@senemeevren
|
Merhabalar. Nasılsınız?
Bölümde bir çiftten kısaca bahsettim, başlamadan ufak bir spoiler vereyim dedim ehehheh
Bir de arkadaşlar yanlış anlaşılmak istemem ama hiç ortada olmayan okuyucular (hayalet okuyucular) keşke bölüm nerede yazmak yerine kitabı okuduğunuzu belli edecek birkaç yorum atsanız, destek olsanız bana. :) Yapanlar üzerine alınmasın, emeğimin karşılığını verdikleri için onlara yalnızca teşekkür ederim çünkü.
Keyifli Okumlar! Şarkı: Sanki - Bengü & Hakan Aktun
20. YARA BANDI "Her şey bu kadar karışıkken gerçeği söyleyemezdim. Olmamış, hiç yaşanmamış gibi yapamaz mıydık?"
"Seninle miydi?" diye sordu abim şaşkınlıkla. Sesi sertti. Bakışlarımı Korhan'dan çekip abime çeviremedim. Sakın der gibiydi bakışlarım. Sakın böyle bir şeyi yapma. Bakışlarını ısrarla üzerimden çekmezken "Evet, benimleydi." diye onayladı abimi rahatça. Dün gece olan biteni hatırlıyor muydu? Gözlerime bakan gözleri ne anlatıyordu? "Ne diyorsun Ali sen?!" diye bağırdı abim. Yerimde titredim. "A- abi." dedim araya girerek. Kekelemekten konuşamamıştım ki... "Sadece Ali abi yoktu. İbrahim de vardı yanımızda, sorabilirsin ona da." İbrahim'e baktım hemen. Korhan'la aramızda gidip gelen bakışları düşünceliydi. Yardım dilendim bakışlarımla. Abimin bakışları Korhan Ali'den ayrılıp bana çevrildi. Sıkıntılı bir nefes alıp verdi. "Gece gece ne oldu?" diyen sesi az öncekine nazaran daha düşüktü ancak sesindeki sertlik hâlâ olduğu yerde duruyordu. İbrahim'e çevrildi bakışları. "Biriniz anlatsın artık..." "Dün gece..." diyen oydu, Korhan. Ne anlatacaktı? Eğer hatırlıyor ve gerçeği söylemeyi düşünüyorsa onu ellerimle boğardım. Bunu yapardım, gerçekten yapardım. "Çok sarhoştum, sadece yardım ettiklerini hatırlıyorum o kadar." Derin bir nefes aldım. Belki de gerçekten hatırlamıyordu. Bunun beni rahatlatması gerekiyordu ama neden rahatlamış hissetmiyordum. Aldığım rahat nefes abimi şüphelendirecek herhangi bir şey söylemediğindendi. O gece sadece benim zihnimde mi yaşıyordu? Tamam, yanlıştı, hataydı. İkimizde kendimizde değildik, özellikle o berbat bir haldeydi. Peki neden boğazımda kocaman bir yumru oturmuştu? Kalbim neden birinin avuçlarında sımsıkı sıkıştırılımış gibi hissediyordum? "Dilara'yla birlikte götürdük Ali'yi evine." diyen İbrahim'le daldığım yerden çıktım hemen. "Benim emniyette acil işlerim olduğundan gitmek zorunda kaldım. Dilara da kahve yapıp geri dönecekti." Gözlerime bakıp "Sonrasını bende bilmiyorum." deyip sustu. Söylediklerinde hiçbir yanlış, yalan yoktu. Ancak devamını doğru söylersem hiç iyi şeyler olmayacağının farkında olduğumdan abime bakıp konuşmayı devraldım. "Serhat abimi bekliyordum, babamları uyandırıp sorun çıkmaması için. Sarhoş geleceğini biliyordum. Sokağa giren arabanın farını görür görmez aşağı indim." dedim sesimin titremesine müsaade etmeden. "Sonra Ali abiyi odasına çıkardık İbrahim'le." Bakışlarım birkaç saniyeliğine ona değdi. Bendeydi bakışları. Nasıl hatırlamamıştı ki? Bu adam keyfine çıplak mı yatıyordu yatakta mesela? Bu hâle nasıl geldim diye de mi sormamıştı kendine? Neyse Dilara, hatırlamaması işimize gelir. "Sabah eve geldiğimde yoktun." dedi abim baskın bir dille. Ne düşünüyordu? Madem böyle bir ihtimal olduğunu düşünüyordu direkt sorsaydı ya! Haklıydı, ben sadece yanlışıma kılıf arıyordum. Hayatımın yanlışına... "Kahveyi içirttim, duşa girince aşağı salona indim ve koltukta beklerken uyuyakalmışım. Gözümü açtığımda eve geçtim direkt zaten." Korhan o gece onda kaldığımı anlamış olmalıydı, peki söylediklerime inanmış mıydı? Burnum neden sızlıyordu? Yumruk yaptığım elimi diğer elimle gizledim. Gözlerimdeki yaşlara yeri olmadığını hatırlattım, ağlamadım. Abimin bakışları yumuşadı. Sakinledi, sanırım mantıklı bulmuştu savunmamı. Peki Korhan mantıklı bulmuş muydu? Dün gece keşke hiç yaşanmasaydı... Sonrasında kapandı konu. Zihnimdeki savaşı da bitirmek bu kadar kolay olsaydı keşke. Evden ilk Uğur abiyle İbrahim ayrıldı. Serhat abim sıfır moralle, duş alacağını söyleyip çıktı salondan. "Ali," diyen abime çevrildi yerdeki dalgın bakışlarım. "Bir dışarı kadar gelir misin?" Ne konuşacaktı ki? "Olur." dedi Korhan'da hemen. Oturduğu sandalyeden kalktı ve abimin ardından çıktığında salonda sadece kızlar kalmıştı. "Dila," diyen Haziran'a baktım. "İyi misin?" Başımı hafifçe saklarken İlayda yumruk yaptığım elime dokundu. Bir şeyler söylemek istiyor gibiydi ancak Korhan'la olan münasebetimi diğerleri bilmediğinden kendini tutuyordu. Eğer gözünün önünde gelişmeseydi ona da anlatmazdım zaten. "Dilara bizimle her şeyi paylaşabilirsin biliyorsun değil mi canım?" Onların nişanında sonra babaannemin yanına Melek sayesinde gitmiştim. Korhan Ali'ye karşı bir hissim olduğunu anlamıştı, dayanamadığımı... Git, demişti. Uzaklaş buradan. Biliyordu aslında içten içe ama üzerime gelmediğinin de farkındaydım. Belki de anlatıp rahatlamalıydım ancak bu, anlatmayacağım kadar çirkin bir durumdu. "Başlayalım mı bir yerden?" dedim temizliği kast ederek. Konuyu kapatmak istediğimi anlamışlardı ve hiçbiri üzerime gelmedi. Osman abimle Korhan Ali bir daha geri dönmediler. Serhat abim de duşunu alır almaz çıkmıştı evden. Akşam geldiğinde onunla konuşmalıydım. Hiç iyi görünmüyordu, hemde hiç... Temizliğe giriştik bir elden. Aklım tamamıyla onlardaydı ama. Temizlik bittiğinde bizde bitmiştik. Her birimiz yorgunluktan bulduğumuz yere attık kendimizi. Çalan kapıyla ayağa kalkıp baktım. Bizim vermediğimiz bir yemek siparişiydi, şaşırmıştım. Abim göndermiş olmalıydı. Yemekleri alıp içeri girdiğimde kızların gözleri kocaman açıldı, hepimiz çok acıkmıştık. Yemeğimizi yedikten sonra İlayda'yla Haziran'ı İbrahim evlerine bırakmıştı. Melek'le duşa girdik. Ben annemlerinkine, Melek ise salondakine girmişti. Saçlarımı kuruttuğum sırada kapım çaldı. "Gir," diye seslendim. Melek olmalıydı. İçeri girdikten sonra kapıyı kapattı. Saçları kurumuştu. Ayakta kalmaması için "Oturabilirsin." dedim yatağımı göstererek. Oturdu yavaşça. Üzerimdeki bakışları gerilmeme sebep oldu. İçimi görüyormuş gibiydi bakışları. Söyleyeceklerinden korktum, kuruyan saçlarımı kurutmaya devam ettim. Bir süre sonra "Kurudu gibi sanki onla?" dediğinde makineden çıkan güçlü sese rağmen duydum söylediklerini. Nereye kadar kaçacaktım ki? Kurutma makinesini kapatıp komodinin üstüne bıraktım. Önüme düşen saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım ve yanına oturdum. "Abim geldi mi?" diye sordum kahverengi gözlerine bakarak. "Daha değil." Yutkundum ve gözlerimi kaçırdım. "Dilara," dedi Melek. "Dün gece ne oldu?" "Aşağıda anlattım ya." dedim gözlerine bakıp. Yalan söylediğimin farkındaydı. "Gerçekten ne olduğunu soruyorum. Abin buna inanmış olabilir ama gerçeğin bu olmadığını ikimizde biliyoruz. Bak canım..." Elime uzanıp tuttu. "Kimseye anlatmadığında içinde büyür ve kocaman bir dağ olur. Önünü bile göremezsin sonra." Göremiyordum ki zaten, karman çorman bir hâldeydim. "Anlat hafifle, yardımcı olurum hem sana. Benden çekineceğin bir durum olmadığını biliyorsun değil mi?" O konuştukça ben dün geceye gittim. Boğazım düğümlendi, burnumun ucu sızladı, gözlerim yaşardı. Nasıl anlatabilirdim ki? Bu mümkün değildi. Hem Korhan hatırlayıp hatırlamadığını bile bilmezken birine bu durumdan nasıl bahsedebilirdim ki? "İnan başka bir durum yok." dedim kısık bir sesle. "Aşağıda anlattıklarımın dışında başka hiçbir şey yok."
Seviyordum. Hem de çok seviyordum. Onu düşünmediğim tek bir zaman bile yoktu. Onunla uyuyor onunla uyanıyordum. Açken düşündüğüm tek oydu, karnımı doyururken, yemek hazırlarken... Gözümü kapattığımda mavi gözleri geliyordu gözümün önüne. İşte o an aldığım nefes buruklaşıyordu. Hasretim büyüyor, kalbime sığamıyordu... Onunla ne olacağını ben de bilmiyordum. İkimizde çok inatçı ve baskındık. Kabul etmiyor, birbirimize kabul ettirmeye çalışıyorduk fikirlerimizi. Zaten ayrılmamıza neden olan da buydu. Çok zıt karakterde olmamız. Onunla olmuyordu ancak onsuz nefes bile alamıyordum. Sekiz aydır ayrıydık ancak onun kalbimdeki yeri hiç değişmemişti. Aksine onsuzluk beni derinden etkilemişti. Kalbime sığdıramıyordum aşkımı. Uzun zamandır içten bir şekilde güldüğümü hatırlamıyordum. Çünkü dediğim gibi her anımda aklımda o vardı ve böyleyken onun olmadığı yerde içimden gülmek de gelmiyordu. Tamam, belki bunu hak etmiştim, çok zehirli bir ilişkimiz vardı, biliyordum. Birbirimize iyi gelmiyorduk birlikteyken ancak iyi değiliz diye bitirdiğimiz ilişkinin onsuzluk kadar kötü etkilemediğini bilmiyordum. Ki ayrılmak isteyen oydu, yapamıyorduk çünkü beceremiyorduk. Ayrı kalmayı hiç beceremiyordum ama. Aldığım nefes ciğerlerime ulaşmadı, kaburgalarım batıyordu sanki. Birine anlatmakta da iyi değildim. Zaten kime anlatırsam haksız bulunacağımı bildiğimden yeltenmiyordum bile. Ondan sadece dört sene boyunca ayrı kalmak istemediğim için lisansını burada bitirmesini istemiştim. Yine hep yaptığı gibi kafasının dikine gitmişti, Ankara'ya yazmıştı tercihlerini. Üstelik ona ulaşacağım bütün yolları kapatmıştı. Numaramı ve sosyal medya hesaplarımı engellemişti. Yedek bir hesap açıp onu stalklıyordum ancak benim olduğumu anladığı an engeli basacağını bildiğimden sessizce yatıp kalkıyordum hesabında. Ve dün gece arkadaşlarıyla birlikte doğum günü partisine gittiğini görmüştüm paylaşımlarında. Sonrasında kopmuştu film bende. O kadar içmek planlarımda değildi ancak içim içimi yerken tek kaçışım bu olmuştu. Sarhoş olmuştum. Ve bu belki de en büyük hatam olmuştu. Sabah uyandığımda babamın hastanede olduğunu öğrenmiştim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Aklım o kadar karışmıştı ki... Şu an bile babam ve İnci arasında kalmış gibiydim. İyi değildim, düşüncelerim benimleydi, kaçmak istediğim ancak kaçamadığım hislerim benimleydi. İyi değildim. Saat epey geç olunca oturduğum banktan buz tutmuş bedenimle kalktım. Adımlarım eve doğru ilerlerken çok dalgındım. Düşünmekten kafayı yiyecektim neredeyse. O an bir ses duydum, sürtünen lastik sesi... Birkaç santim ötemde duran arabanın ucuyla göz göze geldim. Ucuz yırtmıştım. Arabanın kapısı açıldı ve bir kadın indi. "Önünüze baksanıza!" Avucumu kaldırıp "Özür dilerim." dedim ve yoluma devam ettim. Evin önüne geldiğimde Melek'in evde olduğunu bildiğimden çat kapı girmek istemedim, zili çaldım. Kapı yengem tarafından açıldı, başımla selam verip içeri girdim. Hiçbir şey söylemeden odama çıktım. Telefonumu komodinin üstüne bıraktım. Üzerimdekileri çıkarmadan yatağa attım yorgun bedenimi. Bakışlarımı tavana dikip derin bir nefes alıp verdim. Birkaç gün önce geldiğinde onunla konuşmak için bin tane yol denemiştim ancak hepsi başırısız sonuçlanmıştı. Onun tarafından istenmiyordum. Korku sarmıştı etrafımı, ya artık sevmeyi bırakmışsa beni? Avuçlarımı yüzüme götürüp sertçe ovaladım. İlişkimizin başında böyle biri olduğumu biliyordu, kendimi asla olduğumdan farklı göstermiştim. O zaman hiç başlamasaydı bir ilişkiye benimle. Davranışlarım onun açısından kabul görmeyecekse neden en başta çekmemişti o sınırı aramıza? Neden kendimden vazgeçecek kadar bağlanmama izin vermişti ona? Ben de bunu kabullenemiyordum. Onu çok seviyordum ama kıskanç biriydim, törpülemeye çalışmıştım onun için kendimi ancak becerememiştim. En başından kabul etmeseydi eyvallah der geçerdim ama şimdi... Çalan kapının ardından "Müsait misin abi?" diyen kardeşimin sesiyle "Değilim, gelme." dedim ancak kapı aynı saniye açıldı. Madem girecekti neden soruyordu? İçimden ofladığım sırada içeri girip kapıyı örtü ardından. Yataktaki boşluğa oturdu. "Neredeydin?" "Sahilde oturuyordum." Peşimi bırakmayacağını bildiğimden sorularını hızla yanıtlayıp göndermeyi düşünüyordum. "Bütün gün?" diye sordu şaşkınlıkla. "Birkaç saat işte." "Hava buz gibiydi farkında mısın?" diye sordu sesini yükselterek. "Derdin ne senin? Dün kendinden geçecek kadar içiyor, bugün donana kada..." "Dilara beni yalnız bırak." dedim gözlerimi yumup. Omuzuma değdi eli. "Abi lütfen..." Bu kez sözünü kesen ben değildim. Odanın içini dolduran zil sesiyle yarım kaldı sözü. Çalan zil sesini tanıyordum, benim telefonumdan geliyordu ses. "Dilara," dedim sakin bir tonda. "Abiciğim telefonumu alıp odadan çıkar mısın?" "Cevap vermeyecek misin?" "Sen bak telefona, uyuyacağım." dedim. "Emin misin?" diye sordu ısrarla. "Evet." dedim bıkkınlıkla. "Kimin aradığını da mı merak etmiyorsun?" Sesindeki ima kaşlarımın çatılmasına neden oldu. Gözlerim açıldı ve baktım ona. Ekrandaki bakışları bana çevrildi ve telefonun yönünü değiştirip görüş açıma getirdi. Ekranda gördüğüm isimle gözlerim kocaman açıldı, hızla çekip aldım elinden. Oydu... Her şeyim... Öyle kaydetmiştim onu. Ve engellediği için ona ulaşamayan ben ekranda gördüğüm isimden emin olmak için gözümü açıp kapattım hemen. Oysa oydu, yanlış görmüyordum. Araması bitecek diye korktum ve "Dila çık odadan abim, çabuk." dedim ve telefonu açıp kulağıma yasladım. Kız kardeşim bana gülerek odadan çıktığında "Alo," dedim heyecanımı bastırmaya çalışarak. "Nasılsın?" diyen sesini duyduğumda kalbim mümkünmüş gibi daha da hızlandı. "Merak ettim seni de..." "Çok iyiyim." dedim bir anda. Sonrasında gözlerimi sertçe kapatıp açtım. İçimden kendime binbir küfür ederken sesini duydum. "Kusura bakma rahatsız ettim ben s..." "Hayır, hayır." Araya girdim hemen. "Sesini duyunca iyi oldum demek istedim." Birkaç saniye sessizlik oluştu aramızda. Hatta kapattı diye korktum bir an ancak işittiğim nefesi hâlâ hattın diğer ucunda olduğunu kanıtlıyordu bana. "Kaldırmışsın engeli." dedim onunla bir şeyler konuşmak için. Sesini duymak için. "Eee, şey..." "Ney?" "Seni merak ettim." dedi. "Ben seni hep ediyorum." dedim hemen. "Her saniye hemde... Ama ulaşamıyorum..." "Serhat lütfen..." "İnci yapma... İkimize de yapma bunu artık. Olmuyor işte görmüyor musun? Sen yokken ilerlemiyor hayat." "Birlikteykende yapamıyoruz ki biz..." diye savundu kendini. Bu konuşmayı kaç kez yaptığımızı sayamıyordum artık. "O zaman ümit verme bana." dedim. İçimdeki hırçın tarafı durduramadım. "Seni ne kadar çok sevdiğimi göremiyor musun? Baksana ne haldeyim. Sürünüyorum resmen. Sensizlikten kötüsü yok. Seninleyken olan her şeye varım ben." Sustum, nefesini dinledim. "Birbirimize iyi gelmiyoruz..." "Bir kez daha denemeden ikimizde önümüze bakamayacağız." O yokken hiçbir koşulda önümü göremeyeceğimi biliyordum, onu bize tekrar inandırmam gerekiyordu. "Ben hiç değişmedim İnci. Ben sana değişeceğim demedim hiç. Sen bana geldiğinde böyleydim ben. Bunu öne sürmeni anlayamıyorum ben." Onun için kendimi değiştimeye çalışmıştım birçok kez. "Kendimi değiştimeyi çok kez denedim de biliyorsun. Kıskançlığımı bastırmayı çok denedim. Sen bana bu kez evet de... Sana kendimi törpüleyeceğime söz veriyorum. Sensiz nefes bile alamıyorum kızım ben." Kulaklarıma gelen hıçkırık sesiyle sertçe yutkundum. "İnci, bebeğim lütfen yapma, ağlama. Elimi kolumu bağlama..." "Serhat..." dedi titreyen sesiyle. "Söyle bebeğim..." "Seni çok seviyorum..." dedi gözyaşlarının arasından. "Ölürüm sana ben." "Birbirimize iyi gelmiyoruz." dediğinde "Sen yokken iyi olduğumu mu sanıyorsun?" dedim hemen. "Sevgilim..." dedim. Keşke şu an yanımda olsaydı, sarılsaydım. "Bize son bir şans daha ver, lütfen." "Serhat?" dedi seslenir gibi. "Vizelerden sonra oraya geleceğim. Bu konuyu o zaman konuşsak olur mu?" Nefesi kesik kesikti. Gözyaşlarına kurban olurdum. DİLARA IŞIK Babam odamda duramam deyip salondaki koltuğu hazırlatmıştı. Hastaneden döneli neredeyse beş saat olacaktı. Bütün arkadaşları uğrayıp bir çay içip gitmişlerdi. Salonda yakın tanıdıklarımız kalmıştı sadece. Annem, Sema teyze, Elif abla, Melek ve ben mutfakta akşam için yemek hazırlıyorduk. "Kızım bir babana baksana, bi' ihtiyacı falan var mı?" diyen anneme başımı sallayarak karşılık verdim. "Bakıyorum şimdi." Doğradığım yeşillikleri dolaba kaldırdıktan sonra mutfaktan çıktım. Salonun kapısında içeri gelişigüzel baktım. Babam ortadaki koltukta uzanırken hemen çaprazında ki üçlü koltukta iki abim ve o oturuyordu. Ahmet dayım berjerde, damadı Cihangir abiyse kızı Rüya'yla ortadaki sehpanın üstündeki oyuncaklarıyla oynuyordu, yorulmuş gibiydi. Kapıda belirmemle onun bakışlarını hissettim üzerimde. Bakmadım ben ama, bakamadım. "Babacığım," dedim seslenerek. Ahmet dayımdaki bakışları bana çevrildi. "İyi misin, bir isteğin var mı?" Gülümsedi. "İyiyim kızım, acıktım sadece biraz." "Hazır olur bir saate." Bakışlarım tekrardan Rüya'ya değdiğinde "Cihangir abi," dedim ve baktı bana. "Ben alayım Rüya'yı istersen uyur belki, annesinin işi var mutfakta." Salonun ortasına doğru yürüdüm. "Hem acıkmıştır da o şimdi..." Başını hafifçe saklarken kızına dönüp baktı. "Bebeğim acıktın mı sen?" Rüya oyuncağını bir köşeye bırakıp hemen ayağa kalktığında dudaklarımı bükerek baktım ona. Çok tatlıydı. Muhtemelen çok acıktığından babası ısrar etmeden kalkmıştı ayağa. Minik elini tuttum. "Hadi civciv, karnını doyuralım." Gülümsedi. Sonra elini karnına götürdü ve "Çok acıktım." dedi kelimeleri doğru telaffuz edemeden. Bu yaşları o kadar şirindi ki... Onu gülümseyerek izlediğimin farkında bile değildim. Birlikte, el ele çıktık salondan ve mutfakta annesinin hazırladığı yemeği yedirip uyutmak için odama çıktık. Normalde olsa benimle oynar, yorgunluktan uyuyakalırdı ancak şu an aşırı yorgun olduğundan buna gerek kalmamıştı. Yatağımda yan yana uzanmıştık. Sağ kolumun dirseğini yatağa, ayaklarımı ise şakaklarıma yaslamış vaziyette ağır ağır nefes alıp veren Rüya'yı seyrediyordum. Uyumuştu, uyurken onu seyretmek beni sebepsizce sakinleştirmişti. Kapının iki kez yavaşça tıklatılmasıyla "Gel," dedim kısık sesimle. Kapı aralandı ve ardındaki kişiyle göz göze geldik. Korhan'dı. Onu görmemle Rüya'ya çevrildi bakışlarım. Dikkatlice doğruldum ve çıktım yataktan. Arkama döndüğüm gibi aramızda hiç mesafe bırakmayacak şekilde yanıma geldiğini gördüm. "Ne yapıyorsun?" dedim sert ama kısık bir sesle. İşaret parmağımla kapıyı gösterdim. "Çık odamdan." Biri gelmeden gitmeliydi. Geriye doğru gittim, aramızdaki adımı kapattı tekrardan. Gözlerimin içine baktı. Hava karardığından odanın içi tülün ardında yanan sokak lambasının izin verdiği ölçüde aydınlanıyordu. "Konuşacağız." "Çık dedim!" dediğimde sesim beklediğimden yüksek çıktı. Sert bir nefes alıp verdim. Yüzüme bakmaya devam edince "Peki, ben çıkarım öyleyse." dedim ve yanından geçip gittim. Elim kapının kulpuna ulaştı alelacele. Çevirmek için yaptığım hamle yarım kaldı. Kapıdaki elimin üstüne bıraktı elini. Yana kaymayı düşünüp kaçma fikrimi de düşüncede bıraktı, boştaki elini kapıya yaslayıp kapana kıstırdı beni. Açık saçlarımın arasından enseme çarpan ılık nefesiyle tüylerimi diken diken oldu. Boğazım kurudu, ellerim titredi. Aklıma olmaması gereken, yanlış kareler düştü. Kalbim taşikardi, nefesim düzensizdi. "Çekil." Sesimi duyduğundan emin bile değildim. "Bırak biraz daha soluyayım." diye fısıldadı derin bir nefes almadan önce. Boştaki elim yumruk oldu. Kapıdaki eli çekildi. Derin bir nefes almıştım ki belime sarılan eliyle kalakaldım. Dudaklarım hafifçe aralandı, aldığım nefes ciğerlerime ulaşmıyordu. Göğsünün baskısını hissettim sırtımda. Kalbim mümkünmüş gibi daha da hızlandı. Arsızdı. Derin bir nefes aldım, içim doldu kokusuyla. Yanlış, yanlış, yanlış... "Yapma." dedim can havliyle. "Uzak dur lütfen." Sesim titremişti. "Oysa bundan bile daha yakın olmuştuk o gece." Bir çırpıda söyledikleri kulaklarıma ulaştı, orada kaldı. Sürekli yankılandı zihnimde. Hatırlıyordu, hatırlıyordu. Ama... Avucunu açtı ve karnıma yaptığı baskıyla sırtım göğsüyle bir oldu. Her zerresini hissettim. Nefesim kesik kesikti. "Bırak beni, neden bahsettiğini..." "Bilmiyorum mu diyeceksin?" diye kesti sözümü sert bir dille. Bir anda ne olduğunu anlamadan ona doğru döndürüldüm. Belime sardığı eli beni kendine çektiğinde başımı istemeden kaldırıp yüzüne çevirdim. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Ilık nefesi yüzümde dağıldı. "Sabah yanımda uyandığını inkâr mı edeceksin?" "Bırak beni." dedim dişlerimin arasında. "İkimizde kendimizde değildik, özellikle sen berbat bir haldeydin. Benim seni toparlamam gerekirken..." Göğsündeki elimle uzaklaştırmaya çalıştım, olmadı, oynamadı bile yerinden. "Kendini suçlandığını söyleme sakın bana." "Kendimi suçluyorum!" dedim yüzüne yüzüne. "Çünkü suçluyum. Büyük aptallık ettim. Ama merak etme, hiç yaşanmamış gibi yapacağım. Kendini bir şeye mecbur his..." "Dilara Allah aşkına derdin ne senin? Sana böyle sarılırken zorluyor gibi bir hâlin mi var sence?" Gözlerine baktım. Islanmışlardı. "Lütfen..." derken sesim titremişti. "Hiç yaşanmamış gibi yapsak olmaz mı?" Biz, eğer biz olacaksak bile böyle olmamalıydı. Bir mecburiyet olmamalıydı. Hem ben böyle başlayan bir ilişkinin içinde bulunamazdım. Onu seviyordum ancak fikrim hâlâ aynıydı; onunla bir gelecek göremiyordum. Sevmek yetmiyordu. Alnını alnıma yaslayıp gözlerini kapattı. Derin bir nefes alıp verdi. "Bize bunu yapma. İzin ver bana. Yanında olmama izin ver." O gece bana karşı ne hissediyorsun diye sorduğumda çok güzel hissettiren şeyler söylemişti ancak şu anda olduğu gibi ondan beklediğim iki kelimelik bir cümleyi söylememişti. Aklına mı diline mi gelmiyordu bilmiyordum ancak bana beni sevdiğini bile söylemeyen adamla neye dayanarak bir adım atacaktım ki? O kadına bile söylemişti gözlerimin önünde o iki kelimeyi. "İstemiyorum." diyebildim sadece. Kalbimde bir oyuk açıldı, canım öyle yandı ki... Gözleri aralandı ve alnını alnımdan ayırıp birkaç santim uzaklaştırdı yüzünü. Avucunun içindeki elimi bıraktı. Yanağıma yasladı avucunu. "Dilara..." "Git artık lütfen." diye kestim sözünü. Gözlerini kapattı ve sert bir nefes aldı. Sinirlenmişti. Bir süre öyle durdu ve kendine geldiğinde araladı gözlerini. "Aklımı böyle meşgul ettikten sonra istemediğini söylemeni anlayamıyorum." Ben aklını meşgul etmek istemiyorum ki... Ben... Ben kalbini... "Dört sene boyunca karşılıksız sevdim seni. Gözümün önünde başkasıyla bir ilişki yaşadın. Bu söylediğin benim yaşadıklarımın yanın..." Sinirli bir gülüş döküldü dudaklarından. "Ben anladım senin derdini." Önce elini belimden sonra da yanağımdan ayırıp bir adım attı geriye doğru. "Sana farkında bile olmadan hissettirdiğim bütün kötü duyguların intikamını alıyorsun sen." Eli yumruk oldu. "Hayat bu kadar kısayken..." "Onlarla bir ilgisi yok." dedim hemen. "Ben sadece hep yaptığım gibi yapıp kaçıyorum." Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Savaşmak istemiyorum. Bu kadar sene zihnimdeki, kalbimdeki aşkın büyüsü bozulsun istemiyorum. Ben dört sene boyunca içimde büyüttüğüm sevginin pişmanlığını yaşamak istemiyorum." "Pişman olacağından bu kadar eminsin yani..." "Kendimi biliyorum." dedim direkt. "Unutamacağımı biliyorum bazı yaşananları. Kaldıramayacağımı biliyorum aklıma gelecekleri. Birbirimizi yıpratacağımızı biliyorum. Ailelerimizin kabullenmeyeceğini biliyorum." "Bunu şimdi mi akıl ediyorsun? Dört sene ne yaptın sen?" Gözlerim dolu dolu gülümsedim. "Bu yüzden hiç gelmedim ya sana..." Sertçe yutkundum. "Ben seni sevdim evet, ama hiç karşılık beklemeden yaptım bunu. Bir gelecek düşleseydim çoktan vazgeçmem gerekirdi değil mi? Sonuçta sen nişanlı bir adamdın o zaman. Ama vazgeçemedim, çünkü kalbim için seni sevmek bir alışkanlıktı. Vazgeçmesi imkânsız olan bir alışkanlık." Bana şaşkınlıkla baktı. "Şimdi de sevmediğini, senin için alışkanlık olduğumu mu söylüyorsun?" "Hayır," dedim bende inanamayarak ona. Bunu da nereden çıkarmıştı? "Seni seviyorum ama bu bazı şeyleri kaldırabileceğim anlamına gelmez. Sevginin yetmediği konular da vardır." Uzun uzun baktı yüzüme. "Seni anlayamıyorum ben." dedi ve çıkıp gitti odamdan. 🌿🌿🌿 2 hafta sonra... Aradan iki hafta geçmişti. O iki hafta koca bir ömür gibi gelmişti bana. Onunla her gün karşı karşıya gelmiştik ancak aramızda net bir sınır çizerek diyaloga bile girmemiştik. Kaçıyordum ondan. Ben onu görmezden geldiğimden onu da buna mecbur bırakmıştım daha doğrusu. Olması gerekeni yapıyordum. Çünkü burada kalmaya niyetim yoktu. Okulum biter bitmez yurt dışında yüksek lisans yapacaktım. Aramızdaki meseleyi tamamen kapatıp yolumuza bakmalıydık, en azından ben bunu yapmaya çalışıyordum. Becerip beceremediğimden emin değildim ancak çabalıyordum. Olmayacak işe girişmenin getireceği hataların farkındaydım. "Hu hu," diyen İlayda'ya çevrildi bakışlarım. Elini önümde sallayarak dikkatimi çekmeye çalışıyordu. Güz döneminin son vize sınavına girmiştik bugün. Otobüsten inmiş mahallenin sokaklarında yürüyorduk şimdi de. Güneş battı batacaktı. "Yine nerelere gittin acaba? Anlatmıyorsun da bir şey..." "Of İlayda," dedim. "Yok bir şey, bin kez söyledim." O günden sonra neredeyse her gün aynı şeyi konuşup duruyorduk. Ben unutmak için, görmezden gelmek için her şeyi yaparken o ısrarla hatırlatıp duruyordu bana o geceyi. Bakışlarımı yola çevirdiğimde karşıdan gelen kişiyle gözlerim kısıldı. Uğur abiydi. Yanındaki kadına kaydı bakışlarım. Benim fark ettiğimi yanımdaki arkadaşımda fark etmiş olmalı ki az önceki konuşmanın devamını getirtmemişti. Kimdi o kadın? "Bu kadın kim, tanıyor musun?" diye sordum direkt kısık gözlerimle ikiliye bakarken. "Kim olacak," dedi İlayda gergin bir şekilde. "Beyefendinin yeni sevgilisi..." "Eskisi kim ki?" dedim saçma bir noktaya takılarak. Sinirli bir şekilde "Ne eskisi?" dediğinde durdurdum adımlarımı. Döndüm ona. "Sen dedin ya şimdi yeni sevgilisi diye." dedim hatırlarak. "Eskisi kim ki?" "Ne bileyim ya ben!" Tepkisinden anladığım kadarıyla aşırı kıskançlık içeriyordu. "Adamın bekçisi miyiz?" "Sanki biraz," dedim tepkisinden tırsa tırsa. Ardından tutamadım kendimi güldüm. Ters ters baktı bana. "Nereden çıkardın sen sevgilisi olduğunu peki? Bir şey mi biliyorsun?" Yutkundu sertçe önce. Ardından "Kadın bununla kalıyor." dedi kırık bir sesle. Kaşlarım havalandı. Şaşırdım epey. "Emin misin?" "Aynı sokaktayız ya." dedi sinirli bir şekilde. "Kardeşi falan olmasın?" dedim bir ihtimal. Omuzunu silkti. "Bana ne ya?! Neyiyse neyi! Beni ilgilendirmiyor." Tabii tabii der gibi oynattım başımı. Koluna girdip ilerlemeye devam ettik. Uğur abinin bakışları yerden kalkıp bize değdiğinde hafifçe tebessüm ettim. "Öğrenelim bakalım astarı neymiş bu işin." dedim kısık bir sesle İlayda'nın kulaklarına doğru. "Sakın karıştırma beni bu..." Yarım kaldı sözü. "İyi akşamlar Uğur abi." dedim aramızda birkaç adım kala. "İyi akşamlar." dedi bakışlarını İlayda'nın üzerinde kısaca gezdirip bana çevirdi. "Okuldan mı?" Başımla onayladım onu. Yanındaki kadına değdi bakışlarım. "Tanıştırmayacak mısın hanımefendiyle bizi?" "Hülya." dedi yanındaki kadını işaret ederek. Ardından beni gösterdi ve sonra yanımdaki arkadaşımı... "Dilara ve İlayda..." Gülümsedim. Elimi uzattım. "Dilara ben, memnun oldum." İlayda'nın kızıl saçlarının aksine siyah rengi saçlara sahipti. Gülümsedi hafifçe. "Hülya bende memnun oldum." Elimi bıraktı. İlayda'ya değdirdiği sık bakışları onda durdu ve elini uzattı. İlayda'yla da tokalaştılar. "Kız arkadaşın mı?" diye sordum lafın gelişi. Lafı oraya getirttiğimi umarım anlamamışlardır. Kolumu sıkan eller canım arkadaşıma aitti. "Yok," dedi Uğur abi hemen. "Hülya benim kardeşim gibidir. Yani biz kuzeniz. Bizim okulda Beden Eğitimi dersi için ihtiyaç vardı, buraya atandı." Sanırım ki bunca açıklama yanımdaki kadın içindi. Gülümsedim. "Anladım," Hülya'ya baktım. "Hoş geldin mahallemize." Nazikçe tebessüm etti. "Hoş buldum." İlayda'ya kaydı bakışları. "Bu arada mahalle de temiz, küçük, boş bir ev varsa Uğur'a söyleyin lütfen." "Söyleriz tabii." dedim ve sonrasında iyi akşamlar dileyip ayrı yönlerde ilerlemeye devam ettik. Yol boyunca söylenip durdu İlayda bana. Ancak aklındaki sorular cevap bulduğundan sakinleşmiş gibiydi. Yollarımız ayrıldı ve ben evin yolunu tuttum. Sokağın sonunda dönüyordum ki gördüklerimle adımlarım kesildi, kalakaldım. Korhan ve Asya'ydı. Uzun zamandır görmediğim kadını ilk gördüğüm an bu oldu. Yakınlardı epey. Korhan onun kolundan tutmuş, yüz yüzeydiler. Uzaktan gördüğüm buydu. Önüme gelen saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Ne konuştuklarını bilmiyordum ancak tartışıyor gibiydiler. Hakkım olmamasına rağmen deli gibi kıskandım. Dudaklarımın kemirdiğimin farkında bile değildim. İçim içimi yedi. Orada durmalı mı yoksa çekip gitmeli miydim bilemiyordum. Ancak ayaklarımı hareket ettiremiyordum. Neden bu kadar yakındılar? O an bana dönüp olan adamın bakışları bu tarafa kaydı ve sokak lambasının altında duran beni fark etti. Göz göze geldik. Burada durmamalıydım. Arkama döndüm ve geldiğim yolu geri yürümeye başladım. Koşmadım ancak adımlarımı hızlıydı. Ardımdan gelen adım seslerine "Dilara, dur lütfen yanlış anladın." diyen adamın sesi karıştı. Yanlış anlamamıştım. Doğrusu hiçbir şey düşünmemiştim o an. Sadece onları bir arada görmek rahatsız hissettirmişti. Kıskanmadığımı söyleyemezdim. Kendimi kandırmak olurdu bu. Durmadım, yürümeye devam ettim. Kolumdan çekip kendine çevirdiğinde yüz yüze geldik. "Bak yanlış anladın." "Yanlış anlayacağım bir durumda değiliz." dedim hemen ardından. "İstediğini yapmakta özgürsün." Şu söylediklerimi kalbim reddetti. Doğru değildi çünkü. İçim içimi yedi ama hakkım değildi. Ona git derken hayatına karışamazdım. Buna hakkım yoktu. "Yine de bilmeni istiyorum." Kolumu çektim avuçlarından. "Sorun yok." dedim tebessüm etmeye çalışarak. Zorlama olduğu çok belliydi oysa. Kime neyi ikna ettirmeye çalışıyordum ki? Arkama döndüm ve sahil yolunda yürümeye başladım. Eve gitmeyecektim. Biraz hava almak istiyordum. "Nereye?" diye sordu. Hemen arkamdaydı. Onu cevaplamadım. Aramızda bir adım bırakacak şekilde geldi arkamdan. Sahildeki banklardan birine oturduğumda sessizce oturdu yanıma. Anneme geç geleceğimi haber ettikten sonra bir saat boyunca hiçbir şey söylemeden oturduk öylece. Düşündüm, ne konuştuklarını merak ettim içten içe. Geçmişe döndüm bir an. Onların birlikte olduğu zamanlara. Şu bankta gözümün önünde ele oturdukları basit bi ana... Kalbim acıdı. Öfkelendim. Derin bir nefes aldım. Neden hâlâ buradaydı ki? Gitse olmaz mıydı? Bundan önce hep yaptığı gibi sadece baksaydı, görmeseydi içimi. Hissettirmeseydi koca bir boşluğu yüreğimin ortasında. "Dila..." Konuşmasına müsaade etmedim, edemedim. Çünkü farkındaydım, bazı şeyler değişiyordu onun açısından. Yıllar önce olsaydı ayaklarımı bile yerden kesecek olan bakışlarındaki değişim, şu an sadece büyük bir boşluktu. Çünkü hâlâ aklımı kaybetmemiştim. "Korhan," dedim yumuşak bir tonda. Abi kelimesini eklemek her şeye rağmen zor geldi. Olmayacağını biliyordum ancak o kelimeyi ekleyemiyordum. Zaten o gece yaşananlardan sonra koca bir saçmalık olurdu adının yanına o sıfatı eklemek. Bakışlarımı omuzlarımın üzerinden hemen yanımda oturan adama çevirdim. Aramızda bir karışlık mesafe vardı ve bakışlarımı uzun tutamadım mavilerinde. Önüme döndüm ve gökyüzüne kaldırdım hafifçe başımı. "Bir adam ile yara bandının hikâyesini hiç duydun mu?" diye sordum meraksız bir tonda. Çünkü anlatmak istediğim sıradan bir hikâye değildi, kendi yazdığım bir hikâyeydi. Yüzüne bakmadığım için ne tepki verdiğini görememiştim ama onu tanıdığım kadarıyla –bu da çok uzun bir zaman dilimine tekabül ediyordu- şu anda hafif çatık kaşlarıyla bana bakıyor olmalıydı. "Hayır," dediğinde sesinde bariz bir sorgu vardı. Onunla konuşmaktan kaçındığımı çok iyi bildiğinden onunla sözlü iletişime geçmiş olmama oldukça şaşırmıştı. "Bir gün bir adamın kolunda ufak bir yara açılmış." diye başladım çatallı sesimle konuşmaya. "Çok ufak bir yaramış ama, öyle hastaneye gitmesine gerek yokmuş. Küçük bir sıyrıkmış sadece." Kalbim acıyordu. Keşke bu şekilde gelmesiydi bana. Böyle gelmeseydi. Hafifçe yutkundum. "Bir yakınından yara bandı istemiş. Kapatmış yarasını o yara bandıyla. Kısa bir süre birlikte yaşamışlar mecburen. Birkaç gün içinde iyileşmiş adam ve kolundaki yara bandını bir an bile düşünmeden atmış çöpe. İhtiyacı olduğunda hemen sarıldığı yara bandından iyileştiğinde hemen kurtulmuş." Sustum, çünkü devamını getirmek zordu. Ona hayır demek çok zordu. Hafif ıslanmış gözlerimi tekrardan gözlerine çevirdiğimde onun hâlihazırda bana bakan gözleriyle karşılaştım. Gözlerinin içine bakarak devam ettim. "Olan da yara bandına olmuş. Temiz, tertemiz yaşamı bir çöpte sonlanmış. Çok zaman geçmiş, en sonunda biri bulup temizlemiş." Keyifsizce tebessüm ettim bir anlığına dolu dolu gözlerimle. Gözlerimdeki bakışları dudaklarıma düştü. "Eskisinden daha iyi, daha temiz görünüyormuş artık. Ama..." Gözlerimiz birleşti. "İçi paramparçaymış." "Dilara..." Bu gece ikinci kez kestim sözünü. "Ben yara bandının yaşadıklarını yaşamak istemiyorum."
-BÖLÜM SONU- (30 Ekim 2024)
Sonunda giriş bölümündeki kısma gelebildik. Kitap şu an bu bölümle toplam 70 bin kelime oldu. Bakalım daha ne kadar ilerleyeceğiz?
Nasıldı bölüm?
Sorularınız varsa şöyle alayım....
Sizce kitap nasıl ilerleyecek? Kitaba başlarken aklınızda dönen bir hikaye olduğuna eminim. Benimle paylaşırsanız çok sevinirim. Bakalım kimlerim tutmuş.
Korhan ve Dilara hakkındaki genel düşüncelerinizi buraya yazar mısınız?
Serhat ve İnci hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın. Allah'a emanet olun. sosyal medya hesaplarım: senemeevren , ylafuguzaf
|
0% |