eğdi. “Kendini önemli biri sanan basit bir kadınsın. Babasının konumuyla bir yerlere gelmiş güçsüz bir fahişeden başka bir şey değilsin.” alayla güldüğünde sarı dişlerini gözlerime çarptı. “Kim olduğunu gayet iyi biliyorum.” dedi ve kolundaki saate bakarak ekledi. “Saat de beş Soylum.” alaylı sesi kulaklarımdan içeri süzülürken uzun zamandır uyanmayan tarafımın siren sesiyle ayıldığını hissettim. Öfkem onunla birleşerek gözlerime indi bunu etrafın kararmasından ve sadece karşımdaki yüze odaklanmamla anladım.

Bu piç bana tüm emeklerimin bir hiç olduğunu, babamın adıyla bu konuma geldiğimi söyledi. Bana güçsüz olduğumu söyledi.

Bana fahişe dedi!

“Sen.” dedim içimdeki öfkemin dilimdeki yakıcı tadına tutulurken. “Sen bana demin ne dedin?” sessizlik, fırtına öncesi sessizlik. Hayır, fırtına öncesi fırsat.

Sinirle öne doğru eğildim. “Benden sana tavsiye, buradan çıktığım anda hemen şehri terk et çünkü seni acıyla siktireceğim.” dedim ve sinirle yanan bedenimi sakinleştirmeye çalışarak oturduğum sandalyede geriye doğru yaslanıp derin bir nefes aldım.

Bedenimdeki kasılmalar bana o anların tanıdıklığıyla geldiğinde şimdi sırası değil diyerek sakin olmaya çalıştım ama olamıyordum. İçimde susturmaya çalıştığım iç sesim bastırmaya çalıştığım öfkemi harlamak istercesine fısıldamaya başladığında boyun eğmekten başka çarem yoktu.

Eski gücün yok artık. Eskiden olsa korkudan yüzüne bakamayacak insanlar şimdi seni küçük görüp sana hakaret ediyor. Alisa, kendine gel. Annen seni böyle yetiştirmedi. Sen bastırılmak için değil yüceltilmek için yaratıldın.

İç sesimin beynimi doldurmasıyla öfkeyle karşımdaki adama baktım. Bana bakan alaycı tavrını hiç bozmadan doğrularak arkadaki adama döndü. “Baksana şuna, biz buna güvenip bizi yönetmesi için desteklemişiz ama sadece soyadı olan basit bir kadınmış. Başkan’ın ona bu kadar tolerans göstermesi bile yanlıştı, en başta almalıydık onu içeriye.” kendini benden üstte görürcesine konuşurken arkasındaki adam onu uyarmak istercesine eliyle beni gösterip sus dedi.

Ama ben onu umursamadım. Geçmişimden zihnime ulaşan yaşantılarım bir uçurum olup beni öfkenin kollarına ittiğinde artık geri adım atacak o kısmı çoktan silip atmıştım.

“Ne saçmalıyorsun sen? Benim yaptıklarımı bu Krallıkta, hiçbir Soylu yapamaz.” dişlerimin arasından tıslarcasına konuşmamla adam yüzündeki alaycı gülümsemesiyle bana yaklaşıp önümde durdu.

Benimle dalga geçebileceğini düşünüyordu. Kurt, tökezleyince çakalların maskarası oluyordu ama unuttukları bir şey vardı kurt her zaman daha güçlü şekilde ayağa kalkardı.

Öldürmeyen yara güçleştirirdi.

“Başkan anlatır sana ne söylemek istediğimi. O anlatmazsa bile zaten bir süre çıkamayacaksın buradan.” dedi ve elini yanağıma değdirerek parmaklarıyla tenimi okşadı. “Onun anlatmadıklarını ben anlatırım sana bir süre beraberiz.” keyif eşliğinde söyledikleri ve bana dokunmasıyla gözlerimin yandığını hissettim. İçimde yanan alevin taşmasına sebep olan şerefsizin yüzüne kapının ardında bekleyen ecel gibi baktım.

Yüzümdeki tehditkar gülümsemeyi destekleyen bakışlarımla çenemi kaldırdım. “Ellerim kelepçeli ve sen şu an sana vuramayacak olmama güveniyorsun değil mi köpekçik?” diye sorarken cümlemin sonunda yüzümdeki gülümsemeyi ifadesizliğe bıraktım ve hızla tam karşımda olan adamın bacak arasına tüm gücümle sert bir tekme attım. Adam beklemediği bir anda aldığı darbeyle ellerini vurduğum yere götürüp acıyla inledi ve öne doğru eğildi. Bana doğru eğilmesiyle hızla sandalyeden doğrulabildiğim kadar doğrulup adam kafa attım. Görevli aldığı ikinci darbeyle sarsılıp geriye doğru hareket etmişti ki son hamleyi yapmadığımı düşündüm ve hızla sağ ayağımla adamın karnına sert bir şekilde ayakkabımın tabanını yapıştırdım. Adam acı içinde yere düşerken diğer adam hızla yanına gelip ona baktı. Yerde acı içinde kıvranan adama içimdeki canavarın keyfiyle baktım. Ruhumda oluşan keyif yüzüme yansıyarak biraz olsun öfkemi bastırmamı sağladı.

“Ellerim kelepçeli ama ayaklarım bağlı değil seni aptal. Konuşurken karşındakinin kim olduğunu unutma. Kadın olmam seni acı içinde kıvrandırmayacağım anlamına gelmiyor. Sen bir de ellerim boştayken gel yanıma!” dedim tükürürcesine.

Cılız bedeni acıyla kavrulurken zoraki bir şekilde ayağa kalkıp sanki beni etkileyebilecekmiş gibi öfkeli gözleriyle beni kendine odakladı. Onun acı içindeki gözlerine rahatlamış bir keyifle baktım. Yüzüme yerleştirdiğim alaycılık barındıran üzgün ifademle dudaklarımı büktüm. “Çok mu acıdı köpekçik? Bir de bunun çıkışını düşün!”

Adam söylediklerimle beklemediğim bir şey yaptı. Hiçbir zaman bunun beni bulacağını beklemediğim şeyi. Beni her zaman bulan şeyi...

Cümlemin bitmesiyle yanağımda hissettiğim acı tenimi uyuşturdu.

Sol omzuma doğru dönen başımla bir durdum. Hislerimi, benliğimi, konumumu. Sadece ben kaldım. Hayır, benden de bir şey kalmamış onu fark etmiştim. Benim sadece konumum vardı ve o tehlikedeydi.

Bunu basit bir görevlinin bana tokat atmasıyla anlamıştım.

Soylu Alisa Havas’a Başkan’ının çalışanı tokat attı. Gerçi Başkan, daha kötülerini yapmamış mıydı?

Sızlayan yanağımın acısının tanıdıklığı önceden karşılaştığım bir tanıdık gibi bedenimi kavradığında yavaşça yutkunup başımı önüme çevirdim.

Akıllı olan görevli diğerinin bana tokat atmasıyla hızla adamı tutup itti. “Lan sikik ne yapıyorsun? Karşındaki Soylu amına koyayım çıkarsa hepimizi gebertir!” diye bağırdı. Adam, onu tutan adamı itti ve bana baktı. Acı ve öfke dolu gözleriyle benim fırtına öncesi duygusuzluğuma gömülmüş topraklarıma baktı.

“Başkan, çıkmayacak dedi! Ayrıca baksana bir orospunun bana yaptığına. Bununla işim var benim!” bağırarak ettiği hakaret sadece yaşayacaklarının dozunu arttırırken tek yaptığım gülmek oldu. Gerçekten sinirlendiğimde ilk yaptığım şey hep gülmek olurdu.

“Başkan, yaşlandı galiba zira beni burada hiçbir güç tutamaz. Şimdi siz iki salak hemen gidip Başkan’a beni saat altı olmadan buradan çıkarmak zorunda olduğunu söyleyin. Eğer çıkarmazsa görevlendirdiğim kişi...” diye konuşmaya devam ediyordum ki kapının sert bir şekilde açılmasıyla cümlem ağzıma tıkıldı. İçeri giren başka bir görevli vurduğum şerefsize bakarak beni işaret etti. “Çözün ellerini çıkıyor.”

Kapının eşiğinde keyiften dört köşe olacağım o cümleyi memnuniyetsiz şekilde dile getiren adamı umursamadan yüzüme yayılan keyif gülümsemesinin eşliğinde oturduğum sandalyede yayılıp karşımda sinirden kuduran kişiyi izlemeye başladım.

Adam sinirle ellerini iki yanında açıp “Lan Başkan kalacak demedi mi? Düşman Krallıkla görüşen biri nasıl dışarı çıkıyor?” diye bağırdı korkuyla. Bir an cidden daha kendi kozumu oynamadan babamın beni nasıl bıraktığını düşündüm. Beni içerde tutma şansı varken, daha benimle konuşmamışken beni neden bırakıyordu ki?

Kapının eşiğinde duran adam bana alttan bir sinsilikle bakarken dudağını alayla kıvırdı. “Yer Altının yeni Lideri geldi. Artık Başkan’la ne konuştuysalar Altay Bey, Soylu’yu bırakmamızı emretti. Çözün hadi çıksın, daha çok işimiz var.” dedi ve kapıyı açık bırakıp gitti. Adamın söylediği şeyle şaşkınlıkla kaşlarım havalandı. Yağız mı gelip beni çıkarttırmıştı?

Ben bir an algılarımı kalbimdeki kişiye odaklamışken akıllı olan adamın ellerimdeki kelepçeyi çözdüğünü fark ettim. Diğer adam aldığı darbeyle düzgün yürüyemiyordu ki yavaş, aksak adımlarla odayı terk etti. Bakışlarımı şu an onunla uğraşamayacağımı düşünürken sırtından çektim çünkü daha önemli bir sorunum vardı.

İnsanın zihnindeki düşüncelerle baş edebilmesi bir umuttu ama karmaşık duyguların arasında sıkışması tamamen muhtemellik dışıydı. Duygular çözülmezdi, hissedilirdi ve eğer bir insansanız bir duygu hissederdiniz. Peki ben neydim ki bir sürü duyguyu aynı anda hissediyordum?

Duygularım birer avcı olmuş zihnimi avlamaya çalışırken hislerim birer diken olmuş umutlarımı kanatıyordu. Fısıldıyorlardı içimdeki hisler, gücün tükenmenin eşiğine geldi, seni sen yapan özelliklerin bir hiçmişsin gibi sen terk etti. Eski sen yeni seni görse utanırdı.

Eski benin beni görmesine gerek yoktu. Ben zaten kendimden utanıyordum. İçimdeki küçük kıza acıdığım için utanıyordum, hala babamdan bir umut sevgi kırıntısı bekleyen yaralarımdan af dileyerek beklenti için utangaçlığımdan kaçıyordum. Beni kandıran adamın kollarında sığınarak ağmak istediğim için kalbimi sökmek istiyordum.

Bugüne kadar kimse beni böyle bir durumda görüp de bana yardım etmemişti çünkü ben asla böyle bir duruma düşmemiştim. Şimdi ise sevdiğim adam düşmanım konumunda olup beni babamdan kurtarmıştı. Hem de ondan böyle bir şey istemediğim halde. Kendi isteyerek benim için yapmıştı.

Planlarımı bozarak yapmıştı...

İçimde oluşan ilk sevgi hissi, düşünmeye devam etmemle yerini savunmasız hissetmeme sebep olacak bir acıma duygusuna bıraktı. Ben acınacak duruma mı düşmüştüm de düşmanım bana yardım etmek için gelmişti? Ben kendimi kurtaramaz mıydım?

Ben güçsüz müydüm?

Güç için elimden alınan çocukluğum alı koyulduğum odanın köşesinde bana bakarken sertçe yutkundum. Büyük kahverengi gözlerini korkuyla açmış, elinde sıkıca tuttuğu peluş penguen oyuncağıyla geleceğinden korkmasına sebep olan bana bakan küçük kız çocuğu. Elindeki peluş oyuncak kendi evindeyken ona annesi tarafından alınmıştı. O oyuncakla sadece bir ay oynayabildi çünkü doğum gününden bir ay sonra evinden kovuldu. Güç için eğitilmek üzere saraya gönderildi.

O küçük kız beş yaşında evsiz kalmakla kalmamış ilk ve son olan doğum günü hediyesinden de koparılmıştı.

Evsiz kalmış bir insandan daha kötüsü hiç evi olmamış bir çocuk olmaktı.

Ve ben hem evsiz kalmış hem de bir gecede büyümüştüm.

Tüm bu fedakarlıklarım gücüm içinken şimdi de onu da kaybetmenin eşiğindeydim. Siktir. Kaybediyordum.

Hissettiğim duyguların zihnimde yarattığı iç karartıcı düşünceler eşliğinde ellerimin kelepçeden kurtulmasıyla küçüklüğü kalbime gömmek istercesine bakışlarımı o noktadan kaçırdım. Bileklerimi ovarken sızılarının yüzüme yansımasına izin vermedim ama bakışlarımı onlara doğru çevirdim. Hafifçe derim kesilmişti ve kızarmıştı. Daha kötüleri olmuştu, önemli değildi. Bileklerimi ovmayı keserek ayağa kalkıp dışarıya doğru yürüdüm. Sorgu odalarının olduğu bölgeden çıkıp hızla Başkan’ın odasına doğru ilerliyordum ki arkadan birinin kolumu tutmasıyla durmak zorunda kaldım. Durdurulmanın verdiği sinirle öfke aromalı bir nefes çektim ciğerlerime ve beni durduran kişiye baktım. Kafamı kaldırdığım anda gördüğüm okyanuslarla içimdeki duygu savaşı tekrar başladı. Yağız, içimdeki savaşı umursamadan elini kolumdan çekerek çatık kaşlarıyla bana baktı.

“İtiraz etmeden hemen benimle dışarı çıkıyorsun. Babanla şimdi konuşamazsın.” ses tonu fazlasıyla netken tavrının hissettiklerimi daha da bozguna uğratmasıyla yüzüne sinirle bakıp hızla yanından geçerek çıkışa doğru yürüdüm.

Benim kontrolümden çıkan her şey benim sinirimi bozuyordu ve bu adam da sinirimi bozmaya başlamıştı. Ona olan aşkım da kontrolümün dışındaydı, ona olan duygularımda ve şimdi hayatım da benim kontrolümde değildi. Bu çok sinir bozucuydu.

Emin adımlarım binanın dış kapısından süzüldüğünde yüzüme vuran rüzgar tenimi sızlattı. Gerçi sadece sızlayan tenim değildi, ruhumda sızlıyordu, hayallerim de sızlıyordu, bedenim de sızlıyordu ve bu sızıyı benden başka kimse görmüyordu.

Ben kapının önünde durmuş içerde alamadığım temiz havayı almaya çalışırken kalbimin düşmanı yanımda iki saniye durdu. “Arabaya.” dedi ve sanki hiç konuşmamışız gibi yanımdan geçip arabaya doğru ilerledi. Yanımdan hızla geçmesine gözlerimi devirirken yüzümü buruşturarak sessizce onu taklit ettim. Peşine takılıp arabaya bindim. Şu an tartışacak halim yoktu, eve gidip uyumak istiyordum. Düzenimi bozan malum haftaya girmiştim ve karnım ağırmaya başlamıştı, üstüne üstlük açtım da o yüzden hemen eve gitmeliydim. Yağız, arabaya binmemle arabayı çalıştırıp sürmeye başladı. O, arabayı sürerken her ne kadar halim olmasa da içimdeki kırılmış siniri bastıramamanın verdiği hırsla ona döndürdüm başımı.

“Sana kim dedi beni çıkart diye? Kendi işine baksana sen.” benim sinirime karşılık Yağız, ters bir zıtlıkla sakin bir şekilde yola bakarken üst dudağını kıvırdı.

“Benim senin için bir şey yaparken emir almama gerek yok. Senin için her şeyi yaparım. İstemem yeter.”

“Ben senden benim için bir şey yapmanı istemiyorum.”

Umursamazca omuz silkti. “Bende sana senin isteğinle değil kendi isteğimle senin için yaparım dedim zaten.”

“Gıcık mısın sen?”

“Sana öyle gelmiş, aşığım ben.” konuştukça sinirlerimi bozacağını anladığımda oflayarak başımı önüme çevirdim. Trip attığımı belli edecek şekilde kollarımı göğsümde birleştirdiğimde huzursuz sesi arabayı doldurdu.

“Ne konuştunuz o herifle?” benim soruma o cevap vermediği için bende ona cevap vermedim. Konuşmayacaktım.

Yağız, ona cevap vermememle bana baktı, gözlerinin ağırlığını tenimde yakıcı bir sıcaklıkla hissettim. Kendimi tutarak bakışlarına karşılık vermediğimde bir anda arabayı kenara çekip durdurdu. Durmasıyla kaşlarımı çattım, niye durmuştuk? Açtım ben eve gitmek istiyordum. İnat ettiğim için dönüp ona bakmıyordum ama elini çenemde hissettiğimde bir an düşüncelerim durdu. Çeneme sardığı parmaklarıyla yüzümü yüzüne çevirdi, gözleri bir bulmaca gibi tenimi çözmeye çalışırken çatılan kaşlarıyla yanağıma diğer yerlerden daha uzun süre baktı.

“Biri mi vurdu sana?” ses tonu sakinliğin altındaki harlı ateşten hallice dudaklarından döküldüğünde bir an okyanuslarındaki dalgalarda boğuldum. Çenesindeki kasılma aslında sorunun cevabını bildiğini ama isim istediğini belli ediyordu.

Kendimi toplama ihtiyacına girerek elimle elini ittim ve etkisi altından çıktım. Onu ilgilendirmezdi. “Sana ne, sen işine bak. Eve gitmek istiyorum.” diye söylendim soğuk bir şekilde. Yağız, tepkimle sinir dolu bir nefes çekti içine. Uyarıcı ses tonuyla konuşurken tekrar yüzümü tutup kendine çevirdi. Diğer eli bacağımın üzerindeydi.

“Güzelim, bir daha sormayacağım. Anlat ne olduğunu.” gözlerime bakarak beni etkisi altına alacağını bilerek ılımlı yaklaşmasıyla yavaşça yutkundum. Gözlerinde gördüğüm duygularla onun yüzünden düştüğüm hali bilmesi gerektiğini düşündüm. Tüm yaşadıklarım sonuçta hayatımdaki iki adam yüzündendi.

“Görevlilerden biri benimle ileri geri konuştu bende sinirlenip adama tekme ve kafa attım. Adam da bana tokat attı.” dedim umursamazlıkla.

İlk defa tokat yemiyordum ya.

İlk defa canımı yakmamışlardı ya.

Yağız’ın gözleri söylediklerimle acıyla parladı. Sanki acımı kendinden yaşarmış gibi. Çenemdeki eliyle yanağımı okşarken bakışları orayı öpmek istiyor gibiydi.

“Adamın adını biliyor musun?” diye sordu sakince. Bu sakinliğin barındırdığı fırtınayı bilecek kadar tanıyordum. Yani tanıdığım sandığım adamı biliyordum en azından. Sorusuyla düşünceli bir şekilde baktım okyanuslarına. Onu ilgilendirir miydi benim yediğim tokat? Onun sakladıklarının beni soktuğu durumda canımı acıtmaları niye onun canını yakmıştı?

“Bilmiyorum adamın adını. Ayrıca ben karşılığını verdim, gerisi seni ilgilendirmez. Benimle ilgili hiçbir şey seni ilgilendirmez.” dedim sert bir şekilde. Gözlerim dolmuş taşmak için benimle anlaşmaya çalışıyordu ama onun varlığı bile kendi içimdeki karmaşayı etkiliyordu.

Her şey çok üstüme gelmeye başlamıştı.

Gerçi şu an ki ruh dengesizliğimin bir nedeni de kasıklarımda olan ağrıdan da olabilirdi. Karnımın ağrısının kendini ben buradayım diye belli etmesiyle elimi karnıma götürdüm ve onun elinden kurtulup önüme döndüm. Gerekli önlemi evden çıkmadan önce aldığım için kendimi müsait bir zamanda ödüllendirecektim.

Yağız, söylediklerime bir cevap vermedi. Benim önüme dönmemle o da önüne döndü. O, arabayı sürerken bende elimle ağrımı azaltmaya çalışıyordum ama azalmayacağını da biliyordum. Ağrı kesici olmadan asla bu dönemi atlatamazdım. Bu bilginin gergin olan bedenimi daha da germesiyle rahatlamak istercesine gözlerimi kapattım. Karanlık bana huzur veriyordu.

İçimden tutturduğum şarkı eşliğinde karanlığın perdelediği zihnimdeki hayal dünyamla yolun bitmesini bekliyordum ki Yağız’ın arabayı durdurmasıyla gözlerimi aralayıp ona baktım. Hiçbir şey söylemeden arabadan inmesiyle kaşlarımı çatıp onu izlemeye başladım. Eczaneye girmesiyle çatılan kaşlarım yerlerine geçerek yüzüme şaşkınlık ifadesini yerleştirdi. Ne işi vardı ki orada? Oflayarak gözlerimi camdan çekip arabanın içine devirdim. Gözlerim göstergenin ortasındaki saati bulduğunda gözlerimi büyüterek hızla küfür mırıldanıp telefonumu çıkardım ve Seda’yı aradım. Seda'nın telefonu açmasıyla ona fırsat vermeden araya girdim.

“Altı olmadı daha paylaşmadın değil mi?” korku dolu sesim umut dilenircesine istekliydi. Seda, rahatlamışçasına bir nefes vererek “Tam paylaşacaktım. Nasıl çıktın?” diye sormasıyla bende rahat bir nefes verdim.

“Yağız, çıkarttı onunlayım. Gelirim birazdan konuşuruz.”

“Yağız, çıkarttı seni?” sorgulayan bir sesle sorduğu sorusunun peşinden haylaz bir tavırla ekledi. “Tabi tabi gelirsin birazdan. Biz seni beklemiyoruz.”

Dalga geçmesiyle gözlerimi kısarak yapmacık bir tavırla sırıttım. “Sen beni bekle diyeceğim ama işin başından aşmış olur. Akın, geçen hafta biricik yavrunu mikrop yuvası, artı on sekizli anların yaşandığı barınıza götürdü.” dedim ve keyifle ekledim. “Akın’a benden selam söyle karısı sinirimi bozmasaydı sırrı benden güvendeydi.”

Dilimin varmayacağı küfürleri duymaya başladığım anda ilk bir söylediğim için pişman olsamda çocuğun annesi olarak bilmeli diye düşünüp kendimi rahatlatarak telefonu hızla kapattım. Ben telefonu kapattıktan iki dakika sonra sinir sistemimi bozan adam elinde ilaç poşetiyle eczaneden çıkıp arabaya bindi. Elindeki poşetin içinden ağrı kesici çıkararak bana uzattı. Ben elindeki ilaca bakıp içimden onunla ilgili geçen sevgi sözcüklerini kenara iterek gözlerimi gözlerine sabitledim.

“Su olmazsa içemem.” sorgularcasına konuşmamla biliyorum zaten dercesine bir bakış attı ve elini kapının yan tarafındaki gözde duran su şişesine götürerek bana uzattı. Suyu elime almamla gurur dediğimiz olgudan haberim yokmuşçasına ilacı alıp içtim. Bunu şu an almama gibi bir seçeneğim yoktu, düşmanımla küçük bir ateşkesten zarar gelmezdi.

Yağız, ilacı içmemle rahatlamış bir şekilde memnun bir ifadeyle beni süzdü ve elindeki poşeti arka koltuğa atarak arabayı çalıştırıp yola çıktı. O, arabayı sürerken ben gözlerimi dinlendirmeyi seçtim. İlacın etki etmesini büyük bir heyecanla bekliyordum...

Arabanın yavaşça durduğunu hissettiğimde gözlerimi üzerimdeki ağırlıkla açtım. İlaç biraz olsun etkisini göstermesi uykunun ve gevşemiş kasların ağırlığını bedenime yüklemişti. Oturduğum koltukta kıpırdanarak doğrulduğumda sarayda değil de başka bir yerde olduğumu fark ettim. Yağız’la eskinden yalnız kalmak istediğimiz zamanlarda geldiğimiz apartman dairesinin önündeydik ve işin daha absürt kısmı Yağız, bana bir şey söylemeden arabadan inmiş benim arabadan inmemi bekliyordu. Bana sormadan beni buraya getirmesine sinirlendiğimden kafamı olumsuz anlamda salladım. Yağız, gelmeyeceğimi anlayarak bana doğru sıkkın bir ifadeyle yürüdü ve kapımı açıp ona yaslanarak bana baktı.

“İn hadi.”

Kollarımı göğsümde birleştirmiş şekilde otururken kafamı hayır anlamında salladım. “Hayır, evime gitmek istiyorum.”

Oflayarak derin bir nefes aldı. “Alisa, uğraştırma beni. Kalk.”

İnatla omuz silkip yerimde daha çok yayıldım. “Uğraş diyen yok sana zaten. Arabayı bana ver ben giderim.” dedim ve ona alttan bir bakış attım. “Seninle kalmayacağım.”

“Benimle kalacaksın, hatta daha fazlasını yapacaksın.” kendinden emin şekilde konuşmasıyla gözlerimi kısarak ona baktım.

“Dayak yemek istiyorsan daha kolay yollar var, bil isterim.”

Yüzünde arsız bir tebessüm oluştu. “Senden gelecek her şeye açığım, bil isterim.”

“Bak beni sinir etme, zaten değişiğim bugün. Bulaşma bana eve gitmek istiyorum.” dedim sinirle. Karşımdaki adam benim aslancığım mıydı yoksa Lider miydi bilmiyordum.

“Sen değişik olmadığında sorun vardır Alisa. Ayrıca eve gitmek istiyorsan in şu arabadan.” tahammül seviyesi sınır noktasına ulaşmış gibi konuşmasıyla öfkeyle bedenimi ona döndürdüm.

“Eve gideceğim, kendi evime. Senin olmadığın eve.”

Her bir kelimemle gözlerindeki kırılmayı kalbimdeki yıkıma eş hissettim. Konuşmam bittiğinde söylediklerim boğazında büyük bir yumru olmuştu ki sertçe yutkundu.

“Benim olmadığım, biz olmadığımız yer evin olamaz ki. Evimize gidemesek de in eve gidelim.”

Onun yutkunarak giderebileceğini düşündüğü yumruyu benim kucağıma bir bomba gibi bırakmasıyla bakışlarımı kaçırdım. Buna cevap veremezdim.

“Evime gitmek istiyorum, açım ben.” dedim huysuzca.

Yağız, vereceğim karşılığın bu olmasını beklemiyordu ki bir an sesiz kaldı ardından gülerek elini arabanın tavanına yaslayarak bana doğru eğildi. “Tamam, in arabadan doyuracağım ben seni. Hem bildiğim kadarıyla hiçbir Krallık çalışanı Yer Altından birine borçlu kalamaz...” durakladı ve alayla devam etti. “İki tarafta birbiriyle alışveriş yapmaz eğer yaparsa da iki tarafta karlı çıkmalı bu alışverişten, kural buydu değil mi?” söylediklerinden çıkardığım anlamla ona dönüp sinirle baktım.

“Sen beni kurallarla köşeye mi sıkıştırmaya çalışıyorsun?” diye sormadan edemedim.

Yer Altı pisliğine resmen bulaşmaya başlamıştı. İşlerine geldikleri zaman kuralları takar işlerine gelmedikleri zaman takmazlardı. Yağız’sa yani benim tanıdığım Yağız, her zaman kurallara uyardı... şimdi ise sanki bir yabancıyla konuşuyor gibi hissediyordum.

“Sıkıştırmaya çalışmıyorum. Borcunu ödemen için fırsat veriyorum.” kendinden emin şekilde konuşmasıyla keyif içinde parlayan gözlerine öfkenin doğurduğu alevlerle karşılık verdim.

“Ben sana borçlu değilim. Kendin geldin. Ben zaten her şeyi ayarlamıştım.”

“Ne ayarlamıştın acaba?”

Sorusuyla sinirle ona baktım. “Eğer beni saat altıya kadar bırakmasalardı Seda, her yere Karan’ın kim olduğunun haberini yayacaktı. Bunu Başkan’a söylemem yeterli olurdu ama sen her şeye bulaşıp kahraman olmaya çalıştığın için benim işim bozuldu.” sert bir şekilde içimdeki öfkeyi akıttığımda karşımdaki adamın yüzü gururla parladı. Üst dudağı keyifle kıvırılırken gözleriyle beni süzdü.

Planım hoşuna gitmişti belliydi ama bunu dillendirmek yerine gözlerindeki ifadeyi umursamazlık perdesinin arkasına itti ve aynı duyguyla omuz silkti. Elindeki kozu kaybetmek istemediği aşikardı.

“Sonuç olarak ben çıkardım seni içerden, borçlusun bana. Ne o yoksa Soylumuz, bir Lidere borçlu mu kalacak?” dedi kibirle beni gaza getirmeye çalışarak.

Bu şahsin beni çok iyi tanıması sinirimi bozmaya başlamıştı.

Elinden kurtulamayacağımı anlayarak bıkkın bir nefes verdim. “Ne istiyorsun?”

Yağız, gözlerime özlemle bakarak elini uzattı. “İki saatliğine kokun ve kalp atışın lazım.” dedi küçük bir çocuk edasıyla kokan muhtaçlık hissiyle. Söylediğinin duygusal anlamda çok yüklü olması omuzlarıma kaldıramayacağım ağırlık gibi yüklendi. Başkanlıktan beri detaylıca bakmadığım yüzüne baktığımda gördüklerimin içimi sızlattığını hissettim. Yüzü çok yorgundu, gözleri kızarmıştı, uykusuz olduğu belliydi. Bakışlarım bana uzattığı eline kaydı, tutup tutmamak arasında kalan zihnimi bastıran kalbimin komutuyla elim havalanarak elini buldu. Sıcak eli elimi sardı ve beni kendine çekerek arabadan indirdi. Onunla kalmayı kabul etmiş olmama rağmen elimi bırakmadı. Elimi tutarak arka kapıyı açıp eczane poşetini aldı, kapıyı kapattı. Apartmana girip asansör beklerken baş parmağıyla elindeki tenimi sevdi.

Basit bir el tutuşmasının bu kadar yüklü olabileceğini bilmezdim parmakları kendinden kaçmamı engellemek istercesine korkuyla tenime sarılmasaydı.

Asansör yukarı tırmanıp bizi eve getirdiğinde ikimizde sessizdik. Yağız, elimi bırakmadan diğer eliyle anahtarı çıkarıp kapıyı açtı ve benim geçmemi bekledi. Ben eve girdikten sonra elimi bırakmış, kendi de içeri girerek kapıyı kapatmıştı. Hol ile oturma odası arasındaki konumda durmuş beklerken eve girmemizle otomatik olarak açılan ışıklar bir an gözleri aldı ama hemen uyum sağladım. Yağız, oturma odasına ilerlerken arkasından bende ilerledim. Gözlerim her bir anıyı bana hatırlatmak için evin her bir noktasında dolaştığında onunla burada geçirdiğimiz zamanlar bir sarmaşık misali ruhuma dolandı.

İki artı bir evde her şey bıraktığım gibiydi, biz değildik. Hiçbir şey değişmemişti bizden başka.

Üstümdeki ceketi çıkarırken sabahtan beri bir şey yemediğimi karnımda hissettiğim hareketlenmelerle tekrar fark ettim. Ceketi koltuğun üstüne koyarken sanki hiçbir şey olmamış gibi, sanki normal bir hayatımız varmışta işten çıkıp eve gelmişiz gibi elimi karnıma götürerek karşımdaki adama baktım.

“Açım ben.” Yağız, konuşmamla bana baktı ve gözleri karnımdaki elimle gözlerim arasında git gel yaptıktan sonra gülümsedi.

“Ben sana makarna yapacağım sende beni izleyeceksin.” dedi ve üstündeki siyah ceketi çıkararak beyaz gömleği ve vücuduna mükemmel uyan siyah pantolonuyla kaldı. Mutfağa ilerlerken arkasında şaşkın kalan beni umursamadı.

Mutfakla salon arasında duvar olmadığı için onu izleyebiliyordum. Ben şaşkınlıkla onun bana yemek yapacağı gerçeğiyle yüzleşirken o bundan keyif almış bir şekilde ıslık çalarak dolaptan makarna çıkarıp tezgaha koydu. Başka bir çekmeceden de tencere çıkartırken bir an bana döndü ve ben onda tutuklu kaldım.

Yaptıkları, yapacaklarından daha ağır olacak mıydı bilmediğim adamla kendi isteğimle bir dört duvarın içindeydim. Burası evimiz değildi ama bizde biz değildik sorun bu değildi sorun şu an bana hayatımın tokadını atan adamda kendimi kaybetmemdi.

Ben düşmanımla dans ediyordum ve bu dans tutkulu olduğu kadar hüzünlüydü çünkü dansımıza eşlik eden şarkı kaderimizin yazdığı hüzünlü bir ayrılık senfonisiydi.

Ben girdiğim transta kendimi varlığında kaybederken o gözlerindeki güneşi kıskandıracak parlamayla çölde çiçek açtıracak tebessümüyle bana baktı. “Yalnız bu anlar iki saatin içinde değil. İki saat biz uyumaya başladığımızda başlayacak.” dedi keyifle.

Konuşmasıyla girdiğim şokun etkisinden çıktım ve kafamı tamam anlamında salladım. Yağız, aldığı onayla tencereye su doldururken bende mutfak masasına doğru ilerleyip sandalyeye oturdum.

Biz şu an ne yaşıyorduk? Biz neydik? Biz kimdik? Ben şu an sevgilimle mi beraberdim düşmanımla mı?

Ben zihnimdeki sorularla boğuşurken Yağız, tencereyi ocağa koymuştu ve dolaptan sos yapmak için malzemeleri çıkarmaya başlamıştı.

“Sen buraya sık sık mı geliyorsun? Malzemeleri kim aldı?” diye sordum merakla. Yağız, bana bakmadan domatesleri yıkamaya devam etti.

“Çocuklara bu sabah almalarını söyledim.” umursamazlıkla konuşmasıyla kaşlarım hayretle kalktı. Demek buraya geleceğimizi önceden planlamıştı. Benden habersiz beni ilgilendiren bir plan yapmasına bozulmuştum. Sinirle kollarımı birbirine sardım ve içimi yakan yüzüne onu domatese çevirmek istercesine baktım.

“Ayrıldık biz farkındasın değil mi?”

Domatesleri kesmeye devam ederken bana bakmaya bile gerek duymadı. “Ayrıldık diye ilişkimiz bitiyor muydu?” diye sordu çocuk gibi. Sorusuyla ağzımdan hah diye bir nida döküldü. Bu adamın bu gıcık tavırları bende onu boğma isteğiyle dolduruyordu. Her şeyi istediği şekilde algılama gibi bir özelliği vardı.

Zihnimde onu nasıl boğsam diye düşünürken kalbimden geçen hisler beni arafa soktu. Gözlerim onu süzmeye benden izinsiz başladı. Üstündeki şık siyah takımın içinde, beyaz bedenini belli eden gömleği, siyah pantolonu, dağınık saçları ve tüm dikkatiyle güzel biçimli parmaklarıyla kestiği domatesler...

Kendine gel Alisa, adamın elinde nimet var!

Aklımda beliren düşüncelerle hızla kafamı sallayıp yerimde kıpırdandım. Kaşlarımı çatarken kollarımı düşüncelerimden utanmamışım gibi göğsümde birleştirdim.

“Sende ne bu haller? Hayırdır önceki hayatında ev hanımı mıydın?” diye sordum kışkırtmak istercesine. Aklıma düşürdüğü edepsiz düşünceler yüzünden ona gıcık olmuştum.

Sorumla bir an durakladı. Kafasını çevirip bana baktığında bir kendi sorguladığına yemin edebilirdim. Okyanuslarını sakin bir örtü gibi keyifle bana bakarken üst dudağı çapkın bir edayla kıvrıldı.

“Karımdan bu konularda fayda gelmeyeceğini bildiğimden bu işlere el atayım dedim. Onunla farklı konularda maharetlerinin veriminden faydalanıyorum.” dedi ve beni arsız bir bakışla süzüp en sonunda göz kırparak işine geri döndü.

O benden karım diye mi bahsetmişti demin? Kanımın bu düşünceyle ısınmasına içimdeki öfkeyle dondurdum.

“Ben senin karın değilim.”

“Gelecekte olacak bir şeyi şimdi kullandığım için sorun olmaz diye düşünüyorum.” dedi işine odaklanmış bir şekilde. Domatesleri kesmeyi bitirmiş biberleri doğruyordu şimdi.

“Yanlış düşünmüşsün, sorun olur.”

“Yani gelecekte karım olacağını kabul ediyorsun?” dedi dalga geçercesine ve beni yine mağlup etti.

“Rüyanda görürsün Lider.”

Bana yandan bir bakış attı. “Rüyamda neler gördüğümü bilsen şaşardın Soylu.” dedi ve kaynayan suya makarnayı koydu. Ben rüyasında neler gördüğünü merak ederken başka bir merak ettiğim konuyu öne çektim.

Çünkü çarpılmak istemiyordum, mutfaktaydık...

“Sen Başkan’la ne konuştun da beni çıkarttın?” diye sordum merakla.

Konuşmamla kaslarının gerildiğini beyaz gömleği sayesinde anladım. “Seni ilgilendirmez.” konuyu kapatmaya çalışırcasına cevap vermesiyle havalanan kaşlarım eşliğinde ona ciddi misin dercesine baktım.

“Öyle mi?”

“Öyle öyle.”

“Peki içeri alındığımı nereden öğrendin?” diye sordum. Bunun cevabını vermesini umut ediyordum. Yağız, sorumla kalçasını tezgaha yasladı ve kollarını iki yanına yerleştirdi. “Aras, bazen çok konuşabiliyor.” yüzünde bariz bir tebessüm vardı.

Duyduğum isimle yüzümü buruştururken ona sinirle baktım. “Bu adam benim arkadaşım mı sizin arkadaşınız mı? Siz hayırdır?” alınmış ses tonumu gizleme gereği duymadım. Ben benim olanları paylaşmayı sevmezdim ve Aras, benim arkadaşımdı.

Tıpkı karşımdaki adamın bir zamanlar benim olması gibi.

Yağız, sorumla sıcak bir şekilde gülümsedi ve makarnayı karıştırırken “Ortak arkadaş olabilir gibi. Arada işe yarıyor.” dedi umursamaz bir tavırla. Söylediğiyle gözlerimi devirdim ve oturduğum sandalyede arkama yaslanıp onu izlemeye başladım. Tüm dikkatiyle ocağa bakıyordu. Sanki çok önemli bir işmiş gibi...

“Gittiğin yerde evin var mı?” merak etmiyordum. Sadece zaman geçsin diye sohbet ediyordum.

Sorumla Yağız’ın ciddi yüzünde küçük bir tebessüm peydah oldu. Sesindeki keyfi saklamaya çalışarak “Var.” dedi. Cevabıyla parmaklarımla oynamaya başladım. Acaba evine kimler girip çıkıyordu?

Tek mi yaşıyordu?

“Tek mi yaşıyorsun?” Yağız, pişmiş makarnayı süzerken bana bakmadan konuştu.

“Bir kızla yaşıyorum ama merak etme odalarımız ayrı.” dedi umursamazlıkla. O, makarnayı süzerken ki akan kaynamış su sanki benim içime akıyormuş gibi hissettim. Kalbimin kaynamış makarna suyuyla yanmasının verdiği öfke eşliğinde hiddetle ayağa kalktım.

“Siktir git o zaman o kız yesin makarnanı.” dedim ve kapıya doğru yürüdüm. Benim kalktığımı görmesiyle küfrederek hızla tencereyi tezgaha koyup peşimden geldi. Ben koltuğun üstündeki ceketimi alırken kolumdan tutup beni kendine çevirdi. Bana dokunmasıyla daha da öfkelendim ve tüm gücümle ayağına bastım.

Hem başka kızla kalacaktı hem de benimle uyuyacaktı. Oldu paşam başka!

Yağız, acıyla yüzünü buruşturdu. “Siktir, kızım onun zamanı şimdi değil!” dedi ama umursamadım. Acısından faydalanarak kollarından kurtulup kapıya doğru ilerledim. İçimde adını çok iyi bildiğim ama kendime yakıştırmadığım his dolaşırken dolan gözlerime sövmeye başladım. Tam dış kapıyı aralamıştım ki Yağız, hızla arkamdan gelip kapıyı kapattı ve beni çevirip kapıya yasladı. Yaptığı harekete vereceğim karşılığı bildiği için benden önce davranıp bacaklarıyla bacaklarımı sıkıştırdı ve elleriyle de ellerimi tuttu. Bedenini bedenime yaslayıp gülen gözleriyle bana baktı.

“Yavrum kız dedik diye niye hemen pençelerini çıkartıyorsun?” diye sordu keyifle. Sorusuyla çatık olan kaşlarım daha da çatıldı. Ellerinden kurtulmak için kıpırdandım ama şerefsiz çok güçlüydü.

“Başlarım senin kızına da sana da! Bırak beni!” yüksek sesim yüzünü buruşturmasına sebep olsa da gözlerindeki parıltılar bakışlarımı etkilemeye devam etti.

“Bırakmam.” diye mırıldandı. “İstesem de bırakmam.” ve bedenini daha da yasladı bana. Gereğinden fazla yakınlaşmamızla yutkundum ve gözlerine kalbimle baktım. Benim dolu olan gözlerim onun parıltılarıyla çarpıştı ve benim göz yaşlarım ona yenilerek acı içinde kendilerini gözlerimden aşağıya bıraktı. Göz yaşlarımın intiharıyla ona karşı koymayı bıraktım.

Ona karşı koyacak kadar güçlü değildim.

Yağız, ağlamamla ellerimi bırakıp elleriyle yüzümü avuçladı. Gözlerindeki parıltılar sönmüş yerine acı yerleşmişti tıpkı kalbimdeki yazı kışa çevirmesi gibi.

“Özür dilerim. Ağlamanı istemedim, ağlama hadi. Özür dilerim.” pişmanlıkla dilinden dökülen kelimeler dertlerimin önündeki barajın kapağını açtığını hissettim. Malum hafta duygusallığı kene gibi yapışmıştı duygularıma.

Söyledikleriyle iç çekip ona baktım. Baktığım adamın o olması ağlamamı daha da arttırdı. “Göz yaşlarım alacaklı senden en çok onlar güvenmişti sana.” dedim titreyen sesimle. Yağız, dilimden dökülen zehri içtiğinde öyle acı dolu bir şekilde baktı ki gözlerime, bir de onun için ağlamaya başladım. Bir anda beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Başımı boynuna gömüp orada ağlamaya devam ettim. Özlediğim kokusu içimi daha da acıtıyordu.

“Kalbim alacaklı senden, kendinden çok seni seviyor.” dedi ve yalvarırcasına ekledi. “Ağlama, kalbim acıyor.” fısıldayan sesi kalbimde gürültü yapmıştı ki kalbimin ritmi bozuldu. Söyledikleriyle burnumu çekip dolu gözlerime ona baktım. Ağlamam durmuştu. Ellerini belime sararken gözleri yüzümün her bir yanında gezindi ve en sonunda gözlerimde durdu.

“Köpek.” dedi. Bir an ne dediğini anlayamadım. Köpek, dedi... bu bana mı köpek dedi? Kaşlarımı çatarak ellerimi göğsüne yaslayıp onu itmeye çalıştım.

“Sensin lan köpek. Bırak beni.” Yağız, öfkeme karşılık kahkaha atarken bana alayla baktı.

“Kız köpek, yani evimdeki köpek. Yolda buldum ve aldım. Cinsiyeti kız. Daha yavru.” dedi keyifle. Söyledikleriyle utanç duygusunun en derin halini yaşadım. Utanmanın verdiği donma tepkisiyle şaşkın bir şekilde yüzüne baktım. Benimle resmen dalga geçmişti...

“Sevmiyorum seni.” diyerek hızla onu itip mutfağa doğru yürüdüm. Ağladığım için daha çok acıkmıştım. Yağız, arkamdan gelirken ruhsuz bir şekilde karşılık verdi.

“Sevme beni.” tezgahın önüne geçip yemeği hazırlamaya devam ederken bende aynı yerime geçip oturdum. O yemeği yaparken ben dediği şeyi düşündüm ve inadına gitmeyi seçtim.

“Sevmiyorum.”

“Sevme.”

“Sevmiyorum.”

“Sevme.” dedi. Eee bu böyle mi devam edecekti? Hem o nasıl bana yapmam gereken şeyi söyleyebilirdi?

“Seviyorum.”

“Sevme.” dedi yine. Söylediğiyle kaşlarımı çattım. Yerimde huzursuz olmuştum.

“Seviyorum diyorum?” dedim sorgularcasına. O ise sos tenceresinde sosu hazırlıyordu.

“Sevme.” aynı ruhsuzlukla cevap vermesiyle sini kat sayım beni milyoner yapacak kadar arttı.

“Seviyorum lan seviyorum sana ne? Çok seviyorum.” dedim bağırarak. Yağız, bağırmamla bana döndü ve o an nefesimi tuttum. Gözlerinde acı vardı.

“O zaman niye ayrıyız?” diye sordu. Cümlesi mutfakta bir şimşek çaktı ve benim gözlerim karardı. Kendime girdiğim inada söverek gözlerimi kaçırdım.

“Çünkü beni yalanlarınla aldattın.”

“Ben bizi aldatmadım, ben kendimi sana verdim. Bardağın dolusuna bakmak yerine her zaman boşluğa mı bakarsın? Konu ben olsam bile mi?” diye sordu bağırarak ama ben dönüp ona bakmadım. Mutfakta kendimi küçülmüş hissediyordum.

“Bana ne öğretildiyse onu yapıyorum.” diye mırıldandım.

Bana bakıyordu, gözlerinin yakıcı hissi tenimi uyarıyordu ama ben buzdolabını izliyordum. Terlemiştim. Gerginlik bir kıyafet olup bedenimi sarmıştı.

“Aşk ders değil Alisa, duyguları sana kimse öğretemez. Eğer karşındakini seviyorsan mantığı siktir eder kalbini dinlersin. Ben senin için mantığımdan öte kendime siktir çektim sen, ben sana koşarken bir adım atmaz mısın bana?”

Sessizlik, bir nefes olup ciğerlerime dolarken dilimdeki acı tadı gidermek istercesine yutkundum. Bu sorusuna şu an verebileceğim bir cevap yoktu. Yağız, cevap vermeyeceğimi anlayarak tezgaha döndü. Göz ucuyla takip ettim hareketlerini. Sakin kalmaya çalışıyordu, beni kaçırmak istemiyordu. Bu yüzden sessizliği içinde boğulmayı seçiyordu.

Benim için yine kendini harcıyordu.

Sessizlik içinde geçen beş dakikanın ardından hazırladığı tabakları masaya koydu. Bunları yaparken bana hiç bakmadı. Bende üstünde durmadım ve önüme koyduğu makarnayı yemeye başladım. O da aynı şekilde bir şey demeden karşıma oturup yemeye başladı. Sessizlik eşliğinde yemeğimi bitirdiğimde tabakları kaldırmak için ayağa kalktım ve tabakları makineye yerleştirdim. Ben onları dizerken Yağız’da yatak odasına geçmişti. Mutfaktaki işleri bitirmemle onun yanına gitmek için hareketlendim. İçimde anlamlandıramadığım utanç ve tedirginlik vardı. Acaba hala benimle uyumak istiyor muydu?

Odaya geçmeden önce banyoya uğrayıp kendime baktım. Ağladığım için akan makyajımla berbat görünüyordum. Hızlıca yüzümdeki makyajdan kurtulup dişlerimi fırçaladım. Banyodaki işlerimi halletmemle zaman kaybetmeden yatak odasına geçtim. Kahverengi ağırlıklı odada bir yatak bir de giyinme dolabı vardı. Başka bir şey yoktu, sadece gerekli eşyalar vardı.

Gözlerim yatağa kaydığında Yağız’ın çoktan kendi yerinde olduğunu gördüm. Yan bir şekilde yatmıştı, bunu beni beklediğine yorumladım ve derin bir nefes alıp boş olan tarafa yavaş hareketlerle yerleştim. Hissettiğim boşluğu onun doldurup doldurmayacağını beklerken sol kolu belime sarıldı ve beni göğsüne yasladı. Başımı çevirerek ona doğru baktım. Gözlerini dikmiş beni inceliyordu ve gözlerinde o kadar belliydi ki kırılmış olduğu. Gözlerinde gördüğüm kırılganlığı iç çekmeden edemedim.

İkimiz de kırgın değil miydik?

Kırgın tarafım yapma diye bağırırken ben özlem dolu tarafımı seçtim ve kendime ona daha çok ittim. Yağız, ona karşılık vermemle belimdeki kolunu sıkılaştırdı ve başını boynuma gömdü. Boynumu koklamasıyla istemsizce gözlerimi kapatıp bu anın keyfini çıkardım. Ben kendimi ona bırakma aşamasındayken bir elini karnıma doğru götürüp ağrımı azaltmak için kasıklarımı okşamaya başladı. Diğer elinin de avcunu kalbime yaslayıp, kalbimin elinde atmasını sağladı.

Şu an çok güzeldi...

Hissettirdiği etkiyle dudaklarımı ıslatarak araladım. “Kafamı karıştırıyorsun, duygularımla aklım arasında kalıyorum. Sen zon bir savaşsın Yağız Ertuğ.” diye mırıldandım huzurlu sesime yansıyan üzgünlükle. Yağız, dilim dökülen itirafla kasıklarımdaki elini daha da bastırarak beni iyice kendine yasladı.

Dudaklarını boynuma sürterken “Sen benim en güzel duygumsun. Sen tedavisi olmayan bir hastalıksın içimde ve ben bu hastalığın uğruna ölmeye hazırım. Sadece tek istediğim içimdeki seni alma benden.” dedi kısık bir sesle. Her bir cümlesi içimdeki kelebeğin kanatlarına renk katarken kalbimdeki elini tutarak kafamı çevirip onun için boynumda daha çok yer açtım.

Ondan bana geçen sıcaklığın uykumu getirmesiyle “Bana şarkı söylersen bir dakika içinde uyurum.” dedim mırıldanarak. Yağız, isteğimle gülüp dudaklarını kulağıma doğru sürttü. Uykulu sesiyle içimi sevgiyle doldurmaya başladı.

Elim kalbinde, bu ne güzel bir hız. Kızıp gülmen bile hep noksansız. Bazen hayranım bu kırılgan gücüne. Bile bile avucundayız. Hayat günden güne zor inan bana. Acım karışır teninin kavruğuna. O an, herkes çırılçıplak. Ama bir bakan gitmez bir daha. Beni sar zaman, mekan değersiz. Ben seninsem geçer kaygım. Özleyen kalsın habersiz. Başkasından yok bir kaybım.

Kalbimin düşmanının kalbimi hızlandıran sesi beynimi etkisi altına alırken zihnim kendini ona çoktan bırakmıştı. Uykunun hissiz derinliğinde dolanırken son hissettiğim şey Yağız’ın boynuma sıcak bir öpücük bıraktığıydı.

&

Yattığım yerin hareket etmesiyle uyku aleminden süzülerek gerçek dünyaya düştüm. Kıpırdanarak gözlerimi aralarken elimle gözlerimi ovdum. Beynimi uyandırmaya çalışırken çalan kapı sesiyle Yağız’ın sıcak göğsünden kalkıp yastığının yanına koyduğu telefonuna baktım. Saatin bire geldiğini gördüğümde hızla yataktan doğruldum. Bizim iki saat, nasıl altı saat olmuştu?

Benim hızla doğrulmamla Yağız’da uyandı. Uykulu sesiyle “Bir şey mi oldu?” diye mırıldandı. Ben tam ona cevap ona cevap verecekken kapının tekrar çalınmasıyla kalkıp kapıya doğru ilerledim. Elimle yüzümü ovarken kapıyı bir hışımla açtım ve karşımda gördüğüm kişiyle gözlerimi devirmeden edemedim.

“Kızım bir halt yiyeceksiniz haber verip öyle yiyin. Seda’ya birazdan gelirim demişsin, o biraz kaç saat oldu. Hayır anladık özlediniz birbirinizi, özel işleriniz var falan ama haber verin yani.” diyen Aras’ın kendi evi gibi içeri girip utanmazca koca bedenini koltuğa bırakmasıyla şaşkınca ona baktım. Aras, konuşmasını bitirip benim şaşkın suratıma gülerek baktı.

“İçecek bir şey var mı?” diye sordu rahat bir şekilde. Konuşmasıyla kendime gelerek kollarımı birbirine bağladım.

“Dayak var içer misin?”

Beğenmediğini belli edecek şekilde dudaklarını büktü. “Soğuksa ver bari dilim damağım kurudu.”

“O motor gibi konuştuğun içindir.” dedim ve merakla devam ettim. “Hem sen burayı nerden buldun?” bu evi kimse bilmiyordu çünkü.

“Telefonunun sinyalinden.” diyen Aras’a yüzümü buruşturdum ve mutfağa gidip buzdolabına baktım. İçinde bulduğum vişne suyunu alıp bardaklara dökerken esneme mi bastırmaya çalışıyordum. Hala uykum vardı. O sırada Yağız, oturma odasına geçti ve Aras’ın karşısındaki koltuğa oturdu. Doldurduğum bardakları alıp onlara götürdüm. Aras, elimdeki vişne suyuna ciddi misin dercesine baktı ama umursamadım.

“Al şunu, elimizde bu var misafirliğini bil.” dedim sinirle. Vişne suyunu sevdiğini ikimizde biliyorduk.

Diğer bardağı da Yağız’a uzattım. Tam bende oturacaktım ki telefonumu alma gereği duyarak ceketimin ceplerini kurcaladım ve telefonumu elime aldım. “Seda, çok aradı mı beni?”

Aras, vişne suyunu hızla dudaklarından uzaklaştırdı ve aldığı yudumu yuttu. Yüzünde keyifli bir sırıtış oluştu. “Seda’dan ziyade Akın, çok aradı seni. Seda, en son onun içinden geçiyordu. Sarayın çevresinde dört tur attılar, en son spor salonundaydılar ama Akın’ın bir ara çığlık attığını duydum.” dedi gülerek.

Aras’ın anlattıklarıyla gülmemi tutamadığımda Yağız, olayı bilmediği için ciddi bir şekilde bize bakıyordu. Aras, olayı dönüp ona anlatırken bende telefonuma baktım ve ekranda gördüğüm mesajla bir an durakladım. Pars’ın bana mesaj atması hayra alamet değildi. Parmağım hızla attığı resme tıkladığında gerginlikle dilimi ısırdım. Ekranı kaplayan resimle tüm ruhumun içimden çekildiğini hissettim.

Evet, bir insanın ruhu çekilebiliyordu. Şu an bunu somut olarak yaşıyordum.

Pars’ın resmin altına yazdığı mesajı okumamla içimde bastırmamın imkansız olduğu bir fırtına başladı.

“Tek övgüsünün sıralama tablosuna taht kurmuş olan birini geçmek büyük bir zevk. Bunu bana yaşattığın için teşekkürler.”

Her bir kelime gözüme değip kalbime vurgun olduğunda elimin titremeye başladığını fark ettim. İçimden bana bunu yapmış olamazlar diye fısıldıyordu gücü arzulayan canavarım ama yapmışlardı.

Beni ikinci sıraya çöp gibi atmışlardı.

Beni gücümle vurmuşlardı.

İçimde hissettiğim öfkeyle “Bana bunu yapamazlar.” diye bağırdım. “Benim gücümü elimden alamazlar.” tek tutunduğum dalımın kesilmesiyle ne yapacağımı bilemedim. Öfkem bir su misali beni boğarken hızla yanımdaki sandalyeye tekme attım. Bağırmamın üzerine gösterdiğim öfkeli hareketlerle karşımdaki iki adamın afallayan bir ifadeyle ayaklandığını fark ettim.

Yağız, tedirginlikle bana bakarken ne yapacağını bilemiyormuş gibiydi. “Sakin ol. Ne oldu?” diye sordu ama umursamadım. Hızla telefonumdan hayatımı mahveden birinci adamın numarasını tuşladım. Onun telefonu açmasını beklerken boştaki elimi saçlarımın köküne saplamış odanın içinde yürüyordum. Hissettiğim duygulardan arınmaya çalışıyordum ama çok pislenmiştim.

Altıncı çalışta “Söyle!” diyen gür sesi beynimde yankılandı ve ben sesini duymamla dizginlemeye çalıştığım öfkemin iplerini elime alıp kestim.

“Sırf bir görüşme yaptım diye beni sıralama tablosunda ikinciliğe atamazsın.” dedim sert bir tonla. Benim Başkan’a söylediğim şeyle karşımdaki iki adam küfür söyleyip şaşkın bir şekilde birbirlerine baktılar.

Şaşırmışlardı, ben yıkılmıştım çünkü bu karşılığı beklemiyorduk. Sıralama tablosunda birinci olmam benim en büyük güçlerimden biriydi. Krallıkta kimsenin yapamayacağını yapmış üç yıl boyunca birinci olmuştum.

“Görüşme sadece tuzu biberi oldu kızım. Seni ikinciliğe düşüren şey aşık olduğun adam.” sesli şekilde beni küçürecek bir tonla devam etti. “Duyulmayacağını mı sandın? Halk senin Yer Altının Lideri’yle beraber olduğunu öğrendi. Senin Soylu’luğunla değil de kadınlığınla Yer Altını bastırdığını düşündükleri için birinci sırada olmayı hak etmediğini söylediler. Bizde gerekeni yaptık.” söyledikleriyle bedenimin uyuştuğunu hissettim. Avuç içlerim terlemiş içimdeki alevler bir sis olup göz kapaklarıma dolmuştu.

Gözlerim sinirden dolmuş içimdeki küçük kız acı içinde yıkılmıştı.

Şu an kendimi bir hiç gibi hissediyordum.

Çaresiz kalmış ruhum yok olmak isteyecek kadar güçlüydü. Ve ben yıkılmamak için içimdeki öfkeme tutundum.

Hayır, dedi içimdeki canavar. Hayır, sen başardığın için bu şehir en iyi dönemini yaşadı. Sen başarılı olduğun için. Gücünle başardın bunu başkasının yardımıyla değil!

Kafamı hayır anlamında salladım. “En iyi sen biliyorsun ki ben gücümle yerleştim o birinciliğe. Kimsenin yardımı olmadan! Pars, kim ki beni geçebilir?” titreyen ses tonum son cümlemle odanın içinde yayıldı. Dolu olan gözlerimi kalbimin düşmanına çevirdim. Ben onun gözlerine acımla bakarken babamın keyifli sesi ikimizin arasına düştü.

“Pars, kendi şehrindeki çoğu Yer Altı Liderini öldürdü.” söylediğiyle kaşlarımı çattım. Hayal kırıklığı bir yıkım olup kalbime düştü.

“Pars mı öldürdü? Ne saçmalıyorsun sen? Ben öldürdüm. Ben! Sen istedin ben öldürdüm.” dedim ve kalbimden dökülmeye korkan cümleyi öfkemle akıttım. “Sen beni kullanarak onun yolunu mu açtın?”

Titreyen sesim kaybettiğimi belli ederken dilimden dökülenlerle karşımdaki iki adam merakla bana bakmaya başladı. Aras’ın bana doğru hareketlenmesiyle elimle ona durmasını işaret ettim. Gözlerimi Yağız’a çevirdiğimdeyse kendimle yüzleştim. Bakışlarındaki korku benim için miydi, kendisi için miydi yoksa bizim için miydi acaba?

“Bunu sadece ikimiz biliyoruz ki konumuzda bu değil. Burada önemli olan senin şehrin ve senin yapacakların.” keskin sesi umutlarımı keserken dediklerinin altındaki mesaj içimde oluşan fırtınayı kalbime taşıdı.

Ben ... ben ne yapacağımı bilmiyordum.

“Ne demek o?” şu an sekiz yaşındaki kız konuştu. Geleceğini bilmiyordu ama biliyormuş gibi korkuyordu çünkü hissediyordu. Kötüler peşindeydi ve canavardan saklanabileceği bir evi, bir yatağı, bir yorganı yoktu.

“Arkanda olan halk da seni bırakmaya başladı. Yer Altıyla iş birliği yaptığını düşünüyorlar. Seni eski gücüne bir tek halkı arkana geri alman kavuşturabilir. Yani kızım burada senin kendine sorman gereken şey; ben hayalini kurduğum güç uğruna sevdiğim adamı, Yer Altı Lider’ini öldürebilir miyim olmalı.” dedi keyifle.

Duyduklarımla bir an ayakta duramayacağımı hissederek arkamdaki duvara yaslandım. Babamın son söylediğinin kurşun etkisi yaratıp bedenimi vurmasıyla akan kanımda boğulduğumu hissettim. Gökyüzünün karanlığı içime doğarken gözlerimi beni bu duruma sokan adama çevirdim.

Onun sakladığı şey yüzünden ben gitmek zorunda kaldım.

Onun seçtiği yol yüzünden ben bugün bu konuşmayı yapmak zorunda kaldım.

Onun intikamını seçmesi yüzünden ben şimdi hayalimle onun arasında seçim yapmak zorunda kaldım.

Yağız’ın beni yaşatan mavi gözlerine ilk defa nefretle baktım. Beynimden asla geçmeyen düşünce bir anda zihnimde beliren öfkenin içine katıldı ve hayat bulduğum mavilerin hayatını elinden almak istercesine yerimden doğrulup dimdik şekilde zehrimi akıttım.

“Bugün görüşmede ne konuştuğumu merak ediyor musun Başkan?” diye sordum babama ama aslında bunu kalbime yakan adama söylemiştim.

“Sorsam cevap verecek misin?” sorgulayan sesiyle onun göremeyeceğini bildiğim bir tebessüm oluştu dudaklarımda.

“İki sene önce teklif ettikleri teklifi kabul ettiğimi söyledim.” duygusuz sesim iki tarafa da yayıldığında Aras, şaşkınlıkla bana doğru bir adım attı.

“Ne saçmalıyorsun sen?” öfkeli kısık sesiyle ona bakmadan beni tüketen adamı tüketmek istercesine gözlerine bakıp kalbinin en derin yerine bıçak sokacak cümleyi hiç tereddüt etmeden dile döktüm.

“Basit bir eğitmenle evlenmemin gücümü eksilteceğini söylemiştin. Bende o yüzden gücüme güç katacak biriyle evlenmeye karar verdim. Krallığın veliahtıyla evleneceğim.”

Loading...
0%