Yeni Üyelik
51.
Bölüm

50.Bölüm "Hisler Ölür"

@senabookss

50.BÖLÜM “Hisler Ölür.”

“Gün doğar, ay devrilir gündüze; gecede sana kalır acılarının yaralarını sar diye.”

 

Zaman ölür, insanlar ölür, yaşanılan anlar ölür, hisler ölür... her şey ölür, peki ölecek olan şeyler için biz niye savaşıyoruz?

Geçen bir ayda aklımda sadece bu düşünce vardı. Biz niye savaşıyorduk? Yaşamak için mi, güç için mi, intikam için mi? Biz neden sürekli kendimizden eksilerek kazanmak için kaybederek savaşıyorduk?

Kaybetmeden kazanmayı hak etmiyor muyduk?

Sorular...sorular, cevabı derinlerde gömülü olan soruları düşünerek geçirdiğim bir ayda elime hiçbir şey geçmemişti ve ben pişmanlığımla, keşkelerimle kalmış bunun yanında da içimden konuşan kelebeğin her keşke deyişinde de Aras’ın sesi beynimde yankılanmıştı.

-Keşkelerle geçen ömür mutlu son getirmez, getirse de sonunda seni sana bırakmaz...- bu cümlesini her dediğinde hissettikleri sesine yansır, pişmanlığın ve keşke kelimesinin ağırlığını bana hissettirirdi. Tıpkı benim şimdi hissettiğim gibi.

Gözlerimi pencereden baktığım toprağa çevirdiğimde derin bir nefes aldım. Kararmış havanın sahip olduğu bulutların bizlere sunduğu damlaların toprağa karışmasını izlerken benim ne zaman toprağa karışacağımı düşünmeye başladım.

Elinde sonunda geldiğim yere geri dönecek, ruhsuz bedenim toprakla bütünleşecekti ve bu son yaşadığımız olayla aklımdaki soruların yanında bu düşünceyi de düşünmeye başladım. Muhtemel sonum nasıl olacaktı?

Yaktığım gibi yanacak mıydım yoksa vurduğum gibi vurulacak mıydım?

Kimin yangını beni küle çevirecekti, kimin kurşunu beni benden alacaktı?

İçimdeki benliğimle düşündüğüm can sıkıcı düşünceleri bölen kapı sesiyle gözlerimi topraktan çekip kapıya doğru baktım. Aras’ın görevlinin yardımıyla odaya girmesi duygusuz yüzümü duygulandırdı. Odadan içeri bir adım attıklarında duyulan gök gürültüsüyle gülümsemem daha da genişledi.

“Anladık Thor, sen geldin; gösterişe gerek yok.” diye söylendim ve yanına ilerleyip diğer koluna girerek ona destek olmaya çalıştım.

Bana üstten bir bakış attı. “Ben ve gösteriş eş anlamlıdır Kara Dul’um.” dedi ve bir bana bir de diğer kolundaki adama baktı. “Ayrıca ne bu destek olmaya çalışmak falan?” kollarını bizden çekti. “Kendim yürüyebilirim.” sinirlenmesiyle sessizliğimi korudum. Şimdi desteksiz bir şekilde ayakta durabiliyordu ve şu an ki durumu için büyük gelişmeydi. Başarısını devam ettirmesi için yanından uzaklaştım ve yüzümdeki gülümsemeyi silip ciddiyetle ona baktım.

“İyi, tek başına yatağa kadar yürü. Eğer başarırsan akşam yemeğinde istediğin bir şeyi yiyebilirsin.” vaat ettiğim ödülle Aras’ın gözleri parladı ve yavaşça başını bana çevirdi.

“Valla mı?”

Başımı heyecanla salladım. “Valla ama yatağa tek başına yatman gerek.” net söylemimle Aras, yatağa bir aydır açmışta sanki yatağın üstünde çeşit çeşit yemek varmış gibi bakmaya başladı. Rotasını belirleyen Thor, yavaş hareketlerle yaralı olan sağ bacağını hafifçe ayağa kaldırdı ve öne doğru adım attı ama yarasının acımasıyla ağırlığını veremediği için sendeledi. Görevli onu tutmak için hareketlenmişti ki elimi kaldırarak ona durmasını işaret ettim.

Bugün bunu başaracaktı, hissediyordum...

Kimsenin ona yardım etmeyeceğini anlayan Aras, dengesini sağladı ve durup bana baktı. Gözlerine bakmayı her ne kadar istemesem de şimdi ondan gözlerimi kaçıramazdım. Bana baktığı duygu yoğunluğuna karşılık ona sadece tek bir duyguyla baktım.

Hüzün...

Hüzünlü gözlerimle onun karışık duygularına baktım. Ona aslında sadece bakmadım ve o bunu fark etti. Ona yansıttığım hüzünlü bakış aslında ona olan hüznümü değil benim hüznümü yansıtıyordu.

Aslında ona olan bakışımla yalvarıyordum... beni bu hüzünden kurtar diye.

Aras da ona yalvarışımı gördü - o beni hep gördü- ve gözlerini yatağa çevirip hırslı bir adım daha attı. Her bir küçük adımıyla içimde tarif edemeyeceğim bir rahatlama, gözlerimdeyse başarının doldurduğu göz yaşları vardı. Benim içimdeki rahatlamaya zıt bir şekilde o, her bir adımıyla acıyla bedenini kasıyordu ama bu yine de onu yıldırmıyor istediği ödülü almak için onu daha da istekli hale getiriyordu.

Aras’ın yavaş adımları sayesinde yatağa ulaşmasıyla gözümden akan bir damla yaşı hızla elimin tersiyle sildim ve ona doğru ilerleyip yatağa oturmasında yardımcı oldum. Kolundaki yaralara dikkat ederek yatağa yatırdığımda gözlerime başardım dercesine baktı. O bakışıyla gülümsedim ve elimi hafifçe yüzündeki yanık izinde gezdirdim.

“Kazandın Thor. Hem kazandın hem de beni bu azaptan kurtardın.” dudaklarımdan dökülen minnet cümleleriyle Aras, konuşmak için ağzını açmıştı ki ondan önce davranarak yataktan uzaklaşıp arkamdaki görevliye baktım.

“Yavaşta olsa kendi adımlarıyla yürümeye başladığını doktora bildir. Bundan sonra tedavinin nasıl devam edeceğini bana iletsin.” dedim ve çıkması için kapıya bakıp bekledim. Genç adam, başıyla selam verip odadan çıktı ve ben pişmanlığımla baş başa kaldım.

“Ne seçsem acaba akşam için? Ulan bir aydır inek gibi ot yiyorum sadece! Bu resmen mideme işkence etmek, neyseki onu bu akşam ödüllendireceğim.” Aras’ın ortamdaki duygusal sisliği kaldırmak için söyledikleriyle yüzümde buruk bir gülümseme oldu ve bu daha da sıktı canımı. Derin bir nefes alıp yatağının yanına oturdum. Gözlerine bakacak cesaretim şu an da benimle olmadığını hissettiğimden kucağımdaki ellerime bakmaya başladım.

“Özür dilerim.” pişmanlık kokan kısık sesime alıştığımı fark etmemle tırnağımı avcuma bastırdım. Bir aydır her yalnız kaldığımızda aynı ses tonuyla pişmanlığımı dile getiriyordum ve Aras’ın pişmanlığımı kabul etmesi bile içimdeki acıyı azaltmıyordu.

“Ya bir şey sorucam benim adım özür dilerim mi? Her beni gördüğünde bunu diyorsun da. Eğer öyleyse adımı değiştirmek istiyorum, çok boktan bir isim çünkü!” isyan eden sesiyle kafamı güç bela kaldırıp ona baktım. Gözlerim hüzünle yüzünde gezinmeye başladığında içim, içimi yakma isteğiyle yanmaya başladı.

Bombanın etkisiyle benim yüzümü kapatmak için elleriyle yüzümü örttüğünden dolayı kendi yüzünü kapatamamıştı ve bu fedakarlık ona kötü bir armağan hediye etmişti. Bombanın etrafa yaydığı ısı ve alevler Aras’ın yüzünün sağ tarafında, yanağında ve çenesinde yanıklar olacak şekilde kötü bir hatıra bıraktı ve yanıklar sadece yüzünde değildi. Benim yüzümü kapatmak için ellerini kalkan olarak kullandığından üstte kalan sağ elinin üstü de yanmıştı...

Gördüklerim ve hissettiklerim çok ağırdı ki ben altında ezilmeye çoktan başlamıştım. Benim için yaptığı o kadar derin ve büyüktü ki ben ona nasıl karşılık vereceğime karar veremiyordum.

“Beni affedebilecek misin sana bu kötülüğü yaşattığım için?” acı dolu sesimle söylediğim iç yakan istek Aras’ın kaşlarını çatmasına sebep oldu.

“Seni affetmem gereken bir şey mi yaptın?” başını iki yana salladı. Sesi şefkat doluydu. “Alisa, son kez tekrar ediyorum eğer bir kez daha bu konuyu açarsan seni şu camdan aşağı atıp asıl sen beni affet diye bağıracağım. Kabul et, ben istediğim için yaptım bunu. Senin tercihin veya suçun değil ki bu suç bile değil, bu benim isteğim ve görevim. Emin ol gelmeyip de dediğini yapsaydım ve sana bir şey olsaydı şu anki durumumdan daha kötü olurdum.” bakışları yumuşarken sesine muziplik ekledi. “Hem o kadar da kötü değil yüzüm, karizmatik bir hava kattı izler yakışıklılığıma değil mi?” sorusuyla kafamı evet anlamında salladım ve ağladığımı elime damlayan damlalarla anlayarak elimle gözlerimi sildim.

“Bu izler bile gölgeleyemedi yakışıklılığını. Kızlar düşer karizmana merak etme.” dedim gülümsemeye çalışarak. Karşımdaki normalde sıradan biri olsa bu dediğimle gülümser ve mutlu olurdu ama benim Thor’um farklı olduğunu burada bile belli etti. Kaşlarını çatarak yüzüme baktı, beni kınıyordu.

“Öldüğümde Elif, beğensin yeter. O, beğenmezse sıkıntı olur.” demesiyle kendimi tutmadım ve sol yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Geri çekilip yüzüne baktığımda onun da yüzünde küçük bir tebessüm olduğunu gördüm tıpkı benim yüzümde olduğu gibi.

“Merak etme Elif, senin her halini seviyor. Bu haline de düşer.” dedim ve göz kırptım. Aras, bildiği halde duymayı sevdiği gerçeği tekrar duyduğunda mutlulukla yatağına daha da yayıldı ve sıcak bir gülümseme eşliğinde gözlerime merakla baktı.

“Eee akşam ne yiyeceğim ben? Ne yiyelim Soylum?” konuyu değiştirmeye çalışmasıyla derin bir nefes alıp ellerimle yüzümdeki nemliliği sildim. Ağlamak berbat bir şeydi.

Derin bir nefes alarak maskaram dikkat edip göz altlarımı sildim ve duygusal moddan çıkarak gerçek hayata döndüm. “Ben akşam için duyunca çok şaşıracağın bir yere davetliyim. O yüzden sende yemeğini ve geceyi Arda’yla geçireceksin.” her bir söylediğim kelimeyle önce şaşkınlık ve ardından iğrenme duygusuyla bana bakan Thor, akşam Arda’yla kalacağını duyunca direkt isyan moduna geçti. Çocuk gibi mızmızlanmasıyla kaşlarımı ciddi misin sen dercesine kaldırarak ona baktım.

“O, ibneyle kalmam ben! Anlamıyor o beni, bak döverim onu elimde kalır.” kaşlarını sinirle çattı. “Hem yaralıyım ben sen nasıl beni bırakır gidersin? Hani kankaydık?” merakla başını yana yatırıp kuşkulu bir ifadeyle gözlerini kıstı. “Ayrıca sen nereye gidiyorsun?” hızlı konuşması ve bir dakika içinde birden fazla duyguya bürünmesiyle eski formuna kavuştuğunu fark ettim. Tek sıkıntısı sağ bacağıydı ve o da düzelmek üzereydi.

“Yaralı mı?” başımı bilmiş bir edayla iki yana salladım. “Yoo sen hiç de yaralı gibi değilsin, bak çenen bayağı iyi çalışıyor. Demin de kendin yürüdün. Bak meşhur sözün bir kez daha doğru olduğunu ispatladın. Kötüye cidden bir şey olmuyor.” omzuna yavaşça iki fiske vurdum. “Turp gibisin turp!”

Yalandan alınmış gibi dudaklarını büktü. “Dost olsun, şimdi öyle mi olduk? Daha demin vicdan azabından kendini kapıma zincirleyecektin. Beni affet kuruluşu kurup adıma vakıf kuracaktın. Şimdi de gelmiş kötü diyorsun, kurban ol benim gibi kötüye!” bir anda bağırarak bana yükselmesiyle kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdım. Bu ciddi miydi?

“Ben mi dedim sana fok görmüş kutup ayısı gibi atla üstüme diye? Atlamasaydın hem vicdanım rahat olurdu hem de ne güzel ölürdüm, kurtulurdunuz benden.” gözlerimi kısarak düşmanca baktım. “Kaçak elektrik seni... hem benim psikolojimin ırzına geçip hem de bana bağırma! Ne dediysem o, Akşam Arda’yla kalacaksın!” yüksek sesle uyarı tonlu konuşmamla Aras, geri vites yaptı ve yutkunarak tatlı bir şekilde gülümsedi.

“Bir şey mi dedim Kara Dul’um feda olsun sana sağ tarafım tarafım. İstersen İron Man’in olurum. Zırhın olayım giy beni Alisa!” bir asker edasıyla bağırmasına kahkaha attım.

Bu çocuk bombanın etkisiyle beynini de mi yakmıştı?

“Ay kalsın sen ki Thor’dan Loki’ye geçiş yaptın, zırhın olsa Jarvıs’den Ultron’a geçersin pis satıcı. Unutmadım beni Yağız’a ispiyonladığını, neyseki iyi bir arkadaşım da şimdilik unutmuş gibi yapıyorum.” geçmiş konuları açmamla daha da battığını anlayan Aras, topu bana atarak kendini korumaya aldı.

“Konuyu dağıtma sen beni o ibneyle bırakıp nereye gidiyorsun?” derken kıskanç koca gibi kuşkuyla beni süzüp tek kaşını kaldırarak bakması yüzümde ciddi misin sen ifadesi oluşturdu. Yataktan kalkarak ayakta durdum ve kollarımı göğsümde birleştirirken ayağımı sallamaya başladım.

“Böyle yükselip kıskanacağınızı bilseydim kabul etmezdim teklifi Lordum. İsterseniz hemen, akşam katılamayacağımı bildirip tüm gece size hizmette bulunayım!” kinayeli konuşmamla Thor’un kahveleri tedirginlikle parladı ve kafasını olumsuz anlamda salladı.

“O ne demek Soylum?” kınar gibi baktı bana. “Benimki saf merak, can sıkıntısı falan önemsiz yani fakat siz yine de yerinizi bildirseniz de bir sıkıntı olursa hemen müdahale edelim...” bir anda olayı benim güvenliğime getirmesiyle durdum. Ne diyeceğini bilememek hissinin boşluğuyla Aras’ın gözlerine bir on saniye boş boş baktım. İlk defa Yağız’dan başkası beni bu kadar düşünüyordu.

Evet, Akın, Arda ve Berk’te beni düşünüyordu ama Aras, farklıydı. O, çok farklıydı ve bu farkı onu özel kılıyordu.

O, çok özel ve özgündü benim içimde.

“Başkan, bu akşam için özel bir yemek organize etti. Yemekte sadece Havas ailesi ve Yağız olacakmış. Kesin bir haltlar karıştırıyorlar.” umursamazca omuz silktim. “Bakalım ne çıkacak ortaya bu akşam beni katil etmek için.” rahat tavrımın aksine içimde bastırmaya çalıştığım tarafın sert söylemiyle konuştuğumu konuştuktan sonra fark ettim. Resmen ejderha olsaydım ağzımdan ateş çıkacaktı.

“Oha. Hay sikiyim ya ben nasıl kaçırırım bu yemeği! Alisa, kulaklık taksana bende dinleyeyim. Ne gerilim yaşanır o masada ha. Valla Leonardo Amca hayatta olsaydı Son Akşam Yemeği tablosunu o masaya bakarak çizerdi, öyle bir gerilim ve kaos olacak o masada.” Aras’ın dalga geçerek konuşmasıyla gözlerimden ışın çıkarcasına keskin bir şekilde gözlerine baktım. Bakışımla yüzündeki dalga geçer ifade yerini yaramazlık yapan çocuğa bırakırken içimde tuhaf bir dalga oluştu. Oluşan dalga son yaşadığımız bir ayı, içimde sarsıntı olacak şekilde kalbimin ve beynimin kıyılarına vurdurması Aras’a olan bakışlarımı derinleştirdi.

Aslında benim gibi onun da o masaya oturma hakkı vardı. O da bir Havas’tı...

Buradaydı, babamın kanından ve canındandı. Vardı ama yoktu. Yaşıyordu ama ölüydü.

Aras, Havas soyadı için bir hayaletti.

Ve şu an her ne kadar dalga geçiyor gibi görünse de bu durum onun canını yakıyordu. Anlatmasa da ben anlıyordum.

Ameliyattan çıkıp da kendine geldiğinde konuştuğumuz gibi ikimizde kendimizi hazır hissedene kadar ilk başta nasıl başladıysak öyle devam edecektik ama...

Bizim düşüncelerimizin veya hazır olup olmamamızın bir önemi yoktu. Gerçek buydu, o benim kardeşimdi; ağabeyimdi.

Benim için canını ortaya koyan ikinci erkekti.

Aras, bunu kabul etmeyip reddetse de o adam onun babasıydı. Altay Havas, onun babasıydı. Öldürmek için geldiği adam onun babasıydı ve Aras, bunu bilerek bu yola çıkmıştı. Öfkesini ve içinde büyüttüğü yangını, geçmişini anlatmasıyla artık daha iyi anlıyordum onu ki şimdi de kendime benzetiyordum yaralı varlığını. Benzettiğim içinde aslında kazanamayacağı savaşa girdiğini biliyordum.

O ve ben aynıydık ve biz babamızı öldürecek kadar kötü değildik.

İkimizde içimizde çocukluğumuzu büyütüyorduk ve her kırıldığımızda onlara sarılıyorduk çünkü biliyorduk ki kalbin kırıldığında içindeki küçük seni dinlemeliydin. O, sana senden iyi gelirdi çünkü sen görmek istemesen bile o her göz yaşının yarattığı yarayı bilirdi...

O yüzden de bu işi kötü olmadan, içimizdeki çocuğu öldürmeden halledecektik.

“Benim yerime sen git valla çok makbule geçer. Nefret ettiğim biyolojik babamı ve iki yıldır konuşmadığım ablamı görmeyi hiç istemiyorum.” diye söylendim isyan edercesine ve kendimi yatağım karşısındaki kanepeye attım.

Aras, beni duymamazlıktan gelerek beklemediğim yerden sordu. “Yağız’la aranız nasıl?” bir an o konuda varlığını kalbimin üstüne ekledi. Yemeğe kalbimin düşmanı da gelecekti ve bu benim için ikinci gitmemeyi isteme sebebimdi. Onunla o masada olmak garip ve saçma bir durumdu ikimiz içinde.

Sonuçta o ailesinin katiliyle, benim ailemde annemin katilinin oğluyla aynı masada oturacaktı.

Kısacası çok boktan bir durumdu bu...

“Aynı, hala bana kızgın. En son evden çıkarken babamı kızdırmamamı söylemişti ve bende bakacağımı söylemiştim.” Haklıymışım gibi omuz silktim. “Baktım ve ona söylemeden gidip elinde tuttuğu bebeği aldım üstüne de mekanını patlattım. Gerçi onun kızgınlığı şu an buna değil. Sen olmasaydın ya yanacaktım ya da ölecektim, onun siniri buna.” diye isyan edip bıkkın bir nefes aldım. Konuşma boyunca Thor’a bakmamış kucağımda oynadığım parmaklarıma bakmıştım. Başımı kaldırıp ona baktığımda pür dikkat beni dinlediğini gördüm, sözlerimle beraber hislerimi ve yüz ifademi de inceliyordu.

Hakkımda ne karara vardı bilemiyorum ama ona olan bakışlarımı görünce umursamazca omuz silkip dudak büktü. Kesin bir şey biliyordu...

“Sonunda dayanamaz döner, gerçi bir ay oldu ama affeder.” ağlamaklı yüz ifadesi ve titreyen ses ve beş saniye sonra çözülen dil.

“Ben konuştum o puştla akşam, bana dayanamıyorum zaten daha fazla uzak duramam demişti.” ilk başta kızarak söylediği cümlenin ardından milli piyango vurmuş gibi gözlerini açıp bana çapkın bir şekilde gülümsedi. Bir anda iki farklı kişiliğe bürünmesiyle kaşlarımı çattım ve hayırdır manasında kafamı salladım.

Galiba hastaneden çıkmadan önce psikiyatriste de uğramalıydık...

“Kesin bu akşam bir şey yapacak. Gör bak Thor söylemişti dersin!” atomu parçalamış gibi konuşmasıyla gözlerimi devirip kafamı koltuğa yasladım. Bir an cidden mantıklı bir şey söyleyecek sanmıştım, gerçi hata bendeydi Aras’tan ne zaman mantıklı öngörü çıkmıştı ki?

“Tabii sen dedin ya şimdi nikah randevusu almaya gitti.” alayla göz kırptım. “Aşağıdan uç bebeğim yoksa üzerler seni bu hayatta.” son cümlemle Aras, yüzünü buruşturdu ve iğrenircesine bana baktı.

“Bu adam ne buldu sende acaba, bildiğin barlar sokağında çakı sallayan keşler gibisin. Azcık güzelliğini kullan yoksa kaparlar adamı mal gibi kalırsın.” Güzin Abla gibi konuşmasıyla kaşlarımı çatarak ona baktım. Olması mümkün olmayan bir şeyi şu an niye samanlık gibi olan kalbime iğne niyetine atmıştı bu?

“Hadi be oradan Yağız, benden başkasına bakmaz. Hem o her halimi biliyor.” kibirle saçımı omzumdan geriye savurdum. “Ayrıca kusura bakma böyleyim, hiç de değişemem başkaları için.”

Başkalarının düşünceleri ilk duyduğum anda biraz olsun sinirimi bozsa da günün sonunda düşünmeyi bırakır yine kendi hayatıma bildiğim ve istediğim şekilde devam ederdim. Ben buydum, her ne kadar böyle olmayı ben istememiş olsam da benliğim bu şekilde oluşmuştu ve ben başkaları için kendimi değiştiremezdim.

Bir insanın başkaları için kendini değiştirmesi benliğine yaptığı en büyük kötülüktü bana göre.

“O yüzden değerini bil. Adam seni her halinle seviyor, sense işi yokuşa sürmekten başka bir şey yapmıyorsun. Alisa, sence de zamanı gelmedi mi ikiniz için bir şeyler yapmanın?” Aras’ın uyarı tonundaki sesiyle oturduğum koltukta hafifçe kıpırdandım. Konu ne ara buraya gelmişti ki?

“Biliyorum bu durum onu yoruyor ama elimden ne gelir ki? O, Yer Altından bense Krallıktan. İki zıt kutup birleşemez Aras, birleşse de mutlu olamaz. İkimizde kendimize yer edinmeye çalışıyoruz, o kendi gücünü sağlamlaştırmaya çalışıyor, bense hem kaybettiklerimi geri almaya hem de en üste çıkmaya çalışıyorum. Tüm bu kargaşanın içinde ikimizde ilişkimizle uğraşamayız.” kendimi Yağız’la aramızdaki mesafeye alıştırmak için kullandığım avuntu cümlelerini sesli bir şekilde Aras’a söylemek içimde garip bir rahatsızlık yarattı ve sinirimi bozdu.

“Elif, şu an burada yanımda olsaydı sikerim savaşını da Krallığını da der onunla olurdum. Kimse onu benden alamazdı, izin vermezdim.” kendi yarasından kopan kabuk benim yarama çarparken Aras, hissettiği acıyla derin bir nefes aldı. Gözleri yakıcı derecede sızılıydı. “Alisa, yarım olmak çok zor. İnsanlar kolay kolay diğer yarılarını bulamazken seninki seninle büyüdü, adam resmen senin için yaşıyor. Bırak, siktir et! Karşınızda duracaklar, ayırmaya çalışacaklar... ulan belki öldürecekler! Bırak düşünmeyi ve yaşa, hazır yanındayken seninleyken yaşayabildiğini yaşa yoksa kaybedince çok pişman olursun.” zaten bildiğim şeyleri onun sesli bir şekilde söylemesi kafamı daha da karıştırdı. Bir okyanusun içinde küçük teknemle kalmıştım ve hangi tarafa ilerleyeceğimi bilmiyordum. Güvenli görünen hiçbir kara parçası gözüme ilişmiyordu ve ben okyanusun dibini boylamak istemiyordum...

“Biliyorum... hepsini biliyorum ama ne yapacağımı bilmiyorum. Aras, dibe batıyoruz ve ben onu dibe çekmek istemiyorum. Beni oyundan çıkarma diyor ama ben o yanımdayken bu oyunu oynayamıyorum ona bir şey olacak diye.” evet, asıl derdim buydu. Ona bir şey olması.

Düşüncesi bile sanki bir kaplanın ağzındaymışım gibi hissettirirken ya gerçek olursa o zaman ne yapardım ben?

“Alisa, olacak o aklına gelen tüm boktan ihtimaller olabilir. Olmayacak mı sanıyorsun? Sana da ona da bana da... hepimize istemediğimiz şeyler olacak. Bu oyunu kaybetmeden kazanamazsın. O yüzden hazır kaybetmemişken değerini bil.” abi şefkatiyle söylediği cümlelerle içimde huzursuzluk oluştu. Galiba eskisi gibi dertleşemeyecektim öğrendiklerimden sonra.

İçli bir nefes alarak kafamı ağırca salladım. “Haklısın. Bu akşam aramızı düzeltmeye çalışacağım.” diye mırıldandım ve kolumdaki saate kısa bir bakış atıp gülümseyerek kanepeden kalktım. Yan tarafımdaki tek kapaklı dolaptan diz üstü bilgisayarı elime alıp Thor’a doğru ilerledim. “Arda’nın gelmesine bir saat daha var hadi çizgi film izleyelim.” cümle daha tam sonuca ulaşmamışken bile gözleri parlayan Thor, yatağında daha da yayıldı ve göz kırparak omzunu istemem yan cebime koy edasıyla silkti.

“O kadar ısrar ettin madem izleyelim ama bir koşu vişne suyuyla balık kraker al da gel.” bir aydır sürekli beni yemek için kantine göndermesine alıştığım için tek tepkim oflayarak göz devirmek oldu. Bilgisayarı ona uzattım ve istediklerini almak için odadan çıktım.

Umarım bu bir saatte başka bir şey istemezdi...

 

Karşımdaki gösterişli villaya bakarken en son bu eve ne zaman geldiğimi düşündüm ve ne yazık ki sadece düşünmekle kaldım çünkü çok uzun zaman geçmişti üzerinden.

Çok uzun zaman ve onun eksikliğini hatırlamamı engelleyecek çok fazla olay.

Siyah camlarla örülü üç katlı ev, sahibini yansıtacak kadar karanlığı üzerinde yansıtıyordu. Tıpkı bana hissettirdikleri gibi. Beş yaşında bu evden gönderildiğimden beri bu eve doğru düzgün gelmemiştim. Şimdi ise nasıl içeri girebileceğimi hesaplamaya çalışıyordum.

Bir yabancı gibi mi girmeliydim yoksa evin kızı gibi mi?

Bence en iyisi Alisa gibi girmek olacaktı.

İçimdeki boşlukta titreşen kıpırtılar içlerinde birçok duygunun damlalarını taşırken alt dudağımı hırsla dişledim. Düşünmenin bir yararı olmayacaktı ve buraya kadar geldiysem bu gece olanları yaşamaktan başka seçeneğim de yoktu. Elimi kapıyı açmak için hareket ettirdiğim sırada arabamın yanına gelen arabayla kimin geldiğini görmek için kafamı o tarafa çevirdim. Gelen kalbimin ritmini bir kurma bebekmiş gibi kendine ayarlamış olan kalbimin düşmanıydı.

Gözlerim arabasının üzerinde gezinirken Aras’ın söyledikleri zihnimde döndü ve ben adım atma zamanımın geldiğine karar vererek arabadan inip onun arabasının önüne geçtim. Benim onu beklediğimi gördüğünden insan modundan çıkıp kaplumbağa moduna geçmişti ki o kadar yavaş hareketlerle arabadan indi ki haksız olmasam çoktan bağırmıştım.

“İnmeseydin ya evi arabaya taşırdık!” tabii ki de haksız olmam sinirimi çıkarmayacağım anlamına gelmiyordu...

Yağız, ona kinayeyle söylediğim şeyi takmadı ve önümde durup konuşmam için bekledi. Sinirli olduğu için yüzüme bakmadığından rahat bir şekilde onu süzdüm. Yüzündeki yaraların çoğu iyileşmişti. Kumral saçlarını biçimli bir şekilde dağıtmıştı ve bu görüntü ellerimle hoyratça saçlarını karıştırma isteği uyandırmıştı bende.

Kafamı hızla iki yana salladım. Kendine gel kızım.

Bulunduğumuz mekandan dolayı istediklerimi göz ardı edip kıyafetine baktım. Lider konumuna geldiğinden beri takım giyiyordu ama bugün benim Yağız’ım olarak giyinmişti. Üstten üstüne tam oturan siyah bir tişört, alttan da siyah kot pantolon giymişti.

“Süzmen bittiyse içeri girebilir miyim?”

Sıkılmış gibi çıkan tok sesiyle gülümseyerek başımı evet anlamında salladım. “Bitti, bitti tam sevdiğim gibi giyinmişsin.” bir an aklımın tamamen onunla dolu olduğu anda konuştuğum için saçma konuştuğumu son anda fark ettim ama iş işten çoktan geçmişti. Neyse ki yabancı değildi...

“Senin için giyinmedim.” karşımdaki aslancığın sinirini belli edercesine konuşmasıyla muzip bir ifadeyle başımı nazlılıkla eğdim. “Evet, kesinlikle benim için giyindin.” cilveli şekilde saçlarımı savurdum. “Belki benim için soyunursun da.”

Kendime pay çıkartarak konuşmamla okyanuslarını sinirle gözlerime çevirdi. Sinirle dalgalanan gözleri gözlerime değdikten iki saniye sonra yerini çok daha güzel duygulara bıraktı ve bu bana cesaret verdi. Elimi kaldırarak serçe parmağımı ona doğru uzattım.

“Tamam, özür dilerim. Hadi barışalım.” küçük kız çocuğu modunda istekli çıkan sesime kayıtsız kalamadı ki istemiyorum ama karşımdaki sensin dercesine elini uzatıp serçe parmağını parmağıma doladı.

“Sinirim geçmedi, sadece ateşkes imzaladık o kadar.” sert tutmaya çalıştığı sesiyle kafamı tamam anlamında salladım ve hızlıca gözlerimi bahçede dolaştırdım. Kimsenin olmadığına emin olduğum anda hızla parmak uçlarıma çıkarak yanağına minik bir öpücük bırakıp ondan uzaklaştım. “Merak etme alırım ben senin sinirini.” göz kırparak söylediğim imalı cümleyle ona fırsat vermeden evin kapısına doğru ilerlemeye başladım.

Ahh lanet olsun bu kadar hızlı atmamalısın kalbim! Zaten imamdan dolayı yanaklarım yanmaya başladı bir de senin rezilliğinle uğraşamam!

Kendi içimde kendime saydırarak düşüncelerimden uzaklaşmışken kapının önüne gelmemle ben daha kapıyı çalmadan görevli kapıyı açtı. Benden küçük olduğunu tahmin ettiğim kız beni görmesiyle hızla başını eğip selam vererek kapının önünden çekildi. Kızıl saçlarına hafif tebessümle bakarak selamını alıp içeriye girdim. Ben holde birkaç adım atmıştım ki peşimden Yağız’da geldi. Ben önde o arkada uzun zamandır gelmediğim evin oturma odasına doğru ilerledim. Evin gördüğüm kısımlarının bıraktığım şeklinden çok farklı olmasıyla kaşlarımı çattım. Ev annemin bıraktığının çok uzağındaydı. Annem klasik bir kadındı, o yüzden onun zevkiyle döşediği evde klasikti. Şimdi ise ev çok modern ve beyazdı.

Tıpkı Azra gibi...

Çatık kaşlarımı son düşüncemle rahat bıraktım ve yüzüme sakin bir ifade takıp kendimi beyaz deri koltuğa bıraktım. Yağız, benim gibi düşünmeyi bırakmıştı ki oturduğum koltuğun çaprazındaki iki kişilik kanepeye oturup telefonuna bakmaya başladı.

Benimle ilgilenmek yerine telefona bakmasıyla huysuzca dudaklarımı büktüm. “Ev sahibi ortada yok. Davet ettiklerini mi unuttular acaba?” diye mırıldanıp aslancığa baktım. Konuşmamın bitmesiyle bana kısa bir göz atıp telefonuna geri döndü. Sanırım bu sefer gerçekten kızmıştı...

“Davet ettiklerinden biri evin kızı olduğu için takmamışlardır.” umursamaz bir şekilde konuşmasıyla koltukta kayıp ona yaklaştım. Elindeki telefonu hızla çekip alarak onun ulaşamayacağı sol tarafıma koydum. Okyanusları agresif emareler taşıyarak bana çarparken benimde ondan aşağı kalır bir yanım yoktu.

“Ben bu evin kızı değilim.” işaret parmağımı göğsüne yasladım. “Ve sen Yağız Ertuğ, hemen benimle aranı düzeltiyorsun. Bu tavrın hiç hoşuma gitmiyor!” telefonu elinden aldığım için bana dönen sert bakışlarıyla bir an korksam da sonuçta bana burada bir şey yapamazdı. O yüzden geri adım atmayı kafamdan sildim ve aynı şekilde ona bakmaya devam ettim. Yağız, ona meydan okumamla hafifçe bana doğru eğildi. Bakışları aynıydı ama yüzünde çapkın bir iç yakan tebessüm vardı.

“Senin yüzünden böyle davranıyorum yoksa çok hoşuna gidecek şekilde de davranabilirim.” tropikal ormanlarda savunmasız bir şekilde geziyormuşum hissi yaratan sesiyle yutkunarak gözlerine baktım. Bu adam nerede olduğumuzun farkında mıydı?

Ben onun kokusu ve tehlikeli ormanında kaybolmuşken o yüzündeki çapkın sırıtışını dalga geçme seviyesine çevirdi ve kalktığı koltuğa geri oturup telefonuna bakmaya başladı.

Evet, telefonuna bakmaya başladı... yüzümdeki şaşkınlık ifadesini hızla değiştirerek sinirle ayağına sertçe vurup koltuktan kalktım. Pislik, benimle öyle oynuyordu ki bazen kendimi Jerry gibi hissediyordum ve bu durum hiç hoşuma gitmiyordu.

Çünkü ben Tom’u seviyordum!

Sinirden ve utançtan yanan yüzüme soğuk su bombardımanına tutmak için koridorun solundaki banyoya girip kapıyı kapattım. Aynada kendime kısa bir bakış atıp gözlerimi kendimden çektim.

Bu evdeki yansımalar gerçeği değil yaraları gösterirdi ve ben her ne kadar düşünmemeye çalışsam da şu an atıldığım evdeydim.

Soğuk suyla yıkadığım yüzümü yan taraftaki peçeteyle kurulayıp derin bir nefes alarak banyodan çıktım. Biraz daha rahatlamış hissediyordum. Oturma odasına doğru ilerliyordum ki sağ taraftaki beyaz ahşap kapının açılmasıyla onunla göz göze geldim.

Beni gören yeşil gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı ama bu sadece üç saniye sürdü. Hızlıca kendine gelerek üstündeki şaşkınlığı attı ve gülümsedi. Güzel bir gülümsemesi vardı.

“Hoş geldin.” yuvarlak yüzündeki gülümseme ve söylediği kelime bende hiçbir etki yaratmadı. Hissizdim. İki yıldır görmediğim ve hayatım boyunca abla sevgisini alamadığım kişinin bana hiçbir şey hissettirememesi normal miydi?

Ona karşılık vermedim ve yürümeye devam ettim. Şu an onunla konuşacak bir şeyim yoktu...

Bu düşüncem, yani onunla konuşacak bir şeyim olmadığı düşüncesi onun beni kolumdan tutup durdurmaya cesaret etmesine kadar benimleydi. Soğuk elinin koluma değmesiyle durup ona baktım. Yüzünde hüzün vardı, yeşil gözlerinde acı yer edinmişti.

“Biraz konuşmamız gerekmiyor mu sence?” cılız sesi ilk başta bana yabancı geldi. Uzun zamandır hafızamda tozlu raflarda kalmış sesi yoksunlukla zihnimde yabancı olarak algılandı. İsteği içimde herhangi bir kıpırtı yaratmadı, galiba artık Havas ailesine bağışıklık kazanıyordum.

“Onca senenin ardından mı?” alayla kafamı salladım. “Hayır. Bence hiç gerek yok.” diyerek önüme dönmüştüm ki kolumdaki eli sıkılaştı.

“Lütfen.” dudaklarından dökülen kelimeyle eş zamanda odasının kapısını itmesiyle kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Bu cesaret gösterisi ona konuşma fırsatı verebileceğimi hissettirdi ve ben bu hissi dinleyerek kolumu elinden çekip odasına girdim.

Ve o dört duvarın beni hapsettiği noktada bir kez daha gerçekler yüzüme silleyi çaktı. Ben buraya ait değildim.

Beyaz mobilyalarla döşenmiş odada bej renginde süs eşyaları ve büyük bitkiler vardı. Tamamen iç açıcı renklerle masumluğu temsil eden bu odada tek siyah varlık bendim. Bu farkındalık yüzümde küçük bir gülümseme yarattı.

Bazen bazı gülüşler vardır, insanın farkına vardığı yarasının yara bandı olan. Ben yara bantlarımı kullanmayı iyi bilirdim.

“Uzun zamandır görüşemedik. Nasılsın?” konuşmasıyla dikkatimi eşyalardan çekerek ona baktım. Çekingen bir şekilde beni izliyor, tedirginlikle parmaklarıyla oynuyordu. Kahverengi saçlarını at kuyruğu şeklinde toplamış, perçemlerini güzel bir şekilde yüzüne yaymıştı. Beyaz elbisesiyle tam bir babasının prensesiydi ablam...

“Doğru uzun zamandır görüşemedik. Nedenini çok iyi biliyorsun, malum seni yanından hiç ayırmaz.” ciddi ifadeyle söylediklerimle yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. Kapıyı kapatarak bana doğru bir adım attı. Gözleri gözlerimde sanki kendinden bağımsız konuşuyor gibi bana odaklıydı. “Bana kızdığını biliyorum ama yapamayacağım şeyler için beni suçlaman adaletli mi?” alınmışlıkla dudaklarından dökülen isyan cümlesi kahkaha atmama sebep oldu. Bu kız ne dediğinin bilincinde miydi?

“Adalet mi? Sen yaşadığımız hayatta adalet mi arıyorsun?” alaylı cümlelerim ardından ciddiyetle çenemi dikleştirdim. “Ben seni yapamayacağın şeyler için değil yapmadıkların için suçluyorum!” ne zaman dolduğunu anlamadığım gözlerimin buğulanmasıyla derin bir nefes alıp yüzümü sıvazladım.

Buraya gelmek tamamen boktan bir fikirdi!

“Babamı durduramazdım ve sen...” suçlarcasına beni işaret etti. “Sen sınırını aşmıştın Alisa. Babamı bilmiyormuş gibi davranıp onun sınırlarını yıktın. Kendi yaptığın şeylerin acısını neden benden çıkartıyorsun?” beni suçlayan konuşmasıyla şaşkınlıkla ona baktım. Ben yaşadıklarımı hak mı ediyordum yani? İçimde tutamayacağımı anladığım bastırılmış duyguların kapağı açılmış baraj gibi akmasıyla artık kontrolün benden çıktığını anladım.

“Ben yaşadıklarımı hak mı ettim yani? Sen bu evde prensesler gibi büyürken ben beş yaşında o saraya gittim be beş yaşında! Yanımda kimse yoktu, tektim o kadar büyük insanların içinde.” öfkeyle soludum. “Hadi tamam bunu önleyemezdin, buna gücün yetmezdi.” dedim ve iki adım atarak kendi kanımdan olan ablamın yüzüne içimdeki küçük kız çocuğunun gözleriyle baktım. “O gün... yaralı olduğum halde babam beni annemin katili ilan edip döverken sen değil miydin aralık kapının ardında durup benim yediğim dayağı izleyen. Ben değil miydim abla ben yapmadım diye yalvaran!” acıyla dudaklarım büküldü. Hislerim ölü toprağın altında canlanmış, tomurcuklarını açmıştı. “Azra, o gün gözümün önünden gitmiyor. Hissettiğim acı aynı yerinde ve senin bakışların zihnimin en karanlık yerinde varlığını koruyor. Babam gibi sende annemin benim yüzümden öldüğünü düşünüyorsun. O gün babamın bana her vuruşunda senin yüzündeki tatmin olma hissini gördüm ben. Şimdi burada bana sakın ablalık taslama. Sen o gün ve iki sene önce yapmadıklarınla abla olmaktan çıktın içimden.” dedim ve yanından geçerek kapıya ulaştım. Tam kapı kolunu indirecekken aklıma gelen mesajla durup ona baktım.

“Bundan önce nasıl bu evde saklanıp kendini pis işlerden uzak tutuyorsan şimdi de tut ve sakın Yağız’a bulaşma. Ne yapmaya çalışıyorsunuz bilmiyorum ama senin boyunu aşan işlerde dolaşma Azra.” uyarı tondaki tehditimle tam kapıyı açmak için kolu indirmiştim ki keskin sesi beni durdu.

“Babam artık benim de işleri öğrenmem gerektiğini düşünüyor ki bende öyle düşünüyorum.” soru sorarcasına kurduğu cümleyle gözlerimi gözlerine çevirdim. Merakla bakan gözlerine aynı derecede duygusuzlukla baktım ve yüzüme dalga geçen bir gülümseme yerleştirdim.

“Beş yaşında ailemden koparılıp eğitilmek için gönderildiğim sarayda acı gerçeği fark ettim. Ben bir sokak köpeğiyim Azra...” çenemle onu işaret ettim. “Ben sokak köpeğiyim sense ev kedisisin. O yüzden sokağa bulaşmayı düşünme. Yoksa seni de orada yerler tıpkı beni yedikleri gibi. Bu uyarı da sana son kardeşlik kıyağım olsun.” umursamaz şekilde kurduğum cümlelerle biricik ablacığımın yüzünde önce şaşkınlık ardından da hayal kırıklığı oluştu. Yeşil gözleri akmak için doldu ama bu benim umurumda bile olmadı. Bende zamanında karşısında ağlamıştım ve o da aynı benim ona baktığım gibi bakmıştı.

Çenesi sinirle titrerken “Kibirli davranıyorsun Alisa!” diye sesli sayılabilecek düzeyde bağırdı. Prensesimizin küfür dağarcığı benimki kadar dolu olmadığı için bana sadece kibirli diyerek hakaret edebilmişti. Bu tavrına gülmeden edemedim. Biz gerçekten çok zıttık.

“Kibirli davranmıyorum, karşımdaki neyi hak ediyorsa öyle davranıyorum.” dedim ve kapıyı açarak odadan çıktım. Dolan gözlerimi hızlıca ellerimle silip oturma odasına girdim. Odada sadece Yağız’ı bulmayı beklerken gördüğüm kişilerle durakladım ve gördüklerimi algılayamadım.

Yağız, babam ve Karan...

Evet Karan, onun burada ne işi vardı?

Gözlerimi odada kısaca dolaştırıp hiç düşünmeden Yağız’ın yanına oturdum. Bir odada Yağız varsa başka seçeneğim olamazdı.

Bedenimi yumuşak kanepeye bıraktığım gibi bakışlarımı bir yırtıcı edasıyla iki düşmanımın üzerinde gezdirdim. “Senin ne işin var burada?” odaya girdiğimde beri gözlerini üstümden ayırmayan Karan’ın ona yönelttiğim soruyla yüzünde arsız bir gülümseme oldu ama o soruma cevap vermedi.

“Bu eve kimin gelip gittiği seni ilgilendirmez. Azra, nerede?” Başkan’ın herkesin içinde haddimi bildirmesiyle sakin kalmak için gülümsedim ve içimdeki yangını söndürmek için yanımdaki adamın varlığını kendime hatırlattım.

“Merak etme, geliyor kızın. Dokunmadım ona.” altında ima barındıran sert konuşmamla kaşları çatılan Altay Havas, tam bana bağırmak için ağzını açmıştı ki çekingen bir şekilde içeriye giren görevliyle susup konuyu kapattı.

“Efendim, yemek salonu hazır. Azra Hanım’da orada.” Başkan, kızın konuşmasının ardından eliyle gitmesini işaret etti ve ayağa kalktı. Yağız ile Karan’a bakıp elini kapıya doğru uzatıp yürümeye başladı, bense yaşanılan anın bir an gerçekliğini sorguladım. Babam yani Başkan beni saymayıp Yağız’a buyurması için işarette bulunması... bu cidden trajedi komikti.

Kapıdan ilk babam çıktı ardından da Karan. Onların çıkmasıyla bu geceyi sakin bitirmek için kendimle anlaşma sağlayıp bende yemek salonuna doğru adımlamaya başlamıştım ki ensemde hissettiğim nefesle bir an durup yavaşladım.

“Sakin ol ve ne olursa olsun ters cevap verme. Seni kışkırtmaya çalışıyor.” Yağız’ın beni rahatlatan sesiyle burnuma dolan okyanus kokusunda kendimi bulmak için kafamı tamam anlamında salladım ve hızımı arttırarak salona ilerledim. Bordo renklerin çoğunlukta olduğu klasik tarzda döşenmiş yemek salonundan içeri süzüldüğümde dikdörtgen masaya odaklandım. Babam baş köşeye oturmuştu, onun hemen yanında sağ tarafında Azra, onun da yanında Karan. Masadaki servislerin konumlanmasına baktığımda ise ya ben babamın sol tarafına oturacaktım ya da karşısına.

Tercihimi karşısında oturma seçeneğinde kullandım ve masanın diğer baş tarafına geçerek oturdum. Beyaz kumaş kaplı sandalyeye oturmamla kaşlarının çatılması buranın benim yerim olmadığını gösteriyordu. Yağız, için ayrılan yere oturmamla gülümseyerek babama baktım. Sinirli bakışlarının arasına giren sesle gözlerimi ondan çekerek yanındaki kızda sabitledim.

“Hoş geldin Yağız, nasılsın?” Azra’nın sevecen sesiyle kaşlarımı çattım.

Sana ne acaba nasıl olduğundan?

“İyiyim Azra. Sen nasılsın?”

Evet, ilkokul usulü sevgi pıtırcığı halinden çıkmak için son bir cümle hakkınız var. İletişiminizi hemen kesin yoksa ben sizi keseceğim dercesine bakan bakışlarım ikisi arasında gezerken yüzümü ifadesiz tutmak biraz zordu.

“İyiyim bende.” Azra’nın durum raporu ardından masada bir sessizlik oluştu. Herkes sakin bir şekilde önündeki yemeği yerken ben durmuş onları izliyordum. Elimi masadaki kadehe götürüp kırmızı şaraptan bir yudum aldım ve gözlerimi beni izleyen babama çevirdim. Üzerindeki lacivert takım yaşına rağmen onun üzerindeki karizmasını arttırmıştı.

“Toplanma amacımızı söylemeyecek misiniz?” sessizliği bozan sesimle babamın gözleri kısıldı. Kadehinden bir yudum alarak arkasına yaslandı.

“Aldığın çocuk nerede?”

İç çekerek bende arkama yaslandım. “Güvende.” ifadesiz sesimle dudaklarımdan dökülen tek kelime ona yetmemişti ki hoşnutsuzlukla beni süzdü. Galiba hayatındaki en büyük hatasının karşısında oturması ona iyi gelmemişti.

“Kral, cezanın kesilmesi işini Karan’a bıraktı, sonuçta babasını öldürdün ama eğer çocuğu bana verirsen bu işi halledebilirim senin için.” babamın ilk deva benim için bir şey yapacağını söylemesiyle kıkırdayarak masadaki kadehimden bir yudum daha aldım. İçimdeki yangını şarapla bastırmaya çalışıp alaycı ifademle yanımdaki adama baktım.

“Halbuki kendisi babasını öldürdüğüm için hiç de üzgün görünmüyor.”

Karan, kınarcasına bana baktı. “Ne kadar üzüldüğümü tahmin bile edemezsin. Babamın intikamını almalıyım değil mi prenses?” alaylı cevabıyla gözlerimi devirerek bakışlarımı babama çevirdim.

“Sende birçok kişinin babasını, ailesini öldürdün cezanı çektin mi? Çocuk benimle kalıyor.” dedim yanımdakine meydan okurcasına bir bakış attım. “Bakalım meşhur yeğen benden babasının intikamını nasıl alacak? Onunla savaşmak zevkli olacak gibi.” karşılık vermem hoşuna gittiği için gülümseyerek bana bakan Karan’ın bakışlarına verdiğim yanıt Yağız’ın uyarı tondaki nefes alışıyla kesildi ve hemen Başkan’a geri döndü. Babacığımın irisleri öfkeyle dans ediyordu.

“Sen bilirsin kızım.” o kilit cümle masanın ortasına düştüğünde tenim titredi. Bu adam her kızım dediğinde benim başıma bir bela geliyordu. Umarım bu seferlik evren bu kelimeyi es geçerdi çünkü başıma daha fazla bela almak istemiyordum.

“Teklifin hala geçerli mi Yağız?” babamın kalbimin düşmanına bakıp sorduğu soruyla kaşlarımı çatarak ikisi arasında topraklarımı dolaştırdım. Bunlar ne haltlar karıştırıyordu?

“Bu kadar kaşlarını çatman iyi değil. Erkenden kırışırsın.” Karan’ın bana doğru eğilerek kurduğu eğlenceli tınıdaki cümleyle öldürücü bakışlarımı ona çevirdim.

“İşine bak, bulaşma bana.”

“İşime bakıyorum zaten.” kendinden emin bir şekilde konuşmasıyla ona yüzümü buruşturdum ve asıl olaya geri döndüm.

“Evet, dediğimin arkasındayım. Bu düşmanlığın artık bitmesinin zamanı geldi.” Yağız’ın keskin sesiyle söylediklerini beynimde tarttım ve burada ne bok döndüğünü bilememenin siniriyle huzursuzca yerimde kıpırdandım.

“Konuyu bizimle de paylaşır mısınız? Malum bu sofrada oturuyoruz!” kinayeli sesimle dikkatleri üstümde topladım ve bu biraz utanmama sebep oldu. Yağız, donuk okyanuslarıyla bir sus dercesine bana bakarken babam keyifle beni izliyordu.

“Yağız, doğru yolu buldu ve Yer Altıyla, Krallığın arasındaki kavgayı bitirmeye karar verdi. Bizimle iş yapacak. Tabii bunun olması ve halkın bu anlaşmanın gerçekliğine inanması içinde bizim bir şey yapmamız gerekiyor.” babamın keyifle söylediği şeyin aslında benim canımı çok yakacak bir şey olduğunu hissediyordum çünkü babam asla benimle gözleri keyifle parlarken konuşmazdı.

“Azra’nın Yağız’la evlenmesine karar verdim.”

Keyifle parlayan gözlerine duyduğum cümleyle acı içinde baktım ve kimsenin bir tepki vermesini beklemeden hızla masadan kalktım. Daha fazla masada oturursam bu odada canlı kimseyi bırakmayacaktım çünkü...

“Benimle ilgili olan kısım bittiğine göre ben gidiyorum. Gerisi aile içi mesele sonuçta.” zorlukla bastırdığım sesimle titrememi içimdeki yangına devirdim ve ruhumdaki yangın üstüne benzin dökülmüş gibi daha yoğun bir şekilde içimi yakmaya başladı.

“Sana verdiğim süre doldu Alisa!” bir adım atmıştım ki Başkan’ın konuşmasıyla durdum ve kibirle bakan gözlerine ayın karanlık tarafıyla baktım.

“Süre dolalı çok oldu...” çenemi dikleştirip omuzlarımı kaldırdım. “Bundan sonra yapacağım her bir şeyi isyan olarak kabul et. Gitmiyorum ve buradayım. Asla sana boyun eğmeyeceğim!” yemin edercesine benliğimi ortaya koyarak söylediğim her kelimede öfkeyle gözleri kısıldı ve masanın üzerindeki eli yumruk şeklini aldı.

“Gitmek için bana yalvaracaksın, güzel kızım.” tükürürcesine söylediği cümleyle masaya doğru ilerledim. Gözlerimi onun mide bulandıran gözlerinden ayırmadan tabağın yanındaki bıçağı alıp hızla masaya sapladım.

“Durmam için yalvaracaksın ve ben o gün durmayacağım Altay Havas. Dua et o gün gelmesin.” ölüm gibi kesin yaşanılacak o anı onun gözlerine bakarak söylemenin verdiği keyifle gözlerine son kez bakış hızla salondan çıkarak dış kapıya yürüdüm. Öfkeli ve ciddi görüntümle sert bir şekilde yürürken koridorda rastladığım görevliye bakmadan hızla dış kapıdan çıkıp içime temiz havayı çektim. Belki esen rüzgarın soğuttuğu hava içimdeki ateşi söndürürdü.

Ama söndürmedi aksine daha da coşturdu. Şu an bu evi alev alev yakmak istiyordum!!

Resmen benim sevgilimin ablamla evleneceğini söylemişti. Buna cesaret etmişti...

İçimdeki öfkeyi bastırmaya çalışarak yavaş adımlarla arabama doğru ilerledim. Bu gece ben bu lanet yere neden gelmiştim ki? Buraya gelmem zaten başlı başına hataydı. Kafamı kendime inanamıyorum dercesine olumsuzca sallarken arabamın kapısını açmıştım ki arkamdan duyduğum sesle beynimdeki düşüncelerden uzaklaştım.

“Alisa!” tanımaktan nefret ettiğim ses kulaklarıma sinek vızıldaması gibi ulaştığında adımlarımı duraklatarak arkama baktım. Karan, hızlı adımlarıyla bana yaklaşıyordu, arabanın açtığım kapısına yaslanarak bana ulaşmasını bekledim. Aramızda beş adım varken yüzündeki alaylı ifadeyle konuşmaya başladı.

“Ablanla enişteni tebrik etmeyecek misin?”

Sinirle göğsümü şişirdim. “Karan, bi siktir git. Hadi!” işime yarayacak bir şey söylemeyeceğini belli etmesiyle arabaya binmek için hareketlenmiştim ta ki kapıdaki elimi tutana kadar...

“Onun seni hak etmediğini söylemiştim. Gel benimle ol ve onlara hak ettikleri cezayı verelim.” istek dolu şekilde konuşmasıyla derin bir nefes aldım ve gülümseyerek ona döndüm. Yüzümdeki gülümsemeye bakarken üst dudağı kıvrıldı. Aramızda bir adım mesafe kalacak kadar bana yaklaştı. İstekle bakan yüzüne yüzümdeki kışkırtıcı sırıtışla karşılık verdim ve en sonunda yüzümü ifadesizliğe teslim ederek kaşlarımı çattım.

“Tebrik ederim Karan, artık taht mücadelende bir rakibin daha var. Bakalım hangimiz önce o tahta oturacak?” artık öyle bir noktaya gelmiştim ki Soyluluk bana yetmiyordu. Annem haklıydı ben en yukarıyı Krallığı hak ediyordum ve hak ettiğimi söke söke alacaktım. Beni yıkmaya çalışan herkesi yıkarak üstlerine basıp en üste çıkacak ve bunu tüm acımasızlığımla yapacaktım.

Karan, duyduklarıyla şaşırmak yerine zaten bunu bekliyormuşçasına güldü ve keyfin bilir dercesine omuzlarını silkti. “Öyle demek... benimle olmak yerine bana rakip mi olacaksın prenses? Tamam ol, seninle rakip olmak bile zevklidir.” dedi ve arkasını dönerek eve doğru ilerlemeye başladı. Dört adım atmıştı ki bir şey hatırlamış gibi dönüp bana baktı.

“İki aydır nerede olduğumu biliyor musun prenses?” sorusuyla kaşlarımı çatarak ona bakmayı sürdürdüm. Bana ne iki aydır nerede olduğundan?

Birkaç saniye bekledi ve cevap vermeyeceğimi anlayarak buruk bir şekilde gülümsedi. İşaret parmağıyla beni gösterirken kendinden fazla emindi. “Senin için tedavi oldum. Artık uyuşturucu yok yani... senin bana karşı olan bir kozun artık yok. Krallık yolundaki mücadelemizi çok merak ediyorum Alisa, özellikle elimde olan videoyla...” keyifle bombayı üstüme atıp beni işaret eden elini alnına götürüp görüşürüz dercesine selam çakıp eve doğru yürümesiyle arabaya binip kapıyı sertçe kapattım. Bu gece sinir krizinden ölmezsem bir daha ölemeyeceğimi düşünerek arabayı çalıştırıp bu lanet evden uzaklaşmaya çalıştım. Üst üste yediğim darbelerin ağrısı ve siniriyle hızla direksiyona vurup boğazımdaki acıyı kendime gelmek için kullanmak istercesine bağırdım.

İçimdeki ben içime yetmiyordu ve dışarda kalan tarafım hep yaralı olan tarafım oluyordu.

Bu hisle ne yapacağımı bilemeyerek arabanın tüm camlarını açıp yüksek sesli kafa dağıtıcı bir şarkı açıp arabayı saraya doğru sürmeye başladım. Ya bu gece hemen bitmeliydi ya da ben bu şehri bitirmeliydim...

Tüm hislerimin dorukta olduğu o yarım saat içerisinde hayatın insanın duygularını beklemediğini bir kez daha bana öğreten mesajın telefonumun ekranına düşmesiyle rotamı düşmanımın düşmanı dostumdur sözüne güvenerek bu işte bana yardım edebileceğini düşündüğüm kişinin evine doğru sürmeye başladım. Babamdan aldığım çocukla ilgili belgelere ulaşmıştı ve beni bu saatte çağırdığına göre önemli şeyler vardı.

Telefonumu elime alarak Aras’ı aradım, eğer Cihan2la buluşmaya gittiğimi söylemezsem başıma neler gelebileceğini az çok tahmin edebiliyordum...

“Birini öldürmedin veya sen ölmedin değil mi?” ilk çalıştı telefonu açtığı gibi korku dolu sesiyle sıraladığı ihtimalleri dinlerken bir an şaşırsam da döndüğüm yeri düşününce sorusunda haklı olduğuna karar verdim.

“Ölmedim ama öldüreceğim! Kesin yanındadır o pislik, söyle ona ölümü benim elimden olacak!” diye bağırdım hoparlöre doğru. Beş kere beni aramıştı ama ben bakmamıştım o yüzden beni bulmak için kesin Aras’ın yanına gitmiştir.

“Aramış bakmamışsın. Karşımda sinirden kudurmuş şekilde duruyor. Konuş şununla da gitsin odamdan, sinir hastası etti beni!” Aras’ın bıkkın bir şekilde konuşmasıyla sinirden kahkaha attım.

“Bu saatte eniştemle konuşmam hoş karşılanmaz, konuşamam. Hem kafamı karıştırma, dur onunla yarın ilgileneceğim. Benim sana şimdi bir şey söylemem lazım, telefonu hoparlörden al ve kulağına götür.” konuşmamın üstüne oluşan sessizlikle Yağız’ın Aras’ı engellediğini anladım. “Aras, dediğimi yap ki üzülmeyelim değil mi?” dişlerimin arasından tıslarcasına konuşmam Aras’ı etkilemişti ki sesi daha net gelerek konuşmaya başladı.

“Tamam. Artık iki kişiyiz telefonda.” Thor’umun dediğimi yapmasıyla gülümsedim ve kırmızı ışıkta durdum.

“Cihan’ın evine geçiyorum. Çocukla il...” tabii ki devamını dinlemeden ilk dediğim kısma takılan kaçak elektrik yüzünden konuşmam yarım kaldı.

“Ne evi lan? Ev olmaz gelin benim yanımda konuşun ben size vişne suyu veririm.” Aras’ın beni vişne suyuyla kandırmaya çalışmasıyla gülmeden edemedim. Galiba şu an hayatımdaki tek olumlu şey oydu.

“Aras, adamla evcilik oynamaya gitmiyorum, konuşmaya gidiyorum. Çocukla ilgili bilgilere ulaşmış, onları öğrenip senin yanına geleceğim.” sakin tutmaya çalıştığım sesimle Aras’ın olayı büyütmemesini diledim.

“Evin adresini at bana hemen. Yarım saat süren var Alisa, o evden yarım saat içinde çıkmazsan tüm askerleri yığarım oraya!” Aras’ın ciddileşen sesiyle tedirginliğinden dolayı huzursuzlandım ama bunu ona belli etmedim.

“Anlaştık Lordum. Bir de Aras, sakın sana atacağım adresi üçüncü bir kişiyle paylaşma yoksa motorunu parçalara ayırır satarım.” Tehdit altında uyarı verircesine konuşmamla Aras’ın bir süre sessiz kalması planlarını bozduğumu gösteriyordu.

“Ben hiç dediğini yapmaz mıyım Kara Dul’um ya... söyleme tabii ama sende motoruma dokunma malum çok badire atlattı oğlum.” Aras’ı motoruyla korkutmanın verdiği keyifle gülümsedim ve biraz olsun o boktan evlilik mevzusundan uzaklaştım.

“Arda, yanında mı? Çocuk intihar etmedi değil mi?” gülerek sorduğum soru Aras’ın hoşuna gitmemişti ki içinde tuttuğu hisler tüm çıplaklığıyla aktardı.

“Çabuk gel siktirsin olsun gitsin şu ibne! Ulan yaralı yüz deyip deyip duruyor, ben bir yaralıycam onu ebesine yalvaracak beni geri sok diye! Neyse tek iyi yanı ne dersem yapıyor, sen gittiğinden beri dokuzuncu kez dışarı yolladım onu. Şimdi balık ekmek almaya çıktı gelir on dakkaya.” son cümlesiyle kendimi tutamayarak kahkaha attım. Şu an Arda’nın içinden geçenleri tahmin edebiliyordum...

“Bulaşma çocuğa o da senin gibi, aslında birbirinizi çok iyi anlarsınız da önce senin onu ibne kategorisinden çıkarman lazım.” ikisi de sevdiğini kaybetmişti ve yaralıydı, belki aynı duyguları yaşadıkları için birbirlerine iyi gelebilirlerdi.

“Kolay kolay çıkaramam onu o kategoriden, hala güvenmiyorum ibneye.” Aras’ın kuşkulu sesiyle gözlerimi devirip arabayı park ettim.

“İyi güvendiğin zaman konuşalım bu konuyu. Ben geldim şimdi eve gireceğim, adresi sana atıyorum. Yalnızca sana. Görüşürüz.” deyip telefonu kapattım. Konumumu onunla paylaşıp Cihan’ın buradaki evine baktım. Normal iki katlı bir villaydı, girişin önünde beş tane koruma vardı. Çevreye hızlıca gözlerimle taradığımda başka korumanın olmamasıyla kaşlarım havalandı. Bu adam biraz fazla mı rahattı? Kafamı sallayarak düşüncelerimden sıyrılıp yavaş adımlarla eve doğru ilerledim. Aklımdaki düşünceleri en arka köşeye iterek zihnimi boşaltmaya çalışıp zile bastım. Tam on beş saniye sonra kapı açıldı ve İra Krallığının veliahtı Cihan İra, gülümseyerek bana baktı.

“Hoş geldin, geç.” kapının önünden çekilmesiyle bu konuşmanın bir an önce bitmesi dileğiyle hızla içeriye girdim. Karşıma direkt olarak çıkan spor konseptli salona beni uğraştırmadığı için gülümseyerek yer seçmeden bana en yakın olan siyah kanepeye oturdum.

“Bu saatte çağırdığına göre önemli şeyler var elinde?” soru sorarcasına konuşup direkt konuya girmemle kaşları havalandı ve yüzünde samimi bir sırıtış peydah oldu. Son gördüğümden bu yana hiç değişmemişti, evde bile şıklığından ödün vermemiş beni takım elbisesiyle karşılamıştı.

“Senin elindeki kadar önemli değil benimkiler. Ne içersin?” elimdekinin önemini merak ettiren konuşmasıyla kaşlarımı çatıp önümdeki sehpanın üzerindeki kağıtlara baktım.

“Kahve, sütlü kahve.”

“Filtre kahve falan dersin diye düşünmüştüm. Hani full acı içerim kafasındasındır gibi!” mutfaktan seslenmesiyle gülümsedim. Çoğunlukla tatlı şeyler istediğimde insanlar şaşırıyordu.

“Hayatım zaten yeterince acı bir de tükettiklerimi acı seçmek istemiyorum!”

Ben belgeleri incelerken masaya koyulan siyah kupayla kafamı kaldırıp Cihan’a baktım. Üzerindeki pahalı takımla bana servis yapması tuhafıma kaçsa da üzerinde durmadım ve çaprazımdaki koltuğa oturmasını izledim.

“Buraya tek başına gelmene şaşırdım. Adamın yaralı, sevgilin düşmanının tarafında ve sen tek başına düşman Krallığın veliahtının evine geliyorsun.” sorgulayıcı sesine eş olan bakışlarıyla omuz silktim. Saydıkları yaptığım en basit şeylerdi.

“Devam etmek için kendimden başka hiçbir şeye ihtiyacım yok.” kendimden emin bir şekilde konuşmam karşımdaki adamın tek kaşının havalanmasına sebep oldu. Gözleriyle gözlerimi ölçmeye çalıştı.

“Fazla cesaretlisin, dikkat et.” avına yaklaşmaya çalışan çakal gibi konuşmasıyla ciddi bir şekilde yüzüne bakıp masanın üstündeki kupayı elime alarak koltuğa yaslandım.

“Güç, insanı bir yere kadar zirvede tutar. Zirveye benliğini bırakmak istiyorsan gücün yanına cesareti de eklemelisin.” net sesimle üst dudağı ahenkle yukarı kıvrıldı. Kafasını tamam anlamında hafifçe sallayıp masanın üstündeki bir kağıdı alarak bana uzattı.

“Çocuk, ünlü bir bilim insanının oğlu. Kadın, çok etkili bir nükleer bomba üretmiş ve bu bombanın gücünü sana şöyle anlatabilirim ki...” kafasında büyüklüğü tasarlıyormuş gibi iç çekti. “Bombanın işlemcisine bizim krallığımızın koordinatlarını girdiğin anda beş saniye içinde Krallıktan geriye tozu kalır. Krallığınız bombayı elinde tutuyor ama bombanın aktifleşmesi şifreye ihtiyacı varı. Şifrede çocuğun DNA’sında saklı. Çocuğun anne ve babası öldürüldü, kimin öldürdüğü belli değil. Yani anlayacağın o çocuk çok değerli ve tehlikeli Alisa.” Cihan’ın anlattıklarını dikkatle dinledim ve ilgimi çeken tek şey bir annenin çocuğunu nasıl böyle bir tehlikenin içine atabilmesi oldu. Şifreyi saklayacak başka yer bulamamış mıydı?

“Çocuk benimle ve güvende. Şifreyi ona zarar vermeden almanın bir yolu var mı?” lütfen var de dercesine çıkan sesimle Cihan, olumsuzca kafasını salladı.

“Şifreyi aldığımız anda çocuk ölür. Alisa, çocuğu koruyamazsın. Asıl sorunun şifre olmalı. Onu alan Krallığı yok edebilecek güce sahip olur, bunun ne kadar tehlikeli olduğunun farkında mısın?” tam cevap vermek için yerimde hafifçe doğrulmuştum ki kapının yumruklanmasıyla kaşlarımı çatarak kapıya baktım. Korumalardan biri olsa bu kadar sert şekilde kapıyı çalacak kadar yürek yemiş olamazdı. Cihan'da bunu düşünmüş olmalıydı ki sinirle küfrederek kapıya doğru ilerledi. Demir kapıyı açtığı anda gördüğüm kişi önündeki adamı umursamadan itip bana doğru yürüdü ve salonun ortasında durarak sakinleşmek istercesine derin bir nefes alıp bana baktı.

“Otuz iki dakika oldu.”

“Ne?” şaşkınlıkla ağzımdan sadece basit bir nida dökülebildi.

Gözleri yangına gebe şekilde topraklarımda asılı kaldı. “Aras, sana yarım saat süre verdi ve sen o süreyi iki dakika geçtin. Kalk gidiyoruz.” Yağız’ın sinirden kasılmış yüzüne söylediklerinin afallatıcı etkisiyle bakakaldım. Bu adam şu an ne yaptığının farkında mıydı?

“Benim evime böyle gelip misafirimi götürebileceğini mi sanıyorsun? Kimsin sen?” bizim bakışlarımızla ettiğimiz kavganın arasına giren Cihan’ın sesiyle ha bir de sen eksiktin diye düşünerek sinirle gözlerimi devirdim.

Yağız, ona bakma bile gereği duymadan “Sen kes sesini. Ben kesersem bir daha konuşamazsın.” dedi ve başını kapıya doğru eğerek ekledi. “Sende kalk hadi.” öfkesinin Cihan’dan bana sıçramasıyla sinirlerimin tepeme doğru hızlı adımlarla ilerlediğini hissettim.

“Şu an kimin evinde olduğunun farkında mısın Yağız? Kendine gel ve beni dışarıda bekle!” onunla beraber çıkmayacağımı söylemem onu daha da öfkelendirdi ve dilini dişlerinde gezdirip sert bir soluk çekti içine. Başını anladım dercesine sallarken hareketine zıt şekilde elini hızla beline atıp belindeki silahı çıkartarak Cihan’ın sağ ayağının yan tarafına ateş etti.

“Evin kimin olduğunun...” bakışları umursamazca veliahtın üzerinde gezindi. “Bu herifin kim olduğu, hiçbiri sikimde değil. Ya hemen çıkarız ya da ben bu adamın kafasına sıkarım ikimiz baş başa burada konuşuruz?” gözlerindeki ciddiyetle ürperen tenimin uyarısı beynimin çalışmasını sağladı ve ben pes ederek ayağa kalktım. Şu an onu kızdırmak aptallık olurdu. Topraklarımı Yağız’dan ayırmadan Cihan’a seslendim. “Gece için özür dilerim, telefi edeceğimden emin olabilirsin.”

Okyanuslarındaki suyla onu boğmak istediğimi belli eden bakışlarımı hızla ondan çekerek kapıya doğru yürüdüm. Bahçeye çıktığımda Cihan’ın korumalarının yerde pert bir şekilde yattığını ve başlarında da Anıl’ın keyif sigarası içtiğini görmemle içimden bir yuh çektim.

Bunlar resmen adamın evini basmıştı!

Anıl’a kısa bir bakış atıp hızla arabama doğru ilerlemeye başlamıştım ki ardımdan gelen ses adım seslerinin daha da yakınıma gelip Yağız’ın beni kolumdan tutmasıyla hedefim başarısızlığa uğradı ve içimdeki sinir bir volkan gibi patlayarak onun kıyılarına çarptı. Ayağımla dizine vurup acıyla buruşturduğu yüzüne öfkeyle baktım.

“Sen ne yapıyorsun ya? Kimsin sen? Beni adamın evinden eşya gibi çıkartıyorsun!” sertçe göğsünden ittim onu. “Kimsin oğlum sen? Mafya mısın sen ne bu vururum keserim tavırlar?” son cümlemle Yağız’ın yüzünde dalga geçer gibi bir ifade oluştu.

“Değil miyim? Kimin karşısındasın Soylu?” kışkırtıcı şekilde konuşmasıyla sinirle gözlerimi kapatıp kafamı gökyüzüne kaldırdım.

Yok ya ben bu adamı vuracağım ya da o beni... bir insan bu kadar gıcık, kendini beğenmiş, hödük olamazdı.

Ya da olabilirdi.

Ben içimden karşımdaki adama saydırırken bileklerimi tuttuğunu hissettim ama bu öfkemi sakinleştirmedi aksine daha da harladı ateşimi tam bileklerimi çekip tutuşundan kurtulacaktım ki tenimde onun sıcaklığının yanında demirin soğuk varlığını hissettim. Kafamı hızlıca aşağı eğip bileklerime baktım.

Baktım.

Yağız, beni umursamadan arabasına doğru yürütürken onu engellemedim çünkü bakışlarım bileklerimdeydi. Beni arka koltuğa oturtup kapıyı kapatırken tepki bile veremedim.

Bu... bu pislik beni mi kelepçelemişti? Evet.

Sürücü koltuğuna binip arabayı çalıştırmasıyla üstümdeki şoku atıp ona doğru baktım.

“Sen...” sesim afallamayla titremişti. “Sen, çabuk çöz şunu. Ne yaptığını sanıyorsun sen?” kısık çıkan sesime isyan ederek onu izlerken o beni umursamadan arabayı sürmeye başladı. Bu vurdumduymazlığına dayanamayarak hızla omzuna vurdum.

Vuruşumu engellemeye çalışırken kendini tutamayarak güldü. “Kıpırdama, kaza yapacağız.” dedi ve dikiz aynasından bilmiş bir bakış attı. “Bana yaptığının karşılığını veriyorum sevgilim. Biliyorsun ilişkimizde her şey eşit!” Yağız’ın keyifli çıkan sesiyle ağzımdan hah diye bir nida döküldü. Resmen ben Alisa Havas, şu an kelepçelenmiş şekilde götürülüyordum hem de Yer Altının lideri tarafından!

“Şu an bu yaptığının savaş sebebi olduğunu biliyorsun değil mi? Fırsatını bulayım ilk işim seni şikayet edip kara listeye almak olacak.” diye bağırdım ve aklıma birkaç saat öncesinin gelmesiyle oturduğu koltuğun arkasına tekme attım. “Pislik herif utanmıyor musun baldızını kaçırmaya!”

“Senin kafana göre estirdiğin hareketlerin yüzünden düştüğümüz durumu sakın benim üzerime atma Alisa! Tüm planlarımın için sıçtın!” Yağız’ın son cümleme karşılık kükremesiyle onun şu an aslancıktan uzaklaşıp aslan olduğunu fark ettim ama bu bile beni sindiremedi. Sırf ona daha fazla müdahale etmeyeyim diye beni arka koltuğa oturttuğunu bilmem bile sinirlerime dokunuyordu. Sanki onu yiyecektim.

“Başlarım senin planına! Deseydin o zaman bana ne yaptığını. Şimdi git evlen ablamla!” ilk cümlemi bağırarak söylediysem de son cümlemi mırıldanarak söyledim ve kendimi tutamayarak devam ettim. “O yüzden mi mesajlaşıyordunuz? Düğün yerinizi de belirlediniz mi?” bakışlarım yola kaydı. Kaşlarım gittiğimiz yolu görünce hızla çatıldı. “Sen beni nereye götürüyorsun? Bak, baldız enişte ilişkimizi zedeleme bence ve beni hemen evime götür!” araba saray yolundan sapmış ana yola çıkmıştı.

Belliydi bu gece kolay kolay bitmeyecekti. Umarım ikimizden biri diğerini öldürmezdi.

“Hay sikiyim enişteni de baldızını da! Ne saçmalıyorsun kızım? Seni gözaltından çıkarttığım gün konuştum bunu babanla. Yer Altını temizleyip size bağlayacağım sende Alisa’yla evlenmemin önünü açacaksın dedim. Babanda hemen kabul etti.” gözleri öfkeyle dans ederken dikiz aynasında beni de oyununa davet etti. “Ama sen beni dinlemeyip kafana göre hareket ettiğin için şerefsiz babanda sinirlendi ve senden böyle intikam aldı!” Yağız’ın bağırarak hızla anlattığı şeyleri kafamda tartarken konuşmaya devam etmesiyle şaşkın bir şekilde onu dinlemeye devam ettim.

“O kadar çok mu istiyorsun ablanla evlenmemi? Tamam, öyle olsun. Sonuçta onunla evlenmem de bana güç katar. Sen zaten istemiyorsun evlenmeyi!” Yağız’ın son cümlesinin yarattığı soğuk dalgayla yutkunarak düşünmeye başladım ve aslında ortada çok da düşünülecek bir şey olmadığına karar verdim.

“Durdur arabayı. Hemen!” dudaklarımdan dökülen emir cümlesi anı bir film şeridine taşırken Yağız’da bunu anlamıştı ki arabayı sağa çekerek durdurdu. Arabanın bariyerlerin yanında durmasıyla hızla inip soğuk havayı tenime, temiz havayı ciğerlerime, hislerimi de kalbime düğümledim ve arabanın önünde adımlarımı sabitleyip onu bekledim. Kapıyı kapatmadan inip tam karşıma geçmesiyle gözlerimi ona bağladım. Okyanusları kızıllığa bürünmüş, kendini kastığı için boynundaki damarları belirginleşmişti.

Bakışlarımdaki yangınla onun kızıllığına demirledim sinirimden fışkıran baskınlaşmış duygularımı. “Bende yararlanıyorum o kontenjandan.” diye söylendim yüksek bir sesle ve içimdeki gerilimi azaltmak istercesine ayağımı sallamaya başladım.

Yapabilirsin Alisa... ne kadar zor olabilir ki?

“Ne?” Yağız, söylediğim saçma cümleyle kaşlarını çattı.

“Başkan’ın kızıyla evlenmek sana güç sağlayacak ya, bende Başkan’ın kızıyım diyorum!”

“Yani?” dudaklarından dökülen ve cevap bekleyen tek kelimeyle utanarak bakışlarımı kaçırdım ve yola bakarak bağırdım.

“Benim kocam ol diyorum aptal!” sesimi alçattım. “Yani... benimle evlenebilirsin istersen...”

Loading...
0%