@senarist
|
21 год
Пойдем в прекрасное завтрa : Harika bir yarına gidelim
Bir akşam annenizle şarap için
Ben Alya, beni buralarda böyle tanımazlar. Her gün yapılmak zorunda olan saç ve makyajdan 'Sevda' derler bana.. İnsan genç olmaya görsün, bu yaşlarda otel köşelerinde pislik kör kütük sarhoş olan adamlarla birlikte oluyorsun beş para etmez bir kağıt parçası için. Bedenini sunduğunda kendine diyorsun ki 'bu bir iş, ben kadınım, bu da benim işim'
Ailemle bir anlaşma yapıp İstanbul'a geldim. Neden mi ? Burada güzel bir hayat kurmak için ama hayat benim üzerime kuruldu. Genelde siyah bir kabanla ortalıkta dolaşıp dururum, içimde bir elbise, ayaklarımda ince uzun bir topuk olur ve bacaklarımı sergileyerek gezerim. Beni yargılamayın, bu bir iş.. Çantam omzumda sokak arasından çıkmaya uğraşıyorum, insan kendini burada çukura düşmüş gibi hissediyor. Ben her yere zamanında giderim. "geç kalınmış her şey den uzaklaşır ve soğurum. bir buluşma planından tut, yapılması gereken bir davranışa kadar. zamanında olmayan her şey gözümde önemsizleşir elimde değil."
Neyse.. Zaten bol bol konuşuruz bunları. Bu gidişle karşıma çıkan şeytan da bana der ki: 'Açıklayabilirim'
Sonunda gelebildim güzel sahilimize, şuraya bakmak beni o kadar hissizleştiriyor ki bunu kelimelerle ifade edemem. Çok önceden buraya Eymen ile gelirdik. Geleneksel simit yiyip birbirimize bakıp boğazı izlerdik, klasik ama güzeldi be. Şimdi bakıyorum da hep aynı şu boğaz.. Rengini bu akşam kırmızı yapmışlar, kırmızının bende ki yeri ayrıdır, siz de zamanla anlarsınız. Anlayacağınız Eymen de gitti benden. Sevgi denilen o his öyle kötü ki insanın bütün güzel duygularını köreltip fırlatır atar şuradan aşağı. Sen sen ol şu hayatta vazgeç o insandan, yoksa yavaş yavaş yakarsın kendini. Vücudunun derinliklerine iner o köz, gecenin en kötü sabaha karşı vaktinde içinin yandığını hissedersin. Bedenin küle döner ama sen buna karşılık göz yaşlarını silmekle yetinirsin. Bağırır çağırırsın içten içten. Sevdiğinin değeri pigmentlerini yitirdiğinde bizde ki gibi her şey beyaza dönmez. Kararır durur, insanın içini karartır.
"Sevdiğin insana atkı örüyorsun ya, tam tersini düşün; o atkıyı yavaş yavaş söküyorsun. Birisinden vazgeçmek tam da bu oluyor. O atkıyı örerken yaşadığın her şey gözünün önünden geçiyor ama esas önemli olan o şeyi yavaş yavaş sökmek oluyor. Geriye alıyorsun her şeyi. Üstelik bunu sen kendi bilincinle yapıyorsun. Gözünü yora yora işlediğin o atkıyı, her anını hatırlayarak söküyorsun. Dümdüz ham iplik haline getirmeye çalışıyorsun. Örerken içini döktüğün şey, çözerken içini dökmekten imtina ettiğin şeye dönüşüyor. Sadece söktüğün ipi, eski olduğu yumak haline getiriyorsun. Ama o ip dümdüz değil işte artık, yamuk yumuk duruyor. Birisinden vazgeçmek de böyle bir şey bana göre; eskiden ördüğün dümdüz ve kusursuz şey sen vazgeçmeye başladığında yamuklaşıyor gittikçe, sona yaklaştıkça daha da yamuklaşıyor. Bir süre sonra da zaten bitiyor o ip. Örerken içini döktüğün o ip, sökerken döktüğün şeyleri geri almaya çalışıyor o insandan. İçini dökmekten vazgeçtiğin her an da zaten o kişiden vazgeçtiğin anlamına geliyor. Birisinden vazgeçmek değil de bir insandan vazgeçmek bu oluyor işte."
Güzel bir gece oldu bu aslında. Boğaz havası aldık uzaktan. Yürüyelim bakalım otelimize doğru, şimdi iş vakti geliyor. Sabaha karşı nasılsan öyle olur diye düşünürüm ben şu hayatın nasıl olduğunu. Önceden Yürürken şarkı söylüyordum, çünkü mutlu olduğumda, ne bir arkadaşlık ne iyi bir ahbabı ne de mutlu anında mutluluğunu paylaşacak bir kimsesi olmayan her mutlu insan gibi, durmaksızın kendi kendime bir şeyler mırıldanırdım.
Telefonumun çaldığını işittiğimde kabanımın cebinden çıkarıp ekrana baktım. Asaf bey arıyor. Çünkü iş başı geldi. Patronum çok ciddi bir adam. Onun hayatını da önceden bir rakı masasında öğrenmiştim. Bu işe nasıl başladığını pek bilmem de benim arkamda durduğu en azından baba gibi hissettirdiği zamanlar çok olmuştu. Ben çok hata yapan biriyim ama kimseye yanlış yapmadım.
Havanın soğukluğuyla burnumu çekip yürümeye devam ettim. Etrafıma bakarken karşıdan geçen iki sevgili gördüm. gözlerimi bir anlığına kapatıp bir gülümseme geldiğinde başımı sallayarak tebessüm ettim kendi kendime.
Caddenin karşısına geçiyordum kırmızı ışık yandı, burada da her türlü araba var canım. Tam karşıya geçtim bir gözüm seyirdi önümdeki kadını. Bu bizim Halide abla.. Eski kuaförümüz, kuaförümüz derken tabii o zamanlar bizim kızlar vardı, söz de en iyi arkadaşlarım ama 'söz de'. Beni görünce gülümsedi. "Ooo Alya hanım." Ben de ona aynı şekilde karşılık verdim. "Ablacım nasılsın görüşemedik bayadır." Yanımızdan arabalar geçip gidiyordu. Kadının yüzü düştü birden. "Hakan abin işte biliyorsun." Evet. Bu adam kadına her gece eziyet ediyordu. İşi gücü yok her gün bir yerde içiyor sonra gelip bu kadına sarıyordu. Kırklı yaşlarında bir kadın kıvırcık kızıl saçlarıyla geziniyor ortalıkta. "Boşver canını sıkma ablam." Deyip geçiştirdim. Ben sevmem öyle avutmayı. Gerekirse yaraya tuz basarım kilo kilo ama avutmayı sevmem. Bu kadınında konuşası yok.. "Sen dalgınsın sonra araşırız abla." Ufak bir sarılıp yoluma devam etmeyi planlıyordum. Kadın yalandan gülümseme attı. Sonra ayırdık yollarımızı.. Aslında iyi bir kadın ama hayatın getirdiği durum bu, içine kapanıp ölü gibi yaşıyor.
Hava da çok soğuk ayaklarıma ağrı girdi bu topuklulardan, her yürüyüşümde tak tak ses çıkıyor. Biliyor musunuz bu topuklu ayakkabı sesi kadınlara özgüven getiriyormuş.
Mekana geldik. Tabelanın etrafı ışıl ışıl ledle parlıyordu. Bir yeşil bir kırmızı bir mavi.. İçeri girdim kapıdakilere selam vererek. Bunlarda söz de burayı koruyordu, neyse haklarını yememek lazım. Bu gece yine sabaha kadar iş başı var.
Girişteki merdivenlerden aşağı inip içeriye girdim. Burası da pavyonun dibi.. Çalışanlar çıkar ortaya kendini sergiler, gider masalara oturur muhabbet eder sonra sabaha kadar içer ve parasını alırlar. Bazıları da kendine müşteri seçer saatliğine birlikte olur o şekilde parasını alır.
Garsonlara selam verip üstümü değiştirmeye gittim. Bir elbise geçirdim üstüme, ayağımdaki topukluları çıkarmadım bile.. Saçlarımı böyle bırakıp makyajımın üstünden geçtim, sonra bu aralar kullandığım parfümü seçip bütün üzerime sıktım. Aynaya baktım buralarda harcanıp gidiyordum. "Geçti be kızım, geri de kaldı o yıllar" dedim kendi silüetime bakarak. Kapımı açıp çıktım ortalık dolmuş ve müşteriler gelmişti. Masalara yavaş yavaş istekler gidiyordu. Alkoller verilmiş siparişler hala daha isteniyordu.
Müzisyenler çalmaya başladı şarkılarını, kızlar yavaş yavaş gelmeye başladı podyuma. Işıklar yine bir yanıp bir sönüyordu. Ben de geçtim boş bir masaya etrafı izledim. Garsona bir işaret yapıp masayı gösterdim bir iki içecek getirsin diye.. Bakmayın benim böyle içimden konuştuğuma, etrafa gülerim rahat rahat eğlenirim kendi içime ağlarım ama bir o kadar da güçlüyüm.
Alkol ve çerez geldi masama. İğrenç suratları karakterleri olan insanlar doldu yine mekana. Kızlarda onlara yanaşmaya gitmişti çoktan. Bir ıslık duydum, baktığımda garsondan gelmişti. Garson dediğimde bizim keremdi karın tokluğuna bir iş bulamayıp burada hem çalışır hem müzik dinlerdi.. Ne oldu anlamında kafamı salladım bana arkamı işaret etti, herhalde arkamdaki masayı kast ediyordu.
Sandalyeden kalkıp arkadaki masaya baktım. Esmer biri vardı önündeki rakıyı yudumlayıp çerezlerinden atıştırıyordu. Karşısına oturdum yavaşça.
Burası sesli bir ortamdı. Suratına baktığımda buralara pek gelen bir tip olmadığı çok belliydi. Sakalları o kadar hoş görünüyordu ki kalın kaşları ve yemyeşil gözleri vardı.
Dudaklarını araladı yavaş yavaş, ama konuşmadı. "Hoş geldin" dedim ben elimi uzatarak. Bana dikkatlice baktı. "Sen de hoş geldin Alya" beni nereden tanıyordu bilmiyorum. Bana burada sevda diyorlar. "Gerçek adımı nereden biliyorsun" dedim gözlerimi kısarak sessiz sessiz. Sesli bir ortamda sessiz konuşarak birbirimize bir şekilde bağlanmaya çalışıyorduk. "Seninle ilgili bildiğim çok şey var." Dedi tebessüm ederek, dudağının kenarı hafifçe yukarı kıvrılmıştı. O sırada bir yudum aldı rakısından ve tekrar masaya bıraktı. Biraz afalladım ama bu adamı nereden tanıdığımı düşünmeye çalışıyordum tabii ki belli etmiyorum ama biraz tırsmıyor değilim. Yirmi beş yirmi altı yaşında ya var ya yoktu. O kadar yakışıklıydı ki buna iş olarak bakmasam çoktan aşık olmuştum. Seneler önce kapattığımız sevda defterini bir çırpıda açmaya yeltenebilirdim.
Elinde küçük bir kağıt uzattı bana karşımdaki adam. Ne ismini biliyordum ne de cismini. Kağıdı aldım elinden. "Ne bu ?" Dedim soru sorar tınısında. "Açıp bakarsan anlarsın."
Bunu ben bilmiyordum zaten, kesinlikle çok akıllısın bravo. "Çok zekisin" deyip kalkıp odama geçtim. Buraya öyle dengesiz aklı yerinde olmayan iğrenç kişilikli insanlar geliyordu ki anlatamam.
Kağıdı açtım ve ne yazdığına baktım hemen. Gördüğüm yazılar değildi sayıydı sadece. Şöyle yazıyordu. "602" yere çöktüm görünce.
Bu Eymen ile benim aramda olan bir meseleydi, beni o oda da başkasını bir mal gibi servis etmişti. Bu öyle bir histi ki o kadar hayal kırıklığı doluydu ki. Hani gecenin bir yarısı hıçkıra hıçkıra ağlarken bir anda ağlamaktan yorulduğunu fark edip boş boş tavanı izlemeye başlarsın da ama yanakların, kirpiklerin hala ıslaktır, işte aynen böyleydi. Kaçıp kurtulamadım, hiçbir şey yapamadım bağırdım ama kimse duymadı, Deseler ki şu dünyada seni en çok ne yordu yemin ederim olacakları önceden hissetmek derdim. Sabaha kadar tanımadığım bir adamla beraberdim. "Sırtımda bıçaklar, emekler kısacası sanat var." Ben eskiden o kadar farklıydım ki, eskiden insanlarla sohbet etmeye, bir şeyler yapmak istemeye ve kalabalık içinde olmaya daha çok enerjim vardı. Şimdi ne yapsam sadece bir an önce bitmesini bekleyip evime gitmek istiyorum.
Ayağa kalktım, birileri benimle uğraşıyordu ama bunun sonucu gerçekten kötü olacaktı. Geçen gün kağıda yazıp içimi döktüğüm cümleler aklıma geldi.
Kendimet not*
İnsanlara her zaman bir yuva olma isteğine karşı seni kendi evinden nasıl kapı dışarı ettiklerini unutma, yazın ortasında seni nasıl üşüttüklerini unutma, seni olduğun gibi kabul etmediklerini, sürekli kendi menfaatleri için değiştirmeye çalıştıklarını unutma.. |
0% |