8. Bölüm

7. Gökyüzü Gözlü

Senem Evren
senemeevren

Merhaba.

Şarkı: Sevmeyeceğim - Yıldız Tilbe

Yorumlamayı ve yıldıza basmayı unutmayın lütfen.

7. GÖKYÜZÜ GÖZLÜ

"İçimdeki kıyametten habersiz neden benden kaçıyorsun diye soruyorsun. Söyleyemiyorum, söyleyecek çok şeyim var ama dudaklarımı aralasam arkana bakmadan kaçarsın, biliyorum."

Araba evlerinin önünde durduğunda hep birlikte indik. Yolda Elif ablayı evine bırakmıştık. Ben evime doğru döndüğümde İnci'nin abisi bagajı açıyordu. "İyi akşamlar." dediğimde, "Sende gelsene, hem halamlar da bizdedir şimdi. Babaannem seni sorar." diye karşılık verdi İnci.

Zübeyde babaanne yani Ahmet dayımın annesiydi esasında ancak Erzurum'dan buraya geldiği her vakit onunla çok güzel vakit geçirirdik. Eskiden o da Mudanya'da kalıyordu ancak on sene önce eşini kaybettikten sonra buralarda kalamamıştı. Küçük oğluyla birlikte eşinin memleketine taşınmıştı. Bazı bayramlarda o Mudanya'ya gelirdi bazılarındaysa dayımlar oraya giderdi. Bu sefer o gelmişti işte, ancak tek sebep bayram değildi. Korhan'ın nişanı için geldiğine emindim. Orada dönecek muhabbeti az çok tahmin ediyordum.

"Yok," dedim yorgunca. "Biraz dinleneyim. Ben yarın uğrarım yanına onun."

"Sen bilirsin," dedi tebessüm ederek. Bagajın ardındaki adam "Dilara dursana bi'," diye seslendiğinde adımlarım kesildi. Doğru duyduğuma emin miydim?

Elindeki bir mağaza poşetini ters bir ifadeyle kardeşine uzattığında bagajı kapattı. İnci elindekilerle eve girdiğinde abisi yanıma gelip karşımda durdu. Gözlerine baktım. Ucu bucağı olmayan gökyüzünü andırıyordu.

"Sen olmadı dedin ama bence çok güzel olmuştur." dediğinde çatık kaşlarımla dinledim onu.

"Neye?" dedim anlayamayarak.

Bakışlarımı yüzünden başka hiçbir yere dokundurmadığımdan ellerindeki mağaza poşetini görmemiştim bana uzatana kadar. Bakışlarım eline düştü. "Mağazada denediğin elbise... Yakışmadı dedin ama bence çok güzel olmuştur. Çekinmene gerek yok, al." diye açıklama yaptığında çatılan kaşlarım havalandı.

"Çekinmiyorum zaten," dedim asabice. "İstemiyorum, geri götürebilirsin." Bir adım atıp yaklaştığında geriye iki adım atıp aramızdaki sınırı korudum. "Emrivaki yapmana gerek yoktu." diye eklediğimde fazla mı tepki gösteriyorum acaba diye sorgulamadan edemedim kendimi.

"Bu aralar çok garip davranıyorsun," dedi o da beni anlamaya çalışırken. "Bir sorun mu var aramızda benim bilmediğim? Neyse sıkıntı bana anlatabilirsin."

Dudaklarımın kenarı alayla kıvrıldı. "Hayır, yok öyle bir şey," Gözlerinin içine baktım, hiçbir kırgınlığımı saklamadan baktım.

"Peki, neden böyle davranıyorsun? Ufak bir elbiseyi bile ne kadar büyüttüğünün farkında mısın? Para için deme çünkü bunun lafı hiçbir zaman olmadı aramızda."

"Parayla bir ilgisi yok." dedim omuzlarımı kaldırıp indirerek. "Nişanında giyecek bir şeylerim olur mutlaka bu kadar abartılı bir şeye gerek yok." Kalbimi acıta acıta kurduğum cümlenin ardından karşılık verdi.

"Ablamlar bayağı da abartmış. Sende kardeşim gibisin."

"Değilim!" diye bağırdım artık dayanamayarak. Kaşlarını çatarak baktı bana. Anlamaya çalışıyordu. Bir adım atıp yaklaştım ve gözlerinin içine baktım. Kalkıp da nişanına üç gün kala aşk itirafı yapıp aklını karıştırmayacaktım tabii ki. Sadece artık aynı cümleyi kurmasından sıkılmıştım. Değildim işte kardeşi falan.

"Sen İnci'ye birilerini mi ayarlıyorsun?" Neden bahsettiğimi anladığında gözlerini kaçırdı. "Abim kalkıp gelse İnci'ye duygularım var dese sırtını mı okşayacaksın?!" dedim kaşlarımı kaldırıp. Gözlerime bakması için çenesinden tutup yüzüme çevirdim. Elimi ateşe değişmişçesine hızla çektiğimde sertçe yutkundum. "Şimdi kalkıp bana maval okuma. Kardeşmiş!" Derin bir nefes aldım. "Sen önce bir karar ver kardeşin miyim yengen miyim?"

"Dilara," diye araya girdiğinde kestim sözünü.

"Ne?'" dedim kaşlarımı kaldırarak. "Haksız mıyım? Siz kendi aranızda konuşmadınız mı? Sen bile bile susmadın mı? Sonrasında kalkıp bana yenge demedin mi? Salak mıyım ben bunları birleştirmeyecek kadar? Şimdi de İnci'den bir farkın yok deme bana."

"Özür dilerim," dediğinde, "Dileme." diye kestim sözünü tekrardan. "Sadece yaptıklarınla söylediklerin bir olsun."

O bilmeden yakıyordu canımı farkındaydım ancak o an bunu tartıp konuşacak durumda değildim, ben de yaktım.

"Uğur seni sevdiğini söylediğinde bir şey söylemedim çünkü kötü biri değil. Canını yakacak biri olsaydı araya girerdim." Acıyla tebessüm ettim. Birbirimizi acıtmadan duramıyorduk.

"Kimseyi istemiyorum hayatımda." dedim net bir şekilde.

İmayla, "Emin misin?" diye sorduğunda, "Ne demek emin misin?" diye soludum sinirle bir adım üzerine atıp. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Aramızda neredeyse yirmi santim olduğundan başımı oldukça kaldırmak zorunda kalmıştım. Konuşurken bu kadar yakın olduğumuzu fark edememiştim ancak son adımımla oldukça yakındı yandığım gözleri gözlerime.

Dudaklarını aralayıp konuştuğu anda gözlerindeki bakışlarım kayıp dudaklarına düştü. "İbrahim'le çok sıkı fı," Bakışlarımı mı fark etti yoksa başka bir şey mi oldu bilmiyordum ancak hızla çektim gözlerimi ve iki adım geriye gittim. Bakışlarım yerde gezinirken utancımdan ölecektim.

"İyi akşamlar," deyip arkama dönüp bahçeye geçtim alelacele. Eve girdiğimde sırtımı kapıya dayayıp derin bir nefes aldım. Gözlerimi sımsıkı kapatıp utançla ayaklarımı yere vurdum. "Allah belanı versin Dila! Gurursuz musun kızım? Nasıl yaklaşırsın o kadar? Ya nasıl bakarsın durup dururken dudaklarına?!"

🌿🌿🌿

Kimse evde yoktu. Üzerimdekileri kirlilere atıp duşa girdim beklemeden. Hava fazlasıyla boğucuydu. Soğuk su bile etki etmedi. Elimde olsaydı çıkmayacaktım banyodan.

Alt kata inip mutfağa geçtim, acıkmıştım. Ocağın üstündeki tencereye baktım. Pilav vardı. Altını açtım. Fırında ki etleri fark ettiğimde onunda düğmesine basıp ısınmasını bekledim. O sırada yoğurt kutusunu çıkardım.

Kulağıma dolan zil sesiyle elimdeki işi bırakıp holün sonundaki dış kapıyı açtım. Açar açmaz yüzümde geniş bir tebessüm oluştu. Abim, nişanlısı Melek ve kardeşi Haziran vardı kapıda. "Hoş geldiniz." dedim geriye çekilip kapıyı tam açtım.

Sırayla içeri girdiler. Abinle Melek'i es geçip Haziran'la sıkıca sarıldık birbirimize. "Hoş buldum Diloş."

Gülümsedim. Geriye çekildiğimizde birbirimize baktık bir süzerek. "Ay sen daha da bi güzelleşmişsin." dedi kurumaya yüz tutan saçlarıma dokunurken.

"Kızım asıl sen taş gibi olmuşsun." dedim bende üzerine bakarken.

"Çok sağ ol hayatım." Kıvırcık saçlarını geriye savurdu. Abimler salona geçince bizde arkalarından gittik.

Koltuğa oturan abimin yanına oturdu Melek. "Dilara yemek mi var ocakta?" dedi havayı solarken.

Gözlerim kocaman açıldığında hızla çıktım salondan. Ocağın altını kapayıp hızla başka tencereye boşalttım pilavı. Neyse ki yenilmeyecek gibi değildi. Salona geçip aç olup olmadıklarını sorduğumda abim olumlu yanıtladı beni.

Dört tabak ve fırındaki patatesli etleri orta tabak yapıp yanına da soğuk ayran çırptım. Mutfaktaki masaya yerleştirdim. "Hadi yemek hazır gelin." diye seslendiğimde kendimi bir an annem gibi hissettim.

Dalga geçercesine kendime güldüğüm sırada abimler mutfağa girdiler. "Ne o Dila Hanım, Leyla gibi gülümsüyorsunuz." diye takıldı Haziran. Masaya oturduğumuz da yemeğe başladık. "Enişteciğim sana enişte geliyor benden söylemesi."

Masanın altında ayağına vurdum sussun diye. İnleyerek ayağına uzandığında "Yavaş kızım, kırdın." dedi gülerek. "Doğru yani var bir eniştemiz?"

"Haziran ya ne eniştesi küçüğüm daha hem ben." Susması için her şeyi söylüyordum.

"E çüş," dedi benimle uğraşmaya devam ederek. "Gel cebime gir."

Kaşlarımı kaldırdım susması için. "Canım kardeşim yine formunda." dedi Melek bana bakarak. Haziran'a bakışlarından bile belliydi çok özlediği. Onlar da Haziran'ın dalga geçtiklerini bildiklerinden gülümsüyorlardı, neyse ki ciddiye alan yoktu.

"Dila, Sedef Hanım neredeler?" Başka bir konuya geçmesiyle rahatlamam gerekiyorken ben niye daha fazla gerilmiştim.

"Dayımlardalar."

"Abim, sen gittin mi hastaneye?" diye araya girdi Osman abim.

"Gittim, gittim. Zaten pek de ağrısı kalmadı."

Abim "Sen niye gitmedin Ali dayılara?" diye sorunca, "Nişan için kıyafet bakmaya gittim İncilerle. Yoruldum, yarın görmeye giderim Zübeyde babaanneyi." diye cevap verdim.

"Zübeyde babaanne mi geldi?" Başımı salladım. "Ne zaman geldi?"

"Akşamüzeri."

Hemen yanında oturan nişanlısına döndü. "Bir merhaba demeye gitsek mi?"

"Olur canım, gidelim."

Yemeklerimizi yedikten sonra abinle Melek karşı eve geçtiler. Bizde Haziran'la bulaşıkları makineye attık. Soğuk limonataları bardağa doldurup odamın bulunduğu kattaki balkona çıktık.

Ev üç katlıydı. İlk kat salon, mutfak ve bir odadan oluşuyordu. İkici katta ise annemlerin ve benim odam vardı. Onların kendi banyosu olduğundan kattaki banyoyu yalnızca ben kullanıyordum. Bu katta en sevdiğim şey odamın hemen yanındaki sokağa bakan geniş balkondu. Çatı katı ise abimlere aitti.

Balkondaki koltuğa yana yana oturduk. Bardakları önümüzdeki sehpaya bıraktıktan sonra hızlıca birbirimize sarıldık. Özleşmiştik.

Ayrılıp sırtımızı koltuğa yasladık ve mahalledeki karanlığı, sessizliği seyrettik. "Buranın bende çok berbat hisler uyandırması gerekiyor ama buraya her dönüşümde çok huzurlu hissediyorum." Bölmedim onu, dinledim. Çünkü çok fazla kendini açan biri değildi. İçinde hallederdi, yüzünde tebessüm olurdu. Aynı benim gibi. Omuzlarının üstünden bana baktı. Gülümsedi. "İyi ki varsınız."

Gülümsedim. "Sende iyi ki varsın canım benim." Kolundan geçirdim elimi ve başımı omuzuna yaslayıp karşı eve baktım. Bütün ışıkları yanıyordu.

Benim ışığımı söndürüp bütün ışıklarını yakmıştı.

"Eee," dedi keyifli bir sesle. "Anlat bakalım mahalle dedikodularını çok uzak kaldım malum." Seslice güldüm.

"Bildiğin şeyler. Bir gelişme yok."

"Hadi oradan," dedi hızlıca. "Ali abi evleniyormuş hiç söylemedin. Asya kapmış gül gibi çocuğu."

Dudaklarım düştü. Bakışlarım uzaklara daldı. Üç senelik aşkımın altı ay önce başkasıyla gördüğüm an geldi gözümün önüne. Gözlerim doldu. Neyse ki yüzümü görmüyordu.

Geçen yılın son günü bu senenin ise ilk günüydü. Heyecanlı başlayan günüm gözyaşlarıyla son bulmuştu. Tabii Haziran İzmir'de olduğundan gelmemişti. Sonrasında tatilde çok kısa bir süre gelip gitmişti çünkü çalıştığı yerden o kadarcık izin alabilmişti. Birlikte olduklarını biliyordu ama evlilikle ilgili bir şey bilmiyordu. Zaten çok yeni bir haberdi.

"Birkaç gün önce duydum bende," Titreyen sesim yüzünden susmak zorunda kaldım. Yutkunup kendimi toparlamaya çalıştım. İyi olmalıydım ama kalbimde kocaman bir öküz oturmuşken bunu nasıl becerebileceğimi bilmiyordum. "Yeni bir haber yani anlayacağın..."

Kolumdan çıkıp geri çekildi. Bakışlarını üzerimde hissettiğimde iyice stres yapıp gülümsemeye çalıştım. "Evlenen evlenene değil mi?"

Gözlerini kısarak bakmaya devam etti. "Evde kaldığına mı üzüldün bu kadar?" diye sordu alayla.

Omzumu silkim geriye yaslandım. Bakışlarımı kaçırmaktı amacım. Gözlerine bakarken oynamak çok zordu çünkü. Bu sefer karşımdaki evin balkonunda gördüğüm iki kişiye kaydı bakışlarım. Osman abim ve Korhan Ali'ydi. Sigara içiyorlardı. Abim çok içmezdi, muhtemelen yanındaki herif içtiğinde ona da sormuştu.

"Elimi sallasam ellisi kızım." dediğimde kahkaha attı.

"E tabii, baksana şu kaşa göze. Şu gözlere bakmak için sıraya girenler..."

"Dalga geçmesene." deyip omuzuna vurdum.

"Ah," Kolunu tutarak geriye gittiğinde abimlerin bakışları buraya kaydı.

"Yine başladınız mı?" Abim ta karşı evden müdahale edince Haziran'la birbirimize bakıp gülmeye başladık. Küçükken hep kavga ederdik ve bizi ayıran çoğu zaman abim olurdu.

"Yok be enişte, takılıyoruz öyle." diye yüksek sesle bağırdı canım arkadaşım. Ardından kalbim de ağırlık yapan adama döndü. "Hayırlı olsun Ali abi."

Bakışları bir an bana değer gibi oldu ancak bu kendi uydurduğum bir an mı anlayamadan Haziran'a çevirdi. Sigarasından derin bir nefes alıp içine çekti. "Eyvallah." Bakışlarımı çektim. "Hoş geldin."

"Hoş buldum."

Onlar içeri girdiklerinde biz oturmaya devam ettik. "Hadi mezuniyetten birkaç fotoğraf seçelim." Telefonunu açıp galeriye girdi. Gündüz birkaç resim paylamıştı ancak ikinci bir gönderi daha atmak istiyordu. Aralarından üç tane seçip art arda sıraladık. Altına yazacak birkaç söz düşünürken telefonuna düşen bildirimle "Siktir," dedi bir anda yüksek sesiyle.

Kaşlarım çatıldı. "Ne oldu?" diye sordum. Telefonun ekranını bana çevirdi. Gözlerimi kısıp baktım ekrana. İnstagram bildirimiydi.

eseneribrahim gönderinizi beğendi.

"Bu niye beğeniyor ki fotoğrafımı?" diye sordu sinirle. Gündüz paylaştığı resme gelen beğeni için fazla bir tepki vermiş gibiydi.

"Niye beğenmesin?"

"İnsan çirkinsin dediği kızı niye beğenir ki? Hem bu beni takip etmiyordu ki!" Hatırladığım geçmişle dudaklarımın kenarı kıvrıldı.

"Hesabın açık ya... Melek paylaşmışsa oradan görmüştür." dedim onu sakinleştirmek için.

Omuzlarını silkti. "Beğenmesin bana ne." İbrahim'in hesabına girdi. Az kişiyi takip ediyordu. Tam da o sıra bir bildirim daha geldi. Bu kez takip isteği yollamıştı. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülüşümü gizlemeye çalıştım.

"La havle." diye söylenince "Geçmişte kalmış bir şey ya abartmasan mı? Hem belki artık beğeniyordur?" diye araya girdim. Girmez olaydım.

"Sen benim mi onun mu yanındasın?" diye sordu. "Adam tipimle diye alay ediyordu be. Şimdi beğense ne yazar? Siktirsin gitsin."

"Çocuktun o zamanlar." Beş sene öncesinden bahsediyordu. Haziran 15, İbrahim 20 yaşındaydı. Ve İlayda'nın kendisine karşı beğenisini hissettiğinden olsa gerek ona hep mesafeli davranır, berbat hissettirirdi. Elbette savunmuyordum onu ancak o zamanlar ergenliği yeni atlatmıştı. Nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu.

"Sen gerçekten onun yanındasın?" dedi şok içinde.

"Hayır bir tanem ama onu iyi tanıyorum. Pamuk gibi kalbi var. Yaptığı hatalar geçmişte..."

"Umurumda değil. Şimdi bir engel yesin de kendine gelsin." dediğinde şaşkınlıkla onu seyrettim. İbrahim'i engelleyip telefonu kapattı. Sırtını geriye yaslayıp "Eee, başka yok mu dedikodu? Neyse yarın bize gelin, bizim kızlarla kız gecesi yapalım özledim herkesi. Kaynatalım azıcık." dedi rahatça.

🌿🌿🌿

Dün gece Haziran'ın gitmesinin ardından annemleri beklemeden odama çıkmıştım. Sabaha kadar dönüp durmuş uyuyamamıştım. Hangi ara uyuyakaldığımı anlayamamıştım ancak annemin adımı seslenmesiyle söylenerek esnemeye başladım.

"Dila," diye sesleniyordu. "Hadi kızım uyan." Gece uykusuz kaldığımdan uyandırmasaydı öğlene kadar uyurdum. Ancak o bunu bilmediğinden çok fazla uyuduğumu düşünüyordu.

Gözümü giren güneşle sıkıca kapattım. "Anne ya!" dedim sitemle. "Kapat şu perdeyi gözünü seveyim."

"On saattir uyuyorsun. Sen iyice tembel oldun." diye söylenmeye devam ettiği sırada camı açtığını işittim. "Kalk hadi. Zaten dün de gelmedin Zübeyde annenin yanına. Oysa çok seversin sen onu bir selam verip öyle gitseydin Dilara."

"Yorgundum," diye savundum kendimi. Gözlerimi yavaşça araladığımda kısık gözlerimle baktım anneme. Yanıma gelip pikeyi çektiğinde gözlerim ışığa alışmıştı.

"Bir hoş geldin demek çok zor olmasa gerek kızım." Bakışlarını bakışlarımla birleştirdiğinde kaçırdım hızla. Elini çeneme götürüp yüzüne doğru çevirdi. "Baksana sen bana." Gözlerini kısıp yüzümü inceledi. "Ağladın mı sen?"

Gözlerim kocaman açıldı. "Hayır, ne alaka hem? Yorgunluktan nasıl uyumuşsam gözlerim şişmiş."

"Peki ya kızarıklıklar?" Peşimi bırakmayacak mıydı?

"Toz kaçmıştır."

"Dila!" dedi kızgınca. "Annenim ben senin anlarım, söyle hadi ne üzdü seni?"

Omzumu silktim. "Yok bir şey anne. Gece telefona bakıp uyumuştum, ondan kızarmıştır."

Kaşları çatıldı. "Peki, bu seferlik de gelmiyorum üzerine ama bir sonraki sefer yemem bahanelerini haberin olsun. Annenim ben senin. Bana anlatmayacaksın da kime anlatacaksın?"

"Bir şey olsa anlatacağım da," Omuzlarımı indirip kaldırdım. "Ama yok işte." diye ekledim.

"Neyse tamam. Kalk hadi hazırlan Sema teyzenlere gideceğiz kahvaltıya. Çok kızdı Zübeyde anne haberin olsun."

"Sen niye gitmedin dükkâna?"

"İşimin patronuyum kızım ben." diye cevap verdi alayvari tavrıyla. "Dilersem giderim, dilersem gitmem."

"Batarsan da öyle dersin." dediğimde omuzuma vurdu sertçe. "Tövbe de, dua kapısı nemin açık olur! Allah yazdıysa bozsun."

Çiçeklerini benden daha mı çok seviyordu?

Yataktan kalkıp odadan çıkmadan bana baktı omuzlarının üstünden. "Beş dakikan var. Nasılsan öyle gelirsin haberin olsun."

Ona çıplak olsam bile mi diye sormak istesem de susmayı tercih ettim. Bugünlük kotamı doldurmuştum, ölmek için henüz gençtim.

Hemen dolabımı açıp kombin yapmakla vakit kaybetmeyip beyaz bir elbise seçip giydim. Yarım, balon kollu elbise dizlerimin üstünde bitiyordu. Omuzları açıktı. Elbise giymeyi severdim, yakıştırıyordum da kendime. Hemen giydim.

Banyodaki işlerimi hallettikten sonra odaya döndüm. Dün akşam yıkadığımda uzun saçlarım kurumuş ve kabarmıştı. Onları kremleyip taradım. Canlı duruyorlardı şimdi. Kâküllerimi düzelttim. Zamanım olmadığından güneş kremi ve narçiçeği kokulu dudak nemlendiricimi sürdüm dudaklarıma.

Annemin seslenmesiyle daha hiç kullanmadığım beyaz sandaletlerimi dolaptan çıkarıp aşağı indim. Babam da buradaydı. Abimler işte olmalıydı. Birkaç güne onlarda bayram tatiline ayrılırlardı.

"Günaydın babacığım." diyerek öptüm yanağını.

Dudaklarını yanaklarıma bastırdı. "Sana da günaydın bebeğim." Evet, onun için hiç büyümeyen bir bebektim, onun bebeği.

Gülümsedim, eğilip ayakkabılarımı giydikten sonra babamın koluna girdim. Önden annem arkasından da kol kola çıktık babamla evden. Karşı eve geçtiğimizde annem zili çalıp bana döndü. "Dün hastaydın, hem hastaneye de gittin zaten. Zübeyde anne sorarsa böyle dersin tamam mı kızım? Çok darılır yoksa."

Başımla onayladım. "Tamam, öyle derim."

Kapı açıldığında İnci'yle karşılaştık. "Hoş geldiniz." dedi gülümseyerek. Geri çekip kapıyı tam açtı. Artık ona eskisi gibi bakamıyordum. Yani annemle onu her yana yana görüşümde aklıma annemin abime gelin düşünmeleri geliyordu. "Bu çocuğu kim alacak acaba?" demeleri geliyordu aklıma. Abimin aşırı kıskançlığından kurduğu cümlelerin cevabı karşısında duruyordu aslında.

Hiçbir şey belli etmeden içeri girdiğimde sandaletlerimi çıkardım. "Merhaba." dedim İnci'ye.

Gülümsedi. Annemdeydi bakışları. Annem "Hoş buldum İnci'm. Nasılsın iyi misin bir tanem?" diye sorduğunda daha da genişledi tebessümü.

"İyiyim halacığım. Babamlar içeride, salona geçin isterseniz direkt."

Yerdeki terlikleri giydik. Babam ile annem salona geçtiklerinde İnci'yle baş başa kaldık holde. Gülümsemesi soldu o an. Kaşlarım çatıldı. "Bir sorun mu var?" diye sordum.

Öfkeyle "Abinden başka sorun mu var?" dediğinde koluna dokundum. "Ne oldu?"

Mutfağa geçip kapıyı kapattı. Sandalyeleri çekip oturduk. "Nişanda giyeceğim elbiseyi attım beyefendiye." Tırnaklarını soyuyordu elleriyle, farkında bile değildi. "Abime o kadar laf ettim." Öfkeliydi. Ayakları sallanıyordu. "Sevgilim ondan beter... Ben ne yapacağım abinle?" Gerçekten de çıkmaz da gibiydi.

"Ne dedi peki?" Az çok tahmin ediyordum ama o bu kadar konuşmuşken bir şeyler söylemek istedim.

Bakışlarını kaçırıp telefonunu çıkardı. "Al bak. Ben anlatırsam daha da delireceğim."

Bakışlarım telefonuna düştü. Şifresini girip WhatsApp'a girdi. Parmakları aşağı kaydı bir süre. Bahsettiği mesaja gelmiş olmalı ki durdu ve uzattı bana. "Emin misin? Anlat kısaca. Girmeyeyim özelinize."

"Ay yok, abinin saçmalıkları dışında başka bir şey yok mesaj da merak etme."

"Peki." deyip aldım elinden. Açtığı yer üzerinde giyip attığı resimle başlıyordu. Okumaya başladım.

Ben: Fotoğraf.

Ben: Aşkımmm.

Ben: Nasıl olmuşum?

Ben: Abimin nişanı için aldım.

Mavişim: Her zamanki gibi çok güzelsin.

Hemen yanıtlamış abim mesajını. Kızın hevesini kırmış ama hemen ardından. Şerefsiz.

Mavişim: Ama kıyafet çok kötü. Pembe renk sevmem ben. Giyme sende.

Manipüle etmiş. Direkt giyme dememiş, aklını karıştırmış.

Ben: Hayır, giyeceğim tabii ki. Ben çok beğendim.

Ben: Sende beğendin, biliyorum sadece kıskançlığından böyle yazdın.

Neyse ki karşısında alt edeceği bir kız yok.

Mavişim: Giymeni istemiyorum, kırma beni.

Abiciğim sen bu kadar kibar mıydın? Öyleyse benim niye bundan haberim yok.

Ben: Serhat lütfen ya... Çok beğendim ben. Abime rağmen aldım. Yapma böyle.

Mavişim: Bebeğim, bebek gibi olmuşsun, baş başa olduğumuzda giy. Herkes olacak nişanda. İstemiyorum giymeni. Rica ediyorum.

Ben: Manipüle ediyorsun. Yapma.

Ben: Hem abarttığınız kadar açık bile değil ki!

Mavişim: Değil mi?

Mavişim: Kızım bir karışım kadar elbisenin eteği. Üst kısmını söylemiyorum bile.

Ben: Sensin kızım. Düzgün konuş benimle.

Ben: Siz isteseniz de istemeseniz de giyeceğim.

Ben: Kırmayın hevesimi!

Mavişim: Çok mu önemli elbisen?

Ben: Hayır asıl mesele elbise değil ki. Bu kez izin verirsem bu hep böyle olacak. Siz her seferinde istediğinizi yaptıracaksınız.

Ben: Ben yakıştırdım kendime. Giymemem için hiçbir sebep yok.

Sonrasında hiçbir şey yoktu. Belki arayıp konuşmuşlardır diye düşündüm ancak bu düşüncemi de karşımdaki kız sildi. Telefonu uzattığım sırada "Ne bir mesaj ne de arama öylece görüldü attı." dedi. Aldı telefonu masaya bıraktı. "Bir kıyafet için kalbimi kırıyor. Tamam, kıskanç olduğunu biliyorum ama böyle her istediğini yaptıramaz."

"Haklı olan sensin. Üzme kendini." dedim elini tutup destek vererek. "Hem ne öyle trip atmış bir de. Ben sana söyleyeyim ayrıl. Valla bak abim çekilecek çile değil."

Güldü ancak gözleri hüzünlüydü. "Ben onun bu haline âşık oldum ama bana her istediğini yaptıramaz. Biliyorum yazsaydı tartışacaktık, birbirimizi kıracaktık. O yüzden yazmadı, aramadı ama böyle üzülmediğimi sanıyor?"

Elinin üstündeki elimi hareket ettirdim. "Bak canım..." diye başladığım konuşmam kapının aniden açılmasıyla yarıda kesildi.

Sema teyze içeri girip kızarcasına baktı bize. "Ne yapıyorsunuz siz burada?" Bana baktı. "Zübeyde babaanne nerede kaldı bu Dila diye yedi annenin başının etini."

Sandalyemi geriye çekip "Ben bir yanına gideyim." dedim İnci'ye bakarak. "Sonra yardıma gelirim."

Mutfaktan çıkıp salona geçtiğimde istemediğin ot dibinde bitermiş atasözünü çok net anladım. Ahmet dayımla babam berjerlerde otururlarken annem ile ot yan yana üçlü koltuktalardı. Annemin karşısındaki üçlü koltukta da Zübeyde babaanne oturmuştu. Beni fark ettiğinde gözlüklerini indirip süzmeye başladı. "Dila?" dedi şaşkınca.

Yanına gittiğimde eğilip ellerinden öptüm. "Hoş geldin, nasılsın?" Yanına oturduğumda gülümsedi.

"Hoş bulduk hoş bulduk da..." Gözleriyle süzdü her bir zerremi ve o bunu yaparken ben rahatsızca yerimde kıpırdandım. Utanmıştım. "Sen ne güzel olmuşsun böyle. Büyümüşsün. Kaç sene oldu? İki. İki senede kocaman kız olmuşsun. Maşallah sana." Eli yanağımı bulduğunda okşadı. Hafifçe tebessüm etmeye çalıştım oysa diken üstündeymiş gibi hissediyordum.

Zübeyde babaanneyi çok severdim, en az onun beni sevdiği kadar ancak sözleri biraz çekinmeme neden olmuştu. En son iki sene önce görmüştük birbirimizi. O zamanlar çok öğütler verirdi. Çok kez mutsuzluğuma neden olmuştu ancak bunu bilmeden yaptığı için onu suçlamamıştım hiçbir zaman. Çünkü torunu için gelin bakarken ben henüz on dokuz yaşındaydım. O ise yirmi altıydı. Bizim isimlerimiz bile yan yana gelmezdi. Ve onun adının yanına herhangi kızın ismi geldiğinde kalbim kırılırdı, Korhan Ali'nin onları her reddedişindeyse umutla birleşirlerdi.

Ancak artık babaannesinin ya da annesinin seçeceği bir kız yoktu, kendi kalbinin seçtiği kızla beraberdi. En acısı da buydu. Kalbim kırık değildi artık, paramparçaydı. Toparlanamayacak kadar un ufak olmuştum.

"Dila Hanım söyle bakalım dün niye gelmedin?" Zübeyde babaannenin sorusuyla bakışlarım karşıdaki adama değdi bugün ilk kez. Onun bendeki bakışlarıyla birleşti.

"Sabah hastaneye gitmiştim." dedim açıklama yaparak. Kaçırmadım gözlerimi, gözlerinin içine bakarak devam ettim. "Sonra da Ali abinin nişanı için alış verişe gittik. Çok yorulmuştum, kusura bakma."

"Yok canım, iyisin sen de mi?" dedi ve endişeyle baktı bana.

Zübeyde babaanneye döndüm. "İyiyim şimdi merak etme." Gülümsüyordum.

Sonrasında bana birçok soru sordu. Resmen sorguya aldı beni. Okulumu, aşk hayatımı... Daha birçok şeyi sordu.

Tedirgin bir şekilde anneme baktım. Eliyle ağzını kapamış gülüşünü gizliyordu. Babamlar koyu bir sohbetin içindeydiler. Annem kalkıp mutfağı gittiğinde bile Zübeyde babaanne bırakmadı beni.

"Okul bitince ne yapmayı düşünüyorsun Dila'm?" diye sordu. Odanın içinde gezdirdiğim bakışlarım Korhan Ali'ninkilerle birleştiğinde "Babaanneciğim hadi bahçeye geçelim, kahvaltı hazırdır şimdi." dedi beni kurtararak.

Kalkıp yanımıza geldiğinde babaannesine uzanıyordu ki "Dur hele hergele. O kadar da değil yürüyorum çok şükür." dedi ve yavaşça kalktı.

Ardından bende mutfağa bakmak için kalktım. Zübeyde babaanne balkona geçtiği sırada ben salondan çıktım. O sırada kolumu saran parmaklarla durmak zorunda kaldım. Omuzumun üstünden baktığımda gökyüzünü andıran bakışlarla karşılaştım.

"Bıraksana kolumu," dedim tersçe.

Bir adım atıp yaklaştı ve kulağıma eğildi. "Oturup kalkarken dikkat etmeyeceksen giyme bunları."

Kocaman açılan gözlerimle bakakaldım. "Ne?" diye soludum. Ne saçmalıyordu bu herif?

"Madem giymişsin bir parça bezi, dikkat et."

Kolumu çekip yüzüne baktım sertçe. "İstediğim şeyi giyerken hesap mı vereceğim? Ben gayet rahatım. Sen rahatsızsan bakmazsın olur gider."

Alayla güldü. "Ben zaten bakmam." dedi. "Ama bir başkası olsa çok farklı bakardı emin ol. Uyardım sadece, dikkat et."

"Açıkta bir şey mi gördün?" diye tersledim. Çünkü dikkat ettiğime emindim. Kardeşine müdahele ediyorsa bile bana edemezdi. Hele ki bu tarz da, aşağılarcasına konuşamazdı.

"Gördüm demek ki."

Gerçekten de dikkat etmiştim. Eğer öyle bir şey olmuşsa büyük rezillik. Frikik vermek istediğim en son şey bile olmazdı. Ve karşımdaki adam sevdiğim adamdı. Yani sevmek istemediğim. Nişanlanacaktı. Sevmemeliydim. Ne saçmalıyordum ben.

Gözlerimi kaçırıp arkamı döndüm. "Ederim dikkat." Hızla ayrıldım yanından. Mutfağa girdiğimde hızlı hızlı soluklanıyordum. Kimse yoktu. İşittiğim adım seslerimle arkamı dönüp kapıya baktım. Neyse ki gelen İnci'ydi. Bakışları suratıma değdiğinde gözleri kısıldı. "İyi misin sen?"

"İyiyim ya." dedim saçma sapan gülümsemeye çalışırken abartmış olabilirdim. "Acıktım ben hadi götürelim bunları da."

Tezgâhtaki tabakları tepsiye dizip mutfaktan çıktığında elimdeki sürahi ve ekmek sepetiyle arkasından gittim. Sofra hazır olduğunda babamları çağırdım. Sema teyze oğlunu aradı ancak ulaşılmayınca evde olmadığını anladık.

Müstakbel nişanlısına gitmiştir.

Kahvaltıdan sonra İnci'yle birlikte mutfağı toparlamıştık. Sonrasında arka bahçedeki salıncakta oturmuştuk. Biri duyar diye abim hakkında konuşamamıştık. Akşama doğru Haziran'ın kurduğu yeni gruba attığı mesajla vedalaşıp eve geçmiştim.

Dün gece söylediği gibi bütün kızları gruba alıp kız gecesi için onlara çağırmıştı. Gruba ablasını, beni, İnci'yi, İlayda'yı ve Asya'yı almıştı.

Bir tek Asya olumsuz bir yanıt vermişti. Nazik bir dille gelemeyeceğini söylemişti. Muhtemelen eksiklikleri vardı veyahut sevgilisiyle vakit geçirecekti, bilmiyorum. Bilmek de istemiyordum. Düşünmek istemiyordum.

Ben nefes alamıyordum.

Anneme haber verip küçük bir torbaya şortlu geceliklerimi ve yarın giyeceğim kısa bir elbise atıp evden çıktım. Alt sokağımızda oturuyorlardı. Kapının önünde beklediğimde Serhat abimi gördüm. Yürüyerek bu tarafa doğru geliyordu.

Karşı evin kapısı açıldığında bakışlarım oraya kaydı. Tam da beklediğim kişiyi görmemle bakışlarım abime çevrildi. Kafasını kaldırdı ve göz göze geldik. Bakışları üzerimdeki elbiseye değmeden İnci'ye çevrildi. Bakışlarını çekip bana çevirdiğinde karşımda durdu.

"Nereye?" diye sordu sol gözünü kırparak.

"Sana da merhaba abiciğim. Meleklere gidiyoruz, kız gecesi yapacağız. Bol bol çınlar kulakların artık."

Dudağının kenarı kıvrılır gibi oldu. "Hava kararmak üzere eşlik edeyim mi?" diye sorduğunda İnci'ye baktım. Yanımıza gelmemişti, evlerinin önünde bekliyordu.

"Yok abi sağ ol, gerek yok. Alt sokak zaten... Gidince yazarım sana." Başını salladığında moralinin bozuk olduğunu fark ettim. Muhtemelen İnci'yle araları bozuk diye böyleydi. Ama kusura bakmasın bir kıyafet içi trip atarken yanında duramazdım.

"Dikkat et," dedi sırada bakışları üzerimde dolaştı. Göz göze geldiğimizde sıkıntılı bir nefes alıp arkasına dönüp bakmadan eve girdi direkt.

Bu gece uzun bir gece olacaktı. Çok kişinin kulağını çınlatacaktık.

-BÖLÜM SONU-

Bölüm : 24.07.2024 21:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...