Yeni Üyelik
50.
Bölüm

49.Bölüm "Tanımak ve Tanımamak Arafı"

@senabookss

"Göz görür, yürek tanır derler. Ben seni gördüğüm kadar yüreğime tanıtamamışım."

İnsanın yaşamı boyunca hayatına fark ettiği ya da fark etmediği bir sürü başka insan girip çıkardı. Bu insanların hepsi olumlu veya olumsuz bir iz bırakır insanın yaşamına. Bazıları merakla yeni insanları alırken hayatına bazıları yaşadıklarıyla yeni insanları gereksiz görürdü çünkü korkardı.

Korkusu onun yaralı kalbinin koruma kalkanıdır. Korkusu sayesinde güvensizlik eşliğinde geçecek gecelerde, yanlış konuşmaktan, hayatına giren insanın sorumluluğundan, kısacası her şeyden kurtulmuş olurdu ve bu onun körü anılarının gömüldüğü yerde kalmasını sağlardı.

Bende hep öyle düşünmüş, hayatıma kimseyi almamaya çalışmıştım çünkü hayatımda olanlar beni çok acıtmıştı. Küçüklüğümün getirdiği zorlu şartlar üstüne bir de hayatıma aldıklarımdan yediğim darbeler beni buna itmişti ve bende bu durumu kabullenip elimdekilerle yetinmeye başlamıştım.

Altı arkadaşım- tabii aralarında hayatını kaybetmiş olanlarda vardı ama bu bir şeyi değiştirmezdi, onlar benim sonuma kadar arkadaşımdı- bir de sevgilim vardı. Kalan hayatımı onlarla ilerletmeye karar vermişken kaderin oynadığı oyunlar beni, gördüğüm an başıma bela olacağını anladığım adamla birleştirmiş ve ortak bir yola çıkarmıştı. Bu yolun bizden aldıkları içimizi yaksa da yine de onunla bu yola çıktığım için mutluydum. O, olabileceği en iyi partnerdi bu kanlı yolda...

Aras'la ilgili düşüncelerim kapının önünde durmama sebep olan cümlesine kadar böyleydi. O, benim Yağız'dan sonra iyiliği için her şeyi yapabileceğim ikinci kişi ve arkadaşımdı.

Hatta kardeşimdi ama mecazen. Dosttuk biz, abi kardeşi değil.

Duyduğum cümlenin beynimde farklı anlamlandırıldığını düşünüp kapıyı yavaşça araladım. Sanki film çekimindeymişiz gibi onlar sahneyi oynarken ben kameraymışım da içeri girmişim gibi hissettim çünkü ne hissedeceğimi bilmiyordum.

Hissedemediğim duyguların yoksunluğuyla ifadesiz gözlerimi ne konuştuklarını bilmeyen adamlarda dolaştırdım. Yağız, yataktan doğrulmuş öfkeyle Aras'a bakıyordu. Aras'sa sanki burada değilmiş gibi ayağa kalkmış, odanın ortasında durup yere bakıyordu ama aslında bakmıyordu; galiba dediği saçma şeyi düşünüyordu. Akın'ın gözleri ise bendeydi, gözlerimi ona çevirdiğimde göz göze gelmiştik ve gözleriyle bana anlamlandıramadığım bir merakla bakıyordu.

"Ne dedin sen?" diye soran Yağız'ın sesiyle kafamı Aras'a çevirdim. O hala benim odada olduğumu fark etmemişti. Yağız'sa bunu fark ettiği için benim konuşamayacağımı bildiğinden kendi sormuştu bu soruyu.

"Ben..." dedi ve yutkundu Aras, kelimeler dudaklarından dökülemeyecek kadar büyüktü ona. "Ben o şerefsizin kanındanım ama asla oğlu değilim. Benim babam ben doğduğum gün öldü." Aras'ın soğuk sesiyle söylediği can yakan ateşten sözleri bedenimi ikinci kez dumura uğrattı. Bu gerçek miydi?

"Ne dediğinin farkında mısın? Sırf, itiraz etmek için bunu söylemene gerek yok." bir umut yanlış anlaşılma korkusundan dolayı şaka yaptığına inanmak isteyen saf tarafımın dudaklarından dökülen cümleler ortamı daha da soğuttu.

Hadi ama buna kimse inanmazdı. Aras Aktay benim kardeşim olamazdı.

Şaşkınlık ve itiraz dolu sesimin odaya yayılmasıyla bana dönen gözlerde şu an ilgimi sadece yıkılmış gözler çekiyordu. Aras'ın acı ve üzüntüyle kaynayan gözleri gözlerimi bulduğunda yerinde yakalanmış bir çocuk gibi kıpırdandı.

"Alisa, anlatacaktım sana. Her şeyin bitmesini bekledim." Aras'ın pişmanlık kokan mahcup sesiyle içimde ona duyduğum hislerin enkazı oluştu. Ona duyduğum sevgi ve saygının yıkımıyla gözümden akan bir damla yaş yanağımdan yavaşça tenimi yakacak şekilde süzüldü ve dizlerim titredi. "Sen ciddi misin?" diye sormaktan kendimi alamadım çünkü konu o kadar saçma ve imkansızdı ki buna kimse kolay kolay inanamazdı. Ben ve Aras hatta Azra, üçümüz kardeş miydik şimdi?

Ben tüm dikkatimle Aras'a bakarken Akın'ın beni kolumdan tutmasıyla bakışlarımı ona çevirdim. Yüzüme ciddi bir şekilde bakıyordu ama bakışları ciddi olmaktan çok acırmış gibiydi. Bana acıyarak beni kanepeye yönlendirdi ve oturttu. Artık dışarıdan nasıl görünüyorsam ayakta duramayacağımı düşünmüştü muhtemelen.

"Her şeyi en baştan anlat. Buradaki herkesin bunu bilmeye hakkı var." Yağız'ın tok sesi hepimizin üzerinde baskı kurduğunda parkedeki gözlerimi ona çevirdim. Okyanusları gergin ve öfkeli şekilde Aras'a bakıyordu, ona olan bakışındaki tuhaflıkla kaşlarımı çattım ama bunu şimdi düşünmemeye karar verdim. Şu an önemli olan bu odadakilerin kim olduğuydu?

Biz kimdik? Niye tam her şey yoluna girecek gibi olduğunda tekrar başa dönüyorduk?

Hayatımda herkes yabancı olmak zorunda mıydı?

Yağız'daki ıslak gözlerimi yavaşça Aras'a çevirdiğimde bana yaklaştığını fark ettim. Kahveleri, topraklarıma ürkekçe bakarken ters tepki verip vermeyeceğimi ölçmeye çalıştı ama sonucu umursamadan da yanıma oturdu. Biz ikimiz yan yana -kardeş kardeş- otururken Akın, pencerenin önünde durmuş sigara içiyordu. Sigarasının ucunda tutuşmuş kızıllık göz bebeklerimde büyürken içimdeki yangını harlayacak kadar sıcak bir bakışla birleşti hislerimin üzerinde gördüklerim. Yutkunarak bu yanıştan kaçmak istercesine Yağız'a baktım, pozisyonunu bozmadan bizi inceliyordu. Kaşlarım çatıldı. Ne yani benzeyip benzemediğimize mi bakıyordu?

Odadaki zehirleyici havayı kıran sesi duyduğumda ilk kelimesi bile tenimdeki ürpertiyi kalbime hapsetti. "Annem..." dedi Aras ve devam eden her bir kelimesiyle içindeki yarayı ilk defa bana açtı. "Annem, Krallığın koruyucularındanmış. Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla biliyorum ki çok güzel bir kadınmış. Tabii benim annem sonuçta güzel olması doğası gereğiydi..." iç çekmeye benzer bir yakarışta bulundu. İnsan bazen öyle bir anda sıkışırdı ki ciğerlerine şifa olan nefes bir zehir olur yakar boğazını, Aras'ın içine çektiği nefesi yakarışa benzer bir zehirdi ki acı çeker gibi kıpırdandı. "Esmer, renkli gözlüydü. Hiç tanımadığım için ruhunun nasıl olduğunu bilmiyorum ama teyzem çok iyi biri olduğunu söylerdi."

Kısık bir sesle küfür etti. "Bir gün operasyon sırasında eline çok önemli bir belge geçmiş. Belge, o zamanın mevcut Başkan'ını idama götürebilecek bilgiler içeriyormuş. Baban da bunu bildiğinden yolunu açmak için belgenin peşine düşmüş. Tam o zamanlar da annenle evleneceği zamanlarmış." Aras'ın son söylediği cümleye sinirle gülmesi gözlerimi yerden çevirerek ona bakmama sebep oldu. O da benim gibi yere bakıyordu ama benden farklı olarak o, baktığı yerde zihnindekilerin yansımasını da görüyordu.

"Belgenin yerini tek annem bildiği için onu öldüremezdi. İşkence etmeye de gücü yetmiyordu, o da yapabileceği en pislik yolu seçti. Her ne kadar iğrensemde kabul etmeliyim ki yakışıklı ve çekiciydi şerefsiz. Annemde karşı koyamadı ona ve o pisliğin iki güzel sözüne tüm kalbiyle inanıp güvendi. Bu yalan birkaç ay sürmüş ve baban annemden belgeyi çalıp karşılığında da beni ona vermiş. Gerçi hamileliğini çok sonra anlamış, kandırılıp kullanılmak onu öyle tüketmiş ki hamile olduğunu bile anlamamış ilk başlarda. Anladığında da iş işten geçmiş, yani daha aldıramazmış. Gerçi teyzemin demesine göre hiç benden kurtulmayı düşünmemiş hatta onu tekrar hayata döndüren benmişim..." yutkunarak derin bir nefes aldı. "İşte zaman geçmiş, doğuma az bir süre kala annem, annenin hamile olduğunu öğrenmiş. Tabii o geçen sürede de baban belgeyi kullanıp adamı öldürtmüş ve annenin gücünü kullanıp Başkan olmuş. Annem, annene hamile olduğunu söylemek için buraya geleceğini babana arayıp söylemiş, ardından da teyzeme mesaj atıp yola çıkmış. Baban, bunu öğrenince çok sinirlenmiş ve adamlarını görevlendirmiş annemi öldürmeleri için. Şehrin girişindeki yolda arabasını sıkıştırıp kaza yapmasına sebep olmuşlar. Annem ağır yaralanmış, adamlar da kaza yaptığını görünce ölmüştür diye düşünüp oradan uzaklaşmışlar. Teyzem, annemin mesajını gördüğü için geç de olsa yola çıkmış ve pert olmuş arabayı görmüş yolun kenarında. O zamanı anlatırken her zaman titrerdi teyzem, sanki o an gözünün önündeymiş de tekrardan yaşıyormuş gibi. Neyse işte..." anlatacaklarının sonuna yaklaşıyordu ve yaklaştıkça kendiyle beraber uzaklaşıyordu aramızdan Aras ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Oturduğum koltukta içim içime sığmaz taşarken tanıdığım sandığım adamın aslında acı içinde doğup yaşadığını öğreniyordum ve bu çok ağırdı. Özellikle her şeyin sorumlusu babamken...

"Teyzem, arabadan indiği gibi annemin çığlıklarını duymuş. Koşarak arabaya ulaştığında annem berbat bir durumdaymış, yüzü yara içinde, kolu kırılmış..." konuşamadı dili dikenlerle kaplanmış gibi yüzünü buruşturdu ama dikenlerine rağmen kanayan yarasını bıçaktan sözleriyle deşmeye devam etti. "Ve tüm bu olanların üstüne doğumu da başlamış. Teyzem, zorlukla annemi arabadan çıkarıp yolun kenarına yatırmış. Annem, kesik kesik aldığı nefeslerini beni yaşatmak için kullanıp yaralarını, kırıklarını hiç düşünmeyip teyzeme sadece onu kurtar diye yalvarmış..." Acıyla üst dudağını kıvırdı. "Bakma ben böyle düz anlatıyorum, teyzem son anı anlatırken konuşamazdı bile; gözlerime bakar annene bakıyormuş gibi hissediyorum derdi çünkü doğduğumda teyzem beni kucağına alıp anneme son kez bakmış ve annemin daha önce hiç olmadığı kadar mutlu olduğunu gözlerinde görmüş, mutlulukla parlayan gözlerini benimkilere benzetip ay gibi parlıyorlar derdi hep bu yüzden." dedi ve yerdeki gözlerini ona korkuyla bakan gözlerime çevirdi.

Ama keşke çevirmeseydi.

Karşımdaki Aras, değildi. Karşımda ağlayan adam aslında şu an o yolun karşı tarafında durup film izler gibi olanları izleyen küçük çocuktu. Gözlerim gözlerindeyken ten yakıcı şekilde süzülen göz yaşını silmek için elimi kaldırmıştım ki bir an durdum. Aklım olanları anlamıyor, kalbim kabullenemiyordu.

Aras, girdiğim arafı fark etmişti ki gözleriyle sıkıntı yok dercesine gözlerime baktı ve anlatmaya devam etti. "Annem doğduğumu, sağ olduğumu gördüğünde direnmeyi bıraktı ve o boktan yolun soğuk zemininde canını verdi. Teyzem, beni sakladı ve tek başına büyüttü. Yani baban, öldüğümü sanıyor." son dediği cümleyle gözümde tutmaya çalıştığım damla daha fazla dayanamadı ve intihar ederek kendini yanağımdan aşağı uçurumdan sonsuzluğa bıraktı.

Baban öldüğümü sanıyor cümlesinin asıl doğrusu babam beni öldürdü ve öldüğümü sanıyor olmalıydı ama Aras, bunu diyemedi...

"Bu kısımlar benim doğuş hikayemdi şimdi seni ilgilendiren kısma gelirsek. Annen, beni biliyormuş Alisa." Annem, kocasının onu aldattığını; öz çocuğunu öldürmek için duygularıyla, bedeniyle oynadığı kadını öldürdüğünü biliyor muydu? Bilirken nasıl o adamla birlikte olmaya devam edebildi? Ben soruların içinde çıkış yolu ararken Aras, devam etti bizi daha da çıkmaza sokmaya. "Hatta teyzemin saklanıp beni rahat bir şekilde büyütmesini o sağlamış. Ölene kadar benimle yakından ilgilenmiş, hayatımın nasıl olacağını bile o belirlemiş. Ajan olacağıma, Ithaca'da görev yapacağıma... her şeye annen karar verdi ve bende yaptım. Tek sorun sizi hiç sevmiyordum. Arada sizi, o adamı görmek için gelirdim ve gördüğümde nefretten başka bir şey hissetmezdim. Gerçi seni çok görmezdim... Azra ve babanı görürdüm, onlar tam bir aileydi. Seni ise göreve geldiğinde keşfetmeye başladım. Bu olanlardan dolayı seni ilk başta hiç istememiştim. Hatta Pars'la konuşup seni göndermeye çalıştım, sürekli başarısız olman için uğraştım ta ki o güne kadar. Baban, Alp'in öldüğü gün beni arayıp da senin için o ölmedi mi diye sorana kadar. Duygusuz sesiyle sorduğu soruyu düşündüm ve bir an sana baktım, tam karşımda Ferda'dan dayak yiyordun ve sesin bile çıkmıyordu. Her şeyi kabullenmiştin, tıpkı benim gibi. İşte o boktan anda bir an kardeşim diye geçirdim içimden. Sen benim kardeşimdin ve tek farkımız sadece annelerimizdi. İkimizde o adamın kurtulmak için uğraştığı değersiz piçlerden başka bir şey değildik ama belki..." sertçe yutkundu. "Belki birbirimize tutunursak değerli oluruz diye düşündüm."

Aras'ın söylediklerinin şokundan çıkamayan zihnim son söyledikleriyle iyice işlevini yitirdi. Ne düşüneceğimi ne hissedeceğimi bilemiyordum.

İçimde o kadar çok his vardı ki hissizleşmiştim ve hiçbir şey hissedemiyordum.

Biz son bir saattir ne yaşıyorduk? Babam, bu kadar kötü olabilir miydi? Evet, olabilirdi ama kendi öz kanından birine bunu yapması... bende onun kanındandım bana neler yapmıştı?...

"Alisa'nın annesi seni niye korudu?" Akın'ın önemli bir yere değinmesiyle kafamı sallayarak içimdeki çatışmadan sıyrılıp gerçek dünyaya döndüm. Annem, cidden bunu niye yapmıştı ki? Yaptığı doğru bir davranıştı ama bildiklerine rağmen ayrılmadığı adamdan bunu saklaması tuhaftı.

"Orası çözülmesi gereken sır çünkü annesi beni bir şey için yetiştirecekti ama erkenden aramızdan ayrıldığı için bunu öğrenemedik. Bildiğim tek şey..." dedi ve gözlerini gözlerime bağlayarak cümlesini bitirdi. "Annen, babandan bir şeyin intikamını alacaktı. Senin anlattıklarınla kendi bildiklerimi birleştirince sonuç bu oluyor. Annen, seni güçlendirip Krallığa diz çöktürmeni istedi; bendense çok iyi ajan olup babanı yok etmemi. Tüm bunlar sonucunda annenin büyük bir şeyin peşinde olduğu ortaya çıkıyor. Alisa, baban annene ne yaptı?"

Aras'ın merak dolu sorusuyla bir an geçmişe gittim ve tüm yaşadıklarımı hatırladığım çerçevede düşünmeye çalıştım. Geçmişi düşünmenin hissizleşmiş bedenimi daha da soğutmasıyla gözlerimi Yağız'a çevirdim. Tüm dikkatiyle beni izliyordu ve sıkıştığımın farkındaydı.

Geçmiş ve şimdi arasında sıkışmıştım ve sesimi bulup da konuşamıyordum. Konuşsam da ne diyeceğimi bilemiyordum. Ne yani şimdi yanımda bana merak ve tedirginlikle bakan adam benim abim miydi?

"Herkes dağıldı, bence bu akşam için bu kadar konuşma yeter." kurtarıcımın söylediği cümleyle mesajı alan Akın, yaslandığı eşikten doğrularak Aras'a seslendi.

"Aras, hadi gidelim." sesindeki tını bile onun nasıl şokta olduğunu belli ediyordu. Kimse anlattıklarını duymayı beklemiyordu.

"Bir şey demeyecek misin Alisa?" anlattıklarıyla içimi donduran Aras'ın son sorusu içimi yaktı. Ben şimdi ne diyebilirdim ki? İyi geceler abi ya da seni bir daha görmek istemiyorum yalancı... ne düşündüğümü bile bilmezken nasıl tepki verebilirdim ki? Özür mü dilemeliydim babam için?

"Sen o kadar şey dedin ki bana bir şey kalmadı. Daha sonra konuşsak iyi olur." zoraki bulduğum sesimle söylediğim kısa kapanış konuşması onu daha da yıkmıştı ki içine titrek bir nefes çekti ve ayağa kalktı. Bir an üstten bana baktı ve konuşmadan gözleriyle bana nasıl yıkıldığını anlattı.

Bazen kelimelere ihtiyaç yoktur, bir bakış yeter içindeki fırtınayı anlatmaya. Tıpkı şu an Aras'ın yaptığı gibi. Bir bakışıyla bana içindeki fırtınayı gösterdi ve bir şey demeden çıktı. Onun peşinden herhangi tepki vermeden çıkan Akın'la derin soluklarımın arasından ayağa kalktım. Duyduğum dış kapının sesiyle hissettiklerimi bakışlarıyla çözmeye çalışan Yağız'a döndüm. "Uyuyalım mı?" kısık çıkan sesimin ona ulaşıp ulaşmadığını bile bilmiyordum ama kafasını evet anlamında sallamasıyla ulaştığını anladım. Üstümdekileri değiştirecek bile enerjim olmadığı için sadece kıyafetlerimi çıkartarak iç çamaşırlarımla kaldım. Işığı kapatıp yatağa ilerlerken ayın ışığı odaya bir yakamoz gibi yansıdığını fark ettim. Yatağa girerken yastığımı Yağız'ın omzunun hizasına çektim ve kolundaki yaraya dikkat ederek koluna sarıldım. Yaralarından dolayı ona tam sarılamamak şu an ki durumumu daha da kötü etkiliyordu ama kolu bile biraz olsun beni rahatlatıyordu.

Onun varlığı yaralarım için en iyi yara bandıydı. Sadece bana özel ve her yaram için ben istemeden benim yaramı saracak yara bandı.

"Biliyordun değil mi?" kısık sesimden dökülen farkındalık bedenini kastı. Derin bir nefes alırken boştaki elini saçlarıma getirdi. Parmakları saçlarımın arasında gezinirken duyguların ağırlığı onun dokunuşlarında hafiflemeye başladı.

"İki gün önce araştırırken öğrendim. Hikayeyi bilmiyordum sadece kardeşin olduğunu biliyordum. Bunu senin de bilmen gerektiği için zorladım onu yoksa aptal değilim seni o anlamda sevmediğini biliyorum." kendini açıklamasının ona kızmamam için olduğunu bildiğimden bir şey demedim. Şu an onunla da karşı karşıya gelecek kadar güçlü değildim...

"Neyi araştırıyordun?" bu kadar derin bir bilgiyi öğrendiğine göre önemli bir şeyin peşindeydi.

"Bir çok şeyi... babanı, Aras'ı, senin Ithaca'da yaptıkların ve sana...." bir küfür yuvarladı ağzının içinde. "O sana dokunan orospu çocuğunu. Özellikle onu bulmaya çalışıyorum." araştırma konularını söylediğinde birinin boğazımı sıktığını hissettim. Sanki, sanki nefes alamıyormuş gibiydim; bedenim donmuştu. Öğrenmemeliydi. Orada yaptıklarımın derinliğini ve Karan'ı öğrenmemeliydi.

"Sana bunları yap diyen olmadı. Ben araştırıyorum zaten. Sende kendi işinle ilgilen ve benim işime bulaşma Yağız." pencereden süzülen ay ışığının aydınlattığı kadarıyla gördüğüm yüzüne ciddi bir ifadeyle baktım. Korkumu bastırmak istercesine de yüzümü ifadesizliğe gömdüm. Yağız'sa bir anda yükselmeme sorgulayıcı şekilde baktı ve bende ortamı toplama isteği yarattı. Ona çevirdiğim başımı tekrar koluna yasladım ve sarıldığım kısma dudaklarımı bastırdım.

"Her ne kadar kabul etmek istemesem de sen artık başka bir yerdesin Yağız ve olduğun yer güvenli değil. Kendine odaklanmalısın, bu düşündüğün şeyler zaten zamanla ortaya çıkacak şeyler. Hiçbir olay saklı kalmaz, gün yüzüne çıkar ve kaderi etkiler. O yüzden şimdi bizim yapmamız gereken iki şey var. Bir hayatta kalmak bir de bu işlerden sıyrılmak." dedim ve dolan gözlerimi ona çevirdim. "Ben çok yoruldum. Artık her şey bitsin istiyorum..." dudaklarım acıyla büküldü. "Seni kaybetmek istemiyorum." son cümlemle içimde sanki derin bir uçurum oluştu ve bizim tüm yaşanmışlıklarımız o uçurumdan aşağı düşmeye başladı. İçimden bir ses onu kaybedeceğimi söylüyordu ve ben bunu hiç istemiyordum.

"Alisa, sen istemediğin sürece ben gitmem." gözleri sıcacık duygu seliyle bana bakarken üst dudağı kıvrıldı. "Gerçi istesen de gitmem orayı karıştırmayalım şimdi. Hem sen alışıksındır bensizliğe." ağladığımdan ortamı dağıtmak için konuyla dalga geçmesi gülümsememe sebep oldu. Hissettiği ağrılara rağmen benim keyfimle ilgileniyordu ama bu bile içimdeki sızıyı azaltmıyordu. Onun yokluğunda çektiğim ızdırabı düşündüğümde bir an kendimi daha da kötü hissettim.

"Anlatsam anlar mısın sensizliğin kor gibi yakan ateşinin acısını?" sorumla yataktan doğrularak hafifçe bana doğru eğildi. Ay ışığının okyanuslarını karartmasıyla kaşlarımı çatmadan edemedim.

"Anlarım." derinden gelen sesiyle bir an içimin eridiğini hissettim ama bunu şimdilik yok sayıp onun yoğunluğuyla aynı derecede gözlerine bin bir duyguyla baktım.

"Hayır, anlayamazsın çünkü sen hiç sensiz kalmadın." titrek sesimle itirazım onda hiçbir etki yaratmadı. Sadece elini yanağıma götürerek tenimi sevdi.

"Kaldım. Ben sensiz çok kaldım." kısa bir sessizliğin ardından söylediği kelebek uçurucu cümlesiyle gözlerimin parladığını hissettim. Bu parlaklığın ışığı özlem ve sevgiydi.

Elini yavaşça yanağımdan çekti ve tekrar yatağa uzanıp derin bir nefes aldı. Her ne kadar hissettirmemeye çalışsa da o da korkuyordu kaybetmekten ve sonunda korkuların kazandığını da biliyordu.

Korkular her zaman kazanırdı ve biz korkusuz olmak için yetiştirilmiştik ama aramızdaki bağ öğrendiklerimizi unutup korkunun esiri olmamıza sebep olmuştu. Kaybedecektik, biliyorduk.

"İkimizde yarım yaşadık, belki daha yaşamayız." istekli çıkan sesim aslında bir nevi dua gibiydi. Daha yarım yaşamak istemiyordum ve bunu yaradanın da duymasını istiyordum.

"Sen kaderimle aramda yaptığım en güzel anlaşmasın. Alisa, ben senin için büyük kumar oynadım ve oynamaya da devam ediyorum. Kimsenin kadere karşı gelerek yaptığım anlaşmayı bozmasına izin vermem. Beraber olur muyuz bilmiyorum ama senin yaşaman için her şeyi yapacağım." yemin eder gibi tüm benliğiyle dudaklarından dökülen kelimelerle adını koyamadığım bir his dalgası geçti içimden ve ben artık bu konu hakkında konuşmak istemediğime karar verdim. Konuştukça gerçekler beynime ve kalbime çarpıyor her bir çarpışında da başarabileceğimize olan inancımı benden uzaklaştırıyordu.

"Aras'ı ne yapacaksın?" Yağız, ona cevap vermeyeceğimi anladığından konuyu dolandırmadan asıl beni deviren konuya getirdi. Onun ismini duyduğum an üşüdüğümü hissettim ve koluna daha da sıkı sarıldım. Aras'la yaşadığımız onca şey gözümün önüne geldiğinde ondan vazgeçemeyeceğimi kabullenmiştim ki o zaten bu hikayenin en masumuydu. Babası ondan annesini, sevdiği kadını ve tüm yaşanmışlıkları almıştı ve karşılığında da ona yalnızlığı, acıyı, kaybolmuş benliğini bırakmıştı. Benim ona bir şey deme hakkım yoktu. Biliyordum ki o beni gerçekten seviyordu.

Huzursuzca iç çektim. "Düşündükçe beynimin Mert'le aynı yaşta olduğunu hissediyorum. Düşün o kadarcık beynim var ve bana yetmiyor." başımı iki yana salladım. "Ondan vazgeçmem ama şu an onunla konuşmak istemiyorum. Tüm bu olanlardan sonra onunla nasıl konuşabilirim ki?" umutsuzca içimden geçenleri dile döktüğümde olduğum duruma şaşırmadan edemedim.

Ben kimdim ve gerçek Alisa'ya ne yapmıştım?

"İlk başlarda sevmemiş olsam da senin için yaptıklarıyla benden onay aldı. Gerçekten sana değer veriyor ve acı olsa da senden başka kimsesi yok. Onu büyüten teyzesi öldü, sevdiği kadın öldü ve geriye tek kardeşi kaldı."

"Azra'da var." ben onunla konuşmuyor olsam da Azra, sonuçta benim ablamdı ve bu durumda Aras'ın da kardeşi oluyordu.

Bu gerçeğin farkındalığıyla içimde küçük bir korku kırıntısı oluştu. Ya o da babam gibi Azra'yı daha çok severse...

"Aras, Azra'yı da izlemiş ama bak seninle iletişim kurmuş çünkü ikinizin aynı olduğunu biliyor. Alisa, kabul et sen babana o ne yaparsa yapsın bağlısın ve bu yüzden onun yaptıklarını görmemiş gibi yapıyorsun ama baban seni öldürmek istiyor, şu an bunu yapamamasının tek nedeni de elinde olan dosya. Tıpkı Aras'tan kurtulduğu gibi senden de kurtulmak istiyor!" ilk başta sakince başladığı konuşmasının son cümlelerini sert şekilde bitirmesinin nedeninin benim beynime sokmak istemesinden kaynaklandığını bildiğim için sesimi çıkarmadım. Haklıydı ve bu haklılığı sinirimi bozmuştu. İçimi temizlemesi için derin bir nefes çektim içime ve gözlerimi kapattım.

Ona olan bağımı kesmenin zamanı gelmişti. Her yaptığına kendi kafamda kurduğum senaryolarla haklılık verip kendimi suçlu ilan etmiştim ve hep kaybetmiştim ama artık kaybetmeyecektim. Yaptıklarıyla kaybetmeyi o çoktan hak etmişti ve ben iyi bir evlat olup ona hak ettiklerini verecektim. Kendimden önce bunu Yağız'a, Aras'a ve anneme borçluydum.

"Haklısın, özür dilerim. Bu arada seninle de düzgün ilgilenemedim." diye mırıldandım konuyu değiştirmek ve içimde ayrı bir yara olan konuya da değinmek için.

"Evet, yanımda oturup bana bakmak varken adam öldürmeyi tercih ettiğin için ilgilenemedin. Hayır, keşke baştan deseydin ilgilenecek birini bulurdum." beni kınar gibi konuşmasıyla beraber son söylediği cümleyle başkasından kastının muhtemel dövmek için can attığım kadın olduğunu anladım ve içimdeki üzgün Alisa, yerini hızla şeytanın kayıp kardeşi olan Alisa'ya bıraktı. Sarıldığım koluna önce nazik bir şekilde yanağımı sürttüm, dokunuşumla rahatlayan bedeniyle gülümsedim ve kafamı çevirerek hızla kolunu canını acıtacak kadar ısırdım. Yağız, bunu beklemediği için bir an şaşırdı ve acının artmasıyla elini alnıma götürerek başımı itti.

"Dilimi sikiyim! Özür dilerim bırak kolumu cani kadın!" acıyla söylendiğinde rahatlamış şekilde bıraktım kolunu ve kafamı kaldırarak acıdan buruşturduğu yüzüne baktım.

"Nah bulursun başka ilgilenecek birini!"

İnanamıyormuş gibi bana baktı. Şu an yüzü fazla komikti. Hem yaraları vardı, hem de şaşkınlıkla dudaklarını aralamıştı. "Yaralı adama bu yapılır mı be? Ne vicdansız insansın sen?" Yağız'ın şaşkınlığa karışmış keyifli sesiyle gözlerimin önünde acaba ben yokken o kadınla neler yapmıştır düşüncesinin yarattığı görüntüler geldi ve bu görüntüler olmayan sinir sistemimi daha da yok etti.

"O, yaralı adam uslu uslu yatacağına başka kadınları düşünürse daha çok acı çekecek haberi olsun! Bir daha o kadınla samimi olduğunu görmeyeceğim Yağız, yoksa ikinizi de kimse elimden alamaz." tehdit kokan keskin sesim aslancığın üstünde hiçbir etki yaratmadı, aksine yaralı yüzüne bile yakışan gülüşünü küçük bir kahkahayla süsleyip bana sundu. "Sen cidden Efsun'u kıskanmış olamazsın. Güzelim hadi başkası olsa neyse de Efsun ne alaka amına koyayım?" keyifli çıkan sesiyle bir an kızardığımı hissettim. Şimdi oturup da ona onu kıskandığımı anlatacak değildim. Elinde daha fazla koz vermenin anlamı yoktu bence.

"Uykun geldi senin hadi uyuyalım, hem ben çok yorgunum. İyi geceler." dedim ve hızla kafamı yastığa gömüp gözlerimi kapattım. Tabii ısırdığım yere de küçük bir öpücük kondurmayı da unutmamıştım.

"Bununla dalga geçeceğim kaçışın yok." dedi ve saçlarımı okşamaya devam ederken ekledi. "İyi gecelere kelebeğim."


&


İrkilerek kafamı yastıktan kaldırdığımda bir an nerede olduğumu ve neden irkildiğimi anlayamadım. Gözlerimi kırpıştırarak etrafta göz gezdirip bir süre ayılmaya çalıştım ve en sonunda yanımdaki aslancığı izlemeye daldım. Huzurlu şekilde uyuması yüzümde küçük ama sıcak bir gülümseme yarattı. Uyurken de yüzü ciddiydi, hafif çıkmış sakalları yüzünü çerçeveliyor, saçları alnına düşmüş bende daha da dağıtma isteği uyandırıyordu. Onu izlemeye dalmışken gözüm başının yanındaki komodine kaydı. Saatin ona geldiğini görmemle esneyerek yataktan çıkıp banyoya ilerledim. Banyodaki işlerimi hallettiğimde odada durmadan hızla mutfağa yürüdüm. Dün akşam gelirken onun için saraydaki aşçıya yaptırdığım çorbayı ısınması için ocağa koyduktan sonra buzdolabından kahvaltılıkları çıkartarak masaya yerleştirdim. Hazırladıklarımın benden beklenildiği gibi sade olmasıyla yüzümü buruşturdum ve bu konuyla ilgili zaman buldukça çalışmam gerektiğini aklıma not ettim. Seda'nın ablalık konumundan faydalanarak engin bilgilerinden yararlanabilirdim...

Kapının yanındaki dolaptan tepsi almak için döndüğüm sırada Yağız'ı mutfağa girerken gördüm. Kaşlarımı çatarak ona sert şekilde bakarken başımı iki yana salladım. "Hadi ama nasıl yaralısın sen? Yatakta beni beklemen gerekiyordu!" kızgın çıkan sesimi umursamayan Yağız, sanki ona komik bir şey söylemişim gibi gülümsedi ve yanağıma bir öpücük kondurup masaya doğru ilerledi.

"Yavrum, ben seni yatakta hep beklerim onu biliyorsun da sırf yaralandım diye yatmak cidden sıktı." demesiyle bir an içim eridi ama sinirimi korumam gerektiğini düşündüğümden erime işini sonraya bırakarak ısınan çorbayı kaseye koyarken söylenmeye başladım. "Hem hareket edecek hem dinlenmeyecek hem de benim oynayacak yok ben seninle ne yapacağımı cidden bilmiyorum." söylediklerimin ardından elimdeki kaseyi masaya koydum ve onun bana bakan keyifli okyanuslarına sinirle karşılık verdim. Bu sefer gözleri onu kurtarmaya yetmeyecekti.

"Sende benimle oyna ödeşelim. Her şey karşılıklı ilişkimizde biliyorsun." dedi göz kırparak ve beni ona kıyamayacak şekilde yumuşattı. Gözleri yetmemişti ama sözleri yetmişti... oyundan kastının ne olduğunu bildiğim için içimde oluşan hislerden kurtulma amacıyla boğazımı temizleyip derin bir nefes aldım. Yağız, beni yumuşattığını anladığı için kazanmanın verdiği keyifle çorbasını içmeye başladı. O, çorbasını içerken bende yatak odasına gidip ilaçlarını alarak mutfağa geri döndüm. İçmesi gerekenleri bir bardak suyla masaya koyarken yüzündeki yaralara baktım.

"Kremini kahvaltıdan sonra yatarken sürerim." dedim ve çayları koyup masaya, onun karşısına oturdum. Tabaktaki salatalıklardan bir tanesini alıp ağzıma atmıştım ki Yağız'ın bana baktığını fark ettim. Kafamı hayırdır manasına sallayıp çayıma uzandım. Bakışlarında hayta bir ifade vardı.

"Keşke hep yaralı olsam. Şu an tam evli çiftler gibiyiz." arsız sırıtışıyla beraber dudaklarından dökülen cümleyle içtiğim çayı zorlukla yutup şaşkınlıkla açtığım gözlerimi ona çevirdim. Bunu demesini hiç beklemiyordum. Biz şu an evli gibi miydik? Evlilik böyle bir şey miydi?

"Abartma canım ne evliliği, ben sana önceden de böyle bakıyordum." konuyu acilen tehlikeli bölgeden uzaklaştırmalıydım. Evlilik şu an en son konuşacağımız konu olmalıydı.

"Büyümüşsün Alisa. Önceden olsa bin kere Seda'yı arar şunu nasıl yapacağım bunu nasıl yapacağım diye sorardın ama sen dünden beri kendince bir şeyler yapmaya çalışıyorsun." bakışlarına sis indi. "O iki senede ne yaşadın bilmiyorum ama öğreneceğim ve seni tekrar eskisi gibi kendin olduğun günlere döndüreceğim. Bunları yaparken de senin en yakınında olmak için her şeyi yapacağım, tek yolu istemediğin evlilik olsa bile." her bir cümlesini ciddi bir ifadeyle dinlerken son cümlesiyle tek kaşım havalandı. Elimdeki bardağı yavaşça masaya koyarken gözlerindeki duyguları çözmeye çalıştım.

"İstediğin şekilde bu oyunu oyna ama şunu bil Yer Altından biriyle evlenmem. O kişi sen olsan bile." net şekilde konuşmamla Yağız'ın da tek kaşı havalandı ve yüzüme sinsilikle gülümsedi.

"Öyle mi?"

"Öyle öyle!" kendimden emin şekilde onun sözünü ona iade ettim ve meydan okuyarak okyanuslarına bakıp kazanamayacağını bakışlarımla söyledim. Yağız, gözlerine inen karanlıkla meydan okumamı kabul etti ve göreceğiz dercesine gülümseyip ilaçlarını içerek kahvaltısına devam etti. Bende kahvaltıma odaklanmıştım ki iki gündür burada olduğumu ve işleri aksattığımı beynimin sert uyarısıyla tekrar hatırladım.

"İşleri çok boşladım, kahvaltıdan sonra gitmeliyim." diye yuvarladım kelimeleri kısık bir sesle. Yağız'ın bana masumca bakan bakışıyla gitmek istemeyen ruhum daha da kalmak için beynimi zorlamaya başladı.

"Hemen mi gideceksin?" bir çocuk edasıyla dudaklarından dökülen kısık sesli sorusu yerimde huzursuzca kıpırdanmama sebep oldu. Onu bu halde bırakmak istemiyordum ama hem sarayı boşlamıştım hem de düşmanlarımı...

"Burayı toplar, kremini sürer giderim. Zaten başka yapacak bir iş yok."

"Haklısın tabii işin de var..." muzip bir ifadeyle başını hafifçe yana yatırdı. "Ama gece özür dilerim demiştin dün beni boşladığın için, o yüzden şimdi sana kendini affettirmek için bir fırsat verebilirim." dedi ve sandalyesine yaslanarak bana sanki ölmekten kurtulmak için dediğimi yapacaksın diyen tefeci gibi bakmaya başladı. Bu tipine kahkaha atmadan edemedim, bu adam gerçekten normal değildi.

Sanki sen çok normalsin Alisan?

Çayımdan bir yudum daha alırken gülümsememi bastırma gereği duymadan ona hadi ya dercesine dudaklarımı büktüm. "Neymiş bana sunduğunuz kaçınılmaz fırsat Lider Bey?"

Umursamazca omuz silkti. "Saat beşe kadar benimle olup bana bakarsan seni affederim ve sende için rahatlamış bir şekilde işlerine geri dönersin. Nasıl anlaşma?" kendinden emin bir şekilde sorduğu soruya gülümsedim ve elimi ona doğru uzattım.

"Adil bir anlaşma." Yağız, ona uzattığım eli anlaştık dercesine sıktı ve elimi çekmem izin vermeden dudaklarını elime değdirdi. Elimi bırakıp masadan kalkarken arsız bir sırıtışla beni süzdü.

"Anlaştığımıza göre ben yatağa geçiyorum sende gelirsin hemen." muzip bir sesle söylediği imalı cümleyle kaşlarımı kaldırarak ciddi misin sen dercesine baktım. Bu adam yaralı olduğunun farkında mıydı?

"Bilgisayardan film aç geliyorum hayatım." dedim inatçı bir tavırla ve hayallerine soğuk su döktüğüm için keyifle mutfağı toplamaya başladım. Mutfağı toplama işinin bitmesiyle ellerimi yıkayıp kuruladım ve mutfaktan çıktım. Tam yatak odasına doğru ilerliyordum ki aklıma akşam çocuğun getirdiği dosya geldi. Adımlarımı oturma odasına yönelterek büfenin çekmecesini koyduğum dosyayı aldım. Yağız'dan önce benim bakmamın sıkıntı olmayacağını düşünerek kırmızı kapağı kaldırdım ve karşıma çıkan belgeleri incelemeye başladım.

Her okuduğum bilgiyle, her okuduğum kelimeyle kaşlarımı çatıp içimdeki intikam hırsını hissetmeye başladım. Babam, gittikçe güçlenmek için elinden geleni yapıyor ve bana da ondan intikam almak için fırsat veriyordu. Dosyanın içindeki fotoğrafları ve bilgileri sindirmeye çalışırken hızla mutfağa ilerledim ve telefonumu elime alıp dosyanın içindeki bilgilerin fotoğraflarını çektim. Dosyanın kapağını kapatıp şu an bana yardım edebilecek kişiyi aradım.

Birkaç çalışın ardından tok sesi kulağıma çalındı. "Emrinizdeyim Soylum."

"Seni ne kadar özlediğimi düşündüm ve aramak istedim canım arkadaşım." dedim sevgi pıtırcığı gibi çıkan sesimle ama bu tabii ki telefonun diğer ucundaki şahısta bir işe yaramadı.

"Kesin ağzımıza sıçılacak bir iş yapacağız değil mi?"

O göremese de gülümseyerek başımı evet anlamında salladım. "Neyseki sen bu işleri seviyorsun. O yüzden hayır demeyeceğini biliyorum. Şimdi sana bilgileri atacağım, incelediğinde derdimin ne olduğunu anlayacaksın. Bizimkilerle de paylaş bu bilgileri, akşam ben geldiğimde işi bitirelim. Gizli bir operasyon olacak ve askerleri karıştırmayacağız. Sadece biziz." dedim hızlı bir şekilde ve tepki vermesi için bekledim.

"Sen böyle istiyorsan vardır bir bildiğin. Kaç gibi gelirsin." isteğimi kırmamasına gülümsedim ve kapıya doğru kısa bir bakış attım. Koridor boştu, sesim kısıktı.

"Altı gibi gelirim de senden bir şey daha isteyeceğim." dedim istekle.

"Emret." yüzümde oluşan sinsi gülümsemeyle dosyaya üstten bir bakış attım.

"Arda, bizim en iyi olduğumuz şey ne?"

Hiç beklemeden cevapladı sorumu. "Yemek yemek." söylediğiyle gözlerimi devirdim. Tamam, bu doğruydu ama konumuz bu değildi. Sakin kalmak için nefes aldım ve dişlerimi sıkarak gülümsedim.

"Başka Arda, hani operasyona gidiyoruz ya..!"

"Haa!" aydınlanma yaşadı. "En iyi olduğumuz şey araba sürmek." demesiyle benim sakinlik seviyesi dibe çarptı.

"Arda, işim düşmüş olmasa aklımdakiler sana söylerdim ama şimdi susacağım, sen anla. Gece gökyüüznü aydınlatacağız tamam mı? Anladın mı beni?" dedim kısık sesle bağırarak."

"Oha! Unuttum ben kızım ya tamam ayarlıyorum malzemeleri sen bana bırak. O iş bende." sonunda anlaşabildiğimiz için rahatlayarak başımı geriye bıraktım.

"Tamamdır, iş sende. Ben şimdi bilgileri atıyorum görüşürüz." dedim ve telefonu kapatarak belgelerin fotoğraflarını ona attım.

Babama, eğittiği şekilde karşılık verecek olmanın keyfiyle gülümsedim ve beni bekleyen aslancığa doğru ilerledim. İfadesiz bir şekilde bilgisayara bakan kalbimin düşmanına masum bir ifadeyle baktım elimdeki dosyayı uzattım. "Akşam sana gelmişti ama o sıra durum müsait olmadığı için verememiştim. Şimdi aklıma geldi." umursamazca konuşurken sanki ilgim onda değilmiş gibi yanına oturup komodinin üzerindeki kremi alıp kapağını açtım. Ben kremle ilgilenirken Yağız, kısa bir süre dosyaya göz atıp komodinin üzerine koydu.

"İçine baktın mı?" diye soran sorgulayıcı sesiyle gözlerimi yüzüne çevirdim. Kremli elimi önce kaşına götürdüm ve yavaş hareketlerle yarasına yaydım. "Bakmalı mıydım?" sorumla üst dudağı kıvrıldı ve elini belime götürdü. Bense içimde oluşan elektriği bastırmak istercesine bedenimi kastım.

"Bakmamalıydın." diyen erkeksi sesiyle yutkundum ve gözlerimi gözlerine değdirdim. Elime biraz daha krem alıp çenesine sürmeye başladım.

"Bakmadım." kendimden emin şekilde konuşmamla belimdeki eli durmayı keserek tenimi okşamaya başladı. Çenesindeki işim bitince son kez yine elime krem sürdüm ve dudağının kenarındaki yaraya elimi götürdüm. İşaret parmağımla kremi oraya sürerken istemli bir şekilde gözlerim dolgun kırmızı dudaklarına kaydı.

Bu ilgilenme işi bu durumlarda cidden kötüydü? Nefsimiz biraz arsızdı bizim.

İçim manzaramla erirken Yağız'ın anlamamasını umarak elimi dudağının kenarından çektim ve kremin kapağını kapatıp kalkmak için hareketlendim ama belimdeki eli buna izin vermedi. Belimdeki elini sıktı ve beni kendine çekip diğer eliyle avcunu yanağıma yaslayarak yüzümü sabitledi. Ben daha ne olduğunu kavrayamamıştım ki dudaklarını dudaklarımda, sahibi olduğu yerde hissettim. Şaşırdığım için araladığım dudaklarıma dudaklarını yerleştirmesi bir yapbozun iki eş parçası gibi hissettirmişti ve bu his başka bir yerimde daha diğer yarısını arama isteğini arttırmıştı. Bu şu an ki durumumuz için iyi değildi. Siktir!

Yavaş ama iç kıpırdatıcı şekilde dudaklarını hareket ettirmesiyle kendimi daha fazla tutmayacağımı anladım ve oyununa ayak uydurmaya başladım. Benim de karşılık vermeye başlamamla sakinliğini rafa kaldıran aslancık ikimizi de yakmaya başladı. Belimdeki eli bulunduğu yere daha da yerleşirken yanağımdaki eli boynuma sarılmıştı ve baş parmağı çeneme baskı yapıyordu. Dudaklarının hızını arttırmasıyla içimde hissettiğim hazla inleyerek elimdeki kremi bıraktım ve bir elimi koluna götürüp diğer elimi de ensesine yasladım. İkimizde elimizdeki iplerin kaydığını fark ediyorduk ama kendimizi engelleyemiyorduk da, ta ki dudaklarının tadına karışan kan tadını alana kadar. Kan tadını almamla yavaşça kendimi geri çektim dalgalanmış okyanuslarına bakıp gözlerimi dudaklarına çevirdim. Dudağının kenarındaki yaranın kanadığını görmemle kızardığımı hissettim ve komodinin üzerindeki peçeteye uzanarak peçete alıp yarasına götürdüm Yağız'ın istekle koyulaşmış gözlerine yutkunarak baktım ve elini tutup peçeteyi tutturarak hızla yanından kalktım. Şu an fazla yakın olmamız daha fazlası için bizi zorlamaktan başka bir işe yaramazdı.

"Ellerimi yıkayıp geleyim de film izleyelim." dedim ve cevap vermesini beklemeden banyoya girip kapıyı kapattım. Yüzümde hissettiğim sıcaklıkla elimi sallayarak yüzüme rüzgar yapmaya çalıştım. Lavabonun önüne geçip aynada kendime bakarken kendime sövemeden edemedim.

Alisa, kızım kendine gel. On altı yaşında ergen değilsin!

Hızla soğuk suyu açıp yüzümü üç kere yıkadım ve havluyla kuruladım. Saçlarımı da ev topuzu şeklinde toplayarak banyodan çıktım. Yağız'ın yüzüne bakmadan yatağın etrafını dolaşıp kendi tarafıma geçtim ve bilgisayara baktım. Yeni çıkan aksiyon filmini açtığını görmemle gülümsedim. Olayın ikimizi de germesiyle sessizlik eşliğinde filmi izlemeye başladık...


"Sen kıza mı bakıyorsun!" diye sinirle bağırıp hızla elimle gözlerini kapattım. Açtığımız ikinci filmde malum sevişme sahnesinin bayağı açık olması ve bunu hiçbir tepki vermeden izlemesi içimdeki cadıyı uyandırmıştı.

"Ya kızım çek şu elini. Ne bakacağım kıza, sahne bir anda oraya geçti!" demesi biraz olsun kıskançlığımı yatıştırdı ama ekrana tekrar baktığımda kızın taş gibi kız olduğunu görmem elimi gözlerinden çekmemi engelledi. Ben tam sahneyi atlamak için ileri saracaktım ki filmdeki adamın konuşmasıyla bu sefer Yağız, eliyle gözlerimi kapattı.

"Ulan sen niye elin adamını izliyorsun?" diyen sinirli sesiyle gülümsedim ve elini gözümden çekmek için itmeye çalışırken onu sinirlendirmeye devam ettim.

"Ama baklavaları çok iyi, kasları falan Allah neler yaratıyor!"

"Kızın da süt gibi teni vardı, göğüsleri de güzeldi." diyen keyifli sesiyle kan beynime sıçradı ve gözlerimdeki elini kavrayıp hırsla tırnaklarımı tenine geçirdim.

"Yağız, seni gebertirim bak. Baktın mı kadına pis sapık!" sesim odada yankılanırken eline tırnaklarımı batırdığım için acıyla elini kastı ve bu beni biraz tatmin etti. Resmen kadının göğüslerine güzel dedi, hayır bir de benimkilerden güzel olsa gam yemeyeceğim; benimkiler daha güzeldi.

"Çek şu tırnaklarını valla bakmadım. Sen baktın diye dedim." masum çıkan sesiyle doğru söylediğini hissettim ve tırnaklarımı elinden çektim.

"Bende bakmadım adama falan, merak etme. Tamam, hadi sahne de bitti çek elini gözlerimden." dedim huysuzca.

"Önce sen çek." diye inatlaşmasıyla bıkkın bir nefes aldım. Filmi kaçırdık neredeyse!

"Aynı anda çekiyoruz." dedim ve üçe kadar saydım. Üç dediğim anda ikimizde ellerimizi çektik ve birbirimize sinirle bakıp önümüze döndük. Kim sevgiliyle film izlenir dediyse yalan söylemiştir kesin bilgi.

Sevgiliyle sadece çizgi film izlenir nokta.

Filmi izlerken gözlerim onun dediği şey yüzünden sürekli kızın göğüslerine kayıyordu. Ona yandan baktığımdaysa hiç takmadan filmdeki olaylara odaklandığını gördüm. Dudağımı kemirirken başımı eğerek kendi göğüslerime baktım. Güzellerdi, fiziğime göre daha dolgun ve diklerdi.

Hızla kafamı ona doğru çevirdiğimde o da ani hareketimle bana döndü. "Benim göğüslerim daha güzel değil mi?" bir anda sorduğum soruyla gülerek başını iki yana salladı. O gülerken ben tüm ciddiyetimle ona bakıyordum ve her cevap vermediği sürede sinirleniyordum. Sorduğum an beni onaylamalıydı, neden gülüyordu?

"Yavrum, gerçekten buna mı takıldın? Bakmadım bile."

"Bakıp bakmaman sorun değil şu an senin hemen benim göğüslerim için güzel demen gerekiyordu." sinirle homurdanmamla derin bir nefes alıp başını evet anlamında salladı.

"Evet güzeller bebeğim. Çok güzeller."

"Emin misin? Beni geçiştirmek için mi diyorsun? Gözlerini hiç gözlerimden ayırmadın, gözlerin oraya kaymadı bile!"

Trip atmamla küfür mırıldanarak beni kolunun altına aldı. "Yavrum, şu an şu halde göğüslerine baksam sadece bakmakla kalmam. Emin ol onlarla en iyi şekilde ilgilenirim ve bunu şu an istemezsin. O yüzden beni zorlama ve sus. Her parçan, benim için en güzeli ve bizim tamam mı?"

"Senin her parçanda bizim?" diye sordum başımı göğsüne yaslamış filme bakarken.

"Evet, ikimizde bize aitiz o yüzden başka şeyler düşünme ve bizim olanlara iyi bak. Gözümden kaçmadı değil zayıflamışsın, seveceğim yerlerin küçülüyor."

Gülerek yan taraftaki sargılı yarasına dikkat edecek şekilde kolumu karnına sardım. "Tamam, sende dikkat et." diye söylendim ve filmdeki adamın diğer on beş kişiyi dövmesini izlemeye devam ettik...


"Hayır...hayır ama haksızlık!" elimdeki oyun konsolunu sinirle yatağa fırlattım. "Oynamıyorum ben!" resmen yediye iki yeniliyordum. Futbol sevgim şu andan itibaren artık benimle birlikte değildi.

"Tamam, tamam daha atmayacağım gol, gel hadi." Yağız'ın dalga geçen sesiyle aslında oyun kolunu kafasına atsaydım diye düşündüm ama bir an içimdeki sevgi bu düşünceyi çok uzaklara itti. Oflayarak kollarımı birbirine birbirine sarıp ona sinirle baktım. Onun keyifle dalgalana gözlerine çöl kurağı gibi sinirle çatlamış topraklarımla bakarken gözüm yanındaki saate kaydı. Saat beşe on vardı. Anlaşmamızın belirlediği saatin dolduğunu fark etmemle içimdeki mızıkçı sinir yerini huzursuzluğa bıraktı.

"Yağız, süre doluyor." dedim üzgün bir şekilde. Yağız, gözlerini kırparak okyanuslarına inen sisle yutkundu ve gözlerime kısa bir bakış atıp ekrana döndü. "Ben iyiyim, anlaşmamızda doldu. Gidebilirsin." deminki sıcak sesinin zıttı olan soğuk sesiyle ellerimi kucağıma indirdim ve parmaklarıma baktım. Göğüs kafesimi dolduran yumru kalp gibi kemiklerimi zorlarken parmaklarımla oynamaya başladım.

"Sıkıntı o zaten gitmek istemiyorum." diye mırıldandım mutsuz bir sesle. Gerçekten de bugün o kadar güzel geçmişti ki sanki eski günlerde gibiydik. Geçmişe gitmişiz de kimse bizi bulamıyormuş gibi hissediyordum.

"Gitme." sanki dudaklarından bir büyüymüş de gitmemi engelleyecekmiş gibi dökülen tek kelime etkisini kalbimin üzerine estirdiği ılık bir serinlikle kendini ispat etti. Bana bakmıyordu ama bakmak istiyordu.

Bana bakmıyordu ama her an kalkıp da kapıyı kilitleyecek gibiydi.

"Gitmek zorundayım." söylediğim zorunluluk ifadesi kaşlarını çatmasına sebep oldu. Dediğimden hoşlanmadığını belli edercesine yüzünü bana çevirdi.

"Senin hiçbir şeyde zorunluluğun yok. Tek zorunluluğun benim." keskin sesiyle gülümseyerek avcumu yanağına yasladım. Başı hemen elime yaslanırken diğer yanağına küçük bir buse kondurdum. Geri çekilirken içli bir nefes çektim ciğerlerime. "Gideceğim ve sende kendine iyi bakıp iyileşeceksin hemen. Daha çok işimiz var seninle yüzbaşı." son söylediğimle yüzünde öyle bir gülümseme oluştu ki benim ritim bilmez kalbim tekrar hızlandı.

"Gülme şöyle kalbim ne yapacağını şaşırıyor." dedim kendimi tutamayarak. Söylediğim yüzümü yakan itirafla kalbimin düşmanının gözleri öyle bir parladı ki okyanuslarına güneş doğdu ve ben o güneşin altında kendimi ılık okyanusa bıraktım. Elini kalbimin üstüne koymasıyla kalbim daha da hızlandı ve bu benim değil bedenimin tepkileriydi. Bu adamın üstümde nasıl bir etkisi vardı ki kaç senedir azalmayı bırak artıyordu hissettirdikleri?

"Senin sadece kalbin mi ne yapacağını şaşırıyor? Benim tüm beynim ruhumla beraber senin bir bakışınla işlevini kaybedip beni ıssız bir adada tek başımaymışım gibi bırakıyor. Bana ne yaptın bilmiyorum ama iyi ki yaptın." gözleri gözlerime duygularını akıtırken sözlerine eş zamanda elini boğazıma sararak baş parmağını alt dudağımın üzerinde gezdirerek okşamaya başladı. "Sen ve ben, biz biz olmazsak inan bana benim yaşamamın bir önemi yok." dilinden dökülen kelebek uçuran cümlelerle gözlerimin dolduğunu hissettim. Hadi ama böyle yaparsan nasıl gidebilirim ki?

"Gitmemem için büyük laflar ediyorsun Lider dikkat et, ayrılmam peşinden görürsün." dedim dolan gözlerime inat gülümseyerek ve konuşmasına fırsat vermeden yataktan kalktım. Koltuğun köşesindeki ceketimi hızlıca üstüme geçirdim. "Sen ne yapacaksın?"

"Anıl'ı ararım, o gelince eve geçeriz. Benimde işlere dönmem lazım. Malum başka bir Lideri öldürdüm ortalığı toplamam lazım." kinayeli sesiyle masumca gülümsedim.

"Toplarsın aşkım, sen her şeyi toplarsın. Ben dağıtırım, sen toplarsın." dedim ve göz kırptım. Kapıya doğru yürümeye başlamıştım ki arkamdan seslenmesiyle duraklayarak başımı ona doğru çevirdim.

"Alisa, yanlış bir şey yapma." çatık kaşlarıyla söylediği ciddi tondaki cümle tek bir şeye varıyordu o da dosyayı okuduğumu bildiğine.

Omuzlarımı dikleştirerek çenemi kaldırdım. "Benim ne zaman doğru bir şey yaptığımı gördün?" diye sordum aksi kabul edilemez diye bağıran tonla. Tabii ki de işini baltalayacaktım. Bu fırsatı kaçıramazdım.

"Şimdilik ben sana diyene kadar babanı kızdıracak bir şey yapma." uyarırcasına gözlerime baktı. "Bak çok ciddiyim bu ara babanla iyi geçinmeliyiz ondan sonra özgürsün. Anlaştık mı?"

Başımı iki yana salladım. "Aras'a yaptıklarından sonra çok zor."

Tek kaşı ukalaca kalktı. "Sana o kadar şey yaptı sıkıntı yok ama Aras'a yaptıkları için mi karşılık vereceksin?" sorusu bir an beni kilitledi. Beni, benden içeri küçüklüğümle başa başa bir odanın içerisine hapsetti ve penceresiz odada dört duvarın içinde kendimle baş başa kaldım. Kendim benden nefret ediyordu. Bakışlarından bunu görüyordum ama bu benim seçimim değildi. Bu kalbimin seçimiydi, bazen sevdiğinizin size yaptıklarından daha çok değer verdiğiniz birine yaptığıyla ondan soğurdunuz çünkü size yapılanı affedecek kadar güçsüz, sevdiklerinizi korumak isteyecek kadar güçlüydünüz.

"O konu ayrı bu konu ayrı. Babamla kısa bir görüşme yapmam gerekecek Yağız." içimdeki kendimden kurtularak bulunduğum ana hızla düştüm. Yağız, karşılığımdan hoşlanmadı. "Alisa, babanı şu an kızdırmayacaksın. Biraz iyi geçin, beni bir kez olsun dinle." babamla iyi geçinme cümlesini onun kurmasına şaşırdım, hem de bayağı şaşırdım ve ben şaşkınlığımı yaşarken aklıma Azra'yla olan mesajlaşması geldi. Sorsam söylemeyeceğini bildiğimden pes etmiş gibi yaptım.

Omuz silkerek "Bakarız." dedim ve ayak ucunda uyuyan Vega'ya kısa bir bakış atıp cevap vermesini beklemeden telefonumu mutfaktan alıp evden çıktım. Ceketimin cebindeki arabanın anahtarını çıkartırken akşam için kendimi zihinsel olarak hazırlamakla meşguldüm...

&

Giydiğim siyah tulumla sardığım bedenimi daha da rahat ettirmek için saçlarımı sıkı bir at kuyruğu şeklinde topladım. Yatağın üstündeki siyah deri ceketimi üzerime geçirmiştim ki çalan kapıya bakarak gir diye seslendim. Aralanan kapıdan içeri giren kişi şu an beklediğim kişi olmadığı için kaşlarım çatılırken gelen şahıs yüzünden bir an ne yapacağımı bilemedim. Her zamanki gibi görünüşüne önem vermişti ama yüzü sürekli gördüğüm Aras'tan farklıydı. Yorgun görünüyordu, gece uyumamış olduğu belliydi. Kahveleri çekingen bir tavırla yüzümde gezinirken ikimizde sessizdik. Şu an onunla konuşmak için iyi bir zaman değildi.

"Hazır mısın diye bakmak için gelmiştim. Biz hazırız." tereddütlü çıkan sesiyle boğazımdaki acı tadı gidermek istercesine yutkundum.

Karşımdaki adam Aras mıydı abim miydi?

"Senin gelmene gerek yok, biz hallederiz. Sen sarayda dur." mesafeli çıkan sesim hislerimle mükemmel bir tezatlık oluştururken çıkan sesime ben bile bir an şaşırdım ama bunu belli etmedim. Aras'la böyle olmak içimde zaten büyük bir boşluk yaratmışken bir de şimdi bu boşluğun yasını tutmakla uğraşamazdım.

Söylediklerimle yapma dercesine bana bakarken yavaşça odanın içine süzüldü. Cüsseli varlığı odayı doldururken kendimi karşısında küçük hissediyordum. Hem fiziksel olarak hem de duygusal olarak. "Alisa, yapma bu iş ayrı o iş ayrı. Bensiz gitmene izin vermem." keskinlik barındıran konuşmasıyla kaşlarımı çattım. Bir abiye ihtiyacım yoktu, bir dosta ihtiyacım vardı ve bu saatten sonra Aras'ta ihtiyacım olan dostluğu bana veremezdi.

Ya da verebilirdi bilmiyordum ama şu an bunu konuşmak istemediğimi biliyordum.

"İzin istemedim, emir verdim." çenemi kaldırıp gözlerine Soylu olarak baktım. "Sen sarayda duracaksın!" son sözü söyleyerek yanından geçip odadan çıktım. Merdivenleri hızla inerken dış kapının önünde Arda'yı gördüm. Hazır şekilde beni bekliyordu. Vestiyerin aynasında saçlarını düzeltirken başını evet bebeğim manasında salladı ve çapkın bir sırıtışla bana döndü. "Sedalar otoparkta bizi bekliyor. Aras, nerede?" başımı üst kata çevirirken içli bir nefes aldım. Thor'u şimdi düşünmemeliydim...

Çünkü onu düşündükçe gidip sarılmak ve özür dilemek istiyordum. Bunun sırası şimdi değildi, ikimiz de yapacağımız konuşma için hazır olmalıydık ve ben ne yazık ki hazır değildim.

"O, gelmeyecek. Dördümüz gidiyoruz." dedim sakin bir sesle. Arda'nın kaşları şaşkınlıkla havalandı ama bunun üstünde durmadı. Evden çıkıp otoparka doğru yürümeye başladık.

"Alisa, sen işini bilirsin ama o seni gerçekten seviyor. Dün gece bulaşmak için yanına gittiğimde gerçekten kötüydü." adımlarımdaki ağırlık arttı, odadan çıkarken ki hüzünlü yüzü gölge gibi üzerime düştü. Toparla kendini Alisa…

"Biliyorum Arda, bende kötüyüm. Bunu şimdi konuşmak istemiyorum, yarın halledeceğim." netliğim ona ulaşmıştı ki başını sallamakla yetindi.

"Bizimkilerin arası limoni, dikkat et araya kaynamayalım." o konudan uzaklaşarak bir anda alayla konuşmasıyla ona kısa bir bakış atıp yola döndüm.

"Ne oldu ki? Onlar kolay kolay kavga etmezler." bizim aksimize Seda ve Akın kavga etmez tüm sıkıntılarını konuşarak hallederdi. Hatta bu hallerine özenirdim.

"Akın, Mert sussun ve ortamları öğrensin diye ona dansöz videoları izletmiş, Seda da bunu görünce bayağı Akın'ın içinden geçmiş. Akın'ın savunması da şu ha; oğlum olanları görsün de annesinin güzelliğini anlasın." kıkırdadı. "Salak. Seda, bayağı kovaladı onu evde." Arda'nın anlattıklarıyla kendimi tutmayarak kahkaha attım. Hem anlatış tarzı hem de Akın'ın bahanesi tam bir komediydi. Arda'yla ikimiz olanlarla dalga geçerek otoparka vardığımızda durumun aslında ciddi olduğunu Seda'nın Akın'ı delen bakışlarıyla anladım.

"Siktir! İş bayağı ciddi." diye mırıldandım.

"Seda, bir an Akın'a dansöz kıyafeti giydirecek diye bekledim ben şahsen." Arda'nın dalga geçmesiyle gülümseyerek Seda'nın yanına geçip yanağından makas aldım.

"Nasılsın, dünyanın en güzel annesi?" diye sordum ama keşke sormasaydım.

Seda, benim gibi topladığı çikolata kahvesi saçlarını omzundan savururken hırsla kollarını göğsünde birleştirdi. "Nasıl olayım Alisa? İşle uğraşıyorum, oğlumla uğraşıyorum, kocam dediğim adamın pavyon özlemiyle uğraşıyorum!"

"Ne pavyonu güzelim ya artık normal restoranlarda bile dansöz oluyor ki abartmadın mı artık. Sanki gerçekten de basmışsın gibi, oğlumla video izliyorduk sadece." Akın'ın isyan etmesiyle duruma el atmam gerektiğini düşündüm.

"Tamam, tamam hadi öpüşün barışın da işe gidelim. Küsken çalışılmaz, ayıp."

Seda, konuşmamla hiddetle bana döndü. "Ne öpüşeceğim ben bu adamla. Gitsin dansöz öpsün." dedi ve bize konuşma fırsatı vermeden benim arabama bindi. Yol boyunca onunla nasıl uğraşacağım düşüncesi bir zil sesi olup beynimde yankılanırken bıkkınlıkla ofladım. "Senin yediğin halta tüküreyim, haksızsın bari alttan al kör nişancı." dedim ve arabaya binip motoru çalıştırdım. Bizim yola çıkmamızla Arda ve Akın'da bir arabaya bindi ve benim peşimden onlarda saraydan çıktı.


"Her şey planladığımız gibi, herkes ne yapacağını biliyor değil mi?" diye sordum ve gözlerimi arkadaşlarımda dolaştırdım. "Konuştuğumuz gibi, içerdeki çocuğu alıp mekanı patlatıyoruz." Arda'yı herkesin onaylamasıyla belimden silahımı çıkardım ve son hazırlıkları yaparak ilerlemeye başladık. Silahlara taktığımız susturucularla bu işi sessiz bir şekilde halletmenin peşindeydik ve iş istediğimiz gibi gidiyordu. Ön taraftaki korumaları onlara fırsat vermeden indirdiğimizde derin bir nefes alıp depoya baktım. Eski bir binaydı, sıvaları dökülmüş harabe demek daha doğru olurdu. Çevresi adamlarla sarılmıştı. Ben Arda'yla beraber ön tarafı hallederken Akınlar da arka tarafı hallediyordu. Saklandığım arabanın arkasından yavaşça uç tarafa doğru yürüdüm ve ilerimdeki adamı göğsünden vurup indirdim. Onun inmesiyle doğrulup iki adım atmıştım ki arkamda hissettiğim hareketlilikle hızla arkama döndüm ve korumalardan birinin silahıyla burun buruna geldim. Adam, beni tanıdığı için silahımı bırakmamı söylemişti ki Arda'nın adamı indirmesiyle derin bir nefes alıp yoluma devam ettim. Şu an tamamen robotikleşmiştim, duygularım o kadar uçtaydı ki adrenalin damarlarımda fokurduyordu. Sırtım süzülen ter damlası tenimi gıdıkladı ama umursamadım. Bakışlarımı Arda'ya çevirirken etrafı da kolaçan ediyordum.

"Siz bombaları yerleştirin, ben çocuğu alıp geliyorum." dedim ve içeriye dikkatli bir şekilde girdim. İlk katta kimse yoktu, eşya bile yoktu. Bu hayra alamet değildi... Tedirginlikle silahımı sıkıca kavradım ve merdivenlere doğrultarak adımlamaya başladım. Üç basamak çıkmıştım ki üst katta birini gördüm ve ondan önce davranarak adamı vurdum. Adamın merdivenden boşluğundan aşağı düşmesiyle aşağı doğru kısa bir bakış atıp yoluma devam ettim. İkinci kata ulaştığımda karşımda sadece iki oda vardı. Tercihimi sol tarafta kullandım ve ilk o odaya girdim. Seçimlerimin her zaman yanlış olduğunu buradan da çıkartabileceğimi fark ederek boş odaya karşı gözlerimi devirdim. Sinirle oflamıştım ki biri beni hızla arkamdan tutup yanımdaki duvara yasladı. Yüzümde hissettiğim pütürlü duvarla inleyerek gözlerimi kapatıp açtım. Duyduğum acının beni öfkelendirmesiyle hızla ayağımı kaldırıp beni arkadan tutan adamın ayağına bastım ve duvardan güç alarak kendimi geriye ittim. Adamın arkamdan uzaklaşmasıyla hızla dönüp boşluğuna tekme attım ve onun belindeki yedek silahını belinden çekip aldım. Aldığım silahı ona doğru doğrultmuştum ki bir an yüzüne baktım. Çivit mavisi gözler, alnındaki küçük kuru kafa dövmesi... Ben bu adamı tanıyordum ama nereden tanıdığımı hatırlamıyordum.

"Bombalar kuruldu beş dakikan var Alisa!" Arda'nın sesini kulağımda duymamla adamı nereden tanıdığım düşüncesini bıraktım ve adamı omzundan vurdum. Acıyla geriye sendelerken yüzünü buruşturdu. "Aklın varsa dediğimi yap ve hemen bu binayı terk et yoksa bedenin gökyüzüne ulaşır." başka bir şey söylemeden hızla odadan çıktım. Diğer odaya girdiğimde beşikte uyuyan bebeğe kaşlarımı çatarak baktım. Babam, üç yaşındaki bir bebekten ne istiyor olabilirdi? İçimde oluşan merhametle yavaşça bebeği kucağıma alıp odadan çıktım. Bir elimde silah tutarken bir elimle de bebeği tutuyordum. Olabildiğince sakin ve hızlı adımlarla merdivenleri inip çıkışa doğru ilerlemiştim ki duyduğum acı hissiyle bir an dengemi kaybettim ve yere kapaklandım. Bebeğe dikkat ederek yere çarpmaktan son anda kurtulup duvara yaslandım. Silah tutan kolumda hissettiğim acıyla gözlerim doldu ve kafamı çevirip arkama baktım.

Biraz önce gitmesine izin verdiğim ve nereden tanıdığımı hatırlamadığım adamın bana gülerek baktığını gördüm.

Bu piç gülümsemesini acıyla izlerken nereden anımsadığımı hatırladım. Bu orospu çocuğu Karan'ın adamıydı, bana işkence edenlerden biri...

"Alisa, son bir! Çık çabuk oradan!" Arda'nın gürleyen sesiyle adama bakmayı kestim ve hızla yerimden doğrularak kapıya doğru koştum. Geri sayım başladığında binadan olabildiğince uzaklaşmayı planlamıştım ama planım dışında olacak bir olay yaşandı...

Kolumdaki kurşun yüzünden bedenimi hızla terk eden kanlarla gözlerim karardı ve ben ayaklarımın dolanmasını engelleyemedim. Siktir! Kurşun zehirliydi...

Düşeceğimi ve bombanın beş saniye içinde patlayacağını kavramamla bebeği kucağıma iyice yerleştirip yere kapandım. Bebeği tamamen kapattığımdan emin olup bombanın etkisinin ona ulaşmamasını diledim. Şu an duyduğum tek şey onun ağlamasıydı.

"Alisa!"

"Hayır!" Arda ve Seda'nın bağıran sesinin bebeğin sesinden dolayı çok kısık ulaşmasını umursamadım. İçimde istemsizce oluşan korkudan beni şu an sadece kucağımdaki ağlayan bebeğin kurtarabileceğini düşündüm ve ona daha çok sarıldım.

Şu an Yağız'ı istiyordum. Sabaha dönmek istiyordum.

İşte o saniye... bombanın yüksek sesi ve alevlerin karanlık geceyi aydınlatması... tüm bunların sadece bir saniyede olduğu ve tam o saniyede üstüme yatıp beni örten bedenin sıcaklığı aynı anda yaşandı. Bombanın yarattığı patlamayla, yayılan ısıyı ve binanın parçalarının üstümdeki yerlerini almasını beklerken onlardan önce bedenimi sarıp benim yerime gelecekleri kabul eden kişiyi şaşkınlıkla düşündüm.

Bana sarılmasıyla burnuma dolan kokusu koruyucu meleğimin burada olduğunu gösteriyordu.

Aras, şu an benim yerime bombanın etkilerini yaşıyordu ve ben onun yaşayıp yaşamadığını bilmiyordum...

Loading...
0%