Yeni Üyelik
47.
Bölüm

46.Bölüm "Pranga Kalpte Öfke Dilde"

@senabookss

“Seni seviyorum çünkü beni canlı hissettiriyorsun. Senden nefret ediyorum çünkü beni çürütüyorsun.”

Bazen kim olduğunu unutur insan. Kim olduğunu, içinde taşıdığı ruhun ne için yaşadığını... her şeyi unutur ve bu unutkanlığı yaşatan anı düşünür çünkü sadece düşünebildiği şey o andı. Kalbinin cansız bir şekilde atıp içindeki boşlukta yankılanan sesiyle sadece hissedebildiği kalp atışlarıyla diğer tüm fonksiyonlarını kaybedip o ana odaklanır. O anı nasıl yaşadığını düşünür ve bir cevap bulamaz. Bulamadığı cevabın içini yakışını hisseder ama bunu durduramaz, yanan içi onu öfkelendirir ve çalışmayan fonksiyonlarının kurbanı olarak öfkesinin kölesi olur çünkü bu onu unutkanlık anından tek öfkenin kurtarabileceğini düşünür.

Ve evet, beni kurtaran öfkemdi çünkü ben aşkla kendini zehirleyen bir zavallıydım. Karan, haklıydı. Ben babasından sevgi kırıntısı bekleyen küçük bir kız çocuğu, sevgilisinin peşinde sürüklenecek kadar sevgisizdim. Öfkem, beni uyandırıyordu.

Ben uyanmak istemiyordum ama kader beni her seferinde tekmeleyerek öfkeme köle ediyordu.

Karşımda melek gibi yatan adamın içimde hissettirdiği duygulara odaklanmak istiyordum. Onlara odaklanırsam içimdeki öfkenin kölesi olmam diye düşünüyordum ama başaramıyordum. Öfkem o kadar yoğundu ki tüm benliğimi ele geçirmiş beni ben yapan her şeyi düşmanım bellemişti. Ben şu an kim olduğumu değil kim olamadığımı düşünüyordum.

Ben hiç özgür olamamıştım, ben hiç ben olamamıştım. Ben hiç onunla kurduğum mutluluğun gerçek olabileceğine yürekten inanmamıştım. Hep bekliyordum, mutluluğumun elimden çekip alınacağını biliyordum.

Korkular... korkular bir gün gerçek olur çünkü kalbinden geçen her bir ihtimal senin sınavın olur.

Kayıp benliğimi ararken bana hediye olarak gönderilen küçük adamın benimle beraber büyüyüp yaralarımı onaracağına, beni ben yapacağına inanmıştım ve bu inancım karşısında olan herkese karşı gelip onu hayatım yapmıştım.

Annesinin küçük tırtılı büyüyecek, kozasından çıkıp kelebek olacak ve tüm Krallığa diz çöktürecekti...

Babasının askeri kendini sadece babasına adayıp onun yolunu açacak ve babası için kendini feda edecekti...

Ama asla Alisa, olmayacaktı. O sadece ondan istenilen şeyleri yapacak akıp giden hayatta yalnızca izin verildiğinde akışa uyacaktı.

Bunu ben seçmemiştim.

Ben istememiştim gücün peşinde koşan arsız canavar olmayı...

Kalbimin düşmanı sanıyordu ki ben bunu istiyorum. Hayır. Bu benim isteğim değil görevimdi. Ben bana verilen görevi yapıp özgürlüğümü kazanmak istiyordum. Ben, benden istenilenleri yapıp onunla hayalimizdeki hayatı yaşamak istiyordum...

Ve tabi ki kader benim isteklerimi elinin tersiyle itip kendi isteklerini önüme kanlı bir yol üstünde acıların zemin olduğu bir halıyla sunmuştu.

Gördüğüm mesajın da etkisiyle istemesem de kaderin seçtiği yolda ilerleyip ilk adımımı acı dolu halıya atmıştım. Artık geri dönüşü yoktu.

Güneşin ilk ışıklarının tenine vurmasıyla yatakta kıpırdanan adamı izledim. Boşta olan elini benim yattığım tarafa doğru kaydırdı ve karşılaştığı boşlukla kaşlarını çatarak gözlerini araladı. Karşında, şifonyerin üzerinde oturan bana çarptı gözleri ilk ardından da kelepçelenmiş eline. Gördüğü kelepçeyle önce yüzünde şaşkınlık oluştu, bir saniye sonrada inanamadığını belli eden hadi canım tebessümü. Hızla kafasını çevirip tekrar bana baktığında gözlerindeki ifade sertleşmişti. Dün geceki adam değildi, tıpkı benimde dün gece kollarında kendinden geçen kadın olmadığım gibi.

“Tamam. Kötü bir şaka, hadi şimdi çöz şunu.” tıslarcasına konuşmasıyla birleşen yüzündeki sinirli ifade içim hiçbir etki yapmadı. Şu an şeytan ve iblisin dansının heyecanını yaşıyordu bedenim, onun duyguları duyulmayacak kadar kısıktı içimde.

Yüzüme yayılan heyecanlı gülümsemeyle iki elimi birleştirerek heyecanla iç çektim. “Daha yeni başlıyoruz bebeğim. Rahatla, her şeyi şimdi başlıyor.” yerimden zıplayarak ayağa kalkıp ona doğru ilerledim. Aramızda dört adım kalacak şekilde durdum, o da ona yaklaşmamla yatakta doğrulup sırtını yatak başlığına yasladı. Bakışları olanları anlamak istercesine davranışlarımı inceliyordu. Sanki içimdeki yangını görebilirmiş gibi.

Yüzümdeki duygusuzluk onda ne hissettirdi bilmiyorum ama ciddiyetimi fark etmişti ki yüzü öfkeyle gölgelendi. “Güzelim, şu an ne yapmaya çalışıyorsan yapma. İkimizde üzülmeyelim.” sakin kalmaya çalışırken bir yandan da beni tekrar büyülemeye çalışıyordu ki ses tonu kalbime dokunacak şekilde ikna etmeye meyilli şekilde döküldü dudaklarından.

Söylediklerini duymamayı seçtim ve ona bir adım daha yaklaştım. “İkimizde üzüleceğiz. Bundan sonra ikimizin de yüzünün gülmeyeceğini temin ederim sana Lider.” dedim ve başımı eğerek dudaklarımı büktüm. “Parça nerede? Bana şifreyi ver ve bu oyun bitsin.” Yağız, tüm söylediklerimi büyük bir ciddiyetle dinledi; ta ki son cümlemi duyana kadar. İsteğimle sesli bir şekilde güldü. Bense gülmesine hiçbir tepki vermedim ve ciddiyetle onu izledim. O istediği kadar gülebilirdi, ben o parçayı bu evden alıp öyle çıkıp gidecektim. Kendimden taviz verecek değildim zaten fazlasıyla vermiştim.

Yağız’ın gülen yüzü ciddiyetimin bozulmamasıyla yerini dalga geçme moduna bıraktı. “Ne şimdi, beni kelepçeledin diye ben sana hemen verecek miyim şifreyi? Yoksa bana işkence mi edeceksin?” gözleri arsızca bedenimde gezindi. “Bak bu işkence keyifli olabilir, ilişkimize yeni bir boyut getirmiş oluruz.” dalga geçerek söylediği şeylere duygudan yoksun bir şekilde gülümsedim. Yüzümdeki acı öncesi gülümsemeyle ona bir adım daha yaklaştım ve gözlerine derin bir şekilde baktım. Duygularımı gizledim, ona kalbimi açmadım ama onun kalbini görmek istedim. Belki bir umut kendimi görürüm diye ama hayır öfkem ona izin vermedi. Gözlerine sadece baktım, onu görmeden.

“Canını yakacak seviyeye daha gelmedim. Ayrıca sana ne kadar işkence edersem edeyim konuşmayacağını biliyorum...” dedim ve onu süzdüm, süzerken iç çekmeme engel olamadım. Sırtını yatak başlığına yaslamış şekilde oturuyordu, kolu kelepçelendiği için yukarı doğru kalkmıştı ki bu da kaslarını daha da göze çarpar hale getirmişti. Üstü çıplaktı, aslında tamamen çıplaktı. Pike kasığının biraz üzerinde durmuş belden aşağısını kapatıyordu. Saçları yeni uyandığı için dağınıktı ve yumuşak tutamların gece parmaklarımın arasında nasıl hissettirdiğini bilmek bedenimdeki tatlı sızıları yerlerinde titretiyordu.

Ama konumuz bu değildi.

Gözlerim tekrar okyanuslarını bulduğunda üst dudağım aykırı şekilde kıvrıldı. “Biliyor musun gün geçtikçe seni hiç tanımadığımı fark ediyorum ama bu farkındalığımın haricinde seninle ilgili en iyi bildiğim şeyden de emin oluyorum.” Yağız, ona söylediklerimle ciddileşen yüzünü bana yansıttı.

“Neymiş emin olduğun şey?” diye sordu sinirle. Beklediğim soruyu sormasıyla o uyurken değiştiğim üstüme yerleştirdiğim bıçağı cebimden çıkarttım. Bıçağı elimde döndürürken kalbimin düşmanına bakıp gülümsedim.

“Zaafın...” diye mırıldandım tehlikeli bir tonla. “Sen ve canını gözünü kırpmadan yaktığın zaafın.” karşımdaki adam söylediğim cümleyle yerinde kıpırdandı. Gözlerindeki duyguları saklayarak çenesini bana doğru kaldırdı.

“Neymiş benim zaafım?”

“Benim. Senin tek ve uğruna canını bile yakmayı göze aldığın zaafın.” dedim ve elimdeki bıçağı havaya atıp sapından tekrar yakaladım. Ardından bıçağın ucunu karnımdan başlayarak yukarı doğru kesmeyecek şekilde göğsüme doğru hareket ettirdim. Yağız, bıçağa bakarak öfkeyle nefes aldı ve bana doğru hareketlendi. Kelepçeyi o kadar çok zorladı ki yatağın başlığı sarsıldı. Başlığı kırabileceğin çekinerek burnumdan sert bir soluk verdim.

“Hareket etmeyi kes ve parçanın yerini söyle, yoksa ikimizin de istemediği şeyler olacak.” dedim uyarırcasına. Yağız, söylediklerimle durdu ve bana öfkenin en koyu tonunda hayal kırıklığının gölgesinde baktı.

“Alisa, o aklından neler geçiyor bilmiyorum ama zorlama. Beni zorlama! Hemen siktiğim bıçağı bırak ve şu sokuk şeyi çıkar. Ardından da oturup konuşalım.” bağırmanın bir al tonu olan sesiyle yüzümdeki gülümseme büyüdü ve bıçağı sütyenimin üstünden sürterek göğüs arama getirdim. Gözlerimdeki acının hissettirdiği yanma hissiyle gözlerime gelen Azra’nın görüntüsü içimde karışık bir his oluşturdu. Bu histen kurtulmak istercesine bıçağın ucunu yavaşça tenime sürttüm.

Beni ablamla vuracaktı. Acaba ne planlamıştı onunla? Ne konuşmuşlardı? Benim iki senedir görüşmediğim ablamla o ne plan yapmıştı?

“Hemen bana istediğimi vermezsen daha derin keseceğim...” bakışlarım buruk bir tebessümle onu buldu. “Biliyorsun alışkınım. Bu acıyı çok iyi biliyorum, sende biliyorsun. İzleri ikimizde de ölümümüze kadar bizimle. Tekrar bunun yüzünden canımın acımasını istiyor musun aslancık?” diye sordum sakin bir sesle.

Yağız, göğüs aramdaki bıçağa bakıp sertçe yutkundu. Gözlerinde öfkenin yanına sevgi gelmesi zihnini afallaştırmıştı. Bocalamasının verdiği keyifle bıçağı hareket ettirecektim ki bağırmasıyla durdum.

“Dur!”

Öfkeyle kelepçeli kolunu çekip bileğini kanatacak şekilde hareket etmeye başladı. Bileğinin kanamasıyla endişeyle ona baktım. Gözlerindeki nefretin emareleri gözlerimi delip geçiyordu ama ben içimdeki canavarın benden istediği şekilde davranmaya devam ettim.

Başımı dikleştirerek “Kıpırdama dedim sana. Şimdi uslu ol ve bana yerini söyle.” dedim net bir tonla.

Yağız, isteğimle bana kendinden çok uzak şekilde baktı. “Yaşadığımız hayatında parçanın da amına koyayım. Sen şu an ne yaptığının farkında mısın lan? Bize ne yaşattığının farkında mısın Alisa!” diye bağırdı odadaki havayı titretecek şekilde ve devam etti.

“Kelepçe falan tamam. Anladık parçayı almak için geldin buraya...” durakladı ve bunu bize yakıştırmıyormuş gibi devam etti. “Ama sakın bana yaşadığımız gecenin de bu oyunun içinde olduğunu söyleme!” tehdit kokan sesi tenime çarparken kalbim korkarak hatıraların arkasına saklanmış öfkem bu açığı kapatmak istercesine dümene geçmişti. Ben zihnimde onun arkamdan çevirdiği işleri düşünürken o geçirdiğimiz gecenin yalan olup olmadığını düşünüyordu. Onun düşüncesinin artık içimde bir önemi olmadığına kendimi inandırmak istercesine yüzüne duygusuzca baktım.

“Ne anlamak istiyorsan onu anla. Kendini neye inandırmak istersen ona inandır umurumda değil. Bana istediğimi ver ve kurtul.”

Yağız, gözlerime gözlerine inen karanlıkla bakarak yüzüne duygusuz bir gülümseme yerleştirdi. Şu an ki halini daha önceden bildiğim için içimde oluşan korku kırıntılarını hissetmemeye çalıştım ve derin bir nefes aldım.

“Eğer sana o parçayı verirsem ve sen beni bu halde bırakıp gidersen Alisa...” başını olumsuzca salladı. “İşte o zaman her şey biter. Sadece içimdeki canavar kalır.” uyarırcasına konuşurken ikimizde sınırdaydık. Uçurumun sınırında ve oradan önce kimin atlayacağından habersizdik.

Kelimeleriyle içimdeki boşlukta sert bir rüzgar esti. Esen rüzgar aramızdaki uçurumu derinleştirirken ben sadece istediğim şeye odaklandım.

“Yerini söyle Yağız. Senin edebiyatınla uğraşacak vaktim yok. Burada durmak istemiyorum.” vurucu kelimelerim onun sakladığı ruhuna vurgun olmuşken o bunu başarıyla gizledi. Gözlerine inen soğuklukla bana baktı ve nefret kokan sesiyle gözlerini giyinme dolabına çevirdi.

“İkinci kapağı aç ve en arkaya uzat elini, oradaki çıkıntıya bastığında kapak açılacak. Kapağın içindeki kutuda.” istediğim tarifi vermesiyle bıçağı yanımdaki koltuğa fırlatıp dolaba ilerledim. Dediği gibi elimi içeri uzattım ve tahtanın üstünde elimi dolaştırmaya başladım ama hiçbir çıkıntıya ulaşamadım.

Eğilmiş bir vaziyette bir elim dolabın içinde turlarken sinirle ona döndüm. “Hani çıkıntı? Bak oyalama beni şakam yok.”

Yağız, söylediklerimle öfkesini katlandırdı. Yerinde huzursuzca kıpırdanırken şu an şansı olsa bana yapacağı işkenceleri zihninde canlandırıyormuş gibi görünüyordu. “Orada Alisa. İstersen çöz şu sikik şeyi ben sana vereyim şifreni.” dedi dişlerinin arasından. Beni kandırma çabasına gülümsemeden edemedim. Beni kandırmak onun için çocuk oyuncağı gibiydi.

Acı dolu gülümsememi alayla gizlerken dudaklarımı büktüm. “Olur mu öyle şey? Lider Bey’i yorar mıyım ben? Siz dinlenmeye devam edin bundan sonra zaten çok yorulacaksınız.” Yağız, dalga geçmemle küfredip söylenmeye başladı ama umursamadım. Onun küfürleri eşliğinde çıkıntıyı aramaya devam ettim. Biraz daha sola kaymıştım ki elime değen çıkıntı yüzümde sinsi bir tebessüme sebep oldu. Hızla çıkıntıya bastım ve açılan kapağın içine elimi sokup kutuyu aldım. İstediğim şeye ulaşmanın keyfiyle dolaptan uzaklaşıp elimdeki küçük siyah ahşap kutuya baktım. Yüzümdeki gülümsemeyle karşımda öfkeyle harmanlanmış adama döndüm.

“Kutunun şifresini söyle.” Emreder tonda konuşmamla Yağız, yüzümdeki gülümsemeye bakıp elini yumruk şeklinde ağzına götürerek ısırdı. Şu an fazlasıyla sınırlarını aşmış, onu kısıtlamıştım. Yağız, duvarlara sığmazdı. Ona verilen emirleri kendi mantığına yatarsa uygulardı. Şimdi ise mantığı bile benim emrimdeydi. Bu onu fazlasıyla zorluyordu.

Ve evet, bunun keyfi aşırı tatmin ediciydi.

Isırdığı elini bana doğrultarak işaret parmağını bana doğru salladı. Gözleri, kararmıştı. Okyanusları karaya çalınmıştı. “Sen var ya sen...” sert sesi tüylerimi ürpertecek kadar sisliydi. Altında can yakıcı bir sürü tehdit barındırıyordu ve aklı olan bir insan bu tehditten kaçması gerektiğini bilirdi. “Sen şeytanın kayıp kardeşisin. Ben seninle ne yapacağım lan!”

Beni benzettiği şeyle içimde tutamadığım bir keyif oluştu. Ona doğru iki adım attım ve önünde hafifçe eğildim. Boynundan çenesine kadar olan damarları genişlemiş, tüm kasları öfkeyle sertleşmişti. Benim gibi kendini sıkışmış hissediyor olmalıydı. İkimizin de aynı duyguları yaşaması itiraf etmek istemesem de beni kötü hissettirmişti çünkü nasıl acı verici olabileceğini biliyordum.

“Şeytan mı? Sen bunu yeni mi anladın aslancık?” diye sordum ve yüzümdeki tebessümü sildim. İki düşman savaş hattının karşı taraflarında birbirlerine bakıyordu şu an. “Ben şeytan olabilirim ama unutma senin benden bir farkın yok. Senin o küçümsediğin kötülerden hiçbir farkın yok. Hatta sen en kötüsün çünkü bel altı savaşıyorsun.” başımı iki yana salladım. “O kadar korkaksın ki güçlü olmak istediğini bile söyleyemiyorsun ama ben bunu istediğim için beni onaylamıyorsun. Artık ne düşündüğün umurumda bile değil. Sadece şunu bil, tanrı sadece bir tane şeytan yarattı. Diğerleri sadece onun kopyası olabilir.”

Elimdeki kutuyu ona doğru sallarken doğruldum. Son cümlem onda nasıl bir etki yarattı göremedim çünkü tüm duyguları çekilmişti bedeninden. Sadece gözleri bana bakıyordu ama hissediyor muydu, görüyor muydu bilmiyordum. Umurumda da değildi. “Şifreyi söyle gideceğim.”

Yağız, sinirle nefes aldı ve gözlerini benden kaçırdı. Benim yattığım tarafa bakarken “200904” dedi isteksizce. İlk başta hiçbir anlam aramadan girdiğim şifrenin son iki rakamını yazdığımda şaşkınlıkla gözlerimi gözlerini benden kaçıran şahsa çevirdim. İçimde hissettiğim küçük kıpırdanmayla hızla kafamı sallayıp kendime gelmeye çalıştım.

Sakın şifreyi sizin tanışma gününüz yaptı diye adama yükselme gibi bir yanlış yapma Alisa!

Boğazımı temizledim ve açılan kutunun içindeki flaşı aldım. Kutuyu yatağa atıp masanın üzerindeki telefonu Yağız’ın kucağına attım. “Adamlarına söyle kapının önünü boşaltsınlar ve arabanı kapının önüne getirsinler.” dedim. Yağız, saydıklarımla sinirle kafasını tamam anlamında salladı. O birini arayıp istediklerimi söylerken ben hızla üstümü giydim. Peruğu ve şapkamı takmamla karşımda bana nefretle bakan düşmanıma döndüm.

İçimdeki boşluğun acısıyla gözlerine kalbimi acıtmayı göze alarak baktım çünkü yıktığım dağı taşırdığım okyanusu görmek istemiştim. Katil, her zaman eserine bakar gurur duyardı. Ben gurur duymuyordum ben yaptığımla kendimi kurtarıyordum.

Bana iki ay önce gelip bunları yaşayacağımızı söyleselerdi yok artık derdim ama şimdi sanki normal bir şeymiş gibi yaşıyordum bu anıları ve bu gerçekten can tırmalayıcıydı.

“İş birliğiniz için teşekkürler, umarım başınıza çok iş açılmaz.” dedim ciddiyetle ve çenemle telefonu işaret ettim. “İyi bir oyuncuymuşsun ama dikkat et bu oyunda kazanan kaybeden olabilir. Azra’yı da işe karıştırdığına göre intikam hırsın benim güç hırsımla yarışır seviyeye gelmiş demektir. Artık anlarsın beni...” dedim ve uzatmamayı seçerek umursamazca omuz silktim. “Neyse ne sana yeni müttefiklerinle başarılar.”

Her bir söylediğim kelimeyle yüzünde değişik duygular oluşan adam son dediğimle bana inanamayarak baktı. “Sen sırf Azra’yla görüştüm diye mi yaptın bunu?” şaşkınlıkla dökülen sorusunu duymamazlıktan geldim.

“Gece söylediklerimin bir hükmü yok artık. Ne yapmak istiyorsan yap. Eskisi gibi mi olmak istiyorsun ol ama unutma bu sefer düştüğünde seni kaldırmak için yanında olmayacağım. Hatta daha fazla sinirimi bozarsan üstüne basacak olanlardan olacağım.” beni yarı yolda bırakışının sancısını şimdi onda kalp yarası yaparak arkamı dönüp kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açmış çıkacaktım bir an durup ona baktım.

Sinirli okyanusları benim kavrulmuş topraklarımı serinletmesini beklemeden dudağımı kıvırdım. “Sen içindeki canavarı çıkartırsan bende çıkarırım ve seni temin ederim ki bu şehirdeki kimse bizim savaşımıza hazır değil.”

Bu sözleri içimdeki öfkenin söylettiğini biliyordum ama yine de içimin acımasına engel olamıyordum. Niye ben her yaptığım şeyle acı çekiyordum?

Daha fazla burada durmanın kendime zarar vermekten öteye geçmeyeceğini düşünerek açık olan kapıdan çıktım. Çıkışa doğru birkaç adım atmıştım ki kelepçenin anahtarını bırakmadığımı hatırladım. Tekrar geri dönme düşüncesiyle yüzümü buruşturdum ama bundan kaçışımın da olmadığının farkındaydım. Geriye dönüp ceketimin cebinden anahtarı çıkarttım. Kapının eşiğine gelip anahtara baktım.

“Anahtarı un...” diye açıklama yapıyordum ki bir anda yataktan gelen gürültüyle şaşkınlıkla kafamı kaldırıp karşıya baktım. Gördüğüm manzarayla yok artık diye fısıldarken sessizce yutkundum.

Yağız, bana öfkeyle bakarken yataktan doğrulmak üzereydi. “Bir dakika içinde evden çıkıp arabaya bin ve git. Eğer çıkmazsan bir daha gidemezsin.” ruhsuz sesi geleceğin korku izlerini bedenime sürterken şaşkınlıkla kafamı tamam anlamında salladım ve anahtarı ona doğru fırlatıp koşar adım evden çıktım.

Arabaya bindiğimde düşündüğüm tek şey bu ruh hastasının nasıl bu kadar güçlü olduğuydu.

Resmen yatak başlığını kırıp kelepçeyi ikiye ayırmıştı...

Evet, karar vermiştim. Aras, onun için Avenger’ın Steve’i diyordu ama hayır o ruh hastası Hulk’tan başka bir şey olamazdı.

&

Yer Altının karanlığında Krallığın kasvetine dönmek beklediğim gibi bir etki yaratmadı. Kendi arabama geçip saraya ulaşana kadar geçen yol eziyetten başka bir şey değildi benim için çünkü ne kadar hızlı gidersem gideyim zihnimdekiler zamanı yavaşlatıyor gibi geliyordu bana. Fazla yorgundum.

Yorulmuştum.

Sarayın içinde yürürken çevredekilerin sorgulayan bakışları savunma kalkanıma çarpıp etkisiz hale gelirken peruktan kurtulmuş olmamdan dolayı kendimi tebrik ettim. Bir de onun bakışlarına tahammül edemezdim. Yatak odamdan önce bakmam gereken şifre için çalışma odama ilerledim. İçimdeki heyecanı bastırmaya çalışırken hızlı adımlarla odama girip kapımı kapattım. Üzerimdeki ceketten ve şapkadan kurtulurken masamın başına geçmiş bilgisayarın açılmasını bekliyordum. Flaşı bilgisayara takarken başarmanın heyecanı bir tufan gibi organlarıma çarpıyordu. Yapmıştım, başarmıştım. Lider’den şifreyi tek başıma almıştım.

Ekranda oluşan yükleniyor yazısına odaklanmış tırnaklarımla masada ritmik bir hareket oluşturmuştum. Nefeslerim serin bir su gibi içimi serinletirken heyecandan terlediğimi hissediyordum. Dosyanın yüklenip açılmasıyla nefesimi tuttum.

Gözlerim ekranda durakladı, bir dakika boyunca irislerim gördüklerimden ayrılmadı.

Okuduğum yazıyla yüzümde şaşkın bir gülümseme oluştu. Hatta daha derini bir delilik ruh hali...

Bana bunu yapmış olamazdı. O, bu kadar delirmiş olamazdı.

Tekrar ve tekrar yazıyı okudum. İçimde oluşan şaşkınlık ve öfke karışımı kalbimdeki boşlukta derin bir yer açtı ve oraya yerleşti. Bense onların yerleşmesine hiçbir şekilde engel olamadım çünkü tanıdığım sandığım adamın tanımadığım adama dönüşmesinin yanında beni oyuna getirebilmiş olma düşüncesi beynimin çoğunluğunu kaplamıştı.

O, oraya gideceğimi biliyordu. Dosyayı almak için ayağına gideceğimi, onunla konuşacağımı ve hatta barda onu bulacağımı her şeyi biliyordu.

Masanın üstündeki elimi hızla masaya vurup kafamı koltuğa iki kez vurdum. Öfkem ve yenilginin ağırlığı midemde burkulma yaratmıştı. Siktir. Gözlerimi sıkıca kapatıp düştüğüm rezil durumu nasıl sindireceğimi düşündüm.

Şerefsiz, büyük sağ gösterip sol vurmuş üstüne bunun yetinmeyip kaleye de iyi gol atmıştı.

Gözlerimi sinirle kısıp ekrandaki yazıyı bir kez daha okudum.

-Daha iyileri olmuştu ama bu gece de güzeldi. Sen her zamanki gibi göz alıcıydın sevgilim... şu an sinirle gözlerini kısmış şekilde bu yazıyı okuduğunu biliyorum. Umarım kendine çok zarar vermezsin, orada değilim seni engelleyemem. Üzgünüm, bebeğim ama beni hafife almamalıydın, bu savaşı sen başlattın ama şunu bil ki bitirmekte senin elinde. İstediğin parçayı almak için birkaç kez daha bana gelmen gerekecek. Sakın kaybettiğin için kendine çok yüklenme, bana sağlam lazımsın. Seni seviyorum kelebeğim.-

Okuduğum yazıyla yerin bin kat dibinde iki tur atıp gerçek dünyanın sillesini yüzümde hissettim. İnleyerek kafamı bir kez daha koltuğa vurup hızla kalktım. Acil bulmam gereken bir kaçak elektrik vardı ve benim onu bulup kesmem gerekiyordu.

Hızla odamdan çıkıp kolumda saate baktım. Sabahın dokuzuna geliyordu yanı bu onun çoktan uyandığı anlamına geliyordu. Ceketimin cebinden telefonu çıkartıp sövmemek için kendimi tutarak onu aradım. Aramayı cevaplamasını beklerken kendimi düştüğüm utanç nehrinden çıkarmaya çalışıyordum. Atamadığım stresi yansıtmak isteyerek ayağımı sallamaya başladım.

Cidden beni nasıl oyuna getirebilmişti? Bir de şerefsiz sanki bunu beklemiyormuş gibi rol kesmişti bana...

“Emrinizdeyim.” diye açılan telefonla düşüncelerimden sıyrıldım. Merdivenleri bir hızla inmeye başladım.

“Neredesin?” direkt konuşmamla bir an duraklasa da ardından verdiği cevapla telefonu kapatıp bir kat aşağı inerek hızla odasına girdim. Kapısının açılmasıyla şaşkınlıkla bakan şahsı umursamadan kapıyı çarparak kapatıp içeri girdim. Ben elimdeki telefonumu cebime sıkıştırırken o da tepkimle korkunun ve şaşkınlığın karışımıyla yavaşça telefonunu masaya koyup bana gülümsedi.

“Kesin bir bok yedim ama ne için yedim valla bilmiyorum.”

“Lan sen kimin tarafındasın kaçak elektrik? Sen daha buraya geleli kaç gün oldu da beni satıp onunla iş yapıyorsun?” masanın önündeki koltuğa kendimi bırakırken öfkeli gözlerim onun şokla açılmış kahvelerini ezmeye devam etti. “Thor’muş peh! Senden olsa olsa Loki olur pis satıcı.”

Aras, bağırmamın ardından bir süre bana bakakaldı, gözlerini üç kere kırptıktan sonra titreyerek kendini silkeledi. “Anasını satayım odaya gireli bir dakika olmadı ne adım kaldı ne insanlığım ne bok yedim gene?” diye sordu merakla.

Gözlerimi kısarak ona bakmayı sürdürdüm, geçmişin hatırı olmasa zihnimden geçenleri üstünde uygulamaktan çekinmezdim.

Saf ayağına yatması sinirimi daha da kızdırırken kollarımı dizlerimin üstüne yerleştirerek öne doğru eğildim. “Ona sen mi söyledin parçaya almak için yanına gideceğimi?” sorumla Aras, sert bir şekilde yutkunup yüzüne yapmacık bir gülümseme yerleştirdi.

“Ya Kara Dul’um o ne biçim iftira? Dost olsun.” alınmış bir şekilde konuşmasıyla kaşlarımı anlamayarak çattım. O demin ne demişti?

“Ne olsun?”

“Dost olsun, dost. Hani aşk olsun derler ya seninle ne yapayım ben aşk olsunu? Bize dost olsun yeter.” atomu parçalamış gibi konuşmasıyla bir an durakladım. Yaptığı sinir bozucu açıklamayla sinir eşliğinde kafamı tavana kaldırıp bunu karşıma çıkarak kaderime sövdüm ve yüzüme sakin bir gülümseme yerleştirerek kafamı ona doğru çevirdim.

“Aras... canım Thor’um bak seni boğarım.” ellerimi havaya kaldırıp ona doğru uzattım. “Seni bu çıplak ellerimle boğarım beni sinir etme. Söyledin mi söylemedin mi?” Aras’ın gözleri ellerime değdiğinde sertçe yutkundu.

“Bak ölmek için en kötü iki çeşit vardır. Bir boğulmak iki yanmak. Ben ikisini de istemiyorum, o yüzden vurmaya ne dersin? Kalp ve beyin ikisinden biri direkt acısız ölüm.” dedi akıl verircesine.

“Aras, sen böyle konuştukça seni öldüresim geliyor.”

“Bende sen böyle konuştukça seni sevesim geliyor. Bugün ne kadar da canisin öyle sana çok yakışmış.”

Öfkeli bir nefes çektim ciğerlerime. Bu adam benim içimdeki sabır taşlarını öfkenin lavlarına atmak tanrı tarafından gönderilmiş olmalıydı. “Aras, onunla bu konu hakkında konuştun mu? Bir daha sormayacağım.”

Yüzüne masum bir gülümseme yerleştirdi. “Parça için değil de hani yanına gideceğinden ufak bir bahsetmiş olabilirim.” mahcupça mırıldanmasıyla kendimi tutmaya çalıştım. Benim iyiliğimi istemişti. Beni düşünmüştü. Sakin ol Alisa.

“Ben kimim Aras? Nasıl benim sözümden çıkarsın? Sözümün geçmesi için illa aramıza sınır mı koymalıyım?” diye sordum ciddi bir şekilde. Ara, dediklerimi yapacağımı belirten tavrımla yüzünü asarak hızla yerinden kalkıp önümde diz çöktü.

“Valla seni düşündüğüm için yaptım. Oraya tek başına gidiyordun, bari geleceğini bilsin de önlem alsın diye düşündüm. Seni korusun istedim.” kendini açıklamak için kurduğu cümle yarama denk geldiğinde acıyla kaşlarımı çattım.

“Benim korunmaya mı ihtiyacım var? Ben kendimi koruyabilirim Aras.” alınmışlığım sesime yansıyacak kadar taze beni rahatsız edecek kadar içimde ağırdı. Kendimi koruyamayacak hale mi gelmiştim ben?

Aras, konuşmamla ellerimi tutup elleriyle sardı. Yüzündeki pişmanlık beni biraz olsun sakinleştirmiş olsa da yaptığın acısı aynıydı. “Tabi ki de korursun. Kızım sen beni bile korursun ama orası farklı. Alisa, orada yakalanman demek hepimizin işinin bitmesi demekti. Ayrıca her şey boka sardı, artık daha dikkatli olmalıyız.” burnundan sert bir soluk verdi, gözlerini söyleyecekleri yüzünden gözlerimden kaçırdı. “Alisa, kabul edelim eskisi gibi dokunulmazlığın yok. Fırsatını buldukları anda seni almak için uğraşacaklar. Akıllı davranmalıyız.” haklılığı bedenimden aşağı bir buz kütlesi savurduğunda gergin kaslarımı hayal kırıklığıyla bıraktım. Haklıydı. Halk bazı şeylere uyanmış, listede aşağıya düşmüştüm. Krallık, bunu kullanacaktır.

“Tamam, haklısın ama bu sondu. Bir daha sakın benden habersiz iş yapma. Şu an yanımda olan tek insan sensin ve ben seni kaybetmek istemiyorum.” Aras’ın gözlerine bakmak için eğilerek söylediklerimle yüzünde bariz şekilde belli olan bir rahatlama peydah oldu. Ardından egosunun gölgesinde gülümseyerek başını tamam anlamında salladı ve yerden doğrularak karşımdaki koltuğa tüm heybetiyle çöktü. Ben onun bu kadar yemek yemesine rağmen vücudunda nasıl yağ değil de kas olduğunu düşünürken o da aynı şekilde bir süre beni inceledi ve çapkın bir şekilde gülümseyip göz kırptı. Bir anda ortamın enerjisinin değişmesiyle şaşkınlıkla hayırdır anlamında kafamı salladım.

“Anladığım kadarıyla alamamışsın şifreyi... ne yaptınız o zaman bütün gece?” alaylı sorusuyla bir an kızardığımı hissettim. Gözlerime bakan meraklı gözlerine bakamayacağımı hissederek bakışlarımı kaçırdım.

“Ne yapacağız be? Kavga ettik geldim.” umursamazca konuşmamla sesli şekilde keyif barındıran bir tonda güldü.

“Desene küçük Kara Dul’um yolda.” cümlesinin içimde tuhaf bir his yaratmasıyla hızla kafamı masaya çevirdim ve üzerindeki zımbayı alıp ona fırlattım.

“Ne saçmalıyorsun be çakma şimşek? Olmadı öyle bir şey tartıştık sadece. Düşmanımdan çocuk yapacak değilim.” kendimi savunmak istercesine hızla konuşmamla derin bir nefes aldım. Hayali bile bedenimde ürperti yaratırken bunun gerçek olması demek sonum demekti. Saçma sapan şeylerle uğraşacak hayatım yoktu.

“Ha diyorsun ki sevişmedik savaştık. Tamam olsun, bir daha ki sefere artık.” üzülmüş gibi konuşmasıyla şaşkınlıkla gözlerimi kıpraştırdım.

“Sen hayırdır ya? Ne bebek mi sevesin var?”

Başını hevesle salladı. “He ya yapsana bir tane? Yaşın otuza dayandı daha olmaz görürsün.”

“Sana ne oğlum bizim yatmamızdan kalkmamızdan? Yok bir dahaki sefer falan bitti. Ayrıldık. Ayrıca daha gencim istersem yaparım. O kadar bebek istiyorsan git Mert’i sev.”

Bağırmamla sesli şekilde güldü. “Güneş, dünyaya küsmüş birkaç saat trip atıp geri gelmiş. Yıldızlar da gülmüş. Bebeğim siz bok ayrılırsınız. Kimi kandırıyorsun? Çabuk barışıp bana yeğen verin. Geçen video gördüm adam çocuğunu almış motorla gezdiriyordu. Bende gezdireceğim yeğenimi. Akın, Mert’i sevdirmiyor göt.” dedi sanki normal bir şeyden bahsedercesine ama ben konunun normal olmadığını biliyordum. Aras, baba olmak isterdi.

Aras, bebeğini de kaybettiğini bile bilmeden olmayacak çocuğunun yasını tutan bir adamdı. Yağız, haklıydı. Bebeği de bilse şu an karşımda oturuyor olmazdı.

Konuyu bebekten uzaklaştırmak istercesine yerimde kıpırdandım. “Nah barışırım. Bitti o hikaye, önüme bakıyorum. Ayrıca Akın’a söylerim ben kim oluyordu Seda’nın bebeğini benim ikinci adamımdan uzak tutuyor? O, iş bende Thor.” dedim ve cebimde titreyen telefonu çıkartıp ekrandaki bildirimi okudum. Yüzüm asılırken bıkkın bir nefes havaya enjekte edip ayağa kalktım.

“Akşam için hazırlıklar tamam mı? Patlamayalım?”

Aras'ın yüzü sorumla ciddileşti ve kafasını sorun yok dercesine sallayıp ayağa kalktı. “Her şey hazır ama oturup nasıl hareket edeceğimizi konuşmamız lazım. Efe’yi aradım bu işte bize yardım edecek.” bu noktada sorun olmamasıyla gülümseyerek elimi omzuna atıp sıktım. Yorgun yüzüm bedenimin uyku için bağırdığını yansıtıyordu.

“Tamam, konuşuruz. Ben şimdi gidip biraz uyuyayım yoksa gece çekilmez biri olurum.” Aras, söylediğime gülümseyip eliyle saçlarımı karıştırdı. Saçlarımı dağıtmasıyla oflayıp onu ittim ve yüzüne öfkeyle bakıp tam kapıyı çarpmadan önce ona orta parmağımı gösterdim.

Bu çocuk gerçekten başıma bela olarak gönderilmişti. Başka türlü bu kadar çekilmez oluşunun bir açıklaması olamazdı.

Sarayın yönetim bölümünden çıkıp eve doğru yürürken aklımda Aras’ın söyledikleri dolaşıyordu. Ben nasıl bu kadar tükenmiştim?

Hatayı nerede yapmıştım da hayatımı freni patlamış kamyona yüklemiştim?

Adımlarım merdivenlerden yukarı tırmanırken şakaklarımdaki ağrı tahammül sınırlarımı zorluyordu. İkinci kata çıktığımda Yağız’ın odasından gelen seslerle kendi odamı es geçip oraya ilerledim. Seda ve iki tane görevli kapının önünde durmuş konuşuyorlardı. Dikkatlerini çekmek için hafifçe öksürdüğümde Seda, konuşmayı keserek bana döndü ve sıcak bir tebessümle yüzünü taçlandırdı.

“Geldiğine göre odayı iyice incele son boşaltalım. Alacaklarını al. Akın, Arda’ya bu akşam operasyona çıkacağımızı söyledi o da o yüzden erkenden geldi. Burayı onun için hazırlamalıyız.” beni ölçmek istercesine temkinli konuşmasıyla midemde tuhaf bir sızı oluştu.

Bir gün bu odayı boşaltacağımı hiç düşünmemiştim.

“Ali’nin odasını da ayarlayabilirdin. Neden burası?” tek kaşımı kaldırarak iğneleyici konuşmamla yüzünde tatminlik barındıran bir ifade oluştu. Bilerek beni zorlamak için bu odayı seçmişti. Odayı boşaltmanın zoruma gideceğini bu yüzden de yapamayacağımı düşünüyordu.

Yanlış düşünüyordu.

Merakla bana bakan insanlara kafamı tamam anlamında salladım. “Siz çıkın, benden sonra gelip boşaltırsınız.” Seda, emrimle iki görevliye çıkmalarını söyledi. Onların çıkmasıyla odaya girip kendimi bir çukurun içine attım. Seda, tedirginlikle elini omzuma koyup okşadı.

“Alisa, artık bir şeyler yapmalıyız. Bu kadar acı hepimiz için yeterli değil mi? Toparlanalım. Sen özel eşyaları al gerisini depoya kaldıracağım.” dedi ve odadan çıkıp kapıyı ardındaki yıkımla kapattı.

Dört duvar arasında sıkışmamla sanki küçük bir çocuğun karanlıkta mezarlığın yanından geçtiği zaman içinde oluşan korku ve tedirginliğin benzeri bedenimde oluştu. Sanki bir anda arkamdan bir hayalet gelip bana saldıracakmış gibi hissediyordum.

O, evinden kovulalı ne kadar olmuştu? Bu odaya adım atmayalı kaç dakika tükenmişti?

Gözlerim hissiz bir şekilde koyu odada sakince dolaştı. Topraklarımın değdiği her bir köşede zihnimde canlanan bir anının olması kalbimi hızlandırdı ve sakinleşmek için derin derin nefeslerden medet umdum. Beraber geçirdiğimiz keyifli, acılı, mutlu, huzurlu anılar beni acı içinde kıvrandırdı ve kıvranan bedenim hareket etmem için beni uyardı çünkü daha fazla ayakta duracak hali kalmamıştı.

Adımlarım odanın içinde ilerlerken tabanlarımda diken acısı vardı. Görevlilerin getirdiği boş kutulardan birini alıp yanımdaki masanın üstüne koydum ve ona ait olan şeyleri içine yerleştirmeye başladım. En sevdiği kitapları, işle ilgili özel olarak tuttuğu notları, hepsini özenle kutuya koydum. Masanın üstündekileri halletmemle çekmeceleri kurcalamaya başladım ama oralarda çok da önemli şeyler yoktu. Masasını kurcalamayı bırakıp yatağın biraz ilerisindeki şifonyeri ilerledim. İlk gözde saatleri ve kol düğmeleri vardı, onları kutularına yerleştirip yatağın üzerine koyduğum büyük kutuya koydum. Ardından diğer gözü açmıştım ki gördüğüm manzarayla şaşkınlıkla gözlerimi kıpraştırdım.

Tüm göz fotoğraflarımızla doluydu, yani daha doğrusu benim fotoğraflarımla.

Elimi çekmecede gezdirip fotoğraflara bakmaya başladım. Her bir fotoğrafta yüzümde şaşkın bir gülümseme, gözlerimdeyse sevgi dediğimiz duygunun hissettirdiği heyecan kaynaklı sulanma vardı. Haberim olmadan çekilmiş onlarca fotoğraf... bazılarında o kadar çirkin çıkmışım ki bir an kendimden soğudum ama o çirkin olmamı veya güzel olmamı umursamamış her anımı kendine saklamıştı.

Elime aldığım fotoğrafla küçük bir kahkaha atıp gözümden akan yaşı tenimde söndürdüm. Birkaç yıl önce çekilmişti bu fotoğraf. Ben Akın’ı kızdırıp onu en sonunda kışkırtmıştım o da dayanamayıp beni kucağına alarak dere kenarındaki çamurun içine fırlatmıştı. O günü anımsayınca titremeden edemedim. Çamur kanalizasyon gibi kokuyordu ve bende bok gibi görünüyordum...

Güzel günlerdi ve ne yazık ki mazinin kapalı kutusunda tozlu çarşafların altında kalmışlardı. Yüzümdeki gülümsemeyi sertçe keserek tüm fotoğrafları kutuya doldurmaya başladım. Bu fotoğraflar bizim hafızamızdı, onları depoya kaldıramazdım.

Fotoğrafları kaldırmamla derin bir nefes alıp hızlıca diğer raflara baktım ama onlarda da önemli eşyalar yoktu. Son olarak giyinme dolabını incelemeye başladım. Kıyafetlerine hızlıca göz gezdirip eledim. Sevdiğim tişörtleri alıp geri kalanına dokunmadım. Dolabın kapağını kapatacaktım ki en altta pantolonlarının sakladığı gri bir kutu dikkatimi çekti. Kutuyu almak için dizlerimin üstüne eğildim ve iki elimle kutuyu çekip gün yüzüne çıkardım. Büyük kare kutu hiç Yağız’a ait olabilecekmiş gibi durmuyordu. İçimde oluşan merak duygusuyla hızla kutuyu açtım.

Kutunun içindeki zarflar gözüme çarptığında kaşlarım kendiliğinden çatıldı.

Bu kadar zarfın burada ne işi vardı?

Titreyen elimi umursamadım ve bir tane zarfı alıp üstüne baktım. -Onsuz geçen yetmiş beşinci gün- yazıyordu. Gözümden benden bağımsız akan yaşları umursamadım ve o zarfı bırakıp başka bir zarf aldım elime.

-Onsuz geçen dört yüz seksen üçüncü gün.”

Mektuplardan bir tanesini alıp gözlerimdeki yaşları silerek okumaya başladım. Okuduğum her bir kelimenin bedenime zehirli ok gibi saplanmasıyla iç çekerek içimdeki acıyı bastırmaya çalıştım.

-Dile kolay beş yüz yirmi yedinci gün... günler sensiz geçiyor da ben sanki hala o gece beni bıraktığın yerde seni bekliyor gibiyim. Zaman insafsızca götürüyor kısıtlı zamanımızı ve sen yoksun. Alisa, sen uzun zamandır yoksun ve ben bunu kabullenemiyorum. Biz hiç seninle ayrı kalmadık, sen hep yanımdaydın. Şimdi neden yoksun bilmiyorum. Belki evlilik korkuttu seni, belki istemedin, belki de baban istedi... tek bildiğim sen istemeseydin kimsenin seni benden alamayacağı, o yüzden bekliyorum tekrar beni istemeni bekliyorum. Özledim. Öyle böyle değil hatta özlemek hafif kalır. İçim kor bir alev almış yanıyor ve sen şehrin tüm sularını beraberinde götürdün. Sorun değil, ben senin için yanmaya da katlanırım ama sen yeter ki gel. Kelebeğim bana dönecekse önemsiz kor bir alev içinde yanmak çünkü biliyorum ki sen gelip bana gülümseyerek baktığında iyileşecek tüm yaralarım. Buradakiler artık alışmam gerektiğini söylüyor ama ben sensiz nasıl devam edilir bilmiyorum, hiç öğretmedin bana. Öğrendim şimdi. Alisa, ben sensiz yapamazmışım. Geri gelir misin lütfen, nefes almaya ihtiyacım var... -

İçinizdeki nefesin bir hortumla çekilip bedeninizi küçültmesi ama ruhunuzun aynı anda boğulması hissini bilir misiniz? Ben şimdi ona öğrettiğimi kendi içimde acısıyla tadıyordum. Okuduğum satırların içimden götürdüğü parçalar canımı öyle acıtıyordu ki ben acı içinde kıvranıyordum.

Ben bu adama bu kadar acıyı nasıl çektirmiştim? Biz birbirimizi nasıl acılar içinde kıvrandırmıştık? Aşk sadece acı çekmek değildi, peki bizimki niye acıların üzerine kurulmuştu?

Bastıramadığım duyguların gözlerimden akmasıyla sırtımı hissizce dolaba yaslayıp sevdiğim adamın çektiği acılara baktım.

Her güne bir mektup yazmış, bensizliği kendine yazarak anlatmıştı.

Yağız’ın acı dolu geçmişi bir kutu içinde önümde dururken kapının açılma sesi kulaklarıma ilişti ama dönüp bakmadım. Kendimi başka bir mektubu okumak için hazır hissetmiyordum. Onun duygularının beni boğmasına dayanamazdım.

“Kuzum iyi misin? Ne oldu?” Seda’nın yanıma eğilip oturmasıyla sesinin şefkati duygularımdaki kalkanı kaldırdı. Titreyen çenemle önümdeki kutuyu işaret ettim.

“Mektup yazmış...” iç çektim. “Gittiğim günden beri, benim okumayacağımı bile bile hiçbir kızgınlık ifadesi kullanmadan kırgınlığını anlatıp yokluğumla nasıl yok olduğunu yazmış...” titrek sesim çaresizce dudaklarımdan dökülürken ne hissedeceğimi bilemeyerek öylece oturdum. Bedenim canlıydı ama ruhum ağır bir uykudaydı. Onsuz ne hissedeceğimi bilemiyordum. Seda, söylediklerimle yüzümü üzüntüyle inceledi ve beni göğsüne çekerek sarıldı. Sıcak bir çift kolun boş bedenimi sarmasıyla içimde tutmaya çalıştığım hisler yoğunlaştı ve ben çaresizce onun kollarında ağladım.

“Seda, çok seviyorum öyle böyle değil ama sevmemem lazım. Unutmam lazım, ben ne yapacağım?” acılı sesimden dökülen isyan Seda’nın içli bir nefes çekmesine sebep oldu. Eli sırtımı sıvazlarken diğer eli saçlarımdaydı.

“Geçecek, bu günler geçecek ve biz eskisi gibi olacağız. Siz deli dolu olup ortalığı karıştıracaksınız ve biz Akın’la arkanızı toplayacağız. Her şey düzelecek, sen sadece ondan vazgeçme yeter. Beraber atlatacağız bu günleri.” içten sesiyle söyledikleri bir masal gibi ulaşırken zihnime dudaklarım acıyla büküldü. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı ki eski de iyi değildi ki?

İnsan daha az acı çektiği zamanlarını daha çoğuna tercih edecek kadar çıkmazda olabilir miydi? Ben artık mutluluğu değil daha az acı çekeceğim zamanımı diliyordum Tanrıdan.

“Ya o benden vazgeçerse?”

“O, senden ancak ölünce vazgeçer Alisa.”

“Ablamla konuşuyor ama bana söylemedi bile. Benden sakladıkları bitmiyor Seda.” akan yaşlarıma eş kalbimden dökülen kelimelerle Seda, kollarını daha sıkı sardı bana.

“Ablanla konuşması seni neden sinirlendirdi? İş yaptıkları için mi, Yağız’ı kıskandığın için mi yoksa ablanı kıskandığın için mi?” cevabını dün geceden beri düşündüğüm o soru şimdi somut şekilde karşımda durmuştu ve ben ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Yağız, benimdi ama artık uzaktık. İş yapmaları beni aşağı çekmek içindi. Ablam, hiçbir zaman kardeşlik bağı kurmamış ama diğer abla kardeşleri gördüğümde içimde kıskançlık duygusu yaşatan bir konu olarak kalmıştı çocukluğumda.

“Hepsi. Hepsi yüzünden sinirlendim ve Yağız’a zarar verdim.”

“Dövdün mü onu?” başımı hiddetle kaldırdı göğsünden. “Öldürdün mü çocuğu Alisa!” açık kahveleri kocaman açılmış, söylediklerini gerçekten de yapmış olabileceğimi düşündüğünü açıkça belli etmişti.

Hızla yüzümdeki ellerini ittim. “Saçmalama, sadece basit bir mesaj gördüm diye öldürmedim tabi ki. Küçük bir oyun oynadım ama ölmek istemesini sağladığıma eminim.”

“Bak seni severim ama Yağız’ı da severim. Onu öldürme tamam mı?”

“Bunu düşüneceğim.” diye mırıldandım huysuzca. Sanki onun canını acıtabilirmiş gibi.

“Alisa, neden böyle olduk bilmiyorum ama hepsinin sebebinin baban olduğunu düşünüyorum. Eğer dediğin gibi şifreleri bulup onları kullanırsak her şey düzelecek buna inanıyorum.” Seda’nın umut vaat eden konuşmasıyla iç çekerek başımı tamam anlamında sallayıp yerimden doğruldum. Ellerimle yüzümü silip mektupların olduğu kutunun kapağını kapatıp kucağıma aldım.

“Bizi daha fazla yıpratmamak için çalışacağım. Şimdi biraz dinlenmem lazım, akşam ona göre hazırlanırız. Şu kutuda benim odama gelecek.” diyerek önceki hazırladığım kutuyu işaret ettim ve başka bir şey söylemeden odadan çıktım. Kendi odama girdiğimde üzerimde ağlamanın ardından gelen boşluk bir hissinin ağırlığı vardı. Kucağımdaki kutuyu masamın üzerine bırakıp üstümü çıkarmaya başladım. Güzel bir uyku biraz olsun nefes almama yardım edecekti...

&

“Bunun işe yarayacağına emin miyiz? Bok yoluna gitmeyelim lan!” Aras’ın papağan gibi tekrarladığı cümleyi tekrar duymamla gözlerimi devirdim.

“Sana hak vereceğimi düşünmezdim ama haklısın lan. Başka yol mu bulsak? Seda, hadi güzelim çıkar şu elbiseyi sana daha güzelini alacağım.” diyen Akın’ın sesiyle oflayarak Seda’ya baktım. Çatılan kaşlarıyla öfkeli şekilde kocasına bakıyordu.

“Akın, ben ne iş yapıyorum?”

“Eğitmensin ve şu an adını söylemek istemediğim o şeysin.”

“O zaman o şey olduğumu bilerek susuyorsun ve biz işimize bakıyoruz.”

“Amına koyayım o iş deyince aklıma kötü şey geldi ajansın değil mi Seda?” Aras’ın araya girmesiyle karı koca hızla ona döndüler. Aras, teslim olurcasına elini kaldırdığında başımı onaylamazcasına salladım.

Arda, rahat bir şekilde ayaklarını yan kanepeye uzatmış elindeki tosttan bir ısırık almış çiğnerken olduğu durumdan oldukca rahatsız olduğunu belli edecek şekilde onları izliyordu. “Sakin olun la. Bu iki kadın oradaki tüm adamların içinden geçer. Hem bizde orada olacağız. Konuşana kadar hazırlanın da bitirelim şu işi bu tost iş bitene kadar beni anca tutar.” Arda’nın haklı konuşmasıyla derin bir nefes alıp Akın’a baktım.

“Cidden uzatmadan bitirelim bu işi. Şifre adamın vücudunda saklı ve adam korumasız hiçbir şekilde gezmiyor, oteli ve şirketi arasında başka hiçbir yere uğramıyor. Şanslıyız ki otelinde bugün büyük bir var. Şimdi, Seda ve ben partiye girip adamı etkilemeye çalışacağız. Akın, sen adamın odasını görecek şekilde konumlanacaksın. Siz ikiniz yolumuza çıkan adamları halledeceksiniz. Girişimiz kolay olacak ama çıkışımız hiç kolay olmayacak. O yüzden olabildiğince gösterişsiz bir şekilde bu işi halledeceğiz. Anlaşılmayan bir şey?”

Aras, derste konuşmak için izin isteyen öğrenci gibi parmağını kaldırıp bana baktı. Yüzümde oluşan gülümsemeyle konuş dercesine kafamı salladım.

“Ya adam sizi beğenmezse?” sorusuyla ciddi misin sen dercesine gülümsedim ve Seda’ya bakıp göz kırptım. Seda’yla aynı anda saçlarımızı savurarak “Bizi beğenmeyecek adam daha doğmadı sen merak etme.” dedim özgüvenle.

Arda, Seda’yla ikimize bakıp ıslık çaldı. Tostunun son lokmasını ağzına atıp “Oğlum kör müsün? Bu iki hatunu beğenmeyecek erkeğin tek sebebi olabilir o da kalkmıyor oluşudur.” dedi dalga geçercesine. Akın, duyduklarıyla hızla yanındaki yastığı Arda’nın yüzüne fırlattı.

“Lan siktir git sinirimi senden çıkartmayayım. Dua et Yağız, yok yemiştin yumruğu.” onun adının geçmesiyle moralim bozulsa da belli etmedim ve duvardaki saate baktım. “Hadi gidelim. Bir saatlik yolumuz var zaten.”

Herkes toparlanıp araçlara geçtiğimizde nedense fazlasıyla rahattım. Sabahki olay biraz olsun kendime gelmemi sağlamış, kim olduğumu hatırlamama yardımcı olmuş gibiydi. Otoparka varmamızla herkes arabasına yöneldi. Üç araçla gidecektik, fazla dikkat çekmemeliydik. Aras ve ben bir araç, Arda tek başına, diğer araçla da Seda ve Akın gidecektik. Aras, benim arabaya binmemle arabayı çalıştırdı ve yola çıktık. Sessizlik içinde birkaç kilometre ilerlemiştik ki Aras, huysuzca bana döndü.

“Sevmedim ben bu ibneyi.” hoşnutsuz sesiyle ona yandan bir bakış atıp yeni yaptırdığım tırnaklarıma baktım. İbne olarak bahsettiği kişinin Arda, olduğunu bildiğimden tatlı bir şekilde gülümsedim.

“Oy benim Thor’um kıskanmış mı beni? Senin yerin ayrı şimşek sakin ol. Ayrıca Arda, kaç yıllık dostumuz güvenmeseydim çağırmazdım. Rahat ol.” Aras, söylediklerime isteksizce kafasını tamam anlamında salladı ve yol boyunca daha hiç konuşmadı.

Dion’a gelmemizle derin bir nefes alıp araçtan elbiseme dikkat ederek indim. Araçtan inmemle tenimi okşayan rüzgar bedenimi titretti ama bunu umursamadım. Üstümdeki derin dekolteli siyah elbisenin verdiği rahatsızlıkla sıkkın bir nefes alıp ekibe bakmaya başladım.

Hepsi işlerine odaklanmıştı.

“Kulaklıklar takıldı. Hiçbir sorun yok değil mi?” hepsinin kulaklığını kontrol etmesiyle içimdeki heyecanı bastırıp kafamı ilerimizdeki otuz iki katlı otele çevirdim.

“İstediğimizi alıp çıkıyoruz ve kimseye bir şey olmuyor. Anlaştık mı?” emir kokan istekli sesimle Arda, giydiği ceketin yakasını düzeltirken sıkılmış şekilde bana baktı.

“Alisa, ilk defa yapmıyoruz ya. Hadi gidelim.” dedi.

“Sana ne lan belki konuşası var. Konuş Kara Dul’um içinde kalmasın.” Aras, beni savunurcasına araya girdiğinde Arda, cevap vermek yerine sadece ona gülmekle yetindi. Bende bir şey demedim ve Aras’a öpücük atarak yürümeye başladım. Aras’la Arda, birkaç adım uzağımızdan gelirken biz Seda’yla yan yana yürüyorduk. Yürürken kısık kısık heyecanlı nefeslerle kendini rahatlatmaya çalışan Seda’ya baktım. Giydiği uzun gri paletli elbiseyle çok seksi görünüyordu.

“Sakin ol dünyanın en güzel annesi. Sen bu işi yetmiş yaşında buruşuk olsan da başarıyla yaparsın.” dedim dalga geçercesine. Seda, hızla kolumu cimdikledi. Etimi sıkmasıyla hızla kolumu çekip ovdum.

“Dalga geçme. Zaten gerginim, bir de üstümüzde silah yok. Alisa, sakın plan dışında bir şey yapma bak.” uyarırcasına konuşmasıyla gözlerimi devirmeden edemedim. Ne yani her şeyi ben mi bozuyordum?

“Tamam. Sen zaten odaya çıkmayacaksın. Bakma Akın, sinirlensin diye demedim. Azcık kıskansın seni çok sakin ilişkiniz var.” Seda, konuşmamla kafasını çevirip bana baktı; yüzündeki şaşkınlığın yanına utancında eklenmesiyle gülmeden edemedim. Bu ikisi niye bu kadar tatlıydı? Bir de bize bak ne olduğumuz bile belli değildi. Sanırım bizim ilişkimiz bozuktu...

“Kızım sana ne bizim ilişkimizden biz sakin seviyoruz.”

“Hı hı ben biliyorum sizin sakin zamanları bebekten önce odanızın önünden geçilmiyordu.”

“Alisa!” teni dört ton kırmıza evrilmişti.

“Tamam tamam bak şimdi o güzel anlarınızı düşün ve stresi siktir edip bu geceyi atlatalım tamam mı? Hani benim seksi ajanım?”

Kıkırdayarak kalçasını kalçama vurdu. “Buradayım olgunlaşmamış frambuaz. Sus ve sende kendini tut tamam mı.”

“Ay tamam Seda, merak etme seni tehlikeye atmam senin bebeğin var. Ben hallederim işi.”

Sinirle kolumu çekiştirdi. “Alisa, hepimizin birbirine ihtiyacı var. Sakın kendini öne atma. Yağız’ı düşün, lütfen.” istekli sesiyle kafamı tamam anlamında salladım. Cevap verecek zamanım yoktu, otelin girişine yaklaşmıştık ve korumalar bize bakıyordu.

Onlara selam verip gösterişli döner kapıdan içeri girdiğimiz gibi ikimizde kulaklıklarımızı aktifleştirdik. Yürüdüğüm parlak mermer üzerinde tok ses çıkaran topuklularımın verdiği özgüven fazlasıyla tatmin ediciydi. Tabi bir de çevredeki zengin kısmı temsil eden takım elbiseli adamların bakışları da buna artı olarak eklenmişti. Bunların dibi düştüyse o salağında düşmesi muhtemeldi.

Erkeklerin beyni nedense yukarda değil de aşağıdaydı.

Otelin gösterişli ışıkları gözlerimi alırken gerçekten de yedi yıldızı hak edecek kadar lüks olduğu ilk girişte bile kendini belli ediyordu. Eşyalardan ziyade çirkin biblolar bile milyonluğum diye bağırıyordu. Her yer pahalılık akıtıyordu. Beyaz ve kırmızı ağırlıklı ferah bir girişi vardı. Yüksek tavandan aşağı süzülen taşlı avizeler sizi bir hayal dünyasının girişinde hissettirecek kadar gösterişliydi. Binayı süzmeyi keserek insan topluluğuna odaklandım. Giriş kısmı çok kalabalık değildi. İkişerli gruplardan oluşan küçük bir topluluk vardı. Yavaş adımlarla etrafı incelerken yanımıza gelen görevlinin yönlendirmesiyle partinin olduğu yere doğru ilerledik.

Bardan içeri girmemizle asıl büyük kalabalık bizi karşıladı. Modern bir biçimde dizayn edilmiş ortamda bazıları ciddi bir şekilde iş konuşurken, bazıları kendinden geçercesine eğleniyordu. Her çeşit insan vardı ve bizim burada bu kadar şık giyinimli güzel kadın içinde o piçi etkilememiz oldukça zordu.

“Saat üç yönündeki masadayım. Sizi görüyorum.” diyen Aras’ın sesiyle biraz olsun rahatlayan bedenimi hareket ettirip hedefimi aramaya başladım. Kalabalık olan alandaki oldukça iyi olan havalandırma sistemi sayesinde alkol ve ter kokusu yerine mistik bir koku hakimdi. Bu biraz bedenimi rahatlatırken kısa bir göz gezdirmenin ardından çaprazımda, aramızda üç masa ilerimde oturduğunu fark ettim. Beyaz bir takım giymişti ve tamamen kibrin vücut bulmuş hali gibi görünüyordu. Benden tahmini on yaş falan büyüktü. Saçlarındaki kırlaşma karizmatik yüzüne yakışacak kadar orantılıydı. Hafif kilolu iri bir adamdı. Siktir bununla uğraşmak zor olacaktı.

Adamı izlerken derin bir nefes alıp onun masasına doğru ilerledim ve beni görebileceği şekilde çaprazındaki masaya geçip garsondan viski istedim. Seda, da karşıma geçince gözlerimle Arda’yı aradım. Barın ilerisindeki masaya oturmuş sanki normal davetliymiş gibi adamlarla poker oynuyordu. Onu izlerken yüzümde küçük bir tebessüm oluştu, cidden bukalemun gibi girdiği ortama hemen ayak uydurabiliyordu.

Masadaki viskimi elime alıp hafifçe salladım ve dudaklarıma götürürken hedefime doğru baktım. Sanki ona doğru baktığımı anlamış gibi gözleri bir an bana kaydı. Bense hiçbir şekilde tepki vermeyip viskimden acı bir yudum aldım.

İlgi göster ama belli etme. Mottomuz buydu.

Adam, ona tepkisiz durmamla bakışlarını diğer kızlara çevirdi ve en son Seda’ya değdi. Seda, onunla ilgilenmeyip dans eden insanları izliyordu. Adam, biraz daha karşısındaki insanlarla konuşmaya devam etti ve çatılan kaşlarıyla işin istediği gibi gitmediğini belli etti.

Canı sıkkın, istediğini elde edememiş erkek. Av için en iyi tercihtir.

Adamın sert bir şekilde ayağa kalkmasıyla hızla çantamı alıp rahat bir şekilde ona doğru yürümeye başladım.

“Ne yapıyorsun kızım?” Aras’ın sert sesini umursamadım ve kendimden emin şekilde yürümeye devam ettim. Sinirle kolundaki saate bakan adam kafasını kaldırıp karşısına bakmıştı ki beni görünce ifadesiz bir şekilde yüzüme baktı. Bense onun bakışlarını umursamadan ona doğru yürüyüp tam yanından, omzumun geniş göğsüne değeceğini hesaplayarak kıyafetine sürtünüp geçtim. Bir, iki ve üç.... üçe kadar sayıp sağ tarafımda topladığım saçlarımı elimle arkama atıp hafifçe başımı çevirip arkama baktım.

Ve bingo. Adam, dönmüş bana bakıyordu.

Yavaşça önüme dönüp gülümsedim ve yürümeye devam edip barın terasına ilerledim.

“Vay amına koyayım keşke kadın olsaydım. Biz olsak siksen bu kadar kolay etkileyemezdik.”

“Arda, sus istersen.”

“Kara Dul’um hatırlat bu iş bitince şu sonradan gelme ibneyi döveceğim.”

“Ben ne yaptım amına koyayım. Baksana adamın dibi düştü lan.”

“Oğlum o Alisa Havas, ona bakınca dibi düşmeyecek erkek Yağız’ı tanıdığı için düşmez.”

Akın’ın cümlesiyle gözlerimi devirip cam kapıyı açtım. Terasa çıkmamla temiz havayı içime büyük bir ihtiyaçla çektim. Bu gece tahminimden zor geçecekti. Adam cidden tekin değildi...

Zihnimdeki düşüncelerle çantamdan sigara paketini çıkartıp içinden bir dal aldım. Dalı dudaklarımın arasına sıkıştırıp çantanın içinden çakmağımı bulmaya çalışıyordum ki yanımdan gelen sesle şaşkınlıkla kafamı kaldırdım.

“Bu güzel kadının sigarasını yakmak büyük onu olur.”

Adamın bu kadar hızlı yanıma gelmesini beklememenin verdiği şaşkınlıkla hızla yerimde kıpırdanıp kendime gelmeye çalıştım.

Ulan bu kadar mı yokluktasın bir dur, bir sigara için kafamızı toplayalım!

“Onurunu yavşaklığıyla çiftleştiresim geldi. Göt herif.” Aras’ın bu gece susmayacağını artık kabul etmiştim.

“Bu onu bana ait.” diyerek tüm bedenimi adama çevirdim ve adamın yaktığı çakmağına sigaramı yaklaştırıp derin bir nefes çekerek dumanı denize doğru üfledim.

“Sizi daha önce görmemiştim. Ben Hakan Kaya.” tok sesi fazlasıyla karizmatikti. Gözlerim bana doğru uzattığı eline kaydı. Tek kaşımı kaldırarak çekici şekilde gülümsedim ve elimi zarif bir dokunuşla avcuna bıraktım.

“Tanıştığıma memnun oldum demek isterim ama kendinizi tanıtmadınız.” şüpheli sesiyle sigaramdan derin bir nefes çekip adama doğru üfledim. Sigaranın gri dumanı aramızdaki sis perdesini saydamlaştırırken göz bebeklerinin keyif içinde büyümesini izledim. Derin bakışlarımı ona kendime bağlamak için kullanmadan çekinmedim.

“Ailem burada olduğumu bilmiyor. Malum Krallıktan birinin Yer Altındaki bir partiye gelmesi hoş karşılanmaz. O yüzden kendimi ifşalama gibi bir hata yapmayacağım. Babamla aramı bozamam.” dedim omuz silkerek.

Evet, Alisa babanla aranı bozam uslu kız.

Adam söylediklerime içten bir şekilde güldü ve elini koluma götürerek nasırlı parmaklarını pürüzsüz cildimde dolaştırdı. “Yirmi beş civarında gibi gözüküyorsun. Hala ailenden çekiniyor musun?”

Gözlerimle onu süzdüm ve ardından kendi kıyafetime baktım. Yirmi yedi yaşındayım ama lüks yaşamım için babamın parasına ihtiyacım var.”

Babamın sevgisine ihtiyacım var... diyemedim.

Hakan, söylediğime kıkırdadı ve gözleriyle beni zihninde keyfine göre şekillendirmeye başladı. Siyah bakışları önce boynumda ve göğüs dekoltemde dolaştı, şu an göz bebeklerini bir bıçakla oymak için tüm operasyona siktir çekebilirdim.

Ama yapmayacaktım. Ben uslu bir kızdım. Görev için buradaydım...

Hakan, daha fazla işi uzatmaktan vazgeçmişti ki dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi ve yasladığı yerden doğrularak bana uzanıp elini belime sardı. Eli belimi okşarken kokusunu solumamak için nefesimi tuttum.

“Sikerim ama elini kolunu. Kara Dul’um başka bir yol buluruz. İt piçi terastan hava akımında ebesi sikilsin.” diyen Aras’ın sesiyle adama gülümsedim. Bende Hakan’a doğru bir adım atmıştım ki bedenimin kasılmasına sebep olan ses kulağımda duyuldu ve ben bir an nerede olduğumu unuttum.

“Güzelim, orada değilim diye kim olduğumu unutma. Kimse sana dokunmayacak yoksa olacaklardan ben sorumlu değilim.” tehdit kokan sesle bir an gerginleşip kasılsam da işte olduğumu kendime hatırlatarak kendimi toparladım ve bana gülümseyen adama gülümsedim.

Salak onun dokunuşundan etkilendiğimi sanmıştı ama bilmiyor ki ben bu iş bitince karşılaşacağım adamı düşündüğüm için kasılmıştım.

“Ama belki baş başa kalırsak sana kim olduğumu gösterebilirim.” dedim kısık tutku barındıran bir sesle ve adamın elini tutarak belimden çektim. Hakan, ilk başta elini çekmemle bozulsa da konuşmamla kibirle gülümseyip eliyle kapıyı işaret etti.

“Bu güzel kadını en şeffaf haliyle tanımak için sabırsızlanıyorum.”

“Yavşağa bak. Lan sikik cam mı bu şeffaf olsun göt.” Aras, sus Aras dememek için kendimi zor tuttum ve Hakan’ın koluna girerek onunla beraber ilerlemeye başladım. Bizim bara girmemizle çevremize hemen altı tane koruma geldi. Korumaları incelediğimde hepsinin profesyonel Hulk’tan hallice tüpler olduğunu gördüm. Korkmuş gibi yaparak Hakan’a biraz daha sokuldum ve kolumu ona daha çok doladım. O, korkup ona sığınan kadına kahramanım dercesine gülümserken elimi cebine sokup içinden güvenlik kartını aldığımı anlamaması için hafif bir tebessümle karşılık verdim ona.

Cidden erkeklerin bu ego tatminleri sinir bozucuydu.

Gözlerimi gülümseyerek adamdan uzaklaştırdım ve ekibimi aramaya başladım. Aras, uzağımızda çaktırmadan bizi izliyor, Seda korumalardan birini ayartıp giriş kartını almaya çalışıyordu. Arda, ise...

Arda, garsın kıyafeti giymiş içki dağıtıyordu.

Yüzümde oluşan gülümsemeyi saklayarak Hakan’ın yönlendirmesiyle yürümeye devam ettim. Bardan çıkıp lobiye geçtiğimizde yan taraftaki süs için konuşmuş bitkinin yanında durmak için inleyerek ayağımı sarstım. Dengemin bozulmasıyla Hakan, kolumdaki kolunu tuttu ve bana merakla baktı. Uzun elbisemin dekoltesini hafif aralayarak ayağımı ovmak için eğildim ve o sıra kimse görmeden bitkinin arkasına doğru elimdeki kartı ittim.

“İyi misin?”

“Kadın olmanın saçma şeyleri işte. Güzelliğin bedeli.” kafamı kaldırıp yavru ona alttan bir bakış attım. “Sana yaslanmama izin verirsen sevinirim. Biraz buz koymamız gerekebilir.” Hakan’ın yüzünde arsız bir gülümseme oluştu. “Tabi ki senin için fazlasıyla buzum var.” gülümseyerek doğruldum ve ona tutunarak ayağımı belli etmeyecek şekilde yürümeye başladım. Arkamda koruma yoktu. Hepsi Hakan’ın çevresindeydi ve çoğu önümüzdeydi. Bu kadar korkak mısın gerçekten Hakan?

Biz asansöre doğru ilerlerken bizden önce bir koruma asansörü çağırdı ve biz beklemeden kabine bindik. Yirmi ikinci kata basmasıyla şaşırmış gibi yaptım.

“Yirmi ikinci katta mı odan? Normalde en üstte olur ya şaşırdım bir an.” dedim. Adam, şaşkınlığıma gülümsedi ve beni göğsüne yaslayıp “Güvenlik için önlem.” dedi umursamazca. Kafamı tamam anlamında salladım. Şu an başka bir adamın göğsüne yaslı oluşumu düşünmemeye çalışıyordum ama alkol kokan boktan kokusu işimi zorlaştırıyordu.

Asansör hızla yukarı tırmanırken Akın’ın sesi kulağımda uğuldadı. “Yirmi ikinci kata ayarladım kendimi.” dedi memnuniyetle.

Asansörün durmasıyla sağa dönüp koridorda ilerlemeye başladık. Geniş bir koridordu ve tamamen boştu. Kapı aralıkları mesafeliydi, hem de fazlasıyla...

Her bir adımımızla korumalar yanımızdan eksilip koridorda beklemeye başladılar. Kapının önüne gelmemizle numarasına bakıp saçma bir merakla gözlerimi ona çevirdim.

“Yüz doksan iki. Özel bir anlamı var mı yoksa öylesine bir numara mı? Hani filmlerde oluyor ya bir şifre gibi falan?” diye sordum yapay bir heyecanla. Şu an tam bir şımarık zengin kız gibi görünüyordum. Hakan, gülerek bana bakıp elini belime yerleştirerek dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı. Kartını kapıya okuturken “İçkilerimizi içerken anlatmak isterim.” dedi ve geri çekilip göz kırptı.

Birazdan pahalı halıya tüm sindirimimi boşaltacaktım.

Kapı tik bir sesle açıldığında elini içeriye doğru uzatıp geçmem için bekledi. Odaya girmemle otomatik olarak açılan ışıklar lüks kokan daireyi aydınlattı. Ben odayı merakla incelerken Hakan, kapıyı kapattı ve gülümseyerek ceketini çıkarıp bana baktı. Bende odayı incelemeyi kesip ona döndüm. Gözlerindeki bakış her bir saniyede değişirken yüzünde kibirli bir tebessüm gün yüzüne çıktı ve oda benim için hapishaneye dönüştü.

“Herkesin hayranlıkla merak ettiği Soylu’yu dairemde görmek ne büyük şeref.” dedi arsız bir tonla ve ben başımdan aşağı dökülen buz gibi suyla titreyerek sertçe yutkunup karşımda hazine bulmuş gibi bana bakan adama bakakaldım.

Sanırım büyük sıçmıştım.

Loading...
0%