Yeni Üyelik
6.
Bölüm

5.Bölüm "Bulunamayan Sevgi"

@senabookss

“Aralarında sevgi bağı olmayan anne ve babanın, keyfi oyunlarının sonucunda doğan bebeğin ilk feryadı değil midir kötü kaderinin başlangıcı?”


Korku çok değişik bir duyguydu. Bize istediğini yaptırabilirdi ve bizim itiraz etme hakkımız bile olmazdı. Korktuğumuz için birini öldürebilirdik de yaşatabilirdik de... her şey onun elindedir bizi ele geçirdiği zaman. O yüzden korkunun beni ele geçirmeyeceğine yemin etmiştim küçükken.


Asla korkunun kölesi olup benliğime diz çöktürmeyecektim.


Şimdi ise toplantı salonunun kapısının önünde durmuş, korkunun ufak tanelerinin bedenimdeki hareketlerini hissederek düşünüyordum. Düşüncelerim uçsuz bucaksızdı. Birbirine dolanmış bir kördüğümdü zihnim.


Yüzleşmekten korkmuyordum, duyacaklarımdan korkuyordum. Onun dudaklarından dökülen hiçbir kelime beni mutlu etmemişti, aksine yaşadığım için aldığım her bir nefese zehir katmıştı. Önceden hatanın bende olduğunu düşünür doğrularını doğrularım yaparak onun yanına giderdim ve bana güzel şeyler söylemesini isterdim. O ise asla söylemezdi. Şimdi, bunları yaşamış biri olarak duyacaklarımın beni mutlu edeceğini düşünmek çocukluk olurdu ve ben küçük olmadan büyük olmuş biriydim.


Boş umutlar büyümemiş insanların kaçışlarıydı. Benim kaçacak yerim yoktu çünkü hayatın sillesiyle büyümüştüm.


Korkuyordum ve buna rağmen biliyordum, korkunun ecele faydası olmadığını. Bunu bizzat yaşadığımdan yersiz hislerime ket vurarak derin bir nefes çektim içime. Sanki bu nefes beni rahatlatacaktı fakat rahatlatmadı. Rahatlatmalıydı...


Ben yanlış yapmamış yanlışı yaşamıştım, yani bu durumda ben masumdum...


Kapıyı iterek araladım ve bedenimi aralıktan içeriye soktum. Ardımdan kapanan kapıya kısa bir bakış atıp içeriye doğru döndüm ve yavaş adımlarla masaya doğru ilerledim. Babam yani Başkan, tüm heybetiyle salonun ortasındaki masanın baş köşesinde oturuyordu. Kahverengi saçlarını arkaya doğru taramıştı ve giydiği şık lacivert takım içinde sanki genç bir iş adamı görünüyordu. Saçlarının arasındaki beyazlar ve yüzündeki hafif kırışıklıklar yaşını belli etmiyordu ama yine de yaşlı olduğunu yorgun yüzünden anlayabilirdiniz. Kahverengi gözleri üstümde gezinirken yüzünde hiçbir değişme olmadı. Bakışları ve ifadesi sabitti: kibirli ve duygusuz...


Alışık olduğum ifadesine karşılık bende aynı ciddiyetle ona doğru yaklaştım. İkimizde ciddi ve ifadesizdik. Gerçi benim dışım öyleydi, içimde büyük bir kartopu savaşı vardı. Soğuk ilim ilim içime kaplarken karlar kalbimin üstünde yığın olmuştu. Düşüncelerim ve hislerim o yığın içinde birbirini suçlarken ben ciddiydim.


Masanın yanına yaklaşıp tam yanında durdum. Boğazımı hafifçe temizledim ve derin bir nefes aldım. Kaç yaşında olursam olayım bu adamın yanındayken sanki atmosferin dışındaymış gibi hissediyor ve nefes almayı beceremiyordum.


“Merhaba.” ciddi sesimle hafifçe başımı eğerek saygıyla selam verdim. O ise hiç ifadesini bozmadı ve kim olduğunu belli edercesine “Ne işin var burada?” diye sordu. Mekanik sesindeki duygusuzluktan daha çok ilk cümlesinin bu olması içimde boşluk yarattı. Tamam, bu soruyu bekliyordum ama bu kadar duygusuz ve bu kadar erken beklemiyordum. İşkence görmüş ve ölümden dönmüş halimi umursamadan direkt konuya girmesi bana bir kez daha hatırlattı.


O, baban değil Alisa; o, Başkan! O, herkesin, halkın Başkan’ı ve sen sadece onun askerisin. O kadar!


“Olanları duymadın mı? Buraya gelmeyip ne yapacaktım?” çatık kaşlarımla ona bakışlarım hoşuna gitmemişti ama umursamadım. Sonuçta, ölümden dönüşümün karşılığı bu olmamalıydı! Ama bu her zamanki gibi umurunda olmadı. Kahverengi gözlerine düşen sinir izleriyle kaşları çatıldı. “Bana sormadan geldin. Ne zamandır benden habersiz iş yapar oldun?” sinirlendiğini gözlerinden ziyade masanın üstündeki elinden anladım. Yumruk olan eli sıkıca kasılırken gözlerimi gözlerine çevirdim. Avuç içlerim terlemiş, sinirin ve üzüntünün doğurduğu kalp çarpıntısı göğüs kafesimi demir parmaklıkların ardında işkenceye almıştı.


“Ithaca’da başıma neler geldiğini biliyorsun. Oradan nasıl kurtulduğumu da biliyor musun? Peki nasıl işkenceler çektiğimi... bunları biliyor musun?...” ses tonum sona doğru incelirken gözlerim dolu doluyken ekledim; “Bunca yaşadığım şeyin ardından, beni gördüğün gibi bunları mı söylüyorsun bana?” Aslında şu an alenen saygısızlık suçunu işliyordum ama bu zerre bir tarafımda değildi. Midem sinirden kasılırken, dolan gözlerimi saklamak istercesine salonda dolaştırdım onları.


Sandalyelerin rengi ne kadar da güzeldi öyle!


Sakinleşmek için nefesler alırken hareketlenme sesiyle sandalyedeki gözlerimi masaya devirdim. Babam da öfkelenmişti ki ayağa kalkmıştı... “Geri döneceksin, burada işin yok senin. Sana verdiğim görevlere orada devam edeceksin.” itiraz kabul etmeyen net sesiyle buz kesen bedenim kasıldı ve ben afallayarak ona baktım. “Sen... sen ne dediğinin farkında mısın? Adamlar, beni kaçırıp öldüresiye dövüp işkence ettiler. Hâlâ beni arıyorlar. Kaçarak geldim ben.” dedim ve ses tonuma daha doğrusu içimdeki öfkeye hakim olamayarak haykırdım; “Alisa Havas, şehrine kaçarak geldi! Ne geri dönmesi?” dolan gözlerime zıt olarak çıkan gür sesim salonu inletirken ben hissettiklerimin altında eziliyordum.


Bu kadar da değersiz değildim ben onun için değil mi?


“Baba... benim, senin kızın, buranın Soylusu. Ne demek geri dön?” titreyen sesim çaresizliğimi belirtirken konuşan kişinin Alisa Havas değil, sekiz yaşındaki Alisa olduğunu dolan gözlerimden akan bir damla yaşla anladım. İçimdeki değersiz hissettiren korkunun isteğiyle duygusuz bakan kahvelere baktım ve “Ölmemi mi istiyorsun?” diye sordum. Göz göze gelişimizle bakışlarında herhangi bir duygu belirtisi aradım ve gördüğüm boşluk bir darbe daha attı ağrıdan kasılan mideme. “Gerekirse öleceksin. Bunun için yetiştirmedim mi seni ben?” dedi ve sesinin daha da sertleştirirken en derinime baktı. “Ölmen gerektiği yerde öleceksin ya da öldüreceksin.” keskin ve acımasızlığın ev sahibi gibi çıkan sesiyle ifadesizce gözlerine bakmaya devam ettim. Cümleler yalan söyleyebilirdi ama gözler yalan söylemezdi bilirdim. Babam yalan söylemiyordu, söylediklerinde ciddiydi...


Ölüm iki seçenekten biri olabilirdi ama asla kurtulmak benim için seçenek olamazdı. Hayatın içindeki değersiz piyonlardan biriydim. Hem de sevdiğim kişi içinde. Bir kez daha acı gerçek yüzüme sertçe çarpıldı kelimeler tarafından. Değersizliğimi değer verdiklerim gösterdi. Bense bunu kabul ettim.


“Biliyordun değil mi beni alacaklarını, sorguya çekeceklerini, ölümle yüzleştireceklerini... hepsini biliyordun.” yaşlar benliğimden ayrılmak için an kollarcasına göz pınarımda birikmişken kabul edemediğim gerçeği dilimden dökmek içimde sindiremediğim sızıya sebep olmuştu. Bağırışım, sesimin çatallaşmasına sebep olmuştu ama ben boğazımın sızısını bile hissedemedim. İçimdeki sinir ve hayal kırıklığı o kadar büyüktü ki bana yer kalmamıştı içimde. Ve bu onun umurunda bile değildi... umursamazca, kibirli gözlerinin ardında bana bakarken “Dosyayı bana sormadan nasıl ele geçirirsin Alisa?” diye sordu. Sorusuna afallayarak bakarken sol yanağımın ıslandığını hissettim.


Sorun bu muydu gerçekten?


Başımı umursamazca sallarken omuzlarımı silktim. “Almak için fırsatım vardı ve aldım. Sana sormama gerek yok diye düşündüm. Dosyanın bende olması seni mutlu eder sanmıştım?” sorgularcasına konuşmamla ellerimi göğsümde birleştirip konuşmasına fırsat vermeden devam ettim, “Sorun gerçekten bu mu, basit bir dosya mı? Yapma, buna çocuk bile inanmaz.” kahverengi gözleri düşünceli şekilde beni incelerken derin bir nefes aldı. Sıkılmaya başladığını anlamıştım, işler istediği gibi gitmiyordu.


“Dosya nerede?”


“Güvende.” tek kelime ve sinirle kızarmış bir yüz... İçimde tatminlik oluşturmadı ne yazık ki.


“Hayatımdaki en büyük hata, seni bu kadar güçlü yapmak oldu. Hemen Ithaca’ya geri dönüyorsun. HEMEN!” bağırışı odada yankı yaratırken bende hiçbir etki yaratmadı. Hayal kırıklığı çoktan bedenimi ele geçirdiği için artık duygusuzlaşmıştım. Sadece tek bir duygu vardı o da öfke. İkimizin de öfkesi aramızdaki iletişimi yakarken, hissettiklerimiz aynıydı: Sinir, öfke ve otorite kaybı...


“Hiçbir güç beni oraya tekrar gönderemez. Asla!” ses tellerimin sızısını hissederken uzun zamandır yaşamadığım sahne tekrar dokundu kaderimin kanlı ve tozlu sayfasına. Salonu inleten sesimden ziyade dudaklarımdan dökülen reddediş, bana acı olarak geri döndü. Babamın cümlemi bitirir bitirmez yüzüme attığı tokat; kim olduğumu, kim olmadığımı ve karşımdakinin kim olduğunu tekrar hatırlattı. Sert tokadın etkisiyle sağ tarafa dönen başımı yavaşça katilime çevirdim. Yanağımdaki acı değildi derdim. Derdim elimden alınanlar ve eksiklerimdi.


Açtım. Sevgiye açtım. Güvene açtım... bir küçük sıcak bakış ve iç ısıtan gülümsemeye açtım. Yirmi yedi yıllık yaşantımda, benim dünyaya gelişime sebep olan adamın beni görmesine açtım ama o, açlığımı bırak beni bile görmüyordu. O, sadece gücü görüyordu. Gücü ve kızını...


Kabul etmiştim. O, böyleydi. İnanıyordum, beni seviyordu sadece göstermeyi bilmiyordu çünkü ona da kimse göstermemişti. Şu an karşımda konuşan adam benim babam değildi, Başkan’dı. Yoksa hangi baba, kızına ölmen gerektiği yerde öleceksin derdi ki? Ya da ölmesi için gönderirdi...


“Sakın, sakın bir daha emirlerimin dışına çıkma Alisa. Şimdi, hemen hazırlan ve yola çık.” şimşek çaktıran sesi karşımdaki adama duyduğum öfkeyi harladı. Yanağımdaki sıcaklıkla içimdeki ateş birleşerek alev topuna dönmüştü sanki, öyle hissediyordum. Kalbim, bedenime sığmıyordu ve tüm bedenim buz gibi terliyordu. İçimdeki his karmaşasını çözmeye çalışırken; susmamdan dolayı emrini kabul ettiğimi düşünmüştü ki kapıya doğru yöneldi. Derinliğime gömdüğüm küçük kızın son bir umut dilenircesine kalbime sarılmasıyla yanağımdan çeneme doğru yol tutmuş yaşlarımı kenara atıp mırıldandım:


“Gidersem... O zaman beni sevecek misin baba?” gözlerimi sımsıkı kapatmış, duyacaklarımın ikinci tokat olarak bedenimi vurmamasını dilemeye başlamıştım içimden.


“Seni kimse sevemez ki ben seveyim. Sen sevilecek türde değilsin.” birinci tokat, fiziksel darbeyle bastırma. İkinci tokat, kelimelere saklanmış hislerle ruhsal darbeyle öldürme. Altay Havas, görevini başarıyla tamamlamıştı.


Tüm hislerin inzivaya çekildiği bir anda bedenimi ayakta tutan öfkeye sarıldım. “Beni Azra’yla karıştırma. Ben babasının prensesi değil askeriyim. Beni sen yetiştirdin, şimdi de sonuçlarına katlanacaksın. Buradan asla kendi isteğim dışında gitmeyeceğim!” ardımda kalmış hareketsiz bedeninin duyabileceğinin kat be kat üzerinde çıkan sesime aldırmadan ona doğru döndüm ve başımı dikleştirerek bana doğru dönmüş bakışlarına Soylu Alisa Havas, olarak baktım. “İsyan olarak kabul ediyorsan da et. Artık tek başımayım.” dedim. İçim yanarken dışım kutuplarda korunmasız geziyormuşum gibi soğuktu. Net sesim, sanki ona sonra ulaşmıştı ki bir süre tepkisizce bana baktı ve sonra beklemediğim bir şey yaptı.


Güldü.


Yüzündeki kibirle üst dudağı kıvrıldı ve ardından da beyazla sarı arasındaki tonda olan dişleri görünecek şekilde gülümsedi. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki sanki o, dev bende cüceydim. “Benden sana iki ay tatil olsun. İki ay sonunda kendi isteğinle gideceksin buradan.” dedi ve bedenini kapıya doğru çevirirken ekledi; “Hatta gitmek için bana yalvaracaksın, kızım.” adımları ardındaki enkazı umursamadan bedenini kapının dışına taşırken bana sadece bakmak düştü. Yokluğunun varlığıyla aynı derecede kötü hissettirmesiyle, bu boş dört duvarın arasında daha fazla duramayacağımı hissettim. Adımlarım dışarıya doğru ilerlerken sanki kapının ardında özgürlük değil de başka bir dört duvar varmış gibi hissediyordum. Ne kadar kaçmaya çalışırsam çalışayım kaçışım yoktu bu zindandan.


Kapıdan çıkarken rüzgarın, sağ yanağıma vurmasıyla acı üstüne benzin dökülmüşçesine harlandı. Elinin izi çıkmıştı büyük ihtimalle. Kaçmanın her zaman en iyi yol olduğunu düşünen zihnimle beraber binadan uzaklaşırken Akın ve Seda’yı fark ettim. Seda’yla göz göze gelişimiz şu an ki ruh halimden dolayı beni daha da kötü hissettirdi. Gözlerindeki merak ve şaşkınlık, içerde olanları anladığını anlamam için yeterliydi. Özellikle sağ yanağıma düşen bakışları... Duymuş muydu Başkan’a nasıl bağırdığımı, hissetmiş miydi nasıl içimin yandığını? Duymuş olması muhtemeldi ama hissetmemiştir nasıl acı çektiğimi. Çünkü onun gözünde şu an bencil bir pislikten farksızdım. Şu an kim için iyi biriydim ki?


Seda’nın gözlerinde gördüğüm acıma duygusuyla, yenilgiyi ve güçsüzlüğü kabul edemeyen benliğimin; küçük düşürüldüğünü kabul edememesi, içimdeki canavarı hareketlendirmişti. Bu halimi daha fazla görmemeleri için hızla başımı çevirip arabama doğru ilerledim. Arabaya nasıl bindiğimi, ne ara gaza basıp saraydan çıktığımı anlamamıştım. Gözümün önündeki toprak yol sanki uçuruma açılan bir kapıydı ve benim tek yapmam gereken gaz pedalına asılmaktı.


Zihnim bana onu söylüyordu. Bas, sür, çarp, acıyı hisset ki yaşadığına emin ol. Annen ne derdi? ‘Acı, insana yaşadığını hissettirir, mutluluksa sadece geçici hayali.” sen yaşadığından emin misin ki hayallerin peşindesin Alisa?...


Başımı hayır anlamında sallarken amacım beni bataklığa çekmek isteyen içimdeki kuytundan sıyrılmaktı. Direksiyonu sıkıca kavramış ellerimin titremesiyle görüşümün bulanıklaştığını fark ettim. Önümdeki yol zikzaklıydı. Terlerim, şakaklarımı gıdıklarken nefesimin tenimi sardığını hissettim. Nefesim varla yok arasında bir yerdeydi.


Bu anı biliyordum...


Titreyen elimi kontrol etmeye çalışarak arabaya binerken yan koltuğa attığım telefonumu elime aldım. Arayabileceğim tek bir kişi vardı. Diğer elim nefes almamı sağlayacağını umarak boğazımı ovarken arabanın tüm camlarını açmıştım.


Telefon üçüncü çalışında açıldığında Aras’ın sesi arabaya doldu. “Emrinizdeyim Soylum.” keyifli sesi bir nebze olsun beni rahatlatır sanmıştım ama hayır. Daha da acı şekilde ağlamama sebep olmuştu. “Tahmininde... tahmininde haklıydın ben inanmadım. Babam da bu işin içinde... Aras...” ismi dudaklarımdan hıçkırıkla dökülürken söylediklerime hem inandığım için ağlıyordum hem de inanmak istemediğim için.


“Ağlıyor musun sen? Alisa ne oldu? Biri bir şey mi yaptı güzelim?” deminki keyifli sesini bir toz bulutu gibi dağıtan konuşmamla korkuyla ardı ardına sorular sordu. Soruların cevapları vardı ama ben onlara cevap vermek istemiyordum. Ben canım acısın istiyordum.


“Yine oldu... nasıl duracak bu?” önceki seferlerde bu krize girdiğimde Aras, hallederdi. Şimdi ise o yoktu ve ben ne yapacağımı bilmiyordum.


“Sikmişim planı! Geliyorum. Ben gelene kadar sakin kalabilir misin?” telefondan gelen seslerden hareket ettiğini anladım. Göz yaşlarım sicim sicim yanaklarımdan akıp tenime örtü olup tenimi sararken giymiş olduğum bodynin yakasını çekiştirdim. “Aramızda beş saat var!”


“Helikopteri kaldırırım. Bir saat sürmez yanında olmam. Ağlama sen.” çaresizliğe meydan okuyan sesiyle üst dudağım sevginin iç kıpırdatan hissiyle yukarı kıvrıldı. Beni seviyordu.


“Bana güzel bir şey söyle. Bana bunu nasıl durduracağımı söyle yoksa... bilmiyorum içimdeki şey kötü şeyler yapmam için benimle konuşuyor.” dinlemem gerekiyordu. Aras, nasıl diyordu? O, seni değil sen onu yönet. Seni senden başkası kontrol ederse güçsüzlüğünü kabul etmiş olursun.


“Önce arabanın torpidosundaki iğneni yap güzelim. Sana nasıl yaptığımı hatırlıyorsun değil mi?” başımı olumlu anlamda sallarken nefes almama yardımcı olacağı düşüncesiyle telefonu hoparlöre alıp torpidodaki iğneyi elime aldım. Küçük cam şişenin kapağını kırıp içindeki sıvıyı iğneye çekerken Aras’ı da dinliyordum.


“Beraber geçirdiğimiz güzel günleri düşün. Arkadaşlarını düşün. Sevgilinle yaptıklarını düşün...” İğneyi elimde sabit tutmaya çalışırken onun eski zamanları hatırlatmaya çalışmasıyla bir an duraksadım. Geçmiş... geçmiş zaman.


Geleceğim o kadar mı kötü ki, geçmişimi düşünerek nefes almaya çalışıyordum?


“Geleceğimden bahsetmeni istesem ne derdin?” diye sordum titreyen sesimle. Aynı zamanda da iğneyi boynuma bastırmış içindeki sıvıyı akıtmıştım. İçimden saymaya başlarken tek avuntum şu hastalıklı ruh halinden sıyrılmaktı. Ben bu değildim çünkü. “Özgürüz derdim. Bizi bunlara yaşamaya mecbur bırakanları cezalandırdığımızı ve özgürlüğümüzle yeni bir hayata başladığımızı söylerdim. Güzelim, iğneyi yaptın mı?”


Telaşlı sesiyle yüzümü buruşturup onu telaşlandırdığım için kendime sövdüm. “Yaptım. Aras, babam bana geri dön dedi. Bunların olacağını biliyormuş. Dosyayı sordu, sürekli! Dosyayı istiyor.” ilacın etkisinin uykuyu da barındırdığını bildiğimden hızla arabayı çalıştırdım. Sarayın yolu üzerinde, keşler gibi arabanın içinde uyuyacak değildim. Daha sakin bir yere ihtiyacım vardı.


“Baban yüzünden bu hale geldin değil mi?” dedi ve sıkkın bir nefes alıp “Orospu çocuğu... siktir et planı! Bir gece... ya da bu gece. Hemen şimdi tamam de, indirelim hepsini?” bir umut diyerek konuşmasıyla buruk şekilde gülümsedim. Elimin tersiyle sağ yanağımı okşarken acı gerçek tokat gibi bir kez daha çarpıldı yüzüme.


Ben ne yaparsam yapayım, babamı öldürmezdim. Ben yapardım ama içimdeki küçük kız bunu yapmazdı ve ben onunla zıt düşmek istemiyordum. Aras’ta bunu biliyordu. “Bir gün yapacağız. Şimdi sadece senden istediğim dosyayı ve o piçlerin kim olduğunu araştırman. Aras, senden başka kimseye güvenemem.” araba yolda akarken eskiden her zaman geldiğimiz sahil kenarına arabayı çektim. Tüm camları kapatırken sadece şoför kapısındaki camı hafif aralık bıraktım. Havaya ihtiyacım vardı. “Sana bir şey mi yaptı Alisa?” sorgularcasına konuşmasıyla umutsuzca iç geçirdim. Koltuğu geriye doğru yatırırken ona gerçeği anlatamayacağımın bilincindeydim. Bir kişinin daha gözünde küçük düşmek istemiyordum. Sanki demin düşmemiş gibi...


“Konuştuk sadece. İğnenin etkisi çabuk işe yaradı... uykum geliyor. Sonra konuşalım mı?” diye mırıldandım. Gözlerim denizdeydi. Bana hatırlattıklarının tek bir kişinin gözleri olduğundan şu an yanımda olsa her şeyin daha kolay çözüleceğini hissettim. “Tamam ama iyisin değil mi? Arabada mı uyuyacaksın? İstersen...” durdu ve sanki söylemek istemiyormuş gibi sesini alçaltarak söylendi “Onu arayabilirim, yanına gelmesi için.” Yağız, benim yanıma gelir miydi? Gelmezdi. Kimse şu an benim yanıma gelmezdi. Ben kötü biriydim.


“Gerek yok biraz uyusam iyi gelir. Teşekkür ederim yakışıklım.” dedim ve telefonu kapattım. Uyumak istiyordum. Sanki o yanımdaymış gibi hissederek uyumak...


Loading...
0%