Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.Bölüm "Güç Sarsıntısı"

@senabookss

“Güç, tek silahın olduğunda kaybedeceğin çok fazla şey olmaz çünkü ondan başka hiçbir şeye sahip olamazsın.”


Göz kapaklarımın ağır ağır yukarı doğru hareketlenmesiyle gün ışığı tekrar gözlerime ulaştı. Bedenimin hissettiği yorgunluk, ağrıyla kendini belli ederken yavaşça yatakta döndüm. Gözlerim baş ucumdaki saate kaydığında daha yatağa gireli bir saat bile olmadığını fark ettim. Boktan bir haftanın etkilerinden biri de uykucu oluşuma kilit vurması olmuştu.


Normalde uykuya düşkün olan ben şimdi uyuyamıyordum. Bir hafta boyunca gördüğüm işkence uykularımı elimden almıştı.


Uyuyamayacağımı anlayarak yatakta oturur pozisyona gelip yaralarımı acıtacağını bile bile kaslarımı gevşetmek için esnedim. Sızlayan yaralarıma yüzümü buruşturmaktan başka bir şey yapamayacağım için sızının geçmesini bekledim.


Bir varmış bir yokmuş. Acı gidermiş izi kalırmış... tekrarla Alisa.


Ağrı kesici kotamı yoldayken doldurduğum için içme gibi bir şansım yoktu maalesef. O yüzden, geçmesini beklemekten başka çarem yoktu. Acının geçmesi için içimden söylediğim söz dizisinin yanında sıcak suyun kaslarımı gevşetebileceğine inanan beynimin sesiyle yataktan doğrulmak için hareketlendim. O sıra komodinin üstünde titreyen telefonumun ilgimi çekmesiyle ona baktım. Mesaj gelmişti.


Aras Aktay: Biliyorum bensizlik zordur ama umarım iyisindir cadı 😉


Şu durumdayken bile yüzümü güldürmesiyle içten içe ona minnet duydum. O, olmasaydı şu an burada hatta daha ilerisi bu dünyada olmazdım...


Alisa Havas: Sen yazana kadar gayet iyiydim biliyor musun? Böyle hayatım sakin ve huzurluydu.


Tabi ki de minnet duyuyor olmam ona takılmayacağım anlamına gelmiyordu. Aras’a bulaşmayı gerçekten seviyordum. Sanki sadece iki senedir değil de diğerleri gibi çocukluğumdan beri benimleydi gibi hissediyordum.


Aras Aktay: Huzur ve sakinlik mi? Alisa sen misin? Bebeğim o kelimeleri en son ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum. Tabii yokluğumla kendini öyle avutuyor olabilirsin. Beni özlediysen gökyüzüne bakıp üç kere adımı söyle gelirim 😊


Selena ile Thor’u birleştirme şekline kıkırdarken sırtımdaki sızıyla dudaklarımı büküp omuzlarımı dikleştirdim. Sızı geçecek gibi değildi.


Alisa Havas: El ele de tutuşayım mı Aras? Bence benim yokluğumda senin canın sıkıldı. Hadi itiraf et.


Yüzümdeki tebessümle banyoya doğru ilerlerken aynı zamanda da cevabını bekliyordum. Biraz olsun kafam dağılmıştı konuşmamızla.


Aras Aktay: İtiraf edeyim de götün kalksın. Sonra kim tutacak seni bende yokum. Uslu bir kız ol tamam mı? Olursan sana gelirken çikolata getireceğim.


Vaat ettiği şeyle gözlerimi devirmeden edemedim. Bu adam ne zaman büyüyecekti?


Alisa Havas: Uslu biri olmadığımı en iyi sen bilirsin değil mi dünyanın en iyi ajanı 😊 Şimdi ben seni çikolatayla dövmeden uzaklaş ve sana verdiğim görevleri hallet. Yoksa bu uslu olmayan kız içinden canavar çıkartacak.


Şu an yüzünün şeklini hayal edebiliyordum. Kahverengi gözleri tedirginlikle kısılmış, dudakları bükülmüştü.


Aras Aktay: Bazen neden seninle olduğumu düşünüyorum. Hayır, isyan da edemiyorum Allah affetsin bir yığın günahım var. Neyse kabul ettik seni böyle...


Aras Aktay: Göreviniz emirdir soylum. Araştırmalarımın sonucunu hemen sizinle paylaşırım.


Aras Aktay: Sen de o sıra beni özle. Beni ve müthiş espritüel yeteneğimi...


Aras Aktay: Kendine de dikkat et. Oradakiler sana nasıl davranıyor bilmiyorum ama eğer ters bir şey olursa hemen söyle. Kankan burada 😉


Buradan bahsetmesiyle yüzümdeki gülümseme donuklaştı. Donuk bir ifadeyle çizgi haline gelen dudaklarım yüzümü umutsuzlaştırdığında parmaklarım klavyenin üstünde ağır ağır hareket etti.


Alisa Havas: Yalnız olmayı sevdiğimi biliyorsun. Buraya gelirken de bunu istemiştim zaten.


Çok geçmeden cevap yazdı.


Aras Aktay: İstediğinin bu olduğuna emin misin?


Banyoya girerken kapıyı kapatma gereği duymadan lavaboya doğru yaslandım. Aras’ın didiklemesi bastırdığım duyguların üstündeki baskıyı azaltıyordu.


Alisa Havas: Evet. Biliyorsun her zaman istediğimi alırım. Yalnız olmayı istedim ve şimdi yalnızım.


Aras Aktay: Her istediğini alırsın yani?


Alisa Havas: Evet.


Aras Aktay: Yağız’ı istemiyorsun o zaman?


Kilit soru. Büyük sıkışma.


Alisa Havas: O, ayrı. Onu karıştırma. İstesem alırım da önce götümü kurtarmam lazım malum öldürülme tehlikem var da!


Alisa Havas: Neyse ya sıktı muhabbettin. Bu ara formdan düştün sen haberin olsun. Efe senden daha komik.


Alisa Havas: Bu arada geçen senin motorunu sürüyordu video attı bana. Oğluna sahip çık 😊


Aras Aktay: LAN! Ben anladım ama amk.


Aras Aktay: Park yerine gittim. Ben bu motoru böyle çekmemiştim dedim. Piç, yok abi kafan iyiydi böyle çektin dedi. Şimdi onu klavyesiyle zıplatmaz mıyım ben?


Aras Aktay: Benim azcık işim var bebeğim sonra görüşürüz.


Aras’ın Efe’yi ziyarete gitmesiyle telefonu lavabonun kenarına koydum. Odanın içindeki ferah, geniş banyo şu an sanki bana küçük geliyordu.


Dertlerimin büyüklüğü mü banyoyu küçültüyordu yoksa kimsesizliğin boşluk hissi mi bilmiyordum ama sanki dört duvar yavaş yavaş bana doğru yaklaşıyordu. Küçülen banyodan bir an önce çıkmak için duş almam gerektiğinin bilincine vararak yaslandığım yerden hızla doğruldum.


Gözlerim banyoda gezindiğinde buranın da odam gibi temiz olması dikkatimden kaçmamıştı. Kullandığım ürünler, tüm eşyalarım aynı şekilde yerlerinde duruyorlardı. Gözlerimi onlardan alarak siyah çerçeveli aynaya çevirdim. Toprak renkli harelerim yüzüme kısa bir değinmeyle rotalarını yaralarıma çevirdi. Taze olan yaraların bazıları kabuk bağlamış, bazıları ise iyileşmek için hala çabalıyordu. Hareket ettiğimde kasılan yerlerin yaraları ise aynıydı. Kabuk bağlayamamış, derinin kırmızılığıyla açık şekilde duruyorlardı. Kolay kolay iyileşmeyeceklerdi.


Ama sonunda geçeceklerdi, izleri kalacaktı. Sadece acımayacaklardı. Acıları geçecekti. Ruhum ise hiçbir zaman iyileşmeyecek açılan yaraların izinde sürekli yara alıp kanayacak onlarla yaşayacaktı...


Zihnimde canlanan o günlerin duygusal boşluğumdan içeri sızdığını fark etmemle kafamı olumsuz anlamda sallayarak kendime gelmeye çalıştım. Üstümdeki iç çamaşırları da çıkartarak duş kabininin içine girdim. Sıcak su, tüm kötü düşünceleri zihnimin derinliklerine itecekti. Kısa bir an olsa da...


Sıcak su vücudumdan aşağıya doğru süzülürken şampuanladığımda saçlarımı sertçe temizlemeye çalışıyordum. Gözlerimin yanmaması için kapattığım her saniyede o betondan zeminli odada cenin pozisyonundaydım ve tek değildim. Sırtıma atılan her kemer darbesinin mimarı olan adam da vardı. Yüzü buğulu olsa da.


Acısını hissediyordum. Sırtıma şiddetle çarpan kemerin yakıcı hissi ve acımı belli etmemek için çırpınışım...


Bir varmış bir yokmuş. Acı gidermiş izi kalırmış. Geçmiş her zaman geçmezmiş bazen her an yanı başında dururmuş.


Yaşadıklarım her an sanki tekrarlanabilecekmiş gibi baş ucumdaydı. Bu histen nasıl kurtulacağımı bilmiyordum ama şu an kapalı olan gözlerimden dolayı canlanan sahnenin yarattığı gerilimle hızla gözlerimi açıp başımı duş kabininden dışarı doğru çıkardım ve derin derin nefes aldım.


Boğazım sıkılıyormuş gibi nefesim boğazımda sıkıştığında gözlerimden yakıcı damlalar şakaklarımdan kaydı. Kızardığımı hissediyordum. Muhtemelen kıpkırmızıydı yüzüm.


Aras’ın zorla izlettirdiği meditasyon videolarındaki kadın gibi yaparak içimden yüze kadar saymaya çalıştım. Her bir sayı da derin nefes aldım.


Geçecek. Geçecek. Bunlarda geçecek.


Biraz olsun rahatlayarak daha rahat nefes almaya başladığımda bir an önce yarım kalan işlerimi bitirip durulandım. Sarıldığım havluyla banyodan hızla çıkarken bir an önce giyinme isteğiyle dolabıma ilerledim.


Ahşap kapakları açtığımda iki sene önceki Alisa, gibi hissettim. Kıyafetlerim aynı şekilde duruyordu. Bu hissin verdiği güvenle siyah uzun kollu bir body ve alttan kot şort aldım. Üstten kendimi boğarken bari bacaklarım rahat olsun düşüncesiyle seçtiklerimi üstüme geçirdim. Normalde yüzüme bir şey sürmeyi tercih etmezken göz altı morluklarımın pandadan farksız olmasıyla makyaj yaparak onlardan kurtuldum. Saçlarımı kuruttuğumda onları kendi hallerine bırakarak banyoda bıraktığım telefonumu alıp odadan çıktım.


Üst kattaki sessizlikle odaların boş olduğunu anladım ve adımlarımı merdivenlere yönelttim. Alt katında boş olmasıyla evde yalnız olduğuma karar vermiştim. Kimse yoktu.


Kolumdaki saate baktığımda çalışma zamanında olduğumuzu fark ettim. Herkes eğitim bölümünde olmalıydı. Teftiş için güzel bir zamanlama olabileceği düşüncesiyle o tarafa doğru yürümeye başladım.


Her bir adımımda eski anılarımız kalbimin derininde sızı bırakırken yüzümü ifadesiz tutmak çok zordu. Bizde önceden çalışır kendimize yer edinmeye çalışırdık ve bunu çoğunlukla eğlenceyle yapardık. Kendimizi eğlendirmenin bir yolunu bulurduk ki çoğunda da ceza alırdık.


Öğrencilik hayatım parlak olduğu kadar karanlıktı da ve bu sadece benim için geçerli değil diğer arkadaşlarım içinde geçerliydi...


Eğitim bölümünün alanına girdiğimde yavaşça etrafa bakındım. Bu bölümde öğrencilere dövüş, silah kullanma, operasyonlarda nasıl davranmaları gerektiği gibi eğitimler veriliyordu. Kapının önündeki öğrencilerin selam vermesiyle başımı eğerek onlara karşılık verdim. Olaylar burada hızlı yayılırdı, olanları duymuşlardı demek ki...


Salonu incelemeye devam ettiğimde buranın hiç değişmediğini fark etmiştim. Büyük bir alanda bir grup öğrenci dövüş teknikleri üzerine çalışırken; bir grup uzakta atış talimi yapıyordu. Hepsinin hırslı görünmesiyle midemde burukluk hissettim. Bizde bir zamanlar böyle hırsla çalışır kendimizi belli etmek isterdik.


İlk zamanlarımın gözümde canlanmasıyla yanağımın içini ısırdım. En iyisi olmak, babamın gözünde en iyi çocuğu olmak, herkesin önümde saygıyla eğilmesi için neredeyse tüm saatlerimi burada ter akıtarak harcamalarım... zaman acımasızdı ve ben şimdi istediğimi elde etmiş bunun içinde her şeyimden vazgeçmiştim.


Gözlerim kendiliğinden onu bulduğunda iç çekercesine bir nefes çektim içime.


Dövüş eğitmeni Yağız Ertuğ... tüm askerleri, ajanları o eğitmişti dövüş konusunda. Her ne kadar bu işi yapmak istemese de işinin hakkını fazlasıyla veriyordu.


Olmak istemediğin biri olmak ne demektir ikimizde biliyorduk ve bunu çok iyi beceriyorduk. Belki de aramızdaki bağın sebeplerinden biri de buydu. Aynıydık.


Kalbimin düşmanına daha fazla katlanamayacağını anladığımda mecburi şekilde başka tarafa çevirdim bakışlarımı. İlerimizde atış yapan öğrencilere dikkatimi vermeye çalışırken bir zamanlar benim de hocam olan Akın’a baktım.


Keskin nişancı Akın Balkın. Bugüne kadar hiçbir hedefini kaçırmamıştı. Beni de o eğitmişti. O günleri anımsadığımda memnuniyetsizlikle onu süzdüm. Yakınlığımızdan mı yoksa babamdan dolayı mı bilmiyorum beni hep zorlardı. Hatta o yüzden onunla çalışmak istemezdim.


Fakat ne kadar tarzını beğenmesem de beni çok iyi yetiştirmişti dünyanın en yakışıklı babası...


Akın’da olan bakışlarımı özlem dürtüsüyle aslancığa geri çevirdim. Dönüp dolaşıp tekrar ona dönüyordum.


Kalbimin düşmanı okyanus gözlü kumral. Evet, o benim hem kalbimin sahibi hem de düşmanıydı.


Düşmanıydı çünkü bu küçük kalp onun yüzünden çok şey yaşıyordu. Hem iyi hem de kötü şeyler...


Adımlarım benden bağımsız ona doğru yöneldiğinde öğrencileriyle beraber çalışmasını izlemeye başladım.


Bir an onu röntgenliyormuş gibi hissetsem de sonuçta bana bir şey diyemezdi. Soylu olarak denetim amaçlı buradaydım. Yokluğumda neler yapılıyordu bilmeliydim. Öyle değil mi?...


Yağız’ın etrafında altı öğrenci vardı. Yağız, ortada bir çocuğa yakın temas dövüşü gösteriyordu. Çocuk da yetenekli gibiydi, her hareketi kolayca algılayıp uyguluyordu.


Onların çalışmalarından çok ilgimi çeken şahsa odaklandım. Kumral saçları terlediği için dağılmış ve bazı tutamları alnına düşmüştü. Giydiği siyah dar tişörtünden dolayı sunulan kaslı bedeni insanı günaha davet etmek için yeterliydi. Okyanus gözleri pür dikkat öğrencisindeyken dudakları hafif aralanmış çenesi de kasılmıştı.


Çocuğun ona doğru hamlesiyle hızla ondan kurtulup kafesine almasıyla güldü ve çocuğu bıraktı. Çocuk üzgün şekilde ona bakarken aslancık sıkıntı yok dercesine öğrencisinin omzuna vurdu ve hareketi tekrar yapmasını istedi. Ben tüm dikkatimle onları izlerken yanımdaki kız öğrencilerin konuşmasıyla gözlerim sahaya kulaklarım onlara takılı kaldı:


“Olaya bak! Sen iki sene önce git. Bir anda geri dön, tüm düzeni değiştir. Bu nasıl bir kendini beğenmişliktir ya? Keşke orada olsaydım da bir tane çaksaydım o kibirli yüzüne. Bu kadınla ilgili zaten hiç iyi bir şey diyen yoktu. Acımasız ve tam bir kaltakmış.” dedi ve derin bir çekişte bulundu kim olduğunu bilmediğim kız. “Yağız, orada ne kadar kötü duruma düşmüştür... böyle mükemmel bir adamın o yellozla ne işi olabilir ya?” şeker kız candy gibi çıkan sesle bir an yanlış duydum diye düşündüm. Kafamı hızla konuşanlara doğru çevirdim. Konuşan hangisiydi bilmiyordum ama tahminime göre Yağız’a şehvetle bakan kızdı benim için böyle aşağılayıcı konuşmaya cesaret eden.


Duyduklarım ve gördüklerimle içimin yanmaya başladığını hissettim. Her bir küçük düşürücü kelimesi içimdeki dürtüyü şahlandırırken, haklı olma ihtimali kalbime sert bir tekme atmıştı. Acımasız ve tam bir kaltak mıydım ben? Acımasız olduğum doğruydu, kaltaklığım değildi. Peki acımasızlığımın ne kadarı doğruydu.


Alisa, seninle dalga geçmeye cesaret edecek kadar seni aşağıya çektiler. Dokunulmazlığı olan Soylu Alisa Havas’a da bakın. Zavallı bir kaltak olmuş...


İçimdeki canavarın omzumun üstünden bana fısıldadıkları son damla. Son sakin olduğum andı.


“Herkes dursun!” diye bağırdığımı bağırdıktan sonra fark ettim ama umursamadım.


Emrimle herkes dönüp bana baktı. Yağız, burada olduğumu en başından beri bilirken dönüp bana bir kere bile bakmamıştı ama şimdi bağırmamla bakmak zorunda kalmıştı.


“Ne oldu, bir sorun mu var?” resmi ve mesafeli çıkan sesinin içimi daha da soğutmasının üstünde durmadım. Öfkeyle parlayan kahvelerimi konuşan kıza döndürdüğümde “Evet, bir sorun var.” dedim ve devam ettim “Ne zaman geldin buraya?” kız sorumla afallayarak bana baktı. Kim olduğumu bilmediği için afallaması muhtemeldi.


Yeşil gözleri şaşkınlıkla Yağız’a baktığında yanağımın içini ısırdım.


“Bana bak. Sorulan soruya cevap ver!” ona bakması sinirimi bozduğu için tehditkar bir ifadeyle bağırdım. Herkes durmuş bizi izlerken kız utanarak bana döndü. “Bir yıldır buradayım.” çekinerek konuşması içimde herhangi bir duygu değişimine sebep olmadı. Zihnimde ilk söyledikleri dolaşıyordu.


Yanındaki kız kim olduğumu çözmüş gibiydi, korkak bakışları her bir ifademi çözmek için yüzümde gezinirken göz göze gelmemizle korkarak kafasını öne eğdi. Davranışıyla küçümseyici bakışlarım üzerinde gezindi. Halbuki konuşurken ne kadar da kendinden emin ve özgüvenliydi...


İnsanoğlu derdi annem, kendinden güçlüsünü görene kadar en güçlü kendini sanar ve kral gibi davranır; ta ki ondan güçlüsünü görene kadar, gördüğü güçle korkaklığı gün yüzüne çıkar ve kralın kölesi olduğunu anlar. Güçsüzler, güçlülerin kölesiydi bu hayatta. O yüzden güçlü olmak zorundaydım. Yoksa karşımdaki kız gibi baş eğmek zorunda kalırdım...


Düşüncelerim eşliğinde benim hakkımda konuşan kıza baktım. Güzel biçimli bir fiziği vardı fakat bunun yanında içi boş olan bir kafası da vardı. Sarı saçları örgüyle bağlanmış güzel yüzüyle yeşil gözleri ön plana çıkmıştı. Onu kötü düşüncelerimi yansıttığım öfkeli gözlerimle izlerken yanımda duran beden ondaki gözlerimi kendine döndürdü.


“Ne yapmaya çalışıyorsun? Eğitim saatindeyiz.” Yağız’ın mesafeli ve öfkeli sesiyle ondaki gözlerimi kıza çevirdim ve yeşil gözlerine bakarak gülümsedim. “Bir yıldır buradaysan dövüşmeyi öğrenmişsindir değil mi?” sorumla kız nereden geldiğini anlamadığım cesaretle başını dik bir şekilde kaldırdı ve kibirli bir ifadeyle “Evet.” dedi. Bunu Yağız’a bakarak, ondan güç alarak demişti... yüzümdeki gülümseme yavaşça silinirken yerini fırtına öncesi sessizliğin doğurduğu ifadesizlik aldı.


“Ringe geç!” ciddi sesim tahminimden gür çıkmıştı. Kız bunu beklemediği için deminki baş kaldırışı inişe geçmişti. Kızın afallamış şekilde bana bakmaya devam etmesiyle sinirle söylendim “Hadi!” kız irkilerek ringe doğru yürüdü. Ben de oraya doğru dönmüş, bir adım atmıştım ki Yağız’ın parmakları koluma sarıldı. Akın’ın da yanımıza gelmesiyle kafamı kaldırarak sinirle dalgalanan okyanuslarına baktım.


“Saçmalama Alisa, kız seninle dövüşemez. Niye durduk yere ortalığı karıştırıyorsun?” sinirli ve sert sesi kaşlarımı çatmama sebep olduğunda kolumu elinden çekerek aynı şekilde ona baktım. Sert ve öfkeli.


“Sizin yüzünüzden. Davranış derslerini düzgün işleyememişsiniz o sebeple iş bana kaldı!” herhangi bir karşılık beklemeden ringe doğru ilerledim ve eğilerek alanın içine girdim. Kısa bir nefes alış serüveninin ardından kaslarımı gevşetmek için omuzlarımı gerdim.


Yaralarım merhaba dedi. Sızıları bedenimi kasarken tüm gözlerin üzerimde oluşu sebebiyle yuttum tüm acıyı. Belli etmedim. Edemezdim.


Bakışlarım kızdayken hislerimi umursamamaya çalıştım. “Öncelik sende, göster bize neler öğrendiğini.” kız kısa bir an bana baktı ve kendine güvenerek bana doğru adımladı. Hızlıydı, benim kadar olmasa da.


Aniden sağ elini yüzüme doğru savurdu. Belini döndürmesinden o taraftan vuracağını anladım ve hemen bedenimi geriye eğerek yumruğundan kurtulup bel boşluğuna yumruk attım.


“Yüzüm olmaz ufaklık bu güzellik bana lazım.” yüzümdeki kibirli gülümsemeye baktığında yeşil gözlerinin gölgelendiğini fark ettim. Vuruşumla geriye sendeledi ama bakışıyla pes etmeyeceğini belli etti. Hırslanarak üzerime gelip peş peşe yumruk salladı. Bir tanesi hariç hepsinden kurtuldum. Yüzüme gelen yumruğun yaralı olan tarafıma denk gelmesiyle acıyla inledim. Acının yarattığı sersemlemeyle kısa bir an sendeledim ama hemen toparladım. Kıza baktığımda bana vurduğu için kibirle dudaklarını kıvırmıştı.


Ve bu hiç hoşuma gitmemişti. Tamam, bu kadar oyun yeter. İşi bitirme zamanı sarı yılan.


Hırsla havadaki elini yakalayıp karnına tekme attım. Bunları o kadar hızlı yapmıştım ki hareketlerime yetişememişti. Tuttuğum elini çevirerek hızla arkasına geçip arkadan dizine vurarak önümde diz çöktürdüm. Kızın acıdan bağrışı tüm salona yayıldığında bu bana keyifli bir senfoni gibi gelmişti.


Arkasında tuttuğum kolunu daha da hırsla sıkıp çevirdiğimde gözlerim etrafta dolaştı. Herkesin bakışları şu an bizdeydi. Bunu bilerek hafifçe kızın kulağına doğru eğildim.


“Yüzüme bir tane çakmana izin verdim ama şimdi o elini bir süre kullanamayacaksın. Bir daha kimin hakkında konuştuğuna dikkat et. Hatta mümkünse hiç konuşma ki sağlığın bozulmasın.” söylediklerimin onu etkilediğini titremesinden anlamıştım. Son hareketimle bu işi bitirecektim ki araya giren sesle duraksadım.


“Yapma bu kadarı yeter.” Yağız’ın ringe yaklaşıp endişeli gözlerle konuşmasıyla yutkundum. Düştüğüm okyanuslarında endişe vardı ve bu benim için değildi.


İçimdeki öfkenin harlamasıyla hırslanarak kızın kolunu bir anda ters yöne çevirdim. Kemiğinden gelen tok ses çok net şekilde duyulmuştu. Kızın acıyla bağırışı bende hiçbir etki yaratmasa da salondakilerde büyük etki yaratmıştı. Hepsi şaşkınlık ve korkuyla bana bakıyordu.


Bakışların verdiği güç hissiyle başımı kaldırarak omuzlarımı dikleştirdim. Her birinin gözlerine ciddiyetle bakarak “Çenenizi tutmazsanız olacakların en basiti bu olur. Sizin göreviniz eğitim almak, çene çalmak değil. Herkes işini yapsın.” dedim ve ringden indim. Yağız, o sıra kızı revire götürmek için hareketlendi. Giderken bir kere bile bana bakmaması umurumda değildi, otoritemi korumak zorundaydım.


Bu yönümü hiçbir zaman sevmemişti ama beni ben yapan da buydu. Konumum bunu gerektiriyordu. Eğer böyle olmasaydım şu an hayatta olmayacaktım. Bunu anlamaması ve kabul etmemesi alıştığım bir durumdu. Artık ona kendimi anlatmak ve kabul ettirmekle uğraşmayacaktım.


Ben buydum çünkü o, böyle olmamı istiyordu.


İçimdeki düşüncelerin ve kırık olan kalbimin keskin parçasının sızısıyla daha fazla burada durmamın anlamı olmadığın fark ettim. Göz dağını vermiştim sonuçta...


Salondan çıkmak için kapıya doğru ilerlediğim sırada yanıma gelen görevliyle adımlamayı kesip konuşması için başımı salladım.


“Efendim, Başkan geldi. Sizi toplantı salonunda bekliyor.” adamın tedirgin sesiyle şaşkınlık ruhuma yayıldı. Bu beklenmedik bir olaydı. Babam asla ayağıma gelmezdi. Beni yanına çağırttırırdı, hep böyle olmuştu bu zamana kadar.


Afalladığımı belli etmek istemeyerek ciddi bir ifadeyle karşımdaki kırk küsür yaşlarındaki adama bakarak “Geliyorum.” dedim.


Görevli selam vererek yanımdan uzaklaştığında derin bir nefes çektim ciğerlerimin temizlenmesi için. Yavaş adımlarım salonu ardında bırakırken içimdeki his midemin kasılmasına sebebiyet veriyordu.


Korku, tedirginlik, iğrenme... tüm hisler karışıp damarlarımdan akarken zihnim fısıldadı.


Her şey şimdi başlıyordu ve ben başlangıcı bugün. Birazdan başlatacaktım...


Loading...
0%