Yeni Üyelik
46.
Bölüm

45.Bölüm "Dilin Kemiği Sözlerin Vurgunu"

@senabookss

“Yarım kalan hayallerin doğurduğu öfke en güçlü intihar aletidir.”

Konuşmak ne kolaydır insan için.

Hissettiği duyguların kurbanı olan beyninin kontrol edemediği kelimeleri hiç zorlanmadan söyler ve sonra sanki bunları söyleyen kendi değilmiş gibi; sanki söyledikleriyle hayatını mahvetmemiş gibi yaşamaya devam eder...

Çünkü devam etmekten başka çaresi yoktur.

Çünkü söylediği kelimeler onu kendinden iğrendirse de iğrendiği bedende yaşamak zorundadır ve zamanı geri alma gibi bir seçeneği de yoktur.

Kelimeler bazen en iyi intihar yoludur ve ben intiharımı kendi dilimden dökülenlerle yapmıştım halbuki insanlar kendi silahlarından dökülen kurşunlarla ölürdü. Benim silahım dilimdi.

Benim yaram benim yaralarımı sarandı.

Benim cezam kendimdim.

Ben derin duygulardan boğuluyordum. Pişman olduğum kelimeleri söylemiştim ve şimdi iğrendiğim bedenimde yalnız başıma yaşamak zorundaydım. İçimdeki ikilem beni tüketiyordu ve ben kendimden nefret etmekten başka bir şey yapamıyordum.

Kendimden nefret etmek istemiyordum ve sürekli istemediğim şeyler yaşıyordum. Bunun bir sonu olmayacaktı, artık kabullenmiştim. İçimi yakan acı gerçeği artık benimsemiştim.

Babam haklıydı, ben acı çekmek ve acı çektirmek için doğmuştum. Hayatım acı çekmekle geçmişken ben her zaman babamın bu dediğini reddetmiştim çünkü acı çekeminin yaşamın sebeplerinden biri olduğunu düşünmüştüm. Şimdi ise acı çekmeden de hayatın yaşanılabileceğini ama benim bu acısız hayatımı hak etmediğimi fark ettim.

Bazı şeyler hak edilirdi, ben yaşamı ceza olarak hak etmiştim.

Güzel şeyler hak edilirdi ve ben hak etmiyordum. İçimdeki canavara her yenilmemde güzel olan şeyleri yok ediyor acıyı kendi payıma çekerek ruhuma yaşaması gereken tükenmişliği yaşatıyordum.

İçimdeki pişmanlık harbinin yarattığı düşünceleri kendime anlatırken arkamdan gelen sesle oturduğum yerden hareketlenerek konuşan kişiye döndüm.

“Sen küçük yalnız! Yalnızlığın kurtardı mı seni insanların acılarından?”

“Kurtaramadı ki buraya geldim. Son durak değil mi buranın adı?” yüzümdeki buruk gülümsemeyle verdiğim karşılık onun alaylı yüzündeki tebessümü büyüttü. Elindeki iki biradan birini bana uzatıp yanıma oturdu. Kayalıkların üstünde iki tükenmiş, oturmuş bir şekilde denizi izlemeye başladık. İkimizde sessizliğin gürültüsüne sığınmıştık çünkü nasıl konuşmaya başlayacağımızı bilemiyorduk.

Denizin dalgaları birkaç sefer gitti geldi ben düşüncelerimle boğuştum. Cam şişeden ikinci yudumumu akıtmıştım ki dudaklarımdan aramızdaki sessizlik oyununu kazandım.

“Ne dedin ona?”

“Ne?”

Bakışları bana devrildi. “Her şeyden haberim var Yağız’la konuştum. Sadece tek merak ettiğim şey bu adama ne dedin de onu bu kadar yıktın.” meraklı siyah gözleri topraklarımı karartırken yavaşça yutkundum.

“Her şeyi anlattı da bir tek ne dediğimi mi söylemedi?” diye sordum alayla.

“O cümleyi kuracağıma kafama sıkarım daha iyi dedi.” gözleri merakla kısıldı. “Ne söyledin Alisa?” sorusuyla derin bir nefes aldım. İçimden tekrar etmek gelmiyordu. İçimden hiçbir şey söylemek gelmiyordu, galiba ölmüştüm de haberim yoktu.

“Söylersem beni denize atarsın.” diye mırıldandım umutsuzca. Bakışlarım onun gözlerine bakıyormuşum gibi hissettiren okyanusa dalmışken koluma dokunmasıyla kaçamayacağımı anlayarak Arda’ya döndüm. Göz göze gelmemizle yüzüme sanki küçük bir çocukmuşum gibi baktı.

“Alisa, Yağız hiçbir zaman böyle yıkılmamıştı...” durakladı, kelimeleri özenle seçmeye çalışıyordu. “Gittiğinde ilk bir ay her gün buraya gelip ağlayan adam aradan geçen iki yılın ardından ilk defa bu kadar kötü oldu. Peşinden gelmemek için kendine neler yaptığını duysan kendine gelemezsin. Yağız, biliyordu... sen istemediğin sürece kimsenin sana bir şey yaptıramayacağını biliyordu. Gittiğinde bu yüzden gelmedi peşinden. Kendin için gittiğinden kendini yaktı bu adam şimdi yine niye yaktın onu?”

“Beni iyi tanıyordu evet, ama beni hep hafife aldığı bir konu vardı o da ona olan sevgim. Kendim için gittim çünkü konu sevdiklerimdi. Sevdiklerim için yaptıklarım benim seçimimdi. Onu yıktım biliyorum ama tek yıkılmadı Arda. İkimizde yıkıldık.” dedim sertçe. Geçmişin önüme sürekli sunulması kendi içimdeki ilerlememi durduruyordu.

Sinirlendiğimi fark etmişti ki anlayışla başını salladı. Elindeki şişeden bir yudum aldıktan sonra tüm bedenini bana doğru çevirdi. “Ne dedin ona da yine eskisi gibi oldu? Anlat ki çözüm yolu bulalım Alisa, konuşmadan çözemeyiz insanız biz lan.” her bir cümlesi beni dibe çektiğinden habersiz bir şekilde konuşmasıyla yaramın üstüne tuz gibi çarptığından hissettiğim acıyı bastırmak istercesine elimdeki biradan büyük bir yudum aldım. Dolan gözlerimi saklamak istercesine okyanusa sığındığımda kalbim bir serçe yüreği gibi çırpınıyordu.

“Haksızım ama o da haksız. Onun beni soktuğu durum yüzünden öyle dedim. Benim hissettiğim acıyı hissetsin istedim. Sürekli acı çekmekten sıkıldım.” titreyen sesim bir çocuğun mızıkçılığı gibi akarken dudaklarımdan içimdeki pişmanlık farkındalığını ruhumun mahkemesine tekrar sundu.

“Alisa, burada kimin haklı kimin haksız olduğu önemli değil, burada önemli olan ikinizin de acı çekmesi. Ne söyledin ona?” sabırsızca sorusunu yinelemesiyle kaçamayacağımı anladım.

“İra Krallığının veliahtıyla evleneceğim dedim.” ağzımda acı bir tat bırakan cümlenin ardından gelmeyen tepkiyle kafamı yavaşça yanımdaki adama çevirdim. Siyah gözleri şaşkınca açılmış, kemikli yüzünde ona yakışmayan bir afallama peydah olmuştu.

“Sen şimdi bizim Yağız’a hani şu sevgilin olan adama...” eliyle ağzını kapattı ve başını olumsuzca salladı. “Lan siktir! En büyük hayali seninle evlenip aile kurmak olan adama sen başkasıyla evleneceğini mi söyledin?” ilk başta sakin çıkan sesini sonlara doğru arttırarak beni küçülttüğünde omuzlarım cümlesinin ağırlığıyla ezildi. Gözlerimden girdiğim girdabın tozlu yaşları düşerken her bir yaş hayallerimi temsil ediyordu.

“Babam...” tekrar o an zihnimde yaşanırken kendimi savunma ihtiyacıma tutundum çünkü tutunacak tek dalım oydu. “O adam bana sevdiğim adamı öldürebilir miyim diye sordu. Bana sordu!” duygularım bir bir içimde ölürken çaresizlik gömleği üstümde tutuştu. “Arda, o an çok sıkıştım... dört duvarın arasında duvarlar beni sıkıştırırken kalbim alev alev yanmaya başladı ve bunu kimse anlamadı.” dedim içimden akan özlem sesimle özgürlüğe kavuşurken.

“Bir ay geçti. Bir ay. Ne yapıyor, ne düşünüyor bilmiyorum. Çok özledim, öyle böyle değil. Benden nefret etsin istemiyorum, bunu kaldıramam.”

İçimde tuttuğum beni boğan düşünceler özgürlüğe kavuştuğunda rahatlamam gerekirken aksine daha çok sıkıştım. Arda, söylediklerimle hissiz bir şekilde güldü.

“Ulan hayatım dejavu yaşamakla geçiyor anasını satayım. Sen gittiğinde bir de senin erkek versiyonunla uğraştım böyle.” dedi ve sesini daha da kalınlaştırarak devam etti. “İki gün oldu yok. Bir hafta oldu yok, çok özledim Arda. Bir ay oldu delireceğim Arda!” bakışları bana değerken yaka silkermiş gibi bir bakış attı ama gözlerinin derinliğinde bize karşı duyduğu sevginin merhameti göz bebeklerimi titretecek kadar belliydi. “Yağız’la da böyle uğraştım ki sen gene iyisin oturduğun yerde konuşuyorsun, onun dağıtmasıyla uğraşıyordum bir de.”

Anlattıklarıyla yüzümde buruk bir gülümseme oluşmuşken beynimde durmak bilmeyen düşünceler dönmeye devam ediyordu. Düşünmekten başımın ağırmasıyla elimle alnımı ovmaya başladım.

“Düşüncelerim parazit gibi beynimde yaşıyor ve hiç susmuyor.” isyanım bıkkınlıkla dilimden döküldüğünde oflayarak içkime sığındım. Ölümüm ya kalbimin düşmanından dolayı olacaktı ya da çok düşünmekten bunu anlamıştım.

Arda, konuşmamla elindeki biradan bir yudum aldı ve keyifli gibi çıkan iğneleyici sesiyle “Sürekli düşünme, düşünen insan delirir. Bak bana çok düşündüm ve delirdim, şimdi hiç düşünmüyorum sadece yapıyorum.” dedi okyanusa bakıp iç çekerek. Üzgün çıkan sesiyle bakışlarım onda asılı kaldı. Zeynep'ten sonra o da Aras, gibi çökmüştü. Eski eğlenceli Arda, gitmiş yerine bitse gitsek; ölsek de kavuşsak modunda yaşayan bir adam gelmişti.

“İyi misin?” diye sordum sanki iyiymiş gibi. İyi değildi.

“Bilmem sen ver cevabını, Yağız, ölse sen iyi olur musun?” duymaktan kaçındığım ama sanki evrenin beni buna hazırladığını düşünememe sebep olacak kadar geçirdiğim günlerde sürekli karşılaştığım o soru. Yağız ve ölüm kelimeleri yan yana gelebilecek şeyler değildi bende. Benim o kelimeleri yan yana koyacak kadar yüreğim yoktu.

Sürekli düşünmek istemediğim şeyi düşünürken buluyordum kendimi. Düşünmek bile istemediğim şeyleri düşünmek beni yaşlandırıyordu ve ben yaşlanmak istemiyordum. Başımı hızla iki yana salladım.

Düşünme Alisa, düşünüp de kendini zehirleme.

“O ölürse ben yaşayamam ki. Onun olmadığı dünyada benim ne işim var?” kendimden emin konuşmamla Arda, elindeki şişeden bir yudum daha aldı ve geriye doğru eğilip dirseklerinin üstünde hafif yatar pozisyona geldi. Güneşin batmak için hareketlenmesiyle oluşan kızıllığı izlemeye başladı.

“Birisini ölümü göze alacak kadar seversen onun ölümüyle sınanmak senin kaçınılmazın olur.” cümlesini yaşamış biri olması beynimde acı bir sinyal yaktı ve söylediğiyle içimde oluşan korku vücudumu titretti.

“Sen sınandın ve yanına gitmek için çok uğraştın.” diye mırıldandım. Bakışlarını kızıllıktan ayırmadan acıyla üst dudağını kıvırdı.

“İlk başta acımdan dolayı kendimi kaybettiğimden anlayamadım ama kader sike sike öğretti. Nefes almaya devam etmek zorundaydım çünkü ondan çalınan nefes bana onu hatırlatıyordu. Ve ben ölemiyorsam onun bana bıraktığı nefesleriyle onun için yaşamalıydım. Sonunda kabullendim Alisa, o kadar uğraştım ki ölmek için şu an burada olmamın tek bir sebebi olabilir o da Zeynep’in beni yanında istememesi. Denemediğim yol kalmadı, amına koyduğum can çıkmıyor bedenimden!” bakışları bana döndüğünde kendine yapıştırdığı duygusuzluk maskesini sıyırmıştı gözlerinden. O an anladım ölümün nasıl da öldürmeyip süründüren bir işkence olduğunu.

“Ölmek kolay değil Alisa, yaşamak kolay. Ölmek bile zamanını bekliyor ama yaşamak senin elinde. O yüzden kimse için ölmeyi göz alma, herkes tek gelip tek gidiyor dünyadan.” sözleri bir bıçak olup zihnimdeki karanlığa sağlandığında ışık hiç olmadığı kadar yaktı beni.

Onu kaybetmeyecektim.

Bizim sonumuz onlar gibi olmayacaktı. Kader öyle yazılmışsa bile siktirip gidebilirdi ben kaderimi değiştirecektim çünkü onu hak ediyordum.

Onunla ilgili olan boktan kısmı kafamdan sildim ve Arda gibi oturduğumuz kayalıkta hafifçe arkama yaslanıp güneşin batışını izlemeye başladım. Şu an iki evsiz gibi göründüğümüze emindim.

“Arda, geri döner misin?” buraya asıl geliş amacıma direkt olarak giriş yaptığımda Arda, sanki komik bir şey söylemişim gibi kahkaha attı. Gülmesini beklemediğim için yüzümde hafif bir şaşkınlık oldu. Komik bir şey mi söylemiştim?

“Yağız, seni senden daha iyi tanıyor. Aranızda nasıl bir ilişki var lan? Bu nasıl bir bağ? Yağız’ın izin vereceğini bilsem sizi bir hocaya okuttururdum, cinli misiniz nesiniz?” dalga geçercesine konuşmasıyla ona ne diyorsun sen şeklinde saçma bir bakış attım.

“Sensin be cinli pis kafir. Deme üç harfli falan geceleri tek uyuyorum ben. Hem ne alaka Yağız?”

Yüzümdeki ifade onu gülümsetirken söylenmemle kıkırdayarak uzandığı yerden doğruldu.

“İki gün önce konuştuk. Senin bana gelip iş teklif edeceğini söyledi ve tesadüftür ki o da benden bir şey istedi.” dedi eğlenir bir biçimde. Anlattıklarıyla önce beni tanıyor olmasının içimde oluşturduğu hoşnutluğun keyfini sürdüm fakat ardından gelen onun da Arda’ya teklifte bulunduğu bilgisi tüm hislerimi yıkarak yerine sinir hücrelerimi aktifleştirdi. Dudaklarımdan kaçan hah nidasıyla elimdeki biradan bir yudum aldım ve inanamadığımı belli eden bir yüz ifadesiyle Arda’ya döndüm.

“Şimdi de benim işime mi çomak sokuyor? Ne dedi sana onun yanında değil benim yanımda ol mu?” diye sordum hırsla. Bu adam ne yapmaya çalışıyordu anlamıyordum ama beni çok zorlamaya başlamıştı. Artık o duyduğum hisler bana yabancı geliyordu. Bir anım bir anıma uymuyordu, bir an ondan nefret ederken bir an kollarında son nefesimi verecekmişim gibi hissediyordum.

Aşk böyle bir şeyse gerçekten de boktan bir şeydi.

“Ona o kadar öfkelisin ki gerçek Yağız’la, öfke duyduğun Yağız’ı karıştırıyorsun. Dikkat et Alisa, öfke insanı tüketir. Yıktığın adam bana senin yanında olmam gerektiğini söyledi. Akın ve Seda’yı bu işe çok sokmak istemiyormuşsun, geriye de bir tane adam dedi ismini hatırlamıyorum onunla tek kalıyormuşsunuz. O yüzden senin tarafında olmamız istedi.” Arda’nın tane tane sanki bir aptala anlatır gibi konuşmasıyla kaşlarım hayretle kalkarken utangaçlıkla bakışlarımı kaçırdım.

Bu adam ne yapmaya çalışıyordu? Beni destekliyorsa niye o tarafa geçmişti?

“Tamam, neyse ne sen soruma cevap ver benimle misin?” Arda, sorumla bıkkın bir nefes verdi. Ayağa kalkıp tam önümde durdu. Onun önümde durmasıyla bende doğrulup oturma pozisyonuna geçtim. Uzun boyundan dolayı başımı normalden daha fazla kaldırdım.

Gözlerinde bu durumdan hoşnut olmadığını belli eden bir çekingenlik vardı. “Gerçeği söylemem gerekirse bu lanet dünyaya tekrar girmek istemiyorum ama sana borçluyum. O orospu çocuğunu öldürdün yani seninle olmaktan başka seçeneğim yok. Hem Zeynep’te olsaydı seninle olmak isterdi.” gözlerini arka tarafımızdaki restaurantta gezdirdi. “Bana birkaç gün ver, buradaki işlerimi halledeyim.” duymak istediğimi söylediğinde konuşma benim için bitmişti. Hızla ayağa kalkıp kollarımı ona dolarken eski bir arkadaşa kavuşmanın hüznü anılarımı canlandırdı. Her ne kadar bazıları tarafından sırtımdan vurulmuş olsam da bazı dostlarım işim düştüğünde yanımda olabiliyordu.

“Teşekkür ederim. Söz bir an önce bitireceğiz bu işi ve herkes kendi hayatına dönecek.” dedim net bir tonla. Arda, gülerek kendini benden çekerken alayı bir tavırla gözlerini devirdi.

Elini omzuma yerleştirirken “Hadi artık bu kadar konuşma yeter. Bıktım sizin dertlerinizden.” diye söylendi gülerek. Yalandan da olsa alınmış bir tavırla karnına elimin tersiyle vurdum.

“Bizde zamanında sizinle uğraşıyorduk Arda Bey, her şey sırayla.” gülerek elimi başıma götürüp asker selamı vererek yanında uzaklaşmış arabama doğru ilerliyordum ki arkamdan seslenmesiyle durup ona baktım.

“Alisa, onu çok boşlama. Eskisi gibi olmaya başlamış, eğer bir kez daha eskiye dönerse daha düzelmez.” uyarır tonla konuşurken gözlerinden akan tereddüt ayaklarıma bir beton misali devrildi. Kaşlarım duyduklarımla çatılırken yerimde huzursuzca kıpırdandım.

Yine eski haline mi dönüyordu?

“O nereden çıktı? Bir şey mi yaptı?” onu düzeltmek için neredeyse kendimi kaybediyordum yine eskisi gibi olmasına asla izin vermezdim. Veremezdim.

“Birisi sana tokat atmış galiba...” durakladı, kendiyle savaşıyor gibi tereddütle söyleyip söylememe arasında kaldı ama sonunda pes edercesine başını eğdi.

“Ruh hastası, adamın elini yakmış.” söylediğiyle yok artık dercesine gözlerimi büyüttüm. Dudaklarım şaşkınlıkla aralanırken bunu fırsata çevirmek istercesine derin bir nefes aldım. Cidden beni öyle durumlara sokuyordu ki onunla ne yapacağıma karar veremiyordum.

İkimizde bu kadar yoğunken kavuşamıyor ve bunun yanında sürekli etrafa zarar veriyorduk. Birbirimizi tüketiyorduk ama yine de ayrılamıyorduk.

Arda'ya verebileceğim bir cevap olmadığından kafamı tamam anlamında salladım ve arabama binip derin düşüncelerle saraya doğru yol almaya başladım...

Saraya girmemle kendi çalışma odam ve Aras’ın odası arasındaki yol ayrımında onu seçerek odasına doğru ilerledim. Aramız biraz soğuktu ama yine de beni üzememek için bir şey yokmuş gibi davranıyordu. Kapısının önüne gelmemle kapıyı bir kere tıklattım ve içeri girdim. Gözlerim hızla onu bulduğunda gördüklerimle gülmemi bastıramadım. Çalışma masasında oturmuş, masasında kule edasıyla sarılmış evraklarla kendi oyun sahasını kurmuş gibi görünüyordu ama asla keyifli değildi.

“Ooo kolay gelsin en iyi Yöneticim.” dedim gülerek. Aras, konuşmamla kafasını önündeki kağıttan kaldırıp bana baktı ve yüzünde bariz bir nefret kusma vardı.

“Senin Yönetici olma teklifini kabul eden dilimi dikiyim. Bana ne oğlum bu boktan kağıtlardan?” isyan edercesine söylenmesiyle kahkaha atarak masasının önündeki deri koltuğa kendimi bıraktım.

“Ya bu işler öyle kolay değil. Neler çekiyorum ben.” alaylı konuşmamla Aras, yüzünü buruşturdu ve koltuğunda rahatça yayılırken çenesiyle beni işaret etti.

“Sen neredeydin?” beni merak etmesinin verdiği keyifle bacak bacak üstüne atarken kollarımı koltuğun iki yanına yasladım.

“Arda’yla konuşmaya gittim. Teklifimi kabul etti, o da artık bizimle.” onu kendi tarafıma çekmem gösterdiğimden daha çok hoşuma gitmişti. Her ne kadar benim arkadaşım olsa da Arda, Yağız’la daha yakındı. Onu da seçebilirdi.

Aras, söylediğimle önce anladım dercesine kafasını salladı, ardından da bir anda gözlerini kısarak “Beni mi daha çok seviyorsun onu mu?” diye sordu ciddi bir şekilde. Sorusundan çok tepkisi komiğime gittiğinden gülmemi zoraki şekilde bastırdım.

“En çok seni seviyorum, oldu mu?” üstten bir tavırla konuşurken aynı zamanda da elimle saçlarımı arkama ittim.

“Oldu oldu, güzel oldu. Aferin.” dedi keyifle ve sıkkın bir nefes bırakarak masaya doğru eğildi.

“Alisa, ne yapacağız şimdi? Çok zaman kaybettik. Elimizde sadece bir parça var.” aklımda olan düşüncelerden birini bir engel gibi masanın ortasına koymasıyla yüzümdeki keyif ifadesizlikle gölgelendi.

“Bu şehirdeki parça kimde?” diye sordum oflarken. Ithaca’yı halletmiştik. Şimdi de kendi şehrimi halledip sonra sırasıyla diğer şehirleri aradan çıkarabilirdim.

“Burayı boşver ya. Dion’dakini alalım bence. Oradaki Lider, geçen sene bizim futbol takımını dağıtmıştı göt, gıcığım ona.” Aras’ın her yalan söylediği zaman yaptığı gibi konuyu asıl konudan uzaklaştırma çabasına kaşlarımı çatarken içimdeki huzursuzluk kendini gösterdi. Niye buradakini almıyorduk?

“Aras, ben buradakini almak istiyorum ve alacağım. Parça kimde?” diye sordum sakin ama sert bir üslupla. Ses tonumla yerinde rahatsızca kıpırdanan Thor, aklıma hiç duymak istemediğim bir gelmesine sebep oldu. Sinir gülümsemesiyle masasına eğilirken içimdeki gerginlik benden içeri bir ben daha yaratmış öfkemi de onun kontrolüne bırakmıştı.

“Sakın bana Yağız, deme!” diye bağırmamla yutkunarak bakışlarını kaçırdı.

“Ondaymış.”

Olmasına ihtimal vermek istemediğim gerçeğin doğruluğunu onaylamasıyla gülerek koltukta önüme döndüm. Hayal kırıklığı bir kol olmuş beni bağrına basarken stresle ayağımı sallamaya başladım. Oturduğum koltuk sanki bana batıyor gibi hissediyordum. Varlığım sanki bana ihanetmiş gibi geliyordu artık.

Benim için bu işe girdiğini söyleyen adam ihtiyacım olan şeyi niye bana vermemişti?

“Hani benim için girmişti bu işe? Ne zamandan beri parça onda?” gözlerim önümdeki sehpanın üzerinde duran kürede oyalanırken kilit soru dudaklarımdan döküldü.

“Alisa, sorun bu değil şimdi. Hazırlık yapalım, yarın Dion’daki parçayı alalım.” Aras’ın uyarırca konuşmasıyla bakışlarım ona döndü. Gözlerimden içeri süzülen soğukluk beynime sıçramıştı sanki. Asıl istediğim cevabı vermemesini umursamadan inatla üstüne gittim. “Aras, parça ne zamandır onda?”

“Başa geçtikten birkaç gün sonra yerine bakan adam ona teslim etmiş.” diye mırıldandı tedirginlikle.

“Ve o bana vermedi parçayı.” diye tamamladım onu.

İhtiyacım olduğunu bildiği halde bana onu vermeyip saklamayı tercih etmişti çünkü bu onu güçlü yapıyordu. O güçleniyordu, o güçlenirken onun yaptıkları beni benim gücümü tüketiyordu.

Gücü benim üzerimde kötüleyen adam, benim üzerime basarak güce kavuşuyordu. Hem de ben onun için her şeyimde vazgeçerken. Sevginin ölümle eş değer olabileceği o seviyede insanı kalbinin de öldürebileceğini öğreniyordum. Bu yaşımda öğreneceğim en ağır şeylerden birini deneyimliyordum.

Aşk; fazlası zehir, azı yetersiz. Bağlılık; fazlası intihar, azı ihanet.

Ben ikisinin de fazlasıyla kendimi intiharıma hazırlıyordum. Babam beni uyarmıştı.

Seviyordum. Sevmemeliydim.

Benim sınavım kendimdim.

İçimde oluşan hayal kırıklığıyla elimi hızla beni bunaltan saçlarıma attım. Beni bunaltan onlar mıydı yoksa onları seven adam mıydı bilmiyordum ama istemiyordum onları. Zaten geçen hafta kestirmiştim onları, omuzlarıma kadar geliyorlardı ama artık buna bile dayanamıyordum. Cebimden çıkardığım tokayla saçlarımı toplayacaktım ki ensemdeki saçlar kolyemin zincirine takıldı. Onların zincire takılmasıyla ensemde oluşan acı sanki tenim kesilmiş gibi bir his yarattı içimde ve ben sanki kan kaybından ölecekmişim gibi içimde tuttuğum acıyı akıtmaya başladım. Sinirle bağırıp boynumdaki kolyeyi hızlıca boğazımdan çekerek koparttım ve boğazımla saçlarımda hissettiğim acıyla ağlamaya başladım.

Tükendiğimi hissediyordum, her ayağa kalkmaya çalıştığımda yediğim çelme artık boyumu aşmıştı.

İç çekerek ağlamaya başlamamla Aras, hızla yerinden kalkıp önümde diz çöktü. Ben önüme eğilmiş içimde oluşan yaralara ağlarken o eliyle yüzümü yüzüne çevirdi. Kahveleri, acılıydı.

“Ağlama, vardır bir bildiği. Kızdığı için vermemiştir. Kıyamaz o sana.” ikna etmeye çalışırcasına konuşmasıyla alt dudağım titreyerek sarktı. İçimde tutamadığım bir baraj vardı ve kapıları açılmıştı. Aslında ağlamazdım ben, bana yapılanın karşılığını verirdim ama kendime nasıl karşılık verebileceğimi bilmiyordum.

“Aras, ben... yapamıyordum. Deniyorum ama sürekli düşmekten çok yoruldum.” yoruldum ve artık asla istemeyeceğim şeyi isterken kendimi bulmaya başladım. “Aras... benim için birini öldürür müsün?” istekli titrek sesimle hızla kafasını salladı.

“İstediğin herkesi öldürürüm, Başkan’a kadar yüksel. Kral’a götüm yemez ama diğerlerini gözümü kırpmadan öldürürüm senin için.” net şekilde yanındayım dercesine elimi tutarken söyledikleriyle içimde bir şeyler koptu. Bastırdığım duygularımın üzerinden kopan örtülerin bağları bir bir koparken açık kalan yaralarım kan ağlarcasına gözlerimi doldurdu.

Dudaklarımdan dökülmek istemeyen ama içimdeki küçük kızın artık dayanamadığını belli edercesine beni zorlayarak söylettiği o cümle ikimizin arasına bir yıldırım gibi çarptı.

“Beni öldürür müsün? Çok yorulmuşum.” kelimeler bir cümle olup dilimi keserken hızla dudaklarımı birbirine bastırdım. Aras’ın söylediklerimle sevgi dolu gözleri yerini acıya bırakırken yüzümdeki eli kasıldı, elimi tutan eli bırakmak istemediğini belli edercesine sıkılaştı. Gözlerimizin birbiriyle konuştuğu o kısa süre zarfında ne konuştular bilmiyorum ama elimdeki eliyle beni hızla kendine çekip sarıldığında iyi şeyler konuşmadıklarını anladım. Onun bana sarılmasıyla tutamadığım benliğim içindeki acıları akıtmak için daha da hareketlendi. Kollarında sarsılan bedenimi sakinleştirmek istercesine sırtımı ovmaya başladı.

“Saçma sapan konuşma. Ölmek kelimesi yasak sana kızım. Senin için tek bir kelime var o da yaşamak.” kafasını geriye atarak gözlerime baktı. “Yorulursun, düşersin ama sonunda ayağa kalkarsın. Kendine gel. İçindekilerin seni yıkmasına izin verme. Sen yıkılmazsın, yıkarsın.”

Başımı hızla iki yana salladım. “Çabalıyorum, yıkmamak için...” burnumu çektim, şu an çocuk gibi görünmem umurumda değildi. “Yıkılmamak için gerçekten çabalıyorum. Ben kötü biri olmak istemiyorum Aras. Babamı sevmek istiyorum, Yağız’ı sevdiğim için pişman olmamak istiyorum. Neden bana böyle davranıyorlar?” yanağıma süzülen yaşı parmağının ucuyla silerken başımı omzuna yasladı.

“Şerefsiz babanı sevme, onu siktir et. Yağız’a gelince de eminim ki vardır bir açıklaması, o sana zarar vermez Alisa. Kendine verir sana vermez. Bekleyelim biraz belki verir.” teselli verircesine konuşmasıyla iç çekerek ona sarıldım. Şu an ondan başka kimsem yoktu. Kapattığım gözlerimi aralayarak ağlamamın bittiğini düşünmüştüm ki karşıdaki duvarda gördüğüm silüet karşısında bedenim kaskatı kesildi.

Derya Havas... kızgınlıkla ve hayal kırıklığıyla bana bakıyordu. Üzerinde o geceki kıyafetler vardı, temizdi. Sanki arabası kilometrelerce sürüklenip patlamamış gibi...

Onu görmemle korkarak hızla Aras’tan uzaklaşıp ellerimle gözlerimi ovdum. Ellerimi gözlerimden korkarak çektiğimde kalbimdeki çarpıntıyla annemi gördüğüm yere baktım.

Ama o orada yoktu. Beni görmeye dayanamamıştı. İstediği gibi değildim artık.

Annemin gitmesiyle derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Benim doğrulmamla Aras’ta kalkmıştı. Bakışları üzerimde tereddütle gezinirken bir anda değişen ruh halim ona tuhaf gelmiş olmalıydı. Onun bana olan bakışını umursamadım ve telefonumu çıkarıp saate baktım. Saat akşam sekizdi...

“Hazırlıklara başla. Yarın Dion’daki parçayı alacağız. Ben şimdi buradaki parçayı alacağım!” dedim duygusuzca ve ona bakmadan kapıya doğru yürüdüm. Aras, emrimle kolumdan tutup beni durdurdu.

“Saçmalama, Yer Altına mı gideceksin?” sert şekilde konuşmasıyla kaşlarımı çatarak hızla kolumu elinden çektim.

“Evet, en fazla ne olabilir ki? Sıkıldım artık bitsin bu oyun. Unutma bu oyunu ben kurdum, kuralları da ben koyarım.” dedim ve hazırlanmak için odama doğru ilerledim...

&

İste ve al.

Kaçmak mı istiyorsun kaç, yüzleşmek mi istiyorsun yüzleş. İkisini birden istiyorsan işte o zaman sıçtın.

Ve sanırım ben sıçmıştım.

Peruğun rahatsızlık veren hissiyle şapkamı iyice kafama oturttum. Deri ceketimin kollarını çekiştirerek kimseyle göz göze gelmeden Yer Altı sokaklarında dolaşmaya devam ettim.

Evet, ben Soylu Alisa Havas, kaçak yollarla girdiğim Yer Altının sokaklarında tek başıma dolaşıyorum.

Şu an yanımdan geçen insanlar benim Soylu olduğumu bilseler hiç düşünmeden üstüme çullanırlardı. Onlara göre Krallık, bir yiğiciydi. Onları kabul etmeyen Krallık onları sömürüyordu ve biz Soylular da buna ortaktık.

Bu tamamen saçmalıktı. Onların istediklerini yapmaları demek düzeni bozmak demekti. Düzen olmazsa kurallar olmazdı ve ne yazık ki insanlık düzensiz yaşayacak kadar akıllı değildi.

Gerçi şu an burada bizden insanlarda vardı. Krallığa ait şehirlerde uyuşturucu yasaktı ve bizim insanlarımız da burada gelip içiyorlardı o pisliği. Aslında iki tarafta ne istediğini tam bilmiyordu. Bu yüzden de düşmandık.

Düşmanlarımın çoğunlukta olduğu bölgede tanınmamak için elimden gelen her şeyi yapmıştım.

Yakalanmadan bu bölgeden çıkarsam kendime güzel bir hediye alacaktım.

İçimdeki tedirginliğin bedenime yansımasını engellemeye çalışırken Aras’ın benim için öğrendiği bilgiyle kalbimin düşmanının bulunduğu barın önüne geldim. Normalde Lider’ler böyle halkın takıldığı barlara gitmezdi. Hepsinin kendi adına kurdukları eğlence mekanları olurdu ama benim yeni Lider olmuş tanımadığım şahsım bu kuralı yıkmış karşımda keşlerin olduğu basit bir barda takılmayı tercih etmişti.

Yüksek sesin sokağa yansıdığı bardan içeri girdiğimde karşılaştığım kalabalıkla yüzümü buruşturdum. Alkol ve ter kokusu mide bulandırıcı bir sisle ortamı doldururken neon ışıklar insanın gözlerini kör etmeye meyilliydi. Kalın giysilerimden ve içimdeki korku dolu tereddütten doğan sıcaklık beni terletirken dans eden insanlarında arasından bir yılan misali süzüldüm. Biraz ilerlemiştim ki kulağıma gelen sesle bir an içimde farklı bir kıpırdanma oluştu. Kafamı kaldırıp sahneye baktığımda kalbim düşmanını tanıdı ve depara kalktı.

Hem de öyle böyle değil...

Sahnede gördüğüm kişi beni görmese de benim onu görmem yeterliydi kalbim için. Karşısındaki kimseyi umursamadan söylediği şarkıyla beni yanmaya davet etti. Yüzündeki çaresizliğin sesine yansımasıyla sanki burada olduğumu biliyormuş gibi isyan etmeye başladı ve her bir kelimesiyle bana buraya geliş amacımı unutturdu.

Ziyadesiyle şerdeyim, gece gündüz oldu.

Bir yalansa kefaretim, ödeyeli çok oldu.

Bir yalansa kefaretim ödeyeli çok oldu.

Hani zamandı tek çare.

Devrildim şişelerce.

Kabulüm mesafene.

Bir gecelik olmak nedir öğret duymasın kimse.

İlelebet aşk bu bendeki.

Kör olası yaktı içimi.

Ara sıra uğra kalbime.

Oyunun içinde tut beni.

İstemem söz sevmeni...

Oyunun içinde tut beni diyordu. Bir gecelik olmayı öğret diyordu... söyledikleriyle çok şey diyordu ama bilmiyordu ki bunları söylemesine gerek yoktu. Ben onu hayatımdan, kalbimden, oyunumdan çıkaramazdım ki zaten.

Biz ayrı olsak da birdik.

Sadece bana yalan söylemese, beni bizden uzaklaştırmasa yeterdi.

Ben uzaktan onu izlerken o kendini şarkı söyleyerek hayatta tutmaya çalışıyordu. Şarkının bitmesiyle gerçek dünyaya dönen düşmanım onu dinleyenlere bakmadan sahneden indi. Uzaktan gözlerimle onu takip ediyordum ki bir kadın ve bir erkeğin olduğu masaya oturdu. Onun masaya oturmasıyla spor giyimli kadın onun kulağına doğru eğilip bir şeyler fısıldadı. Kadının söyledikleriyle, Yağız’ın içimi yakan sıcak gülümsemesi yüzüne kondu ve kadının bu gülümsemeyi benim göremediğim yakınlıktan görmesi içimde hissini harladı.

Kimdi lan bu kadın?

Onun yanında oturuyordu, kokusu burnundaydı, gözleri gülümsemesinin taçlandırdığı gamzeleriyle bir tablo gibi duran yüzündeydi. Siktir.

Buraya geliş amacım bir an zihnimden uçtu ve işle aşkı karıştıran ruhum aşk acısı kısmını seçerek beni duygudan duyguya savurdu. Ne yani ben öyle dedim diye o da bir ay içinde kızlarla takılmaya mı başlamıştı?

Hani ayrıldık diye ilişkimiz bitmiyordu?

Daha fazla durmanın bana acı çektirmekten başka bir işe yaramayacağını kavramamla çıkışa doğru ilerledim. Geldiğim yolu takip ederek bu bölgeden hızla çıkmak için yürümeye başlamıştım ki peşimden birinin geldiğini fark ettim.

İşte şimdi has siktir!

Yakalanırsam bırak Soyluluğumu hayatımı alırlardı benden. Bu düşünceyle yan sokağa girip hızlı bir şekilde yürümeye başladım. Adamla aramızda kendimi saklayabileceğim kadar bir mesafe vardı. Buna güvenerek yüksek seslerin geldiği sokağa doğru ilerledim. Köşeyi dönmemle karşıma çıkan barlar sokağı içimin rahatlamasını sağladı. Sırtımdan süzülen terler içinde gerginliğim doğurduğu stres bir olup bedenimi kıskacına almış olsa da korku dikkatimi topluyordu. Etrafta kafası iyi olduğu için kendinden geçen insanlar, duvar diplerinde öpüşen çiftler vardı. Onların arasına karışarak biraz ilerlemiştim ki arkama bakmak için döndüğümde birinin beni kolumdan tutup yanımdaki binaya yaslamasıyla hızla vurmak için elimi kaldırdım. Beni tutan kişi ona vuracağımı anlamasıyla iki elimi tutup üstüme yaslanarak kendisine karşı koyma imkanlarımı ortadan kaldırdı.

“Rahat dur! Görmesinler seni.” duyduğum sesle ve üstüme yaslanmasıyla burnuma dolan kokusu bu kişinin, tanıyıp tanımama arafında olduğum kişi olduğunu anlamamı sağladı.

Onun kim olduğunu anladığımı anlamasıyla ellerimi bırakıp yüzümü avuçladı. Kendi yüzünü de yüzüme yaklaştırmasıyla beni tamamen görünmez yaptı.

Beni kendine sakladı.

Hiç beklemediğim bir anda bu kadar yakınlaşmamız tüm beyin fonksiyonlarımın durmasına sebep oldu. Biz şu an çok yakındık. Onun alkol kokan nefesi benim titrek nefesime karışıyordu ama öpüşmüyorduk. Nefes aldıkça yükselen göğüsledim onun sert göğsüne çarpıyordu ama çarpılan bizim tenimizdi. Kıyafetlerimizin bile engelleyemediği o ten çarpışmasını hissediyorduk.

Aramızda çok az bir mesafe vardı ve bu planlarım dahilinde değildi. Evet, planlarım arasında yakınlaşmamız vardı ama bu kadarı yoktu. Hazırlıksız yakalanmıştım.

İçimde oluşan hisleri düşünmemeye çalışmak için gözlerimi omzunun üstünden arka tarafa doğru çevirmiştim ki beni takip eden adamın biraz ilerimizde olduğunu gördüm. Adama yakalanırım korkusuyla hızla ellerimi beni örten adamın omuzlarına çıkardım. Sanki şu an tutkuyla öpüşen bir çift gibiydik.

Yağız’ın temasımla kasılması beni de gererken “Sen buranın Lider’i değil misin? Kovsana adamı!” diye söylendim sadece onun duyacağı bir sesle. Yağız, söylediğimle beni iyice duvarla kendi arasına aldı. İkisinin arasında sıkışmamla hissettiğim duyguların zihnimde bazı anları canlandırması sert bir şekilde yutkunmama sebep oldu.

Alisa, kendine gel kızım! Bu adam senin bildiğin adam değil. Tamam, bedeni aynı ama ruhu aynı değil!

“Ne diyeyim? Soylu geldi, gidin mi? Bulamayınca giderler. Hem senin ne işin var burada?” diye sordu sinirle. Sorusuyla bir an buraya neden geldiğimi düşündüm ve geliş amacımı hatırlamamla kendime ona söyleyebileceğim başka bir olay bulmak için zorladım.

“Görevlinin elini yakmışsın. Niye yaptın bunu?” diye sordum kısık çıkan sesimle. Gözlerim başka bakacağım yer olmadığı için dudaklarındaydı ve ben biraz daha oraya bakmaya devam edersem kendimi tutamayacağımı da biliyordum. Dudaklarının dudaklarımda nasıl hissettirdiğini iyi bilen içimdeki arsız tarafım şimdiden bazı yerlerimi zorlamaya başlamıştı. Ona boyun eğemeyeceğim için gözlerimi sıkıca kapattım.

O, şu an yasak elmaydı ve ben kurallara uyan biriydim. Şeytana boyun eğmeyecektim.

Yağız, konuşmamla yanağımdaki elini hareket ettirdi. Tenim onun oyun alanı gibi parmaklarını oyalarken bedeni bedenimi hapsetmişti. “Alisa, bana yalan söyleyemediğini ne zaman anlayacaksın?” parmakları yanağım ve boynum arasında sürüklenirken dudakları çeneme değdi. Daha fazla bulunduğumuz durumda kalamayacağımı hissederek yerimde kıpırdandım.

“Gitmedi mi? Bunaldım.” dedim zoraki bir sesle. Sıkışmışlığım sesime yansımıştı ki üst dudağı keyifle kıvrıldı. Bunu tenimde hissetmiştim. Bedenini hafifçe benden uzaklaştırmasıyla derin bir nefes alarak gözlerimi açmıştım ki ışığı sönmüş okyanusları görmek bir darbe daha vurdu kalbime. Ben ne yapacağımı bilemez bir şekilde gözlerine bakarken arkadan gelen seslerle Yağız, hızla elimi tutup beni yürütmeye başladı. Ona karşı koymadan hangi sokağa girerse girsin peşinden ilerledim. Birkaç sokak değiştirmemizle adamları atlattığımızı anladık. Omurgamdan aşağıya süzülen ter damlaları bir ağırlık olup bedenimi hantallaştırmaya çalışsa da direndim.

Yağız, etrafın temiz olduğuna emin olduğu an elimi bıraktı. Bedenini hızla bana döndürdüğünde bir an yüz yüze gelmemiz beni şaşırttı.

“Ne işin var burada?” bağırışı boş sokakta yankılanırken bende aşağı kalamayacağımı hissettim.

“Sana ne? Kim dedi sana gel yardım et diye?” karşı çıkmamla Yağız, olumsuz anlamda kafasını salladı ve bir şey demeden arkasını dönüp yürümeye başladı. Beni bırakıp ilerlemesiyle şaşkınca arkasından baktım.

Cidden beni bırakıp gidecek miydi? Hem de burada?

Beni bırakma gibi bir seçeneğinin olduğunu düşünmesine sinirlenerek hızla arkasından ilerlemeye başladım. Beni bırakmayı düşünemezdi, nasıl bunu yapabilecek kadar beni yok sayardı?

Arkasından adımlarken onu durdurmak için herhangi bir şey diyemedim. Ben bu adama başkasıyla evleneceğimi söylemiştim. Şimdi ne söyleyip onu durdurabilirdim ki?

Aklıma gelen çocukça şeyi yapmaktan başka çaremin kalmadığını düşünerek hayatımda utanacağım en kötü anlardan birini kendi ellerimle kabul ettim.

Ayağımı burkmuş gibi yapıp kendimi yere düşürdüğümde acı içinde bağırdım. İki elimin üzerinde ayağımı sanki kımıldatamıyormuş gibi dururken hızla yere oturdum. Yağız, bağırmamla durup bana baktı ve yerde olduğumu gördüğünde hemen bana doğru koştu. Dizlerinin üzerinde eğilip beni incelerken oldukça dikkatli ve korkmuş görünüyordu.

“İyi misin?” korku barındıran sesi bir an kalbimi burksa da kendimi tuttum ve ağlamaklı bir ifadeyle bacağımı okşadım ama elimi hiç bileğime değdirmedim, oraya dokunmaya korkuyor gibi davrandım.

“Ben iyiyim ama ayağım değil. Ayağımı burktum, lazım o bana.” dedim üzgün bir tonla. Yağız, elini yavaşça bileğime götürdü. Hafifçe dokunmuş olmasına rağmen yüzümü buruşturup elini ittim. Bakışları yüzüme değindiğinde gerçekten acıdığını iyi yansıtmıştım ki bir şey demeden beni kucağına aldı. Kollarıyla havalanan bedenim onu hiç zorlamadı. O beni taşırken bende bir kolumu boynuna atıp kafamı omzuna yasladım.

Bu anı kaçıracak değildim. Ayrılmış olmamız onu özlemediğim anlamına gelmiyordu.

“Hastaneye gidip gösterelim.” net bir şekilde komut vermesiyle kafamı omzundan kaldırıp burun kıvırarak başımı salladım.

“Gerek yok hastaneye, buz tutsam bir saate geçer. Sen beni arabama kadar götür yeter. Gerçi bunu yapmak da istemeyebilirsin belki...” sesimi umutsuzca alçalttım. “Sen beni şuradaki banka bırak ben Aras’ımı ararım.” aitlik eki kullanmamla homurtusu kulaklarıma ulaştı. Kasılan bedeninden doğru yolda olduğumu anlamıştım. Yağız, bir eliyle beni tutarken hızla diğer eliyle cebinden telefonu çıkartıp bana verdi. Elime bıraktığı telefonla ona şaşkınca baktım.

O bana bakmaya tenezzül etmeden “En son arananlardan ikincisini arayıp kulağıma tut.” dedi emir verircesine. Emir kipiyle konuşmasına sinirlensem de bu seferlik altta kalabileceğini düşünüp dediğini yaptım. Birkaç saniye sonra telefonun açılmasıyla karşıdakinin ne dediğini anlamadım ama Yağız’ın ona emir vermesiyle çalışanlarından biri olduğunu anladım.

“Evin önündeki tüm adamları arka tarafa geçir. Biriyle geliyorum görünmemesi lazım.” sert sesi karşısında bakışlarım yüzünde takıldı. Kendini çabuk kaptırmıştı Lider olarak görmeye. Bu hoşuma gitmemişti. Yağız, çalışanlarına her zaman kibardı...

Ben ona bakarken kullandığı ev kelimesiyle evine gittiğimizi anladım.

Biraz hızlı ilerliyorduk sanki...

“Konuşma bitti Alisa.” diyen sesini duymamla zihnimdeki düşünceleri hızla silip telefonu kulağından çektim. Yer Altının insandan yoksunlaşmış sokaklarında ilerlerken villaların olduğu yere gelmemizle bana kısa bir bakış attı.

Kafamdaki şapka ve peruğa tuhaf bir şekilde bakıp “Sakın kafanı boynumdan kaldırma. Ben diyene kadar.” dedi uyarır tondaki sert sesiyle. Kızmasına bozulsam da kafamı tamam anlamında salladım ve başımı boynuna gömdüm. Özlediğim yere ulaşmanın keyfiyle onun kokusunu içime çekerek gözlerimi kapattım. Yağız, sert adımlarıyla biraz ilerlemişti ki bir an durdu.

“Yağız, ne oluyor? Kim bu kadın? Sakın o deme!” diyen kadın sesiyle kaşlarımı çatarak kafamı kaldırmak için hareketlenmiştim ki Yağız, benden önce davranıp eliyle kafamı boynuna bastırdı.

Rahat bir tavırla “Biraz barda takıldık, fazla içti işte. Ne yapsaydım orada mı bıraksaydım?” dedi ve sesini sertleştirerek ekledi. “Ayrıca onunla işim yok, buraya getirecek kadar aptal değilim.” bu konuşmada o kişisinin ben olduğumu bilmenin siniriyle kıpırdanmamı karşıdaki kişinin anlamayacağı şekilde ayarlayıp dişlerimi boynuna geçirdim. Canını acıtacak kadar sert şekilde ısırmamla Yağız’ın eli kasıldı ve bacaklarımın altındaki elini kullanarak baldırımı sıktı.

“Tamam. Adamlar arka bahçede, sen emir verene kadar orada duracaklar.” dedi kadın ve yolumuzdan uzaklaştı, bunu kadının konuşmasının bitmesiyle Yağız’ın yürümesi anlamamı sağladı.

Evin giriş kapısına ulaşmamızla Yağız, parmağını okuttu ve kapı açıldı, açılan kapıdan içeri hızla girip kapıyı kapattı. Kapının kapanma sesini duymamla hızla kafamı boynundan kaldırıp öfkeli gözlerimi onun sinirli okyanuslarına bağladım.

“Kim o kadın?” Yağız, benim sorumu umursamadan holden peşin adımlarla geçti ve oturma odasına girerek beni koltuğun üstüne yavaş şekilde yerleştirip burktuğum ayağımı da önümdeki sehpaya uzatmamı sağladı. Mavileri beni yerleştirdiği konuma dikkatlice baktı ve sonunda rahatımdan emin olarak doğrulup gözlerime akıttı zehrini.

“Sana ne kim olduğundan? Başıma ne işler açtığının farkında mısın?” sert sesi azarlar tonda bana çarptığı için mi yoksa dışardaki kadını koruduğu için mi bilmiyorum ama yerimde kıpırdanarak gözlerimi kaçırdım.

Ne yani pişman mıydı bana yardım ettiği için?

“Ben sana bırak beni dedim, sen bırakmadın. Neden şimdi bağırıyorsun bana?” diye söylendim alınmış bir edayla. Yağız, alındığımı anlamıştı ki sıkkın bir nefes verdi burnundan. Elini bileğime götürerek hafifçe okşadı.

“Buz getireceğim bekle burada.” ben bileğimdeki eline bakarken sakin sesiyle yine emir vermesinin siniri yüzüme yansıdı.

“Aman yemeyiz evini merak etme.” dedim mırıldanarak. Sanki evini kurcalayacaktım...

Yağız’ın odadan çıkmasıyla hızla incelemek için etrafa bakınıyordum ki kapıdan üstüme doğru bir şeyin uçmasıyla şaşkınlıkla gözlerimi açtım. Kucağımda beni koklayan küçük köpeğe şaşkınlıkla bakakaldığımda Yağız’ın bahsettiği kızın bu olduğunu hatırladım. Siyah gözlerini yüzüme odaklamış şekilde beni koklayan yavruya onu korkutmayacak şekilde elimi yaklaştırdım ve yumuşacık sarı tüylerini okşamaya başladım. Dokunuşumdan hoşlandığını belli edercesine mırlamasıyla içimde tuhaf bir hoşnutluk oluştu. Yüzümdeki gerçekçi gülümsemenin tohumu olan köpek, kucağımda yattığında tüm odağım o olmuştu. Daha küçücüktü.

Yağız’ın adımlarının sesi kulağıma ulaştığında başımı kaldırıp ona baktım. Ciddi yüzünde hiçbir duygu olmamasına aldırmadım ve gözlerimi tekrar ceketimdeki fermuarla oynayan köpeğe çevirdim. Ben köpeği severken Yağız, hiçbir şey söylemeden bileğime buz tutmaya başladı.

“Adı ne?” ben ona bakarken o bana bakma gereği duymadan bileğimle ilgilenmeye devam etti.

“Vega.” köpeğe yıldız ismi vermesi yüzümde küçük bir tebessüm yarattı. Küçükken sarayın kütüphanesinde geçirdiğimiz zamanlarda ben fantastik kitaplar okurken Yağız, astronomi ve tarih kitapları okurdu. Bunun onda faydaları olmuştu...

Ben Vega’yla oynarken Yağız’ın bir an buzu çektiğini hissettim, kafamı kaldırıp ona baktığımda buzu almış odadan çıktığını gördüm. Onu umursamayarak diğer ayağımı da rahat bir tavırla sehpaya yerleştirdim. O sıra Vega, babası gibi hainlik yaparak onun peşinden koşup beni tek bıraktı. İkisinin yokluğundan faydalanarak cebimden telefonumu çıkartıp Aras’a merak etmemesine dair bir mesaj attım. Ben mesajı atıp telefonu yan koltuğun üstüne bırakmıştım ki Yağız, elinde kremle odaya girdi. Büyük salonda yanıma beş büyük adımla geldi, fazla aceleci davranıyordu; hemen gitmemi mi istiyordu?

Bana bakmadan kremi bileğime sürmeye başladı, soğuk krem tenim üzerinde yayılırken bende demin yarım kalan inceleme işine devam ettim. Salonu ikimizin de sevdiği gibi siyah ağırlıklıydı. Modern döşenmiş, spor tarzdaydı. Gereğinden fazla süs eşyası yoktu. İki karşılıklı duvar boyunca montelenmiş soyut tablolar vardı sadece. Beğenmiştim. Gözlerimi eşyaların düşebileceği kuytu köşelerde gezdirirken Yağız’ın elinin bileğimden yukarı doğru çıktığını hissettim. Hareketiyle kafamı çevirip ona baktığımda gözlerimiz çarpıştı.

Gözlerindeki yoğun duygular bir büyüle beni kendine bağlamıştı. “Alisa.” dedi ahenkli bir tonla. “Bana yalan söylemeyi bırakman gerektiğini kaç kere söylemeliyim?”

Sorusuyla ve gözlerindeki duygularla yutkunarak yerimde kıpırdandım. “Ne yalanı? Yalan söylemem ben, iftira atma.” üste çıkmak istercesine sinirli bir edayla karşılık verirken içte içe inanmadığını biliyordum.

Tehlike vaat eden bir tebessümle beni süzdü ve elini bileğimde dolaştırdı. Dokunuşları kışkırtıcıydı, tıpkı bakışları gibi. “Buz tuttuğum bileğin farklı, krem sürdüğüm bileğin farklı ve sen hiçbir tepki vermedin.” alaylı sesiyle küçük düşürücü bakışları yüzümde gezindi. Söylediğiyle sehpanın üzerinde olan iki bacağıma baktım ve hafifçe öksürdüm. Burası biraz fazla sıcak olmuştu.

Aferin Alisa, rezil olmakta bir numarasın kızım!

“Şey yardımların için teşekkürler. Ben gideyim artık. Hem ikimizin de başı ağırmasın.” dedim gülümseyerek ve ayağa kalkmak için hareketlendim... hareketlendim ama hareketim karşımdaki adamın dokunuşuyla yarım kaldı.

Yağız’ın bileğimdeki elinin teması kesmeden yukarı doğru çıkmasıyla yerimde oturmak zorunda kaldım. “Bu gece ikimizin de bir yerleri ağırayacak.” diye mırıldandı ve eli dizimin üstünde durdu. Bana sorgularcasına bakan gözlerine altındaki duyguları görmek istercesine baktım. Fazla karışıktı irisleri, tıpkı benim bedenimi karıştırması gibi.

“Niye geldin Alisa?”

Sorusuyla yutkundum ve gözlerine ciddi bir ifadeyle baktım. Geri adım atmayacaktım. Oynamak mı istiyordu? Seve seve oynayacaktım çünkü acı acı alacaktım ondan verdiklerimi.

“Niye gelmemi istedin?” diye sordum kadınsı bir tonla.

Gözleri titredi.

“Niye gelmek istedin?”

“Gelmemi istedin. Beni evine getirmek için ne kadar da uğraştın Lider?” diye sordum alayla.

Gözleri üzerimde arsızca gezinirken parmakları bacağımı kavramıştı. Dokunduğu yer yanıyordu halbuki ben soğuk terler döküyordum.

“Gelmek istedin. Evime gelmek için ne kadar uğraştın öyle Soylu?” dedi ve bacağımı sıkarak ekledi. “Neden Geldin?”

Omuz silkerek ona dudak büktüm. “Sen soruma cevap ver bende vereyim. Söylesene sokakta numara çevirdiğimi bildiğin halde niye oyunuma eşlik ettin? Benim bir bacak burkmasıyla ağlamayacağımı bilirsin sen.”

“Seninle oynamak istedim. Sana eşlik etmek istedim.” dedi tok bir tonla ve beni afallattığının bilinciyle üsteledi. “Niye geldin Alisa?”

“Benim işlerime karışmaman için seni uyarmaya geldim. Adamın elini yakmak ne demek? Mafya mısın sen?” diye söylendim sinirle ama bu içimden geldiği için ortaya sürdüğüm bahane değildi. Ben hala oyun kısmında kalmıştım.

Yağız, konuşmamla gülümsedi ve elini çekmeden yanıma oturdu. Üç kişilik koltukta bacaklarımız birbirine sürünüyordu. Bakışları içimi gıdıklarken teması beni uyuşturuyordu.

Siktir, hatırla Alisa. Aldığın eğitimleri hatırla.

“Değil miyim? Şu an neredesin Soylu?” erkeksi sesi haklılığıyla içimi yaktığında tepki veremedim. Şu an benim burada ne işim vardı?

“Bir daha benimle ilgili olan konulara bulaşma. Yağız, bu yaptığın normal değil. Eskisi gibi oluyorsun yine.” kucağımdaki ellerime doğru bakarken mırıldanışım ikimizin arasındaki havayı kırdı. Yağız, kelimelerimle elini biraz daha yukarıya götürdü. Onun elinin teması bedenimdeki hakimiyeti kendine devretmeye meyilliydi. Ne tesadüf ki içimdeki arsız tarafta öyle.

“Sen niye benimle ilgili olan konulara karışıyorsun. Ben eskisi gibi olmak istiyorum.” soğuk sesiyle yavaşça kafamı kaldırıp ona baktım. Gözlerindeki duygusuzluğun içimi soğutmasıyla onun benden çoktan uzaklaştığını fark ettim.

Benim okyanus gözlüm benden uzaklaşıp kendini tekrar pis sulara karıştırmaya başlamıştı...

“Yağız, sen bu değilsin.” dedim gözlerine bakarak. Karşı çıkışım hoşuna gitmemişti. Bacağımdaki elini canımı acıtmayacak kadar sıktı ve gözlerime derin bir şekilde baktı.

“Alisa, şu an niye buradasın? Niye o piçin yanında değilde buradasın?” diye sordu sert sesiyle. Sorusuyla kaşlarım çatılırken kastettiği piçin kim olduğunu düşündüm, büyük ihtimal Cihan’dan bahsediyordu.

“İstediğim yerde olurum seni ilgilendirmez.” dedim onun gibi sert bir şekilde. Yağız’ın eli karşı atağımla daha da yukarı çıkıp kasık çizgimde durdu. Oraya yaklaşmasıyla içimin titremesini engelleyemedim.

“İstediğin yer burası demek...” üst dudağı kışkırtıcı şekilde kıvrıldı. Parmağı şortumun içine sızdı. “Niye burada olmak istiyorsun?” sert sesinin yanına tutkuyu da eklemesiyle iplerin elimden kaydığını hissettim. Akılsız cevaplarımla iyice köşeye sıkıştığımı anlamanın verdiği sinirle kalkmak için ayaklanmıştım ki Yağız, bacağımdaki elini belime sarıp diğer eliyle bacağımı tutup beni karşı karşıya geleceğimiz şekilde kucağına oturttu. Bir anda gelişen anla istemsizce ağzımdan küçük bir şaşkınlık nidası kaçtı. Yağız’sa benim şaşkınlığımı umursamadı ve beni kucağına yerleştirip derin bir şekilde zamana meydan okurcasına topraklarıma bakmaya başladı.

Emindim. Şu an kafası yerinde değildi... yoksa bu durumun başka açıklaması olamazdı.

Bir eli bacağımın üzerindeyken diğer eli kalçamla belimin arasındaki kavisteydi. “Kelebeğim...” ses tonu bile tenimin titreşmesi için yeterliydi. “Benim kelebeğim kendine başka birini bulmuş ama yine bana gelmiş. Neden gelmiş Alisa?” diye sordu kısık sesiyle.

Başkasını bulmuş derken bacağımda olan elinin kasılmasından şu an ikimizin de normal olmadığını anladım ve şimdi bu konuyu konuşmamızın sırasının olmadığını düşündüm.

“Bunları sonra konuşmalıyız bence, sen yorgun görünüyorsun. Ben gitsem iyi olacak.” dedim ama Yağız, gitmeme izin verecek herhangi bir hamlede bulunmadı. Aksine belimdeki eliyle beni kendine çekerek göğsümü göğsüne yasladı.

İkimizde iyi değilken, ikimizde yanıyorken bu kadar yakın olmamız iyi değildi.

Gözleri yüzümün her bir noktasına yağmur olup damlarken göğsünden yayılan sıcaklık bir ev gibi hissettiriyordu. “Yorgun görünüyorum çünkü yoruyorsun. Sen beni çok yoruyorsun ve bunu isteyerek yapıyorsun.” dedi şikayet edercesine. Konuşurken eli ceketimin içine süzülmüş belime dolanmıştı ama dolandığı belimin çevresindeki kemerde fark ettiği saldırı araç gereçleriyle duraklamıştı. Kavradığı bıçağı çekip aramıza koyduğunda umursamazca omuz silktim. Yağız, keyifle yan taraftaki diğer silah ve bıçağı çıkartıp koltuğun yan tarafına koyduğunda gözlerimi kıpraştırdım.

“Bu aramayı eve girmeden önce yapman gerekmiyor muydu Lider? Ceketimin cebinde de kelepçe var, belki almak istersin.” diye söylendim çenemi dikleştirerek. Yağız, söylediklerimle gülerken elini belime sardı. Bakışları keyifle parlıyordu.

“Kelepçe niye getirdin aklında birini kelepçelemek mi var?”

Başımı iki yana salladım. “Geçmişte sevgilim kelepçe kullanarak birini öldürmüştü. Belki lazım olur diye aldım.”

Söylediklerim ona ulaştığında göz bebeklerindeki patlamayı gördüm. Sırtımdaki eli yukarı aşağı hareket ederken bacaklarım iki yanında onu sıkma isteğiyle dolmuştu ama kendimi tutmaya çalışıyordum.

İçimde iki taraf kavga etmeye başlamıştı ve ben bu kavganın ortasında kalmıştım. Bir tarafım her şeyi siktir et şu anı istediğin gibi yaşa derken bir tarafım olanları ve olacakları unutma siz birlikte olamazsınız diyordu. Yağız, ikilemde kaldığımı anlamış gibi beni kendi tarafına çekmek için kışkırtmaya başladı.

“Şu an gidebilirken neden gitmiyorsun Alisa?” diye sordu yüzüme doğru fısıldayarak. Bedenimi etkileyen fısıldamasıyla tenim onun teni için yanmaya başladı. Kalbim onun karşında diz çökmüştü. Beynim bana ulaşmaya çalışıyordu ama kalbim onun tepkilerini bastıracak şekilde kadınlığımı öne atıyordu.

“O kız kimdi? Barda konuşup güldüğün?” içimden gelen soru dudaklarımdan döküldüğünde kendimi ona bırakmıştım. Gözlerim yüzünün her bir noktasına değerken ellerim de her yerine dokunmak istiyordu.

Yağız, sorduğum soruyla belimdeki eliyle beni kendine daha çok yasladı. Daha fazla yakınlaşmamızla gözlerim istemsizce dudaklarına kaydı.

Ne kadar olmuştu onları öpmeyeli... otuz beş gün, bu uzun bir süreydi. Özellikle bizim gibi ayrılıkla sevişmiş insanların dayanamayacağı kadar özlemli bir mahsunluktu.

“Ayrıldık biz farkındasın değil mi?” diye sordu keyifle. Sorusuyla gözlerimi zoraki şekilde dudaklarından ayırıp yoğun olan mavi gözlerine çevirdim ve mavilerinin çerçevelediği bakışlarında içime işleyen yoğunluğu ruhumdaki savaşın onun lehine sonuçlanmasını için beni zorlamaya başladı.

Tutku ve arzu insanın tehlikeli zaaflarıydı, özellikle varlığıyla zevk noktalarınızı bilen birinden gelen bu zaaflar içinizdeki şeytanın kazanması için yeterliydi.

Gözlerine gözlerimdeki alevlerle karşılık verirken “Ayrıldık diye ilişkimiz bitiyor muydu?” diye sordum. Yağız, ona yaptığım atıfla beni baştan aşağıya süzdü. Cevap vermeden önce başımdaki şapkayı ve peruğu çıkardı. Ardından yavaşça üstümdeki ceketi bedenimden sıyırıp yere fırlattı. Toplu olan saçlarımdan dolayı açık olan boynuma kaşlarını çatarak baktı.

“Bitiyormuş ki sen önce başkasıyla adını demeyeceğim şeyi yapmayı düşündün ve sana aldığım kolyeyi çıkardın.” sinirli sert sesi yüzündeki hayal kırıklığını katlarken iç çekerek elimi boynuma götürdüm.

Parmaklarımı boynumda gezdirirken “Saçlarım zincire takıldı, bir anda saçımı çektiğim için canımı acıtınca bende sinirlenip kopardım.” dedim ve elini tutup kolyeyi koparırken zincirin kestiği yere götürdüm. Yağız, işaret parmağıyla yaramı okşarken diğer elini yanağıma sardı.

“Canın çok acıdı?” kafamı evet anlamında salladım. Bakışları cevabımla yumuşarken bana doğru eğildi.

“Önceden yaralarını öperdim ve acıları geçerdi.” dedi ve kulağımın ilerisindeki kesiğe sıcak, güven kokan bir öpücük bıraktı. Dudaklarının dokunuşuyla kısa süreli gözlerimi kapatıp bir aydır çektiğim özlemin acısının geçmesini bekledim. Dudaklarının tenimden ayrılmasıyla göz kapaklarımı rüyadan uyandırdım.

“Artık sen öpünce geçmiyor yaralarım.” diye mırıldandım üzgünce.

Çünkü artık yaralarım fiziksel değil ruhsaldı...

Cümlem odadaki havayı soğuturken bizi daha çok yaktı. Yağız’ın elleri tişörtümün uçlarını kavradı ve yukarı doğru kaldırdı. Onun yukarı kaldırmasıyla kollarımı kaldırdım ve çıkarmasına yardım ettim. Yağız, tişörtü yere atarak ellerini belimin iki yanına yerleştirdi. Bakışları hiç bedenime kaymamıştı gözlerime bağlıydılar.

“Emin misin?” diye sordu bana adımı sorsa cevap veremeyeceğim bir tonla ve vakit kaybetmeden ekledi. “Deneyelim, güzelim.” dudakları kalbimin üstüne değdiğinde yara bandının sadece bir kağıt parçası olmadığını fark ettim.

Bazen yara bandı yarayı açanın dudakları olabilirdi. Bazen yara bandı katilinizin gözleri de olabilirdi.

Ama unutmamalıydım. Her yara bandı işe yaramazdı.

Onunki şu an yaramıştı çünkü ona ihtiyacım vardı.

Sıcak dudaklarının tenimi yakmasıyla tutmaya çalıştığım inlememi tutamadım ve elimi omzuna götürüp sıktım.

Biz şu an ne yapıyorduk?

Yağız’ın dudakları tenimden ayrılmadan kendini başka bir hedefe doğru götürdü. Bir sonraki hedefinin şah damarım olduğunu anlamamla onun için kafamı biraz daha yan yatırıp yer açtım. Şah damarıma sıcak bir öpücük bırakıp tutku dolu gözlerini bana çevirdi.

“İşe yarıyor mu?” ses tonu evet de dercesine üstümde baskı kurarken benim yerime onun için kıvranan yerlerim konuşsaydı yarayıp yaramadığını anlamam için daha fazla öpmen gerekiyor derdi ama ben sorusuyla ilgilenmeyi yüzmekten korkmadığım okyanuslarına derinliğini hesaplamak istercesine baktım.

“Babam, seni öldürmem gerektiğinde yapıp yapmayacağımı sordu...” cümleler bir diken olmuş dilime batıyordu. “Bana seni öldürüp öldüremeyeceğimi sordu.” dedim elimi yanağına götürüp hafif çıkmış sakallarını okşarken. Dudaklarımdan dökülen acı dikenlerle Yağız, beni kendine çekip sarıldı. Kimsenin ikimizi ayıramayacağı kadar beni göğsüne saklayıp kollarıyla bizi tek bedene hapsetti.

Sanki sarılışıyla beni senden kimse alamaz demek ister gibiydi...

“Eğer gerekirse yap. Beni öldürmen gerekirse öldür ama sakın beni yaşarken öldürme. Alisa, bir kurşun senin söylediğin o cümleden daha çok acıtmaz canımı. Biliyorum ki yapmazsın, yapamazsın böyle bir şeyi ama sakın. Sakın bir daha bununla alakalı konuşma veya düşünme bile. Oldu da o içindeki canavar kandırdı seni, işte o zaman gözüm hiç kimseyi görmez. Seni bile...” her bir cümlesi bir yemin barındırırken kolları sıkıca beni ona sakladı. Söylediklerinin içimi rahatlatması gerekirken daha da bunaltması kalbimde tuhaf hisler yaratsa da üstünde durmamayı seçtim. Ondan uzaklaşırken sadece kalbim benimleydi. Mantığın canı cehennemeydi.

“Söz ver, eskisi gibi olmak yok. Uyuşturucu yok, öfkeni kontrol etmeyi bırakmak yok, zevk için insanların canını acıtmak yok. Benim sevdiğim adam olmaktan vazgeçmek yok.” her bir cümlem ikimizin arasındaki bağa bir düğüm atarken gözlerim Yağız’ın duygularını okumak istercesine gözlerinde asılı kaldı. Bir sürü duygu sıra sıra geçti okyanuslarında ve sadece bir tanesi derinine battı. Pişmanlık.

Pişmanlığın derinine batmasıyla içimden bir ürperti geçti. Umarım ki pişman olacağı bir şey yapmamıştı.

“Söz, sen benden vazgeçme; bende kendimden.” net sesi bir nebze olsun içimi rahatlatırken gülümseyerek başımı tamam anlamında salladım. Gözleri gülüşüme takıldığında dudakları gerildi. Bunun verdiği hazla ellerimi gömleğinin düğmelerine götürdüm. Yağız, ona onay verdiğimi anlamasıyla beni kendine çekerek dudaklarını evlerine kavuşturdu. Özlediğim dudaklarının dudaklarım arasında can bulmasıyla bacaklarımın arasındaki sıcak noktada evine kavuşmak istiyordu ki eksik olduğunu belli edecek şekilde beni uyarıyordu. Ellerim hızla düğmelerini çözdüğünde gömleği omuzlarından sıyırdım. Sert kasları elimin altında sanki daha da sertleşiyordu. Yağız, bir elini belime yerleştirdiği gibi diğer elini de kalçama koyup beni kucağına alarak ayağa kalktı. Dudakları nefesimi tüketirken ben sanki tükeniyormuş gibi değil de daha çok canlanıyormuş gibi hissediyordum. Alt dudağını dişlerimin arasına alıp çekiştirmemle sırtımı sertçe koridorun duvarına yasladı. Duvarın sertliği arasında kalçamda hissettiğim sertlik dudaklarımdan kaçan inlemenin sebebi olduğunda kafamı çekerek ona baktım.

Gözleri tutkuyla dans ederken arsızlığı beni kafesine almıştı. Üst dudağı tehlikeli bir şekilde kıvrılırken bakışları boynuma kaydı. “Sen eve gelirken beni ısırmıştın değil mi?” bu bir soru değildi bu kadınlığıma ağır bir darbeydi. Bu darbe beni inletecek kadar vurucuydu. İstediğim darbenin bu olduğunu fark etmemle elimi ensesine yerleştirerek saçlarıyla oynamaya başladım.

“Çok da önemli değildi sanki o, daha kötülerini yapmıştım.” cilveli konuşmamla Yağız, kafasını boynuma doğru götürdü ve sıcak dokunuşlarıyla beni yükseltmeye başladı. Dili tenimin üzerinde dans ederken dudakları kendi mührünü basıyor gibiydi. Kendimi onun dokunuşlarında serinletirken aslında daha çok yakıyordum ama yanmak istiyordum onun beni yakmasını.

Artık elma umurumda değildi. Şeytan... şeytana uymayacaktım çünkü asıl şeytan bendim.

Öpücükleri dudaklarımdan kısık iniltiler dökerken hiç beklemediğim bir anda izini belli edecek derecede dişlerini tenimde hissetmemle inleyerek elimdeki saçlarını çekiştirdim. Yağız, verdiğim tepkiye gülerken ısırdığı yeri öptü ve odaya doğru ilerlemeye başladı.

Yatak odasına gelmemizle içimden geçen düşünceler hissettiğim duygularla tekrar tartışmaya başladı. Dışarda bambaşka bir hayat varken bizim burada sanki normal bir gecedeymişiz gibi sevişecek olmamız içimde derin bir huzursuzluğa sebep oldu. Biz bu değildik, biz sabah iki farklı yola gidecektik ve hatta birbirimizden nefret etmemize sebep olacak şeyler yapacaktık...

Ben düşüncelerle boğuşurken Yağız, çoktan sütyenimi çıkarmış beni yatağın üzerine yatırmıştı. Dudakları gerdanımdan göğsüme doğru süzülürken başımı geriye doğru atarak mırıldandım.

“Son kez.” Yağız, konuşmamla kafasını göğsümden kaldırıp bana baktı. Bedeni bedenimin üzerinden yukarı doğru süzülürken ikimizin de vücudu nemlenmişti. Eliyle toplu olan saçlarımı açarken gözleri sorgularcasına gözlerimdeydi.

“Ne son kez?” diye sordu ne dediğini anladım ama anlamamazlığa vuruyorum vuruyorum dercesine.

Saçlarımı özgürlüğe kavuşturmasıyla konuştuğumuz konudan uzaklaşarak yastığa dökülen saçlarıma kaşlarını çatarak baktı.

“Saçlarını kesmişsin.” mutsuz sesiyle içimdeki yara olan konu iç çekmeme sebep oldu. Ellerimi göğsünden başlayarak karın kaslarına doğru sürmeye başladım.

“Okşayacak kimse yoktu. Varlıkları daha çok yalnız hissettiriyordu.” dedim ellerimi kemerine götürüp çözmeye başladım. Yağız, saçlarımı okşarken eğilip yastığın üzerindeki birkaç teli öptü.

“Saçlarının her bir teli benim bir damarım. Onları her kesişinde benim de bir damarımı kestiğini unutma. Bırak uzasınlar... uzasınlar ki ellerim daha çok dokunsun onlara.” dedi yalvarırcasına. Kafasını saçlarımdan çekip bana baktığında gözlerindeki ateş bizi yakmak istercesine harlanmıştı. Ellerim pantolonunu çözmüş aşağı indirmeye çalışırken sırıtarak doğrulup pantolonundan kurtuldu ve benim şortumu çözmeye başladı.

Gözlerim onun işine odaklanmış yüzünde gezinirken duyduğum beklentiye zıt şekilde çenemi dikleştirdim. “Son kez sevişeceğiz. İkimiz aynı tarafta buluşana dek bir daha beraber olmayacağız. Aramızda üçüncü kişi olmayacak ama bizde bir olmayacağız.” dedim net bir şekilde. Yağız, söylediklerimle gülümsedi ve şortumu bacaklarımdan sıyırdığı gibi yan tarafa atarak bacaklarımın arasına girip üzerime uzandı. Eli uyluğumdan başlayarak kadınlığıma doğru ilerlerken o bir an bile gözlerini gözlerimden ayırmadı. Ben aldığım kısık kısık nefesler ona bakarken o parmaklarını onun için kıvranan kıvrımlarımda gezdiriyordu. Parmaklarına bulaşan ıslaklığımla gülümserken eğilip iki göğsümün arasına dudaklarını bastırdı ve yavaşça sol tarafa doğru kayarak sertleşmiş sol göğsümü dudaklarıyla ezmeye başladı. Aynı saniyeler içinde içime kaydırdığı parmağının hissi bedenimi sararken inleyerek parmaklarımı çarşafa doladım. Göz kapaklarım hissettiğim zevkle ağırlaşırken yanan bedenim terlemişti. Dişleriyle ezip dudaklarıyla rahatlattığı göğsümden çekilirken bana alttan bir bakış attı. Parmağı girip çıkmaya devam ederken yanına eklediği parmakları hazzı arttırmıştı. Karın kaslarını tenime sürterek boynuma uzandığında ellerim hızla sırtına kaydı.

“Her seferinde son sefermiş gibi tutkuyla, sanki ilk sefermiş gibi istekle sevişeceğiz ve bunun asla bir sonu olmayacak.” dedi içimi yakan erkeksi sesiyle. Söylediğinin ikimizi de yükseltmesiyle artık ona daha fazla karşı koyamayacağımı anladım. Elimi boxerının üzerinden sertliğine sardığımda inlemesi kadınlığımın zevkle kasılmasına sebep oldu. Siktir. Bunu istiyordum.

“Bu gece.” dedim ve kendimi ona doğru ittim. “Son gecemiz, bu gece tüm benliğimle senin olmak istiyorum. Bana kimin kadını olduğumu göster.”

Cümlem bittiği anda odaya yayılan yırtılma sesiyle iç çamaşırımı yırttığını anladım. Yüzümdeki arsız gülümsemeyle ona bakarken onun beni korkutması gerekirken daha çok yükselten gözleriyle karşılaştım. Kendi çamaşırını çıkartıp bacaklarımın arasındaki yerini aldığında dudakları uyluklarımdan başlayarak onun için akmaya yüz tutmuş kadınlığıma doğru bir rota tutturmuştu. Elleri kalçalarımı iki yandan kavramış yoğururken ben parmaklarım hissettiğim zevkle çarşafa sarılmıştı.

Bu his bambaşka bir şeydi. Bu his doğmak gibiydi. Onunla doğmak.

“Bu gece sana kimin olduğunu göstereceğim.” dili bunu temin edercesine içime süzüldü. “Bu gece buraya geldiğin için pişman olmana sebep olacağım.” dilinin yanına eklenen dişleriyle çığlık atarak saçlarını çekiştirdi.

“Siktir! Siktir!” küfürler peş peşe dökülürken dilimden bu gecenin çok da kolay geçmeyeceğini anlamıştım.

Şikayetçi olacak mıydım? Hayır. Çünkü bu gece öfkesini çıkaran sadece o olmayacaktı...

&

Yıldızların aydınlattığı odada yattığım yeri yadırgamanın verdiği rahatsız hisle gözlerimi isteksizce araladım. Odada gezen gözlerim yanımda elimi tutmuş bir şekilde yatan adama kaydı. Ay ışığının yakışıklı yüzünü aydınlatmasıyla gülümseyip elimle saçlarını alnından ittim. Ona bakarken vücuduma batan tatlı ağrılar gülümsememi daha da genişletirken kuruyan boğazımın su diye isyan etmesiyle sessiz bir şekilde Yağız’ın tişörtlerinden birini giyip odadan çıktım. Tahminsel ilerlemelerim sonucu ilk tahminimde mutfağı bulmanın sevincini yaşarken masanın üstündeki sürahiden üçüncü denemede bulduğum bardağı doldurmaya başladım. Suyu içerken aymamış gün ve rahatlamış boğazımla biraz daha uyuyabileceğimi düşündüm. Mutfakta gözlerimi dolaştırdığımda saat görememenin verdiği şansızlıkla gözüme Yağız’ın telefonunu kestirdim. Ekran tuşuna bastığımda ekranın açılmasıyla gözlerimi kısıp saate baktım. Saat üçü yirmi geçiyordu, yani bu da biraz daha uyuyabileceğim anlamına geliyordu. Telefonu geri kapatacaktım ki bakılmamış bir bildirimin olduğunu fark ettim. Bir mesajdı, kaydedilmemiş bir numaradan.

Hayır, Alisa bakmayacaksın diye uyaran melek iç sesim içimdeki şeytana yenilerek kendini bir süre çıkmamak üzere sessizliğe bıraktı. İçimdeki merak duygusuna engel olmayacağımı anladığımda hızla parmağımı okutup telefonu açtım. Mesaja girdiğimde okuduklarımı ilk bir an anlayamadım ama sonra yazanın çok yakınımdan olduğunu fark ettim.

Çok yakınım ama bir o kadar uzağım olan biri tarafından yazılan bir mesaj...

-Babamla konuştum. Hep beraber konuşup anlaşalım diyor, o yüzden müsait olduğun bir zaman söyle de konuşalım.-

Okuduğum kelimelerin her bir hecesinin içime ok gibi saplanmasıyla telefonu yavaşça masaya bırakıp oturma odasına ilerledim. Koltuğa oturmamla içimde oluşan boşluğun bedenime yayılmasının her bir acı anını ilk sefermiş gibi aynı yakıcı hisle hissettim.

Daha iki saat önce her şeyi beraber aşacağımızı konuştuğumuz adam beni aşmış, babamla ve ablamla iş yapmaya başlamıştı.

Beni elinde tutup kendi istediği gibi hareket edebilecekti.

İçimde hissettiğim öfkenin beni tekrar ele geçirmesiyle buraya ilk geliş amacımı düşündüm. Onun beni iki güzel bakışı, iki güzel öpüşüyle kandırmadan önceki amacımı...

Oturduğum koltuktan kalkıp hızla yerdeki ceketimi elime aldım. Cebine koyduğum kelepçeyi elime aldığım gibi beni yeniden doğmama sebep olup bir gecede tekrar öldüren adamın yanına yürüdüm.

İlk planımda onu bardayken kandırıp arabaya götürerek arabada kelepçeleyip parçayı almak vardı, şimdi ise evinde yapacaktım bunu yani planım çok da bozulmamıştı.

Sadece biraz ruhsal acı yaşamış fiziksel doyum yaşamıştım. Artı eksi birbirini götürüyordu. Tıpkı onun yalanlarının bizi ayırması gibi.

Sessiz adımlarla odaya girdiğimde sırt üstü melek gibi uyuyan düşmanıma baktım. Yüzümde hiçbir değişme olmadı onu izlerken, ifadesizdim halbuki demin ona gülümserken ne kadar da güneşliydim.

Yavaşça yanına yaklaşıp elini okşayarak tutup kaldırdım. İlk dokunduğumda kıpırdansa da dokunanın ben olduğumu bildiği için uyumaya devam etti. Bu tavrına gülümsedim ama düşmedim. Sağ elini yatağın başlığına kelepçelememle durup yüzüne baktım.

Beni sürekli sırtımdan vuran bir babam varken bir de hayatımda olan tek kişinin de sürekli beni vurması artık içimdeki kelebeği öldürmeye başlamıştı.

İçimdeki kelebek ölürse geriye tek içimdeki canavar kalacaktı ve onu durduracak hiçbir engel olmayacaktı...

Aklımdan uyandığında yaşayacağımız yüzleşme geçerken kalbim çoktan ağlamaya başlamıştı...

Loading...
0%