Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8.Bölüm "Davetsiz Misafirler"

@senabookss

“Kader, sizi yıkmak için oyunlar kurar ancak bu oyunlar sizin için birer basamak olduğunda oyun sizin kazanmanız için kurulmuş bir merdivene dönüşür.”


Zaman ellerimden kayıp giderken ben arkasında kalmıştım. Yetişemediğim zaman beni düşüncelerle yalnız bıraktığından kendimi sıkışmış hissediyordum. Aras’la konuşmamızın üzerinden bir hafta geçmişti ve benim bu bir haftada tek yapabildiğim söylediklerini düşünüp mantıklı bir açıklamaya oturtmaya çalışmaktı. Başarılı mıydım? Hayır. Beni kaçıranların farklı biri olduğunu söylüyordu ama bu pek de mümkün değildi bana göre. Düşmanlarım vardı evet ama hiçbirinde bunu yapacak cesaret yoktu. Her ne kadar babamın ilgisine sahip olamasam da kanına sahiptim ve hepsinden öte Soyluydum.


Üstelik Alisa Havas’tım ben. Geçirdiğim iki sene de yaptıklarımla Ithaca’nın Yer Altında ve Krallığın derin çukurunda adımı duyurmuş bir ajandım. Yani kısaca bu olguları toplarsak tüm bunlar dokunulmazlığımın koruyucu kalkanını güçlendiriyordu.


Zihnimdeki sonsuz döngüde göğsüme sarılan sarmaşık etkisindeki düşüncelerden sıyrılmak istercesine elimdeki kalemi masanın üstündeki önümde duran dosyanın kapağına vurarak bıraktığımda çıkan ses hem sinirimi bozmuş hem de hoşuma gitmişti. Birkaç kez aynı şekilde dosyaya vurmaya devam ederken dosyayı okumaya da çalışıyordum. Yokluğumda Yağız, yönetim işlerini hallettiyse de evrak işlerini tam anlamıyla halledememiş bana bırakmıştı ne yazık ki...


Önümdeki dosyanın göz yoran rakam ve gelir gider dağılımının hesap işleriyle uğraşmaya çalışırken oflayarak masadan kalkıp pencerenin önüne doğru ilerledim. Matematik her zaman kaçtığım dersti.


Adımlarım güneş ışığının bedenimi ısıtacağı kadar pencereye ulaştığında durdu. Odamın manzarasının sarayın bahçesi olması olup bitenleri görmem için avantaj sağlıyordu, bu avantajı kullanmak istercesine gözlerimi camdan yansıyan manzaraya çevirdim. Ders dönemi olduğunu belli eden kalabalıkla dikkatle öğrencileri inceledim. Bir grup öğrenci Seda’nın yönetiminde ders işliyordu. Seda, hararetli şekilde bir şeyler anlatıyordu. Anlatma şekli ifadesiz yüzümde küçük bir tebessüme sebep olduğunda kollarımı göğsümde kavuşturdum. O, hep böyleydi. Tüm duyguları en uçta yaşar, sanki olayları o an gerçekten de yaşıyormuş gibi anlatırdı karşısındakine. İyi anlaşmamızın bir nedeni de buydu belki de... Ona olan bakışlarıma yerleşen parıltının, gözlerimin sarayın büyük demir kapısına kaymasıyla kaybolması sırasında huzursuzca nefes alıp verdim. Zihnimde canlanan dört gün öncesine ait anıyla kaşlarım çatılırken omuzlarımı gerdim. Her şey kontrolümden çıkmaya başlamıştı ve taşlar yerlerinden hareket etmeye başlayarak büyük bir depremin beni beklediğinin sinyalini göstermişti...


Dört Gün Önce....


Yorgunluğu tüm hücrelerimde hissederken omuzlarımdan belime kadar uğuldayan titremeyle yaralarımdan yayılan acının dağılmasını diledim. Varlıklarını koruyan yaralar yorgunluğumla beni daha da yıkmaya çalışırken ayakta kalmak zorlaşıyordu. Başkanlıktaki saçma imza işlerini ve sorgu seansını halledip eve gelmeyi becerdiğim için kendimi tebrik etmek istiyordum. Evet, tebriğim sıcak bir duş ve yumuşak bir yataktı. Elim uyuşan omzumu avutmak istercesine ona masaj yaparken evin kapısını sessizce araladım. Kapıyı araladığım gibi kulağıma ulaşan çarpışma sesleriyle bizimkilerin salonda film izlediklerini anladım. Selam vermeden yukarı çıkmayı bir an düşünsem de ayaklarım gözlerimin görmek isteyeceği kişiyi bildiklerinden benden bağımsız şekilde salona doğru ilerlediler. Salona girdiğimde bakışların üstüme değindiğini hissettiğim ağırlıkla anlarken bakışlarım önce kalbimin düşmanına kısa bir değinse de bu kısa an bana yetmeyeceğini bildiğim halde yetmiş gibi geldi. Topraklarımı ondan çektiğim gibi yüzüme bakan tek kişiye bakışlarım devrildi. Seda, hızla gözlerini üstümde gezdirdi ve en son gözlerimde sabitlediği gözleriyle yüzündeki sıcak tebessüm eşliğinde bana baktı. “Hoş geldin. Bayağı uzun sürdü işin sanırım?” ses tonu samimi bir merak içerirken sorgulayan tavrıyla kaşlarım havalandı ama üstünde durmadım. Ben gelmeden önce adımın geçtiği bir konuşma bu duvarlar arasında dönmüştü belliydi. Konuşmamış olsalar bile ilk geldiğim günden beri bana olan tavırları babamla konuşmama şahit olduktan sonra değişmişti, benimle iletişim kurmaya çalıştığının farkındaydım. Sormak istediği çok soru vardı, anlıyordum onu fakat şu an sorularına verecek cevabım yoktu. Daha kendim cevap bulamazken nasıl ona istediklerini verebilirdim ki? O da bunu anladığı için yavaş yavaş iletişim kurarak sorularına cevap arıyordu. Bir anda bana nereye ve neden gittin diye sorsa ters tepki verip kendimi daha da kapatacağımı biliyordu, bu yüzden alttan alttan bana ulaşmaya çalışıyordu sinsi.


Dudaklarımı umursamazca bükerken destek almak istercesine kapı pervazına yaslandım. “Hoş buldum. Evet, işler bayağı birikmiş. Hesabını vermem gereken işler vardı.” diye söylenirken sesim bıkkındı. Sesimdeki tının gerçekliğini Seda, hissetmişti ama Akın hissetmemişti. Dediğime yalandan şaşırmış gibi yaparak iğneleyici bir ses tonuyla “Aaa! Sen birilerine açıklama yapabiliyor muydun?” diye sordu yüzüme sanki aslında burada hiç olmamam gerekiyormuş gibi bakarak. Bakışlarım gerilmiş bir yay edasıyla ona sabitlendiğinde yaslandığım yerden doğruldum. “Evet, soruların cevabı varsa cevap verebiliyorum. Ha bir de karşımdaki cevabımı hak ediyorsa!” dedim iğnelercesine.


“Bizim sorularımıza cevap vermediğine göre cevap verebildiğin tek soru adın ne sorusu? Ona cevap verebiliyorsun değil mi?” küçük düşürmeye çalıştığı belli olan sorusuna yüzümü buruşturdum. Cidden on yaşındakiler gibi laf dalaşına mı girecektik?


“Nelere cevap verebildiğimi bilsen şaşkınlıktan konuşamazsın Akın. Bana bulaşma.” dedim ve arkamı dönerken ekledim “Size iyi geceler.” merdivenleri tırmanırken ona dönüp bakmadığım için içten içe bir haz duydum. Aferin Alisa, ona karşı bağışıklık kazanmaya başladın. Akın ve Seda’yla olan konuşma boyunca kafasını kaldırıp bir kere bile bana bakmaması moralimi bozmuştu ama sonuçta intikamımı aldım...


Kendinden emin yorgun adamlarım son basamağı çıktığında kulaklarımda çınlayan bebek sesiyle yüzümü buruşturdum. Evde bu sesi çıkarabilecek tek varlık Seda’nın bebeğiydi. Neyse diye düşünerek yorgunluğuma sığındım ve elimi kapı koluna doğru uzattım sonuçta Seda ilgilenirdi bebeğiyle. Benim yavaş hareketlerle kapıyı açma sürem boyunca merdivenlerden hiç ses gelmemesiyle kaşlarımı çattım. Bebeğin sesi desibelini arttırırken annesinin buna yanıt vermemesi olası değildi. Dayanamayarak merdivenlere doğru “Seda!” diye bağırdım. Hala bir haraketlilik olmadığından daha fazla bekleyemedim ve onların odasına doğru ilerledim. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde dikkatimi hemen yatağın yanındaki beyaz beşik çekti. Hızlı adımlarla beşiğe doğru ilerlerken nedensizce içimde tuhaf bir gıdıklanma hissettim. Resmen bir bebek heyecanlanmama sebep olmuştu ve bu hoşuma gitmişti. Tedirginlikle gözlerim bebeği bulduğunda benden bağımsız bir şekilde dudaklarım kıvrıldı. Bebek beni görünce ağlamayı kesmişti, bakışlarıyla kim bu dercesine beni incelerken aynı şekilde bir birey nasıl bu kadar küçük olur diye bende onu inceliyordum. Büyük siyah gözleri ve esmer teniyle tam bir esmer şekerdi. Bedenim farkında olmadan beşiğe doğru eğilmiş, esmer şekere daha yakından bakmam için olanak sağlamıştı.


“Naber ufaklık? Gerçi şu an kim bu diyorsundur... haklısın daha tanışmadık.” dedim ve elimi küçük eline doğru götürerek avcunu okşamaya başladım. “Alisa ben, annenin baş belası arkadaşı. Benden bahsetmemiştir umarım... çünkü şey sen olduğunda biz biraz küstük, hakkımda iyi şeyler duymamışsındır.” bir bebekle ne konuşacağımı bilmeden kelimeleri ağzımdan yuvarlıyordum. Küçük bireyin adı hakkında hiçbir fikrim yoktu, Seda’yla onun hakkında konuşabileceğim bir ortam hiç olmamıştı. Açıkçası şu zamana kadar da bebeği görmek gibi bir düşüncem olmamıştı. Nasıl bir his olduğunu bilmiyordum.


Ben bebeğe bakarken kapıdaki hareketlenmeyle gözlerim oraya kaydı. Seda, kısa bir an eşikte durup bize baktı ve gözlerinde bariz gördüğüm keyifle beşiğe doğru yürümeye başladı. Onun odaya girmesiyle eğildiğim yerden doğrularak dikleştim ve yüzümdeki gülümsemeyi ifadesizliğe bıraktım. Elindeki bebek telsizini umursamazca kendi yatağına atıp gülümseyerek yanımda durması alnımın hafifçe kırışmasına sebep oldu.


“Sonunda teyzeyle de tanıştın ha oğlum?” diyerek bebeği kucağına alması zihnimde ampulün yanmasını sağladı.


“Bilerek gelmedin hemen değil mi? Beni denedin.” diye sordum sinirle. O, ise benim sinirimi umursamadan gülümsemeye devam ederek bebeğine baktı ve omzunu silkti. “Hiç görmeye niyetli değildin ne yapsaydım? Tanıştınız sonunda.” beni kandırmasıyla huysuzca yüzümü buruşturdum ve ikisine kısa bir bakış attım. Anne oğul baş kalmaları gerektiğini düşünerek yerimde başa kıpırdandım. “İyi gördüm işte, gidiyorum ben.” dedim ve arkamı dönmüştüm ki duyduğum korku ve heyecanın karışımı ses kulaklarıma ulaşana kadar bir adım atabilmeyi başarmıştım. “Nereye gidiyorsun?” Seda’nın altında derin hisler barındıran sorusuyla yavaşça ona doğru döndüm. Şaşkınlıkla yüzüne baktığımda gözlerindeki ifade gözlerime çarptı ve duyduğum ses tonunun sebebini anladım. Evden gideceğimi düşünmüştü...


“Odama gidiyorum.” dik omuzlarımı düşürürken sakince mırıldandım. Yüzündeki ifade yumuşarken bu sefer beklemediğim bir soruyu daha yöneltti. “Niye kimseye bir şey söylemedin?” afallatan sorusuyla bir an ne diyeceğimi bilemedim. Yanağımın içini dişlerimin arasına alırken bir ayağımla yerde daire çizmeye başlamıştım. Soru sorma faslı başlamıştı demek... gerçi bir hafta iyi dayanmıştı beni sorgulamamaya.


“Demem bir şeyi değiştirmezdi. Sessiz sedasız gitmek iyi olur diye düşündüm.” mırıldanışım utandığım için mi yoksa haksız olduğum için miydi bilmiyorum ama bildiğim tek bir şey vardı, haklıyken haksız olmak utanmaktan daha utanç vericiydi. Bakışlarım onun duygu yüklü göz bebeklerinden uzaklaşırken parkenin üzerinde desen çizen ayağıma indi. “Veda etmek cesaret isteyen bir şey bende o cesaret yoktu.” dedim sesimi umursamaz tutmaya çalışırken. Aslında bunları demeyi planlamıyordum ama dudaklarımdan dökülmüştü kelimeler çünkü veda kelimesinin ağırlığı iki sene boyunca boynuma dolanmış bir zincirdi ve şimdi zincir kırılmış biriken taşlar dökülmeye başlamıştı.


Gerçekte beklediğimin bu olduğunu anladım. Ben iki sene boyunca boynumda taşıdığım zincirden aslında kurtulmak istiyordum ama kimse bunu görmüyordu, görmedikleri içinde zinciri kendime saklamak istiyordum ama şimdi sonunda zinciri kesip atabileceğim o soru yöneltilmişti bana ve ben ağırlığımdan kurtularak hafiflemiştim.


“Gidecek kadar cesaretin vardı da veda edecek cesaretin yok muydu?” köşeye sıkışmak ve sıkıştığın köşeden kaçmak için ter dökmek... sorusuyla sertçe yutkundum. Avuçlarımın terlediğini hissettiğimde ellerimi şortuma sildim ve düşen omuzlarımı dikleştirdim. Damağıma gelen buruk tat kalbimden mi yoksa bastırdığım duygulardan mı geliyordu emin değildim. Gözlerim onun koyu kahverengi gözlerindeyken derin bir nefes aldım. İçimdeki yangını dindirmek için elimden başka bir şey gelmiyordu.


“Tüm cesaretimi bir şey için harcadığımdan diğerine fırsat kalmadı. Hem desem ne değişecekti ki?” Seda, başını olumsuzca sallarken gözlerinin dolduğunu hissettim. Başımı kaldırıp baktığımda hislerimde ilk defa yanılmayı diledim. “Değişirdi Alisa. Her şey değişirdi. Tek bir kelimen bile şimdiki anımızı değiştirirdi. Habersizce gittiğinde bunun bizi üzmeyeceğini mi sandın? Hepimiz nasıl yıkıldık biliyor musun? Yağız... ondan söz etmiyorum bile. Neler yaşadığını anlatsam da anlayamazsın çünkü hissetmen lazım ama sen hissedemeyecek kadar duygusuzlaşmışsın.” dedi ve derin bir nefes aldı. Çenesi titrerken beni asıl yıkacak soruyu hançere çevirip kalbime sapladı. “Evlenecektiniz Alisa, nasıl bu kadar çabuk her şeyi silip gittin?” biriktirdiği sorular ve sitemleri içimde bomba etkisi yaratırken o patlamanın beni nasıl sarstığını görmeyecek kadar bana kördü. Kolonları yıkılmış bir binaydım da tek farkım tam yıkılmamış olmamdı şu an.


“Gitmem gerekiyordu gittim Seda. Şimdi bunları konuşmak neyi değiştirecek? Herkes kendi yaşadığını bilir. Önümüze bakmamız daha doğru olur bundan sonra.” sıkışmanın verdiği sinirle konuyu kapatmak için sert bir edayla konuştum. Bu muhabbettin hemen bitmesi gerekiyordu çünkü benim içimdeki seli tutacak gücüm ne yazık ki kalmamıştı.


Tam karşı atakta bulunmak istercesine kaşlarını çatarak dudaklarını aralamıştı ki dışarıdan gelen silah sesiyle sustu ve şaşkınca bana baktı. Kaşlarım çatılırken gözlerimi pencereye çevirdim ve “Sen burada kal. Bebeğin yanında dur.” diyerek koşar adımlarla odadan çıkıp aşağıya indim. Salonun boş olmasıyla herkesin bahçeye çıktığını anladım ve oraya doğru ilerledim. Askerlerin ve birtakım öğrencilerin kalabalıklar halinde ana kapıya doğru yürüdüklerini gördüm. Yanımdan geçen güvenliklerden birini kolundan tutarak durdurdum. Bakışları bana değdiğinde hızla selam verip hazır ola geçti. Gözlerim ana kapıdayken ona bakma gereği duymadan “Anons ettir. Herkes savunma pozisyonuna geçsin. Kulelere keskin nişancılar çıksın.” diye emir verdim ve ana kapıya doğru yürümeye başladım. Tüm askerler sıraya dizilmiş biçimde savunma pozisyonuna girmişlerdi. En önde Yağız ve güvenlikler vardı, konuşmaları hararetliydi. Adımlarım onun yanında durduğunda diyalogları ilgi alanımdı.


“Neler oluyor?” diye sordum. Yağız, etrafı kontrol ederken güvenliklerden biri konuşmaya başladı. “Efendim, yöneticiler örgütlerini toplayarak geldiler. İsyan bayraklarını çekmişler.” dedi nefes nefese. Duyduklarımla oflayarak “Bir bu eksikti.” diye mırıldandım boynumu çıtlattım. Şu an aklımdan geçen planlardan elimde uygulanabilir sadece bir tanesi vardı.


“Kapıyı açın bu işi konuşarak halletmeye çalışalım.” dedim. Güvenlik emrimle tereddüt etmişti ki ürkek bir ifadeyle Yağız’a baktı. Yani benim dediğime güvenmeyip emrimi sorguladı... Durumun verdiği öfkenin gün boyu biriken yorgunluğumu ateşe vermesiyle “Emir verdim duymadın mı? Açın kapıyı!” diye bağırdım. Yağız’da benimle aynı fikirdeydi ki bir şey demedi ve yanımda durarak kapının açılmasını bekledi. Derin bir nefes alarak ne diyeceğimi planlamaya çalıştım hızla. Konuşma kısmında hiçbir zaman iyi bir soylu olmamıştım...


Yanımdaki beni benden iyi tanıyan kişinin mırıldanışıyla kafamı çevirip okyanuslarına baktım. “Sakin ol ve alttan almaya çalış. Savaşa değil barışa ihtiyacımız var.”


Gözleri güven verirken sözleri şüpheye düşürücüydü. Başımı olumlu anlamda sallarken kapıya doğru döndüm. “Elimden geleni yapacağım.” dedim ve o an kapı ardına kadar açılmaya başladı...


Loading...
0%