@senemeevren
|
Merhaba. Şarkı: Ama Evlisin - Yıldız Tilbe Yorumlamayı ve yıldıza basmayı unutmayın lütfen. 9. ACIYA ACIYA "Cesaret bir kapının ardıydı ve ben o kapının dürbününden bile bakamamıştım." Bir ses gelmişti. Tam olarak ne olduğunu bilmiyordum ama biri vardı kapıda. Büyük bir korkuyla kapıya baktım, aralıklı duran dış kapıya. İbrahim ayaklandığında göz göze geldik. "Kim?" dedim korkuyla. "Sakin ol. Kimse yok, kediler saksı devirmişlerdir." Kalktım hemen sandalyeden. Yanından geçip bahçeye çıktım. Görünürde kimse yoktu. Bakışlarım aşağı indiğinde sokak kapısının yanındaki saksının yere devrildiğini gördüm. Gözlerim kapandı ve rahat bir nefes aldım. Sokakta beslediğimiz kedilerdi. Arkamda hissettiğim beden yanımda durdu. "Sana dedim kimse yok diye." Neyse ki. "Herkes nişanda zaten... Biz Korhan'la yüzükleri almak için geldik o da zaten kendi evine gitti yüzükleri kasadan almak için. Kimse yok yani rahatla." "Neyse gidelim biz de artık." "İyi olduğundan emin misin?" diye sordu. "Evet," dedim berbat bir sesle. "Gidelim artık." "Peki." dedi. "Bekliyorum seni arabada." O gittiğinde ben de kapıyı kapatıp kilitledim. Zaten hazır olduğumdan bir daha içeri girmeme gerek yoktu. Sadece gözlerimden ürküyordum. Ya ele verirlerse beni? Bahçeden çıktığımda arabanın önünde dikilen ikiliyi gördüm. Ve o an bana dönük olan Korhan Ali'yle göz göze geldik. Hızla İbrahim'e çevirdim. "Hazırım, gidelim mi?" İbrahim bana döndüğünde karşısındaki adamın bakışlarını hâlâ üzerimde hissediyordum. Ya gözlerimin kızarıklığını fark ederse? Yazın ortasında hastayım dersem inanırlar mıydı? İbrahim, "Geçin hadi." dedi ikimizi kastederek. Hızlı adımlarla benim tarafımdaki arka koltuğun kapısını açıp oturdum. Şoför koltuğuna İbrahim hemen yanına da bu gece nişanlanacak adam oturdu. Gözlerim istemsizce dikiz aynasına gitti. Dudaklarındaki tebessümü veyahut gözlerindeki mutluluğu görmek istedim. Kendime bu gece vazgeçmek için birçok sebep arıyordum çünkü. Ancak hiç de düşündüğüm gibi olmadı. Direkt bana bakıyordu. Ona baktığımda göz göze geldik. Korktum, çok korktum. Neden böyle bakıyordu? Boş. Her zamankinden farklı bakıyordu ve hiçbir zaman bu kadar net ve çok bakmamıştı. Ne kadar istesem de çekemedim gözlerimi. Kayboldum mavilerinde. Gözlerinde şaşkınlık, mahcubiyet ve acı vardı. Her şeyi duymuştu. Hem de her şeyi. Yutkunarak kaçırdım dolan gözlerimi. Yanımda akıp giden yolu seyrederken yanağımdan akan bir damla yaşı hızla sildim ve gözümün ucuyla baktım, gördü mü diye. Görmüştü. Çünkü ısrarla çekmemişti gözlerini üzerimden. Ne yapıyordu Allah aşkına? Neydi derdi? Görmezden gelseydi işittiklerini, beni, en azından bu gece. Nişanına odaklansaydı. Hızla kaçırmıştım gözlerimi. Kendimi o kadar berbat hissediyordum ki... Ben sevdiğim adamla beraber onun nişanına gidiyordum. Ve o adam beni kardeşi gibi görüyordu. Her şeyden öte bu gece ona deli gibi âşık olduğumu öğrenmişti. Bu gece benim sonumdu, rezilliğimdi. Ona hissettiklerimi nasıl itiraf edeceğimin binbir türlü hayalini kurmuştum fakat bu, bunca senedir kurduğum hayallerin en kötüsünde bile yoktu. Her hayalimin sonunda beni ya reddediyor ya da kardeşi olarak gördüğünü söylüyordu. Zaten sırf bu sebepten cesaret edememiştim ya bunca sene. Sonra onunla el ele çıkmıştı karşımıza. O andan sonra hepten yitirmiştim ümidimi, cesaretimi. Şimdiyse her şeyin sonuydu. Benim sonum, onların başlangıcı... Titreyen ellerimi dizlerime yasladım. Fayda etmedi, zangır zangır titriyordum. Araba Asyaların evinin önünde durduğunda hızla indim ve eve doğru yürümeye başladım. Binaya girer girmez hızlı adımlarla tırmanmaya başladım. Nereye kaçıyordum? İkinci kata ulaştığında zile bastım. Nefes nefese kalmıştım. Sema teyze kapıyı hızla açtı. Bakışları önce bana ardından arkama çevrildi. Gelmişlerdi bile ben zilin açılmasını bekleyene kadar. "Çok şükür gelebildiniz!" dedi arkamdaki bir noktaya ters ters bakarken. Sanırım yüzüğü evde unutmuş olmasına kızmıştı. Haklıydı, o yüzük olmasaydı yıllardır gizlediğim sırrımı öğrenmeyecekti. Hâlâ idrak edebilmiş değildim. Yoksa bu kadar sakin kalmam mümkün değildi. Zamanı değil, delirmenin zamanı değil. Azıcık daha sabret. Bana dönü bakışları. "Hoş geldin Dila. Kızlar küçük salonda yanlarına geç istersen." dedi ve geriye çekilip kapıyı araladı. Başımı hafifçe sallarken bildiğim yolu yürüdüm. Ancak küçük salona değil lavaboya gidiyordum. Kapıyı açıp içeri girdim ve kilitledim. Aynadaki aksim berbattı. Yüzüm sanki hiç ağlamamışım gibi bembeyazdı. Gözlerime bakmaya cesaret edemiyordum. Kalbim ağzımdaydı. Öğrenmişti, öğrenmişti. O her şeyi duymuştu. Allah kahretsin ki artık rezil biriydim gözünde. Bir de utanmadan kalkıp buraya gelmiştim. Ben gerçekten de arsız bir kızdım. Ne işim vardı burada, ne işim!? Titreyen ellerimi mermere yaslayıp aynaya yaklaştım. "Ne yapacağım ben şimdi?" dedim titreyen sesimle gözlerime bakarak. Dolmaya başlamışlardı bile. "Şimdi içeri gidip nasıl bakacağım yüzlerine?" Sesim kısıktı. "Böyle olmamalıydı." Gözlerim kapandı acıyla. Kalbim büyük bir yangının ortasında kalmıştı. "Neden duydun ki? Neden bugün, neden?" Ayaklarım bedenimi taşıyamayınca kapalı klozetin üstüne oturdum hemen. Ellerim yüzüme kapandı ve sessizce omuzlarım sarsıldı. Onlar içeride mutluluklarını taçlandırırken ben bir banyo köşesinde kendimi hırpalıyordum. Her zamanki gibiydi, alışıktım ancak bu seferki diğerleri gibi değildi. Çünkü hislerimi, duygularımı öğrenen sevdiğim adamdı. Onsuzluğa alışmıştım, onu başkasıyla görmeye bile alışmıştım ancak bana içimdekileri bile bile bakmasına nasıl dayanacağımı bilmiyordum. Yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyordum. İçeri geçmeye bile korkuyordum. Duyduğum sesle irkilerek sakinleşmeye çalıştım. "Kim var içeride?" Asya'nın sesiydi. Ağlamam durdu. Sesimi kontrol ederek "Benim," dedim. "Biraz acele eder misin Dilara?" "Çıkıyorum şimdi." Ayağa kalktım hızla. Suyu açıp gözlerime tuttum. Göz makyajı yapmadığım için çok mutluydum. Yoksa akan rimelimi nasıl toparladım bilemiyordum. Yüzümü kuruladıktan hemen sonra çantamdan kapatıcı alıp gözlerimin altına sürdüm. Dudaklarıma her zamankinden farklı canlı bir renk ruj sürdüm. Solgun görünmemek için yapmıştım ancak bu sefer de çok göze geliyordu. Kirpiklerimi hızlıca kıvırıp çıktım banyodan. Hemen karşımdaki Asya'yla yüz yüze geldiğimizde tebessüm ettim. "Biraz uzun sürdü kusura bakma." "Sorun değil." deyip içeri geçti. Bende küçük salona doğru yürümeye başladım. Büyükler büyük salondaydı. Onları es geçip bizimkilerin yanına gittim. Hepsi buradaydı. Sadece damat ve gelinimiz yoktu. Haziran'la İlayda'nın arasına oturdum. "Nerede kaldın kızım bitti neredeyse nişan?" diyen İnci'ye "Yüzük olmadan nişanı nasıl yaptınız acaba?" dedim göğsümdeki acıyı bastırıp gülerek. İnci köşedeki bir sandalyenin üzerinde oturuyordu. Hemen karşımızda Osman abimle Melek oturuyorlardı. "Harbi nasıl unuttunuz siz bu yüzüğü?" diye sordu Haziran şaşkınlıkla gülerek. "Nişana gelip yüzüğü unutuyorsunuz?" Berjerlerde oturan İbrahim'e kaydı bakışlarım. Yanımdaki kıvırcığa bakıyordu ancak bakışlarımın ona değmesiyle bana çevirdi gözlerini. İçimi ısıtan bir bakış attı. Yanımdaydı. Biliyordum. Gözlerimi kapatarak sessiz bir teşekkür ettim. Bakışlarım hemen yanındaki berjerde oturan abime çevrildi. Doğrudan İnci'ye bakıyordu. İnci dediğini yapmış ve herkese rağmen seçtiği pembe elbisesini giymişti. Şimdiyse abimin bakışlarına maruz kalıyordu. "Serhat abiciğim," dedim imalı imalı abime seslenerek. "Çok beğendin galiba alamadın bir gözlerini?" Kızlar durumu bildiğinden rahatça konuşmuştum. Bana baktı ters ters. "Senden de alamıyorum gözlerimi?" dedi oturduğumda iyice yukarı sıyrılan yırtmacıma bakarak. Gülümsedim. Yırtmacı hafifçe düzelttim. "Çok güzelim de ondan." Oysa bugün ilk kez çirkin hissediyordum kendimi. Sürdüğüm kapatıcılar, rujlar bile bunu örtemiyordu. Derin bir nefes alıp sustu. "Başlarım g..." "Bir dur da Serhat." dedi Osman abim araya girerek. "Burada dur bari." Serhat abim oturduğu yere sığamıyormuş gibi aniden ayağa kalktı. Bakışlarını kimseye değdirmeden salondan çıktı, hemen ardından gelen kapı kapanma sesiyle evden çıktığını anlamıştım. İnci, "Ben bir annemlere bakayım." deyip çıktığında aslında gideceği yerin annesinin yanı olmadığını biliyorduk. Açık kapıdan gördüğüm çiftle bakışlarımı ellerime indirdim. "Hadi içeri geçelim." Asya'nın sesiydi. Herkes ağır ağır ayağa kalktığında bende kalktım ve bakışlarım gayriihtiyari onunkilere değdi. Gözlerini tam olarak ne zaman üzerimden çekmeyi düşünüyordu? Hep beraber büyük salona geçtiğimizde boştaki yere koyulan sandalyelere oturduk. Sağ tarafımda İlayda ve Haziran, sol tarafımdaysa İbrahim ve Osman abimler oturmuştu. Koltuklara ise babam, annem, dayım, Sema teyze, Elif abla, eşi ve Asya'nın ailesi oturuyordu. Asya ve Korhan Ali ise onlar için hazırlanan koltuklara oturmuşlardı. Asya ayağa kalktığında bana değdi bakışları. Kaş göz işareti yapıyordu. Haziran omzuyla omzuma vurdu. "Kahveler için çağırıyor. Ben pek anlamam biliyorsun." İsteksizce ayağa kalktığımda Melek de kalkmıştı. Birlikte mutfağa geçtik. Çıkardığı cezveyi, kahveyi ve suyu tezgâha bıraktı. Bana baktı. "Melek'le ikiniz misafirlerin kahvelerini yapar mısınız? Bende Ali'ninkini yapayım." "Tamam." Bana çevirdi gözlerini. "Sen sade olanları yap, ben de orta şekerli yapayım." diyen Melek'e başımla eşlik ettim. Kimin nasıl içtiğini bildiğimiz için sorun yaşamazdık. Kavanozun kapağını açıp on kaşık kahve koydum. Suları koyarken yavaş yavaş hareket ediyordum. Dalıp gitmiştim bile. "Dilara çok olmadı mı o su?" Melek'in sesiyle kendime geldim ve durdum. "Yok," dedim sorgulayıcı bakışlarını üzerimden çeksin diye. "Tam oldu." Nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. İçsinler işte. Kahveler hazır olunca tepsiye dizip salona geçtik. En önde Melek, ardından Asya'yla ben salona girdik. Bakışlarım yanımdaki kadına bakan adama değdiğinde bakışları benimkilere kaydı. Boğazımda kocaman bir yumru oturdu. İçimdeki yangının nasıl dindireceğimi bilmiyordum. Yardım çığlıkları atama ramak kalmıştı. Buradan gitmeliydim. Hem de hemen. Titreyen bacaklarım salonda oturan annemlere yöneldiğinde elimdeki tepsi sallanıyordu. Yanımdaki kadının titremesi heyecandandı, peki ya benim ellerim ayaklarım neden titriyordu? Asya elindeki kahveyi sevdiği adama verdiğinde ben en büyükten başlayıp dağıtmaya başladım. Kahveler bittiğinde elimdeki tepsiyle salondan çıktım. Mutfağa geçtim hızla. Gözyaşlarım direnmeyi bırakıp birer birer döküldü. Elimdeki tepsiyi tezgâha bıraktım. Arkamda birini hissetmemle yanağımı silip derin bir nefes aldım. "Canım benim," deyip kolumdan tutan kişi İbrahim'di. Kendine çevirdi beni. Çenemi tutup yüzüne kaldırdı. "Üzme kendini artık. Yapma bunu kendine." Bakışları bana içi gidermiş gibiydi. En az benim kadar bana üzüldüğünün farkındaydım. "Elimde değil ki..." Sesim titriyordu. Yanağıma inen sıcak yaşı başparmağıyla sildi. Dudaklarını açıp konuşacaktı ki mutfak kapısından giren Melek ikimizi gördüğünde durdu. Gözleri kısıldı ve iki gece önce onlarda konuştuklarımızı tarttı birer birer. Aramızda böyle bir durumun olmayacağını biliyor ve gördüğü şeyi anlamlandırmaya çalışıyordu. İbrahim başını omuzlarından geriye çevirdiğinde kolumdaki elini indirdi. "Ben bir su alayım." Kendine bir bardak su doldurup içti. Melek de elindeki tepsiyi benimkinin üstüne bıraktı. İbrahim mutfaktan çıktığından Melek bana doğru adımladı. "Neler oluyor Dila? Sen hiç iyi görünmüyorsun." Bakışları hasar tespiti yaparcasına süzdü beni. "Yok bir şey, içeri geçelim hadi." Yanından geçerken kolumdan tutup durdurdu. "İkinizin arasında bir şey olmayacağını biliyorum ama bu aralar çok yakınsınız. Yanlış anlama sorgulamıyorum, haddim de değil ama bir sorunun varsa bana da danışabilirsin biliyorsun değil mi?" Gülümsedim ancak gözlerim hüzünlü bakıyordu. "Biliyorum ama anlatacak bir şey yok." Gözlerimin içine bakıyordu. Zeki bir kadındı ve onun da bir şeyleri anlamasından korkuyordum. "Parçaları birleştirmekten korkuyorum." dediğinde kalbim duracak sandım. "Senin için korkuyorum." Gözlerimi kaçırıp kolumu çektim. "İçeri geçelim, kaçırmayalım." Salona girdiğimde ardımdan Melek de geldiğinden çok dikkat çekmemiştim. Hızlıca yerimize oturduk. Neredeyse herkes kahvesini bitirmiş birbirlerine bakıyorlardı. Bu gecenin asıl konusuna gelmeyi bekliyorlardı. Bakışlarım bu gecenin çiftine değdi. Daha doğrusu ellerine... Asya'nın elleri koltuğu sıkıca kavrıyordu, heyecandandı. O elin üstüne sarılan el onun eliydi. Elim yumruk oldu. Sevdiğini sakinleştirmek istiyordu, ona yanındayım demenin en güzel yolunu kullanıyordu. Eğer ki kalpten çıkan kanın bir rengi olsaydı, benimki simsiyah olurdu. Karanın en koyusu... Hiçlik yani. Ölüm yani. Acıdan kıvranış... Korhan'la kesişti gözlerimiz ilk kez, hayatımda ilk kez duygularımı saklamadan baktım gözlerinin içine. Girmediğim savaşı kaybetmenin hezimeti vardı gözlerimde. Çırılçıplaktım, bakan kişi kim olursa olsun içimi okuyacağını bile bile umursamadım. Oyun yok, oynamak yok. Bu gece saklanmanın bir anlamı yoktu. Çünkü her şeyin farkındaydı ve ben kendimi başka biri gibi göstermekten yorulmuştum. Çok yorulmuştum. Bakışlarını kaçıran o oldu. Bu da ilkti. Duygularımı, işittiği gerçekleri taşıyamamıştı. Belki de bu özel gününde kafasını karıştırdığım için nefret ediyordu benden, bilemiyordum. Bakışlarım odanın içerisinde dolaştığında biriyle kesişti gözlerimiz. Ablasıyla, Elif ablayla... Acıyarak baktı bana. Bulunduğum durumu mu anlamaya çalıştı yoksa benden mefret mi etti anlayamadım. Ne kadar gurursuz olduğumu mu düşünüyordu? Bakışlarım elime, tırnaklarımı soyan elime indiğinde bulunduğum ortamdan sıyrıldım. Sonrasında isteme gerçekleşti ve hemen ardından hangi ara geldiğini bilmediğim İnci elindeki tepsiyle yanlarında durdu. Herkes ayağa kalktı. Ahmet dayım yüzükleri kestiğinde büyük bir alkış koptu. Elimi kaldıracak mecalim yoktu ancak içim yana yana arkadaşlarımı takip ettim. Ailelerin ellerini öptükten hemen sonra yanımıza geldiler. Herkes sırayla tebrik ettiğinde sıra bana gelmişti. Bakışlarımı kaldırıp gözlerine baktım. "Tebrik ederim. Umarım bir ömür boyu mutlu olursunuz." Elimi uzattım. Sarılmayacaktım, o kadar uzun boylu değildi. Mutlu olmasını istiyordum ama artık benden uzakta. Burada kalamazdım. Elimi tuttu. "Sağ ol." dedi sadece. Ne söyleyecekti ki? İkimizde asıl gerçeği bildiğimizi biliyorduk. Ben onun bildiğini biliyordum o da onun bildiğimi anladığımı... Bundan sonra başka hiçbir şey söyleyemezdi bana. Uzak dururken bahane de uydurmama gerek yoktu. Asya'yı da tebrik ettikten sonra evden çıktım. Melek'le Haziran da hemen ardımdan çıkmışlardı. Abim bırakacaktı onları. Binadan çıkan İbrahim ve İlayda'nın ardından abimler de çıktılar. "Melekler benimle gelsin istersen?" dedi İbrahim abime bakarak. Aynı binada oturuyorlardı. Abim Melek'e baktığında "Olur hayatım, aynı yere gideceğiz sonuçta. Siz rahat rahat gidin." dedi samimi bir ifadeyle. Yaklaşıp yanaklarından öptü. Ardından bana döndü ve sarıldı. "Git buradan." dediğinde kaşlarım çatıldı. Hemen eve gitmek ve yastığıma sarılıp ağlamak istiyordum. Ayrıldı, yanaklarımı ellerinin arasına alıp kahverengi gözleriyle gözlerimin içine baktı. "İçindekilerden kurtulup gel. Gözünün önündeyken başaramazsın. Ve sadece üzüleceksin." Yanağımı okşadı. "İnan bana değmez. Kendini hırpalamana değmez." Tekrardan sarıldı ve gitti. Bizde abimlerle eve döndük. Soğuk bir duş aldıktan sonra şortlu geceliklerimi giydim. Yatağıma girdim. Bu gece ağlamayacaktım. Vazgeçmiştim. İçime atacak ama asla incilerimi dökmeyecektim. Telefonumu alıp halama yazdım. Ben: Hazırlıklara başla şimdiden halacığım. Bayram şekerin geliyor. 🌿🌿🌿 Olduğun yerden uzaklaşabilirdin ancak gittiğin yere zihnini de götürdüysen gitmenin hiçbir anlamı yoktu. Dün gece Kayseri'ye bilet almış, gün doğmadan yola çıkmıştım. Bir not bırakmıştım. Bayramı babaannemin yanında geçirmek istediğime dair bir nottu. Daha önce hiç habersiz, çat diye gitmemiştim ancak elimde olan bir durum değildi. Bursa'da daha fazla duramazdım. Kaçmıştım bir nevi. Yüzleşmekten, bazı şeylere daha fazla tanık olmaktan... Gücüm yoktu. Halamlar çok şaşırmış, aynı zamanda sevinmişlerdi beni gördüklerinde. Her ne kadar mesaj atmış olsam da gece görmemişti mesajımı. Sabah da işleri olduğundan telefona bakmamış. Bayram temizliği bitmişti ancak hazırlığı bitmemişti. Onları hamur açarken yakalamıştım. Bir şey yaptım mı güzel yapardım ancak hamur açacak kadar ileri bir yeteneğim olmadığından köşede durup ufak tefek şeylere yardım ediyordum. "Ah bebeğim ya bu şekilde olmadı." diyen halamdı. Tatlı için açtığı hamuru tepsiye yerleştiriyordu. "Geldiğinden beri oturmadın. Seninle ilgilenemedim de." "Yabancı mı benim kızım?" dedi babaannem ters ters. Beraber yapıyorlardı tatlıyı. Parlayan gözleriyle baktı bana. "İyi ki gelmiş torunum. Nefes oldu bana baksana. Keşke diğerleri de gelseydi." "Evet ya," diye eşlik etti ona halam. "Hem bayramı da beraber geçirmiş olurduk." Gülümsedim. "Onların buraya geldiğimden haberleri yok. Ama bir anda karar vermeseydim Serhat abimi getirirdim. Yardım ederdi size." "Yok mu haberleri?" "Gizli gizli niye geliyorsun canımın içi?" "Babaanne," deyip öptüm yanaklarından. "Seni özledim işte. Çıktım yollara düştüm." "Hadi oradan eşek sıpası..." Unlu eliyle beni itekledi. "Ne zaman özleyip geldin de bugün gelesin?" "Ya bayram ya yarın, bensiz geçirme diye geldim." dedim. Sonra yüzüm düştü. "İstemezsen gideyim ben geri?" "Otur oturduğun yere!" dedi sahte bir kızgınlıkla. "Hiç de aramadılar bunlar seni? Merakta mı etmiyorlar?" diye sordu halam. Dudaklarımı ısırdım. "Biraz geç uyandığımdan odama bakmamış olabilirler hâlâ." "Görüyorsun değil mi?" dedi babaannem eliyle beni işaret ederek. Halama bakıyordu. "Kocaman kız kalmış gelmiş buralara kadar benim oğlan bilmiyor daha!" "Duydun ya anne." dedi halam abisini korumaya çalışarak. "Bizim deli haber vermeden gelmiş. Ne yapsın abim? Nereden haberi olacak?" Babaanne duymadı onu. "Allah korusun başına bir iş gelse en son onun haberi olacak." "Tamam babaanneciğim." diye sırnaştığımda yana kaydı hafifçe. "Yaklaşayım deme sakın." dedi kızarak. "Öyle başın esti çıktın, haber edeydin bari." Tam dudaklarımı aralayıp konuşacağım sırada salonda yükselen zil sesiyle susmak zorunda kaldım. Telefonum çalıyordu. Uzanıp baktım. Annemdi. Yokluğumu fark etmiş olmalıydı. "Baban mı?" Başımı iki yana sallayıp "Annem." dedim. Yanındaki bezle elini silip bana doğru uzattı. "Ver bana telefonu ben konuşayım." Tereddütle baktım. "Ver dedim." Otoriter biriydi. Uzattım telefonumu. Uzatmadan önce açıp hoparlöre almıştım. "Bu ne Dilara?!" Annemin sesi yüksek ve sertti. Babaannem "Sana da merhaba gelin hanım." diye araya girdiğinde annem, "Gülperi anne," diye mırıldandı şaşkınlıkla. "Gerçekten de gitmişsin." diye ekledi. "Bir haber verseydin kızım, gitme mi diyecektik!?" Arkadan abimin sesi geliyordu. "Fazla şımarttınız. Ben olsam ağzıma sıçardınız annem hâlâ kibar kibar konuşuyor." "Serhat düzgün konuş, annen var karşında." Babamdı konuşan. Babaannem, "Ne diyor oradan o sarı oğlan?" diye sordu hesap sorarcasına. "Kardeşi akıl edebilmiş keşke sizde etseydiniz!" Aslında onlara bu kadar sinirli değildi. Sadece annemler bir şey söylemesin diye üzerine gidiyordu. "Habersiz gidilir mi annem?" diye sordu babam annesine. Araya girmek istedim. "Babacığım," "Şöyle o torununa konuşmasın benimle." Babam bana çok kızgındı. Haklıydı ama anlık bir karardı ve kesinlikle pişman değildim. Kaçmak şu anlık en iyi çözümdü. "Babacığım lütfen bir dinler misin?" diye sordum mahcup bir sesle telefona doğru. "Hayır hangi ara düşündün, karar verdin ve bileti alıp gittin?" Abiciğim yangına körükle gitmesen mi acaba? Babaannem, "Dila'm yanıma geldi diye ona bir şey söyleyecek olan olursa beni arasın!" deyip telefonu kapattığında kalakaldım. Dudaklarımı genişçe iki yana kıvrıldı. "Kimin babaannesi be." deyi kollarımı boynuna sardım. Günün geri kalanında tatlıları bitirdikten sonra bayram sabahı kurulacak sofra için yemekler yapmaya başladık. Sarma, tavuk pilav, etli yemek, börek... Birçok yemek daha vardı. Tabii bunlar sadece bizim için değildi. Köydeki yoksul aileler içindi de. Her bayramda olduğu gibi bu bayramda da gelenek değişmemişti babaannemde. Akşamleyin halamlar duş almak için banyoya girdiklerinde ben de buradaki odama geçip birkaç kıyafetimi yerleştirip suya girdim. Temiz kıyafetlerim ve ıslak saçlarımla salona girdiğimde babaannem beni önüne oturtup saçlarımı okşayarak kuruttu, arada dudaklarını bastırmıştı. Uzun bir süre burada kalacaktım, karar vermiştim. En azından abimin düğününe kadar... Akşam yemeğimizi yedikten sonra çay keyfi yapmıştık. Yarın sabah bayramdı. Babaannem erken yatmamızı tembihleyip odasına geçtiğinde çardakta halamla beraber yalnız kalmıştık. "Şimdi mutfağa gidip kahve yapıyorum, geldiğimde hiçbir yalan olmadan anlatıyorsun bana." deyip eve girdi. Arkasından bakakaldım. Rüzgâr gibi esip geçmişti. Canım halam, yani Zümra evlenmek yerine annesiyle yaşamayı tercih etmişti. Tabii yıllar öncesinde çok istiyordu. Ta ki sevdiği adamın vefat ettiğini duyana dek... Sonrasında bütün hayalleri yarım kalmış sevdiği, bu hattaki tek aşkını kaybetmişti. Çok sevmişlerdi ve kavuşamamışlardı. Halam sonrasında bir daha kimseyi öylesine sevemedi, o gözle bakamadı. Ama ben onun gibi değildim. Vazgeçmek için birçok sebebim vardı. Bir kere onların aşkı karşılıklıydı. Bu daha kötüydü. Ben, beni sevmeyen ve evlenecek bir adamı unutmak zorundaydım. Anlatsam belki anlardı halimden, anlayacağından da yargılamayacağından da emindim ancak korkuyordum. Elindeki kahvelerle yanıma oturduğunda fark ettim onu ve girdiğim transtan çıktım. Bir yudum alıp içtim. Aklıma dün gece düştü. Sevdiğinin elinden içtiği tuzlu kahveyi bir an bile tereddüt etmeden içmişti. Neden etsin ki? "İyi misin Dilara?" diye sorduğunda başımı salladım hafifçe. "Neyin var? Ne oldu da bir anda geldin buraya? Neden kaçtın böylesine?" Aslında her şeyi özetlemişti, bana sadece boşlukları doldurmak kalmıştı. "Dün gece senelerdir sevdiğim adamın nişanına katıldım." dedim bir anda. Kısa bir süre ayrılmadı gözlerimiz. Yutkunarak kaçırdım bakışlarımı. "Ne?" dedi şaşkınlıkla. Gözleri kısıldı ve mimiklerimi seyretti. Kaşları havalandı. "Sen ciddisin." Omuzlarımı silkerken utancımdan gözlerine bakamadım. "Anlat dedin anlattım. Bir şey söyle." Boğazımdaki düğüm milyarlarca kez yutkunsam da geçmeyecekti. "Dün sadece..." "Korhan'ın nişanı vardı." diye tamamladım sözünü. "Üç senedir seviyorum onu. Hep kaçtım, korktum, gizledim. Kabullendim bile ama o dün gece her şeyi duydu. Onu sevdiğimi biliyor." Yanağımdaki ıslaklığı sildim. "Duramazdım orada. Yüzleşemezdim. Yüzüne bilene bakamadım dün, nasıl karşısına çıkıp konuşacaktım?" Şehirlere sığamıyorum, diyordu bir kitapta. Nasıl sığmaz bir insan şehre, demiştim. Sığılmıyormuş. Yanaklarımı avuçlarının arasına alıp göğsüne çekti, sarıldı. "Ah canım benim, neden hiç anlatmadın? Nasıl taşıdın sen bunca yükü bir başına?" "Nasıl unutacağım?" dedim titreyen sesimle. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur muydu? Gözlerimdeki yaşlar sanki açık yarama dökülüyordu, canımı yakıyordu. "Ne zamandır?" diye sordu geri çekilip gözlerime bakarak. Yaşlarımı silip yanağımı okşadı. "Üç sene oldu. Ben onu sevdiğimde Asya yoktu. Ama şimdi var ve benim onu değil kalbimden aklımdan bile geçirmemem gerekmez mi? Bu en büyük ihanet değil mi?" "Sen onu sevmeyi istemiyorsun ki? Bu sonradan hissettiğin bir şey değil. Seninki ihanet değil. Sen bunca şeye rağmen vazgeçmek istiyorsun, içindeki kocaman boşluğa rağmen vazgeçmek istiyorsun." Dudaklarım büküldü. "Ama beceremiyorum. Zamanında karşısına geçip itiraf edemediğim gibi şimdi de unutamıyorum." Cesaret bir kapının ardıydı ve ben o kapının dürbününden bile bakamamıştım. Kollarımı boynuna dolayıp sarıldım. "Yüzleşemeden kaçıp buraya geldim. Her zamanki gibi tek bildiğim şeyi yaptım. Kaçtım." diye devam ettiğimde gözlerimdeki yaşlar boynuna dökülüyordu. "Kendimden nefret ediyorum. Bu kadar cesaretsiz olduğum için nefret ediyorum kendimden." "Canım benim," dedi sırtımı sıvazlarken. "Ağla, dök içini." Senelerce içime attım, unutamadım. Bugün halama anlattım, içim dışıma çıkana dek ağlayacağım ve artık unutacağım. 🌿🌿🌿 "Bayramın mübarek olsun, ellerinden öpeyim annem." Babaannem gülümsedi. "Senin de bayramın mübarek olsun." Bakışları kapıya, yani bana değdiğinde "Dila'm da geldi, hadi bayramlaşın affet kızını." dedi telefondaki babama. Görüntülü konuşuyorlardı. Dün gece geç uyuduğumdan bugün bayramın ilk gününde de geç uyanmıştım. Tabii onlara göre geç bana göre erken bir saatti. Adımlarımı babaannemin yanında yöneldi. Eğilip ellerinden öpüp alnıma dokundurdum. "İyi bayramlar babaanneciğim." Yanaklarımdan öptü. "Oy benim en sevdiğim torunum. Senin de bayramın kutlu olsun." Telefonun diğer ucundaki Osman abim "Öyle mi olduk şimdi babaanne?" diye sorduğunda halamla bayramlaşıyorduk. Güldüm seslice. Babaannemin sağında halam oturduğundan soluna geçtim. "Bir hayırlınız, akıl edeniz o çıktı. Konuşturma beni bayram bayram." Ekranda babam ve annem vardı sadece. Halam da kısa bir selam verdi. "İyi bayramlar abim, yengem." "Senin de." Babaannemin bakışları bana döndü. Kaş göz yaptığında ne demek istediğini anlamıştım. "Anneciğim," dedim neşeli bir sesle. Sanki bana kızgın değillermiş gibi. Telefonu aldım elinden kendine doğru tuttum. Babama baktım. "Babacığım. Bayramın kutlu olsun, ellerinizden öperim." "Seninde bayramın mübarek olsun Dila'm.' Annem bayram diye pek uzatmamıştı kızgınlığını ama babam bakışlarını bana değdirmeden arkaya çevirdi. "Abimler orada mı?" Başını salladı hafifçe annem. "Verir misin onlarla da konuşayım." Telefon ufak bir sarsıntının ardından düzenlediğinde ekranda Osman abim vardı. "İyi bayramlar abi." "Sana da iyi bayramlar kaçak." diye karşılık verdiğinde gözlerimi devirdim. "Sende mi abi ya?" dedim bıkkınlıkla. "Tamam, tamam." dedi gülerek. "Küsme hemen." Ekrana biri daha eklendi. Serhat abimdi. "Ne zaman geliyorsun peki?" "Bu aralar dönmeyi düşünmüyorum. Tatil yapacağım." Babaanneme sardım kollarımı. "Ponçiğimin yanında kalmayı düşünüyorum bir süre daha." "Bu çok da uzun süre olamaz biliyorsun." dedi hemen. "Düğünüme geleceksiniz sonuçta." "Benim yanıma gelmeyenin düğüne de evine de gitmem ben." dedi babaannem alınganlıkla. "Yahu geleceğim." dedi abim hemen. "Gelininle geleceğim hem de sensiz düğün mü olur çiçeğim." Kahkaha attım. "İyi bekliyoruz icazetini." Serhat abim telefonu elinden alıp kendine tuttu. Arkada boğuk boğuk sesler geliyordu. Her zaman ki gibi babamın yanına gelmişlerdi. Büyük oydu çünkü. Serhat abim "Hemen uçağa atlayıp geliyorsun." dediğinde ikinci kez yüksek sesle güldüm. "Çok beklersin canım." "Lan yardımına ihtiyacım var." "Ne yardımıymış bu?" Babaannem yanıma yaklaşıp kadraja girdi. Abim ufak bir küfür mırıldandı. "Babaanneciğim sen hâlâ orada mıydın?" Dudaklarımı ısırdım. Gülmekten çenem ağrıyacaktı. "Yok uçtum havaya. Değiştirme de konuyu neymiş senin yardım işi? Bana de hele bakayım." "Yok ya," dedi önemsiz bir şeyden bahseder gibi. "Öyle havadan sudan..." "Düğününe gelmeyeyim de gör gününü." "Benim düğün ne alaka?" diye sordu şaşkınlıkla. "Düğün müğün yok. Nereden çıkarıyorsun böyle şeyleri sultanım?" "Ben insanın gözünden anlarım. Senin sevdiğin vardır. Ne diye gizliyorsun sarı kafa?" "Bak bakayım kim var burada." deyip telefonun da konunun da yönünü değiştirdi. Salondalardı ve bayağı kalabalıktı. Karışık bir görüntünün içinde abimin sesini işittim. "Ali bunu babana uzatsana." demişti Serhat abim. O an telefonun küçük ekranındaki yansımam kasvetlendi. Yüzümdeki tebessüm silindi. Ekrandaki görüntü netleştiğinde bakışlarım oraya çıktı ve kalakaldım. Oradaydı. Ve ekrana bakıyordu. Bana ve babaanneme. Oysa bakışları sadece bendeydi biliyordum. Kaçırdım gözlerimi ama hâlâ göz hapsindeydim. Resmen ondan kaçmış gibiydim gözünde. Öyleydi de zaten. Kaçmıştım ondan. Ama yine çıkmıştı karşıma. Sesini duydum. "Gülperi babaanne bayramın kutlu olsun." Ekrandaki babaannem gülümsedi. Sadece bizim küçük görüntümüze bakıyordum. Yüzüne bakacak yüzüm yoktu. "Seninde evladım. Hayırlısı olsun yüzük takmışsın." Burnumun ucu yanıyordu. Bakışlarım gayriihtiyari gözlerine değdi. "Âmin. Teşekkür ederim." "Ahmet dayım orada mı?" diye sordum çekinmeden. Yoksa daha da yüzüne bakmaya devam edecektim. "Burada." "Verir misin?" "Neyi?" Babaannem buradaydı. Ekranda bizi seyrediyordu. Gülümsemeye çalıştım. "Neyi olacak Ali abi? Telefonu tabii." "Ha," dedi jeton yeni düşmüş gibi. "Veriyorum." Ekrandaki o kayboldu ve derin bir nefes aldım. Sonrasında oradaki herkesle, babam hariç, bayramlaşıp vedalaştık. -BÖLÜM SONU- |
0% |