Yeni Üyelik
25.
Bölüm

8. Sessiz Vazgeçiş

@senemeevren

Merhaba.

Şarkı: Bir İhtimal Halim - Dedublüman


Yorumlamayı ve yıldıza basmayı unutmayın lütfen.


8. SESSİZ VAZGEÇİŞ


"Her hayalimin başrolüydü, hiçbir düşüncesine misafir olamamıştım."


 


Sessiz gidişler hep acıtır, derlerdi. Ama gidene değil kalana zor, derdi herkes. Giden bile kalana zor, derdi.

Ancak kalan kör ise çevresine, yaşananlardan habersiz ise hiçbir şey hissetmezdi.

Şimdi ben ondan vazgeçecektim. Onu sevmek hep acı vermişti bana, peki ya ondan vazgeçmek? Ondan vazgeçmek en az onu sevmek kadar acıtacaktı. Ne zaman bitecekti bu bu kalp ağrım? Ne zaman rahat bir nefes alıp yoluma bakabilecektim?

Bakabilecek miydim?

Her mısra da onu hatırlayacak, her şarkıda onu mu düşleyecektim?

Şimdi bile orta da dönen kısık şarkı beni başka diyarlara götürmüştü. Ben gerçekten vazgeçebilecek miydim?

Çalan müziğin ardından işittiğim sözlerle sıyrıldım ortamdan.

"Öyle bir illet ki bu içimdeki..." diye giriş yapmıştı şarkıcı.

Her şey bu kadar onu hatırlatırken ben nasıl unutacaktım? Her gün gözlerimin önünde dururken nasıl gömecektim kalbime?

İnci'yle Haziranlara geleli neredeyse bir saat olacaktı. İlayda'nın da gelişiyle salondaki orta sehpanın etrafında oturmuş sipariş ettiğimiz pizzaları yiyorduk. Haziran'ın müzik sevdasını hepimiz çok iyi bildiğimizden şu an bile kısık açtığı şarkının arkada dönmesine alışmıştık.

Tabii yediklerim boğazıma dizilmişti. Bir an da gülüşüm silinmiş konuşmalar silikleşmişti. Geriye o ve bıraktığı yıkıntı kalmıştı.

"Ah bile bile çekerim
Anlatamam hiç kimselere de tek laf
Yaprak dökerim..."

Şarkının sözlerinde öylesine kaybolmuştum ki karşımda oturan Haziran'ın seslenişi elime dokunmasıyla fark edebildim. "Hey," dedi yüksek sesle. "Burada mısın?"

"Bayağı acımışım da yemeğe gömüldüm ben kusura bakmayın."

"Bir ihtimal halim
Yak ki o kül olsun sebebim..."

"Tabağın aynı duruyor. Kesin acıkmışsındır." diye alayla karşılık verince gözlerimi devirdim. "Birazdan alacağım ifadenizi merak etmeyim. Bir döndüm herkes leyla olmuş."

Söylediklerine sadece kendi güldüğünde "Aman anladık," dedi bıkkınca. Ardından tatlı olduğunu düşündüğü bir gülüş sundu bizlere. Aslında şu an ona gıcık olmasaydım tatlı gelebilirdi. "Dinleyeceğim sizi. Terapistiniz benim merak etmeyin."

"Yükseklerde salınıp
Ateşlerde boğulacağım..."

Gerçekten de herkeste bir haller vardı. İyi bir gözlemci olduğundan anlayabiliyordu. "Ay Haziran," dedi Melek karnını tutup geri çekilirken. "Canım kardeşim bırak yemeklerini düzgünce yesinler sonra ne yaparsan yaparsın."

Bir tek o tabağındakileri bitirmişti. Mutluluğu gözlerinden görünüyordu. Osman abim sevdiği kadına asla kıyamazdı, daha bir gün olsun gözümün gördüğü bir tartışmalarına şahit olmamıştım. Kendi aralarında çözerlerdi hemen. Öyle bile olsa abim gönlünü almadan uyuyamazdı. Gece bile olsa giderdi yanına, kimseleri aldırmazdı.

Serhat abimin henüz nasıl sevdiğini bende bilmiyordum ancak buraya döndüğünden beri İnci'yi çok sevdiğini görmüştüm. Çok kıskançtı ve bu onun en büyük eksisiydi.

Karşımdaki kadın çok mutluydu, yanımdaki kadın çok mutsuzdu.

"Bir ihtimal halim
Yak ki o kül olsun sebebim..."

Şarkının sonlanmasıyla önümdeki yarım bıraktığım dilimi boğazımdan geçmeyeceğini bile bile hızla yuttum. Sonrasında bende geriye çekildim. Karnımızı doyurduktan sonra pizza kutularını çöpe atıp balkona geçtik. İki tane yer yatağı sermişti. Burada oturup sohbet etmekten çok hoşlanırdık.

Sırtımı duvara yaslayıp bağdaş kurdum. Sağımda Melek, solumdaysa İnci vardı. Hemen karşımdaki balkon duvarına Haziran sırtını yasladığında İlayda, sarsak adımlarıyla Haziran'ın yanına oturdu. Ayağını incittiğini söylemişti ona sorduğumuzda.

"Şimdi siz sormadan ben söyleyeyim. Kendime yakışıklı birini bulamadım. O yüzden beni es geçerek sırayla başlayalım."

"Hadi oradan," dedim gülerek. "Kimi yiyorsun, bilmesek inanacağız."

"Neymiş o bilmediğin canım?" diye sordu saçlarını geriye savurarak. "Her neyse," dedi hemen ardından. "Sırayı bozmadan devam edelim." Okları üzerinden çekmede bir numaraydı gerçekten. Soluna döndü.

"İloş'um," dedi İlayda'ya bakarak. "Dökül bakalım neler oldu? Kimmiş senin aklını başından alan?"

İlayda sanki bunu bekliyormuşçasına doğrulup "Kızlar," dedi ağlamaklı bir ifadeyle. "Ben çok pis bok yedim."

Benim bilmediğim bir şey mi? İşte bu beni çok şaşırtırdı çünkü İlayda içinde bir şey tutamazdı, direkt anlatırdı bana.

🌿🌿🌿


İLAYDA KEREVİZ


 

Annemin ışığı, babamın su perisiydim. İlayda'daydım ben. Sözümü esirgemez, hakkımı yedirmezdim. Planlar bana göre değildi, akışına yaşardım hep. Kendimi sever, saygı duyardım. Kimseye göre değil, kendime göre yaşardım. Ancak herkesin birbirini bu kadar yakından tanıdığı bir mahallede zordu. Benim gibi biri için zordu en azından. Burada doğmuş burada büyümüştüm. Burayı çok seviyordum. Ama o kadar... Sınırını aşan insanlara tahammülüm yoktu. Ve burada sınırını aşan çok insan vardı.

Hep yargılandım, yargılayanlar en yakınım olmadığından hiç umursamadım. İstediklerini söylemekte özgürdüler. Ben umursamadığım müddetçe konuşsunlar ama ağızlarının payını almayı da göze alacaklardı. Bu yüzden olsa gerek beni artık tanımışlardı ve en azından yüzüme baka baka konuşamıyorlardı.

Canım sıkıldığından dışarı çıkmıştım. Saat epey geçti ancak umursamadım. Biraz yürümek istemiştim ancak biraz kalıbından çıkmıştı. Epey yürümüş ve sahile inmiştim. Su iyi hissettirdi her zaman.

Kalabalık olduğundan korkmadan yürümeye devam ettim. Az ileride gördüğüm kişiyle gözlerim kısıldı. Hafif miyoptum ve bu mesafeden onu tanımış gibiydim. Birkaç adım sonra kesinleşmişti. Tanıdığım biri olması iyiydi. Yanına doğru adımladım.

Arkasındaydım ancak dönüp bakmadı. Fazla dalgındı. "İyi akşamlar Hocam," dedim yanındaki boşluğa otururken.

O an irkilerek dönüp baktı. Beni gördüğünde "İyi akşamlar," diye karşılık verdi hemen.

Kumral, ela gözlü, açık tenli bir adamdı. İtiraf etmeliydim ki yakışıklıydı ancak tarzım değildi. Bir kere ben matematik sevmezdim. Neden matematik severdi ki bir insan?

Sosyal biri değildi, benim aksime. Birkaç kelime eder susardı. Zaten buraya atanalı kaç sene olmuştu ki?

Dört sene olmuştur herhâlde...

Bizim erkeklerle iyi anlaşırdı ancak kızlarla pek diyaloga girmezdi.

Önüne dönüp denizi seyretmeye devam ettiğinde bakakaldım ona. "Mecnun olmuşuz bakıyorum," dedim alayla. Biraz iletişime geçmek istemiştim aslında, sebepsizce.

"Onu nereden çıkardın?" diye bana çevirdi bakışlarını.

Omuzlarımı silktim. "Bakışlarından," dedim dalgalı kızıl saçlarımla oynarken. Amacım dikkatini dağıtmak değildi ancak bakışları bir anlığına elimle oynadığım saçlarıma değdi ve ardından çekip suya çevirdi.

"Kaç sene oldu ama atamadın bi' şu çekingenliğini?" Dilimin kemiğinin olmadığını söylemiş miydim daha önce?!

Sussana kızım sen, sana ne? İster kaynaşır ister kaynaşmazdı sana ne yani?

Bakışlarını kolundaki saate çevirip ayaklandı. "Görüşürüz," dediğinde "Biraz daha otursaydın?" dedim hemen.

Artık gerçekten susmalıydım!

Yeşil harelerim elalarıyla birleşti. "Uçağa yetişmem lazım." diye açıklama yaptı.

"Hım," dedim mırıldanarak. Nereye gideceksin diye sormak istedim ancak frenledim kendimi. "İyi madem bende kalkacaktım zaten, beraber gidelim." Aynı sokağın uçlarındaydı evlerimiz. Tabii o tek yaşıyordu, bense çekirdek ailemle.

"Fark etmez." Kısa cevapları gerçekten sinir bozucuydu.

Sahilden uzaklaştığımızda sokaklardan birine girdik. Hem yavaş olmayacak hem de ona yetiştiğime emin olacak şekilde yürüyordu. Ona göre normal olan adımları benim için fazlaydı. Çünkü onun bir adımı benim üç adımıma eşti. Yetişmek için koşuyordum.

"Uğur Hoca, nasıl gidiyor öğretmenlik? Öğrenciler zorluyor mu seni?" Abi kelimesini oldum olası kullanmazdım. Ona özel olmadığından sorgulayacağını düşünmüyordum.

Dudağının kenarı kıvrıldı. Bu gece ilk kez bir tepki verdi diyebilirdim ancak bu beni daha da sinir etti çünkü gülüşü alaylıydı. "Senin kadar değil." Kocaman açılan gözlerimle baktım ona.

Dila'yla bütün eğitim hayatımız boyunca hep aynı okullarda aynı sınıflardaydık. Buna üniversite de dâhildi. Bundan dört sene önce ikimizde istediğimiz puanı alamayınca mezuna bırakmıştık. Bir sene daha denemiştik. Ve o dönem aşırı berbattı. Mahalleye yeni taşınan bir matematik öğretmeniyse babamın radarına takılmıştı. Dila'nın matematiği benden çok daha iyi olduğundan o gerek görmemişti ancak ben bu içe dönük adama katlanmak zorunda kalmıştım. Şimdi kalkmış bana laf atıyordu. Gösterirdim ama ben ona.

"Hiç de bile." dedim hemen. "Ben gayet akıllı bir öğrenciydim." Siktiri çekip başka sokağa girmeme az kalmıştı azıcık yavaş olamaz mıydı?

"Ona ne şüphe..."

"Ben kendimi biliyorum canım, o yeterli." diye cevap verdiğim sırada Allah mı belamı verdi bilmiyordum ancak sol ayağım bir anda boşluğa geldi ve inleyerek yere attım kendimi.

Önde giden herif durup arkasına baktı ancak baktığı yerde değildim, yerdeydim. Bakışları aşağı indiğinde gülecek gibi oldu. Dudaklarını birbirine bastırdı. "Bir gül de rahatla, kabız olacaksın diye korkuyorum." dediğimde şaşkınlıkla baktı bana.

Söylediklerimi idrak etmemle bakışlarımı hızla ayağıma indirdim. Utanmıştım ve bu benim gibi biri için sıradan bir şey değildi.

"Azıcık yavaş olsan ölür müsün?"

Elimle ağrıyan yere dokunduğumda dudaklarımı ısırdım. Sağ dizini yere yaslayıp ayağıma dokundu hafifçe. Topuklu bile giymemiştim, hepsi onun yüzündendi. Düz tabanla ayağımı burkmadım da demezdim artık.

"Çok mu acıyor?" diye sorduğunda ters ters baktım.

"Sandaletle ayağımı burktum nasıl iyi olabilirim?"

"Tek sorun sandaletle burmuş olman mı?" diye sordu Uğur şaşkınlıkla.

Omzumu silktim. "Topuklu olsaydı içim yanmazdı. Kaç gün topuklularımı giyemeyeceğim kim bilir?" dedim sitemle.

Benimle uğraşamayacağını anladığında "Hastaneye gidelim mi?" diye sordu.

Yukarı kayan eteğimi düzelttiğim sırada "Gerek yok, o kadar acımıyor." dedim. "Hem senin uçağın yok muydu? Git, uçağın kaçacak diye ayağımdan oldum."

"İlayda abartmasan mı? Uçağıma var daha. Gidelim."

"Yok, dedim." Ellerimi yere bastırıp ayağa kalkmaya çalıştım ancak acı çeken suratımdan da anlayabilirdi zorlandığımı. "Kalk bir yardım et bari."

Ayağa kalktığında elini uzattı. Elinden destek alıp kalktığımda koluna sarıldım. Bütün ağırlığımı yüklemekten çekinmedim çünkü onun yüzünden olmuştu.

Beş dakikalık yolu aksayan ayağım yüzünden on dakika sürmesine neden olmuştum. Bu süre boyunca koluna yüklenerek yürümüştüm ancak susmamıştım da. Hepsi onun suçuydu çünkü. Şimdi mırın kırın edemezdi.

"Bir taksiye atlayıp hastaneye gidip gelmiştik şimdi." diye bıkkınlıkla konuştuğunda ben taksi kısmında takılı kaldım.

"Senin araban yok mu? Ne diye yürüyorsun bu kadar yolu anlamam ki!"

"Tabii arabamla sahile inmediğim için senin ayağının burkulmasının tek suçlusu benim." dediğinde çıt çıkmayan yerde kahkaham yankılandı. Sabahtan beridir yolu zehir ettiğimden artık ne söyleyeceğimi biliyor ve kendi tamamlıyordu.

"Bu şekilde gidersek ben gerçekten geç kalacağım uçağıma." dedi ayağıma bakarak.

"Sanki zorla tuttuk kolundan," deyip kolunu bıraktım. Aslında biraz zorlamış olabilirdim. Bir adım atmak üzereydim ki kolumu tutup durdurdu. "Bırak beni, ben giderim kendim."

"Saçmalama, bu ayakla nereye gideceksin bu saatte?" dedi sertçe. Nihayet bir tepki verebilmişti. Amacım bu değildi elbette ancak onunda bir insan olduğunu düşününce bu kadar sakin olması sinir etmişti beni

"Yük olmayayım sana." dedim trip atarak.

"Hadi gel," deyip elini belime sardı. "Baş belası." Ağzının içinden mırıldanmıştı ancak yanı başında olduğumdan işitmiştim pek tabii.

Belimdeki avucu yerini sabitlediğinde gözümün ucuyla baktım ona. Özel ders aldığım zamanlarda da bu kadar yakındık ancak o zaman kokusu bu kadar dikkatimi çekmemişti. Yutkunarak bakışlarımı yere indirdiğim sırada bir anda ayaklarım yerden kesildi ve bir binanın duvarına çarptı sırtım.

Belime sarılı eline diğer kolu da eşlik etmiş, ayaklarımı yerden kesecek şekilde yukarı çekip kendine yaslamıştı. Bir saniye içinde yaptığı hareketin ardından önümüzdeki ilk binaya girmişti. Kapının girişindeydik. Refleksle bir elim omuzuna sarılmıştı. Sırtım duvara değdiğinden kaçacak yerim yoktu ve o bütün vücuduyla örtüyordu beni.

Hangi ara bu noktaya geldiğimi anlayamamıştım ancak nefeslerini saçlarımın arasında hissettiğimde boştaki elimi yumruk yaptım. Ne oluyordu burada? Ne oluyordu bana?

"Sessiz ol," dedi fısıltıyla. "Mahallenin dedikoducu teyzeleri geçiyordu." Dedikoducu teyze mi? "Yanlış bir şey düşünmelerini istemezsin diye düşündüm."

İşittiklerimle sinir katsayım yükseldi. "O cadıların ne düşündüğü umurumda bile..." diye başladığım cümlem Uğur'un hafifçe geri çekilip elini dudaklarıma örtmesiyle yarım kaldı.

"Sessiz ol." diye dudakların oynattı. Sanırım onlardan yani dedikodularından korkan oydu. Bir yandan elimle elini çekmeye çalışırken diğer yandan konuşmaya çalışıyordum. Tabii dudaklarımı kapatan elleri yüzünden sesim kısık ve boğuk çıkmıştı.

"Vah vah, şu gençlerin haline bak." dedi sesinden tanıdığım Melahat teyze. Adından mıdır bilmem ama bir kadın hiç mi değişmezdi.

Bize baktıklarını bildiğimden elimi dudaklarımdaki elinin üstünden indirip başımı kaldırdım. Gözlerine baktım. Adam gözleriyse sus diyordu resmen.

"Allah hidayete erdirsin," dedi yanındaki Kadriye teyze. Sonra sesler kesildi. Elini dudaklarımdan indirdi. Kısa bir süre gitmelerini bekledik.

Bakışlarımı bir an olsun gözlerinden çekemedim. Bu adam hep mi bu kadar yakışıklıydı yoksa bu kadar yakın olduğu için mi soluklarım hızlanmış boğazım kurumuştu?

Omuzundaki elim boynuna çıktığında belimdeki eli gevşedi ve gözleri sorguyla kısıldı. Gözlerim kapandı. Zihnim durdu, düşünmeyi unuttum ve bir anda dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

Bu öyle hızlı gerçekleşti ki geri çekilmesine fırsat vermeden boynundan tutup kendime çektim. Dudaklarımı sertçe bastırdım ancak hareket etmeye cesaret edemedim.

Dudaklarımı aralayıp öpmeye yeltendiğimde boştaki eliyle boynundaki elimi indirdi. Dilim dudaklarına sürtündü o an. Titredim.

Neden böyle bir saçmalık yapmıştım? Neden böyle hissettirmişti?

Üzerindeki şaşkınlığı atmış olmalı ki bir adım geriye gittiğinde ayrıldık. Bakışlarımı kaçırıp yutkundum. Hayatımın bütün rezilliklerini nasıl tek geceye sığdırabilmiştim?

"Özür dilerim ben..." dedim kekeleyerek.

Ne diyecektim? Dudakların o kadar yakınımdayken dayanamadım, seni öpmek istedim mi? Hem ben ne ara onu öpmek istemiştim? Yanlıştı, imkânsızdı ben ona karşı hiçbir şey hissetmezken neden bir anda öpmek istemiştim? Kesinlikle aniden gerçekleşen saçma sapan bir kapılmaydı. Fazlası olmazdı, olmamalıydı.

"Bir daha sakın böyle saçma bir harekette bulunma," dedi arkasına dönerek.

"Sanki çok meraklısıyız! Bir kere olur o. O da yanlışlıkla oldu merak etme bir daha da olmaz." dedim aksayarak yürümeye başladım.

"Olmasın!" dedi sertçe. Arkamda bıraktım onu. "Her önüne geleni..."

Ona doğru döndüm bir hışım. "Haddini aşma!" dedim sertçe. "Pişman ederim."

🌿🌿🌿


DİLARA IŞIK


Aralıklı dudaklarımız ve kocaman açılan gözlerimizle baka kalmıştık. İlayda pişmanlıkla konuşmaya devam etti. "Bir tek onu suçlamadığım kalmıştı. Hem öpüyor hem de azarlıyordum. Dün gece eve geldiğimde düşünmekten uyuyamadım ve aşırı kötü hissettim. Bir daha nasıl bakacağım ben adamın suratına? Lanet olsun, of! Ne diye öptüysem?!"

Haziran "Sen harbi yemişsin boku. Kızım ne diye öpüyorsun hiçbir şey hissetmediğin adamın dudaklarını?" dediğinde Melek araya girdi.

"Sen bir şey hissetmediğine emin misin?" diye sordu kısık gözleriyle mimiklerini seyrederken.

"Eminim canım," dedi ancak asla emin durmuyordu. "Yani yakışıklı adam ama sırf bu yüzden ona bir şeyler hissedemem değil mi?"

"Sırf bu yüzden öpmüşsün ama?" dedi İnci üzüntüsünü rafa kaldırıp ortama ayak uydurarak.

"Of kızlar," dedi İlayda oflayarak. "Siz ben de mi yansınız ondan mı?"

"Aşkım," dedi Haziran ona sarılarak. Hemen yanında oturuyordu zaten.

Aramızdaki en akıllı kişi Melek'ti. Mantıklı cümleler kurardı. Anlardı insanın halinden, destek olurdu. Yine konuştu: "Sen bir düşün bence bu durumu? Onu öpmek istemen bile bir his. Döndüğünde onunla konuş. Ya kapat ya da açıl ona. Çünkü konuyu kapatmadıkça birbirinizden kaçacaksınız. Bu aranızda daha da gerilim yaratır. Düşün sen."

İlayda başını hafifçe salladığında göz göze geldik. "Sen ne düşünüyorsun?" dedi araf dolu bakışlarıyla. Ne yapacağını bilemiyor gibiydi.

Ona söylemeli miydim bilmiyordum? Her ne kadar konuyu kapatmış olasak da içim huzursuzdu. Ondan bunu saklamamalıydım. Ancak Uğur abi zaten unutacağını, yoluna bakacağını söylemişti. Belki bir şeyler olurdu aralarında gerçekten. Ama İlayda bana karşı hisleri olduğunu bilse direkt silip atardı. Başlamasına müsaade etmeden bitirirdi.

Oysa Uğur abi gerçekten iyi bir insandı. Birbirilerini severlerse her ne kadar zıt karakter de olsalar da güzel bir ilişki yaşayabilirlerdi. Susmayı tercih ettim. En azından İlayda içindekilerden emin olana kadar...

"Zıt kutuplar birbirini çeker." dedim gülerek. "Olur mu, olur."

"Ay nereden çıktı bu herif ya." dedi ağlamaklı bir ifadeyle. "Keşke hiç çıkmasaydım dün gece dışarı."

"Olan oldu İloş'um." diyen Haziran'dı. "Üzme kendini."

"Peki," dedi Haziran'ın kollarından sıyrılarak. "Başka şeyler konuşalım."

İlayda'daki bakışlar hemen yanımdaki İnci'ye çevrildi anında. Bu hareketimizle seslice gülmeye başladık.

Bildiğim şeyleri anlatmaya başladı. En başından abimle başlangıçlarından...

"Kızlar biz Serhat'la sevgiliyiz." dedi bir anda hiç düşünmeden.

"Oha kızım," dedi Haziran şaşkınlıkla. "Hangi ara?"

"Bir yıl olacak."

Haziran'ın hemen yanındaki İlayda'da en az onun kadar şaşırmıştı. "Sen neyse de ben gözümün önündekini nasıl görmedim acaba?"

"Bilen birileri varmış ama?" dedi Haziran sorguyla Melek'le bana bakarken.

İnci bana baktı. "Yakalandık ona." dedi sanki bir suç işlemişler gibi. Ardından Melek'e baktı. "Sen biliyor muydun? Şaşırmadın hiç."

"Birbirinize bakışlarınızı gördüm. Yani bir yıl olması şaşırttı. Tebrik ederim."

"Ben de tebrik ederim canım." dedi İlayda da.

"Peki neden hüzünlüsün?" diye sordu Haziran. Doğru yere parmak basmıştı.

"Nişan için abimi geçerek aldığım elbiseyi beğenmemiş beyefendi. Açık bulduğundan beğenmediğini söylememe gerek yok değil mi? Giyeceğim diye inat ettim. Ne aradı ne de yazdı. Trip atıyor yani." diye açıklama yaptığında "Ayyy," dedi Haziran yüzünü buruşturarak. "Olmaz kızım, ayrıl hemen. Trip atan erkekten olmaz." Bana baktı. "Dilara sen de kusur bakma ama böyle."

"Yangına körükle gitmesene," dedi ablası da ona.

"Ama ablacığım kızın ömrünü mü törpülesin? Şimdiden böyleyse sonrasını düşünemiyorum." Durdu, düşündü. Sonra devam etti. "Ben harbiden sonrasını düşünemiyorum. Kızım sizinkiler ne diyecekler bu duruma?"

"Benim okulum bitmeden söylemeyeceğiz ki."

"Dört sene bekleyecek mi?" diye sordu Haziran.

Bende bu kısmı bilmediğimden şaşırmıştım. En azından bizimkilere söylerler diye düşünmüştüm bir süre sonra. Abim kabul etmiş miydi gizli saklı görüşmeyi? Şu an bile zor tutuyor gibiydi kendisini.

"Bekleyeceğim, dedi."

"Sakın bırakma kız. Bu devirde o kadar zaman bekleyeceğim diyen erkek bulman imkânsız." Bipolar olabilir miydi?

"Haziran Allah aşkına bir dur. Kızın aklını karman çorman ettin." dedi Melek. Ardından İnci'ye dönüp "Sen içinden geleni yap olacağına varır. Seviyorsunuz birbirinize zaten. Aranızdaki sorunları çözerseniz mutlu olursunuz. Çözmeye çalışın." dedi ılımlı bir şekilde.

"Dönerse eğer konuşacağım ama yazmıyor."

"Sen yaz," dedi omuzunu silkerek. "Eğer gerçekten seviyorsan yazmasını beklemene gerek yok çünkü şu an o da senin yazmanı bekliyordur, emin ol." Uzanıp ellerinden tuttu.

İki eltinin arasında kalan görümceydim. Dudaklarım kıvrıldı.

"Ama karakterinden de ödün verme." diye ekledi.

İnci'nin söyleyecekleri de bittiğinde herkesin bakışları bana döndü. Aç kurtlar gibi göründüklerini farkındalar mıydı? Kendi düşünceme seslice güldüğümde garip garip bakmaya başladılar.

"Hiç bakmayın öyle." dedim gülüşümü silmeden. "Anlatacak bir şey yok. Beni pas geçelim."

"Yok öyle kaçmak canım." dedi Haziran da benim gibi gülümseyerek. "Hem sen kimi yiyorsun bir şeyin değil birçok şeyin olduğunu görebiliyorum. Yapboz çözdürme de kendin anlat."

"Anlatacağım bir şey..." diye başladığım cümleyi "Gerçekten var bir şey." diye kesen İlayda'ydı. "Abi ben bunu nasıl kaçırdım."

"Gitmeyin üstüne. Anlatmak istediğinde anlatır."

"Sorun değil Melek." dedim hemen. Belki de birilerine bazı şeylerden bahsetmenin vakti çoktan gelmişti. Karşımdaki cadı ikilisine döndüm. "Anlatacağım ama kesinlikle bir kez olsun bölmeyecek ve sonrasında bu konuyla alakalı hiçbir şey sormayacaksınız."

Heyecanla başını sallayıp gözlerini dört açıp konuşmamı beklediler. Güldüm onların bu haline ancak içim yangın yeriydi ve bunu sadece içimi dökersem söndürebilirdim.

"Birini seviyorum." diye daldım konuya.

"Ha, öyleli..." dedi Haziran şaşkınlıkla. "Beğenme yok, hoşlanma yok direkt seviyorsun. Kim bilir ne kadardır bizden saklıyorsun. Aşk olsun."

Tek kaşımı kaldırarak "Araya girmek yok demiştim." dediğimde işaret ve başparmağıyla dudaklarına fermuar çekti.

"Elbette ki bir anda sevmeye karar vermedim." dedim açıklama yaparak. "Uzun süre radarımdaydı, sonrasında gönlüme düştü. Düşüş o düşüş, bir daha çıkartamadım." Böyle süslü süslü anlatmam onları epey şaşırtmışa benziyordu.

Onlara asla isim vermeyeceğimden rahat bir şekilde anlatıyordum. İçimi dökerken de stres yapmak istemiyordum.

"Tek taraflı olduğunu biliyorum ama işte," dedim elimi sol göğsüme yaslayıp. "Burası söz dinlemiyor."

İnci merakla ve heyecanla "O adamın onu bu kadar sevdiğinden haberi var mı?" diye sorduğunda gözlerine baktım. Neredeyse abisinin kopyası olan mavi gözleri dikkatimi dağıtır gibi oldu ancak açık vermeden hızla topladım kendimi.

"Yok," dedim yutkunarak. "Söylemeyeceğim hiçbir zaman."

"Neden ki?" diye soran Melek'ti. "Yani belki tek taraflı değildir."

"Öyle, bana karşı hiçbir şey hissetmediğinden eminim." Onlara hayatında biri var diyemezdim çünkü bu şıkları azaltırdı. Ve doğru cevabı bulmaları benim sonum olurdu.

"Kimmiş bu kör herif? Bu güzelliği fark etmediği için bile onu dövmeliyim." diye öfkeyle konuştu İlayda.

Acıyla güldüm. "Saçmalama," dedim gülümsemeye çalışarak. "Sırf beni sevmiyor diye onu suçlayamayız değil mi?"

Sessizliğini koruyan Haziran dudaklarını ısırdı. İlayda'ya dönüp "Sizin fakülteden biri mi acaba?" diye fikir üretti.

"Kızlar lütfen," diye girdim araya. "Kapatalım bu konuyu."

"Kesin oradan." diye daha emin bir sesle konuştuğunda İlayda zihninde ihtimalleri eliyordu.

"Serdar mı acaba?" diye sesli düşündüğünde "Ay yok bizimkisi yüz verse kapısında biter bu sülük, o olmaz, ele." diye fikir değiştirdi hemen.

Şaşkınlıkla seyrediyordum onları. "Düşünmenize gerek yok, tanımıyorsunuz hiçbiriniz zaten."

"Diyorsun?" diye sordu Haziran şüpheli bakışlarıyla.

"Rahat bırakın kızı." dedi sertçe Melek. "Bir şey sormayacaktınız bir de."

"Ay abla," dedi Haziran bıkkınlıkla. "Git bir telefonuna bak nişanlın falan aramıştır belki."

"Kaldırma beni ayağa," dedi sahte bir kızgınlıkla.

"İyi tamam." diye kapattı konuyu. Ya da ben öyle sandım çünkü bakışları hiç de öyle söylemiyordu.

Bende ki bakışlar Melek'e çevrildiğinde "Hiç bakmayın bana. Her şey çok güzel çok şükür." dedi hemen.

"Ağız tadıyla dedikodu yapacağız dedik hepinizin ağzı dikişli sanki." diyen Haziran'a "Sen anlat da biz dinleyelim madem." dedim imayla.

"En başta savdım sıramı ben."

"Eee," dedim konuyu kapatmayarak. "Ne yaptın kaldırdın mı şu engeli?"

"Ne kaldıracağım be?" Konu İbrahim olunca çirkefliği tutuyordu.

"İbrahim, diyorum."

"Kes sesini diyorum," dedi gözlerini kocaman açarak. Yere baktı. "Yerin kulağı vardır."

İbrahimler alt katlarında oturuyorlardı ve bizde balkondaydık. Sanırım hepimiz yanmıştık.

"İbrahim mi? O ne alaka?" Melek abla kardeşine bakarak sormuştu. Sesi yargılayıcı değildi, meraklıydı.

"Yok bir şey." dedi. Ardından bana baktı. "Hanımefendinin kendi kendine yakıştırmaları."

Şaşkınlıkla baktım ona. "Kızım ben senin ciğerini bilirim. Hem içinde bi' hoşlantı kalmamışsa niye engelledin hemen? Bıraksaydın. Sen arkadaşlarını engeller misin?"

"Eskiden hoşlandıklarımı engellerim." diye konuştuğunda kimse şaşırmadı çünkü o zamanlar Haziran gerçekten de yanından ayrılmazdı İbrahim'in. Onu gördüğünde yanına giderdi. Beğendiğini asla gizlemezdi. Şimdiyse işler değişmişti. Belki İbrahim hâlâ aynı duygular içerisindeydi, bir duygu beslemiyordu ancak aralarındaki gerilimi uzatmanın bir anlamı yoktu. Yüz yüze geleceklerdi sonuçta.

Gecenin devamında aldığımız abur cuburları tabaklara koyup balkona çıkmıştık. Çeşit çeşit oyunlar oynayıp keyifli sohbet etmiştik. Gün aydınlanmaya başladığındaysa uyuyakalmıştık.

🌿🌿🌿


İKİ GÜN SONRA (CUMA GÜNÜ)


Kapının ardından gelen sesle yanaklarımdaki yaşı sildim hızla. "Bu kapı niye kilitli?" Annemin sorusuyla yutkunup sesimi kontrol ettim.

"Giyiniyorum anne." Yalan. Oturmuş aynadaki aksime bakarak kendimi seyrediyordum. Çökmüştü bir hüzün yüreğimin tam ortasına. Yutkunuyordum, nefes alıyordum elimden geleni yapıyordum ancak geçmiyordu. Kalbimin ortasındaki yangın sönmüyordu.

Bu gece her şeyin bitişiydi. Benim için bitiş, onlar için başlangıçtı.

"Ne kadar süren işin?" diye sorduğunda "Çok sürer," dedim hemen. Belki, bir umut beni beklemeden giderlerdi ve bende gitmezdim.

Bu gece o geceydi, iki yüzükle birbirlerine bağlanacakları...

"İyi," dedi. "Biz gidiyoruz." Derin bir nefes aldım. Rahatlamıştım. Bilmek seyretmekle aynı değildi. Ben görmek istemiyordum. En azından bu kadarına katlanmak istemiyordum.

Ancak hiç de umduğum gibi olmadı. "Abin almaya gelir seni. Hazır olduğunda ara mutlaka."

Yüzüm düştü, kalbim acıyla kasıldı. "Tamam," dedim içime kaçan sesimle.

"Geç kalma," deyip indi merdivenleri.

Makyaj masasından kalkıp pencerenin önüne geçtim. Herkes kapının önündeydi. Annemlerde çıktığında arabalara binip gittiler hep birlikte. Öylece baktım araklarından, çaresizce.

Ne kadar baktım öyle bomboş caddeye bilmiyordum ancak kulaklarıma dolan arama sesiyle kendime gelip yatağın üstündeki telefonu aldım elime. Annemdi.

İstemeye istemeye açıp kulağıma yasladım. "Efendim," Gittiklerinde beri gözyaşı döktüğüm için sesim çatallı çıktı.

"Dila, bak yüzükleri unutmuşlar geliyorlar şimdi, kapıya çık sende."

İllahi gidecektim, belki de gitmeliydim. Ama kalbim buna dayanır mıydı? Ya açık verirsem? Ne yapardım?

"Tamam anne," deyip kapattım.

Ve hıçkıra hıçkıra ağladım. Ağlamanın hiçbir şeye yaramayacağını biliyordum ama elimde değildi. İçimdeki yangını kimseye bahsedemiyordum, nasıl bahsedecektim ki? Bu... Bu çok utanç vericiydi. O evlenecekti.

Asya'nın evi çok uzak değildi ve kimsenin beni böyle görmesini istemiyordum. Yavaşça kalkıp odadan çıktım, banyoya girdim. Avuçlarıma doldurduğum suyu yüzüme çarptım. Art arda yaptığım şey yüzümün daha da kızarmasına sebep oldu. Hızla odama geçip basit bir makyaj yaptım. Yüzüm biraz bile olsa iyiydi ancak gözlerim için yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Duyduğum zil sesiyle aynadaki aksime son kez baktım.

Üzerimde vücudumu saran siyah sade bir elbise vardı. Sıfır kol elbise dizlerimin altında bitiyordu. Elbisedeki tek hareket sol bacağımdaki yırtmaçtı. Ayaklarımdaysa tek bant aynı renk topuklularım vardı. Çirkindim yani. Dalgalı saçlarımı isteksizce geriye atıp aşağı indim.

Tekrardan duyduğum zille adımlarımı hızlandırdım. Ayağımdaki topuklular yüzünden eğilip dürbünden baktım. Dudaklarımın kenarı kıvrıldı. İbrahim'di.

Gözlerim istemsizce doldu ve aldığım nefes ağırlaştı. Kapıyı açtığımda bakışları hemen beni buldu. Bir süre baktı gözlerime.

Ardından içeri doğru bir adım atıp "İyi misin?" diye sordu ilgili bir sesle.

Titreyen çenemle "Değilim." dedim ağlamaklı bir ifadeyle. Bir adım atıp kollarımı boynuna sardım. "Ben hiç iyi değilim." Gözlerimi kapattım, yaşlar birer birer döküldü.

Geri çekildi hafifçe. Kolumdan nazikçe tutup kapının önündeki -ayakkabı giymek için bulunan- sandalyeyi çekti.

Hızla yükselip alçalan göğsüm iç çekişlere çevrildiğinde "Sakin ol Dilara. İstersen gelme. Buna katlanmak zorunda değilsin."

Gözlerim uzak bir yere daldı. Ne söyleyecektim? Söylenecek ne vardı? Ne dindirecekti göğsümdeki acıyı?

"Ben nasıl yapacağım?" diye sordum çaresizce. Bir elini elbisenin yırtmaçsız dizine koydu.

"Gözlerime bak." dedi otoriter bir sesle. Gözlerine baktım. Kimseye anlatamadığımdan onu görünce duygu boşalması yaşamıştım, çünkü ne yaşadığımı bilip beni yargılamıyordu. "İyisin, iyi olacaksın."

Yutkundum. Zorlukla. "Tamam, mutlu olsun istiyorum ama gözlerimin önünde değil. Ben buna şahit olmak istemiyorum." Hiçbir şey söyleyemedi. Sadece hüzünle baktı bana. O da ne diyeceğini bilmiyordu. Herkesten gizlediğimin farkındaydı ve tek destekçim olduğunun da...

"Nişanlanacak bugün." dedim titrek bir sesle. Kalbim yangın yeriydi. "Ben onu bu kadar çok severken bu gece sonsuza dek bir başkasının olacak."

O an bir şey oldu. Benim ölüm fermanımı imzalayan bir şey. Kalbimin ağzımda atmasına neden olacak bir şey...


-BÖLÜM SONU-


Şimdilik benden bu kadar. Bir sonraki bölüme kadar görüşmek üzere. Sağlıcakla kalın.


Loading...
0%