@senemeevren
|
Merhabalar.
Nasılsınız?
Arkadaşlar benim bir fikrim var. Acaba İnstagram veya Twitter da bir grup kursak kimler gelir? Bütün kitaplarımla ilgili.
Twitter hesabınız varsa oraya önerirseniz çok mutlu olurum. Daha çok kişiye ulaşmış oluruz. Yakın arkadaşlarınıza da önerebilirsiniz tabii sevdiyseniz. :)
Keyifli Okumalar! Şarkı: Aklım Karıştı - Kenan Doğulu
Lütfen yorum yapmayı ve oylamayı unutmayalım. Teşekkür ederim şimdiden.
16. AKLIM KARIŞTI
"Kaybettim kendimi, sende buldum; sonra yandım pişmanlıkla."
Beni seviyor muydu bilmiyordum ancak beni çıldırtmak istediğini çok net anlamıştım. Ondan etkileniyordum, hemde deli gibi... Dudaklarına bakmamak için zor tuttum kendimi. Kaybedemezdim kendimi, yenilemezdim ona. Yenilmedim. Kollarımla onu itekleyemeyebilirdim ancak bacaklarımla bunu çok da güzel yapardım ve bir daha bana dilediği gibi yaklaşamayacağını ona gösterecektim. Bakışlarımı gözlerinden çekmedim, o da zaten hâlihazırda bakıyordu bana. Dikkatini dağıtmak için derin bir nefes alıp verdim. Nefesim avuçlarında kayboldu ve sağ dizimi bükerek kaldırdım. Bir saniye bile beklemeden malum yerine yapıştırdım dizimi. Dudaklarımdaki elini çekmesiyle boştaki elini oraya götürdü. Bakamadım aşağıya. "N'apıyorsun kızım?!" dedi sinirle. Kısık çıkmıştı sesi. Yüzü acıyla kasıldı. O an arkasındaki kapı çaldı ve evin içi zil sesiyle doldu. "Derdin ne senin sikimle?" Cidden sormuş muydu bunu? Oha ya! Cidden oha! "Ağzını topla." dedim sertçe. "Bir daha da sakın bu şekilde yaklaşma cürretinde bulunma!" "Geleceğimle bir sorunun var senin." dedi söylediklerimi es geçerek. Dişlerini sıkıyordu, sert çehresinden çok kolay anlaşılıyordu. Canını yakmıştım, umurumda değildi. Bana, nasıl konuşması gerektiğini, nasıl yaklaşmaması gerektiğini öğrenecekti. Arkadaki kapı bir kez daha çaldığında elimin tersiyle uzaklaş der gibi bir hareket yaptım. "Çekil de kapıya bakayım." "Göstereceğim ben sana kapıyı!" Yana doğru çekildi. Kapıyı açtığım sırada girişten uzaklaşmıştı. Sanırım banyoda ufak bir işi vardı. Elimi göğsüme atıp oh olsun dememek için zor tuttum kendimi. Çünkü kapının ardında Osman abimle Uğur abi vardı. Arkalarında Cihangir abi -Elif ablanın eşi- ve İbrahim vardı. Kapıyı ardına kadar aralayıp "Hoş geldiniz," dedim tebessüm ederek. Osman abim girdi önden. Saçlarımın üstünden öptü. "Hoş bulduk cadı." Gözlerimi devirdim. Evlenince bir şey olmuştu buna. Diğerleriyle de merhabalaştıktan sonra salona geçtik. Herkes bulduğu boş yere oturmuştu, bayağı kalabalıktık. Salon kapısından Serhat abim duş almış bir halde girdikten birkaç dakika sonra yaraladığım beyimiz geldi. Ezana az bir vakit kala hep bir elden kurduk sofrayı. Açılan masalardandı masamız. On beş kişiydik ve sıkış tokuş oturunca anca sığdık. Aslında mutfaktaki masada yiyebilirdik kızlarla ama babam hep birlikte yiyeceğiz diye ısrar edince onlara katıldık. Masanın başına babam, onun çaprazlarına da annemle dayım oturmuştu. Dayımın yanına sırayla Sema teyze, Elif abla, Cihangir abi, Korhan Ali, Serhat abim ve İlayda oturmuştu. Annemin yanına ise Osman abim, Melek, Haziran, İbrahim ve Uğur abi oturmuştu. Bende en öne oturmak için bekledim çünkü bir ihtiyaç olursa kapının önünde oturduğumdan rahat rahat kalkardım. Ve kalan tek boş yer de Uğur abinin yanıydı. İlayda'ya baktım mahcupça. Sorun değil dercesine gülümsedi. İçecekleri doldurduktan sonra yerime oturdum. Hemen karşımda İlayda vardı. Yanımdaki Uğur abiye kaçamak bir bakış attığında Korhan'la göz göze geldik. O da Uğur abiye bakıyordu. İlayda'nın bakışlarından uzak bir bakıştı. Sertti bakışları. Gözlerimi devirip döndüm önüme. Ezanın okunmasıyla açtık iftarımızı. Sonrasında hep bir elden toparladık. Maçın başlamasına az kalmıştı. Kızlarla salona geçtiğimizde yemek masasının etrafına oturduk. Koltuklarda yer yoktu. Herkes çay eşliğinde tatlılarını yiyordu. Serhat abim yemekten sonra yorgun olduğunu söyleyip odasına çıkmıştı. Onun bu halleri beni çok üzüyordu. Gerçekten kötüydü. İnci bayram tatilinde buraya gelecekti ve onların arasını düzeltmek için biraz çabalayacaktım. Tabii İnci'nin duygularından emin olduktan sonra. Adımı işittiğimde başımı kaldırıp Osman abime baktım. Onun sesiydi çünkü. "Efendim abi." "Gelsene benimle bi." Gözlerim kısıldı hafifçe. Yanında oturan arkadaşına değdi bakışlarım. Üzerinden beş gün geçmişti, gidip abime Toprak'ı söylemiş olamazdı, söyleseydi çoktan söylerdi. Yavaşça kalktım oturduğum yerden. Salondan çıktığında arkasından çıktım bende. Mutfaktaki sandalyelerden karşılıklı olanlara oturduğumuzda "Dinliyorum abiciğim." dedim. "Bu Toprak Bey neden gelmiş öğrenebildin mi?" diye sordu imayla. "Hım hım," Bakışlarım mutfak kapısına değdi. İstemediğin ot yanında bitemiş, bizimkisi de o hesap. Abim omuzlarının üstünden arkasına baktı. "Bir bardak su alabilir miyim?" Elin kolun mu bağlı diye sormamak için zor tuttum kendimi. Ya sabır. "Vereyim." dedim derin bir nefes alarak. Masanın üstündeki sürahideki suyu bardağa doldurduktan sonra uzattım. Elimdeki suyu aldıktan sonra bir sandalye çekip oturdu, içti. Bardağı bıraktıktan sonra kalkmak üzereydi ki "İstersen Ali abi anlatsın sana Toprak'ın neden geldiğini." dedim meydan okuyan bir tavırla. O gün söylediklerini unutmuş değildim, beni bu tarz şeylerle tehdit etmeyi bırakması için bugün topu ona atmıştım. Duraksadı, baktı bana gözlerini kısarak. "Anlatacağım diyordun ya, al sana fırsat." dedim Korhan'a bakarak. "Ali ne alaka?" dedi abim araya girerek. Bakışlarımı abime çevirdim. "Biz Toprak'la buluştuk." Kaşları çatıldı söylediklerimle. "Devamını da Ali abi anlatsın, o da oradaydı. Beni, sana anlatmakla tehdit etti de... Görüyorum ki söylememiş. Yardımcı olayım dedim." "Dilara?" diyen Korhan'dı. Ne yapmaya çalışıyorsun der gibiydi ses tonu. Baktım ona. "Eski sevgilimle buluştuğumu söyleyecektin ya abime. Anlat o günü. Durduk yere kavga çıkardığını..." Durdum, düşünüyormuş gibi yaptım. "Gerçekten ya," dedim merakla. "Sen neden vurdun o gün ona?" "Ne oluyor baştan anlat şunu." diyen abime baktım. "Merak etme. Biricik arkadaşın senin abilik görevini üstlenerek halletti. İçinde kalmasın." "Dilara!" dedi abim sabrı taşıyormuş gibi. "Mesaj attı bana," dedim uzatmadan. "Gittim. İlayda da yanımdaydı. Biz daha konuşmadan arkadaşın geldi. Astı, kesti saldırdı durduk yere." "Durduk yere mi?" dedi Korhan şaşkınlıkla. Onun şaşırmasına gerçek bir şaşkınlıkla karşılık verdim. "Sadece yardım istedi. Üstelik geçmiş geçmişte kaldı dedi. Aramızda hiçbir şey olmadığını belirtti. Bana hisleri olmadığını söyledi. Sen ne yaptın? Kalkıp yumruk attın! Neden?" "Adam seni terk edip gitti hâlâ onu mu savunuyorsun?" diye soran abimdi. "Yapacağı haber için yardım istedi sadece. Hem çocuktuk o zaman. Bunun düşmanlığını devam ettirecek değilim ya." dedim hayretle. "Neyse ne," dedi abim de ayaklanarak. Korhan'ın omuzlarına vurdu art arda. "Sağ olasın kardeşim, bildirmişsin o herife haddini." Cidden mi abi? Bana baktı. "Sen ne yapacağını bilirsin ama lütfen ona bu şansı verme bir daha." Yutkundum. Böyle bir düşüncem yoktu zaten. Abim mutfaktan çıktığında onunla aynı yerde kalmamak için bende kalktım hemen. "Benimle ne düşmanlığın var?" diye sordu. Garip çıkmıştı sesi. Durdu adımlarım. Durgun sesiyle devam etti. "O herifi bile affediyorsun ama bana düşmanlığın baki öyle mi?" Ona karşı hissettiklerimle sana karşı hissettiklerim bir değil. Derin bir nefes aldım. Döndüm ona. Oturduğu yerden bir bilim kıpırdamamıştı. Bakışlarını masadan çekip benimkilerle birleştirdi. "Beni sevdiğini biliyorum." dediğinde sinirle üzerine doğru bir adım attım. "Peki sen seviyor musun beni?" Bakışları sorduğum soruyla kalakaldı sanki. "Ben..." "Ben söyleyeyim, hayır. Sen, benim sana nasıl hissettirdiğimle ilgileniyorsun sadece. Benim hislerimi umursamıyorsun." diye kestim sözünü. İşaret parmağım kalbime yaslandı. "Burası seni istiyor, tamam." Islak gözlerimle derin bir nefes aldım. Omuzlarım yükseldi. "Ama sen beni sevmiyorsun ki..." "Dilara..." dediğinde oturduğu yerden kalkmıştı. Karşıma geçti. "Ben senin gözünde hep bir kardeş ya da yenge olarak kalacağım. Dahası sen..." "O kısımları geçeli çok oldu." Yutkundum. "Sen bir başkasıyla özel, çok özel şeyler yaşadın gözlerimin önünde. Yemin ederim sen duymasaydın ben hiçbir zaman anlatmayacaktım sana içimdekileri. Şimdi bilmen, buna göre hareket etmen umrumda değil. İstemiyorum ki seni." Mahur bakışlarıyla seyretti yüzümü. "Neden bir şans vermek yerine bir kenara atıyorsun? Tek suçum seni fark etmemekti. Sen kaçak göçek oynadıysan benim suçum ne?" Güldüm. "Güldürme beni Allah aşkına. Karşına geçip söyleseydim ne değişecekti? Başkasının yüzüğünü taşırken sana hislerimden bahsedecek kadar düşmem." "Sen farkında değilsin ama bu yaptığının tek açıklaması var. O zamanlar sana hissettiklerimin intikamını alıyorsun sen." dedi. "Geçmişte de gelecekte de bizim seninle bir ihtimalimiz yok." Sesim titremişti. "Seni geç fark ettiğim için yapabileceğim tek şey özür dilemek. Ama bunun için beni, kendini cezalandırmanı anlayamıyorum. Geçmişimi silemem ama geleceğimi şekillendirebilirim." "Ben o karede olmak istemiyorum." "Ama neden?" Bugün fazla sakindi. Bütün cevaplarını almak istiyor gibiydi. "Çünkü seninle bir gelecek mümkün değil. Olsaydı dört sene içinde olurdu değil mi?" Söylediklerimle kaşları havalandı ve kırdığım potun farkına vardım. Dört demeseydim iyiydi. "Bunca sene vazgeçmedin. Şimdi vazgeçeceğine inanmam. Tamam, senin kadar uzun ve yoğun değil hislerim. Ama bu içimdekilerin bir adı olmalı. Sana yaklaşınca ağırlaşan nefesimin, kokunun aklımı karıştırmasının, önceden umursamayacağım şeylerin şimdi deli gibi kıskandırmasının..." Neler diyordu?! Bakışlarımı kaçırarak "Lütfen." dedim sussun diye. Bana doğru bir adım attı. "Ne lütfen? Senden bir şans istiyorum. Sadece senin hislerinle ilgilendiğimi hissettiğin an..." "Böyle bir şey mümkün değil. Lütfen uzatma. Duygularından emin olmayan biriyle hiçbir işim olamaz. Aileme, bana biraz olsun saygın varsa bir daha bu konuyla ilgili konuşmazsın. Seni istemiyorum. Sende beni sevmediğin için bu minik hevesin çabucak sönecektir. Üzüleceğin bir durum yok." "Dilara..." "Korhan lütfen." dedim uzatmaması için. Uzun uzun baktı gözlerime. "Seni seveceğimi mi düşünmüyorsun?" diye sordu ısrarla vazgeçmeyerek. "Hayır," dedim dürüstçe. "Ama bir insan bir kez âşık olur bence. Ve sen o hakkını kullandın. Ondan sonrakiler hep sığındığın limanın olacak. Ben bunu kaldıramam, kabullenemem." Hüzünlü bir tebessüm oluştu dudaklarında. "Aksine. Bir insan birçok kişiyi sever, âşık olur. Olduğunu sanır daha doğrusu. Ama birinde durulur, nefeslenir. Ondan öncekilerin aslında hiçbir şey ifade etmediğini, asla böyle hissettirmediğini o zaman anlar." Duraksadı. Derin bir nefes aldı. "Ama sen senden uzak durmamı istiyorsan... Zorlayacak değilim. Belki de biraz rahat bırakmam gerekir seni. Bir anda yüklendim sana da. Kaldıramaman normal. Sen bir düşün, sonra..." Gözlerinin içine baktım. "Sonrası yok." dedim boğazımdaki yumruyla. Çok şey söylemişti, çok güzel şeyler söylemişti ancak hiçbiri kararımı, isteğimi değiştiremezdi. Anlamıyordu beni. Ben onu ne kadar seversem seveyim mutlu olamazdım, kurardım kafamda hep. Bıktırırdım onu. Huzur olmazdı. Zaten ailelerimiz en büyük engelimiz olacaktı, benim onları aşacak gücüm yoktu. "Sen beni hiç duymamış gibi yap, bende bu yaşananları unutayım." diye devam ettim içim yana yana. "Eskisi gibi olsun her şey, kapatalım bu mevzuyu olur mu?" Bana inanamıyormuş gibi baktı. Çünkü ona göre onu seven bir kadın nasıl olurda bunları söylerdi. Ona, kardeşin olarak görmeye devam et demiştim resmen. Şaşırması şaşırtmadı beni. Kaşları havalandı. "Daha neler?" Başımı omzuma doğru eğdim. "Bitirelim şu meseleyi..." dedim lütfen der gibi. Yutkunarak kaçırdı bakışlarını. Derin bir nefes aldı, bakışları mutfağın içinde dolanıyordu. En sonunda pes ederek baktı gözlerime. "Dört sene dedin az önce?" diye sordu onaylamamı ister gibi. "Çok şeyler yaşandı gözünün önünde. İçin kan ağlaya ağlaya seyrettin. Şimdi neden kendini üzmeye devam ettiğini anlayamıyorum." "Böylesi daha mutlu edecek beni." dedim. Derin bir nefes alıp baktı gözlerime. "Peki." dedi büyük bir hezimetle. Onayladı başıyla beni. "Nasıl istersen öyle olsun. Mutlu ol ama olur mu?" Bir adım atıp yaklaştı. Gözlerime baktı kısa bir süre. "Her şeyi geçtim, şu gözleri fark edemedim diye affetmeyeceğim kendimi." Yutkunarak kaçırdım gözlerimi. Sonrasında hiçbir şey söylemeden yanımdan geçerek çıkıp gitti mutfaktan. O gitti, ben kaldım. Gözlerim kapandı ve derin bir nefes aldım. Ciğerlerime dolan kokusu içimi acıttı. Boğazımdaki yumru gittikçe büyüyordu. Mutfaktan çıkıp banyoya geçtim. Kapıyı kilitledim. Alt dudağımı dişlerimin arasına alıp elimi fayansa yaslayarak nefes almaya çalıştım. Kadın; ne kadar severse sevsin, yokluğuna alıştığı bir erkeği bir daha istemezdi. Bir yerde okumuştum zamanında bu sözü. Nasıl demiştim. Olmazdı. Seven insan daima ister, demiştim. Büyük konuşmuştum o zaman. Şimdi ise istemiyordum. Onun yokluğuna alışmışken kendime geçmişte yaşadıklarımı tekrardan yaşatamazdım. Ama kalbim... Kalbim neden acıyordu bu kadar? Boştaki elim göğsüme gitti. Gözpınarlarımdan akan yaş dudaklarıma karıştı. Çenem titredi. Görüşüm bulanıklaştı. Tıklatılan kapıyla göğsüm yükseldi. "Dila," diye seslenen İlayda'ydı. "İçerde misin?" Sesi endişeliydi. Ağzıma açsam hıçkırıklara boğulacak gibiydim. Birkaç adımda kapıya yaklaştım ve açıp geri çekildim. Hızla içeri girdi, kapattı ardından. "İyi misin?" diye sordu elimden tutarak. "Siz içeri gelmeyince..." Elleri yanaklarımı buldu. "Yapma bunu kendine, yapma. Yakma bu kadar canını." Parmak uçlarına çıkıp boynuna sardı ellerimi. Kollarımı beline sardım hemen. "Canımın içi..." Titrek bir nefes aldım. Boynuna gömdüm başımı. Sırtımda gezinen avuçları ve sözleriyle yanımda olduğunu hissettirdi, teselli etti beni. "Ağla, dök içini." Hıçkıra hıçkıra ağladım. Kısa bir süre o banyoda kaldık. Ona üstünkörü anlatmıştım olanları. Bana içi gidermiş gibi bakmıştı, üzüldüğünü biliyordum. Sessizce dinlemiş ve en sonunda "Sana iyi gelecek olan neyse onu yap, ben hep senin yanında olacağım bir tanem..." demişti. Banyodan çıkmadan yüzümü yıkayıp ağladığımı belli eden izleri yok ettikten sonra salona girdik. Salona girmemle "Kızım nerede kaldın? Gel yanıma, uğurumsun sen benim. Maç başlayacak şimdi." diye yanına çağırdı babam beni. Televizyonun karşısındaki üçlü koltuğa oturmuşlardı dayımla birlikte. Bakışlarımı kimseye değdirmeden ikisinin ortasına oturdum. Ekranda okunan Milli Marşı'n ardından ilk düdükle birlikte başlayan maça odaklıydı herkes. Yani babam, dayım, Osman abim, Uğur abi, İbrahim, o ve ben... Diğerleri kendi aralarındaki muhabbete devam ediyorlardı. Arada İloş'la göz göze geliyorduk, gülümseyip destek veriyordu bana. Ağladığıma dair izleri yok etmişken durgun davranmam mantıksız olacağı için normalde nasılsam öyle seyrettim maçı. İlk yarı bitmişti, onunla bir kez olsun göz göze gelmemiştim. Ben bakmamıştım ancak onun bakışlarını da üzerimde hissedememiştim. İkinci yarı başlamıştı. Galatasaray ve Beşiktaş arasında gerçekleşiyordu derbi. Babam, Ahmet dayım, Osman abim ve Uğur abi Galatasaraylıyken; İbrahim ve o Beşiktaşlıydı. Cihangir abiyse fenerli olduğundan izlemek yerine köşede kızıyla oynuyordu. Henüz bir gol atılmadığında sakin sayılırdık. İkili arasında ne zaman bir maç yapılsa babam, Korhan Ali'yle hep uğraşırdı. Kollarının altına almıştı beni. "Bir gol atalım da kudurtayım şu oğlanı." dedi kulaklarıma doğru. Dudaklarım kıvrıldı ve gayriihtiyari ona çevrildi bakışlarım. Televizyondaydı bakışları. Ona karşı saygısını bozmadığından babam bunu hep kullanır ve uğraşırdı. Dudaklarımdaki hafif tebessümü fark eder etmez yutkunarak çektim bakışlarımı. Keşke hiç duymasaydı beni ve ben, uzaktan uzaktan seyredebilseydim onu. Böylesi çok zordu. İbrahim'le birlikte tekli koltuklarda oturuyorlardı. Abimler ise diğer üçlü koltukta yan yana dizilmişlerdi. İbrahim, Korhan Ali'ye nazaran maçla daha çok ilgileniyordu, az önce yaşananlar ikimizi de alıp götürmüştü buradan. Gözlerim kaydı ona. Bir an tutamadım kendimi. Seyrettim onu. Kahvenin en güzel tonuydu saçları. Kıvrımlı ve kıskandıracak kadar sık kirpiklerini çevrelediği mavi gözleri gökyüzünü andırıyordu. Tıpkı yağmurlu bir günde bulutların yeryüzüne yaydığı enerji gibi alıp götürüyordu seni buradan ancak dinginlik veren bir yanı da yok değildi. Üzerindeki beyaz gömlek ve kumaş, siyah pantolonla bir iş görüşmesinden buraya geldiği çok aşikârdı. Bakışlarım vücudundan yukarı tırmandığında bana bakan masmavi gözleriyle karşılaştım. Utanarak kaçırdım hemen gözlerimi. Sonrasında bir daha hiç bakamadım. Bakışlarını hissetmedim de. Durum berabere olduğundan üzülen ya da sevinen olmamıştı. Yarın pazar olduğundan hemen dağılmadı herkes. Maçtan sonra kızlarla kahve yaptık. Kahveleri servis ettikten sonra yemek masasındaki sandalyeleri salonun ortasına çektik. Sohbete dahil olmak için babam ısrar etmişti. Havadan sudan konuştular bir süre. İzleyiciydim ben daha çok. Babamın bakışları bizim tarafa döndüğünde yerimde kıpırdandım. Neyse ki hemen sağımda oturan Haziran'daydı bakışları. "Eee, sizin iş nasıl gidiyor?" dedi babam göz kırparak. Gözlerinin ucuyla İbrahim'i gösterdi. "Üzmüyor değil mi bu seni?" Gerçekten mi baba? Polis memuruna da bu demezsin, hem İbrahim'i hepimiz tanıyorduk. Tabii babamın haklı bir yanı da vardı pek tabii; kız tarafıydık ve her ihtimali düşünmeliydik. Dudaklarımdaki tebessümle İbrahim'e baktığım sırada onunkilerle çakıştı gözlerim. Kızının gözlerindeki yorgunluğu gördün mü hiç baba? Gözlerini kaçıran o oldu bu kez. İbrahim'e baktığında dudaklarında hafif bir tebessüm peyda oldu. "Biz varken cesaret edebilir mi Bilal amca?" diye sordu uzun sessizliğini bozarak. "Üzmüyor üzmüyor." dedi Haziran ondan beklemediğim şekilde. Benim bildiğim Haziran, burada İbrahim'in gözünü boyardı. Ama o, sevdiği adamı o kadar çok seviyordu ki babamların uğraşmasına bile dayanamadı. "Bulmuşum altın gibi kızı üzer miyim hiç?" diyen İbrahim'le arkadaşıma döndüm. Gülümseyerek bakıyordu sevdiğine. Onları böyle görmek beni o kadar mutlu etti ki... "Eee var mı ufukta söz-nişan?" diye sordu Ahmet dayım. "Ay yok," diye araya girdi yükselerek Haziran hemen. Ardından ses tonunu ayarladı. "Küçüğüm daha ben." İçine kaçan sesiyle dudaklarım iki yana kıvrıldı. "E çüş, gel cebime gir." dedim imayla. İlk geldiği gün söylediği sözü iade ettim ona büyük bir keyifle. Yandan yandan baktı. Kaşlarını kaldırıyordu, ciddi bir ortamda olduğu için konuşamıyordu ama ben mesajı almıştım. Sakın diyordu. Karşılığı çok fena olur. Sustum bende. "Okul bitti ikinizin de. Bir yuva kursanız fena mı olur kuzum?" diye sordu annem araya girerek. Haziran'la İbrahim aynı bina da atlı üstlü oturuyorlardı. Haziran tek, İbrahim'se ailesiyle oturuyordu. Haziran kıpırdandı yerinde, sevdiceğindeydi bakışları. Onu kırmak da istemiyor gibiydi. "Gitmeyelim kızın üstüne." diyen Osman abimdi. "İstedikleri zaman söylerler biz de üzerimize düşeni yaparız." İbrahim hiç de alınmış gibi değildi, bilakis Haziran kendini kötü hissetmesin diye gülümsedi. "Ben onun istediğini hissettiğim an beklemem zaten, ederim teklifimi." "Belki de teklif bekliyordur?" diye sordu Elif abla. "Ay yok yok, erken daha." diyen Haziran'la herkes güldü seslice. Neyse ki İbrahim alınmamıştı, çünkü zaten Haziran'ın da dediği gibi yirmi bir yaşındaydı ve henüz hazır hissetmiyor olması çok doğaldı. Sonrasında bu konu da kapandı. Arada Uğur abiyle İlayda'nın bakışmalarına şahit olmuştum, onlara şaşırıyordum ancak sanırım aynanın aksinde ben vardım. Onlardan ne farkım vardı? Seviyordum ama bir adım atamıyordum. O gece onunla sadece kapıdan çıkmadan önce göz göze gelmiştik ve sonrasında onu üç gün boyunca görmemiştim. Benden uzak kalmasını istemiştim ancak onu çevremde olmasına alıştığım için boşluğa düşmüştüm ufak da olsa. Sonra hemen attım bu düşünceyi zihnimden, bunu ondan isteyen bendim ve bu kararımda ısrarcıydım. Okulun İstanbul'daki bir hafta sürecek olan seminerine katılmak için hazırladığım bavulla aşağı inmeden odamın camından sokağı seyrettim. Bakışlarım odasının camına değdiğinde karanlık bir pencereyle karşılaştım. Kapıdaki arabasından evde olduğunu biliyordum ancak varlığına dair başka hiçbir kanıt yoktu. Gerçekten de bana geniş ve onsuz bir alan tanımıştı. Burada değilken buna katlanmak kolayken, orada olduğunu biliyorken... Vakit yaklaşınca ufak bavulumla aşağı indim. Osman abim bırakacaktı İlayda'yla beni havalimanına. Sokağa çıktım, tekrar baktım simsiyah camına. Sonrasında arabaya binip uzaklaştık mahalleden. 🌿🌿🌿
1 hafta sonra...
Dolu dolu geçen yedi günün ardından Bursa'ya döner dönmez mahalleye giriş yaptık. Abim İlayda'yı evine bıraktıktan sonra yola devam etti. "Eee, nasıldı seminerler?" Gülümsedim. "Yoğun ama bilgilendirici..." "Az kaldı okulun bitmesine." dedi boş yoldan istifade edip bana bakarken. Göz kırptı. Melek çok şanslıydı, her açıdan. "Sonraki hedefiniz nedir hanımefendi?" Omzumu silktim. "Şu anlık kesin bir şey yok ama hocalarımız aracılık ederse yurt dışında yüksek lisans yapmak hedefimiz İloş'la." "Doğru ya," dedi seslice güldü. "İlkokul birden beri birlikte okuyunca ayrı ayrı bir şey yapamaz oldunuz, şaşırmam hata olurdu." "Derste onu görmezsem odaklanamıyorum," dedim abarta abarta. "Onsuz bir hayat, okul hayatı düşünmem mümkün değil." Birlikte güldük. Bakışlarım camdan dışarı çevrildiğinde sokağa giriş yaptığımızı anladım. Araba yavaşça durdu evin önünde. "Teşekkür ederim abiciğim." Uzanıp yanaklarından öptüm. "Karşılığı ufak bir öpücük olacak değil." dediğinde gözlerimi kısarak baktım ona. Benden ne isteyebilirdi ki? Serhat abim olsa İnci için bir şeyler ister diye düşünürdüm ama Osman abim benden genelde pek bir şey istemezdi, şaşırdım bu yüzden. "Nasıl ödeme mi istersiniz peki abilerin en yakışıklısı?" Yamuk bir şekilde gülümsedi. "Yalaka." Alınmış gibi yaptım. "Ayıp oluyor ama abi." "Tamam güzelim, alınma sen," dedi ve kendi tarafındaki pencereden baktı dışarıya. Ağzının içinden konuştu, duymadığımı sanıyorsa yanılıyordu. "Bir işimiz düştü ya kırk takla attıracaksın." "Estağfurullah abiciğim. Hiç yapar mıyım öyle şeyler?" "Neyse..." dedi bana bakarak. "Şimdi bu aralar yoğunum, gece nöbet oluyor çok sık." Devam etmesini bekledim. "Cuma günü karımın doğum günü... Evliyken ilk kutlayışımız olacak, güzel bir sürpriz olsun istiyorum." Bugün günlerden çarşambaydı. "Nasıl bir şey mesela?" "İkimiz bir arada mı olsak yoksa Haziran da mı olsa..." dedi kararsız bir şekilde. "Yani kardeşi de olsa daha mutlu olur gibi." "Üçünüz birlikte nasıl olacak bu iş?" dedim gülerek. "Üçümüz değil, hepimiz olacağız işte." dedi. Kaşlarım çatıldı. "Hepimiz mi?" "Hım hım," dedi başıyla onaylarken. "Melek'in arkadaşları... Benim arkadaşlarım..." Bir bu eksikti. "O kadar kalabalık olmaya gerek var mı ki? Baş başa olsanız daha iyi olmaz mı?" diye sordum. "Kardeşi olursa daha mutlu olacak. Ona ne kadar düşkün olduğunu biliyorsun." Ailesinden, annesinden kalan tek parçasıydı. Melek'in Haziran'a ne kadar düşkün olduğunu bütün mahalleli bilirdi. O, okusun diye okulunu bırakıp bir yerde çalışmaya başlamıştı. Baba demeye bin şahit olan herif annelerini öldürdükten sonra hapishaneye girdiğinde birlikte yaşadıkları babaanneleri bakmıştı onlara. Ancak kendisi çalışacak durumda değildi tabii. Bir evleri bir de babaannelerinin emekli maaşı vardı. Bu yüzden kendinden vazgeçip on sekizine girer girmez çalışmaya başlamıştı kardeşi için Melek. Zaten sonrasında kaybetmişlerdir tek akrabalarını. Mahalleli çok yardım teklif etmişti ancak küçük bir kızken bile fazlasıyla gururlu davranmıştı. Okulunu bırakıp kardeşi için çabalamıştı. Neyse ki bu sene abim onu ikna etmiş ve sınava hazırlanmasına yardımcı oluyordu. "Peki," dedim kabullenerek. "Bir fikrin var mı?" "Var aslında..." Bakışları arabanın camından bir noktaya odaklandığında bakışlarım oraya kaydı. Oydu, gökyüzü gibi hissettiren adam... "Ali abinle birlikte küçük bir mekân bulup ayırmanız gerek. Alkolsüz ve insansız... Biz bize olacağımız güzel bir yere." Ali abinle... Bir şey anladığından değildi bu sahiplik ekini koymasının sebebi, ona göre doğru buydu çünkü; Ali abin... Yutkunarak çektim oradan bakışlarımı. Oturduğumuz arabanın içine bakıyordu ve onunla bu kadar uzun bakışmak kalbime zarardı. "Bugün olmasa biraz yorgun hissediyorum." dedim, aslında şu an bu konuyu açmasaydı keyfim ve vücudum gayet yerli yerindeydi. "İftardan sonra bakmaya gidebilir misin?" Bakışlarım arabanın içinde dolaştı. "Ağırlık çökmez ise..." "Arabayla gidip bakacaksınız zaten." diye ısrar ettiğinde "Peki." dedim kabullenerek. "Söylersin akşam dokuz gibi gideriz." 🌿🌿🌿 İftardan sonra odama çıkıp hazırlanmaya başladım. Bol, siyah deri pantolonun üstüne aynı renk likralı bir boğazlı kazak giydikten sonra hafif bir makyaj yaptım. Kâkülleri alnıma dökülmesine izin verip düzleştirmeye başladım. Kulaklarıma açık renk bir küpe taktım.
Aşağı inerken bir elimde koyu kahve çantam diğer elimde de siyah renk kürklü deri ceketim vardı. Annemlere göründükten sonra çıktım evden. Çıkmadan önce yüksek topuklu deri bir bot giymiştim. Hava aşırı soğuk olduğundan ceketimi giydim. Sokak kapısından çıktığımda hemen evinin önündeki arabasın yaslanan Korhan Ali'yle karşılaştım. Bir an... Kısa da olsa bir an sanki onunla bir randevuya çıkıyormuşuz da o da beni bekliyormuş gibi hissettim. "Ne saçmalıyorsun kızım." dedim kendi kendime. Yanına doğru adımlarken şöyle bir süzdüm onu. O da benim gibi siyahlara bürünmüştü. Üstüne bütün vücudunu saran siyah boğazlı bir kazak, altınaysa aynı renk dar olmayan bir pantolon giymişti. Kabanının rengini söylememe gerek yoktu. Beni fark etmesiyle elindeki telefonunu kabanının cebine attı ve bana baktı. "İyi akşamlar." dedi gözleri yüzümde gezinirken. Keşke iftardan önce halletseydim şu iş, hay aklıma..! Gülümsedim nezaketen. "Sana da." Israrlı bakışları üzerimde oyalandığında "Gidelim mi artık?" diye sordum sabırsızca. Başını iki yana sallayıp hafifçe tebessüm ettim. "Gidelim tabii, maazallah benimle iki saniye fazla kalırsın aynı ortamda..." Alaylı sözlerine gözlerimi devirdim. Arabadaki yolcu koltuğuna geçtiğimde o da kendi tarafındaki yerine geçti ve arabayı çalıştırdı. Kısa bir süre sessiz kaldık ikimizde. "Bütün yol susacak mısın?" Sorduğu soruyla derin bir nefes aldım. "Konuşacak bir şey mi var?" "Yok mu?" Döndüm ona doğru. Kaşlarım yükseldi. "Ne mesela?" "Havadan sudan?" dedi tek kaşını kaldırıp bana bakarken. Güldüm. Dudaklarımı içe doğru kıvırdım. "Havadan sudan?" diye sordum şaşkınlıkla. "Edelim madem. Nasıl gidiyor Ali abi hayat?" Araba aniden durdu ve ben daha ne olduğunu anlayamadan ona doğru çekildim. Arabayı durdurmuş, dirseklerimden tutup kendine doğru yaklaştırmıştı. Yüzü birkaç santim ötemdeydi ve biz oturduğumuzdan aramızdaki boy mesafesi çok da anlaşılmıyordu. Kulaklarıma dolan yağmur sesleri normalde huzur verirdi ancak şu an diken üstünde olduğumdan o bile sakinleştiremedi beni. Alıp verdiği nefesler yüzüme çarpıyordu. Gözleri gözlerimin en içinde sanki bir şeyler arıyormuş gibi öfkeliydi. "Ne yapıyorsun?" diye sordum içime kaçan sesimi bulduğumda. "Halamın yanımda, abinlerin yanında..." Sustu, gözlerini kapatıp açtı. "Tamam, dedim. Tamam, Korhan Ali." Konuşurken dudaklarının arasından sızan ılık nefesi dudaklarıma çarpacak kadar yakınlaştığında kalbim ağzımda atmaya başladı. "Zorlama kızı, nasıl hitap etmek istiyorsa etsin." Göz bebeği laciverte döndü. "Kim var bu siktiğimin arabasında peki ısrarla o lanet kelimeyi kullanmana gerek?" "Benimle düzgün konuş!" Elindeki dirseğimi geriye doğru çektim. İzin vermedi. "Lan tek sorun bu mu?! Sen sevdiğin adama abi diyorsun!" diye yüzüme yüzüme bağırdığında "Bağırma bana!" dedim onun gibi sesimi yükseltip. Gözleri örtündü. Sert bir soluk çekti içine. Aldığı nefesini verirken gözlerini aralandı. "Söylesene amacın ne senin?" "Ne saçmalıyorsun sen ya?!" dedim titreyen sesimle. Buradan gitmek istiyordum, zaten onunla bu işe kalkışmamam gerekirdi. "Bırak beni artık." Kolumu çektim ve uzaklaştım ondan. Bir elimi kapının kilidini açarken diğer elim kulpunu kendine doğru çekip hızla indim arabadan. "Dilara!" diye seslendi arkamdan. Dışarıya attığım ilk adımla yağmur saçlarımdan ayaklarıma kadar ıslattı beni. Boş yolda ilerlemeye başladım. Adımı seslenmesinin üzerine "Gelme!" dedim bağırarak. Sesinin yakından geldiğini işittiğimde adımlarımı hızlandırdım ancak birkaç saniye içinde tekrardan tutulup çekildim. Bir kolu ceketimin içinden belime diğeri de sırtıma dolandı, sarıldı sıkıca. "Sakinleş lütfen." diye fısıldadı kulaklarıma doğru. İkimizde yağan yağmurun altında sırılsıklam olmuştuk. Ve belime sarılan elini bu kadar ne hissetmek hiç iyi gelmedi. Belimdeki eli karnımın içe gömülmesine sebep oldu. Ondan fena halde etkileniyordum, bu yeni bir şey değildi- ancak ona yenilmek istemiyordum. Benim bu ilişkiyi yürütecek gücüm yoktu. Yüzüm göğsüne gömülmüştü. Kokusu kalbimi titretti. Derin derin çektim içime. Bir süre sonra geri çekildi. Bakamadım gözlerine. Sırtımdaki eli çekildi. Boştaki eliyle çenemden tutup yüzünü yüzüme kaldırdı. Bir anda üzerime doğru eğilip alnını alnıma yasladı. Gözlerim gayriihtiyari kapandığında kalbimin sesi dışarıdan duyulacak diye korktum. "Yapma." dedim korkuyla. Dudaklarımız arasında milimler vardı sadece. Dilimle kuruyan dudaklarımı ıslattığım sırada "Yalama," dedi sertçe. Yutkunamadım bile. Gözlerim aralandı. Sıcak avucu çenemden yanağıma çıktı. Okşadı hafifçe. Gözleri gözlerimdeydi. "Şimdi burada..." dedi bütün nefesini dudaklarıma doğru üfleyerek. Her şeyim ıslanmıştı ancak içim cayır cayır yanıyordu. "Öpsem seni?" Sesi daha tahrik eder gibi çıkmıştı ve bu hiç de iyi değildi. Kollarının arasında bayılmam an meselesiydi. "Sakın," dedim can havliyle. "Lüt..." Belime sarılı avucunun baskısıyla bedenim ona doğru yükseldi ve sözümü yarım bırakan, bütün vücudumu titreten o şey oldu. Göğsüm göğsüne yaslandı. Dudaklarını sertçe dudaklarıma bastırdı.
-BÖLÜM SONU-
(21 Eylül 2024)
Bekliyor muydunuz?
Sizce aralarındaki bu gerilim nasıl durulur?
Sevdiniz mi bölümü?
Kitapta genel olarak sevmediğiniz kısımlar? Ve nasıl gidiyor sizce kitap?
Bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın. Allah'a emanet olun.
sosyal medya hesaplarım: senemeevren , ylafuguzaf |
0% |