Yeni Üyelik
32.
Bölüm

13. Karmakarışık

@senemeevren

 

13. KARMAKARIŞIK

"Sana kalbim geçti. Geçti, bitti. Geri gel, desen gelmem. Git, desem gitmezsin."

 

KORHAN ALİ ATALAY

 

Hayatım boyunca tek hedefim kariyerim olmuştu. Önce üniversitede istediğim bölümü bitirmiş, daha sonra da askere gitmiştim. Bir sene süren askerliğimin sonunda mahalleme döndüğümde her şey bıraktığım gibiydi. Ve ben de ilk adımı burada atarak Nilüfer'i açmıştım. Tabii en dipten başlayıp güzel bir yere çevirmiştik ilk göz ağrımı.

Sonrasında annem gelin arayışına girmişti. Ona göre artık evlenmem gerekiyordu. Her defasında reddetmiştim onu. Gösterdiği hiçbir kadına göz ucuyla bile bakmamıştım. Çünkü istemiyordum. Evliliğin ağırlığından değildi. Sadece annemin ısrarlarından bunaldığımdan gösterdiği kızlara bakmamıştı bile. O da artık pes etmişti en sonunda.

Sonrasında bir numaradan mesaj almaya başlamıştım. Başta hiç cevap vermemiştim ancak sonrasında ona cevap veriyorken bulmuştum kendimi. Tuhaf ama iyi hissettiren bir sohbete girdiğimizde onun kim olduğunu merak ederek numarasını İbrahim'e yollayıp kim olduğunu sorgulatmıştım.

Uzaktan biri olmadığını, bu mahalleden biri olduğunu biliyordum. Hatta belki de annemin gösterdikleri arasından biriydi ve ben onu reddedince bu şekilde bir yol çizdiğini düşünmüştüm. Annemin önerisi bile olsa devamı bizim ilerlettiğimiz bir ilişkiydi.

Şu an düşünüyordum da annem bu şekilde ısrarcı olmasaydı belki de ona bu şansı vermezdim. Bilemiyordum. Şu an midemi bulandıran kadını o dönem sevdiğimi biliyordum ama kabullenemiyordum. Keşke hiç tanımasaydım, hayatıma almasaydım. Hayatımın iki pişmanlığı vardı:

Biri ona bu şansı vermem, diğeriyse beni seven o kadını kardeşim gibi görüp duygularına kör olmam.

İkincisinin ağırlığını yedi aydır taşıyordum omuzlarımda, kamburlaşmıştım. Dilara'ya âşık değildim, yani onun bana karşı hissettiklerine benzemiyordu hislerim ancak ona eskisi gibi de bakamıyordum. Sıçtığımın ikileminde gidip gelmekten aklımı kaçırmak üzereydim.

Buradan gitmekte iyi mi yapmıştım yoksa kötü mü bilemiyordum. Çünkü orada yalnız kaldığım her Allah'ın günü Dilara'yı düşünmüştüm. Her gün sormuştum kendime aynı soruyu:

Nasıl görmedin? Bu kadar yakınındayken onun hislerini nasıl göremedin?

Sonraları aklıma başka sorular getirtti geçmişi düşündüğüm zamanlar. Onun hislerini anlasaydım ne olurdu? Aldatıldığım kişi hayatıma girmeden önce onu fark etseydim ne olurdu? Onu ciddiye almadan görmezden mi gelirdim yoksa kardeşim gibisin deyip ret mi ederdim?

Bu süreçte kaldığım ikilemler bunlarla da sınırlı değildi. Acaba beni tam ne zaman abisi gibi görmeyi bırakmıştı ya da beni hiçbir zaman mı abisinin yerine koymamıştı? Ne kadardır uzaktan uzaktan seyrediyordu beni?

Önceden itiraf etseydi ne olurdu diye de düşünmüştüm yurt dışında açtığım lokantanın son dokunuşlarını tamamlarken. Bir an düşüyordu zihnime sonrasında kendime küfrederek düşünmeyi yasaklıyordum.

İçime garip bir his yerleşmişti zamanla. Ve o his beni yuvama, yurduma dönmeme neden olmuştu. Dönmem gerekiyormuş gibi hissediyordum ve bunu yaptığıma hiç pişman değildim. Zaman ne gösterirdi bilmiyordum ancak duygularımı kontrol etmekten başka şansım yoktu. Büyük bir felaket yaşanırdı. Aklım karmakarışıktı, kalbimden söz dahi etmiyordum.

Bir an ona karşı hiçbir şey hissetmiyorsun diye tembihliyordum kendimi, diğer an hatıralarıma dolan kadına kardeşim gibi bakamadığımı fark ederek yine küfrediyordum kendime.

Aslında aklımla kalbimin aynı şeyi söylemesini bekleyip öyle dönmeliydim buraya. Karmaşık bir hâlde değil. Biliyordum ancak daha fazla duramamıştım orada. Çok garip ama dönmem gerekiyormuş gibi hissedip atlamıştım ilk uçağa.

Geri döndüğümde gördüğüm kadın gittiğimde bıraktığım kadındı. Fiziksel olarak aynıydı ancak duygusal olarak ne hissediyordu anlayamamıştım. Şimdi de başka bir ikilemdeydim. Beni hâlâ seviyor muydu yoksa unutmuş muydu? Onu odasında sıkıştırdığımda basit bir şeydi demişti, İbrahim'le konuşmalarına şahit olmasaydım buna inanabilirdim; küçük bir beğeni diye geçiştirirdim. Ancak o gece söyledikleri hâlâ zihnimde dönüp duruyordu.

"Ben nasıl yapacağım? Tamam, mutlu olsun istiyorum ama gözlerimin önünde değil. Ben buna şahit olmak istemiyorum. Nişanlanacak bugün. Ben onu bu kadar çok severken bu gece sonsuza dek bir başkasının olacak."

Yedi ay boyunca bir gün bile es geçememiştim. Kalbime oturmuştu çünkü söyledikleri. Zamanla içinden çıkamayacak hâle gelmiştim.

Ben ne yapacağımı bilmiyordum. Karmakarışıktım.

Şu an karşımdaki kadın da benim gibi bakıyordu. Elindeki tabak yeri boyladığında bakışları yanımdaki adamdaydı. Toprak, Serhat'la beraber gelmişti ve Serhat, salona girmeden yukarı çıkıp duş alacağını söylemişti. Kaç saattir mutfakta çalıştığından ona hak vermiştim. Yanında getirdiği adamın sadece adını biliyordum çünkü kapıyı onlara açan bendim. Selamlaşırken tanışmıştık.

Toprak.

Peki ya Dilara? O neden onu tanıyormuş gibi bakıyordu?

Tabağı düşürdüğünde hızla ona doğru atılmıştım. Ayaklarında pofuduk, pamuklu terliklerden olmasına rağmen refleksle ona doğru atıldığımda babamlar da ayaklanmıştı. "İyi misin kızım?" diye sordu Bilal amca.

Elinden tutup parçaların olmadığı yere doğru çektim. "İyi misin?" diye sorduğumda Toprak'taki bakışlarını bana döndürdü. Gözlerine bakmak aynaya bakıyormuşum gibi hissettiriyordu. Masmavi gözleri aynadaki aksimi hatırlatıyordu. Burnuma dolan kokusu aklımı bulandırdı.

O an ona bu kadar yaklaştığımı yeni fark etti, kolunu çekerek "İyiyim, elimden kaydı." dedi içine kaçan sesiyle.

O sırada kapıda annemler göründü ve Toprak denen adam yana doğru çekildi. Onu fark etmediler. Sedef halam elindeki süpürgeyle yanımıza geldiğinde ben de Dilara'nın kolunu bırakarak geriye çekildim. "Hallediyorum oturun siz." dedi halam.

Babamlar yerlerine geçtiğinde annemde halamın topladığı yerleri sildi hızlıca. Bende o sırada Toprak'ı babamların yanına davet ettim. Dilara'ya kaydı bakışlarım bir an. Annesine bir şeyler söylüyordu ancak bakışları hemen yanımda oturan herifteydi. Onu nereden tanıyordu?

Mavi gözlerimiz kesiştiğinde hızla kaçırıp çıktı salondan. Birkaç dakika sonra annemler sofrayı kurmaya devam ettiklerinde bende ayaklandım. Mutfağa geçtim. Halam tabakları doldururken annem içeri taşıyordu. Dilara burada değildi.

"Yardım edeyim ben de."

"Sen şunları al annem." dedi annem çorba kâselerinin olduğu tepsiyi göstererek. Aldım ve annemin arkasından ilerledim. Holde gördüğüm kızla göz göze geldik. Bakışlarını yere çevirdiğinde biz salona girmiştik. Pek bir şey kalmamıştı zaten. Çorbaları yerleştirdiğimde Serhat salonun kapısında göründü.

"Hoş geldiniz." dedi tebessüm ederek.

"Hoş bulduk evladım." dedi babam da. Kalktığım yere, yanında getirdiği herifin yanına oturduğunda bende karşılarındaki üçlü koltuğun köşesine oturdum rahatça. Gözlerimi kısarak süzdüm Toprak'ı.

Kimdi bu adam?

Salonun kapısından annem, halam ve Dilara girdiğinde Serhat dudaklarını araladı. "Toprak'ı tanıdınız mı?" diye sordu.

Annemle halam yanıma oturduğunda hanımefendi abisinin yanına oturdu. Bakışlarım kucağında birleştirdiği eline indi. Sertçe ovalıyordu elini. Bir anda eteğini çekiştirdiğinde bakışlarım gözlerine çıktı ve göz göze geldik. Eteği değildi baktığım, sadece fazla gergin duruyordu ve titreyen eline bakamadan duramamıştım. Ancak o rahatsız olmuştu. Kötü hissettim o an. Sanki...

Sıkıntılı bir nefes aldım.

"Yok Serhat'ım, arkadaşın mı?" diye sordu halam gülümseyerek.

"Öyle de ama başka şekilde tanışıyoruz biz. Anne, Leyla teyzeyi hatırladın mı?" diye sordu Serhat.

"Hatırladım oğlum, anlaşırdık da bayağı, sonra taşındılar."

"Temiz, iyi kadındı." diye ekleyen anneme döndü bakışlarım. Kimseyi beğenmeyen anneme şaşırdım. Sonra Toprak'a baktı. "Gözüm bir yerden ısırıyor ama..."

"Leyla'nın oğlu benim, Toprak." dedi ve ayağa kalktı. "Kusura bakmayın böyle çat kapı geldim."

"Yok be oğlum, ben tuttum kolundan zorla getirdim." İyi halt ettin. Burada fena şeyler dönüyordu. Ya da ben çok abartıyordum.

"Toprak sen misin?" diye sordu şaşkınca halam.

Ben neden hatırlayamamıştım bunu?! Herkes de bir şaşkınlık bir şaşkınlık!

"Benim, Sedef teyze unuttun demek beni." dedi alıngan bir ifadeyle. Toprak halamın ellerinden öptükten sonra hemen yanımda oturan anneminkini de öptü.

Geçip yerine oturduğundan babam konuştu bu sefer. "Hoş geldin oğlum, hoş geldin." dedi gülerek. "Epey oldu babanla da görüşmeyeli."

"Kaç sene oldu siz gideli?" diye sordu Bilal amcam.

Yutkundu ve derin bir nefes aldı. "Sekiz sene olmuştur."

Söyledikleriyle gözlerim açıldı ve bakışlarım direkt Serhat'ın yanında oturan kardeşini buldu. Bana bakarken yakaladım onu. Hızla çekti gözlerini.

Dişlerimi öyle sert bastırdım ki birbirine kırılacaktı resmen.

Bu, oydu. Toprak. Hanımefendinin ilk aşkı. Yani emin değildim ancak tavırlarından çıkarmıştım bunu.

Unuttuğuydu en azından.

Allah'ım ben ne diyordum?

O Dilara'ydı. Dilara. Sedef halamın kızı, Bilal amcamın ışığı, Osman'ın kardeşi... Peki benim neyimdi? Neydi bu hallerim? Ben tam olarak nasıl bir şeyin içindeydim? Neydi içimdeki bu tuhaf his? Bu, büyük bir çıkmazdı, ben ne düşüneceğimi nasıl davranacağımı bilemiyordum.

İlk aşkıysa ilk aşkıydı, beni ilgilendirmezdi. Ancak neden en çok beni ilgilendiriyormuş gibi hissediyordum? Neden?

Elim ayağım boşalmış gibi hissediyordum. Boğazım kurumuştu ancak bunun yaşadığım susuzlukla alakası yoktu. Bu tam da bu anın getirdiği bir huzursuzluktu.

Ezan sesiyle ayaklandık. Derin bir nefes aldım. "Ben bir elimi yıkayayım." Salondan çıkıp lavaboya girdim. Aynadaki aksime baktım. "Şimdi kalkıp da kız kardeşin gibi gördüğün kızı nasıl kıskanırsın diye kızmayacağım kendime." dedim deli gibi. Ona o gözle bakmayı bırakalı neredeyse üç ay olacaktı.

Aklımı kaçırmama az kalmıştı. Almanya'da dayanamayıp buraya gelmiştim ancak orada daha fazla düşünmemek, delirmemek için döndüğüm yuvamda delirmek üzereydim. Çünkü aklım ve kalbim birbirine girmişti. Kafam allak bullaktı. Onu düşünmekten, onu nasıl fark edemediğimi düşünmekten, ne zamandır beni sevdiğini bilememekten delirmek üzere geçirdiğim yedi ayın sonunda ülkeme dönmüştüm. Çünkü uzaktan kazanacağım bir savaş değildi bu.

Bu bir savaş mıydı?

Öyleyse ben çoktan kaybetmiştim.

Salona döndüğümde herkes yerine oturmuştu. Başköşelerde babam ve Bilal amcam, hemen çaprazlarında ise annemle halam oturmuştu. Bilal amcamın diğer çaprazında Serhat onun yanında da Toprak Bey oturmuştu. Tam da Dilara'nın karşısındaydı. Dilara annemle annesinin arasına oturmuştu. Tek boş sandalye olan, annemin karşısına, Toprak'ın yanına oturduğumda bakışlarım direkt onu buldu. Tabağındaydı bakışları. Dün bahsedip bugün karşısına çıkacağını beklememiş olmalıydı ki bu kadar gergin ve şaşkın duruyordu(!)

İftar duasıyla birlikte herkes tabağına yemek doldururken "Toprak oğlum çekinmeden ye lütfen. Kötü hissederim bak." diyen halama baktım. Dizlerimdeki parmaklarım bükülüp avucuma saplandı.

Yanımdaki herif tebessüm etti. "Çok güzel olmuş elinize sağlık."

"Afiyet olsun."

"Dilara," diye seslendim. Bakışlarını tabağından kaldırıp benimkilerle birleştirdi. Bir şey söylemeyince "Buyur Ali abi." dedi beni öldürmek ister gibi bakarken.

Üzerimde kazak olmasaydı ellerimi yumruk yaptığım çok rahat anlaşılırdı. İnadıma mı yapıyordu yoksa gerçekten mi bitirmişti, bunu bilmem gerekiyordu. Peki öğrenince ne yapacaktım? Beni ilgilendirmezdi. Öyleyse neden sinirimden patlayacak gibi hissediyordum? Ben boku yemiştim. Hemde çok fena.

Neden böyle davrandığının farkındasın ancak kabullenemiyorsun. Sen onun ilgisini istiyorsun. Seni hâlâ sevsin seni istiyorsun. Sen ondan hoş...

İç sesimin sesini kesmek için cevap verdim karşımdaki mavi gözlere bakarak. "Tuzluk alabilir miyim?" Aklıma ilk bu gelmişti ancak epey saçmalamıştım çünkü tuzluk tamda ortamızdaydı. Ne ona yakındı ne de bana.

Alt dudağını dişlerinin arasına aldığında bunu çok sık yaptığını fark ettim. Sinirlenince yapıyordu. Etrafına yaydığı sıcaklıktan haberi var mıydı?

"Önünde ya," diye araya giren annemle göğsüm yükselip alçaldı. "Ne diye rahatsız ediyorsun kızı?"

"Görmedim anne." dedim yanlış anlaşılmamak için. Aslında onu zor durumda bırakmak istemiyordum. Sonrasında herkes yemeğine devam etti. Sofradayken pek konuşmazdık.

Aldım tuzluğu. O an aklıma dün gece geldi. Uğur'dan tuzluk istemişti. Sonrasındaysa yürümek bahanesiyle yanına alıp gitmişti? Aramızda bir şey yok demişti ancak dün bunun olasılığıyla içim içimi yemişti.

Oysa ona aylar öncesinde yenge diyen bendim. Ne hissetmişti o gün? Yediklerim boğazıma dizilirken çok berbat hissettim. O kız bunları yaşamıştı. Üstelik adını dahi anmak istemediğim o kadınla binbir anımıza tanıklık etmişti. Şimdi nasıl ondan beni sevmeye devam etmesini bekleyebilirdim? Zaten bu çok yanlıştı. Unutmuş olması en doğru olandı.

Onu kız kardeşimin yerine koymuştum. O, ailesi, bütün herkes başkasıyla yaşadığım ilişkiye tanık olmuşlardı. Ben onu başkasından dinlemiştim. En yakın arkadaşım ondan hoşlanıyor diye ona yenge demiştim. Ağzımdan kaçmıştı ancak söylemiştim. Yaşananların üzerinden değil aylar yıllar geçse kabul görmeyecek bir ilişkiye başlamak sadece hataydı.

Bunları bilmeme rağmen orada kaldığım bunca ayda ona karşı bakışım değişmişti, kalkıp reddetmenin bir anlamı yoktu çünkü biliyordum sadece yakıştıramıyordum kendime.

Onu kardeşim gibi gördüğüm zamanları bilirdim. En iyi ben bilirdim. Şu an hissettiklerimi bana aylar önce söyleselerdi, güler geçerdim. Ancak şu an tam da içindeydim. Asla dediğim, yaşadığım olmuştu.

Buraya dönene kadar, onu karşımda görene kadar, aylar önce yakıştırdığım adamla aralarında bir şey olma ihtimalini düşünce delirecek gibi olduğumu görünce çok daha iyi anlamıştım. Ona karşı boş değildim. Ancak bunu aşabilirdim, basit bir beğeniydi. Belki de bunca zaman onun sevgisini, onu göremeyişimi düşünürken aklıma sızmıştı.

Kabullendim, reddettim. Delirdim.

 

DİLARA IŞIK

 

Yemekten sonra salondaki koltuklara geçmişti herkes. Mutfakta çayın kaynamasını beklerken gözlerimi bir yere sabitlemiş düşünüyordum. Şaşkındım. Çok şaşkındım. Dün adını anmıştım, bugün karşımdaydı. Ne işi vardı ki?

Ona karşı içimde hiçbir şey kalmamıştı ancak geriliyordum. Osman abim görseydi iki yumruk atmadan durmazdı. Serhat abim öğrenince onu eve kendi getirmemiş gibi ne işin vardı o adamla diye konuşmaya başlar on saat kafamı ütülerdi.

Peki ya o? O anlamış mıydı? Sofradayken bir an olsun çekmemişti bakışlarını üzerimden. İki gündür beyefendi yüzünden doğru dürüst hiçbir şey yememiştim.

Toprak sekiz sene oldu dediğinde bana bir bakışı vardı. Anlamıştı. İlk aşkım olduğunu anlamıştı. Neden öyle bakmıştı? Neden bu kadar ilgileniyordu? Neden her baktığım yerdeydi ve neden onu bu kadar ilgilendiriyormuş gibi davranıyordu? Neden ondan çekiniyordum?

Onu okumak benim için hep en basitiydi. Her zaman ne hissettiğini ne düşündüğünü anlıyordum. Ama şimdi... Şimdi bakmak bile istemiyordum. Çünkü hissettiğim gibiyse... Ben uzun zamandır onu görmüyordum ve o değişmişti. Yani, umarım değişmiştir.

Sert kabuğu yoktu artık. Neden yoktu? Ben bu nedenlerin cevaplanmasından korkuyordum.

Onu seviyordum ancak onu istemiyordum.

Onu çok iyi tanıyordum ve gördüğüm adam beni korkutuyordu.

Peki ya o? O anlıyor muydu benim bakışlarımdan. Umarım anlamıyordur.

"Dila!" diye mutfağa giren anneme çevrildi bakışlarım. Kısık, sert sesi ürkütmüştü. "Kızım seni bekliyoruz iki saattir." Abartma anneciğim yarım saat olmuştur en fazla.

"Getiriyorum hemen."

"Ben tatlı tabaklarını götürüyorum, sen çay bardaklarını falan getir. Oyalanma kızım." Gözlerimi devirdim. Annem bazen çekilmez oluyordu.

Demlenmiş çayı bardaklara döktüğümde tepsiyi alıp çıktım mutfaktan. Tepsiyi toplanmış yemek masasının üzerine bıraktıktan sonra babamlardan başlayıp uzatmaya başladım.

Annemle Sema teyze yan yana oturduklarından onlarınkini de uzattıktan sonra geriye üç kişi kalmıştı. Abim, Korhan Ali ve Toprak. Yan yana oturmuşlardı. Sıkı sıkı tuttum altlıklarından. Elimdeki iki bardağı bana en uzak olan abime ve Toprak'a uzattığımda onun üzerimdeki bakışlarını hissediyorum.

"Eline sağlık." dedi Toprak bu akşam ilk benimle konuşarak. Altlığın diğer ucundan tutuyordu. Tebessüm ettim hafifçe, misafirdi sonuçta. Hemen yanındaki adamın sesi ulaştı kulaklarıma. Boğazını temizlemişti seslice.

"Afiyet olsun," dedim kısık sesle. Verdikten sonra hızla geri çekildim. Beyefendinin çayı tek kalmıştı. Yemek masasındaki iki çayı da aldıktan sonra arkama döndüm ve onunla göz göze geldik. Alt tarafı bir çaydı neden bu kadar gerilmiştim?

Boğazım kurumuştu. Birkaç adım sonra titreyen ellerimle çayı uzattım. Aramızda epey mesafe vardı. Elim havada kaldığında alsana der gibi baktım ona. Elini uzattım ve tam da benim tutuğum yere... Tenini hissettiğimde titreyen elime sarmıştı avucunu.

O an hızla geri çekilmek istedim ancak elim ayağıma dolaştı ve kendi bardağım devrildi. Elimde bir yanma hissi yoktu ve bakışlarım aşağı kaydığında korkuyla çığlık attım. "Özür dilerim, özür dilerim." diye sayıklarken Korhan ayağa kalkmıştı hemen.

Eli hâlâ elimi tutuyordu ve elimdeki çayı yavaşça alıp sehpaya bırakırken buruşturduğu yüzünden canının yandığını anlamıştım. Arkamda Sema teyzenin sesini duyuyordum, babamlar çoktan ayaklanmıştı ancak dönüp onlara bakamadım.

Tam olarak nereye döküldüğünü anlayamamıştım çünkü bakışlarım yüzündeydi. Sanki onun yerine ben yanmıştım, yüzüm acıyla kasıldı. Tuttu iki eliyle elimi. "İyiyim, sakin ol." İnanmadım ona, canının yandığı belliydi.

"Oğlum çıkar altındakini, krem getirelim." diyen annemi duyduğumda "Ben hemen krem getirim." dedim telaşla ve çıktım salondan. Girişteki portmantodaki minik eczane çantasını karıştırdım hunharca.

En sonunda bulduğumda koridora geçtim. Banyoya giren Korhan Ali'yi gördüm. Yalnızdı. Hareketleri yavaştı. Kapıyı kapattığında yanına doğru adımladım. Gireli az bir süre olduğundan kapıyı açmadan daldım içeri. Acele etmiştim kremi vermek için ancak keşke etmeseydim.

Girerek girmez utanarak döndüm hemen arkamı. "Kusura bakma." dedim içime kaçan sesimle. Pantolonu dizlerindeydi, sırtı bana dönük olduğundan hiçbir şey görmemiştim çok şükür. Elimi arkama doğru uzattım. "Al şunu sür. Abimin pantolonlarından getireyim."

Elimden aldığında "Kusura bakma yanlışlıkla oldu." dedim tekrardan mahcupça.

"Sorun değil. Buz ayarlayabilir misin?"

"Çok mu kötü?" diye sordum üzüntüyle.

Alaylı sesiyle, "Kendin bak istersen," dediğinde onun için boşuna telaşlandığımı anladım. Hâlâ benimle uğraşabildiğinde göre sandığım kadar kötü değildi.

"Hadi be oradan." dedim sertçe. Banyodan çıktım hemen. En üst kata çıktığımdan abimin pantolonlarına baktım. Hiçbirinin ona olacağını düşünmüyordum. Geniş eşofmanlara bakındım. Aralarından siyah olanı alıp indim aşağı. Banyonun önünde annem ve Sema teyze vardı.

"Getir kızım, getir." dedi Sema teyze endişeli sesiyle.

"İsteyerek olmadı."

Yok bir de isteyerek olsaydı Dila!

"Tamam kızım sıkma sen canını." Aldı elimden eşofmanı. Banyonun kapısını çaldı. İçeriden gelen gir sesiyle girdi. Kapıyı kapattığında annemle göz göze geldik.

"Yaktın kız adamı, yaktın!"

"Ne yapayım anne ya bilerek mi oldu?" dedim huzursuzca.

"Aklın bir karış havada. Böyle olur tabii sonucu da. Ya çocuğu olmazsa?" diye sordu kaşını kaldırarak. "Sonra yaşarsın vicdan azabıyla."

"Anne ya," dedim korkarak. Çocuğunun olup olmaması beni ilgilendirmezdi ancak benim yüzümden böyle bir şey olsaydı...

"Dua et de bacaklarına dökülmüş olsun." Biraz daha yukarısı malum yerdi. Gözlerimi kaçırdım annemden.

"Ben buz getireyim." deyip ayrıldım yanından. Dolaptan çıkardığım buzla hole döndüğümde banyonun kapısının önünde buldum onları.

Yanlarına gittiğimde yüzüne bakamadan uzattım buzu. "Bunu koyarsın üstüne." Elimden aldığında merdivenlere yöneldim. Çünkü salona dönmek istemiyordum. Kötü hissediyordum kendimi ve orada bu kadar durmuş olmam bile mucizeyken böyle bir rezillikten sonra dönemezdim.

Merdivenleri tırmanmak üzereyken sesini duydum. "Dilara," diye seslenmişti. Duraksadı adımım. Yumdum gözlerimi, ellerim yumruk oldu. Sakinleştikten sonra yavaşça dönüp baktım.

"Buyur Ali abi?" dedim sorguyla.

"Biraz konuşalım mı?" Gözlerim kısıldı. Anneme baktı. "Halacığım biraz müsaade eder misiniz?" Mavi gözlerim büyüdü. Ne saçmalıyordu bu Allah aşkına?! Tamam, onu yaktığım için mahcup hissetmiştim ancak bu ona olan öfkemi dindirmiş olduğum anlamına gelmezdi.

"Gerek yok," dedim hızla. "Kendimi suçlamayacağım merak etme."

"Biraz konuşun siz." diyen anneme kaydı bakışlarım şaşkınlıkla. "Benim deli kız biraz kırılmış sana, al gönlünü." Korhan Ali'nin gözlerindeki ifadeyi yakaladım. Annem gönül rahatlığıyla ona emanet ediyordu ancak olayın arka yüzü hiç de sandığı gibi değildi. Ondaki değişimin farkındaydım pek tabii, aptal bir kız olmamıştım hiçbir zaman; sadece duygularıma yenik bir kız olmuştum.

Anneciğim konu sandığım kadar basit değil ve emin ol gerçeği bilsen onun gözlerini oyardın, benimse saçlarımı...

Annemle Sema teyze beni Korhan'la baş başa bırakıp salona geçtiklerinde sorguyla baktım ona. "Ne istiyorsun?" diye sordum direkt.

Bana doğru adımladığında yüzünün kasıldığını fark ettim ancak birkaç saniye içinde düz bir hal aldı ifadesi. Canı epey yanıyordu.

"Balkona geçelim, ayaküstü konuşmayalım."

"Yarın sabah dersim var, çok vaktim yok. Söyle ne söyleyeceksen." dedim umarsızca.

"Hadi Dilara." dedi rica eder gibi.

Sıkıntılı bir nefes alıp arkama döndüm. Onunla aşık atamayacaktım, ne söyleyecekse söyleyip gitsindi. Üst kata çıktığımızda "Sen geç bir hırka alıp geliyorum." deyip odama girdim.

Yatağın üstünde duran şalı alıp vakit kaybetmeden çıktım odadan. Balkona çıktığımda ikili koltuğun en köşesine geçtiğini gördüm. Elindeki buzu yanan bacağına koymuştu. Beni fark ettiğinde sırtını yaslayıp dışarıya baktı. Yanına oturdum. İkili koltuğun orta kısmında bir kişilik yer vardı neredeyse.

Kısa bir süre hiçbir şey söylemeden dışarıyı seyretti. Bende sabırla konuşmasını bekledim. Başı omuzlarının üzerinden bana çevrildiğinde göz göze geldik. "Seni dinliyorum." dedim sakin bir tonda.

"Bilmem gerek." dedi sadece. Kaşlarım çatıldı. "Her şeyin en başını, aklındakileri, kalbindekini bilmem gerekiyor." Dudaklarımın kenarı alaylı bir kıvrılışa uğradı.

"Bence hiçbir şey bilmemen gerekiyor. Yani seni ilgilendiren bir şey yok." Gözlerinin içine baktım. Her seferinde kalbimi dörtnala koşuyormuş gibi hissettiren mavi gözlerine. Kalbimden vücuduma yayılan kanın akışı yavaşladı. "Artık kapatsan olmaz mı?" diye sordum içime kaçan sesimle.

Bir anda çok kötü hissettim. Tekrardan aynı şeylerin olma ihtimali bütün acılarımı hatırlattı. Onu istemiyordum. Keşke gelmeseydi. Gözden uzak olan gönülden de ırakmış, o burada değilken bunu çok net anlamıştım. Eğer onu görmeyince daha iyi hissedeceksem okulum biter bitmez kaçar giderdim buradan. Onu görmek yalnızca acı veriyordu bana.

"Sen bana böyle bakarken mi?" diye sordu. Artık gizli saklı konuşmanın bir anlamı yoktu bence de. Ancak söylenecek ne vardı ki?

"Onca zaman bakmadın, şimdi de bakma. Gözlerimde her ne görüyorsan umursama. Hep yaptığın gibi yapıp rahat bıraksana beni..."

İkimizde başımızı koltuğun sırtına yaslamış birbirimize bakıyorduk.

"İnkâr etmiyorsun..." Onu hâlâ sevdiğimi inkâr etmeyecektim, çünkü bakışlarım ele verirdi günün sonunda kendini. Her türlü yakalanırdım. Ancak emin olduğum tek bir şey vardı.

"Bazen her şey tam olur, kavuşmamak için hiçbir neden kalmaz ancak artık sen arkanı dönersin. Çünkü artık istemiyorsundur." Başımı koltukta kaydırıp yaklaştım ona. Gözlerimi bir kez olsun kırpmadan baktım gözlerine. "Seni artık istemiyorum."

Gözlerindeki duraksayışa anbean şahit oldum. "Artık düşünmene gerek yok." diye devam ettim gülümseyerek. Doğruldum. "Rahatla artık Ali abi." Yutkundu yavaşça. "Benim yüzümden kendini kötü hissetme. Kaç ay geçti. Bitti gitti."

Doğruldu. Garipti bakışları. Tam da şu an çözemedim ilk kez onu. "Düşünmediğim tek bir an bile yok." dedi uzun sessizliğinin ardından. Bakışları yüzümde gezindi. Olduğum yerde küçüldüm. Konuyu kapatmak için onunla her şeyi konuşup bitirmek istiyordum. Şimdiye kadarki sakinliğim bundan sebepti.

"Dilara," dedi devamını nasıl getireceğini bilemiyormuş gibi. "Gittiğimden beri sadece bunu düşünüyorum."

Neyi? 

"Nasıl kör bir adam olduğumu, sana neler yaşattığımı..." Devamını hem merak ediyor hem de işitmekten deli gibi korkuyordum. "Gözünün önünde neler neler oldu. Ben..." dedi ve sustu. Göğsü yükselip alçaldı. "Çok özür dilerim. Sana bunları nasıl unuttur..."

"Bunlara gerek yok." dedim korkuyla araya girip. Devamını duymaktan ölesiye korktum. Ben neler neler yaşadım hiçbir şey yokmuş gibi karşıma geçip söyleyecekleri beni mahvederdi.

"Kapat artık lütfen." deyip ayağa kalktım. Gitmek için attığım ilk adımda bileklerimden tutup çekti yanına. Aramızdaki mesafe sıfırlandığında dibime girmişti. Boştaki eliyle çenemden tutup yüzüne kaldırdı. Titriyordum. Gözlerim kapalıydı. Açamazdım. Bu kadar yakınken nefesini bu kadar net hissederken açıp gözlerine bakamazdım.

"Bırak!" dedim sertçe kolumu çekmeye çalışırken.

"Gözlerime bak, dinle. Bir kez olsun dinle sonra ne istersen onu yap."

"Bırak, dedim!" derken gözlerim gayriihtiyari açıldı ve görüş açıma giren ilk şey dudakları oldu. Yutkunarak yukarı çıkardım bakışlarımı.

"Ne zaman bana abi demeyi bıraktın içinden?" diye sordu. Deli gibi merak ediyordu.

Söylemeyecektim, hiçbir şeyi hak etmiyordu.

Tamam, belki haksızdım. Tamam, belki o duygularımdan habersizdi. Tamam, aptal gibi platonik yaşamıştım hislerimi. Tamam, ben cesaretsiz bir kadındım.

Ama bu o zaman yaşadıklarımı; kendi içime kapandığımı, her şeyden uzaklaştığımı, kendimden nefret etmeme sebep olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.

Şimdi karşıma geçip sana deli gibi aşığım dese neyi değiştirirdi ki?

Hiçbir şeyi.

Kendi düşüncelerim kalp atışımı hızlandırdı. Böyle bir ihtimal var mıydı? O, bana...

Neyi değiştirdi?! Saçmalıyordum. İsterse aşkından divane olsun. Ben istemiyordum ki onu. Ki böyle bir şey yoktu. Böyle bir ihtimal yoktu.

Yüzünü yüzüme yaklaştırdı eğilerek. "Ne zaman attı bu kalbin benim için?" Nefesi yüzümde dağıldı. "Ne zaman girdim aklına?" Cevapsız bıraktım bütün sorularını. Çeneme yön vererek yanığını yanağıma yasladı. Yutkunamadım. Sakallarını yanağıma değdire değdire kulağıma yaklaştı. "Söylesene ne zaman deli oldun bana?"

Yumruk oldu bedenlerimiz arasında duran elim. Bu şekilde davranamazdı bana. Hangi hakla soruyordu bu soruları, hangi hakla?

"İlk aşkım beni bırakıp gidince boşluğa düşmüştüm." dedim ona inat kulağına doğru. Böyle bir şey yoktu elbette. Sadece onu delirtmek istemiştim. Biraz da beden uzaklaşsın diye...

Toprak gittiğinde 14 yaşımdaydım, Korhan'ı beğenmeye başladığım yaşım ise 19'du.

Sesi kesilince dudaklarımın kenarı kıvrıldı. Aramızdaki elimle sertçe iterek uzaklaştırdım kendimden onu. Ayağa kalktım. Gözlerinin içine baktım. Mavi gözleri lacivert rengini almıştı. Bir avucu parmaklarıyla sertçe örtündüğünde yavaşça ayaklandı. Dişlerini öyle sert bastırıyordu ki birbirine bir an kaçıp gitmek istedim buradan. Ancak konuşmayı bitirmeden gidersem odama dalma ihtimali vardı. O yüzden bekledim bir şey demesini.

Benden bayağı bir uzun olduğundan başımı kaldırmak zorunda kaldım. "Söyleyeceklerin bittiyse kapat artık bu konuyu Ali abi."

"Bana bir daha abi demeyeceksin." diye saçma bir noktaya parmak bastığında kaşlarım çatıldı. Neydi amacı bu adamın?!

Oflayarak arkamı döndüm. Balkondan çıkmak üzereyken "Allah şahidim olsun ki," dedi baskın bir sesle. "Söylediğin ilk an sana gösteririm asıl gerçeğin ne olduğunu."

 

 

-BÖLÜM SONU-

 

Nasıldı bölümm??

 

Biraz kısa oldu ama her hafta bölüm gelmesini istiyorsanız bölüm uzunlukları ancak bu kadar olabilir. Diğer türlü uzun bölüm olsun diyorsananız iki haftada bir bölüm gelir. Nasıl yapalım?

Tabii bu okul açılana kadar geçerli. Ekim gibi açılacak okulum. O zamana kadar biraz daha ilerleriz. Ondan sonra okulun yoğunluğuna bağlı hangi düzende bölüm atarım haber veririm sizlere.

 

Sizce Toprak nasıl biri?

Neden geldi?

Dilara'ya karşı bir şey hissediyor mudur?

 

 

Bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın. Allah'a emanet olun.

 

 

sosyal medya hesaplarım:

senemeevren

ylafuguzaf

 

Loading...
0%