Yeni Üyelik
49.
Bölüm

48.Bölüm "Aynadaki Ben Kalpteki Sen"

@senabookss

“Kimse göründüğü gibi değil, en yakınındakiler de bildiğin gibi değildir.”

 

Sevilmeyen kız çocukları, ruhlarındaki boşlukları onları avutan hislerle doldurmaya çalışır; dolan boşluklarla ebeveynlerine ihtiyaçları olmadığını düşünürdü ta ki dolan boşlukların aslında gerekli olan hisle dolmadığı için derinleşmesiyle daha da acıyla kıvranıp anne ve babasının özlemiyle yanana kadar.

Yanan ruhunu soğutması için karşısına çıkan kişiye kendini bağlayıp adına aşk dediğimiz olgunun kölesi olarak içindeki eksikliği canı acısa bile doldurmaya çalışırdı ama bilmezdi ki aşk masallardaki gibi değil...

Aşk, sevginin bir üst boyutuydu sadece.

“Aşk dediğimiz duyguya çok bağlanmamak gerek ne de olsa hayat kadar kısa, hayal gibi sahte.” derdi annem benliğimi oluşturmaya çalışırken. Sanırım biliyordu aşk ile sınanacağımı...

Önceden, yani dünyanın benim için döndüğünü düşündüğüm zamanlarda hep bu düşünceyle hareket etmiştim. Aşk yoktur, sadece sevgi ve güven vardır; derdim kendime hep. Şimdi ise aslında masallardaki gibi aşkın var olduğunu ama benim bunu hak etmediğimi anlamıştım.

Aşk, prensle prenseslere göreydi ve ben bu hayata kraliçe olmak için gelmiştim. Bunu şimdi anladığım için de prensim benim yüzümden acı çekiyordu.

Ortaya bomba atıp arkasını dönerek koridorda uzaklaşan kadının arkasından çatık kaşlarımla baktım. Ne demekti her şey senin yüzünden oldu? İçimde oluşan merak ve tedirginlik duygusuyla arkasından hızlı adımlarla ilerletip oturma odasına girdim. Zihnimde dönen bin bir ihtimalin ağırlığıyla kapının karşısındaki koltukta oturan, daha kim olduğunu bile bilmediğim kadının önünde durup ona üstten bakmaya başladım. Benim yüzümdeki ciddiyet ve şaşkınlık ifadesine doğru orantılı biçimde o da sinir ve hazımsızlıkla karşılık verdi topraklarıma.

“Ne olduğunu düzgünce anlat.” çenemi ihtirasla kaldırdım. “Tavırlarına da dikkat et, bir daha uyarmam direkt cezanı keserim.” sesimdeki keskinlik hoşuna gitmiş gibi kollarını birbirine bağlayarak rahat bir tavırla bacak bacak üstüne attı. Kanepeye yaslanırken ciddiyetten uzak öfkeli bakışlarını üzerimde gezdirdi. Yeşil gözleri kıpkırmızıyken keskin çenesi kasılmıştı.

Bir an duygularımdan bağımsız baktığımda güzel bir kadın olduğunu fark ettim. Sarışın, yeşil gözlüydü; bedeni biçimli ve dolgundu. Siyah dar tişörtü bedenine tam oturmuş, giydiği siyah deri taytı uzun bacaklarını güzelce sarmıştı. Çevresindeki erkekleri kolayca etkileyebilirdi ruhu da güzel olsaydı. Tam bir kasıntı ve kendini beğenmişti.

Tamam bende öyleydim ama ben bendim... Yani bana yakışıyordu bu tavırlar ama ona yakışmıyordu.

"Bilmiyorsun değil mi? Hiç ona merak edip sordun mu Yer Altında ne yapıyorsun diye?" küçümseyici sesiyle bir an afalladım ama belli etmedim.

"Bizim aramızdaki ilişki seni ilgilendirmez. Sen ne olduğunu anlat gerisine bulaşma. Ayrıca önce kendini tanıtsana sen, kimsin?" gözlerimi kapının eşiğinde durmuş film izler gibi bizi izleyen adama çevirdim. "Hatta kimsiniz?"

Bakışlarımın ve sorumun muhatabı olduğu için karşımdaki kibir kraliçesinden önce davranıp yaslandığı yerden doğruldu. Benimle konuşurken temkinliydi. "Ben Anıl, yenge. Yağız Abinin çalışanıyım. Yer Altındaki işlerle ben ilgileniyorum."

"Bana yenge deme."

Başını iki yana salladı. "Yağız Abi, herkese sana yenge dememizi ve sana karşı gelmememiz konusunda tembihledi. O varken onun emirleri o yokken senin emirlerin geçerli." göğüs kafesimin içine süzülen gün ışığından saklanmak istercesine yerimde kıpırdandım.

"Arabada benim emrimi dinlemedin?" Efsun'a kaçamak bir bakış attı. "İki zıt taraftayız, acil durum olmadığı sürece bunu unutamayız. Ayrıca arabada Abimde vardı. O ne dediyse ben onu yaptım, yenge." bu adam bana yenge dedikçe bir tuhaf oluyordum. Konuşurken mesafeli ve ciddiydi, Krallıktan olduğum için diye düşünüyordum ama Yağız'ın da bunda parmağı olduğu aşikardı. Kafamı anladım dercesine sallayarak Efsun'a baktım.

Gözlerini devirerek "Yer Altının ve Yağız'ın güvenliğinden sorumluyum. Yağız'ın babasıyla, babam yakın arkadaşlardı. Onların başlatıp ilerlettiği işleri şimdi biz yapıyoruz." dedi ve ayağa kalkarak tam önümde durdu. Boyu benden üç dört santim kısaydı. "Tanıtma kısmı bu kadar, diğer dediğine gelirsek..." iç çekerek beni süzdü. "Tükenmiş durumdasın. Halkının çoğu arkanda değil, Kral ve Başkan seni ortadan kaldırmanın peşinde. Yani anlayacağın şu an bizim için açık hedefsin. Bunu tüm Yer Altı biliyor, bu yüzden de Liderler seni öldürmek istiyor ama bizim Liderimiz sana asla dokunulmaması emrini verdi." kabul edemiyormuş gibi yüzünü buruşturdu.

"Seni dokunulmaz ilan etti. Bunun bizim orası için ne anlama geldiğini biliyorsun değil mi? İşte sana olan saçma takıntısı yüzünden onun Liderliğine isyan edenler oldu. Onlardan biri saldırdı bize, gerçi haksız diyemem Fatih için, şu an yaşaman bile haksızlık tıpkı diğer Soylular gibi." son cümlesiyle hızla elimi boğazına sararak onu kanepeye ittim. Söylediklerinin ağırlığı ve saygısızlığıyla içimde oluşan öfke onu şurada boğmam için beni yükseltiyordu.

"Hassiktir. Doktor burada diye gaza gelmeyin." diye söylenen Anıl'ı umursamadım. Tüm dikkatim öfkemde ve öfkemin tohumundaydı. Boğazındaki baskıdan dolayı alamadığı nefesle bir elini elime götürüp çekmeye çalıştı ama onun çabasına takılmadım ve ona doğru eğilip kızarmış gözlerine baktım.

"Birincisi karşında kimin olduğunu sakın unutma. Kim olduğumu ve neler yapabileceğimi çok iyi bildiğin halde sırf Yağız'ın yanındasın diye kendini güvende hissedip bir daha sakın benimle böyle konuşma yoksa kimse seni elimden alamaz. İkinci olarak da seni aşan konular hakkında konuşma, derdin varsa git sahibine öt. Bana karşılık verme ve sakın aramızdaki ilişkiye kendince lakap takma!" öfkemi çıkarmam için bu cümleler yeterli olmamıştı, tam bir şey daha diyecektim ki tişörtümde hissettiğim baskıyla gözlerimi karnıma indirdim. Bir eliyle elimden kurtulmaya çalışan şahsın boştaki eliyle bana bıçak çektiğini görmemle yüzümde gerçekçi bir gülümseme oluştu.

Demek zoru seviyordu ve pes etmiyordu... bu gerçekten eğlenceli olacaktı.

"Saplasana. Hadi..." başımı onaylar anlamda hafifçe kıpırdatıp dudaklarımı büktüm. "Hazır doktor da var, benim senin canını yaktığım gibi yaksana canımı." Boğazındaki baskıyı biraz daha arttırdım. Gözlerinin dolduğunu fark ettiğimde boştaki elimle yüzüne düşen saçları çekerek boğazını bıraktım. "Yapamazsın çünkü götün yemez. Yaptığın an peşinde dolandığın adam sana neler yapar Efsun? Bir düşün." Üstten bir bakış atarak odadan çıktım. Yanlarında durmam daha fazla gerilimden başka hiçbir şeye yaramayacaktı ve üzerine bir anda kötü bir durumda öğrendiğim bilgiler üzerine bu kadının tavrı sinir sistemimi bitirmişti. Biz nasıl boktan bir döngünün içine düşmüştük böyle?

Gerginlikle sarılı adımlarım mutfağa ilerlerken cebimden telefonumu çıkartarak Aras'ı aradım. Çalan telefona bakmamasıyla söylenip tekrar aradım. İkinci aramamla uyku mahmuru sesiyle homurdanarak açtı telefonu. "Ulan bok mu var sabahın altısında horoz ötmeden arıyorsun. Yan odadasın be!" Aras Aktay'a uykuluyken bulaşılmama kuralını ihlal etmiştim.

"Evde değilim de ondan aradım uykucu şirin." gözlerimi devirerek mırıldanmamla Kulaklarımı sağır edecek bağırışını duydum.

"Neredesin? Lan sabahın altısında nereye gittin?" ondan habersiz dışarı çıktığım için meraklanmıştı ki hemen uykusu açılmıştı. Meraklanması her ne kadar hoşuma gitmiş olsa da şu an ki durumumdan dolayı bunun üzerinde durmadım ve kapıya doğru kısa bir bakış atıp iç çektim.

"Yağız'ın yanındayım, yaralanmış. Onunla beraber geçen geldiğimiz eve geldim, yanında iki çalışanı var. Neyseki durumu iyi gibi, doktor onunla ilgileniyor. Ben senden bir şey isteyeceğim şimdi." dedim ve bir tepki vermesi için bekledim. Aradan geçen süre boyunca Aras'ın horlamaya benzer genizden gelen sesini işittiğimde kaşlarımı çattım. "Uyudun mu lan? Aras! Beni dinlemiyor musun?"

Kısık sesli bağırmamla ağzında bir şeyler geveledi ama anlayamadım. "Ha? Yok be ne uyuması içim sana geçmiş. Şey diyordun... Yağız'ın yanındayım." uykulu sesiyle bıkkın bir nefes aldım. Aslında haklıydı, gece çok yorulmuştu ama şu an acil durumdaydık.

"Bak Thor, uyuma sakın işimiz var. Yağız, yaralı ve doktor şu an onunla ilgileniyor. Yanında iki tane çalışanı var ve ben onlara güvenemiyorum, şu an onu yalnız bırakamam. Sen şimdi o yatağından kalkıp Arda'yı buluyorsun ve onunla beraber Fatih'i araştırıyorsunuz. Arda, buranın Yer Altını iyi bilir. Adamın nerede olduğunu, neyle ilgilendiğini falan bulun. Biz onu bu gece gizli bir şekilde halledeceğiz anlaşıldı mı? Ben şimdi Yağız'la ilgileneceğim." nefes almadan peş peşe sıraladığım cümlelerin sonunda boğazım kurudu ama üstünde durmayıp yavaşça yutkundum. Başımın ağrısı zaten beni zorluyordu.

"Arda'yı buluyorum ve Fatih'i araştırıyoruz, bu gece de puştu ziyaret ediyoruz. Tamam, peki Akın'lar?"

"Akın'ı ben çıktığımda Yağız'ın yanında bırakmayı düşünüyorum, araları açık ya belki bu durumda konuşurlar. Seda'da sarayı kontrol etse daha iyi orayı çok boşladık. Babam, şüphelenmemeli. Sen sadece bu durumu Arda'ya söyle." dedim düşünceli bir şekilde. Aslında bunu düşünmemiştim ama Akın'ın Yağız'a olan kırgınlığını belki bu yolla giderebilirdim. Sonuçta yaralanmış birine kin tutmazdı Akın, gibi yumuşak kalpli biri.

"Tamam, iyi mi seninki?" sorusu kalbimin üzerine oturdu. Ağırlığı içimde kırık bir kemik hissi yarattı.

Benimki iyi değildi.

"Yüzü ilk gördüğümüz zamandan daha dağılmış, bir de bel boşluğundan bıçaklanmış; bana göstermediği için çok derin mi bilmiyorum." dedim ifadesiz bir şekilde. Şu an sanki bir şey yokmuş gibi kendimi kandırıp soğukkanlılığımı kullanmaya çalışıyordum ve galiba soğutma işini abartmıştım ki onu her düşündüğümde içim üşüyordu. Acaba şu an canı ne kadar acıyordu?

İyi miydi, hayır değildi ama belki iyiydi.

"Neden göstermedi acaba? Şeyi bilmiyor mu senin adamın şeyinin şeyinden bıçakla parçayı çıkarıp midesizliğini tescillediğini?"

"Bilmiyor ve bilemeyecekte. Ayrıca midesiz değilim, kustum ben orada gördüklerim çok çirkindi."

"Ne demek gördüklerim çirkindi? Hani sen şeyi görmemiştin? Gördün mü lan!" bağırışıyla kaşlarımı çatarak telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. Derdi neydi bunun sabah sabah!

"Görmedim onu, ama yine de kötüydü neler yaşadım ben bilirim sen bilmezsin." dedim ve iç çekerek kapıya doğru baktım. "Onun yaşadıklarını da biz bilemeyiz..." çektiğim nefesi hislerimle beraber bırakmak istercesine soluklandım. "Canı çok acımış mıdır?"

"Merak etme, kötüye bir şey olmaz. Ben şimdi istediklerini halledip yanına geleceğim tamam mı bebeğim?" diye soran Aras'ın sesiyle yüzümde küçük buruk bir gülümseme oluştu. Hayatıma kötü olaylarla giren bu iki adam nasıl olur da beni bu kadar sevebilirdi?

"Biliyor musun, ona saldıran adam sırf Liderliğini istemediği için saldırmış sebebi de beni dokunulmaz ilan ettiği içinmiş. Yani resmen benim yüzümden olmuş." Her ne kadar o kadının karşısında bunu kabul etmeyecek olsam da gerçek buydu ama ben bunu istememiştim. Ben onun zarar göreceği bir şeyi hiçbir zaman istememiştim.

"Saçmalama Alisa! Kazık kadar adam, demiş bir şey yapmış kendi sorumluluğu kendi bölgesi seninle alakası bile yok. Bunu düşünme sen. Şimdi sadece onunla ilgilen bende geleceğim yanına. Tamam mı güzelim?" diyen Thor'un sesiyle o görmese de kafamı tamam anlamında salladım.

"Tamam, haberleşiriz." dedim ve telefonu kapatıp Yağız'ın odasının önüne doğru yürüdüm. Kapının karşısındaki duvara yaslanarak doktorun çıkmasını beklemeye başladım. Stresten ayağımı salladığımın bile farkında değildim. İçimdeki soğukluk bedenimi üşütüyor, onun yaralı oluşu kalbimi sanki ejderhanın ağzından çıkan alevlerle yakıp ardından ağzına sakızmış gibi keskin dişleriyle çiğniyormuş hissi yaratıyordu ve kalbim bu acılarla yok oluyormuş gibiydi. İçten sevilen birinin tırnağı kopsa canınız acırdı ve benim sevdiğime bundan çok daha fazlası yapılmıştı. Bu gerçekliğin farkındalığıyla oflayarak kafamı duvara yasladım.

Hadi ama daha ne kadar duracaksın orada doktor!

Yaslandığım duvardan ayrılıp koridorda yürümeye başladım. Her bir adımımı içimden sayarken dört yüz seksen ikinci adımda odanın kapısı açıldı. Beklediğim hamlenin gelmiş olmasıyla hızla eşiğe yürüdüm. Doktor bir anda beni önünde görünce ürkse de hemen kendini toparlayıp başıyla selam verdi. "Nasıl? İyi mi?" bakışlarım odanın içine kayarken sorduğum sorularla doktor önümden çekildi. Onun açtığı yolda ilerleyip odaya girdim. Gözlerim direkt kalbimin düşmanını bulduğunda derin bir nefes aldım. Şu an daha iyi görünüyordu. Yüzündeki yaralar temizlenmiş, vücudundaki küçük yaralar ve belindeki bıçak yarası sarılmıştı.

"Fazla hırpalanmış, neyseki çok derin yarası yok. Sadece bir süre dinlensin ve iyi bakılsın. İlaçları da bunlar, hemen alın ki kullanmaya başlasın." diyen doktorun güven veren tok sesiyle onaylarcasına başımı salladım. Elime uzattığı reçeteyi alırken ellilerinin başlarında olduğunu düşündüğüm dinç görünümlü doktora resmi bir şekilde gülümsedim ve teşekkür etmeyi ihmal etmedim. Doktorun odadan çıkmasıyla rahatlamanın verdiği huzura sığınarak derin bir nefes çektim içime. Beş dakika önceki gerginliğim azalmış, iyi olduğunu öğrendikten sonra kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. Uyuyan Yüzbaşıya yavaş, sessiz adımlarla yaklaşırken topraklarım yakışıklı yüzündeydi. Dünkü halimizden şimdi ki halimize geçişimizdeki yaşadıklarımız bile hayatın ne kadar sürprizlerle dolu olduğunu gösteriyordu bize ve ben bir kez daha kabullenmiştim ki hayat küsecek kadar uzun değildi. Uyurken bile yorgun gözüken yüzünü hafifçe okşarken yaralı yüzüne içimdeki tüm duyguların en temiz haliyle baktım.

Ben onu yakıyordum, o da beni yakıyordu. İkimizin de yanan alevlerin sıcaklığıyla canı yanıyordu ama dışarıdan söndürmek için gelenleri de biz alevimizle geri püskürtüyorduk çünkü canımız yansa da ikimizde birbirimizin ateşiyle yanmayı seviyorduk ve her bir yanışımızla birlikte yaralarımızı sarıyorduk...

"Yenge, reçeteyi ver de ilaçları alayım." diyen Anıl'ın keskin sesiyle beynimi düşüncelerden, gözlerimi de Yağız'dan çekerek Anıl'a döndüm. Odaya geldiklerini bile fark etmemiştim. Meraklı gözlerle bana bakan Anıl'a sorgulayıcı şekilde bakmadan edemedim, sonuçta adından başka bir şeyi bilmiyordum.

"Ben aldırırım ilaçları. Siz gidebilirsiniz." tok sesim itiraz kabul etmeyecek kadar keskin aynı orantıda keskin bakışlarımı yatağın yan tarafında Yağız'a bakan kadına çevirdim. Bu kızda çözemediğim bir şey vardı. Tamam, klasik bir hikaye olduğu belliydi; iki baba yakın arkadaştı ve kızda Yağız'a göz koymuştu ama bana karşı başka bir öfkesi daha vardı.

Ama sorun şuydu ki ilgimi sadece Yağız'a olan ilgisi çekiyordu. Ben benim olanı paylaşacak kadar rahat bir kadın değildim. Üzgünüm göt taşı ama bu adamı kaptırmak gibi bir düşüncem şimdilik yok...

"Hey! Duymadın mı çıkın dedim. Ben ilgileneceğim bundan sonra." diye kısık şekilde seslendim. Yağız'ı uyandırmak istemiyordum. Efsun, ona seslenmemle çatık kaşlarıyla yeşil gözlerini üzerimde huzursuzca gezdirdi.

"Krallıktan biriyle..." işaret parmağıyla beni baştan aşağı işaret etti. "Özellikle bir Soyluyla onu bırakacak değilim." özgüveni karşısında gülerek kollarımı göğsümde birbirlerine sardım. Omuzlarımı dikleştirirken bakışlarım keskinleşmişti.

"Sen şimdi korumakla görevli olduğun ama koruyamadığın efendini benimle." kendimi gösterdim. "Yani bir Soyluyla baş başa bırakıp bu evden gideceksin hem de bir dakika içinde." tehdit vaat eden gülümseme eşliğinde söylediklerimle onun da omuzları gerildi.

"Birazdan horoz güreşi başlayacak diyeceğim ama siz bir horoz için kavga edece tavuk değilsiniz kendinize mi gelseniz?" Anıl'ın araya girmesiyle gözlerimi devirirken tam Efsun bana karşı atakta bulunacaktı ki sert bir sesle ikimizde susmak zorunda kaldık.

"Anıl, sen ilaçları al. Efsun, sen sana verdiğim görevle ilgilen. Güzelim, sen de benimle ilgilen." kalbimin düşmanının karşımdaki yüzü sinirden pancara dönen kıza egomu yüceltmesiyle sırıtarak elimdeki reçeteyi Anıl'a uzattım. O, elimdeki kağıdı alıp resmi bir şekilde selam vererek odadan çıkarken Efsun'a bakıp elimi bay bay dercesine salladım. Yüzünü buruşturarak sessizlikle odadan çıktıklarında gözleri kapalı olan aslancığa döndüm. Dış kapının kapanma sesini duymamla eğilip alnına küçük bir öpücük kondurdum. Biraz geri çekildiğimde üst dudağının yukarı kıvrıldığını görmemle benim de yüzümde gerçekçi bir gülümseme oluştu.

"Sen şimdi uyu, bende sana çorba yapacağım." dedim ve geri çekildim. Tam doğrulmuştum ki Yağız'ın elimi tutmasıyla ne oldu dercesine onun korku dolu yüzüne baktım. "Zehirlenmek istemiyorum. Lütfen sen yapma, dışardan söyle olur mu güzelim. Boşuna yorulma." demesi en son beklediğim şeydi ve o bunu demişti. Elimi elinden hızla çekerken kaşlarımı çattım. Acaba ne zaman zehirlemiştim onu da şimdi bana bunu diyordu?

"Ne zaman zehirledim seni be? Bekle şimdi sana nasıl güzel çorba yapıyorum." dudaklarımı büktüm. "Gerçi söylediğinle o hakkını kaybetmiştin ama neyse, dua at iyi günümdeyim." küçümseyici bakışlarıma kendimi Allah'a emanet ediyorum dercesine bakmasını umursamadan odadan çıktım. Mutfağa geçtiğimde evin havasızlığından rahatsız olarak tüm pencereleri açtım. Buzdolabına baktığımda içindekilerin en son bir ay önce alındığını hatırlayarak bıkkın bir nefes verip telefonumdan ilk önce sebze çorbası için lazım olan malzemeleri araştırdım ve ardından malzemeleri mesaj olarak sekreterime gönderdim. Malzemeler gelene kadar beklemek yerine dolaptaki bozulan şeyleri temizlemeye başladım.

Uzun uğraşlar sonunda kendimden bin parça sinir ve sevgi kattığım çorbaya gülümseyerek baktım. Tam iki saatin sonunda internetteki ablanın yardımıyla mis gibi çorba yapmıştım. Malzemelere ve hangi sırayla birleştireceğime bakmış gerisini kendi hamaratlığıma bırakmıştım. Umarım içerideki odun da bu başarımla yerin dibine girerdi. Tencerenin altını kapatıp çekmeceden aldığım temiz yemek kaşığıyla çorbanın tadına bakmak için çorbadan bir kaşık aldım. Sıcak olan ve mis gibi kokan el emeği göz nurum çorbaya üfledim ve biraz olsun soğumasıyla onu içtim. Yanı daha doğrusu ağzıma aldığım an lavaboya eğilip tükürdüm.

Lan bu çorba olmamış ki; çorba aromalı tuz olmuş...

Tencerenin içindeki çorbaya hayalet görmüş gibi baktım. Ben her şeyi internete ve hamaratlığıma göre yapmışken bu niye böyle olmuştu? Tekrar o internet sayfasını açıp okumaya başladım. Bir sıkıntı yok gibi gözüküyordu ki çay kaşığı ölçüsüyle tuz yazan kısma kadar... Ben tüm baharatları yemek kaşığı ölçüsüyle atmıştım.

Pardon da yemek kaşığıyla yemek yapılmıyor mu? Çay kaşığı nereden çıkmıştı ki? İki saatlik emeğimin saçma bir kelime karışıklığı yüzünden heba olmasıyla dudaklarım büküldü. Çenem ağlamak için titrerken zihnimden onu nasıl kurtarabileceğimi düşündüm. Acaba su koysam düzelir miydi? Denemekten zarar gelmez diye düşünerek hızla şişenin içindeki suyu tencereye dökmeye başladım. Biraz dökdükten sonra ocağı açıp tekrar kaynaması için karıştırmaya başladım. Aradan geçen on dakikayla çorbanın çorbalıktan çıkmasıyla sertçe ayağımı yere vurdum. Hadi ama su değilsin çorbasın sen çorba gibi davran!

Yağız'a onu zehirleyeceği bir çorbayı bile yapamadığımı fark ettiğimde gözlerimin dolduğunu hissettim. Cidden bu kadar beceriksiz miydim ben? Gözümden akan bir damla yaşı elimin tersiyle sildim ve ocağı kapatıp tencereyi lavaboya döktüm.

Hayır bir de sebzelere yazık olmuştu...

Ağlama öncesi kendimi tuttum ve internetten çorba siparişi verdikten sonra ağladım. Beceriksizliğimle kendime saydırırken üst üste yaşadığım iki günün duygu karmaşasını bedenimden akıttım. Bu aralar fazla duygusaldım, halbuki yaşadıklarımın hepsi alışkın olduğum şeylerdi. Mutfağı toplamak ve beceriksizliğimin emarelerini kaldırmakla geçen yirmi dakika sonunda gelen çorbayı alarak tabağa döktüm. İlaçları, çorbayı ve bir bardak suyu tepsiye yerleştirip yatak odasına doğru ilerledim. Odaya girdiğimde uyuyan aslancığı görünce içimde oluşan tuhaf sıcaklıkla gülümsedim. Onu her gördüğümde sanki ilk defa görüyormuş gibi hissetmemi bilim insanları araştırmalıydı. Yoksa kalbimin Alzheimer olduğunu düşünecektim...

"Beslenme zamanı Yüzbaşı." diye seslenmemle yüzünü huysuzca buruştursa da yavaşça gözlerini araladı. Yanında dikilen bana sıcak bir esinti hissettirecek kadar yoğun bakarken bakışları elimdeki tepsiye döndüğünde yavaşça yutkundu. Yarasına dikkat ederek hafifçe doğrulurken mırıldandı. "Mutfakta uğraşıyordun, Alisa yemesem mi güzelim ha? İlaçları içsem yeter sanki." çekinerek söylenmesiyle gözlerimi devirip bedenine değmeyecek şekilde yatağa oturdum.

"Merak etme, dışarıdan söyledim. Zehirlenmeyeceksin." kucağıma yerleştirdiğim tepsinin sağlam olduğundan emin olduktan sonra bir kaşık çorba alıp ona uzatmak için başımı kaldırmıştım ki yüzünde gördüğüm muzip bir ifade eşliğinde yer edinmiş gülümsemesine ne oldu dercesine kafamı salladım.

"Ne olur söyle nereyi tutturamadın? Kesin bir şeyi fazla koydun ya da karıştırdın. Ne tuzla şekeri mi karıştırdın?" dudağının kenarındaki yara yüzünden kaşığı ona değdirmeden çorbayı içirdim. Benimle dalga geçmesinin zaten bozuk olan moralimi daha da bozmasıyla sinirlenmeden edemedim. Erkekler hiçbir şeyi hak etmiyordu.

"Bak zaten kesilmişsin, üstüne dilini de kestirtme bana! Sus ve çorbanı iç." Şu an ağlamamak için zor tutuyordum kendimi.

Her şey çok üst üste gelmişti. Hayatımızın tepe taklak olması, akşam ikimizin de tehlikeyle dans etmesi, şimdi de benim yüzümden yaralanması ve benim ona bir çorbayı bile yapamamış olmam. Gerçekten hayat bu kadar zor olmak zorunda mıydı? Bari bir çorbayı yapabilseydim...

Yağız, ona uzattığım çorbayı içti ve benim tekrar doldurmama izin vermeden elimi tutup yüzüne bakmama sebep oldu. "Sana sadece takılmak istemiştim. Ben senden asla yemek yapıp bana bakmanı istemedim ki sen şimdi bunu kendine sorun ediyorsun. Alisa, bana bir tek sen lazımsın; diğer şeyler için kendini üzmeni istemiyorum." sakinlikle yüreğime dokunan sesinin samimiyetini bildiğim için cevap vermedim ve kafamı tamam anlamında sallayıp çorbasını içirmeye devam ettim. Sessizlik eşliğinde çorbanın bitmesiyle ilaçlarını da içirip tepsiyi mutfağa götürmek için odadan çıktım. Tezgahın üstündeki bulaşıkları makineye doldurup telefonumun saatine baktım. Saat ona geliyordu, geceden kalma uykusuzluğumu giderebilmek için şimdi tam zamanıydı. Adımlarım kendiliğinden yatak odasına ilerlerken üzerimdeki tişörtü çıkarttım. Odaya girdiğimde Yağız'ı banyodan çıkarken gördüm. Yavaş adımlarla ilerliyordu ama yine de daha taze olan yarası için bu sakıncalıydı, hızla elimdeki tişörtü yere atıp koluna girdim.

"Niye beni çağırmadın? Doktor dinlensin dedi. Hiç uslu bir hasta değilsin Yağız Ertuğ!" Yağız, kızmamı umursamadan sarıldığım kolunu çekip beni kolunun altına aldı. Yaptığı hareketle beline sarıldım ve her ne kadar bana ağırlığını vermese de onunla beraber yürüdüm. Onu nazikçe yatağa yatırıp çekilmiştim ki üzerimdeki bakışlarıyla bir an durakladım. Gözleri boynumdan, yavaşça siyah dantelli sütyenime inmiş göğüslerime yoğun bir ilgiyle odaklanmıştı.

"Neden soyundun?" boğuk çıkan sesine gülümseyerek dolaba ilerledim ve alt çekmeceden bir pike çıkarttım.

"Uyumak için." dedim umursamazca. Elimdeki gri pikeyi üzerine örterken bakışları Hakan'ın dün vurduğu yaralarıma değdiği. Karnımın ön tarafından belime doğru morluklar oluşmuştu. Okyanuslarındaki hırçın dalgaları gidermek istercesine yatağın diğer tarafına geçip ona değmeyecek şekilde yatağa yatarak pikenin diğer tarafıyla yaralarımı kapattım. Yan yatmış, bir elimi yüzümün altına koyup yastığıma sarılmış onu izliyordum ki kafasını çevirerek o da beni izlemeye başladı. Şu an ikimizde berbat görünüyorduk ama bu umurumuzda değildi.

"Şu an o güzel aklından neler geçiyor?" diye sordu keyifle. Aslında keyifli değildi, hatta ağrıdan ölüyordu ama bunu bana yansıtmamaya çalışıyordu.

"Seninle ilgili bir şey geçmiyor." umursamıyormuş gibi yaparak konuşmamla üst dudağı kıvrıldı. Gözleri gözlerimdeki duygu karmaşasını çözmekle meşgulken dediğimin yalan olduğunu bildiğini belli edercesine gözlerini kıstı.

"Bence benimle ilgili çok güzel şeyler geçiyor aklından..." muzip bir ifadeyle konuşmasına gülümserken yüzündeki keyfin haricinde sesinin kısılmasından içtiği ilaçlardan dolayı uykusunun geldiğini anladım. Benim yorgunluğumun da gün yüzüne çıkmasıyla esneyip elimle sıkıca yastığa sarıldım. Deminki beceriksizliğimin aklıma gelmesiyle yüzüm asıldı, acaba bu benimle ilgili düşüncelerini etkiliyor muydu? Yağız'ın en çok istediği şey evlenip aile kurmaktı, daha bir çorba bile yapamayan benimle evlenir miydi ki? Uykusuzluğumun uykuyla buluşma arasındaki beynimin işlevini yitirmesiyle her zamanki gibi saçma düşüncelerle saçmalamaya başladım.

"Beni seviyor musun?" bulunduğumuz durumda uçuk kaçan sorumla karşımdaki aslancığın şaşkınlıkla kaşları havalandı. Yüzümü detaylıca incelemeye başladı.

"Ben seni her şekilde her halinle seviyorum." kendinden emin çıkan sesi ilk başta tatmin edici gelse de erkeklerin her sözüne güvenmemek gerekir sözü aklıma ağaçtan düşen elma gibi düştü.

"Geçen sabah seni kendi isteğim doğrultusuyla kelepçelediğim halde mi?" o anı hatırlamış gibi kaşları kısa bir an çatıldı ama sonra düzeldi, hatta ne düşündüyse sırıttı.

"Olsun, sıra bana geçmiş oldu. Bende seni kelepçeleyeceğim ve iyi bir koca olarak senin aksine ben senin zevk almanı sağlarım."

"Kelepçelenmekten zevk alacağımı sanmıyorum ama ona bir ara bakarız. Peki beni buna rağmen seviyorsun..." düşünüyormuş gibi yapıp gözlerimi kıstım. "Balina olsam da beni sever miydin?" sorumla kaşları çatıldı. Yüzüme anlamsız bir şekilde bakmaya başladı. Galiba delirdiğimi düşünüyordu.

"Ne manada sordun, kilo alıp balina kadar olma anlamında mı yoksa direkt balina olma anlamında mı?"

"Her iki anlamda da sordum!"

"Kilo alsan umurumda olmaz sonuçta sen sensin, diğer kısımda da ulan balinayı niye seveyim hayvan mıyım ben?" dedi sinirle. İlk cümlesi artı puan alırken ikinci cümlesiyle tüm artıları silip kalp hızlandırma tablosunda eskilere düştü.

"Ne yani beni sevmez miydin?" diye sordum titrek sesimle. Yağız, saçmalamamdan bıkmıştı ki oflayarak bana baktı.

"Uyuyalım mı kelebeğim? Bak saçmalamaya başladın uykun gelmiş demek ki. Hem bende yoruldum." uysal bir sesle yorulduğunu söylemesine üzülerek kafamı tamam anlamında salladım. Yağız, susacağım için rahatlayarak gülümseyip kafasını çevirmişti ki sesim sessizliğin namusunu bozdu.

"Son bir şey beni seviyor musun?" sonuçta demin resmen alttan alttan bıktığını ifade etmişti, sevmeyi bırakmış olabilirdi.

"Seviyorum." dedi tepki vermeden.

"Ne kadar?"

"Ölçülemeyecek kadar." cevabıyla kaşlarımı çattım, hadi ama bu doğru bir cevap değil.

"Ama bu kaçamak bir cevap!" dedim sinirle. Yağız, derin bir nefes alıp kafasını bana çevirdi. Mavi gözleri yoğun bir şekilde bana bakarken beni çoktan etkisine almıştı bile.

"Hayır, çok doğru bir cevap şey gibi düşün... pi sayısı gibi." dedi bıkkınlıkla. Söylediğiyle bir an kalp hızlandırma listesinde tepeye çıktı ve benim kalbim trambolinde zıplamaya başladı.

"Ha sonsuz yani..." dedim cilveli edayla. Yağız, mutlu olduğumu gördüğü için konuyu kapatmaya karar verdi ve kaşlarını çattı. "Alisa, sus." dedi ve önüne dönüp uyumaya çalıştı. Artık benim de uykum geldiği için sırt üstü dönüp tavana bakmaya başladım.

"Tamam susarım ama seviyorsun değil mi?" Yağız, tam bağırmak için ağzını açmıştı ki kendini tutup derin bir nefes aldı. "Seviyorum." tıslarcasına dudaklarından dökülen kelimeyle yatakta hoşnutlukla kıpırdandım. Kızmasına keyiflendiğim için tam iyi uykular demek için ağzımı açmıştım ki tekrar soru soracağımı sandığı için elini bir anda ağzıma götürüp kapattı.

"Yemin ederim konuşursan seni yataktan atarım." dediğini yapacağını bildiğim için elimi eline götürüp ağzımdan çektim ve elini sıkıca kavrayıp gözlerimi kapattım. Uykuyla gerçeklik arasındaki arafta dolaşırken kısık sesini duydum gibi hissettim ama doğruluğundan emin olamadım.

"Uslu kızım benim"


&


Annemin uzun siyah saçları dalgalanıyordu rüzgar her bize çarptığında. Tenimde can sızlatan bir ürperti kol geziyordu, nedeni sanırım toprakla oynadığım içindi. Küçük karıncalar etrafımdaydı. Topraktan ev yapıyordum ama çamur şekil almıyordu. Sinirle elimdeki çamuru ileriye temiz göle doğru savurdum. Benimle oynamak için beyaz elbisesinin pisleneceğini umursamadan karşımda oturan annem davranışıma güldü. Melodi gibi gelen sesi, çatık kaşlarımı yumuşatmıştı. Gözlerime bakmadığı için gözlerini göremiyordum o, benim aksime elindeki toprağa şekil verebiliyordu. Sanırım toprakta olduğu içindi bu. Rüya gördüğümün bilincindeydim ama sıyrılıp da uyanamıyordum bu rüyadan. Uyanmak da istemiyordum işin aslı çünkü özlemiştim onu, o bana bakmasa da. Tam nasıl şekil verdiğini sormak için öne atılmıştım ki o benden önce davrandı.

"Yaşın küçük olduğu için yapamıyorsun tırtılım, merak etme bunu sen istediğini yapabilecek güçtesin. Toprağa da şekil verebilirsin." iç çekti ama bu iç çekiş bir nevi dertlenişti. "Zamanını bekle, zamanı geldiğinde her şeyi yapabileceğini göreceksin." dudaklarım mühürlenmiş gibi birbirine yapıştı. Cevap veremedim, sanki konuşsam büyü bozulacak gibi hissediyordum. Ben annemin bana bakmaya yüzünü incelerken bir ses geldi uzaktan, gittikçe yaklaşıyordu ses.

Anlamıştım, sondu bitiyordu birlikteliğimiz. Ondan ayrılmadan önce son kez eline baktım. Elinde çamurdan bir kelebek vardı.

Çalan zil sesiyle kafamı yastığın altına soktum. Hangi gereksiz çalıyordu şu kulak kanatan zili? Yağız'ın yanımda huysuzca kıpırdanmasıyla uyanmasından korkarak hızla kafamı yastığın altından çıkartıp yatakta oturur pozisyona geldim. Beynim ayılırken odanın tamamen karanlığa büründüğünü fark ettim, yani akşam olmuştu ve benim bu gece özel bir işi vardı...

Tekrar çalan zille yüzümü buruşturup yataktan kalktım. Elimle saçlarımı düzeltirken yerdeki tişörtümü hızla kafamdan geçirip dış kapıya ilerledim. Demir kapıyı açtığımda gördüğüm manzarayla kaşlarımı alnımdan yukarı kaldırırken yüzümde bariz bir şaşkınlık ifadesi vardı. Aras ve Efsun, kırmızı görmüş boğa gibi birbirlerine bakıyorlardı. Kapıyı açtığım için Efsun, bana bakmadan hızla yanımdan geçerken Aras, bana dönüp kelimeleri kafasında toplayarak konuşmaya başladı.

"Bak, her dediğine tamam dedim. Ne istediysen yaptım ama bu ne olduğu belli olmayan kadınla beni aynı ortama sokma. Yemin ederim elimden kaza çıkacak." onu uzun süre sonra ilk defa bu kadar sinirli gördüğüm için afallayarak kolundan tutup içeri çektim. Kapıyı kapatırken sinirden kasılmış yüzüne konuyu anlamlandıramadığımı belli edecek şekilde baktım.

"Ne oldu?"

"Ya sorun o bir şey olmadı! Çatlakla kapıda karşılaştık, arabayı park etmeye çalışıyordu." sinirle yükseldi. "Anasını satayım normal düz halktan kadın sandım dedim ki yardım edeyim gariban amel defterime bir iyilik yazılsın. Yaklaştım dedim ki yardım edebilirim isterseniz. Aslında ortalıkta yardım edilecek de bir şey yoktu çünkü o araba oraya sığmazdı ki sığdıramadı da ruh hastası. İşte oradan başladı bana bağırmaya. Yok senin yardımına mı kaldım? Yok erkekler kadar kendini beğenmiş bir ırk olamazmış. Neyse takmadım delidir deyip apartmana yürüdüm, ben asansörü beklerken şansıma sıçayım o da geldi. Neyse tövbe çektim umursamadım bindik asansöre, ikimizde aynı kata basınca orada bir işkillendik." gözlerini şok olmuş gibi açtı. "Sen bir anda asansör yukarı çıkmaya başladığında çek bıçağı bana! Dedim içimden 'Aras, bak sabah o kadar sövme günaha giriyorsun çarpılırsın sen ne yaptın o ibne her sinir ettiğinde sövdün al şimdi çarpıldın' dedim kendi kendime. İşte bu bıçağı boynumda tutup ne dese beğenirsin? Ben güya ajanmışım da onu takip ediyormuşum Yağız'ı öldürecekmişim. Dedim salak zaten ajanım da hayatını kurtardığım adamı niye öldüreyim?" Oflayarak tiksinmiş gibi titredi. "Öyle işte senin arkadaşın olduğumu söyledim de bıraktı manyak kadın!" bir anda o kadar çok şey demişti ki yeni uyanan beynim dediklerine yetişemedi ve bende üstünde durmadım, sonuç olarak tartışmışlardı yani önemli değildi.

Elimi koluna vurarak sorun yok dercesine omuz silktim. "Aman boş ver ben bir ara döveceğim onu zaten." dedim Thor'u rahatlatmaya çalışarak.

Gerçi sadece onu rahatlatmak için dememiştim ama neyse.

Aras, ona söylediğimle kafasını tamam anlamında salladı. Sinirinin biraz olsun yatışmasıyla o göt taşının nereye gittiğini düşündüm ve bizim tüm konuşma süremiz boyunca Yağız'ın yanında olduğunu fark etmemle oflayarak odaya doğru ilerledim. O kadından hoşlanmamıştım, yalnız olmalarını istemiyordum. Kapının önüne geldiğimde konuştuklarını görmemle bedenimi dikleştirerek özgüvenli bir biçimde odaya girdim. Yağız, yatak başlığına yaslanmış yatarken kız ilerideki koltuğa oturmuş onunla konuşuyordu.

"Tamam, ben araştırmamı yapıp sana getiririm bu gece." dedi Efsun, ve beni görünce sustu. Bakışları boştu ama varlığı huzursuz ediciydi. Gözlerimi ondan çekerken oldukça tepkisiz olmaya çalıştım çünkü onunla tartışıp da moralimi bozmayacaktım. Adımlar aslancığa doğru süzülürken çoktan odadakilerin varlığından soyutlanmıştım. "Nasıl hissediyorsun?" O sırada da Aras, odaya girip hiçbir bildiride bulunmadan yatağa yayvan şekilde oturdu.

"Beyaz ışığı gördün mü Yüzbaşı?" dalga geçerek konuşmasıyla Yağız, ona hazımsızlık yaratan bir yiyecekmiş gibi bakıp bana döndü.

"Bir kere vursana şunun şuursuz ağzına." huysuz bir çocuk gibi konuşmasıyla yapmacık şekilde gülümseyip elimle saçlarını karıştırdım. "O şu an mümkün değil, sen soruma cevap ver."

"İyiyim." dedi iyiymiş gibi davranarak. Aslında onu hiç bırakmak istemiyordum ama bu işi halletmezsem de içimde kendimle gladyatör savaşlarındaki gibi savaşacaktım. Bunun olmasını istemediğim için her zamanki gibi beyaz yalanlarıma sığındım. "İki saatlik işim var, gitmem gerekiyor. Akın, gelip seninle kalacak. Hem o arada onun gönlünü alırsın, biliyorsun dargın sana." Akın'ı ortaya atarak diğer tarafı kapatma isteğimi anlamış gibi kaşları çatıldı, bunu diyeceğimi tahmin etmemişti.

"Ne işin var?" soğuk sesiyle sorduğu soru bir an ona yalan söylediğim için içimde fırtına öncesi sessizlik gizi esti ve bedenimi soğuttu. Bu halde onu bırakmam hoşuna gitmemişti, alınmıştı.

"Bölgelerden birinde olay çıkmış Aras'la gidip bakacağız. İki saati geçmez hemen geleceğim." dedim. O sırada varlığını unutmaya çalıştığım kadın konuştu ama ben ona dönüp bakmadım.

"Ben dururum yanında birinin gelmesine gerek yok." üç saniye saydım içimden ve üstüne uçmayıp da kendimi tuttuğum için bir an kendime şaşırarak içimdeki arsız Alisa'yı tebrik ettim. Kendine hakim olmayı öğrenmişti demek...

"Sana fikrini soran olmadı. Sizin orayı bilmem ama bizim burada her işe burnunu sokanların sonunda burnu toprak dolar." dedim ciddi bir şekilde. Aras, söylediklerimle keyif ıslığı çalarken Yağız'ın ona vurmasıyla sustu. Aras'ın susmasıyla Yağız, elimi tutarak bakışlarımı üzerine çekti.

"Tamam, dikkatli ol. Bende yalnız Akın'la daha iyi konuşurum." dedi ve arkamdaki kişiye baktı. "Efsun, sende git ve senden istediğimi hallet. Önemli bir konu." uyarırcasına konuşmasıyla her ne kadar konularını merak ediyor olsam da umursamıyormuş gibi yaptım. Yağız'ın konuşmasının ardından beş dakika sonra kapı çaldı. Akın'ın geldiğini bildiğim için telefonumu elime aldım ve aslancığa küçük bir veda öpücüğü verip gülümsedim. Ben geri çekilip odadan çıkarken Aras, Yağız'ın yaralı olmasını fırsat bilip beni kolunun altına aldı ve başımı öptü. "Hadi gidelim bebeğim daha işimiz var."

Ben yaptığına gülümserken Yağız, yanındaki yastığı alıp bize doğru fırlattı. "Ulan çek elini puşt! Şu yara geçsin döve döve bebeğim diye bağırttıracağım seni, yavşak!" Aras, tehditleri takmayarak Yağız'a el salladı ve biz aslancığın küfürleriyle odadan çıktık. Efsun'un şaşkın ve adını koyamadığım bakışıyla önüme geçip odadan çıkmasıyla kaşlarımı çattım. Bu kadındaki gizemi çözecektim ama önce şu işi halletmeliydim. Dış kapıyı açıp çıkmasıyla Akın, onu tanımadığı için sorgulayan bakışlarıyla bizi süzdü.

"Yağız'ın çalışanı." dedim kısaca, şu an onun kim olduğunu açıklamakla zaman kaybedemezdim. "Akın, bak bölgelerden birinde sorun oldu onu halletmeye gittik. Tamam mı? Sakın belli etme."

"Merak etme, beş yaşında değilim Alisa!" diye söylenmesiyle aferin dercesine gülümsedim ve asansöre doğru ilerledim. Aras'ın da asansöre binmesiyle aşağı doğru inmeye başladık. "Önce saraya geçiyoruz, değil mi?" apartmandan çıkarken başımı evet anlamında salladım. "Hazırlanmam lazım. Arda, nerede?" sorumu sorarken ikimizde arabaya binmiştik. Aras, yola çıkmış saraya doğru sürmeye başlamıştı.

"Sarayda bekliyor, ibnenin eli uzun çıktı adamı buldu. Lidere saldırdığı için şu an çiftlik evinde saklanıyormuş." soğuk sesi karşısında ona yandan bir bakış attım. Her ne kadar belli etmek istemese de Yağız'ın o halini görünce sinirlenmişti. O, adamı öldürmeyi o da istiyordu...

&


Üçümüzde araçtan indiğinde uzağımdaki taş eve baktım. Büyük, gösterişli bir evdi. Avizeleri dışardan bile belli olacak kadar parlaktı. Evin çevresi betonla kaplıydı ve bahçesi genişti. Aras, elindeki dürbünle eve bakarak "Arka tarafta sekiz adam var. Dövüşmekle uğraşmayıp silahla indirelim." dedi soru sorarcasına. Arda'ya dönüp baktığımda bagajdan ekipman aldığını gördüm. Beline yerleştirdiği silah ve yedek şarjörle bagajı kapatıp yanımıza geldi. Aras'ın dediğine onay vermesiyle başımı salladım.

"Tamam, bize sadece Fatih lazım sonuçta." dedim ve Aras'ın elindeki dürbünü bagaja koymasıyla üçümüzde yüzümüzü kapatmak için kar maskesi taktık. Kimliğimizin güvenli hale gelmesiyle belimdeki silahı çıkarttım ve derin bir nefes aldım. Bir düşman daha indirecektim ve evde beni bekleyen aslancığa dönecektim.

Hızlı adımlarla eve ilerlemeye başladık. Arda, ön tarafa ilerlerken Aras'la ben arka tarafa doğru ilerledik. Beton duvardan nasıl atlayacağımı düşünürken biraz ilerideki ağacı fark ettim ve Aras'a işaret ederek oraya doğru ilerledim. Ağaçtan aldığım yardımla kendimi duvarın üstüne attım ve diğer tarafa geçmeden beton duvar üstünde sessizce ilerleyip adamlara doğru yaklaşmaya başladım. Aras, bahçenin üstünden adamlara yaklaşıyorken onu fark eden iki adamı hızla indirdi. Onun indirdiği adamları fark eden diğer iki adam Aras'a doğru dönmüştü ki ben onları indirdim ve biraz ilerimdeki adama doğru koşup üstüne atladım.

Duvardan atlayarak adamın üstüne düşmemle adam dengesini kaybetti ve bana karşılık veremeden ben hızla yüzüne sert bir yumruk atıp kafasını sert şekilde yere vurdum. Adamın bayılmasıyla üstünden kalkıp silahımı yerden alıp ilerlemeye devam ettim. Silahlarımızdaki susturucular sayesinde sessiz bir şekilde ilerliyorduk ta ki köşeyi döndüğümde bir tane adamın beni fark edip ateş etmesine kadar. Adamın ateş etmesiyle hızla duvarın arkasına geçip saklandım. Adamın peş peşe ateş açmasıyla yerimden kıpırdamayıp durmasını bekledim. En sonunda durmasıyla hızla olduğum duvardan ayrılıp ona ateş ederek çaprazımdaki ağacın arkasına geçtim. Adrenalin bir bataklık olup beni derinliğine çekmiş hislerime ket vurmuştu. Şu an odaklandığım sadece savaşmaktı.

Adam, tekrar ateş etmeye başlamıştı ve benim ona ağacın sağ tarafından ateş edeceğimi düşünüyordu. Ayaklarımı açarak bedenimin çoğunun sağ tarafta olduğunu sanmasını sağladım. Şu an ayağım sağ taraftaydı... o sağ tarafa ateş ederken sol tarafa doğru döndüm ve ondan hızlı davranarak ateş ettim. Adamın temizlenmesiyle derin bir nefes aldım ve eve doğru ilerlemeye devam ettim. Siktiğimin kar maskesi insanı kendi nefesinde boğuyordu resmen! Bir an önce ondan kurtulmalıydım.

Eve doğru yaklaştığımda cam kapıyı açmak için elimi uzatmıştım ki gözlerim bir an camdan yansıyan görüntüye kaydı. Biraz ilerimde bir adam vardı, tam hızla arkamı dönüp ateş edecektim ki benden önce Thor'um onu indirdi. Yanıma gelerek kafasıyla kapıyı işaret etti. İşaretiyle önüme dönüp kapıyı açtım. İçerisi temizdi, koruma falan yoktu. Hızlı adımlarla üst kata ilerledik. Işık gelen bir odanın önünde durduk. Ben kapı kolunu tutarken Aras, silahı tutmuş bir şekilde hazırda bekliyordu. Kafasıyla onay verdiği gibi kapıyı açtım ve benden önce odaya girdi. Onun ardından bende hızla odaya girdim. Karşımızda üç tane takım elbiseli adam vardı ve şaşkınlıkla bize bakıyorlardı. İçlerinden biri cesaret hapı yutmuştu ki belindeki silaha davrandı ama Thor, bu yaptığını ona acı bir şekilde geri çevirdi. Adamı diz kapağından vurdu.

"Kimse kıpırdamasın!" diye bağırdı ürkütücü keskin bir tonla. "Fatih, hanginiz?" adamlar birbirine korkuyla bakarken ilerleyip odanın içine iyice girdim. Toplantı salonu gibi dizayn edilmiş odada sekiz kişilik bir çalışma masası vardı ama adamlar samimi olmalıydılar ki odanın diğer tarafındaki oturma grubunda içerek konuşuyorlardı. Her ne konuşuyorlarsa duyulma ihtimalini göz alamadıkları için korumaları dışarıda konumlandırmışlardı. Aptallıklarına gülümsedim ama onlar bunu göremedi.

"Bir daha sorarsam ölü bedenlerinize sormuş olurum!" Aras, bir kez daha o gür sesiyle bağırdığında demin vurulan adam parmağıyla çaprazındaki adamı işaret etti. İşaret ettiği adama yüzümü çevirip her ne kadar onlar göremeyecek olsam da gülümsedim. Demek bu piç beni öldürmek istiyordu. Demek bu piç benim adamımın canını yakmıştı...

Kırklarının sonunda olan adamın yüzündeki korku ve can havlinin emareleri içimde hoş bir haz yarattı ve ben bu hazzı daha da arttırmak için hızla adama atıldım. Fatih'i yakasından tutarak yere fırlattım ve zaman kaybetmeden üstüne çıktım. Her bir vuruşumda adam acı içinde bağırıyordu ama bu beni kesmiyordu. İçimdeki öfkeye yetmiyordu. Öfkem açtı, ben mutsuzdum.

Bir kulağımda sabah Efsun'un dedikleri, bir kulağımda babamın dedikleri dönüyor; gözlerimde ise Yağız'ın yaralı hali dolaşıyordu. Ve ben ne kadar vurursam vurayım hıncımı çıkartıp kendimi rahatlatamıyordum. Ben adama vururken yalvarması ona daha çok sinirlenmeme sebep oluyordu. O da benim için ölüm emri verirken bende yalvaracak mıydım acaba ölmemek için?

Ben adamı vururken Arda'nın odaya gelmesiyle bir an dönüp ona baktım. Bitir artık dercesine gözlerime bakıyordu. Onun uyarısıyla zaten vurmanın da sinirimi yatıştırmadığı adamın üstünden doğruldum. Belime yerleştirdiğim silahı çektim ve iki saniye gözlerindeki korkuya gülümseyerek baktım. Ölümün geldiği andaki insan tepkileri kadar doğal tepki azdı. İnsan bir doğarken bir de ölürken en temiz ve saf duygularıyla bakardı hayata.

Ve atımdaki adam en temiz olduğu son anda gözlerime bakıyordu. Bu bakışın hissettirdiği duygunun onun canını çok yaktığını bildiğim için iyi biri olmaya karar verip silahın namlusunu alnına yasladım ve tek kurşunla onu bu acıdan kurtardım.

Onu acıdan kurtardım kendimi de bir düşmanda daha...

Adamın ölmesiyle üstünden kalktım ve diğer iki adama bakmadan bizimkilere başımla işaret verip odadan çıktım. Aras ve Arda'nın da arkamdan çıkmasıyla hızlı bir şekilde takviye ekip gelmeden evden çıktık. Şimdiye çoktan duyulmuştur baskın, bizim onlarla mücadele edecek gücümüz yoktu ve zamanımız yoktu. Üçümüz de arabaya bindiğinde Arda, hızla arabayı çalıştırdı ki hızla olay mahalinden uzaklaşmaya başladık. Yer Altının sınırlarından çıkana kadar hiçbirimiz maskelerimizi çıkarmadık. Bölgeden ayrıldığımız anda ise aynı saniyede maskeleri çıkarıp rahat bir nefes aldık. Bu işi de kayıpsız ve başarıyla hallettiğimiz için keyifle kafamı koltuğa dayayıp gözlerimi kapattım.

Çorba yapamıyordum ama çok iyi adam dövüyordum.

"Ulan bazen ne kadar tatlı diyorum senin için bazen de cehennem zebanisi diyorum Allah affetsin. Senin içinde kaç kişi var lan?" diyen Aras'ın sesiyle gülümseyip omuz silktim.

"Bilmem, bende bazen yetişemiyorum içimdekilere." dedim ve küçük aslancığa kavuşmak için yolun bitmesini bekledim...


Eve girdiğimizde hiçbir yere uğramadan koşar adım yatak odasına ilerledim. Odadan gelen konuşma sesleriyle Akın'ın kırgınlığının geçtiğini anladım. Gülümseyerek odaya girdiğimde Yağız'ın Akın'daki bakışları hızla bana döndü. Yüzümdeki gülümseme eşliğinde hızla yanına yaklaşıp yanağına sıcak bir öpücük bıraktım. "Nasılsın kaptan?" Yağız, beni baştan aşağıya süzdü ve günlük kıyafetlerime bir bakış atıp okyanuslarını topraklarıma dökmeye başladı.

"İyiyim, sen ne yaptın?" meraklı ve düşünceli sesiyle içim acısa da hislerimi bastırarak gülümsemeye devam ettim.

"Hallettik. Arda da geldi bizimle ama biliyorsun, sevdiği insanları yaralı göremiyor; o yüzden gelmedi bizimle." dedim hüzün kokan sesimle.

Arda, Zeynep'i en son gördüğündeki hali yüzünden sevdiği, tanıdığı insanların yaralı hallerine bakamıyordu.

"Olsun, sen geldin ya." diyen Yağız'ın sesini bastıran Thor'un sesi Akın'ın sövmesine sebep oldu.

"LAN BU ÇOK TATLI!"

"Ses tonunu sikeyim beyinsiz." Aras'ın kucağında Vega'yla içeri girmesi ve bağırması; küçük köpeği korkutmuş bizi de sinirlendirmişti. Vega'nın Aras'ın kucağından atlayarak bana doğru koşması Aras'ın kaşlarını çatmasına sebep oldu. Akın'ın yanına otururken memnuniyetsizce mırıldandı.

"Sahibi gibi insandan anlamıyor bu. Ben dururken ne var acaba o canide!" bana cani demesine sinirlensem de ayaklarımın dibinde havlayan Vega'ya bakıp gülümsedim ve eğilip kucağıma aldım. Bir kere görmüştüm ama yine de çok sevmiştim. Çok tatlı bir köpekti. Ben başını okşarken Yağız "Anıl, sen gittikten sonra getirdi. Evde yalnız kalmasını istemedim." dedi. açıklamak istercesine.

"Çok iyi yapmışsın. Özlemiştim zaten." dedim yüzümü yalayan Vega'ya gülümserken. Ben köpekle oynarken Yağız, çalan telefonunu açıp konuşmaya başladı. O konuşurken, köpeğin bana gelmesine bozulan Thor'a ilerledim ve köpeği onun kucağına bırakıp gönlünü almaya çalıştım. Aras, yüzünü asmaya devam ete de köpeği kucağına koyduğum anda onu sevmeye başladı.

"Ne demek öldürmüşler şerefsizi? Kim yapmış Efsun!" diye bir anda Yağız'ın bağırmasıyla irkilerek gözlerimi sonuna kadar açıp karşımdaki adamlara baktım. Hadi ama bu kadar çabuk haber nasıl yayıldı? Sabah'ı bekleyemediniz mi?

"Benim yaptırdığımı söyle." Yağız'ın soğuk sesiyle şaşkınlıkla ona döndüm. Bakışlarımız kesiştiği anda fırtınalı okyanusları benim gariban topraklarımda sert bir erozyona sebep oldu. Gözlerime öyle bir mesafeden bakıyordu ki aramızda sanki gezegen vardı.

"Tamam, biliyorum Efsun. Dediklerimi sorgulama uygula. Ben yaptırdım diye haber yolla. Ayrıca sana verdiğim diğer işin raporunu da bekliyorum." diyerek telefonu kapatmasıyla gözleri üçümüz arasında dolaşmaya başladı.

Bakışlarından rahatsız olarak yutkundum. "Ben içecek bir şey getireyim hava çok sıcak." odadan çıkmak için yavaşça hareketlenmiştim ki soğuk bir ses rüzgarıyla sanki tam önüme buzdan bir engel yaptı. Bir adım bile atamadan durup bana öfkeyle bakan adama döndüm.

"Kaçma!... kaçma güzelim daha beni nasıl uyuttuğunu anlatacaksın!"

Kaçamayacağımı anlayarak omuzlarımı düşürdüm. "Ya bak. Tamam, özür dilerim yalan söylediğim için ama sana demiştim o adamı öldüreceğim diye. Yani aslında haberin vardı bu durumdan sadece zamanını söylemedim sana." dedim kafamı önüme eğip ayağımla parkede hayali daire çizerken.

"Göte gelde savunma gör. Aferin kız güzel savundun kendini." Aras'ın konuşmasıyla kaşlarımı anlamadım dercesine ona çevirdim.

Akın, gülerek "Göte?" diye sordu sorgularcasına. Aras, sanki yanlış söylememiş gibi özgüvenli bir biçimde çenesini evet anlamında salladı.

"Hee göte hani şu meşhur savunma yapan herif var ya, cahil bilmiyor musun?"

"Salak o senin anladığın göte değil Goethe, bir de o meşhur savunma Sokrates'in." Akın'ın açıklamasıyla Aras, bir süre düşündü ve doğru olabileceği ihtimalini kafasına mantıklı bir yere oturtarak başını olumlu anlamda salladı.

"Aferin, bilgini test etmek için demiştim. Cahil değilmişsin, dışardan cahile benziyorsun emin olmak istedim."

"Lan sikerim sizin muhabbettinizi ne bok yediğinizin farkında mısınız? Hadi bu deli her boka atlıyor! Lan sen ne demeye her istediğini yapıyorsun?" Yağız'ın dayanamayıp kükremesiyle kafamı kaldırıp ona baktım. Gözlerinin Aras'ta olmasıyla konuşmasındaki delinin ben olduğunu anladım.

Pardon da ne deliliğimi görmüştü? Adam beni öldürecekti ondan önce ben davrandım o kadar...

"Bana ne patlıyorsun be? O ister ben yaparım. Bana bulaşma." diyen Aras'ın söyledikleri Yağız'ı daha da öfkelendirdi. Gözlerine inen öfkeyle sakin ama keskin tonuyla şu hayatta duyduğum en saçma şeyi söyledi.

"Sen niye Alisa'nın peşinde bu kadar dolaşıyorsun lan? İki senedir tanıyorsun onu ne bu ayaklar aşık mı oldun?"

Sorusuyla şaşkınlıkla ona baktım. Ciddi miydi bu adam? "Yağız, kendine gel!"

"Herkes kendine gelsin. Sakin olun!" diye bağıran Akın'ın sesinin ardından çalan zil ortamı daha da gerdi. Kapıyı açmanın bahanesiyle gerginliğin öz kaynağı haline gelen odadan çıktım ve elimin titremesini geçirmeye çalışmak için sallayarak kapıyı açtım. Karşımda genç bir çocuk elinde kırmızı bir dosyayla bana bakıp selam verdi. Kıvırcık saçlı, toy bir delikanlıydı.

"Bunları Yağız Bey'e getirmiştim."

"Ver bana ben veririm." dedim ama çocuk bu dediğimi beğenmedi ve tereddütle gözlerime baktı. Şu an onların boktan kutuplaşmalarıyla uğraşamayacağım için elimi çocuğun elindeki dosyaya götürüp sert bir şekilde aldım. Dosyayı elimde sallayarak korkan çocuğa sinirle baktım. "Merak etme, yemem dosyanızı." deyip kapıyı kapattım. Elimdeki dosyanın Yağız, için önemli olduğunu biliyordum ama şu an bununla konuyu dağıtmak istemediğim için oturma odasındaki büfenin çekmecesine koyup derin bir nefes aldım.

Resmen biraz önce Aras'ın beni sevip sevmediğini sormuştu ruh hastası!

Yaralı olduğunu kendime hatırlatarak kendimi sakin kalmak adına rahatlatmaya çalıştım ve yavaş adımlarla yatak odasına ilerledim. Her bir adımımda duyduğum bağırışma sesleriyle içim tuhaf bir sızı peydah oluyor, tüm bedenimi kavuruyordu.

"Hadi ama kimi kandırıyorsun? Ulan kim kimi bu kadar koruyup sever? Aşıksın işte başka niye koruyasın!" diye gürleyen Yağız'ın sesiyle tam sinire savrulmuş halde kapıyı açacaktım ki Aras'ın kısık konuşması beni olduğum yere çiviledi.

"O benim kardeşim. Gerçekten kardeşim, ben de o şerefsizin kanındanım!"

Loading...
0%